9 Aralık 2000 Cumartesi

BATI VE DEMOKRASİ , HÜMANİZM

                          ...::: BATI VE DEMOKRASİ , HÜMANİZM :::...
                
           Amerika' da aztek, inka, maya medeniyetleri ile yerli kızıl derili halkı katleden batılı emperyalistler (ingiltere, ABD,Almanya,Fransa ve Ispanya....) afrikada zencileri katledip köle ticareti yaparken hindistan , arabistan ve çin'ide sömürmekte idiler.
     Bush:" haçlı seferi (crusade) basladı". İtalya basbakanı Berlusconi:" biz kendi medeniyetimizin üstün oldugunu bilmeliyiz (medeniyetlerinin temelinin SÖMÜRGE olduğunu bilmiyor galiba) islam dünyası hoş görülü batı uygarliginin karsıtıdır." NATO Sekreteri Willy Claes :" Nato'nun yeni misyonu köktendinci islam ile mücalededir. Artık düşmanın kod rengi yeşildir (1996). "
        Batı için önemli olan menfaattır. Bunlar sadece para ve kuvvetten anlarlar. zayıf ve haklı isen batı için hiç bir önemi yoktur. Oklahama' daki (1995) saldırıyı islami teröristler yaptı diyen ABD suçlu hıristiyan ABD' li Timoty' yi iğne ile idam eder. Irak petrolu kara batakları katrana buladığı görüntüleri ırakta öldürülen masum halk yerine dünya kamu oyuna gösterilirken kara batakların körfez yerine fransadaki bir kazada petrole bulanan kuşlara ait oldugu anlaşılır. 11 Eylülün canileri oldukları ileri sürülen Burkari kardeslerin biri bir yıl önce ölmüş diğerinin ise FBI ajani oldugu ortaya çıkar. AB yetkilisi Tom Spencer:" AB konusunda ankara otuz yıldır oyalıyoruz," .Kuzey ıraktaki insani yardım kuruluşlarına çalışanların casus olduğu ortaya çıkar. ABD' nin Sudan'da "Silah üretiyor" diye vurdugu ilaç fabrikası kuzey afrikanın ilaç ihtiyacının % 50 'sini karşıladığı ve bunun ABD 'li ilaç firmalarının hiç işine gelmediği ortaya çıkar. ABD' nin jet uçakları kuzey ırakta iki türk helikopterini düşürür (1994), marmarada ise saratoga gemimizi ABD savas gemileri vurur, tabii ki yanlışlıkla( ! ) AIHM başörtüsü ve refah partisi hakkında olumsuz karar verirken sih'lerin türbanı ve budistlerin sari elbiseleri için olumlu kararlar  verir. Rusya ile savaşırken afganlılar mücahit, ABD ile savasırken terörist ilan edilirler.Arafat 1970 'li yillarda terörist idi , simdi Filistin Devlet Baskani kabul edilir.Saron ; satilla katliamcisi idi , simdi basbakan.Saddam Halepçe'de katliam yaparken Irak devlet başkanıdır kuveyt petrolune göz dikince diktatör ilan edilir. krallık demokrasının zıttı iken afganistanın kurtuluşu bir krala bağlanır. ABD' nin somali operasyonun altında "Petrol aşkı"çıkar (Hürriyet:5.1.93)
     Almanya'nın  eski başbakanı : " AB   bir hıristiyan topluluğudur , Müslüman türklerin aramızda ne işi var ?" AB konsey başkanı ( Fransa eski c.başkanı D'Estaing ) :" Türklari aramıza almak AB'nin sonu olur."
    AB en son olarak ta kendilerinin " hıristiyan bir topluluk olduğunu "  yazılı belge haline getirmek için uğraşı içine girdi ( kasım 2002)
      UNUTMAYALIM, DEMOKRASİ ,İNSAN HAKLARI ... GİBİ KAVRAMLAR III. DÜNYA ÜLKELERİ İÇİNDİR , BATI İÇİN KRALLIK, İMPARATORLUK,HÜMANİZM...HİÇ ÖNEMLİ DEĞİLDİR,ONLAR İÇİN ÖNEMLİ OLAN MENFAATTİR, GÜÇTÜR !
         İNGİLTERE DIŞİŞLERİ IRAK KONUSUNDA AÇIKLAMA YAPAR : "  NE BM KARARINI BEKLERİZ NE DE IRAK'I DENETLEME KURURUNUN RAPORUNU BEKLERİZ , İSTEDİĞİMİZ AN , ÖNCEDEN HABER VERMEDEN IRAK'I VURABİLİRİZ..." BİLİNDİĞİ GİBİ ABD VE UYDUSU İNGİLTERE'NİN IRAK'TAN KASTETTİĞİ  NE IRAK REJİMİ NE SADDAM , AMAÇ : " PETROL " !
ABD - IRAK İLİŞKİSİ
        Batı emperyalizminin ,ABD'nin insan hakları , hümanizm ,BM kararları ... gibi kavramarı hiç bir zaman önemsemediğinin delili ABD'nin Irak operasyonlarıdır.
        ABD'nin İran'ı vurması için Irak'a verdiği silahları mazeret gösterip , aynı silahlar yüzünden şimdi Irak'ı vurmaya kalkışması bir ikilem değil ,menfaati hareket noktası kabul eden bir zihniyetin dışarıya yansıyan bir iz düşümüdür.
       Amaç herkesin bildiği gibi" Irak'ın kimyasal silah sahibi ol(ma)ması " değil, gerçek amaç petrol'dür !
       " Menfaatim var , vururum ! " mantığı tarih boyunca emperyalizmin sloganı olmuştur.Tarihte buna engel olan tek ideoloji İslam'dır !
                                      BOSNA'YI UNUTMAYALIM :
     İngiltere basbakanı John Major, bakanına mektup yazar: bosnanın bölünmesi ve olası bir islam ülkesi olarak yokedilmesi politikamızı devam ettireceğiz.ABD dişisleri bakanı Warren :Bosna'da savasa girmemiz için yeterli ölçüde menfaatimiz yok( Aynı batı birkaç balina için gemilerini seferber eder .. ) ingiliz eski diş isleri bakanı Lord Owen: Avrupanın ortasında islam devleti kurdurmayız. BM'ce güvenli bölge ilan edilen Srebricika, sırplarca işgal edilir BM komutani sırp komutanla şampanya patlatır (14.7.95 hürriyet). Avusturya mülteciler sorumlusu bayan M.Fleming: boşnaklar hıristiyan olsun der. ABD ırakı uçus yasağını deldiği için bombalarken, sırp uçaklarının üç buçuk yıl bosnakları bombalamasına ses çıkarmaz.
     ABD seçimleri sırasında (1996) Clinton' un rakibi R.Dole: "Batı uygarlığı bosnada bataklığa  saplandı, bunun sorumlusuda Clinton'dur ."  deyince ansızın "Bosnayı kurtarma" planları   işleme konulur.
         YA, sırp kadınlara müslümanlar topluca ve sistemli olarak tecavüz etseydi, ya Azerbeycan ermenistanı işgal etseydi, ya Çeçenistan Rusyayı bombalasaydı,ya Cezayir halkı fransa'yı kana bulayıp bir milyon insanı katletse idi , ya hiristiyan bir cumhuriyet kurdu diye Iran bir ülkeyi ikide bir bombalasa idi , o ülkeye ambargo koysa idi , ya keşmir müslümanları hindistan'a saldırsa idi , ya Amerikan yerlilerine ve Çin'lilere Müslümanlar asimilasyon ve sömürü yapsa idi... dünya - batı bunlari nasıl değerlendirir idi acaba...?!
  " Siz onların dinine girmedikçe  ,onlar sizden razı olacak değildir . "   ( BAKARA  : 120)
NOT:ABD 'de günde 1900 kadına tecavüz ediliyor (Amerikan tecavüz merkezi), her 23 dakikada bir cinayet , her 49 saniyede bir saldırı gerçekleşiyor. ABD'de kadın nüfusunun %50' si kocasından veya bir erkekten dayak yiyor. (5.8.90 :milliyet)
                                   BATIDA SOSYAL DEPREM :
.AVRUPA’DA EVLİLİK DIŞI ÇOCUK SAYISI:DANİMARKA % 48,İNGİLTERE 5 30 , ALMANYA % 18 , FRANSA % 14’TÜR…
. İSPANYA’DA İLKOKUL 4 VE 5. SINIF ÇAĞINDA 80 BİN KIZ ÇOCUĞU HAMİLE  BIRAKILMIŞTIR
. BOŞANMA ORANI RUSYA’DA % 33, İNGİLTERE2DE % 32 ,FRANSA’DA % 19’DUR
.ANNE BABASI İLE BERABER YAŞAYAN AİLE SAYISI DEVLETİN SAĞLADIĞI EKONOMİK TEŞVİKLERE, VERDİĞİ ÖZEL İZİNLERE RAĞMEN AVRUPA’DA % 8 ‘DİR.
.ZAMANIN BAŞKANI  CLİNKTON’UN 15 DANIŞMANI EŞCİNSELDİR.ABD’DE 20 MİLYON EŞCİNSEL VARDIR. BU DA NÜFUSUN  %   10’UDURBU ORAN YUNANİSTANDA % 17 ‘DİR YANİ ALTIDA BİRDİR.
 AİLESİ İLE İLGİLENMEYEN AVRUPA HALKI ŞU AN KEDİ KÖPEK BESLEMEYE ADETAQ MAHKUM OLMUŞLARDIR !

