3 Şubat 2020 Pazartesi

Papa XVI. Benedikt’in Türkiye’ye Gelişi/Başbakan’a emir verdiler/Vatikan’ın mektubunda yeralan 14 madde şöyle


28 Kasım 2006 tarihinde(yarın) Katolik Kilisesi ve Din Devleti Başkanı Papa XVI. Benedikt Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in davetlisi olarak ülkemizi ziyaret edecek Daha önceden ülkemize gayr-i resmi bir ziyarette bulunup İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesine giderek onun ekümenliğini dünyaya ilan etmek niyetinde olduğu ülkemiz yetkililerince bilindiği için bu ziyaretin devletten devlete ziyaret şekline dönüştürülerek  kontrol edilmek istendiğini biliyoruz. Bunun başarılıp başarılamayacağını göreceğiz.

Tarih boyunca birbirine karşı olan bu iki kilise başkanının bir araya gelmesi Türkiye’nin çıkarları açısından hayra alamet olmasa gerektir. Çünkü Katolikliğe göre bırakın başpapazı, herhangi bir Katoliğin, Ortadoks kilisenin kapısından içeri adım atması onun kafir olmasına yol açar. Buna karşılık, Ortadoksluğa göre, Ortadoks olmayan Rum soyundan olan kişiler bile casus sayılmaktadır. Doğal olarak din açısından da kafir sayılmaktadır. O zaman onların karşılıklı inancına göre  kafir olan bu kişiler, asırlar sonra  hangi yüce amaç için biraya gelmektedirler?

Benim asıl üzerinde durmak istediğim  konu, Papa’nın 12 Eylül 2006 Salı günü Almanya’nın Regensburg Üniversitesinin açılışında yaptığı konuşmadır. Bu konuşma ekli dosyada  gönderilmiştir. İlgilenenler ve zamanı olanlar bu konuşmanın  bütününe bakabilirler.

Papa bu konuşmasında, Üniversitede iki teoloji fakültesi bulunduğundan bahsettikten sonra şunları söylemiştir: “Bir öğretim üyesinin (olmayan bir varlık olan Tanrı ile uğraşan iki fakülte) sözlerinden zarar görmedi. Böyle radikal bir kuşkuculuk karşısında bile Tanrı’yı akılla araştırmak  ve bunun Hıristiyanlık inancıyla ilişkilendirmenin gerekli  ve akılcı olduğu tüm üniversitede tartışmasızdı.” sözlerinden sonra kendisi ve Hıristiyanlık için öteki olan İslam konusuna damdan düşer gibi giriyor ve 1391 yılında bir Persli ile Bizans İmparatoru  Palaeoologos’un konuşmalarına değinerek İmparator’un Persli’ye şunları ifade ettiğini söylemiştir: “ Muhammed’in getirdiği yeni bir şey var mı? bana göster bakalım. O vakit sadece inancını kılıçla yaymak gibi kötü ve insani olmayan şeyler göreceksin.”

Papa bu konuşmasında Tanrı’nın ve Hıristiyanlığın akılla temellendirilmesinden söz etmektedir. Bildiğimiz gibi Katolik inancına göre Tanrı hem birdir hem de üçtür. Oysa Aristo’nun  üçüncü halin yokluğu prensibine göre bir şey ya birdir ya üçtür. Hem bir hem üç olamaz. Öyleyse böyle saçma bir inanç, akılla ve mantıkla nasıl temellendirilebilir? Hz. Muhammed’in dolayısıyla İslamiyet’in bilime ve insanlığa hiçbir şey getirmediği savına  çok kısa değinirsek şunları söyleyebiliriz: İslamiyet gelmeden önce Arabistan, eşine zor rastlanan bir cehalet içinde bulunurken İslamiyet’ten sonra nasıl parlak bir uygarlığın doğduğunu ve Türklerin de Müslüman olduktan sonra Farabi, İbn Sina, Elharezmi, Nasrettin Tusi, Ali Kuşçu vb. dünya çapında bilim adamları yetiştirdiklerini biliyoruz.

