17 Aralık 2011 Cumartesi

MİTOLOJİK BİR ZAMANLAMA HATASI: “K I L I Ç” !

Burada  gözden kaçırılmaması gereken, çok ilginç bir zamanlama hatası var! Meleklerin ellerinde bulunan “alevli KILIÇLARI!” (Bak Yar. 3:24) Zavallı ilk insanın Aden bahçesinden içeri girmesini engellemek için sanki dev gibi baş meleklerin varlığı yeterli olmuyor! Meleklerin onlara: “içeri girmeniz yasaklandı, giremezsiniz” demeleri; veya hiç söz söylemeseler bile, ellerini “yasak, dur, giremezsiniz” anlamında kaldırmaları da yetmiyor!
Süper akıllı, sivri zekalı (!?) Tevrat yazarının aklı, ilk insanın içeri girmesini engelleyebilmeye yeterli olacak başka bir şey bulmuş! O da, eski savaş aletleri olan “KILIÇLAR!” Şimdi düşünebiliyor musunuz? Dünyada henüz sadece iki insan var. Topluluklar, aşiretler, kabileler, uluslar... yok. Kavgalar, çekişmeler, sürtüşmeler yok. Savaş hiç olmamış. İlk insanın savaştan ve savaş aletlerinden hiç birinden haberi ve d bilgisi de yok!
Adem’den “Kılıcın” icadı dönemine dek, tam beş devir geçmesi gerek! Önce vahşi hayvanlardan sopalarla korundular. Sonra “taş devri” geldi. Arkasından “yontma taş devri,” sonra “cilalı taş devri,” arkasından “bronz taş devri,” daha sonra da maden bulunarak maden devri gelmiştir. İşte kılıçlar da bu “maden” devrinde ilk olarak icat edilmiştir.
Öyle anlaşılıyor ki, Tevrat’taki bu mitolojik masalı yazan ilkel yazar, Tevrat’ın Yaratılış bölümünü yazarken, bir ara şaşırdı ve zamanlamayı unutuverdi! Yazarın kendisi kılıcın kullanıldığı “maden” devrinde yaşıyordu. Savaşçıların ve bekçilerin ellerinde, engellemek için kılıcın iyi iş gördüğünü biliyordu. Şimdi bu masalını yazarken; Cennet bahçesini korumakla yükümlü meleklerin ellerine birer “kılıç” vermek, yazara daha akıllıca ve DAHİCE geldi. Böylece meleklerin, görevlerini daha iyi yapacaklarını, ilk insanın daha çok korkacağını zannetti.

Bu düşünce, yazara o denli anlamlı ve güzel geldi ki, birden kendi dönemini, beş dönem geriye, ta ilk insanın dönemine taşıdığını unuttu... Baş meleklerin her birinin eline kendi yaşadığı döneminin “kılıçlarını” vermeyi de ihmal etmedi...
Bana söyle misiniz? Adem ve Havva ne anlardı kılıçtan? Adını, şeklini, kullanılma amacını, neye yaradığını bile bilmezlerdi! “Kerubi” denen Baş Meleklerin ise, “kılıçlara” ne gerekleri vardı ne de ihtiyaçları... Ama olan oldu bir kere! Zamanlama hatası yapıldı! Ama İYİ Kİ DE ZAMANLAMA HATASI OLDU! Çünkü, başlarını kuma gömmek istemeyenler için, “dötra kanonik” veya “Apokrif” denilen kitaplardaki gibi; Tevrat’ta da bu zamanlama hatası olmasaydı; Tevrat’ın uydurma, mitolojik, efsaneleri nasıl anlaşılacak, GERÇEK ESİN OLMADIĞI nasıl belli olacaktı?
Kutsal Kitaptaki bu açık zamanlama hatası da, diğer hataları gibi zaman sürecinde “sineye çekildi!” Yani ne yapıp edip, bu fahiş zamanlama hatasını da “kutsallaştırdılar!” “Gerçek Tanrısal esin” temelinin üzerine oturtarak “dokunulmazlık” kazandırdılar. Yüzyıllarca da başlarını kuma gömerek, bu hatanın üzerine sünger çektiler, es geçtiler...
Bu hatayı gören bazıları da, düzeltmek için çocukça, adi ve saçma yorumlar yaptılar: “Bu sözler, yani meleklerin ellerinde taşıdıkları kılıç, Adem ve Havva okusunlar diye yazılmadı. Biz okuyup da anlayalım diye yazıldı...” dediler. Yani, bu olayı okurken, eğer bizler meleklerin ellerinde kılıç olduğunu okumasaymışız, Adem ve Havva meleklerden korkmayacaklar, meleklerle boğuşacaklar, hatta melekleri etkisiz edip, tekrar bahçeye girebileceklerini... (!?) bile düşünebilecekmişiz! Ama meleklerin ellerinde “kılıçları” olduğunu okuduğumuz için; Adem ve Havva’nın “kılıçlardan korkarak” meleklerle boğuşmayı göze alamadıklarını anlamalıymışız! Bakın! Gördünüz mü? Çözüm işte geldi! Zamanlama hatası bunun neresinde? Yorum ne denli güzel, mantıklı, isabetli, doyurucu ve de ikna edici değil mi? (!!! ???)

Barnabas İncili


Barnabas aslen Kıbrıslı olup yahudi bir aileden doğmuştur. Asıl adı Joseph (Yusuf) tur. Barnaba ise teselli oğlu anlamında ona sonradan verilmiş bir lâkaptır. Barnabas’ın kaleme aldığı incil, İsa’nın bir şakirdi, yani zamanının çoğunu, mesajını yaydığı üç yıllık süre içinde bizzat îsa‘nın yanında geçiren bir kişi tarafından yazılmış ve bugüne kadar gelmiş, bilinen tek İncil’dir. Kabul edilmiş dört İncil’in yazarlarının aksine, o İsa ile doğrudan teması olmuş ve öğretisini doğrudan İsa‘ dan almış biriydi.
Barnaba İncili, MS. 325′e kadar İskenderiye Kiliselerinde Kanonik (-gerçek-sahih-) bir İncil olarak kabul ediliyordu. Tevhid (-Allah’ın birliği inancı-) lehinde yazan Iraneus‘un (MS.130-200) yazılarından, bu İncil’in İsa’nın doğumundan sonraki birinci ve ikinci yüzyıllarda elden ele dolaştığı anlaşılmaktadır. Putperest Roma dininin ve Eflâtun’un felsefesinin İsa’ nın aslî öğretileri içine girmesinden sorumlu olmakla suçladığı Pavlus‘a karşı çıkan İraneus, kendi fikirlerini desteklemek için Barnabas İncili‘nden geniş alıntılarda bulunmuştur.
İznik Konsülü 325 Yılında Yüzlerce Yazımla Birlikte Barnabas İncili’ni de Yasaklıyor
325′te ünlü İznik Konsülü toplandı. Teslis Pavlus Kilisesi’nin resmî inancı olarak ilân edildi ve bu kararın sonuçlarından birini de, o zaman elde bulunan üçyüz kadar İncil’den dördünün Kilise’nin resmî İnciller’i olarak seçilmesi oluşturdu. Bunlar, Matta, Markos, Luka, Yuhannâ’nın yazdıkları İncîllerdir. Özünde Eflâtûnun ortaya attığı trinite fikri, İsa’dan sonra 1′inci ve 2′inci yüzyıllarda kaleme alınan bu İncîllerde yer aldı. İçlerinde Barnabas İncili’nin de bulunduğu diğer înciller’in bütünüyle yok edilmesi emredildi… Geçerliliği tanınmamış Inciller’den birini yanında bulunduranın öldürüleceğine dair emir çıkarıldı…
M.S. 366′da papa olan Damasus’un (304-384), Barnabas İncili’nin okunmaması hakkında buyrultu yayınlandığı kaydedilir. Bu buyrultu M.S. 395′te ölen Sezarya piskoposu Gelasus tarafından desteklenmiştir. Bu piskopos İncil’i Apoler; fal kitaplar listesine almıştır. Apokrifa (-apocrypha-) basitçe ‘halktan gizlenen’ demektir. Böylece, daha bu aşamada İncil kimsenin eline geçmez olmuştur…
Pavlus Kilisesi 1700 Senedir Barnabas İncilini İmha Etmeye Çalışıyor
Barnaba Incili’yle ilgili daha bazı buyrultular da vardır. 382′de Batı Kiliseleri Buyrultusu’yla ve 465′te papa Innocentın buyrultusuyla yasaklanmıştır… Tüm bu buyrultular Şansölye Seguier (1558-1672) Kütüphanesi’ndeki B. de Montfaucan (1655-1741) tarafından hazırlanmış Yunanca elyazmalar katalogunda anılmaktadır…
Barnabas İncili’nin Dikkat Çekici Yolculuğu
İmparator Zeno’nun yönetiminin dördüncü yılı olanM.S. 478′de Barnabas’ın mezar ve kalıntıları keşfedilmiş ve kendi eliyle yazılmış İncili’nin bir nüshası göğsünün üzerinde bulunmuştur.Bu olay, 1698′de Antwerp’de yayınlanan Acta Sanctorum, Boland Junii, Tome II, sayfa 422-450′de geçmektedir…
Barnaba încili’nin, buradaki metne de kaynaklık eden, İngilizce çevirisine esas olan el yazması Papa Sextus‘un (1589 -1590) elindeydi. O’nun, kendinden pek çok alıntılar yapmış olan Iraneus’un yazılarını okuduktan sonra Bamabas încili’ne büyük ilgi duyan Fra Marino adında rahip bir arkadaşı vardı. Bir gün bu rahip Papa’yı görmeye gitti. Birlikte öğle yemeği yediler ve sonra Papa uykuya daldı. Peder MarinoPapa’nın özel kütüphanesindeki kitapları karıştırmaya başladı ve Bamabas İncili’nin İtalyanca bir el yazmasını ele geçirdi. Bunu cübbesinin yenine gizleyerek oradan ayrıldı ve kitapla birlikte Vatikan’dan çıktı. Sonra bu el yazma elden ele dolaşıp, nihayet Amsterdam’da, «hayatı boyunca bu parçaya büyük bir değer verdiği sık sık işitilen büyük bir isim ve yetkiye sahip bir kişi»ye ulaştı. Onun ölümünden sonra, Prusya Kralı’nın danışmanlarından John Frederick Cramer‘a geçti. 1709′te Cramer bu el yazmayı ünlü ‘kitap kurd‘u saray prensi Eugene’e sundu. 1738′de kitap, Prens’in kütüphanesiyle birlikte Viyana’da Hofbibliothek’e geçti ve hâlâ oradadır…
Erken kilise tarihçilerinden önemli bir zat olan John Toland, bu yazmayı incelemiş ve ölümünden sonra 1747de basılmış olan muhtelif çalışmalarında ona atıflarda bulunmuştur. İncil hakkında şöyle der: «Bu, tıpkı kutsal bir kitap görünümündedir.»
İtalyanca elyazma Canon ve Bayan Beggotarafından İngilizce’ye çevrilerek, 1907′de Oxford Üniversitesi Basımevi tarafından basılıp yayınlandı. Bu İngilizce çevirinin hemen tüm nüshaları birden ve esrarengiz bir şekilde piyasadan kayboldu.
Bir anlatıma göre, Barnabas İncili’nin basımından habersiz olan Vatikan yayım satım gününden hemen önce haberdar olunca acilen aldığı bir kararla kitabın satıma sunulacağı her kitapçının önünde yüzlerce kişilik kuyruklar oluşturularak tüm basımların alınıp imha edilmesi şeklinde rahip ve rahibelere talimat vermiş. Sonrasında gücünü kullanarak kitabın yeni baskılarının yapılmasının önüne geçmiş.
Ancak, bu defa bazı kütüphanelere dağıtım öncesi gönderilen basımlar gözden kaçmış. Bugün için, biriBritish Museum‘da, diğeri Washington’da Kongre Kütüphanesi’nde bulunmak üzere, 1907 tarihli ingilizce basımın yalnızca iki nüshası biliniyor.Bu tarihten sonraki ilk baskı ise 1979′da gerçekleşti. Kongre Kütüphanesi’ndeki nüshanın mikrofilm kopyasını alan pakistanlı müslüman bir araştırmacının sayesinde, 72 sene sonra kitabin yeni bir baskısı yapılabildi..(-Jesus, A Prophet of islam, Londra, 1979, s : 39 – 42).
Pavlus Öğretilerine Uyan Hiristiyanların Barnaba İncilini İnkar Çabaları ve Tarihi Gerçekler:
Hristiyan literatüründe Barnaba İncili’nin adı nerede geçmişse, oraya bir muhalefet şerhi konmuş, bu İncil’in, sahte ve uydurma olduğu, dolayısıyla reddedilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Hattâ bu İncil’in, bir müslümanın hayal gücünün bir eseri olduğu iddia edilmiştir. Bu, iddia tarihi hiç bir dayanağı olmadan inkar amaçlı olarak ortaya atılmıştır; çünkü böyle bir kitap müslümanlar tarafından bilinmiyordu. Eğer bilinseydi pek çok eserde ondan söz edilirdi. Taberî, Mes’ûdî,Ya’kûbî, Bîrûnî, İbn Hazm, İbn Teymiyye gibi hiristiyan kaynaklarına vâkıf olan yazarlar, Hristiyanlık ve onun kutsal kitaplarından bahsederken, Barnabas İncili’ne en ufak bir işarette bile bulunmamışlardır.
George Sale’in, 1734 yılında, Kur’an’ın İngilizce çevirisinde bundan bahsetmesinden önce müslümanlar, Barnabas İncili’nin adını bile duymamışlardı. İbnü’n-Nedîm tarafından995 yılında ve Hacı Halife tarafından 1657′dehazırlanan, geniş birer bibliyografya eseri olan ‘el-Fihrist‘ ve ‘Keşfü’z-Zünûn‘ adlı kitaplarda da bu İncil’in adı geçmemektedir. Bu eserlerin yanısıra 18′inci yüzyıl öncesi süreçte müslümanlarca kaleme alınan ve bugün bilinen hiçbir metinde bu İncilin isminden ya da içeriğinden bahsedilmediği gibi islam uygarlıklarında söylenti-hikaye-efsane düzeyinde dahi adı bir kayda geçmemiştir.
Hz. Muhammed’in Doğumundan 75 Sene Önce…
Barnabas İncili’nin müslümanlar tarafından yazılmadığının bir delili de şudur: Hz. Peygamber’in dünyaya gelişinden 75 yıl önce (M.S. 496), Papa I.Gelasius döneminde ‘yanlış ve dînî düşüncelere aykırı kitaplar‘ adı altında hazırlanan listede (-Decretum Gelasianum-), Barnabas İncili’nin adı geçmektedir. Ayrıca 7′inci yüzyıl öncesinden günümüze gelen ikinci ve farklı bir belgede yasaklanan 60 kitap içinde (-List of the Sixty Books-) Barnabas İncili de yer almaktadır. Barnabas İncili’nin tarih boyunca aslında var olmadığı şeklindeki iddialara değinen Avustralyalı bilim adamı(-La Trobe Universitesi Bendigo-) Dr. Rodney Blackhirst, bir bilimsel makalesinde yukarıdaki iki listeye dikkat çekerek, şöyle demektedir:
«Bazıları, ortaçağın sonlarında Barnabas İnciliisimli yazıma rastlanılması öncesi süreçte, böyle bir incilin tarihsel olarak var olmadığını kesin bir güvenle iddia ediyorlar. Oysa farklı yüzyıllardan, iki ayrı liste bunun tersini kanıtlıyor. İki listede de aynı yanlışın olması, aslında olmayan bir şeyin yanlışlıkla iki ayrı listede de “Barnabas İncili” adıyla yer alması mümkün müdür? “60 kitap listesi” sadece bu tek konuda yanlış olabilir mi?Barnabas İncili‘nin hiç var olmadığı iddiası kimilerinde, bu incilden bugüne hiç bir parçanın gelmediği iddiasına yerini bırakıyor. Fakat o zaman “60 kitap listesi“nde yer alan kitaplardan sadeceBarnabas İncili‘nin bir iz bırakmadan kaybolması gibi bir sonuç akla yatkın olacak mıdır?»
Barnabas İnciline getirilen bu yasaklamalar, o çağlarda, bu İncil’i yazacak bir müslümanın var olamayacağını açıkça gösteriyor. Çünkü o zaman daha Hz. Muhammed (doğumu 571) bile doğmamıştı.
Ayrıca yukarıdaki delillere ek olarak şunu vurgulamak yerinde olacaktır: Allah ve bir Peygamberi hakkında yalan söylemek demek olacak böyle bir sahtekarlık; yani bir incil uydurma eylemi; yalancılık ve sahtekarlığa karşı duruşu ve doğruluk ve dürüstluk ahlakını Hz. Peygamber ve Kuran’dan alan bir müslümandan beklenemez. Böyle bir şeyi iddia edebilenler, bazı değişiklikler ve tahrifler yaşadığı Spinoza, Goethe ve daha nice batılı entellektüeller tarafından ifade edilen 4 İncilin dışında ve 2000 sene önceki orjinal halinde veyaorjinal haline yakın olarak gerçek İncil’den içinde güçlü yansımalar bulunan bir metinle karşılaşmanın şok ve şaşkınlığı ile bunu yapıyor olmalılardır.
Alman Protestan Kilise Komisyonu‘nun kontrolünden geçerek basımına izin verilen eski ve yeni Ahid çevirileri, şu sunuşla başlar:
«Kutsal kitap gökten inmiş değildir. Eski Ahid (-Tevrat-)’in 39 kitabıyla dört İncil yüzlerce yılda yavaş yavaş gelişmiş ve son şeklini almıştır.»
Burada tevrat ve incil üzerinde tarih boyunca tahrifat ve değiştirmeler yapıldığı gayet net bir şekilde kilise tarafından, ifade ediliyor.
Hakkari’de 1983 Yılında Bulunan Barnabas Nüshası
1983′te Hakkari civarında bir mağarada, İsa Peygamberin konuşma dili olan Ârâmî dilinde ve Süryânî alfabesi ile yazılmış ceylan derisinden bir kitap bulunduğu ve bunun Barnaba İncili olduğu, yurt dışına kaçırılmak istenirken kaçakçıların yakalandığı ve kitabın bir yerde muhafaza edildiği ifade edilmektedir. Kitabı bulanların, kitabın içeriğini anlamak amacıyla, Aramice Uzmanı Filolog Hamza Hocagil‘e kitabın ilk sayfasını getirdikleri, Hocagil’in tercüme ettiği sayfaya göre bu kitabın Barnabas İncili olduğu ve aşağıda bulunan incil metninin girişine benzer ifadelerin bu sayfada yer aldığı detayları verilmektedir. (bk. İlim ve Sanat, Mart-Nisan 1986, sayı: 6, s. 91-94).
Pavlus Öğretileri ve Resmî Roma Hristiyanlığı
Paulus=Pavlus=Pavlos=Bolis, Tarsus’lu Saul MS 10-67 yılları arasında yaşadı. Pavlus Roma Yurttaşlığı’nı kazanmış yahudi bir aileden geliyordu. Bu nedenle hem Yahudi adı Saul’u hem de Romalı Adı Pavlus’u kullanıyordu. Yahudi önderi I.Gamalyel dönemi’nde Kudüs’de hahamlık öğrenimi gördü.
İlk dönemlerinde bağnaz bir Ferisi (-yahudi din adamı-) olarak Hristiyanlığı Yahudilik karşısında büyük bir tehdit saydığı için Kilise Üyeleri’ne yönelik kıyımlarda, yüzlerce inananın öldürülmesinde etkin roller oynadı.
Daha sonraları, «inananların peşine düşerek Şam’a giderken yolda İsa’nın görüntüsü’yle karşılaştığını, böylece tevbe ettiğini» iddia etti. İddiasını doğru kabul eden hristiyanların arasında yaşadı. Kısa bir süreç ardından ise bir topluluğun lideri haline gelerek inananlar arasında önemli ayrışmalara neden oldu. Dini yahudi olmayanlar arasında yayması farklı yönlerinden birisidir.
Hristiyanlığın bir Yahudi Mezhebi olmaktan çıkıpbir Roma Dini’ne dönüşmesine belirleyici katkı’da bulunan kişidir Pavlus. Yeni Ahid’in yaklaşık 1/3 ünü oluşturan mektuplarıgünümüze ulaşmış en eski Hristiyan Metinleri’dir ki bugünkü Hristiyan İlahiyatı’nın temellerini oluşturur. Yeni Ahid’deki Resullerin İşleri Kitabı’nın yarıdan çoğu Pavlus’un etkinlikleri’ni aktarır.
Romanın resmî dini haline gelen hristiyanlık pavlus’un takipçilerinin dini anlayışını yansıtır. Roma kilisesi=Pavlus kilisesi, tevhide (Allah’ın birliği inancı) inanan ya da buna yakın diğer hristiyan mezhep ve topluluklarını ortadan kaldırmak için mücadele etmiş. Bu uğurda afaroz (dinden atma) ve ölüm cezaları uygulamış ve bunlarla korkutmuştur.