8 Aralık 2000 Cuma

BİZDEKİ BATICI PEZEVENK VE FAHİŞELERE DUYURULUR :

...:::    BATI VE BATI  TAKLİTÇİLERİNİN  SONU    :::...
                  BİZDEKİ BATICI PEZEVENK VE FAHİŞELERE DUYURULUR :
     ABD ,sex bataklığına sürüklenebilecek gençleri evlilik öncesi ilişkiden korumak için yılda 117.000.000 $ harcıyor , önümüzdeki yıl bu para 135.000.000$2a yükseltilecek        ( Vatan Gazetesi : 09.09.2003) : DSP-MHP-ANAP KOALİSYONUNDA SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ'A GELEN HEMŞİRELER BİRLİĞİ BAŞKANI KADIN " EVLİLİK ÖNCESİ KIZLARIN CİNSEL DENEYİM KAZANMALARI (!) GEREKTİĞİNİ İLERİ SÜRMÜŞTÜ ...!
ÜRPETEN  SAPIKLIK :
     Almanya'da çocuk pornosuna karşı tarihin en büyük operasyonu yapıldı. 1.500 polis aynı anda 500 ayrı eve baskın yaptı. 26 bin sapık içinde öğretmenlerin de bulunması bomba etkisi yarattı.Alman polisi internet tarihinin en büyük çocuk pornosu şebekesini çökertti.Toplam 1.500 polisin katıldığı "Avcı" kod adlı operasyonla 500 ayrı eve baskın yapan Alman güvenlik güçleri, akıllara durgunluk veren bir yeraltı organizasyonunu açığa çıkardı. Yapılan açıklamada, Amerika'dan Avustralya'ya kadar 166 ülkede faaliyet gösteren 26 bin 500 sapığın kimlik bilgilerinin ele geçirildiği belirtildi.Rahipler-polisler bile sapık :Alman emniyetinden yapılan açıklamada, aralarında rahipler, öğretmenler, hatta polislerin bile bulunduğu şebekenin, internet üzerinde 38 ayrı "çocuk pornosu grubu" oluşturdukları ve resim ile videoları bu gruplar üzerinden yaydıkları vurgulandı. Operasyonun en üzücü tarafı ise çocuk pornosundan para kazananlar arasında çocuklarla ilgili işlerde gönüllü olarak çalışanların da bulunmasıydı. Sapıklardan birinin bilgisayarında 4 aylık bir bebeğin bile pornografik amaçlı resmi bulundu.Sadece ABD'de de son 2 ay içinde çocuk pornosundan bin kişinin gözaltına alındığı açıklandı.( Vatan gazetesi : 28.09.2003)
       ÇAĞDAŞ ÜNİVERSİTE'DEN BİR ALINTI :" ...Boğaziçi Üniversitesinde okuyanlar bilir.Öğrenci işleri müdürümüz vardı, Metin B....Güzel kızlara düşkündü . Bizlerde krediye ihtiyacımız olunca,ders bırakmak-ilave etmek istersek " File çorap çeker , hafif dekolte yapar , ayakkabıları da geçirdiğimiz gibi alırdık soluğu Metin Hoca'da.Biraz da flörtöz konuştunuz mu işiniz halloldu demekti..." (Sabah  : 04.10.2003 )
      NAMUS KELİMESİNİN KANUNLARDAN ÇIKARILMASINI İSTEYEN ÇAĞDAŞ (...) KADINLARA DUYURULUR : Batman'da fakir bir ailenin 12 ve 13 yaşındaki iki kız çocuğunun 3 yıldır  binlerce erkeğe satması...( 04.10.2003 tarihli gazeteler ) Mardin'de 64'ü rütbeli 341'i er toplam 405 asker için tecavüz davası açıldı... ( Hürriyet : 04.10.2003)Ahlak ve Namus olmadan toplum ancak hayvanlaşır !
     Çocuk Vakfı, 20 Kasım 2001 tarihinde bütün dünyada kutlanacak olan Dünya Çocuk Hakları Günü nedeni ile RİSK ALTINDAKİ DÜNYA ÇOCUKLARI RAPORU hazırladı :
    ... Afrika'da çocuklara yönelik seks turizminde artış var. Seks turizmi açısından Senegal en önemli merkez. Onu Gambiya, Togo, Benin izliyor. Çocuk pornografisinde de artış gözleniyor. Diğer merkezlerin aksine Gambiya'ya gelenler Avrupalı kadınlar ve onlar da erkek çocuklarla ilişki kurmak için burayı tercih ediyorlar. Güney Afrika'da Angola, Mozambik, Kenya gibi ülkelerden getirilen 38 bin çocuk seks pazarında kullanılıyor.Afrika'da çocuğun kaçırılarak ticarî cinsel istismara maruz bırakılmasını önlemeye yönelik hukukî engellemeler ise yeterli değil.  Belirtildiğine göre Asya-Pasifik ülkelerinden Nepal'den Hindistan'a her yıl 150 bin kadın ve kız çocuğu kaçırılıyor.  Kamboçya seks turizminin merkezlerinden biri. Sadece Çin'de çeyrek milyon kadın ve kız kaçırılıyor. Yeni Zelanda'da 11 yaşında seks pazarında kız çocuklarına rastlanıyor. Polis raporlarına göre yakalananların %44'ü 14 yaşının altında. Avustralya'da da çocuk pornografisi artış göstermiş. Çin ve Tayland'da bu işi meslek haline getirmiş mafyaların varlığından sözediliyor. Hindistan ve Pakistan insan kaçıranlar için hem bir merkez hem de Bangladeş, Sri Lanka, Nepal ve Afganistan gibi ülkelerden kaçırılanlar için kullanılan transit bir yol olarak ifade ediliyor. Taylandlı Rin daha 9 yaşındayken annesi tarafından seks pazarına alıştırılmış. Bu bölgeden kaçırılan çocukların bir kısmı seks pazarının bir parçası oluyorlar. Pek çok çocuk organ nakli için kaçırılırken bazı çocuklar ucuz işçi olarak da kullanılıyorlar. Zayıf sınır güvenliği ve hukukî düzenlemelerdeki eksikler bu sorunla mücadeleyi güçleştiriyor.  Latin Amerika'da bazı çocuklar aileleri tarafından seks pazarına zorlanırken bazıları da daha iyi yaşam şartlarına kavuşmak ümidiyle gittiği büyük şehirlerde ya aç kaldığı için ya da refah seviyesi yüksek bir yaşamı sürdürmek için fahişelik yapıyor.Guatemala'da çocuklardaki AIDS oranında artış var. El Salvador Limanı, çeşitli ülkelerden buraya gelenlerin çocukların seks pazarına sürüldüğü bir merkez. Bu ülkede erkek çocukların da pazarlandığı söyleniyor. Nikaragua ve Honduras'tan kaçırılan çocuklar genellikle Guatemala'ya getiriliyorlar. Diğer ülkelerin aksine Meksika'da çocuklara yönelik cinsel sömürünün faillerinin devletin kendi vatandaşları olduğu söyleniyor. İddialar bu ülkede 16 bin çocuğun cinsel istismara maruz kaldığı yönünde. Bu ülkede çocukların gece kulüplerinde de çalıştırıldığı belirtiliyor.Kosta Rika'da seks turizminin müşterilerinin genellikle Amerikalı, Kanadalı, Japon ve İtalyan olduğu iddia ediliyor. Yakalananların çoğu gelişmiş ülke vatandaşları.