Bildiğiniz gibi Papa bu sözleri sarfettikten sonra Türkiye’de dahil olmak üzere İslam ülkeleri elçileri Papa’ya bir ziyarette bulunarak galiba “bizim halkımızın inandığı dinin peygamberine çok güzel hakaretlerde bulundunuz,  size teşekkür ederiz” demek istediler. Papa onlara sadece 5 dakika zaman ayırabildiği gibi sarfettiği sözlerden dolayı özür bile dilememiştir. Peki o zaman bu ziyaretin amacı nedir? Ancak ister istemez  İslam filozofu ve Sosyolojinin kurucusu İbn Haldun’un kültür emperyalizmi ile ilgili şu düşünceleri akla geliyor:“Savaşta yenilmiş kavimler, yenmiş kavimlerin din, mezhep, örf-adetlerini benimserler.”  II. Viyana kuşatmasından sonra Osmanlı Devleti  yapılan savaşların çoğunda yenildiği için aydınların çoğunluğu tarafından Batı’nın her konuda üstün olduğu inancı ne yazık ki benimsenmiştir. Bu, şu anda tedavisi mümkün olmayan sosyal bir maraz halini almıştır.

Biz elin papazını kusurlu bulurken, yazar Hasan Demir Yeniçağ Gazetesindeki köşesinde 2 Ekim 2006 tarihinde şunları yazmıştır:“İzmir’de, Ertuğrul Gür tarafından organize edilen, "Karşıyaka Toplantıları"nın bu ayki konuğu olan  Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Emin Alıcı, "Değişen Dünya Koşullarında Türkiye’nin Konumu" üzerine yaptığı konuşmada, Fatih Sultan Mehmet ve Osmanlı’dan,  "Ülkeden aklı kovan"lar olarak bahsetmiş ve Anadolu için, "O zaman keşke Müslüman olmasaydı."

Prof. Emin Alıcı aslen(Süryani) Hıristiyandır. Ama keşke dinini değil de aklını, ülkesini, (ve eğer mensup olduğunu düşünüyorsa) ulusunu ön planda tutup, sadece Hıristiyan hurafe inancına  dayanan ve bilimsel gerçeklere uymayan bu düşüncelerini,  dile getirmemiş olsaydı.

Hepimiz biliyoruz ki, günümüzde Orhan Pamuk, Elif Şafak ve Prof. Atilla Yayla gibi  Türklüğe, onun inancına ve Atatürk’e hakaret eden insanlara ödüller veya parasal destekler  verilmektedir. Bu aslında  psikolojik bir savaştır. Çünkü sıcak çatışma ile Türk milletini yenemeyeceğini bilen düşmanlar içeriden de bir takım hainleri satın alarak bu savaşın tarafı haline getirmektedirler.

Papa, Türklerin AB’ye girmesine de karşıdır. 20 Eylül 2004 tarihinde II. Giornale Del Popolo” adlı İtalyan  gazetesinde yer alan düşüncesi özetle şöyledir: “ T.C.’nin AB ile bütünleşmesi hata olur. T.C. Araplarla bir bütün blok oluşturmalıdır.” Bence doğru söylüyor. Tanrı bazen doğru düşünceleri düşmanlara söyletirmiş. Çünkü T.C., A.B.’ye tek taraflı bağlanacağına önce Türk Cumhuriyetleri ile sonra Ortadoğu ülkeleri ile ekonomik ve siyasi işbirliğine girerek bir güç haline geldikten sonra AB, ABD, Rusya ve Çin ile dengeli ve karşılıklı  çıkara dayalı ilişkiler geliştirmelidir. Bu,  herhalde Türkiye’nin çıkarlarına daha  uygun olacaktır. Atatürk kendi döneminde  Balkan ve Bağdat paktlarını bu amaçla kurmuştur.

Sayın Başbakan’a gazeteciler soruyorlar: “Papa geliyor diye mi, yurt dışına gidiyorsunuz?” O cevap veriyor:  “Hayır NATO toplantıları için Türkiye’de bulunamıyorum” Gerçekten inancında samimi ise niçin şunları söyleyemiyor. “Benim halkımın ve benim inandığım dinin peygamberine hakaret eden adamla kim olursa olsun ben görüşmem.” Bu da gösteriyor ki ya  inancında samimi değil ya da kendisini destekleyen dış irade böyle istiyor.

Papa ayrıca sadece Türk ve İslam Düşmanı değil aynı zamanda Nazi olup Yahudi düşmanıdır. Burada dikkatimi çeken bir hususu da yazmadan geçemeyeceğim. Yunanistan’da yapılan bir araştırmada Yunanlıların birinci sıradaki  düşmanlarının Yahudiler, ikinci sıradaki düşmanlarının Türkler olduğu  görülmüştür. Bu durum, iki Papanın bu konuda da aynı düşüncede olabileceklerini göstermektedir.