SAMİRİ TEVRATI

Buraya kadar anlattıklarımızdan sonra Tevrat artık, Yahudi ve Samiri olmak üzere iki değişik nüshaya ayrılmaktadır. Samiri ismi, kuzeydeki Yahudi Krallığından geriye kalanlara verilen isimdir. Kuzeydeki İsrail Devleti, Asurlular tarafından yıkılınca buradaki halk sürülüp buralara Asurlular yerleştirilmişti. Daha sonraları bunlar ile ayni yerlerde kalan Yahudiler kaynaşıp bir millet oluyor. Güneydeki Yahuda devletinde yaşayanlar, aralarındaki rekabetten dolayı, kuzeydekileri samimi olarak Yahudi inancına bağlanmadıklarını ileri sürülerek, onlardan ayrı durmuşlardır. Bu durum İncillerde de görülmektedir;

 “5 İsa Onikiler’i şu buyrukla halkın arasına gönderdi: “Öteki ulusların arasına girmeyin. Samiriyeliler’in kentlerine de uğramayın. 6  Bunun yerine, İsrail halkının yitik koyunlarına gidin. 7  Gittiğiniz her yerde Göklerin Egemenliği’nin yaklaştığını duyurun.(Matta-10)



Babil sürgününden döndüklerinde kendilerini saf kan Yahudi sayan Yahuda Devletinin mensuplarının ellerindeki, Ezra başkanlığındaki meclis yeni Tevrat’ı yine Samiriler’e inat Asurî karakterli yazı ile yazmış, eski İbrani yazısını onlara terk etmiştir. Bundan sonra iki topluluğun arası iyice açılmıştır. Bu rekabetten dolayı özellikle Samiriler’in elinde değişik bir Tevrat kalır. Bu iki Tevrat metni arasında birçok faklılıklar olduğu görülmüştür. Samiri Tevrat’ının günümüze varlığının kanıtlanmış, 1616 yılında Hıristiyan Oryantalist Pietro della Vale tarafından olmuştur. Bu nüshanın İngilizce ilk baskısı 1957 yılında yapılmıştır.26 1947 yılında Kumran Vadisi kazılarında bulunan, Ölü Deniz Yazmaları arasındaki Tevrat metinleri, Samiri Tevrat’nın daha eski ve daha orijinal olduğunu kanıtlamıştır.  
 Yapılan incelemelerde her iki Tevrat nüshası arasında 6000 çıvarında farklılık tespit edilmiştir.27 Aralarında ki önemli farklılıklardan birisi kutsal mabetle ilgilidir. Samiri Tevrat’ında kutsal mabet, kuzeyde Şekem şehrindeki Gerzim dağını, Yahudi Tevrat’ı ise Kudüs’teki Süleyman Mabedi’ni kabul eder. Konumuzla yakından ilgili olmadığı için, bu farklılıkların üzerinde genişçe durmayacağız. Samiri Tevrat’ı yalnızca Hz. Musa’ya verilen ilk beş kitabı kabul eder.28 Eski Ahitteki diğer kitapları Hz. Musa’nın şeriatına ters düştükleri için kabul etmezler. MÖ. 170 yılında Yunanca’ya tercüme edilip, Septuagint ismi alan ve Katolik Hıristiyanların kullandıkları Tevrat ile Samiri Tevrat’ının birbirleriyle daha fazla uyuştuğu gözlenmiştir. Son Yahudi Tevrat’ı ile Samiri Tevrat’ı üzerinde yapılan incelemelerden aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır;


1920 yılında Moses Gaster,1166 yılına ait Samiri yazma Tevrat tomarının bir nüshasını elde etmeyi başarmıştır. Gaster, paleografik ve diğer noktalar bakımından yaptığı incelemede, Samiriler’in en eski ve değişmeyen Tevrat nüshasına sahip olduklarını iddiasını doğrulamıştır. Ayrıca, Samiriler’in Tevratlarını Yahudi Massoratik (geleneksel) metninden kopya ettikleri iddiasının temelsiz olduğunun ispat etmiştir. Daha sonra, 1947’de, Ölü Deniz Yazmaları arasında bulunan Tevrat metinleri, Gaster’in bulgusunu desteklemiştir. Yapılan incelemeler neticesinde, bu Tevrat metinlerinin Samiri Tevrat’ının prototipini teşkil ettiği görülmüş ve tarihen de çok eski olduğu tesbit edilmiştir.”29    Yahudi Tevrat’ının Ezra tarafından yazılmasından sonra Hıristiyanlığın ortaya çıkışına kadar standart bir metninin olmadığı anlaşılmaktadır. Rabbani kaynaklarda bu dönemde Tevrat’ta daha birçok değişikliklerin olduğu belirtilmiştir. Özellikle Makkabiler döneminde Tevrat’ın tekrar düzenlenmesi zarureti ortaya çıkmıştır. En son Tevrat düzenleme MS. 90 yıllarında Yamniya’da toplanan meçliste bugünkü 39 kitapçıktan oluşan metine son şekil verilmiştir.30 MÖ: 3 yüzyılda Septuagint’in çevrisinde var olan 45 kitabın 6 adeti için insan uydurması olarak hüküm verilerek kanondan çıkarılmıştır. Tabi hem Hristiyan ve hem de Yahudi din adamları tarafından tek harfi bile değiştirilmeden günümüze ulaştırıldığı iddialarının gerçeğide maalesef bu.

Sadece bir ''teklif" olan ve "ısrar" ı olmayan bir davettir bu.