     Çocuk kurultayında sunulan bir rapor ülkemizde ‘fahişeliğin’ yaşının 15’e kadar düştüğünü gösterdi. Sadece İstanbul’da 500 çocuk ‘seks işçisi’ olduğu açıklandı ... Dünyada 3 milyonun üzerinde çocuk fahişe olduğu tahmin ediliyor. Bu alanda Asya ülkeleri başı çekerken onu Latin Amerika ve Afrika izliyor. Yine bir başka gerçek de her yıl Avrupa ülkelerine Uzak Asya’dan çocuk fahişelerin gönderildiği iddiaları... Raporda çocukların ‘seks işçisi’ olarak pazarlandığı yerler de sayılıyor. Barlar, masaj salonları, özel evler ve bazı otel, motel gibi konaklama yerleri başlıca cinsel sömürü mekanları.  Rapora göre, çocuk fahişeliğin artmasında parçalanmış aileler büyük bir rol oynuyor
NOT:ABD 'de günde 1900 kadına tecavüz ediliyor (Amerikan tecavüz merkezi), her 23 dakikada bir cinayet , her 49 saniyede bir saldırı gerçekleşiyor. ABD'de kadın nüfusunun %50' si kocasından veya bir erkekten dayak yiyor. (5.8.90 :milliyet)
                                   BATIDA SOSYAL DEPREM :
.AVRUPA’DA EVLİLİK DIŞI ÇOCUK SAYISI:DANİMARKA % 48,İNGİLTERE 5 30 , ALMANYA % 18 , FRANSA % 14’TÜR…
. İSPANYA’DA İLKOKUL 4 VE 5. SINIF ÇAĞINDA 80 BİN KIZ ÇOCUĞU HAMİLE  BIRAKILMIŞTIR
. BOŞANMA ORANI RUSYA’DA % 33, İNGİLTERE2DE % 32 ,FRANSA’DA % 19’DUR
.ANNE BABASI İLE BERABER YAŞAYAN AİLE SAYISI DEVLETİN SAĞLADIĞI EKONOMİK TEŞVİKLERE, VERDİĞİ ÖZEL İZİNLERE RAĞMEN AVRUPA’DA % 8 ‘DİR.
.ZAMANIN BAŞKANI  CLİNKTON’UN 15 DANIŞMANI EŞCİNSELDİR.ABD’DE 20 MİLYON EŞCİNSEL VARDIR. BU DA NÜFUSUN  %   10’UDURBU ORAN YUNANİSTANDA % 17 ‘DİR YANİ ALTIDA BİRDİR.
 AİLESİ İLE İLGİLENMEYEN AVRUPA HALKI ŞU AN KEDİ KÖPEK BESLEMEYE ADETAQ MAHKUM OLMUŞLARDIR !
LOLİTA  İHTİLALİ
  Dünkü Milliyet'in 3. sayfasında bir haber: "12 yaşındaki kız internette tanıştığı adama kaçtı."
     Sayfayı çevirin:
     Edirne'de sevişirken görüntülenen liseli kızın fotoğrafları... Ve günlerdir Mardin'den Sivas'a kadar Türkiye'nin dört bir yanından 12 - 13 yaşında küçük kızlara tecavüz haberleri...
     Madalyonun bir yüzünde ağzı salyalı sübyancılar var.
     Peki diğer yüzünde?..
     Alttan alta inanılmaz bir "ergen ihtilali" yaşadığımızın farkında mısınız?
     * * *
     Son zamanlarda bir lise mezuniyet balosunda bulundunuz mu hiç? Gitseniz, gördüğünüz ağır makyajlı, cesur dekolteli, yüksek topuklu, cep telefonlu kızların 16 - 17 yaşında olduğuna inanabilir miydiniz acaba?
     Levent'te bir estetik kliniğinde görevli bir uzmanla görüştüm. Dinlediklerime inanamadım:
     "14 - 15 yaşında kızlar, ana babalarından habersiz gelip kaşlarını kaldırmak, fazla yağlarını aldırmak, selülit tedavisi yaptırmak istiyor"muş.
     Geçenlerde bir kız elinde Angelina Jolie'nin fotoğrafıyla gelmiş ve "Bununki gibi dudak istiyorum" demiş.
     18'lik bir lolita da göğüslerini büyütmesi için yalvarmış.
     "En büyük istekleri" neymiş biliyor musunuz?
     Zara'nın ya da Diesel'in 34 bedenine sığmak...
     Bunun için yarışıyorlarmış:
     "Çünkü televizyonda gördükleri mankenler 34 beden giyiyor. Onu giyebilmek için 44 kilo kalmaları lazım. Bunun için resmen aç geziyorlar. Gün boyu yedikleri, bir kase yoğurt, iki tas salata, sigara, kahve ve kola... 500 kaloriyle yaşamaya çalışıyorlar. O yüzden vücutlarında demir, sodyum eksikliği var. Yanlış beslendikleri için vücutları hızla deforme oluyor, müdahale için de bize geliyorlar."
     Uzman, bunun son 3 yılda gözlenen bir "patlama" olduğunu söylüyor:
     "Ben de anneyim, 18'lik 'lipolu' (yağ aldırmış) kızları görünce dehşete kapılıyorum. Biriktirdiği 300 - 500 milyonla gelip 'Dudağımızı şişir' diyenleri 'Bırakın dudağınızı da gidin kafanızı şişirin' diye geri yolluyorum."
     * * *
     Genelde üst gelir grubundan hastaları bulunan bir jinekoloğun gözlemleri daha da çarpıcı:
     "Genç nüfusta müthiş bir uyanma var" diyor. 17 - 18 yaşlarında lise öğrencilerinin kürtaj için başvurduğunu söylüyor ve bazı gözlemlerini aktarıyor:
     Batı'da ergenlik yaşı 16 - 17'den 11 - 12'ye geriledi.
     Amerika'da 10 yaşa kadar düştü.
     Genç kızlar annelerinden çok daha erken adet görüyor artık...
     Bunun, iklimden beslenmeye kadar pek çok nedeni olabilir ama en önemli nedenlerinden biri "psiko - seksüel uyarımın artması"...
     Yani, okulda, çevrede ve özellikle de medyada cinsel teşhirin yaygınlaşması... Baştan çıkarıcı klipler, uyarıcı filmler, cinsellik yüklü diziler, çıplaklığa çağıran reklamlar, beyinde ergenliği erken uyandırıyor, cinselliğin keşfini hızlandırıyor.
     Özellikle varlıklı kesimden gençler, lise çağında, özentiyle büyük ve seksi görünme derdine düşüyor. Karşı cinsi de sadece bir seks nesnesi olarak görüyor.
     Anneleri mi? Onlar da kızlarının ponponlu çorapları ve lastik ayakkabılarıyla genç görünme çabasında...
     Küçükler büyük, büyükler küçük görünmek için yarışıyor adeta...
     * * *
     Kimseyi suçlamayalım; bu tablo bizim eserimiz:
     İyi bir kalça sahibi olmanın, iyi bir kafa sahibi olmaktan daha fazla prim yaptığı bir ülkeden ne bekliyordunuz ki? Kafasını çalıştıranların kafasını koparırken, kalçasını çalıştıranları baş tacı eden bir toplumda nasıl çocuklara "Göğsünü değil, kütüphaneni büyüt" öğüdü verebiliriz ki?
     Yasak çare değil...
     Beyin faaliyetine itibar kazandırmaya ve öncelikler konusunda topyekün bir hesaplaşmaya ihtiyacımız var.     ( MİLLİYET : Can Dündar )