Sonuç olarak  bir din devleti olan Vatikanı, T.C.’nin  nasıl tanıdığını ve onun devlet başkanı olarak Papayı ülkesine nasıl kabul ettiğine bir türlü akıl erdiremiyorum. Ama ne yazık ki, yukarıda konu ettiğimiz İbn Haldun’un düşüncesinde bunun cevabını buluyoruz. Papa’nın gelişi bana göre psikolojik bir haçlı seferidir. Psikolojik saldırılarını daha önce yapmış bunları pekiştirmek amacıyla ülkemize gelmektedir.

Zamanı olmayanlar  ve istemeyenler okumayı burada kesebilirler. Ancak  Katolik Kilisesinin Türkiye’deki misyonerlik faaliyetleri ile PKK ve Abdullah Öcalan’ı nasıl desteklediğini anlatan kısa bir yazıyı buraya alıyorum. Bu,  daha önce gönderdiğim misyonerlikle ilgili yazının çok küçük bir bölümünü içermektedir.

Katolik Kilisesinin Misyonerlik Çalışmaları

Katolik Kilisesi Ortaçağlarda çok sayıda haçlı seferi düzenlediği gibi Müslümanlığın önderi olarak kabul ettiği Türkleri yok etmek için Türk vergisi de toplamaya başlamıştır. Tuz vergisi diye anılan bu vergi, ekmek ve tuz gibi zorunlu ihtiyaçları gidermek için alış veriş yapanlardan bile alınmıştır. Bu yollarla elde edilen bu para kuşkusuz Türkleri yok etmek için kullanılacaktır.

1962-1965 yılları arasında yapılan II. Vatikan Konsilinin kararları arasında diyalog yer alıyor.  II. Vatikan Konsilinin kararında şöyle deniliyor: “ Kilise, misyonerlerini göndermeye devam edecektir. Yeryüzünde her taraf Hıristiyan olmadıkça bu görev sona ermeyecektir.

Katolik Kilisesi, Türkiye ve Avrupa’da İslamiyet’i araştırmak için 1978 yılında SRI diye bilinen “İslami İlişkiler Dairesi”ni kurmuştur. Avrupa’da İslamiyet ve Türkoloji alanındaki çalışmaların sayısı, Türkiye’deki ve İslam dünyasındakinden fazladır. Oysa Batı ülkelerinde yüksek lisans ve doktora yapan Türk ve İslam Dünyası öğrencilerinin Hıristiyanlık üzerine tez yapmalarına dahi izin verilmemektedir.

Vatikan ve Kiliseler Birliği Örgütü Lideri ve Dinlerarası Diyalog Komitesi Üyesi  Louis Massignon misyonerler zirvesinde şu konuşmayı yapmıştı: “Müslümanların her şeyini bozduk ve mahvettik. Onların milli ve manevi değerlerini Batı medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik. İslamiyet’ten uzaklaştırdık, İslamiyet’i öğrenmeyi, yaşamayı, Kur’an öğrenmeyi suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu hiçbir şeye inanmıyor. Son yıllarda Müslüman görünen bazı ilahiyatçılara 14. asırlık dinlerini itikatlarını, ibadetlerini tartışır hale getirdik. Derin bir boşluğa düşürdük. Bundan sonra siz misyonerlerin işi daha da kolaylaştı. Maaş bağlayarak, vize vaadi, yurt dışında iş imkanı hatta cinselliği kullanarak Müslümanları Hıristiyan yapınız.” Nitekim bununla ilgili bir haber yakın geçmişte  televizyonlarda yer almıştı.

Kendisi Lübnanlı  Hıristiyan Arap bilim adamı olan ve ABD’de yıllarca öğretim üyeliği yaptıktan sonra 2003 yılında vefat eden Edward Sait de misyoner  Massignon’un  yukarıdaki konuşmasını “Kültür ve Emperyalizm” adlı eserinin giriş kısmına almıştır. Bunun Hıristiyan bir bilim adamı tarafından da dile getirilmiş olması inandırıcı olması açısından önemlidir.

Ayrıca 24 Aralık 1999’da Papa II. Paule bin yıl hedefini vermek üzere bir “milenyum mesajı” yayınlayarak şunları söyledi: “Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştı. İkinci bin yılda  Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştı. Üçüncü bin yılda hedefimiz Asya’dır.
Kardinal Achilli Silvestrini, Abdullah Öcalan’a siyasi sığınma hakkı tanınması gerektiğini açıkladı. Vatikan’da Doğu Kiliselerinden sorumlu Kardinal, “ Kendi bağımsızlığı için mücadele veren herkese siyasal sığınma hakkı tanınmalıdır” dedi. Kardinal, Kürt sorununun yalnızca Türkiye ile İtalya arasında bir sorun olmayıp Avrupa’yı ilgilendiren uluslar arası bir konu olduğunu vurguladı.