Sadece bir ''teklif" olan ve "ısrar" ı olmayan bir davettir bu.
Sorgulanmayan bir hayat, yaşamaya da değmez…» Sokrates (M.Ö.470-M.Ö.399)
«Şüphesiz iman edenler; yani Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sabiilerden Allah'a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp salih amel işleyenler için Rableri katında mükafatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar, mahzun da edilmeyecekler(hayal kırıklığına uğramayacak, üzüntü çekmeyecekler)dir.» (Bakara Suresi, 62)
Sadece bir ''teklif" olan ve "ısrar" ı olmayan bir davettir bu.
Der ya Kitab-ı Mukaddes'te;  Kulağı olan, işitsin Kulağı, gerçek ve hakikati arayışta; fıtratları İslam üzere doğup da yaşadıkları yerler de İslam'ı hiç tanımamış ya da yanlış tanıtılmış bir İslam'ı İslam diye bilmiş olsalar bile doğdukları bu fıtratın doğasında, gerçeği ve var oluş nedenlerini sorgulayıcı bir nur'un zaman zaman hayatlarında ve kendi kişisel menkıbelerinde karşılarına çıkıp her defasında İbrahim gibi, kavminin inanageldiği dünyasal öğretileri bir yana bırakıp bu dünyaya gönderilen her kulun biricik gayesi olan YARATICI'yı bulma ve O'na layık olduğu vech ile inanma, itaat etme istidadının idrakindeki HER GÖĞSÜNDE ALLAH'IN BİR NİĞMETİ OLAN HAYAT taşıyan akıl sahiplerine, yolu "Selam" ve "Esenlik" olan bir kapının kainattaki ve "Ezel" kitabındaki nurlu harflerini okumaya davet, "Lem Yezel" (sonsuz, ebedi), doğma ve doğurma ya da evlad edinme  gibi insani sıfatlardan uzak, her durumda affedici ve O'na iman edip O'na itaat edenlerin Dünya zindanında ve hem bu hayatın zevaliyle ikinci dirilişte ve bu dirilişteki sonsuz hayatlarında SONSUZLAR SONSUZU BİR SAADET ve kalplerindeki GERÇEĞİ BUL haykırışlarına bu kulakların ve vicdanın cevap vereceği icabettir.
Bu dünyada, akıl sahipleri için her şeyin bir gayesi, ve bu gayelerin her birinin diğeriyle münasebeti vardır.
Öyle ki, bir yaprak bile gayesiz yerinden kıpırdamaz, bir arı, kovanından uzak bahçelerde, her an YARATICI'yı kendi dilleriyle tesbih edip yücelten çiçeklerin üzerinde gayesiz uçmaz.
Okuduğunuz bir satır, rüzgarın serseriliğinde gayesiz açılmaz.
Şimdi burada bu satırları okumaya sebep olan şey, sizin tesadüf dediğiniz şu an bile hayatlarınızda O'NU GERÇEKTEN TANIMAK, ANLAMAK ve egemenliği uzayın ve dışındaki alemlerin her noktasını kapsayan bir SULTAN'ın, Din Günü'nün ve Yargı'nın sahibi olan Yaratıcı'nın hükümranlığına atacağınız tek bir adımın yaşantınızda değiştireceği bir "İhtilal"; hükmü günlerle, aylarla, yıllarla ya da asırlarla sınırlı bir zamanın değil; aklın bile tahayyüllerini aşan, vaat edilmiş bir SONSUZ HAYAT'tır. Yeniden bir dirilişin, parmak uçlarınızdan derlenip bir araya getirilişinizin ve meleklerden bile üstün kılınıp halifesi kılındığınız yeryüzünde O'NUN NAMINA işlediğiniz güzel işler, gerçeğin ve hakîkatin ardından gitme, ortalama bir insan ömrü olan 60-70 sene boyunca süren bir İMTİHAN'ın sonunda cevap kağıtlarınızdaki otobiyografinizdir. Öyle ki, hiç bir ayrıntısı bile atlanmamış, mazlumun zalimden, cahilin alimden, salih amellerin dünyanın aldatıcılığına adanmış bir hayat ve ömürden kesin olarak ayrıldığı bir otobiyografi. Yani, SİZ!
Sadece ve sadece bir an, bütün önyargılarınızı bir yana koyup "Hakikat nedir" diye sorun yüreğinize ve yüreğiniz bilmiyorsa, o yüreği ve içindekileri bilen, size ŞAHDAMARINIZDAN BİLE YAKIN OLAN, ister Yahve, Rabb, İster Baba  (Abba), ister Adonay, ister Tanrı diye çağırdığınız Yaratıcıdan sorun...
Hakikat, nedir?
Rüyalarımdaki hep beni gerçeği bulmam için beni yönlendiren sesin sahibin kim?
VAAT'le Musa'yı ve halkını Mısır'dan çıkaran, onlara ihsan ve nimetlerde bulunan, VAAT'le İbrahim'e ve Zekeriya'ya ihtiyar yaşlarına rağmen oğul (İshak'ı, İsmail'i ve Yahya'yı) veren, sizi anne karnında büyüten, size ruh, idrak, sezgi ve anlayış veren, Güneş'i her halinizle üzerinize doğuran, Ay'ı karanlık geceleriniz için bir ziya kılan, hayatınızda tehlikelerle karşı karşıya geldiğinizde sığınmanıza bir karşılık ve bir ihsan veren, O'nu unuttuğunuzda bile rahmetini üzerinizden çoğu kez kaldırmayan, her an, her saniye sizi gören, işiten ve nimetlendiren, çocukluğunuzdan bu yana sizi rızıklandıran, hastalandığınızda size sağlık veren, kalbiniz incindiğinde kimi zaman göz yaşlarınızı silip içinize nerden geldiğini hiç bilmediğiniz bir huzur veren, sizi yeryüzünün şereflileri ve halifeleri kılan, Güneş'i, Ay'ı ve gezegenleri yörüngesinde yüzdüren, aynaya hayranlıkla baktığın o gözlerinin de bir sanat harikası olan insan bedeninin de Yaratıcısı ve tek sahibi olan, ölüyü dirilten, körlerin gözlerini açan, nankörlerin suçunu bağışlayan, nefsine zulmedenleri bile rahmet sarayından kovmadan tövbe kapısını onlara yaşamları boyunca hep açık tutan, bitkileri yeşerten, yağmuru yağdıran, yüzüne sanatkarlığıyla suret veren
(el-Musavvir), dünyada ve ahirette sana rahmet eden ve rahmet edecek olan
(er-Rahman ve er-Rahim), her şeye gücü ve kudreti yeten
(el-Kadir), insanlara özgü kusur, kötülük ve ayıplardan münezzeh olan
(el-Kuddüs), zor duruma düştüğünde sana hayır kapılarını açan
(el-Fettah), sana rızık veren
(el-Rezzak), can veren
(el-Kabız), sana ruh veren
(el-Basit), dilediğini yücelten
(el-Muiz) ve dilediğini de alçaltan
(el-Muzill), her durumda seni gören
(el-Basir), işiten
(es-Semi), sana kaynağını bilmediğin şeylerden lütufta bulunan
(el-Latif) o Sultan kim???
Bunu, kendisine sorun!
Bir gece, dünyanın karanlığı ve zulmetinden uzak, sessiz ve loş bir odada, O'nun huzurunda diz çökerek, Kudret'inden ve şaşasından kalbiniz ürpererek...
Kendi dilinizle seslenin O'na, Ey bu kainatın tek sahibi, İsrailoğulları'nı Mısır'dan çıkaran, Allah...
Bana gerçeğini açıkla! Biz, nefsimize zulmettik...
Sana karşı ve verdiğin tüm bu akıl, idrak, gerçeği arama istidadı, görme, düşünme, işitme, kavrama, dokunma, hissetme nimetlerine karşı sana nankörlük ettik.
Bu gecemi sadece SANA ayıracağım ve sadece SENİ yücelteceğim. Sadece yüreğime ses ver, dilimdeki ve yüreğimdeki bağı çöz.
Yüreğime çöreklenen bu AĞIRLIĞI ve zahmeti çöz. Sen, dediler ki kimseye zulmetmezsin Ey Allah'ımız...
Sen, kapına gelen ve Sen'den yardım isteyenleri geri çevirmez, onları günahları göklere erişse bile kapından kovmaz, asla onlara sırt çevirmezmişsin...
Ben de insanların uykuda olduğu bu gece yarısı, sana sığınıyorum. Hayatımdaki bu karışıklığa bir bak...
Halimi görüyorsun. Ben seni görmesem de, sen beni şu an görüyor, işitiyor, dualarımı, dudaklarımdaki iniltileri, hatta kalbimden geçenleri duyuyorsun...
Kalbimi geçmiş tarihin ve benim içinde hapsolduğum tarihin esaretinden kurtarıp GERÇEKLİĞİNE yönelt...
Ruhuma şifa ver!
Düşünceme nur ver!
Kalbime sonsuz rahmetinden küçücük bir damla ver!
Bana kendimi sorgulama, gerçeği arama cesareti ver!
Şuuruma Sen'i arama, seni arayışıma ise tarafsız bir şuur ver!
Gönlümün şüpheleri için bir işaret, yüceliğini kavrayabilmek için feraset, ver...
Yüreğimi rahmetinle yıka...
Yüreğimini aydınlık ve bilgeliğinle yıka...
Çünkü bilgeliğin başlangıcı ve HİKMET'in tezahürü, sadece senin korkunladır.
Beni salih ameller işleyebilmem için yönelt!
Beni SANA yönelt!
Beni bu dünya imtihanında RAZI OLACAĞIN ve RUHUMU ALIRKEN DE bu rızanı ve rahmetini;
"Ey Allah'ın razı olduğu nefs!" diye taçlandıracağın bir bahtiyarlığa, bana ilk can verdiğin andan itibaren olan dünya hayatı ile  ve beni tekrar dirilteceğin andan sonsuzlar sonsuzuna uzanan ahiret hayatımda saadete ilet!
Ey İbrahim'in, İshak'ın, Yakup'un, İsa'nın, Muhammed'in RABBİ olan Allah!
Kalbimdeki mührü kaldır, kudretini ve sanatını layıkiyle seyredeyim!
Bana hayat veren, beni koruyan ve koruyabilecek, bana sonsuz yaşamı verebilecek olan Allah!
Hamd, övgü ve teşekkür, sadece SANA'dır!
Sen, affedicilerin en affedicisi, bağışlayıcıların en bağışlayıcısısın!
Sen, Yargı Günü'nün Sahibi, Sen adaleti tam ve layıkıyla yerine getiren bir Rab'sin!
Yalnız SANA ibadet edilir ve yalnızca SEN'den yardım istenir!
Bizi yanılgıda olanların yoluna değil; Sırat-i Müstakim'e; yani DOĞRU YOL'a, ilet ve kalplerimizi nurunla aydınlat!
Şehadet ederiz ki, Sen'den başka Rabb yoktur!
Bana atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un  üzerinde bulundukları YOL'u göster.
Eğer, Müslümanların peygamberi olan Hz. Muhammed, gerçekten senin resulün ve elçinse yüreğime bunun için kanıt ver ve hakikat olması durumunda, Musa, İsa ve Muhammed aşkına bizi bu yol ile ve bu yolda vereceğimiz son nefes ile şereflendir ve bizleri salihlerden, gerçekten kurtuluşa erenlerden kıl!
Hamd, sadece sanadır; ve SEN'den geldik, yine SANA döneceğiz RABBİM!!!

MÜ'MİNLER BİR VÜCUDA BENZERLER

MÜ'MİNLER BİR VÜCUDA BENZERLER

226. Numan ibni Beşir radıyallahu anhüma' dan rivayet edildiğine göre, Rasülullah saîlallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Mü'minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar."[1]
Açıklamalar
Bu hadîs-i şeriften, mü'minlerin, sevgi, merhamet ve yekdiğerini esirgeyip koruma gibi son derece üstün nitelikli işlerde birbirlerine yar ve yardımcı olmaları gerektiğini öğreniyoruz. Buna göre, mü'minler birbirlerini sevmeli, birbirlerine merhamet etmeli, acımalı ve birbirlerine şefkat edip yardımcı olmalıdırlar. Çünkü hem müslümanların salahı hem ümmetin felahı, gönüllerini ve kafalarını bu engin fazilet hisleriyle doldurmuş ve hayatlarına bu duygular yön veren kadrolarla sağlanabilir. Bu güzel duyguların karşıtı olan sevgisizlik, merhametsizlik, şefkatsizlik ve ilgisizlik hastalıklarından kurtulmak gerekir. Mü'minler, sadece kendi iç bünyelerinde değil, başka din mensupları veya herhangi bir dine mensup olmayanlara karşı da tam bir insanî yaklaşım sergilemekle emrolunmuşlardır.
Efendimiz'in üstün nitelikli teşbihleriyle belirttikleri gibi, uykusuzluğun sebebi, vücudun bir uzvunda hissedilen acılardır. Humma yani ateşli hastalıklar ise uykusuzluk sebebiyle daha da artar. Sevgisizlik, merhamet yoksulluğu ve şefkatsizlik, acı veren ve insanı ateşler içinde yakıp kavuran bir hastalık gibidir. Humma tabiri dilimizde, sıtma kelimesiyle ifade edilir; aynı zamanda bütün ateşli hastalıkların da genel adıdır. Sıtma, diğer ateşli hastalıklar arasında en ağır olanı ve bütün vücudu sarsan bir hastalıktır. Bu sebeple Peygamberimiz'in teşbihi çok dikkat çekicidir. Birimizin parmak ucundaki

HER MÜSLÜMAN TÜRK BU YAZIYI OKUMALI PAYLAŞMALI [MİSYONERLİK TEHLİKESİ]


Son zamanlarda Türkiyemiz, Hıristiyan misyonerlerinin saldırı ve akınına uğramış bulunuyor. Türkiye’nin hemen her tarafına yayılmış olan misyonerler serbestçe Hıristiyanlık propagandası yapyıyorlar ve halkımız arasında Hıristiyanlık’ı yaymak üzere büyük imkanlarla gece gündüz çalışıyorlar.

Misyon kelimesi Latince olup genelde “görev” demektir. Misyoner kelimesi ise genelde “görevli” anlamına gelmektedir. Ancak misyoner kelimesi özel kavram olarak, “Hıristiyanlığı yaymakla görevli olan kişi manasını” ifade etmektedir. Özellikle ülkemizde “misyonerlik” denildiği zaman “Hıristiyanlık’ı yayma faaliyeti”, “misyoner” denildiği zaman da “Hıristiyanlık’ı yayma yolunda çalışan, propaganda yapan kimse” manası anlaşılmaktadır.


Son zamanlarda Türkiyemiz, Hıristiyan misyonerlerinin saldırı ve akınına uğramış bulunuyor. Türkiye’nin hemen her tarafına yayılmış olan misyonerler serbestçe Hıristiyanlık propagandası yapyıyorlar ve halkımız arasında Hıristiyanlık’ı yaymak üzere büyük imkanlarla gece gündüz çalışıyorlar.
Bu kötü gelişmeler insanda şöyle bir şüphe uyandırıyor:


Türkiye, AB’ye (Avrupa Birliğine) girerken aynı zamanda adım adım Hıristiyanlaştırılacak mıdır?
Uyum yasaları ile misyonerlerin yolu açılmış ve onlara her türlü imkan sağlanmış ve destekler verilmiştir. Böylece Türk halkını Hıristiyanlaştırmanın yolu mu açılmak istenmektedir?
Bu yolda yapılan kötü icraatlar ve misyonerlerin böylesine pervasız, özgüvenli ve de kararlı çalışmaları insanda haklı olarak böylesine kötü şüpheler uyandırıyor.
Şu anda Türkiye’nin hemen her tarafına yayılan misyonerler, halkımızı, özellikle gençlerimizi Hırıstiyan yapabilmek için var güçleri ile çalışıyorlar.


Hırıstiyanlıkla ilgili bedava kitaplar, kasetler ve CD’ler dağıtıyorlar. Hatta paralar dağıtıyorlar, iş istiyene iş bulucaklarını, yurtdışına gitmek isteyenleri yurtdışına göndereceklerini vaat ediyorlar. Başlarına topladıkları saf insanlara korsan kiliselerde İslamiyet’i ve Türkiye’yi yeren, Hıristiyanlığı öven propaganda konuşmaları yapıyorlar, kurdukları radyolarla gün boyu aynı yolda zararlı propaganda konuşmaları yayınlıyorlar. Yoksul ailelere ve işsizlere iş vaat ediyorlar, gençlere dolar dağıtıyorlar, parlak gelecek vaat ediyorlar. İş yerlerine ve evlere özel ziyaretler yaparak, Hırıstiyanlığı aşılamaya çalışıyorlar.
Misyonerler tuzağa düşürmek istedikleri yoksul Müslüman halkımıza ve gençlerimize önce sahte bir sevgi ve şefkat gösteriyorlar, yardımsever ve iyilik sever bir tavırla yaklaşıyorlar hatta bazı yardımlar da yapıyorlar, sonra onların dini ve milli inançlarını yıkıp Hırıstiyan yapabilmek için zehirli konuşmalar ve propagandalar yapıyorlar ve binbir çeşit taktik ve yönteme başvuruyorlar.
Bu arada kanunsuz korsan kiliselerin sayısı her geçen gün artıyor ve buraları birer fitne fesat merkezi ve de tuzak merkezi olarak kullanıyorlar.
Bütün bu çalışmaların sonucu olarak birtakım bilgisiz gençlerimiz ve kandırılmış insanlarımız Hıristiyan oluyorlar, misyonerlerin tuzağına düşüyorlar...
Üzülerek ifade edelim ki, bütün bu zararlı ve tehlikeli faaliyetler hükümetin himayesi ve hoşgörüsü ile yapılıyor. Devlet, bu türlü zararlı faaliyetleri önleyeceği yerde himaye ediyor. AB için, dinimize saldırıyı hoşgörüyorlar...


Misyonerler manevi kalelerimize
saldıran Haçlı askerleridir


Tekrar ediyoruz, Türkiyemiz’in her tarafına yayılan Hırıstiyan misyonerleri, manevi kalelerimize saldıran eski düşman Haçlı ordusunun silahsız askerleridirler. Sanıldığı gibi onlar öyle dindar falan değildirler, hatta onların büyük bir kısmı dine hiç inanmazlar. Misyonerler dini rol yapmayı iyi öğrenmiş, iyi yetiştirilmiş birer casus, ajan ve toplum bozguncusudurlar.
Silahlı düşmanlar savaş halinde, maddi kalelerimize saldırırlar. Silahsız Haçlı askerleri olan misyonerler ise, barış zamanında manevi kalelerimize saldırmaktadırlar.


Misyonerler yüce dinimiz İslam’a saldırıyorlar, halkımızın ve gençlerimizin imanına saldırıyorlar.
Misyonerler, Türk halkının din kardeşliği bağına saldırıyorlar, milli birliğimize, vicdan birliğimize saldırıyorlar... Ulusal bütünlügümüze saldırıyorlar.
Evet, bütün misyonerler yıkıcı, bölücü ve de bozguncudurlar. O nedenledir ki misyonerler devlet ve millet bütünlüğümüze saldırıyorlar. Daha doğrusu misyonerler hedef seçtiklleri, girdikleri her ülkede bölücülük ve bozgunculuk yaparlar.


Unutmayalım eski düşman Haçlı ordusunun bugünkü silahsız askerleri olan misyonerler, manevi kalelerimize ve değerler sistemimize, dinimize, milli kültürümüze, birlik ve bütünlüğümüze saldırıyorlar. Onlara fırsat vermeyelim, bulunduğumuz yerden kovalım.


Misyonerlik din maskeli, yıkıcı siyasi harekettir


Sevgili okuyucularım, misyonerlik faaliyeti sanıldığı ve iddia edildiği gibi salt dini bir faaliyet değildir. Misyonerlik bizim için din maskeli yıkıcı, bölücü, siyasi bir harekettir. O nedenle, misyonerlerin yaldızlı sözlerine aldanmamak gerekir.
Misyoner faaliyetleri neden yıkıcı, bölücü ve zararlı faaliyettir?
Çünkü, misyonerler, öncelikle yüce dinimiz İslam’a ve milli değerlerimize ve milli kültürümüze düşmandırlar, onları yıkmak istemektedirler.
Halkımızın İslami inancının yanlış ve yalan olduğunu söylüyorlar, Kur’an-ı Kerim’in kutsal kitap olmadığını, Hz. Muhammed’in yalancı peygamber olduğunu iddia ediyorlar. Gerçek kutsal kitabın İncil, kurtarıcının da Tanrı’nın oğlu İsa Mesih olduğunu ileri sürüyorlar. Bu ve benzeri asılsız iddiaları sık sık tekrarlayarak, saf ve sade Müslümanlar’ın İslamiyet’ten ayrılmasına ve sonuçta Hırıstiyan olmasına sebep oluyorlar.