                         
SANAT (!) DÜNYASINA KÜÇÜK BİR BAKIŞ :
  Medyada yer bulmayana ekstra işlerde ekmek yok. Adına kısaca ekstra denilen; düğün, bayi toplantısı, açılış-kapanış ve festival konserlerine çağrılabilmek için medyada ortalarda olmak gerekiyor. Ekstranın güzelliği de dolarla verilmesi ve sıfır vergi verilmesi. Düğünde tuvalette elinize sokuşturulan bir tomar dolardan maliyenin haberi nereden olacak ki... Veren zaten ben verdim demiyor ki.Alan razı veren razı... 5 bin dolardan başlıyor (en kıytırığı bu kadar para almadan şehir dışına çıkmaz), 50 bin dolara kadar çıkıyor. En fazla alanlar ise Tarkan, Sezen Aksu ve Hülya Avşar...  Önemli olan şu sıralar en çok ekstra işe giden yani dolarları çuvalla toplayan Gülben'i zayıflatıp yok etmek... Ve yerine Petek Dinçöz'ü getirmek....Gülben şimdi hem acemi hem de sahipsiz. Bir süre böyle kurda kuşa yem olarak atılacak. Tabii iki yıla kalmadan da anasının evine gönderilecek. Yerine de başka bir hatun getirilecek. Sakın acımayın. Bu doğanın kanunu. Gülben de arkasına iş adamı Erol Evcim'i aldığı zaman İbrahim Tatlıses ve Kadir İnanır'ı kullanmış, Hülya'ya rakip gösterilmişti. Bu sayede 'star' olmuş, kaç daha yetenekli akranı şarkıcıyı sollamıştı.