Öcalan, Papa’ya bir mektup yazarak şunları söylemiştir: “Aziz Peder, Hıristiyanlığa çok yakınım. Sizin şahsınıza ve dininize duyduğum saygı benim savaşımın ve düşüncelerimin merkezindedir”.

Katoliklerin “La Documantation Catholic” adlı resmi yayın organında Türkiye topraklarının gerçekte Hıristiyan, Arap ve Kürtler ait olduğu dile getirildi. Demek ki Katolik Kilisesine göre, Anadolu herkesin ülkesi fakat Türklerin ülkesi değil.

Papalığın Doğu Kiliseleri Birliği Komisyonu Başkanı Achille Silvestrine bir açıklama yaparak “ Vatikan’nın PKK’yı ve onun başını desteklediğini” açıkladı.

Papa’nın Başbakan Erdoğan’a yazdığı mektup

Vatikan, Başbakan Erdoğan’a gönderdiği mektupla, Trabzon’daki papaz cinayetinden sonra Türkiye’yi Hıristiyanlaştırma yoluyla teslim almak için ilk adımını attı. Mektupta Vatikan’ın sıraladığı 14 talebin AKP iktidarı tarafından biran önce yerine getirilmesi isteniyor.

İşte Vatikan’ın Erdoğan’dan istedikleri...

Papa’nın Bakanlar Kurulu olarak adlandırılan ‘Curia Romana’ tarafından imzalanan 9 Şubat tarihli mektupta, Türkiye’nin Trabzon’daki papaz cinayetinin ardından teslim bayrağı çekmesi isteniyor! Mektupta Vatikan’ın sıraladığı 14 talebin AKP iktidarı tarafından biran önce yerine getirilmesi isteniyor. Tempo dergisinde yayınlanan mektupta, taleplerin gerekçeleri uzunu uzun anlatıldıktan sonra, Başbakan Erdoğan icraya davet ediliyor.

Başbakan’a emir verdiler

Mektupta geçen şu ifade dikkat çekiyor: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Başbakanı olarak sizi bu gerekleri icra etmek amacıyla harekete geçmeye çağırıyoruz.” Böylece Medeniyetlerarası İttifak ile Dinlerarası Diyalog’u bir misyon olarak benimseyen AKP iktidarından, ‘fikir ve ifade özgürlüğü’nü de baskı altına alarak, Vatikan’ın taleplerini yerine getirmesi isteniyor.

Vatikan’ın mektubunda yeralan 14 madde şöyle:

1) Hıristiyanlar üzerinde cebir ya da psikolojik yollardan baskıya derhal son verilmelidir.

2) Hıristiyanların yeri ya da biçimi ne olursa olsun ibadethaneleri kapatılmamalı, gözetim altında tutulmamalı, tam güvenliği sağlanmalıdır.

3) Hıristiyan din adamları özel koruma altına alınmalı, kendilerine diplomatik dokunulmazlık uygulanmalıdır.

4) Hıristiyan din adamlarına yönelik saldırılar, devlete karşı işlenmiş suç niteliğine sokularak caydırıcılık açısından cezaları artırılmalıdır.

5) Hıristiyan Türk vatandaşlarına askerlik görevleri sırasında uygulandığı tarafımızca bilinen kötü muameleler ortadan kaldırılmalıdır.

6) Milli Eğitim müfredatı yeniden gözden geçirilmeli, gerek Hıristiyanlığa gerekse Hıristiyanlığa mensup din adamlarına yönelik olumsuz fikirler aşılayan öğretiler ders kitaplarından çıkarılmalıdır.

7) Eğiticiler, bu din mensupları ya da dinin inançlarıyla ilgili ima yoluyla da genç kafalarda olumsuz fikirler doğuracak anlatımlarda bulunmaktan men edilmelidir.Misyonerliği eleştirenler cezalandırılsın

8) Medyaya, Hıristiyanlıkla ya da Hıristiyanlığı benimseyenlerle ilgili, özellikle kışkırtıcı içerikli aleyhte yayın yapma yasağı getirilmeli, yapanlarla ilgili cezai şartlar yürürlüğe konulmalıdır.