Dinini değiştiren milliyetini de değiştiriyor


Şurası sosyolojik bir gerçektir ki, dini inançlar ile milli inançlar birbiri ile yakından ilgilidir. Dinini değiştiren kimseler genelde birçok milli inanç ve kanaatlerini de değiştirmektedir. Bunun örneklerini her ülkede ve her din değiştirme olayında görmek mümkündür. Çünkü, din değiştirmeye yol açan misyonerler dini telkinleri yanında milli konularda da yıkıcı propagandalar yapıyorlar. Mesela bu günkü Avrupa medeniyetinin ve kalkınmanın Hıristiyanlığın eseri olduğunu, Hıristiyanlık dışında kalan halkların geri, değersiz, medeniyetten ve insan haklarından uzak olduklarını anlatıyorlar. Böylece Hıristiyanlık propagandası yapılan kişinin dini inançları ile birlikte milli inançları da bizzat kötülenerek, güya yanlışlıkları ortaya konularak yıkılıyor. Dolayısıyla Türkiye’de de dinini değiştiren insanlar genelde milli inanç ve düşüncelerini de zamanla değiştirmektedirler. Böylece İslami inancını kaybedip Hıristiyan olan vatandaşımız zamanla Müslüman halkımızdan da manen kopuyorlar. Düne kadar sokaktaki herkese ‘Müslüman din kardeşi’ gözüyle bakan kendisi de Müslüman olan kişi, halk deyimi ile dinden çıkıp ‘gavur’ olunca, kendi milletine yabancılaşıyor, hatta kendi dinine ve milletine düşman haline geliyor. Bundan sonra hangi dine girmiş ise o dinin mensuplarını din kardeşi olarak görüyor. Sonradan Hıristiyan olan kimse bundan sonra Müslüman Türkler’i değil, Hıristiyan Yunanlılar’ı kendisine din kardeşi olarak görüyor. Bir tartışma ve çatışma halinde Türkler’in değil, Yunanlılar’ın safında yer alıyor. Konu sadece bir din kardeşliği duygusundan ibaret de değildir. Önce Müslüman iken dönme Hıristiyan haline gelen kişi hemen her konuda artık kendisini Türk Milleti ve Türk Devleti’nin yanında değil, Hıristiyan milletlerin ve devletlerin yanında hissediyor. Kısacası dini inançların değişmesi ile oluşan yeni psikolojik duyguları ve yeni dini düşünceleri yönünde, bütün milli kanaatları, hatta hayatla ilgili birçok inanç ve düşünceleri köklü biçimde değişmektedir. Böylece o dönme kişi başka bir kimliğe bürünmektedir.
Normal bir Müslüman Türk, İslamiyet’e inanır, saygı ve sevgi duyar, Müslüman halkımızı din kardeşi, kan kardeşi olarak bilir, ona sevgi ve saygı ile bağlı bulunur. Türk devletine, Fatih Sultan Mehmet ve Atatürk gibi devlet adamlarımıza ve milli şahsiyetlerimize yine sevgi ve saygı besler içinde...
Aynı kişi, misyonerlere avlanarak Hırıstiyan olursa, o kişinin iç dünyası, kültürü bozulur ve inançları değişir. Bu defa o kişi, İslamiyet’ten ve Müslüman halkımızdan, manen nefret eder, onlardan kopar, hatta onları düşman görür. Türk devletine, devlet adamlarına, ordumuza düşman haline gelir. Özellikle Fatih Sultan Mehmet’e, Atatürk’e ve diğer milli kahramanlarımıza düşman haline gelir. Çünkü onları, savaşta Hıristiyanlar’ı yenmekle, onları bu topraklardan atıp Müslüman Türkler’i yerleştirmekle suçlarlar...
Görülüyor ki, bir Müslüman Türk, misyonerlere avlanıp da, dinini değiştirip Hıristiyan olmakla, milliyetini de değiştirmekte, vatana ve millete bağlılığı da değişmektedir.



Amaçları Türkiye’yi ele geçirmek


Konu sadece bir din ve kimlik değiştirmekten ibaret de değildir. Olayın dini ve kimlik sorunu yanında ekonomik, sosyal ve siyasi yönü de hem de ağırlıklı olarak mevcuttur. Meydana gelecek tehlikeli gelişmeleri “Görünen köy kılavuz istemez” çerçevesi içinde şöyle özetlemek isteriz:

Misyonerlerin çalışmaları ile sonuçta, Müslüman halkımızın içinde kendine yabancılaşmış dönme Hıristiyan guruplar oluşacak, bunlar Türkiye’ye bağlı olmak yerine Hırıstiyan devletlere ve milletlere bağlı olacaklar, gönülleri onlardan yana olacak, Müslümanlar’ı din kardeşi değil, Hırıstiyanlar’ı din kardeşi olarak bağırlarına basacaklar. Evet, Hıristiyan dönmeler, Türkiye’den değil, Yunanistan’dan yana, İngilizler’den, Fransızlar’dan yana olacaklardır. Bu arada söz konusu yerli Hıristiyan dönmeleri Avrupalı devletler kendi has adamları olarak, içimizdeki casusları olarak onları maddi ve manevi yönden destekleyecekler, ortak fabrikalar kurucaklar, onlara temsilcilikler ve bayilikler verecekler, Türkiye’ye Avrupa’dan ithal edilecek mallar onların eliyle getirilecek, Türkiye’den Avrupa’ya ihraç edilecek malları da yine onların eliyle yollayacaklardır. Böylece Müslüman’dan dönme Hırıstiyan Türkler’in sahibi oldukları birçok yeni holdingler ve büyük zenginler ortaya çıkartılacaktır. Dönme Hıristiyanlar’ın bu ekonomik gelişmeleri onlara aynı zamanda sosyal ve siyasal güç de kazandıracaktır. Böylece zaman içinde onlar Türkiye’de gerçek güç ve iktidar sahibi, söz sahibi haline geleceklerdir. Daha açık söylemek isteriz: Böylece haçlı seferlerinden beri ele geçirilmek istenen Anadolu ve bütün halinde Türkiye, Hıristiyan Avrupa tarafından tek kurşun atılmadan, demokratik yollarla, içinden teslim alınmış olacaktır. Bu bir hayal değildir. Şu andaki gidiş devam ettiği taktirde varacağı yer burasıdır. Ancak bu noktada hemen belirtelim ki, Türk Milleti bu tehlikeli gidişe mutlaka “Dur” diyecektir. Dolayısıyla da her yurtsever Müslüman Türk bu konuyla ilgilenmeli, tehlikeli gidişe “Dur”diyebilmek için, dinimizi ve devletimizi, vatan ve milletimizi koruyabilmek için elini taşın altına sokmalı, maddi ve manevi mücadeleye katılmalıdır.

Şöyle de değerlendirmek mümkün: Misyonerler içimizden nice insanları Müslüman Türk olmaktan çıkartacak, manen ve ruhen Hıristiyan, Alman, İngiliz, Yunan veya bir başka millete dönüştüreceklerdir. Kendi insanlarımızı çalıp, zihniyetlerini değiştirip kendi adamları haline getirecekler ve içimizde birer ajan olarak kullanacaklardır. Barış zamanında ülkenin aleyhine faaliyet gösterecekler, rakip ülkelerin işbirlikcisi olacaklar, savaş zamanında ise, düşmanın iç uzantısı olarak bizi arkadan vuracaklardır. Türk Milleti olarak bu türlü ihanetleri, arkadan vurmaları İstiklal Savaşı sırasında çok gördük...

Daha açık söyleyelim, misyonerlerin nihai amacı, emperyalistlerin nihai amacına uygun olarak, barış zamanında manevi kalelerimizi çökertmek, milli birliğimizi, vicdan bütünlüğümüzü, din ve kültür birliğimizi bölmek, parçalamak ve sonunda savunmasız hale düşürülecek olan Türk topraklarını, Anadolu’yu ele geçirmektir.

Evet Hıristiyan misyonerler işte bu korkunç amaç için çalışıyorlar. Bunun en açık maddi belgesi ellerindeki İncil kitaplarında mevcuttur. Dağıttıkları İnciller’in arka iç kapaklarında Anadolu’yu kutsal Hıristiyan toprakları olarak ilan ediyorlar .

İşte, misyonerler Türkler’in elinde esir kabul ettikleri ve kutsal Hıristiyan toprakları saydıkları Anadolumuz’u kendileri ele geçirmek için, böylesine korkunç bir amaç için çalışıyorlar... Biz Müslüman Türkler için büyük bir tehlike değil midir bu ?

Hıristiyan azınlıklar arkadan vurdular

İstiklal Savaşı sırasında Hıristiyan azınlıkların önemli bölümü bizi arkadan vurdular, işgalci düşmanla işbirliği yaparak isyan ettiler, bizimle savaştılar.
İşte, şimdi yine içimizden hem de kendi evlatlarımızdan bize düşman Hıristiyan azınlıklar oluşturuyorlar. Yarın başımız derde girdiği zaman, bunlar da bizi arkadan vuracaklar ve düşmanla işbirliği yapacaklardır.
Görülüyor ki, misyonerlik hareketleri sanıldığı gibi salt dini olay değildir, misyonerlik din yıkıcılığıdır, inanç ve milli kültür yıkıcılığıdır, millet bölücülüğüdür, millet bireylerini birbirine düşman edici bir fitne ve fesat hareketidir. Askeri ifadeyle misyonerlik, psikolojik harekattır. Bir ülkeyi içinden yıkma ve çökertme faaliyetidir, bir çeşit düzensiz savaştır, soğuk savaştır.
Dolayısıyla da, her biri bir Haçlı askeri olan, bizi içimizden çökertmeyi amaç edinen, dinimizin ve milletimizin düşmanı olan misyonerlere fırsat vermeyelim, hukuki ve demokratik yollarla onların etkilerini kıralım, yanımızdan kovalım...
Evet sevgili okuyucularım, din maskesi takınmış hain ve sahtekar misyonerlere inanmayalım, onlara ‘Hadi ordan inanç hırsızları, size inanmıyoruz burayı terk edin’ diyelim.

Masum Hıristiyanlar’a saygılıyız

Biz Türkler bize, dini inançlarımıza ve milli değerlerimize saldırmayan, halkımızın ve gençlerimizin dinini ve imanını yıkmakla meşgul olmayan masum Hıristiyanlar’a saygı duyarız. Ülkemizde yaşayan gayrimüslimlerin hiç birine bugüne kadar hiçbir saygısızlık yapmadık, onlar bizim şeref ve namusumuza emanettirler... Biz onları severiz ve sayarız. Bizim onlarla bir sorunumuz yoktur.
Ancak, son yıllarda ülkemize yurt dışından gelen misyonerler, asla masum dindar Hıristiyanlar değildirler. Bunlar Hırıstiyan olmayanlara ve İslamiyet’e savaş açan saldırgan, sinsi ve gizli düşmandırlar. Bu Misyonerler Müslüman Türkler’e, ‘Şeytanın dölleri’ diyorlar, biz Türkler’e, “Hıristiyan toprağı olan Anadolu’yu işgal eden şeytanın uşakları, şeytanın dölleri, barbar Türkler” diyorlar. Halbuki asıl barbarlar ve şeytanın uşakları, dünyayı iki defa savaşa sokarak 60-70 milyon insanın ölümüne sebep olan, şimdilerde ise masum insanların başına bombalar yağdıran, kanını döken zalim Hıristiyan emperyalistlerdir, ve de asıl barbarlar, asıl şeytanın uşakları zalim emperyalistlerin emrinde çalışan, emperyalistlerin öncü güçleri , maaşlı ajan propagandacısı olan, iman hırsızı, sahtekar misyonerlerdir. O nedenledir ki atalarımız İslam ve Müslüman Türk düşmanı olan, insanlık düşmanı olan zalim emperyalistlere ve onların silahsız askerleri ve casusları propagandacıları olan misyonerlere ‘gavurlar’ adını takmışlardır.


Hıristiyan ülkelere gitsinler

Eğer, misyonerlerin amacı Hırıstiyanlığı yaymak ise, halkı Hırıstiyan kökenli olan ülkelere gitsinler, çünkü oralarda aydınlanan insanların büyük bölümü akıl ve mantık dışı buldukları için Hıristiyanlığa inanmaz hale gelmişlerdir. Varsa tutarlı ve doğru dini bilgileri gitsinler onlara anlatsınlar ve yeniden Hıristiyan yapsınlar. Ama bunu yapamazlar. Çünkü misyonerlerin inançları çelişkilerle dolu, tutarsız ve sakattır. Hz. İsa’ya hem “insan”, hem “Allah’ın oğlu”, hem “Allah” diyen, sonra da bu Allah’ı “Yahudiler öldürdü” diyen misyonerlerin düşüncelerine, aklı başında olan ve biraz düşünen aydın insanlar inanır mı? Bunu kendileri de bildikleri için Avrupalı aydınlara Hıristiyanlığı anlatmaya yanaşmıyoırlar.

Dolayısıyla misyonerlerin amacı din ve iman değildir! Onların maksadı din istismarı yaparak, İslam düşmanlığı yaparak; çeşitli hile ve kandırmalarla Müslüman halkları içinden dönüştürmek, milli ve manevi değerlerine, devletine ve milletine olan bağlılık ve inançlarını yıkmak, milletin manevi savunma mekanizmalarını parçalamak ve böylece ülkeyi içinden teslim olmaya hazır hale getirmeye çalışmaktır.

Çünkü misyonerlerin arkalarında onları para ve emirleri ile yönlendiren emperyalist büyük devletler vardır. Misyonerler din iman için değil, o emperyalist devletlerin yayılmacı amaçlarına hizmet için çalışıyorlar.

Tekrar ediyoruz; eğer misyonerlerin amacı, Hırıstiyanlığa hizmet ise, aslen Hırıstiyan olan Avrupa ülkelerine gitsinler, çünkü orada halkın ve gençlerin çok büyük bölümü Hırıstiyanlığı mantıksız bularak terk etmiş bulunuyorlar, gitsinler onlara yeniden anlatsınlar Hırıstiyanlık’ı...

16 Aralık 2011 Cuma

YAHUDİ MARTİN LUTHER VE SİYONİZME HİZMET İÇİN KURDUĞU MEZHEP ''PROTESTANLIK''

Protestanlığın kurucusu kabul edilen Martin Luther’in yahudi dönmesi olduğu ve fakat gizli yahudi olarak kaldığı bizzat yahudi kaynaklarında iddia edilmektedir:

Kabbalist Abraham B. Eliezer ha-Levi, Luther’in Hıristiyanları yavaş yavaş eğitmeye çalışan bir ‘Gizli Yahudi’ olduğunu söyledi.” (Encyclopedia Jdacia, cilt 14, sf. 21)

Sadece yahudiler değil, kilise ve halk da Martin Luther ve taraftarlarının yarı yahudi veya gizli yahudi olduklarını düşünüyordu:

“Martin Luther kilise tarafından ‘Yarı yahudi’ olarak adlandırıldı... Abraham Farissol gibi bazı yahudiler, Luther’i gizli bir yahudi, dini gerçeği ve adaleti ayakta tutan bir yenilikçi olarak tanımlarken, anti-putperest yenilikleri Yahudiliğe dönüş olarak belirtti.” (Encyclopedia Judacia, cilt 11, sf. 585)

İsa Mesih bir Yahudi Olarak Doğdu isimli bir eseri bulunan Martin Luther’in yahudilere ilgisini gösteren bir cümlesi şöyle:

Yahudiler bizim Tanrımızın akrabaları, kuzenleri ve kardeşleridir. Katoliklere sesleniyorum; bana kafir demekten yorulduklarında Yahudi desinler.” (History Of Anti-Semitizm, Leon Poliakov, sf. 221)

Nitekim bugünkü protestanlar kendilerini yahudilere yakın görürler. Protestan misyonerleri arasında birçok yahudi vardır. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde işin başında bu tipler bulunur. Bu misyonerleri tanıyanlar çocukları doğduğunda ilk sekiz gün içinde sünnet ettirilerek hastaneden çıkartıldığını anlatmaktadır. Zira yahudi inancına göre erkek çocuk ilk sekiz gün içerisinde sünnet ettirilmelidir. Amerika’da hemen hemen bütün misyonerler Ortadoks yahudidir. Bunların kurduğu kiliselerde bilinçli şekilde “Biz yahudi oymağındanız.” fikri empoze edilmektedir.