Ekstra kraliçelerini! incelemeye devam edelim.

Petek Dinçöz galiba bu şansını yitirdi. En büyük hamisi Star'ın patronu Hakan Uzan, bu kadar işinin arasında onunla uğraşamaz. Aşkın Nur Yengi de kendi kendini bitirdi....
Son aylarda müthiş bir atak yapan Ebru Gündeş çok popüler. Ebru'nun sahnesi de iyi. Ama konuşup, gülünce sanki... Birden çocuk oluyor. Oysa
ekstra işinde seksi olmak çok önemli. Özellikle de sadece erkeklerin katıldığı bayiler toplantılarında... Ebru'yu sadece zevkle dinliyorlar ama o sahnede iken hayal kuramıyorlar. Ayrıca yanına gelip fotoğraf çektirmek de var değil mi? Sonra amca gidip karısına hava atacak.

Öyle veya böyle sahnede seksi. Estetikli göğüsleri işe yarıyor. ( Aykut Işıklar : TERCÜMAN :04.09.2003 )

    Bu  habere para  karşılığı  satılan mankenleri (...!...)...vs  ekleyebilirsiniz...!

                                   ÇAĞDAŞ HAYAT ( !) VE KADIN :
     Çağdaş olduğu iddia edilen hayat tarzında kadınlar ,kendilerinin dış görünüşleri ile değer kazanacakları konusunda ikna edilmiş durumda bulunmaktadırlar.Bilgi,görgü,zeka'dan önce uzay çağının ,21. yüzyılının kadınının  (!) değeri sarı (bazen kızıl...! ) saçlar ,ikide bir değişen vücut ölçüleri daralıp bollaşan, bazen yırtık, bazen sökük ...ama daima modacılarla kumaş tröstlerinin anlaşması ile çoğu da  cinsel tercihini tuhaf şekilde yapan kreasyoncularca hazırlanmış moda elbiselerini  giyen ,kendince karar vermesine izin verilmeyen makyaj, giyim, ...hatta hayat tarzına, yaşam tarzına ( yani dinine) başkalarının karar verdiği evlendiği kocasının yanında yüzünde salatalık maskesi , saçlarında bigudi ...vs ile dolaşan ve kocası ile yatağa bu halde iken girerken sabah evden çıkarken , kocasından ayrılırken makyaj yapmaya çalışan süslenen, kokular sürünen kadın ne kadar hayatında hür  ve doğru karar verme hakkına sahip olabilmektedirler acaba...?Örneğimize devam edelim ;her çağdaş kadın aynı şeyi yapsa, eşinin yanında savaş boyalarını sürünmüş gibi dolaşırken dışarıya çıkarken süslense eşleri ,hayat arkadaşları hanımından uzaklaşıp gözü dışarıya kaymaz mı ?Öyle ya eşine değilde dışarıdaki insanlar için süslenen kadın eşini ne kadar kendine bağlayabilir...? Kocasıda tıpkı kendi eşi gibi ,eşi için süslenmeyen ,başkaları için farkında olmadan süslenen diğer kadınlara ilgi duysa ,aynı şeyi başka erkek kendi eşine karşı hissetse toplumda aile ,ahlak ne hale gelir ,öyle değil mi!Flörtle başlayıp ,aşkla alevlenen ,evlilikle sonuçlanan çağdaş evlilikler ;ihanet,kısa süren evlilikler , boşanmalar asrı olan  asrımızın temel kaynağı bu ters mantık olmasın sakın...! Hatalı olan ne kadın ne de kocadır, hata iki cinsede modern hayat diye bu tuhaf  ve ters mantığı kabul ettirenlerdir!   
    İslam'da ise kadın dışarıda örtünür , süsünü ,çekiciliğini evde eşine saklar.Tabiiki aynı durum erkek içinde söz konusudur!
  Yine acaba neden hostes bacılar onlarca erkeğe hizmet ederken , yemek ikram edip ,yastık kabartıp , kemer bağlarken... medeni olurlar da evlenip işini terkedip   sadece eşine hizmet etmeye karar verince tenkide uğramaktadır."Hayatını güvence altına almak,ekonomik özgürlük..."  sözlerinin arkasında doğru ve güvenilebilen bir eş ,hayat arkadaşı bulunamaması  gibi bir mantık yatıyor olmasın sakın?
    Sokakta kızımızın beline bir erkek kolunu dolasa ona kızarız da adı " dans " olunca bu harekete neden tepki  göstermeyiz acaba !!?? Adı "Moda " olunca  yırtık,çıplak,tuhaf elbiseleri neden doğal karşılarız ! Kızımız veya oğlumuz  " don " ile dışarıda dolaşsa   buna karşı çıkarız da   adı " mayo veya şort " olunca neden buna karşı  çıkmayız !
      SUNUCU -MANKEN İPEK TENOLCAY . " MİNİ ETEK GİYİP , İNCE ÇORAPLA GEZİYORSAN BAŞKALARIYLA FLÖRT EDİYORSUNDUR.İLTİFATLAR , BAKIŞMALAR ALDATMA DEĞİL Mİ ?" ( MİLLİYET :11.01.2003)
ÇAĞDAŞ OKUL - HAYAT  VE GETİRİLERİ  
                 Eğitimli kadınlar cinsel şiddet mağduru... (Milliyet:12.06.2003)
      İstanbul Üniversitesi (İÜ) Adli Tıp Enstitüsü'nce, üniversite öğrencisi ve mezunu kadınlarla yapılan bir araştırma, katılımcıların büyük bir bölümünün cinsel şiddet türlerinden en az birisine maruz kaldığını ortaya koydu. İÜ Adli Tıp Enstitüsü'nden Prof. Dr. Mustafa Fatih Yavuz ile yüksek hemşire Zehra Kayı, 591'i üniversite öğrencisi olan 700 kadınla, ''Kadın üniversite gençliği ve mezunlarına yönelik cinsel saldırı'' konulu araştırma yaptı.
      Araştırma sonucunda, katılımcıların yüzde 84'ünün laf atma, açık-saçık konuşma, röntgencilik, teşhircilik, sarkıntılık, ırza geçme gibi ''sözel, görsel, dokunsal'' cinsel şiddet türlerinden en az birisine maruz kaldığı belirlendi. Bunlardan yüzde 44.8'inin, basit cinsel içerikli dokunuştan zorla cinsel ilişkiye kadar uzanan ''dokunsal şiddet'' türlerinden birini yaşadığı tespit edildi.
      Cinsel şiddet türleri arasında ilk sırayı yüzde 81.3 ile sözel ve dokunsal olanlar aldı. Araştırmaya katılan yaklaşık her 5 kadından birinin teşhircilik eylemiyle karşı karşıya kaldığı ortaya çıktı. Cinsel saldırı boyutundaki eylemlerin yaklaşık yarısında fiziksel şiddet kullanıldı. Yine eylemler sırasında korkutma-tehdit ile kandırma da ilk sıralarda yer aldı.
     
                                  İLK SIRADA SEVGİLİLER VAR

      Araştırma, sanılanın aksine, cinsel şiddet eylemlerinin yabancılar değil, çoğunlukla tanıdık kişiler tarafından gerçekleştirildiğini ortaya koydu. Buna göre, saldırganların yüzde 95'inden fazlası tanıdık.
      Çalışmaya göre, ilk sırada sevgili düzeyindeki erkek arkadaş, ikincisi sırada nişanlılık ve sözlülük ilişkisi geliyor. Üçüncü sırada ise ensest ilişki türleri var.
      Araştırmada, sevgili düzeyindeki erkek arkadaşların daha çok görsel ve dokunsal cinsel şiddet türü uyguladığı dikkat çekti.
      Saldırganların çok büyük çoğunluğunu ise ortalama 25 yaşındaki erkekler oluşturdu. Eylemin gerçekleştirildiği yerler arasında ilk sırayı saldırganın evi aldı.
      Çalışma, eylemler nedeniyle adli makamlara başvuru oranının ise hemen hemen yok denecek kadar az olduğunu da ortaya koydu. Buna göre, adli makamlara iletilen cinsel şiddet türleri teşhircilik, cinsel içerikli dokunma ve cinsel birleşmeye teşebbüs eylemi ile sınırlı kaldı ve oranı yüzde 2-3'ü geçmedi.
      Bu tür eylemleri yaşayanların, çaresizlik ve suçluluk hissiyle utanma duygusunu yaşadığı da belirlendi.
     
                               TAHMİN EDİLENİN DAHA ÖTESİNDE...