9) Güvenlik güçleri hemen bir genelgeyle uyarılmalı, insan hakları temelinde dinsel hoşgörü eğitimine tâbi tutulmalıdır.

10) Türkiye’nin mevcut yasalarında dinsel konularla ilgili hükümler, uluslar arası hukuka uygun hale getirilmelidir.

11) Nüfus cüzdanlarındaki din hanesi çıkartılmalıdır.

12) Gecikmeksizin Diyanet İşleri Başkanlığı kapatılmalı, yerine din işlerinin yürütüleceği ‘Dinler Bakanlığı’ kurulmalıdır.

13) Bakanlık yönetim kadrosunda, bütün dinlerin temsilcileri ya da dinin üst kurumu tarafından belirlenecek danışman yer almalıdır.

14) Temsilci ya da danışmanlara diplomat statüsü uygulanmalıdır.
Talepnamemizin, bağımsızlığımızın yıldönümünü kutladığımız bugünlerde, en kısa sürede işleme koyularak, üzüntü verici olayların son bulacağına olan inancımızla sunuyoruz.”

Milli güçlerin ağzını kapatın!

Mektupta gerçeklere aykırı bir biçimde Türkiye’de Hıristiyanlara karşı bilinçli bir cephe hareketinin oluşumundan söz edilerek, buna karşı hükümetin önlem alması isteniyor. Mektupta yer alan şu ifadeler dikkat çekiyor: “Başbakanı olduğunuz Türkiye Cumhuriyeti Devletinde üzülerek belirtelim ki, Hıristiyan olmanın bedeli ağırdır. Bunun Türkiye Cumhuriyeti Devletinin milliyetçilik politikalarıyla ilgili olduğunu düşünmekteyiz. Hıristiyanlara, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde yer olmadığı imajını doğuran bu cephe, kamu görevlilerinden, siyasetçilerden, asker–polis gibi güvenlikle ilgili kurumlardan, medya mensuplarından ve vatandaşlardan oluşmaktadır.

Tespitlerimize göre, cephenin icraat stratejisi, devletin (asker–polis gibi) resmi milliyetçi kanadınca hazırlanmakta, siyasetçilerce dile getirilmekte, medyaca kamuoyuna aktarılmaktadır. Baktığımız zaman, Hıristiyanlara karşı uygulanan baskı, medyada yukarıda belirttiğimiz kurumlarca dikte edilen haberlerin yoğunluğuyla ciddi bir paralellik izlemektedir. Zaten hassas olan kamuoyu, izlenen bu yolla etki altına alınmakta, bilinçaltına Hıristiyan düşmanlığı yerleştirilmektedir. Trabzon’da meydana gelen üzücü olay, bu uygulamanın bir sonucudur.”

Vatikan bu ifadelerle Türkiye’de Avrupa Birliği uyum yasaları ile serbest bırakılan misyonerlik faaliyetlerine karşı ‘milli güç’lerin tepkilerinin yasal düzenlemelerle giderilmesini talep ediyor.

Oysa Türkiye’de Hıristiyanlara karşı herhangi bir olumsuz tavır söz konusu değil. Türkiye’de milli hassasiyeti olan kesimler, Türkiye’nin işgali projesinin bir yönünü teşkil eden misyonerlik faaliyetlerine karşıdır.

Vatikan Bunları Tehdit Olarak Algılıyor

Vatikan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın internet sitesinde yer alan misyonerlik karşıtı şu ifadelerden rahatsızlık duyuyor.

* Türkiye’de Hıristiyanlığın yayılması yolunda girişilecek her faaliyet milli bekamız için büyük bir tehlike teşkil ettiği gibi, bu faaliyetlerin sadece dini değil, aynı zamanda emperyalist bir gayesinin de bulunduğunu bilmek mecburiyetinde olduğumuzu bir kere daha vurgulamalıyız.

* Misyonerlik faaliyetleri haçlı zihniyetinin şekil değiştirmiş bir devamı olarak telakki edilmektedir. Unutulmamalıdır ki, haçlı seferleri hangi zihniyetin ürünü ise misyonerlik faaliyetleri de aynı zihniyetin bir ürünüdür.

* İslam indikten sonra başka bir din tanıyan, bir yol tutan kimsenin bu tutumu ile İslam’a aykırı davranmış olduğu açıktır. O halde bu yüce dinini mensubu olan herkes sorumlu olup, gücü ve imkanları ölçüsünde bir şeyler yapmak zorundadır.

Hiç yorum yok:

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...