“...abd’deki ‘İsrail destekçileri’, eski muhatapları ncc den yüz çevirerek fundemantalist, tutucu protestanlara, Evanjeliklere yanaştılar. Evanjeliklerle Siyonistlerin iki temel noktada yakınlıkları sözkonusuydu. Birincisi ve daha dolaysız olanı şuydu: Evanjeliklere göre ‘son karar günü’nün geldiğine işaret eden mucizevi olaylar arasında Yahudilerin Filistin’e dönmeleri ve bir yahudi devletinin kuruluşu da vardı. Dahası, İsa’nın Hıristiyanlık düşmanlarına nihai darbeyi vuracağı Mahşer (Armageddon), coğrafyada belli bir yer kaplamaktaydı; bugünkü İsrail’in kuzeyindeki Armageddon Vadisi. İkinci ve daha dolaylı olanı Evanjeliklerin İslâm’la ilgili yorumlarıydı; Arap halkın esaretinden, dünyadaki anti-semitizmin büyük bölümünden, İsrail karşıtı hissiyattan, Tanrı’nın adını kirleten İslâm sorumluydu. Buna bir de Amerikan tarihinin şovenist yorumunu eklemek mümkün; Birleşik Devletler tanrı tarafından seçilmiş ve kutsanmıştı. Bunun da kanıtı ‘Amerikalıların Yahudileri kurtarmış olmalarıydı’.

... Yahudi cemaat örgütleri 1970’lerin ikinci yarısından itibaren Evanjeliklerin sağlayacağı yararlara işaret etmeye başladılar. Yahudi irtibat bürosu eski görevlilerinden biri ‘bu ülkedeki yahudilerin sahip olduğu gücün gerçek kaynağı Evanjeliklerden gelmektedir.’ diye yazıyordu.” (Kader Üçgeni, Noam Chomsky, sf. 38)

Bugünkü haçlı seferini başlatan abd başkanı Bush da Evangelist bir hıristiyandır. Bu yüzdendir ki günümüzde yahudilerin her türlü zulmüne destek vermektedir.

Yahudilerin de katkısıyla bazı hıristiyan mezhep ve tarikatlarının nasıl yahudilere hizmet eder hale geldikleri görülmektedir. Protestanlığın kurucusu kabul edilen Martin Luther’in yahudi dönmesi olduğu ve fakat gizli yahudi olarak kaldığı bizzat yahudi kaynaklarında iddia edilmektedir:Kabbalist Abraham B. Eliezer ha-Levi, Luther’in Hıristiyanları yavaş yavaş eğitmeye çalışan bir ‘Gizli Yahudi’ olduğunu söyledi.” (Encyclopedia Jdacia, cilt 14, sf. 21)Sadece yahudiler değil, kilise ve halk da Martin Luther ve taraftarlarının yarı yahudi veya gizli yahudi olduklarını düşünüyordu:“Martin Luther kilise tarafından ‘Yarı yahudi’ olarak adlandırıldı... Abraham Farissol gibi bazı yahudiler, Luther’i gizli bir yahudi, dini gerçeği ve adaleti ayakta tutan bir yenilikçi olarak tanımlarken, anti-putperest yenilikleri Yahudiliğe dönüş olarak belirtti.” (Encyclopedia Judacia, cilt 11, sf. 585)İsa Mesih bir Yahudi Olarak Doğdu isimli bir eseri bulunan Martin Luther’in yahudilere ilgisini gösteren bir cümlesi şöyle:Yahudiler bizim Tanrımızın akrabaları, kuzenleri ve kardeşleridir. Katoliklere sesleniyorum; bana kafir demekten yorulduklarında Yahudi desinler.” (History Of Anti-Semitizm, Leon Poliakov, sf. 221)Nitekim bugünkü protestanlar kendilerini yahudilere yakın görürler. Protestan misyonerleri arasında birçok yahudi vardır. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde işin başında bu tipler bulunur. Bu misyonerleri tanıyanlar çocukları doğduğunda ilk sekiz gün içinde sünnet ettirilerek hastaneden çıkartıldığını anlatmaktadır. Zira yahudi inancına göre erkek çocuk ilk sekiz gün içerisinde sünnet ettirilmelidir. Amerika’da hemen hemen bütün misyonerler Ortadoks yahudidir. Bunların kurduğu kiliselerde bilinçli şekilde “Biz yahudi oymağındanız.” fikri empoze edilmektedir.“...abd’deki ‘İsrail destekçileri’, eski muhatapları ncc den yüz çevirerek fundemantalist, tutucu protestanlara, Evanjeliklere yanaştılar. Evanjeliklerle Siyonistlerin iki temel noktada yakınlıkları sözkonusuydu. Birincisi ve daha dolaysız olanı şuydu: Evanjeliklere göre ‘son karar günü’nün geldiğine işaret eden mucizevi olaylar arasında Yahudilerin Filistin’e dönmeleri ve bir yahudi devletinin kuruluşu da vardı. Dahası, İsa’nın Hıristiyanlık düşmanlarına nihai darbeyi vuracağı Mahşer (Armageddon), coğrafyada belli bir yer kaplamaktaydı; bugünkü İsrail’in kuzeyindeki Armageddon Vadisi. İkinci ve daha dolaylı olanı Evanjeliklerin İslâm’la ilgili yorumlarıydı; Arap halkın esaretinden, dünyadaki anti-semitizmin büyük bölümünden, İsrail karşıtı hissiyattan, Tanrı’nın adını kirleten İslâm sorumluydu. Buna bir de Amerikan tarihinin şovenist yorumunu eklemek mümkün; Birleşik Devletler tanrı tarafından seçilmiş ve kutsanmıştı. Bunun da kanıtı ‘Amerikalıların Yahudileri kurtarmış olmalarıydı’.... Yahudi cemaat örgütleri 1970’lerin ikinci yarısından itibaren Evanjeliklerin sağlayacağı yararlara işaret etmeye başladılar. Yahudi irtibat bürosu eski görevlilerinden biri ‘bu ülkedeki yahudilerin sahip olduğu gücün gerçek kaynağı Evanjeliklerden gelmektedir.’ diye yazıyordu.” (Kader Üçgeni, Noam Chomsky, sf. 38)Bugünkü haçlı seferini başlatan abd başkanı Bush da Evangelist bir hıristiyandır. Bu yüzdendir ki günümüzde yahudilerin her türlü zulmüne destek vermektedir.Yahudilerin de katkısıyla bazı hıristiyan mezhep ve tarikatlarının nasıl yahudilere hizmet eder hale geldikleri görülmektedir.

Palvusun Hz.İsa yı Tanrı İlan Etmesi

Hıristiyanlıkta şirk en büyük günahtır. “Birinci buyruk şirki yasaklar. Allah’tan başka tanrılara inanılmamasını, Tek olandan başka ilahlara saygı gösterilmemesini ister.”İsa şöyle demiştir: “Tanrın olan Rabb’e tap, yalnız ona kulluk et.” (İncil/Luka 4:5-8) Havariler zamanında İsa, gerçek anlamda insan sayılırdı. Zaten elimizdeki İncil’lerin hiçbirinde onun tanrılığından bahsedilmez. Bunun yolunu açan Pavlus’tur. Milattan sonra 10 yılında doğduğu kabul edilen Pavlus, İsa aleyhisselam ile çağdaş olmasına rağmen, Tarsus’ta yaşadığı için onu görememişti. Azılı bir Hıristiyan düşmanı iken İsa’nın ölümünden kısa bir süre sonra Hıristiyanolduğunu açıkladı. Havarilerin hayatta olmasına ve bütün engellemelere rağmen o, Şam yolunda ansızın gökten parlayan bir nurun çevresini sardığına, İsa'nın ona seslendiğine sonra İsa'ya inandığına ve vaftiz edildiğine insanları inandırabildi. İsa’nın Elçisi olduğunu da kabul ettirerek kendi sözlerini İncil’e sokmayı başardı. Bugünkü İncil’in önemli bir bölümü Pavlus’un mektuplarından oluşur. Pavlus, Allah’ın dışında tanrıların varlığını kabul etti ve bunlar arasında İsa’yı, kendilerinin tek Rabbi saydı. Onun, bugünkü İncil’de yer alan ifadeleri şöyledir:“Yerde ya da gökte ilah diye adlandırılanlar varsa da - nitekim birçok ilahlar ve rabler vardır - bizim için tek bir Tanrı Baba vardır. O her şeyin kaynağıdır ve biz O'nun için yaşıyoruz. Tek bir Rab var, O da İsa Mesih'tir. Her şey O'nun aracılığıyla yaratıldı, biz de O'nun aracılığıyla yaşıyoruzPavlus Rab kelimesini ustaca kullanmıştır. Rab sahip demektir. Araplar kö­lenin sahi­bine rab derler. Biz de efendi deriz. Rab kelimesi daha çok Allah için kullanılır. Allah’tan başkasına köle olmayı reddedenler, bir başka­sına rab demeyi kabul etmezler. Köle ile sahibi arasındaki ilişki zoraki ilişkidir. Köle, ilk fırsatta hürriyetine kavuşmak ister. Kul ile Allah arasındaki ilişki gönüllü ilişkidir. Yanlışlar peşinde koşanlar, böyle iki anlama gelen kelimeler seçerler ki kendilerini kolay savunsunlar. Bir Hıristiyan, İsa’yı Rab kabul ederse aradaki ilişkiyi gönüllü ilişki haline getireceğinden onu ilah makamına oturtması kolay olur. Pavlus’un bu tavrı İsa’yı tanrılaştırma sürecinin ilk basamağını oluşturmuştur. Pavlus kendini, İsa Mesih’in kulu ve elçisi sayarak şöyle dedi: “İsa Mesih'in kulu, Tanrı'nın müjdesini yaymak için seçilip elçi olmaya çağrılan ben Pavlus'tan selam! Tanrı, öz Oğlu Rabbimiz İsa Mesih'le ilgili olan bu müjdeyi peygamberleri aracılığıyla Kutsal Yazılarda önceden vaat etti. Bedence Davûd'un soyundan doğan Rabbimiz İsa Mesih'in, kendi kutsal ruhu sayesinde ölümden dirilişiyle Tanrı'nın Oğlu olduğu kudretle ilan edildi. Her ulustan insanların iman edip söz dinlemesini sağlamak için Mesih'in aracılığıyla ve O'nun adı uğruna Tanrı'nın lütfuna ve elçilik görevine sahip olduk”.“Söylediğiniz ve yaptığınız her şeyi Rab İsa'nın adıyla, O'nun aracılığıyla Baba Tanrı 'ya şükrederek yapın

Pavlus, daha ileri giderek şu sözüyle Mesih İsa’yı Allah’a eşit gibi gösterdi: “Mesih, Tanrı özüne sahip olduğu halde, Tanrı'ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı.”Pavlus’un yolundan giden Hıristiyanlar, 325’te Ökümenik İznik konsilinde İsa’nın yaratılmış olmadığına, Baba’dan doğduğuna ve onunla aynı özden olduğuna karar verdiler.

451’de toplanan dördüncü Ökümenik Kadıköy konsilinde ise onun gerçek tanrı olduğu şöyle ilan edildi:

“Rabbimiz Mesih İsa’nın mükemmel Tanrılığa ve mükemmel insanlığa sahip, gerçek Tanrı ve gerçek insan olduğunu, akıllı bir ruhtan ve bedenden oluştuğunu, Tanrılık açısından Baba ile, insanlık açısından da bizimle aynı özde olduğunu, günah dışında hepimize her şeyde benzer olduğunu, Tanrılık açısından yüzyıllar öncesinden Baba’dan doğduğunu, insanlık açısından bizim esenliğimiz için bakire Meryem’den doğduğunu oybirliği ile kabul ettiğimizi resmen beyan ederiz

Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, Çev. Dominik Pamir, İstanbul 2000, par. 2112. Bu eser Papa 14. Lui’nin emriyle (bugünkü Papa) Kardinal Joseph Ratzinger başkanlığında kurulan 12 kişilik heyetin altı yıllık çalışmasının ürünüdr. Kilise tarafından kabul edilmiş öğretileri içerir. Kardinal Joseph Ratzinger, Katolik Kilisesi’nin bugünkü Papa’sıdır.

Yahudiler’in Tevrat’ı Tahrif Ettiklerine Dair Kanıt Yine Tevratın Kendisinde

Eski Ahid’deki tahrif unsurlarından biri de içinde bulunan çelişik ifadelerdir.Tekvin’in ilk babında Allah’ın insanı kendi suretinde erkek ve dişi olarak aynı anda; Tekvin (1/27)de ise önce erkek ve onun kaburga kemiğinden kadını yarattığı ifade ediliyor.


Tufan hadisesi anlatılırken, bir yerde Tufan’ın 40 gün, diğer bölümde 150 gün sürdüğü ifade ediliyor. (Tekvin: 7/4,12,17,24)


Nuh Aleyhisselâm’ın gemisine getirilen hayvanların her cinsinden Tekvin 6. bab da 2, Tekvin (7/9,10,14,16) ise 7 çift alındığı söylenmektedir.


Allah, İsrâiloğullarının sayımı için II. Samuel’de (24/1-6) Davud Aleyhisselâm’ı görevlendirmekte; I Tarihler’de (21/1-7) aynı konunun, şeytanın tahrikiyle olduğu belirtilmektedir.


I. Samuel’de (16/10-13) Hazret-i Davud Aleyhisselâm Yesse’nin sekizinci oğlu olarak gösterilirken, I. Tarihler’de (2/13-15) ise Yesse’nin yedinci oğlu olarak geçmektedir.


II. Samuel’de (6: 23-21) Saul’un kızı Mikail’in hiç çocuğu olmadığı söylenirken, Tekvin’de (2/14, 17) beş oğlundan bahsedilmektedir.


II. Samuel’in 24. bölümünde “vilâyetimizde yedi sene kıtlık” denirken I. Tarihler’in 21. bölümünde “üç sene kıtlık...” denilmektedir.


II. Krallar’ın 8. bölümünde “Ahazya kral olduğu zaman 22 yaşında idi.” denilirken I. Tarihler’in 22. bölümünde “Ahazya kral olduğu zaman 42 yaşında idi.” denilmektedir.


II. Krallar’ın 24. bölümünde “Yehoyakin kral olduğu zaman onsekiz yaşında idi.” derken, II. Tarihler’in 36. bölümünde “Yehoyakin kral olduğu zaman sekiz yaşında idi.” denilmektedir.


II. Samuel’in 5. ve 6. bölümlerinde Davud Aleyhisselâm’ın ilâhî tabutu Filistî’ler muharebesinden sonra, I. Tarihler’in 13. ve 14. bölümlerinde ise Davud Peygamber’in ilâhî tabut’u muharebeden önce taşıdığı belirtilmektedir.


I. Krallar’ın dördüncü bölümünde: “Ve Süleyman’ın cenk arabaları için kırk bin ahır bölüğünde atları vardı. Ve oniki bin atlısı vardı.” denilirken I. Tarihler’in dokuzuncu bölümünde: “Ve atlarla cenk arabaları için Süleyman’ın dört bin ahırı vardı. Ve oniki bin atlısı vardı...” denilmektedir.


I. Krallar’ın beşinci bölümünde: “Süleyman’ın işte çalışan kavmin üzerine hükmeden, işin başında bulunan üçbin üçyüz baş kâhyaları vardı.” denilirken, II. Tarihler’in ikinci bölümünde: “Ve onların üzerinde iş başı olan üçbin altıyüz adam saydı.” deniliyor.