      Araştırma sonuçlarını değerlendiren Prof. Dr. Yavuz, cinsel şiddetin toplumdaki tüm bireyler için bir sorun ve tehlike olduğuna işaret etti.
      Prof. Dr. Yavuz, ''Bu çalışma, toplumumuzda cinsel şiddet boyutlarının tahmin edilenlerin de daha ötesinde olduğunu ortaya koyuyor'' dedi.
      Mağdurların adli makamlara başvurmama nedenleri arasında ilk sırayı toplumun olumsuz yaklaşımının aldığına işaret eden Prof. Dr. Yavuz, bunu; ispatlayama ve saldırganın misilleme yapma korkusunun takip ettiğini ifade etti.
      Prof. Dr. M. Fatih Yavuz, ''Cinsel şiddet eylemlerine maruz kalma oranının yüksekliği, karşı karşıya olduğumuz sorunun büyüklüğünü de gösteriyor. Adli makamlara yansıma oranlarının çok düşük olması da, bu soruna hukuksal, sosyolojik ve medikal açıdan ciddiyetle ve yoğun bir şekilde önem verilmesi gerektiğini ortaya koyuyor'' diye konuştu.
NOT : NOT : AŞAĞIDAKİ YAZI BİR İSLAM ALİMİNİN YAZISI DEĞİL,AKSİNE BİR YABANCI YAZARIN EVLİLİĞİN HAYAT BOYU MUTLU ŞEKİLDE SÜRMESİ İÇİN YAZDIĞI EŞLERE TAVSİYELERDEN OLUŞAN BİR KİTAPTAN ALINMIŞTIR !( Z. ZİGLAR : HAYAT BOYU  FLÖRT )
                               KARŞI CİNSTEN İNSANLARLA ARKADAŞLIK
           … Karşı cinsten insanların uzun süreli çalışma ilişkilerinde olaylar genellikle sinsice gelişir.Kişi ”Karşı cinsten filanca kişiyle sadece  arkadaşız” dediklerinde kesinlikle kendilerini aldatmaktadırlar.Bazen doğru gelebilir yada ilişkinin başında doğru gelebilir. Oysa pek çok durumda karşı cinsle kurulan arkadaşlık bir süre sonra, diğerinin zekası yada mesleki yeteneğine duyulan saygıya bağlı olarak arkadaşlıktan öte bir şey haline gelmeye başlar.İlişki adım adım daha açık ve güvenilir bir nitelik kazanır.Küçük şeyler paylaşıldıkça bir takım tesadüfler ve ortaklıklar sonucunda daha yakınlaştığınızı fark edersiniz.
               Eğer evliyseniz eşinizle aranızdaki farklılıklar yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlar. Bir bakmışsınız ki yeni arkadaşınızla her şeyde uyuşurken ,eşinizle hiçbir konuda uyuşmaz hale gelmişsiniz.Tabii sonunda diğer insanla (arkadaşınızla) uyum faktörü yada fiziksel çekicilik nedeniyle hormonlar faaliyete geçer ve kaçınılmaz olay nihayet gerçekleşir.Olmasını asla tasarlamadığınız şeyler olur.    Konunun trajik  yanı  Çoğu cazip şeyin zamanla felaket getireceğinin başta inkar edilmesidir.
                Karşı cinsten biriyle gözlerin  SANİYENİN ONDA BİRİ KADAR BİR ZAMANDA uzunca birleşmesi , koridorda yanından geçerken özel bir itina göstermek,herhangi bir yerde tesadüfen çarpışmak,TOKALAŞIRKEN veya bir şey alıp verirken ellerin bir iki saniye daha uzun tutulması,… bunlar ve bunun benzeri ipuçlarını görmemezlikten gelmek … bu gibi şeyler kırmızı bayraklardır böyle durumlarda kendinize “zararsız flört “ olamayacağını hatırlatın.
             Eğer evli iseniz  olan şeyi dürüstçe kabul edin – mazeret aramayın – ve eşinize bağlılığınızı hatırlayın.  İş yerinizdeki arkadaşınızla veya sekreterinizle bir kere yemeğe çıksam ne olur  , demeyin : Boşanmaların yüzde yetmişi aynı iş yerinde veya yakın iş birliği halinde çalışan şahısların yakınlaşması sonucu oluşuyor.yüzde ellisi de eşlerden birinin bir alış veriş merkezinde veya otoparkta karşı cinsten biri ile tanışması ve o kişiye karşı ilgi duyması ile gerçekleşiyor.
              Kısacası sekreterinizle veya işbirliği içinde olduğunuz karşı cinsle iş yemeğine veya bir yerde  buluşmanızın  size hiçbir kazancı olmaz , ama kaybedeceğiniz çok şey olur!
              İşin gerçeği bu konuda duyarlı öğütler vardır :” evlilikten önce iffet , evli iken sadakat gerekir.”
             Karşı cinsten biri ile çalışmanız gereken durumlar olacaktır. Bu durumu önleyemeyebilirsiniz ama kendi düşünce ve konuşmalarınızı pekala denetleyebilirsiniz.
             Temel sorun , dostluk ile  flört arasındaki çizgiyi aştığınız  zaman sonuçta  bir şeylerin yaşanabilecek olmasıdır.yaşananlarda kötü sonuçlar doğurur.
                                   REKLAMLAR  VE  KADIN    HAKLARI :
      - BIR  PARTIDESINIZ ,SIZI NASIL FARKETMELERINI SAGLARSINIZ ? ...GÜLÜMSEMENIZE GÜVENEREK ( DISLERINIZLE ! )
   - FARKEDECEKLER (SAÇLARINIZI ...)
   - BAKALIM  ILK  KIM   BIRISININ   DIKKATINI  ÇEKECEK ? ... ( TABII KI  EN   DEKOLTE GIYINIP, SAÇLARINI AHENKLE  DANSETTIRENLER...)
   KRAVAT  RAKLAMINDA BUZ PATENI   YAPAN MINI ETEKLI , KRAVATLI ( ! ) BAYAN, MAYO  ILE  GÖZLÜK   REKLEMI  YAPAN
    MANKEN ( ! ) LER , ...; GÖZLER BAYRAM ETTI , ÜRÜN DEGIL  , MANKEN ILGI TOPLADI HABERLERI ...   
   Sömürülmek  isteyen "çağdaş(!)    yaşamı savunmaya devam etsin ...taki GERÇEK      yüzünmüze   çarpana kadar.
         HA    SAHI ! ! ,  HIÇ KADIN SÖMÜRÜSÜ YAPAN  SAHIBI ASIRI DINCI BIRI    OLAN  MAMÜL  REKLAMI GÖRDÜNÜZ MÜ ?...
     Ne  ilginçtir , " sevgilinizin  çıplak resmini gönderim , yayınlayalım" diyen  genel yayın yönetmeni , kendi  eşinin  çıplak  resminin  yayınlamayı reddediyordu bir özel kanaldaki sohbette...!!!
                        15  YAŞINDA ÇAĞDAŞ HAYATIN KURBANI OLDU !
         MERSİN'de evlenme vaadi ile kandırılan liseli 15 yaşındaki N.Ö., sevdiği gencin kendisini terk etmesinin ardından fuhuş batağına düştü. N.Ö.'yü ïpara karşılığı pazarlamak, zorla cinsel ilişkiye girmek, oral ve grup toplu seks yapmağı iddialarından aralarında sendikacı, öğretmen, işadamı, muhasebeci, muhtar ve eski bir bürokrat eşinin de bulunduğu 11 kişi yakalandı. 2 kişi ise aranıyor.
         Olay, Yeni Mahalle'de oturan 46 yaşındaki anne Hamide Ö.'nün Cumhuriyet Savcılığı'na verdiği şikayet dilekçesi ile ortaya çıktı. Dilekçenin Emniyet Müdürlüğü'ne havale edilmesi üzerine Ahlak Masası operasyon başlattı. İfadesini gözyaşları içinde veren N.Ö., başından geçen olaylar zincirini tüm ayrıntısına kadar anlattı.
                             `EVLENECEKTİK'
      Genç kız geçen aralık ayında komşuları olan Gökhan Nayman'la tanışıp arkadaşlık yapamaya başladığını belirterek, ``Gökhan ile arkadaşlığımızda evine gittik. Burada bir süre oturduktan sonra bana evleneceğimizi, mutlu bir yuvamızın olacağını söyleyerek benimle sevişmeye başladı. Ben de evleneceğimiz için sesimi çıkarmadım. Daha sonra benimle evlenmeyeceğini söyleyerek ayrıldı. Ben de korktuğum için kimseye bir şey söylemedim. Daha sonra beni terk edip ortada bıraktı. Bu olaydan sonra barda tanıştığım Garip Öztürk benimle evleneceğini söyledi. O da bir süre benimle olduktan sonra kayıplara karıştı'' dedi.
      Yaşamı kararan genç kız ifadesinde öz teyzesi N.'nin evinde de eski İl Daimi Encümen Üyesi, Selüloz-İş Sendikası Silifke Şube Başkanı ve MHP milletvekili aday adaylarından İ.Y. ile tanıştığını ifade ederek, ``Bir gün Silifke'ye gittiğimde İ. ile karşılaştım. Beni bürosuna çıkarttı. Orada ilişkiye girdikten sonra bana 30 milyon lira para verdi'' diye konuştu.
      .......  İşçi Nejat Ö. ile evli olan anne Hamide Ö.'nün şikayeti üzerine başlatılan soruşturma kapsamında N.Ö.'nün verdiği ifadelerden sonra polis, genç kızla ilişkiye giren sendikacı, öğretmen, işadamı, emlakçı, muhasebeci, muhtar ve aracı kadınları yakalayarak gözaltına aldı. Garip Öztürk ile İ.Y., T.K., M.A., B.K., G.T., H.K., M.T., O.T., R.Y., M.A. gözaltına alınırken; polis N.Ö.'yü evlenme vaadiyle kandırıp birlikte olan Gökhan N. ile ilişki kurduğu B.A.'yı ise arıyor.
                Milliyet :20 Eylül 2003 Cumartesi