I. Krallar’ın yedinci bölümünde: “Süleyman peygamberin yaptırdığı denizin ikibin bat su aldığı” belirtilirken, II. Tarihler’in dördüncü bölümünde “üç bin bat alır.” denmektedir.


I. Tarihler’in üçüncü bölümünde: “Davud’un çocuğu olarak, Geşur kralı Talmay’ın kızı Maaka’nın oğlu Abşalom” denilirken II. Tarihler’in onbirinci bölümünde ise: “Ve Mahalattan sonra Abşalom’un kızı Maaka’yı aldı ve ona Abiya’yı... doğurdu.” denilmektedir. İkinci Samuel’in ondördüncü bölümünde de; “Ve Abşalom’un üç oğulla bir kızı doğdu ve kızının adı Tamar’dı” deniliyor. Aynı kitapta birbirini tutmayan aykırılıklar mevcuttur.


Yeşu kitabinin onuncu bölümünde: “İsrâiloğulları Kudüs Kralını öldürdüler. Bütün mal ve mülkünü ele geçirdiler.” denirken, aynı kitabın onbeşinci bölümünde ise “İsrâiloğulları Kudüs’e hiçbir zaman taarruz etmediler.” denilmektedir.


II. Tarihler’in üçüncü bölümünde: “Evin önünde olan çardağın uzunluğu evin genişliği kadar, yani yirmi arşın ve yüksekliği de yüzyirmi arşın” diye yazılıdır. I. Krallar’ın 6. bölümünde ise evin yüksekliğinin “otuz arşın” olduğu yazılmaktadır.


II. Tarihler’in yirmisekizinci bölümünde: “İsrâil kralı Ahaz’ın yüzünden Rab Yahuda’yı alçalttı.” deniliyor. Oysa ki, İsrâiloğulları sözü yanlıştır. Çünkü Ahaz İsrâiloğullarının değil Yahuda’nın kralıydı.


Hezekiel kitabının yirmialtıncı bölümünde şöyle yazılıdır: “Bana Rabbin şu sözü geldi. Allah-u Teâlâ Hazretleri buyurdu ki: İyi bil, ben öyle bir kudret sahibiyim ki, Bâbil Padişahı Buhtunnasr’ı bir takım atlarla ve başka binilecek şeylerle, süvari ve piyade askerler ve büyük bir kuvvetle Sur üzerine göndereceğim, senin tarlada çalışan kız ve kadınlarını kılıçtan geçirecekler, seni kuşatacaklar, şehrin etrafına mancınık mevzileri yapacaklar. Sur şehri etrafında bulunan sur ve burçları bu mancınıklarla yıkacaklar, şehrin cadde ve yollarını harap edecekler, içindeki bütün insanları kılıçla öldürecekler, mallarını yağma edecekler, bütün binaları harap ederek, binaların taşlarını, ağaçları suya atacaklardır. Ve bir daha bina yapamayacaksın.”Buhtunnasr Sur şehrini onüç yıl muhasara etti. Onu elde etmeye çok çalıştı, fakat alamadı. Büyük bir başarısızlıkla geri çekilmeye mecbur oldu. Tarih bunu belgelemiştir. Semavi kitaplar yanlış bilgi vermezler.


Tekvin’in onbeşinci bölümünde; “Ve İbrahim dedi: ‘Ya Rab Yehova, bana ne vereceksin?” ifadesi varken. Çıkış’ın altıncı bölümünde “Ve Tanrı Musa’ya söyleyip dedi: “Ben Rabbim ve İbrahim’e İshak’a ve Yakub’a kadir olan Tanrı olarak göründüm. Fakat Yehova ismimle malum olmadım.” şeklinde geçmektedir.


Tekvin’in otuzikinci bölümünde; “Allah’ı yüzyüze gördüm ve canım sağ kaldı” ifadesi varken. Çıkış’ın otuzüçüncü bölümünde; “Ve (Rab) dedi, yüzümü görmezsin, çünkü insan beni görüp de yaşayamaz.” ifadesi vardır.



İşte Yahudilerin iman ettikleri muharref Tevrat bu ve bunun gibi tutarsızlıklarla doludur.

hırıstiyanlığın gizemli bir kolu yahova şahitleri ve inanç kuralları

Yehova şahitliğinin kurucusu C.T. Razıl 'dır.(Charles Taze Russell 1852-1916) Razıl önceleri bir Kitab-ı Mukaddes topluluğu kurdu, ve grubun pastörü seçildi. 1879 da " Siyon 'un Tarassut Kulesi" dergisini çıkartmaya başladı, birkaç yıl sonra aynı ad altında ( daha sonra " siyon" kelimesi atıldı)bir cemiyet kurdu.

Razıl, öldükten sonra yerine hareketin avukatı J.F. Rutherford (1869-1942) getirildi. Kendisinin " Yehova 'nın Sözcüsü" olduğuna inandığından ve Razıl 'ın şahsiyetinin yıprandığına kanaat getirdiğinden " Russelistler" adını 1931 'de " Yehova Şahitleri" ne çevirdi. Yüzden fazla eser yazdı. Fakat O da va 'dedilen olayları görmeden öldü. Yerine N.H. Knorr )1977 'ye kadar) geçti. Bunun zamanında Gilead 'da Kutsal Kitap Mektebi kuruldu ve 15.000 civarında Krallık misyoneri yetiştirdi. Knorr 'dan sonra teşkilatı bir idare heyeti yürütmektedir. Bu idare heyetinin altında çeşitli hizmet kademeleri vardır.

Yehova Şahitliği Dini Mesihi bir harekettir. Onlar,İsa 'nın ikinci gelişinin vuku bulduğuna ve onun 1914 'te gökte " Tanrının Krallığını" başlattığına inanırlar. Yehova Şahitlerine göre ; 1914 'te hayatta bulunan nesil,İsa 'nın yeryüzüne inerek beraberindeki 144.000 Yehova Şahidiyle bütün siyasi kuruluşları,devletleri,milletleri,kısacası " Şeytanın Güçleri" ni yok edeceğini görecektir. Böylece yeryüzünde de Tanrının Krallığı kurulmuş olacaktır. Bu Armagadon Savaşıyla sağlanacaktır.

Yehova Şahitlerinin İnançlarıYehova Şahitleri 'nin inanç ve adetleri maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz :

1 - Mukaddes Kitap, Tanrının Sözüdür ve hakikattir. Mukaddes Kitaba her türlü insan sözünden daha çok güvenilir. " Yeni Ahit" , ruhi İsraillilerle yapılmıştır. Tanrının Kanununa insanların kanunundan ziyade itaat edilmelidir. Yehova 'nın Şahitleri, bütün insanlara, Mukaddes yazılardaki hakikati bildirmek sorumluluğu altındadır. Mukaddes Kitabın ahlak standartlarına uyulması şarttır.

2. - Tanrı tektir ve ismi Yehova 'dır. Tanrı, dünya üzerindeki kötü sistemi Armagedon Harbi ile ortadan kaldıracaktır. Tanrı, her fert için kader ve alın yazısı çizmemiştir; herkes davranışlarında bizzat sorumludur.

3. - İsa Mesih, Tanrı tarafından mucizevi olarak doğması sağlandığından, Tanrının Oğludur ve Tanrıya eşit değildir. İsa 'nın insan öncesi hayatı vardır; Tanrının yarattığı ilk varlıktır. İsa Mesih; bir haç üzerinde değil bir direk üzerinde ölmüştür. İsa, hayatını, insanlığın kurtuluşu için gerekli olan fidye olarak ödemiştir. Kurtuluş için İsa 'nın kurbanlığı yeterlidir. İsa Mesih, ölümünden sonra ruhi bir şahıs olarak yaşamaktadır. İsa 'nın yönetimindeki " Gökteki Tanrısal Krallık" , yeryüzünü adaletle ve sulh içinde yönetecektir. Bütün milletlerden seçilen ve sayıları 144.000 olan sadece küçük bir sürü, İsa Mesih ile birlikte hüküm sürmek üzere " Göğe" gidecektir. İsa, cemaati kendi üzerine bina etmiştir (Petrus 'un üzerine değil). Dua, tanrı Yehova 'ya ancak İsa Mesih vasıtasıyla yapılır. İsa, Tanrıya hizmet etmekte takip edilmesi gereken bir örnek bırakmıştır. İsa 'da ilahi tabiat bulunmaz.


4. - İlahi Krallık, yeryüzüne insan için en iyi hayat standardını getirecektir. Yeryüzüne asla imha veya yok edilmeyecektir. Kötülük ebediyen yok edilmiş olacaktır. Hayata götüren yol, ancak bir tanedir. Şimdi biz son günlerde yaşamaktayız. 5. - İnsanlık, Ademin günahlarından dolayı ölmektedir. İnsan onu, ölümle birlikte yok etmektedir. Ölüler, insanlığın müşterek mezarına gidecektir. Ölümden kurtulmak için yegane ümit, diriltilmektir. Bu da Yehova Şahidi olmaya bağlıdır. Adem 'den miras alınan günah sona erecektir. İnsan, tekamül etmemiş, fakat yaratılmıştır. 6. - Cehennem diye insanların ruhlarının azap çektikleri bir yer yoktur.ve kadere inannazlar

7. - Din, sadece Yehova Şahitlerininkidir. Diğerleri sahtedir.

8. - Şeytan, bu dünyanın görülmez yöneticisidir.

9. - Tapınmada suret, resim, haç, tespih, mum kullanılamaz.

10. - Ruh çağırmak, fal bakmak, büyücülük, ispirtizma yasaktır.

11.- Yehova Şahidi, dinlerarası işbirliği faaliyetlerine katılamaz. Yehova Şahidi, kendini bu dünyadan uzak tutmalıdır. Yehova 'nın şahidi, Yehovanın askeridir, askerlik yapmaz, bayrağı put olarak görür.

12. - Ağızdan veya başka bir yolla bedene kan almak " Tanrının Kanunu" nun ihlalidir.

13. - Yehova Şahitleri, milli marşı, milli duyguları, milli sınırları kabul etmez.

14. - Sebt Günü, sadece Yahudilere verilmiştir ve Musa 'nın Kanunu ile birlikte son bulmuştur.

15. - Ruhani sınıfı, dini rütbe veya unvanlar Kutsal Kitaba uygun değildir.

16. - Sakramentlerden sadece vaftiz ile Ekmek Şarap Ayini " Hatıra Yemeği" şeklinde nitelendirerek kabul ederler. Vaftizin çocuklara değil, yetişkinlere ve tamamen suya daldırmakla olacağına inanırlar.

17. - Kendini Yehova Şahitlerine adama (vakıf), vaftiz vasıtasıyla sembolize edilir.

18. - Yehova Şahidi olmayan herkes " keçi" dir ve onlara karşıdır.

19.- Yehova Şahitleri prensip olarak yaşadıkları ülkede siyasi ve politik yapılanmayı,devlet sistemini kabul ederler.Hiçbir şekilde siyasetle ilgilenmezler

Günümüzde Yehova Şahitleri

Günümüzde Yehova Şahitleri hemen hemen dünyanın tüm ülkelerinde taraftara sahip bir dini akım halini almıştır.Bir çok ülkede ibadetlerini gerçekleştirdikleri ve ibadetlerinin başında gelen Kitabı Mukaddes tetkiklerini yaptıkları " ibadet Salonları" bulunmaktadır.

Yehova Şahitleri bazen 100.000 'e yakın kişinin katıldığı stad veya salonlarda düzenledikleri ibadet toplantılarıyla da günümüzde dikkat çeken dini harekettir.

Her Yehova Şahidinin dinleri gereği yapması gereken şahitliğin anlatımı ,yani ev ev de olmak üzere hiç tanımadıkları insanlara Kitabı Mukaddes tetkiki yapmak üzere yayım faaliyetlerine her ülkede rastlanılabilir. Bu nedenle Yehova Şahitliği diğer yeni uzlaşmacı dini hareketlere göre daha hızlı yayılmaktadır. Yehova Şahitleri bu yönüyle taraftar sayısına göre yayıcısı ve yayın sayısı oransal olarak en fazla olan dini hareketlerin başında gelir.

Yehova Şahitleri ayrıca yılda bir kez anma yemeği düzenlerler. Bu anma yemeklerine inananları ve sempatizanları katılır. Günümüzde 5.881.000 taraftarı olan Yehova Şahitliği Dininin (Gözcü Kulesi 1 Ocak 2002) taraftarlarına bir çok ülkede rastlanmasına rağmen en fazla taraftarı olan ülkeler ve taraftar sayısı ise şöyledir abd 945.000, Meksika 535.000,Brezilya 525.000, İtalya 236.000,Nijerya 235.000,Japonya 218.000,Filipinler 135.000,Almanya 161.000, Arjantin ve İngiltere 120.000 ‘er kişi.

Türkiye 'de ise 1933 de 5, 1950 de 60 kişi olan Yehova Şahitlerinin sayısı 2002 de 1.600 kişidir. Ülkemizde yaklaşık 25-30 cemaatleri vardır ve ayrıca İbadet Salonları da mevcuttur.Yargıtay 'ın 1986 'daki kararıyla Yehova Şahitliği farklı bir din olarak kabul edilmiş ve ibadet özgürlükleri Anayasa güvencesi altına alınmıştır. Yehova Şahitleri ülkemizde son yıllarda artan oranda örgütlenme faaliyetlerine başlamış olup, " Uyan" adlı aylık " Gözcü Kulesi" adlı 15 günlük 2 düzenli dergi yayınlamaktadırlar. Ayrıca " Kule Yayınevi" adı altında bir de yayınevleri vardır

VATANLARI ELİNDEN ALINAN İNSANLARIN ŞİMDİDE DİNLERİ ELİNDEN ALINIYOR ''Irak'ta Misyonerlik Faaliyetleri''


Önce, yoğun bir işgal süreci başlatarak halkı vatansız bırakan Amerika, şimdi de bu ülke insanına yönelik Hıristiyanlaştırma operasyonuna hız verdi.

Başlarında Bush var
Radİkal Hıristiyanlar, Irak"ın ve Ortadoğu"nun Hıristiyanlaştırılması için başlattıkları misyonerlik taarruzunu Amerikan işgal ordusunun himayesinde sürdürüyor. Baptist Convention adlı “sapık” cemaatin üyelerinin en büyük destekçisi ise ABD Başkanı Bush...
Askerler destekliyor Irak"ta çok sayıda kilise açan misyonerler, “insani yardım” bahanesiyle cemaatlerine adam ve para topluyor, çocuklar için Arapça İncil bastırıp dağıtıyor. Sapık tarikatın en önemli üyelerinden biri de, ABD"li general William Boykin... İşgalci general, Bush"un Amerikan halkı tarafından değil “Tanrı” tarafından seçildiğini söylemişti.
Irak"ta din de elden gidiyor Önce, yoğun bir işgal süreci başlatarak halkı vatansız bırakan Amerika, şimdi de bu ülke insanına yönelik Hıristiyanlaştırma operasyonuna hız verdi
Amerikalı Radikal Hıristiyanlar, Irak ve Ortadoğu"nun Hıristiyanlaştırılması için misyonerlik faaliyetlerini Amerikan işgal ordusunun gölgesinde sürdürüyor. ABD Başkanı George W. Bush"un da desteklediği "Baptist Convention" adlı radikal Hıristiyanlardan oluşan cemaat üyelerinin sayısı ABD"de 16 milyon civarında. Bush"un başkanlık seçiminde tam destek vererek başkan olmasını sağlayan cemaatin Amerika"da 40 bin kilisesi bulunuyor. Alman ARD Televizyonu"nda “Panorama” adlı programda yayınlanan ve internette dolaşan haber videosunda sözkonusu cemaat, faaliyet alanı olarak bütün dünyayı görüyor ve hedef olarak dünyadaki bütün insanları Hıristiyanlaştırmayı amaçlıyor.
Generaller de üye Cemaatin üyeleri arasında Amerikan ordusunun üst düzey generalleri de var. Bunlardan biri General William Boykin. Boykin, geçtiğimiz yıllarda medyaya da yansıyan kilise konuşmalarında “Bush"un Amerikan halkı tarafından değil,tanrı tarafından seçildiğini” söylemişti. Irak"taki savaş ise "Din Savaşı" şeklinde ele alınarak açıklamalardu bulunuluyor. Cemaat, Bush"un Irak savaşı öncesinde açıkladığı gibi Irak Savaşı"nı bir Haçlı Seferi olarak görüyor ve Hıristiyanlık uğruna şehit olmayı en yüce değer olarak üyelerine benimsetiyor.
Yardım adı altında Grup üyeleri, bütün dünyaya yayılarak yaptıkları misyonerlik faaliyetlerini Irak Savaşı ile birlikte Müslüman Irak halkına karşı daha da yoğunlaştırmış durumda bulunuyor. Özellikle Irak"ta fakir ve yardıma muhtaç olan insanlara yardım adı altında misyonerlik görevini sürdüren radikal Hıristiyan grup üyeleri, Irak"ta çok sayıda kilise açmış bulunuyor. Birçok misyoner ise, insani yardım ve turizm bahanesiyle cemaatlerine adam topluyor. Amerikan ordusundan tam destek alan misyoner grubunun faaliyetleri milyonlarca dolarlık bütçeye sahip Voice of the Martyrs (Şehitlerin Sesi) adlı organizasyonla gerçekleştiriliyor. Bu bağlamda, yiyecek yardımlarıyla birlikte on binlerce İncil dağıtımı yapılırken, bunun yanında çocuklar için Arapça olarak hazırlanmış “Çocuk İncili” vb birçok propaganda faaliyeti kapsamında kitap ve broşürlerle çalışmalarını son derece organize olmuş şekilde sürdürüyorlar. Voice of the Martyrs"in (Şehitlerin Sesi) başında Tom White adlı bir Baptist bulunuyor. Bu misyoner grubunun yanında onlarca başka misyoner grubu da ülkede faaliyette. Bununla ilgili yüzlerce propaganda videosu ise internette yayınlanıyor.
Ortam hazırlandı Irak"ın kuzey bölgesinde önemli bir ağırlık teşkil eden Türkmenler ile Kürkler"i karşı karşıya getiren ve ayrılık tohumları atarak sıcak çatışmalara zemin hazırlayan Amerikan işgal gücü, işgal sürecinde Kuzey"deki Sünni ağırlık ile Şiiler"i de karşı karşıya getirdi. Mezhep çatışmalarının hız kazandığı ortamda sivilleri öldürmekten de geri durmayan Amerika, fiili olarak böldüğü bölgelerde şimdi de misyonerlere yataklık ederek bölgedeki geniş kapsamlı yeni din projesini eyleme sokmuş vaziyette. Vatansız bırakılan Irak halkının elinden dinini almak için ortaya konan senaryoda misyonerlere biçilen rol de önemli. "Kuru kafa tarikatı" üyesi olduğu da bilinen Amerikan Başkanı Bush"un generalleri misyonerlere bu ülkede büyük bir alan açarak hizmetlerini daha rahat yapmalarını temin ediyor. Müslüman kişi ve kurumlara ise kin kusuluyor. Alçakça ifadeler! Radikal Hıristiyan cemaat üyeleri başka dinlere ve mensuplarına karşı son derece fanatik bir düşmanlık ve kin besliyor. Baptist Convention"a bağlı kilise-lerdeki vaazlarda ve üyelerle yapılan röportajlarda bu açıkça görülüyor. Cemaat mensupları kendi dinleri dışındaki diğer dinleri "yanlış" ve "sahte" olarak tanımlıyor, İslam düşmanlığı yayılarak Müslümanlar "yalan"a inanmakla itham ediliyor, “Bizim tanrımız onların tanrısından büyük" denerek İslam"a yönelik kin kusuluyor.

RAHİBE TERASANIN İTİRAFI''Herkese kalbim Tanrı’nın aşkıyla dolu gibi davranıyorum.''



Rahibe terasanın gizli mektuplarının ortaya çıkmasıyla Katolik dünyası sarsıldı.Time dergisi meşhur Rahibe Teresa’nın 1950’li yıllardan beri sakladığı büyük sırrını açıkladı.Katolik dünyasının en kutsal isimlerinden olan ve bu yıl içinde azize ilan edilmesi beklenen Rahibe Teresa’nın, hayatının son 50 yılında Tanrı’nın varlığını sorguladığı ortaya çıktı.Hz. İsa ile iletişim kurabildiğine inanılan Teresa, Rahip Michael Van Der Peet adında bir dostuna yazdığı mektuplarda bu iletişimin ölümünden yıllar önce kesildiğini ve hayatının son 50 yılı boyunca sokaklarda sahte bir gülümsemeyle dolaşmak zorunda kaldığını söylüyor. Teresa eve dönüp yalnız başına kaldığında Tanrı’nın ve cennet cehennemin varlığını sorguladığını ve büyük şüphe duyduğunu yazıyor. Mektuplarda “Cehennemde yaşıyor gibiyim. Tanrının ve cennetin varlığından şüphe eder oldum. Herkese kalbim Tanrı’nın aşkıyla dolu gibi davranıyorum. Ama yanımda olsan ikiyüzlülüğümü görürdün” gibi ifadeler de yer alıyor. İngiliz The Guardian gazetesinde yer alan makale, "Rahibe Teresa ateist miydi?" başlığıyla verildi. Gazete, Rahibe Teresa'nın üst düzey rahiplere, sırdaşlarına ve dostlarına yazdığı gizli mektupları da yayımladı. Rahibe Teresa'nın bu mektuplarda, "Dua etmeyi bıraktım" dediği dikkat çekiyor.

KİLİSEDE YAPILAN EROTİK AYİN... BU DEFA SANAT İÇİN DEĞİL TANRI İÇİN SOYUNUP DANS EDİLDİ


Almanya’nın Köln kentindeki 31. Protestan Kiliseler Günü’nde Armin Beuscher(48) adlı papaz, "erotik ayin" düzenledi. Vaazında cinsellik, Tanrı inancı ve ibadetin birbirinden ayrılmayacağını belirten papazın, "balerin ve dansözler" eşliğindeki ayine 400 kişi katıldı.Ayinde "seks, tutku, bedensel yakınlık ve keyif" konularını işleyen Protestan Papaz Armin Beuscher’in (48) etkinliğini yaklaşık 1000 kişinin izlediği, içeriye ise sadece 400 kişinin alındığı, kilise önünde ise uzun bir kuyruğun oluştuğu bildirildi.Kapısında "Aşkın bağına gönülden hoş geldiniz" yazılı Karteeuserkirche Kilisesi’ndeki ayinde, yalınayak kürsüye giden ,..Ruhaniliğin de, erotizmin de talimle geliştiği sonucuna vardığını belirten papazın bu sözlerinin ardından kilisedeki atmosfer daha rahat bir hal aldı, vaazı dinlemeye gelenler birbirlerine masaj yapmaya, sevdiklerini öpmeye başladılar.Vaazını, "Sevdiklerimizle daha sık yatağa gitmeliyiz. Tanrı'ya tutku ve şefkatle şükredin amen" sözleriyle bitiren papaz, cemaatten büyük alkış aldı.  Kilise koridorunda ise bir kadın, saksafon eşliğinde müzikle erotik dans gösterisi yaptı...

BAS TUŞA KURTUL GÜNAHLARDAN ''FRANSA'DA KATOLİK BİR GRUP GÜNAH ÇIKARILMASI İÇİN TLEFON HATTI KURDU''


   Fransa’nın başkenti Paris’te AABAS adlı telefon şirketi için çalışan Katolik bir grup, kurduğu telefon hattıyla ortalığı karıştırdı.Bir erkek sesinin arayanları “Tanrının hattına hoş geldiniz” diye karşıladığı hat paralı.Ses kaydı şöyle devam ediyor: “Günah çıkarma ile ilgili tavsiyeler için 1’i, günah çıkarmak için 2’yi, bazı günah çıkarmaları dinlemek için 3’ü tuşlayınız. Ciddi ya da affedilmez günahlar durumunda bir rahibe başvurmak zorunludur.” Bildiride “Bu hatta bir rahip günahların bağışlanması için yol göstermiyor” denildi. Adını sadece Camille olarak açıklayan hattın kurucusu ise şöyle dedi: “Bu hat, büyük günahlar için değil, küçük günahlar için düşünülmüş bir sistem. İlk haftada 300 arama geldi.” 

TARİHİMİZ BÖYLE SATILDI ''kırk milyon leva'ya VATİKAN'a satılan tarihimiz...



Popüler Tarih dergisinin Haziran sayısında "Basında bu ay" köşesinde, 1931 yılında Osmanlı arşivinin başına gelen tüyler ürpertici felakete yer verildi. Son Posta gazetesinden İbrahim Bey’in ağzından, hurda kağıt fiyatına Bulgaristan’a satılan Maliye evrak hazinesinin, Sultanahmet’teki Maliye binasından, Sirkeci İstasyonu’na nasıl nakledildiğinin öyküsü 4 Haziran 1931 tarihli nüshada yayınlanmış.

İşte, Osmanlı imparatorluk evrakının başına gelenler!

4 haziran 1931 - son posta

Son günlerin en önemli konularından biri, paçavra fiyatına Bulgaristan’a satılan 50 bin okkalık tarihî vesikalar meselesidir.

Son Posta muharriri İbrahim Bey, bütün memleketi, devleti, milleti, ilim alemini şiddetle alakadar eden bu büyük hatayı ve faciayı nasıl ortaya çıkardığını şöyle anlatmaktadır: “Mayıs’ın 12. Salı günü, Sultanahmet’teki Maliye evrak hazinesinin önünde, 25-30 kadar araba sıralanmış, kapının önüne büyük bir baskül konmuş, birtakım çemberlenmiş kağıtlar tartılıyor ve hamallarla bu arabalara konularak Sirkeci İstasyonu’na taşınıyordu.”

“Bu taşıma sırasında, bunlardan birçokları da, sokaklara dökülüp saçılıyordu. Bu binanın önünden, Sultanahmet tramvay mevkiine kadar olan yol, birçok vesikalarla dolmuş ve örtülmüştü.”

Yerdeki kağıtları inceleyen muharrir İbrahim Bey, vaziyetin ciddiyetini anlayarak kağıtların tartılmasına nezaret eden görevliye müracaat edip içeri girmiş ve şu manzara ile karşılaşmıştır: “Uzun koridor harman halinde dökülmüş kağıtlarla dolu idi. Çemberleniyorlardı. Arkada yüzlerce torba kağıt yığılmıştı. O suretle ki, içeri girmek mümkün değildi. Bu kısımda tasnif edilmiş birçok kıymetli vesikalar, defterler göze çarpıyordu.”

“Burasını gözden geçirdikten sonra, sıra aşağı kata geldi. Buradan lalettayin aldığım kağıtların içinde, altın yaldızlı mecmua parçaları, Silistre, Varna, Tuna vilayetlerine ait kalelerin tamirine, zeamet, tımar vesikalarına, ulufenamelere, mutfak masraflarına, vakıflara ait birçok tarihî mülknamelere rastlamak mümkündü.”“Bu gördüklerimi Tarih Encümeni azasından Muallim Cevdet Bey’e anlattım.”“Cevdet Bey, hemen faaliyete geçerek sokak çocuklarından 12 kadar vesika toplamış. Bunun için 20 kuruş vermiş. Bu vesikalardan bazıları şunlardır: Hicrî 1096, 1099, 1101 senelerindeki Viyana seferlerine ait ordunun masraf defterleri; İstanbul’u fetheden ordunun kumandanlarından Gazi Davud Paşa’nın imaretine ait bir vesika; Gazi Mihal evladına ait Plevne’de bir köy tapusu; Niş Kalesi’nde yerli süvari ve piyade teşkilatına ait bir vesika; meşhur şair Şeyh Galib’in evladına III. Sultan Selim tarafından verilmiş bir ferman.”

Cevdet Bey’in mesele ile ilgili yorumu şöyledir: “Bu gibi vesikalar satılırken her medenî memlekette tek bir usul vardır. Müze, tarih cemiyetleri encümenleri iş başına çağrılır, tetkik yaptırılır ve bir karar verilir. Bizde böyle yapılmamıştır. Bu emri Maliye Vekaleti Levazım Şubesi vermiştir ve mesuliyet onlara aittir. Asırlardan beri saklanan bu vesikaların bugün satılması iktisadî bir zaruret miydi?”

okkayla satılan tarih

Devlet Arşivimizin çok önemli bir bölümünü teşkil eden Maliye Vekaleti Vesikalarının Bulgarlara satılması, yüzlerce insanı haksız yere öldürmekten daha büyük hıyanet ve cinayetti. Meşrutiyet öncesinde bu vesikaların büyük bölümünün çürümeye terk edilmesi; Meşrutiyet sonrasında aynı halin devamı, Harbiye Vekaleti Vesikalarının Beyazıd Meydanında yakılması ve kağıt tüccarlarına satılması; Cumhuriyet sonrasında Bekirağa Bölüğü binası üniversiteye terk edilirken, aynı evrakın büyük bir bölümünün, herkesin ve üniversite hocalarının gözleri önünde on gün boyunca hademeler tarafından aynı meydanda yakılıp imha edilmesi; yine maarif Vekaleti evraklarının kağıtçılara satılması?. Ve daha yüzlerce facia, teessüf ve tenkidlerle hatırlanmalıydı.

Buna karşılık her memleket meselesinde olduğu gibi, bu hususta da himmet ve gayret gösterenler, dün ve bugün için hatırlanıp hayırla anılmalıydı. Altmış üç yıl önce (Bugünün tarihiyle 77 yıl önce ) cereyan etmiş olan tarih vesikalarını kiloyla satma faciasından, elimize sadece birkaç yazı ile şair Midhat Cemal KUNTAY'ın şu acı kıtasından başka bir şey yoktur:

Bizden iki üç yüz sene evvel uyananlar

Hala uyuyanlardaki mahiyeti görsün.

Efsanesi kaybolsa kıyamet koparanlar

Tarihini okkayla satan milleti görsün.

1931 yılı Mayıs ayında İstanbul Defterdarlığı Maliye Evrak Hazinesinde, Hamallar, tarihi evrakı büyük balyalarla halinde getiriyor, arabalara yüklüyorlardı. Bu balyalar Sirkeci'den vagonlara konularak Bulgaristan'a sevk edilecekti. "Ne yüz karası bir haldi ki cahil bir komisyon ve gafil bir defterdarın kararı neticesinde" Bu kıymetli evrak, okkası üç kuruş on paradan Bulgarlara satılmıştı.

Facianın ilk farkına varan merhum tarihçi yazar İbrahim Hakkı Konyalı olmuştu. O sırada Son Posta gazetesinde Muharrir olarak bulunuyordu. Haberi bütün ilim ve fikir adamlarına duyurdu. Fakat bu kadar akıl almaz bir hıyanete kimse inanmıyordu. 1931 yılında her ne olursa olsun, devlet memuru eliyle yapılan bir yanlışlığı yazmak ise, büyük cesaret işiydi. Nihayet 4 Mayıs tarihli Son Posta'da "Okka ile satılan kıymetli evrak" haberini tafsilatı ile yazdı.

Hadiseyi bizzat yaşamış olanlardan Osman Ergin Merhum 1937 yılında çıkardığı "Muallim M. Cevdet" adlı büyük eserinde olayı yazarken, büyük ilim, fikir ve hamiyet adamı olan Muallim Cevdet Bey'in hadiseyi duyduğu zaman gösterdiği tepkiye bakınız nasıl tasvir ediyor. "Cevdet"i bu felaketten ve cinayetten haberdar ettim. İhtimal vermedi ve inanmadı. Gazeteyi ve oradaki resimleri gösterdim. Bu sefer de yerinde oturamadı. Yıldırmla vurulmuşa döndü. Bir müddet hüngür hüngür ağladı. Azıcık yatışınca bir daha izahat istedi, verdim. Derhal yerinden kalktı. Sultanahmet Meydanına doğru gitti. Yarım saat sonra elinde bir kucak vesika ile geldi ve bunları beşer kuruşa çocukların elinden adım, tarihi evrak bu hale gelir mi? Dedi. Hala ağlıyordu. Kendisini teskin ve teselli etmeye çalıştım, ne mümkün!..

İşte hainler ve gafillerle, gerçek bir vatanseverin farkı! Ne yazık ki bugün de hala vatanseverin payına ağlamak düşüyor.

Muallim Cevdet bey derhal faaliyete geçerek o sırada başbakan bulunan İsmet İnönü de dahil olmak üzere, birçok makam sahibine uzun telgraflar çekerek işin fecaatini anlatmış ve satışın durdurulmasını sağlamıştır. Fakat bu makamlar harekete geçene kadar tam iki yüz büyük balya vesika Bulgaristan'a gönderilmiştir. Yine Muallim Cevdet'in gayreti ile Bulgaristan'a giden evrakın, ancak iki sene sonra ve sadece elli bir çuvallık küçük bir kısmı geri alınabilmiştir.

Bu iki sene zarfında Bulgarlar, Viyana'dan getirttikleri bir müsteşrike evrakı tedkik ettirerek, Bulgaristan'a dair olanları ayırmışlardı. O zamanki gazeteler, Bulgarların bu evrakların bir kısmını da kırk milyon leva'ya VATİKAN'a sattıklarını yazmışlardı. Böylece kendine yaramayan ve geri kalan kısmı da bize iade olunmuş.

Son olarak, bu evrakların satılmasına sebep olan Maliye mensuplarının, uzun süren veya sürdürülen muhakemeleri sonunda, bazıları ölerek ve bazılarının da af vesilesi ile kendilerini kurtardıklarını belirtelim. Satış kararını imzalayan mel'un müdür, bütün bu olanlardan sonra hala kendisinin haklı olduğunu savunurmuş şimdikiler de öyle değil mi?

M. Ertuğrul Düzdağ. Yakın Tarih Yazıları, İz Yayıncılık,1994, sf.42-46

ÜNLÜ MİSYONERLER VE FAALİYETLERİ


 İ. Goldziher Macar asıllı koyu bir Yahudi’dir. İslam Ansiklopedisi yazarlarındandır. Sâmi dilleri üzerine çalıştı. Tevrat, Talmud dersleri ve Yahudilik şuuru aldığı hocası Treudenberg’in gözetiminde 1833’de “Yahudiliğin Kur’an Üzerindeki Etkisi” konulu doktora tezini hazırladı. Suriye’ye gönderildi. Orada Tahir el-Cezairi ile  beraber oldu. Mısır’a gitti. El-Ezher Üniversitesi’nde eğitim gördü. Muhammed Abduh’tan dersler aldı. “Tefsir Ekolleri” ve “İslam’da Akide ve Şeriat” isimli eserleri meşhurdur.
Tezini “Kur’an-ı Kerim’in vahiy mahsulü olmadığı” fikrine bina etmiştir. Kur’an’a hermenötik metodlar uygulamış, İncil ve Tevrat’ın da hak kitaplar olduğunu ispata çalışmıştır. Vahyi tartışmaya açmak, İslam’ın temel itikadî esaslarının zedelenmesine zemin hazırlayacak, bu vesileyle İslam aleminin birliği daha kolay bozulacaktı. Goldziher yaşadığı dönemdeki faaliyetleri ile bu fonksiyonu icra etmiştir.  
Ernest Renan Saint Sulpice Koleji’nde İbranice öğrendi. 7 yıl süreyle bir papaz okulunda eğitim gördü. 1845’de papazlıktan ayrıldı. Alman düşüncesinden etkilenerek Katolik inancından koptu.
İnsanlığı ilgilendiren büyük meselelerin  ancak liberal bir bilim yoluyla çözümlenebileceğini ispat için “Bilimin Geleceği” adlı eseri yazdı.
1850’de Bibliothegue Nationale’deki Süryanice el yazmalarını sınıflandırmakla görevlendirildi. 1852’de “İbn-i Rüşd ve İbn Rüşdçülük” teziyle doktorasını verdi. 1860’da Suriye’ye gitti. 1862’de College de France’ın İbranice kürsüsüne getirildi. 1864’de Mısır, Anadolu ve Yunanistan’a gitti. Hayatının son yıllarında Origines isimli eserini (İsrail Milletinin Tarihi) ile tamamlamaya çalıştı. 1892'’e öldü. E. Renan “İslamiyet ve Bilgi” adlı bir konferans da vermiştir. Burada İslam’ın gelişmeyi ve ilerlemeyi yok eden ve bilime engel olan bir din olduğunu ileri sürdü.
Fransa’da yayınlanan Le journal Des Debats gazetesinin 29 Mart 1883 tarihli nüshasında Renan’ın bir yazısı mevcuttur. Afgani bu makaleye övgü dolu methiyeler yazmıştır. Renan, Afgani’nin bu övgülerine şöyle cevap vermektedir: “Sorbonne’daki son konferansımın Şeyh Cemaleddin’e telkin ettiği son derece dikkate değer düşüncelerini dünkü gazetenizde alaka ile okudum. Münevver Asya’nın şuurunu böylece orijinal ve samimi tecellilerinde takip etmek çok öğretici, ufkun dört bir yanından rasyonalizmi öven sesler geliyor. İnsan bu sesleri dinledikçe daha iyi anlıyor ki din ayırır, akıl birleştirir. Ve yine insan iman ediyor ki akıl tektir. İnsan zekasının birliği, düşüncelerin tesanüdünden doğan büyük ve ümit verici netice. Ama bunun için tabiatüstü denen vahiyleri bir kenara itmek lazım. Dünyadaki iyi niyet sahibi insanların yobazlığa ve hurafelere karşı kurdukları birlik görünüşte çok küçük ama hakikate dayanıyor ve er geç muzaffer olacaktır. Masalları tahrip edecektir”.
Renan’ın bu çarpık fikirlerine, Namık Kemal “Renan Müdafaanamesi” adlı eserinde karşı çıkmıştır. Namık Kemal eserinde Renan’ı şöyle tanıtıyor: “Engizisyonun kötülüklerini tenkit ede ede, her fenalığı dine bağlayan ve her dini aynı meziyette vehmeden bir münkir. Üstelik ele aldığı konuyu hiç de bilmemektedir. Nasıl olur denilebilir, bir Şark dilleri mütehassısı, bir akademi azası İslam’ı nasıl bilmez?  Bilmez, Avrupalı Şark’ı bilmez”[1] Namık Kemal bu eserinde Renan ve başka Avrupalı oryantalistlerin İslam dinini yanlış değerlendirdiklerini örneklerle açıklamıştır.
Renan’ın tezi akılla nakili çatıştırmaktı. Bu konuda C. Afgani ile tamamen aynı görüşleri paylaşmaktadır. Birbirlerine duydukları muhabbeti ve hayranlığı daha önce de ifade etmiştik. Renan’ın düşüncesine göre, nakil karşısında akıl tek hüküm koyucudur. Dolayısıyla akıl, naklin yani vahyin üstündedir. E. Renan İslam dünyasında bu görüşü hâkim kılmak için çalışmıştır.  
L. Massignon Fransız asıllı bir Katolik misyoneridir. Aynı zamanda da misyoner cemiyetlerinin ruhanî lideridir. Mısır ve Şam ilim akademilerinin üyeliklerinde bulundu. Goldziher ile yakın temasları oldu. Araştırmalarını tasavvuf üzerinde yaygınlaştırdı. Bağdat’a gitti, Kahire’ye yerleşti. 1909’dan itibaren El Ezher’de, bir Ezherli kıyafetiyle derslere girdi. Hicaz, Kudüs, Halep, Şam ve İstanbul turları yaptı. 1922’de kendisine doktora unvanı verildi. Özellikle tasavvufla ilgili hadisler ve haberler üzerinde şüphe uyandırmak için çalıştı. Zira Ortadoğu İslam dünyasında ümmetin birliğini tasavvuf kurumu temin ediyordu. Mürşide bağlılıkla beraber halifeye bağlılık da söz konusuydu. Massignon tasavvufun akaid kurallarını münakaşa konusu yaparak İslam alemindeki tevhid ve halifeye olan bağlılığı yıkmayı hedefliyordu.
Christian Snauch Hurgrange Hollandalı bir müsteşriktir. ‘Mekke’de Hac Mevsimi’ tezi üzerine doktora yaptı. Çalışmasında haccın cahiliye döneminden kalma bir âdet olduğu iddiasını işledi. 1884’de Cidde’ye gitti. Mekke’ye girebilmek için bir süre bekledi. Ardından Abdulgaffar sahte adıyla Mekke’ye casus olarak girdi. Bir müddet Cava’da ikamet  etti. 1912’de “Kur’an’daki İbrahim” adlı eseriyle gerçeğe uymayan pek çok iddiada bulundu. Macar müsteşrik Goldziher ile temaslarda bulundu. Hurgrange misali bize yeni bir münakaşa imiş gibi takdim edilen Hac ve Kurban tartışmalarının çıkış noktasının müsteşrik kaynaklı olduğu hakikatini açıkça göstermektedir.
İslam akaidini çökertmek gayesiyle faaliyet gösteren bu müsteşriklerin sayısı pek çoktur. Yukarıda ismini ve kısaca faaliyetlerini zikrettiklerimizin haricinde G. Von Grunebaum, P. Hitti, S. Wensink, P. Casanova bunlardan bazılarıdır. Bu şahıslar farklı  konuları ele alıp, farklı sahalarda araştırmalarını yürütmüşler ve her biri kendi alanında İslam inancına zıt ve çarpık bir takım tezler geliştirerek bilhassa Ortadoğu’da mevcut Ehl-i Sünnet akaidine uymayan bir inanç sistemi ortaya çıkarmışlardır. Dikkat edilirse hemen hepsi El-Ezher’de eğitim görmüş veya burada doktorasını vermiştir. Zira o dönemin İslam ilimlerinin eğitim merkezi El-Ezher idi. Bu sebeple buraya yönelmişlerdir. Hepsinin maksadı aynıdır. Ortadoğu ve Hicaz Bölgesi’nde mevcut İslam inancına uymayan bâtıl bir itikat geliştirmek suretiyle buraları Osmanlı’dan koparmak ve Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinden çıkan bu toprakları başta İngiltere olmak üzere Batılı devletlerin birer sömürgesi haline getirebilmek. Adı geçen bütün müsteşrikler-oryantalistler hep bu gayeye hizmet için araştırma yaptılar, hadis müessesesine, İslam tarihine, tasavvuf kurumuna, akıl-vahiy münasebeti gibi konulara hep bu maksatla el attılar.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi ekilen bu fitne tohumları neticesi Osmanlı Devleti Ortadoğu’dan çekilmek zorunda kalmış ve Ortadoğu fiilen parçalanmıştır. 

DİYARBAKIR PROTESTAN KİLİSESİNİN YASA DIŞI MİSYONERLİK ÇALIŞMALARI VE PAPAZA ABD DESTEĞİ..BU KADARDA OLMAZ DEDİRTEN BİR YARDIM

 ABD'de basılan ve Protestanların el kitaplarından sayılan "Operations World-Hedef Tüm Dünya"nın 1993 yılı baskısına göre, misyonerler Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde 200 vatandaşımızı Hıristiyan yapmayı başardılar. Kuzey Irak'ta ise sayının binlerle ifade edildiği belirtiliyor. 1991 Körfez Savaşı'ndan bu yana ABD ve Batı'dan gelen NGO'ların (hükümet dışı kuruluşlar) ve birlikte çalıştıkları Çekiç Güç'ün bu faaliyetin merkezinde oldukları ise bizzat TBMM'de defalarca dile getirildi.

    Diyarbakır'da 1999-2000 yıllarında bölgeye giden yabancı misyonerler yaklaşık 30 aileyi Protestan yaptı. Diyarbakır'ın göbeğinde Sur beldesi Lalepaşa mahallesinde 2001 Haziran'ın da kilise inşaatının temeli atıldı. İnşaatın ruhsat tarihi 5 Haziran 2001. Ruhsat, Ahmet Güvener adına kayıtlı. Güvener, son yıllarda Diyarbakır'da faaliyet yürüten Batılı misyonerlerin Hıristiyanlaştırdığı kişilerden biri. Sur Beldesi'nin Belediye Başkanı o dönem HADEP'li Cezair Serin'di.

    "Kilisenin önderi", Ahmet Güvener, kendisi gibi misyonerlerin Hıristiyanlaştırdığı Kemal Teymür'le birlikte daha önce Diyarbakır'da izinsiz İncil dağıttıkları için gözaltına alındı. Sonra da şikâyet üzerine haklarında dava açıldı ve Diyarbakır 4. Asliye Ceza Mahkemesi'nde İslamiyete ve Hz. Muhammed'e hakaret ettikleri gerekçesiyle yargılanmaya başladılar.

    Davanın dosya numarası: 2002/788.

    Bu iki misyonerin savunma avukatı ise meşhur Şeyh Sait'in kardeşi Şeyh Tahir'in torunu Muhammed Akar'dı! Misyonerlerin Diyarbakır'da 5 Şubat 2002 tarihinde görülen duruşması için iki Amerikalı ve iki Alman gazeteci geldi. Av. Bakar da, misyonerlerin avukatı olarak duruşma salonunda yerini almıştı.

    9 Ekim 2002 tarihinde Brüksel'de açıklanan AB İlerleme Raporu, Türkiye'deki misyoner faaliyetine AB desteğini gözler önüne serdi. Raporun 38. sayfasında "Din Özgürlüğü" bölümünde aynen şöyle deniyor: "Protestan topluluğu, kilise açmak için kiralık yer bulma ve yeni kiliselerin inşa edilmesi konusunda dikkat çekici idari problemlerle karşılaşmaktadır. Fakat Diyarbakır'da yeni bir Protestan Kilisesi inşa edilmesine 2002 Temmuz'unda yetkililer tarafından izin verilmiştir."

    "Yetkililer" göz göre göre konut olması gereken, "toplantı salonu yapmak için" alınan inşaat ruhsatıyla üç katlı kilise yapılmasına göz yumdu.

    Diyarbakır'daki kilise inşaatı durdurulunca ABD Dışişleri hemen devreye girdi. ABD Dışişleri 2001'in son günlerinde yayımladığı "Dünyada Din Özgürlüğü" başlıklı yıllık raporun Türkiye bölümünde "Sonradan Hıristiyan olanlara baskı yapıldığı" iddiası yer aldı. Raporda, Hıristiyan ve Musevilerin Türkiye'de ibadetlerini özgürce gerçekleştirdikleri, ancak sonradan Hıristiyan olanların baskı gördüğü öne sürüldü.

    Bu tartışmalardan iki yıl sonra Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Aria Oostlander, PKK'ya yakınlığıyla bilinen Özgür Politika gazetesine yaptığı açıklamada, aynen şu sözleri söyledi: "Diyarbakır'da küçük bir Protestan cemaatiyle de tanıştım. Çok barışık bir gruptu ve yetkililer kendi imkânlarıyla bir kilise salonu inşa etmelerini engellemiş. Türkiye'nin AB nezdindeki büyükelçisine de bu tatsız olaylar ve azınlıkların korunmasıyla ilgili bir liste verdim. Türkiye'nin gerçekten iyi niyetli olduğunu kanıtlamak istiyorsanız, lütfen bu sorunu iki haftada çözün dedim."

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...