    BİZLER GAZETELERDEKİ BU TÜR İĞRENÇ OLAYLARA , HABER  NİTELİKLİ YAZILAR GÖZÜYLE BAKMAYIZ,BAKAMAYIZ !AKSİNE AYNI OLAYLAR BAŞKA GENÇ KIZLARIN- SİSTEMİN KURBANLARININ - BAŞINI GELMESİN DİYE HAREMLİK-SELAMLIK'I  TAVSİYE ETMEKTE, SAVUNMAKTAYIZ!!!
   AYRICA YUKARIDAKİ MAĞDUR AİLE DE BİR GÜN BAŞLARINA BÖYLE BİR ŞEY GELECEK DİYE BEKLEMİYORLARDI. AYNI OLAYIN BAŞINA GELMESİNİ İSTEMEYEN TÜM TOPLUMA HAREMLİK-SELAMLIK'I SAVUNMALARINI TAVSİYE EDİYORUZ...SENDİKACI,ÖĞRETMEN,MUHTAR,İŞADAMI,ASKER,POLİS...HEPSİ OKUMUŞ İNSANLAR AMA EĞİTİM ,NEFSE UYMAYA-ZİNA ETMEYE HATTA ZALİMLİĞE-SAPIKLIĞA-SÜBYANCILIĞA ENGEL DEĞİL...!
KISACA "HANGİ ÇAĞDAYIZ , 21.YY , ...VS LAFLARININ İÇİ BOŞ , HEDEFİ KADIN-KIZLARI ERKEKLERİN SOFRASINA YEM YAPMAKTAN BAŞKA BİR İŞE YARAMIYOR !

29 Kasım 2000 Çarşamba

Tanrı'dan pek çok hususta farklı olan, Tanrı değil­dir. Kutsal Ruh, Tanrı'dan pek çok yönde farklıdır. Öyleyse Kut­­sal Ruh, Tanrı değildir.

İznik Konseyi'nde Ne Oldu?
Ya Da İsa(a.s.) Niçin İlah Olamaz?
Hıristiyanlığı anlatan internet sitelerinde ve diğer yayınlarda, İznik Konseyi'nden hareketle İncil'in (güya) tahrif e­dil­mediği savunuluyor. [Bu konuda, İngiltere'deki bir misyo­ner teşkilatı tarafından şahsıma gönderilen 'İznik Konseyinde Neler Oldu?' (Çeviren: Yakup Yazman) isimli kitapçık da, aynı şeyleri detaylı bir biçimde anlatmaktadır.]
İnternetten (http://www.kutsalkitap.org./hane/kkdm/22.htm) ak­ta­ra­cağım aşağıdaki yazı; tahrifatın apaçık delilleri­ne rağmen misyonerlerin aksini savunmadaki çelişki ve inatlarını ve mu­hatabına inandırıcı görünme ve aldatma gayretlerini an­­lama bakımından ibret vericidir:
İznik Konseyi'nde Ne Oldu?
Türkiye'de yaygın olan uydurma bir hikâyeye göre; İ.S. 325'te toplanan İznik Konseyi 'nde papazlar bir yığın İncil'den dört ta­nesini seçip, diğerlerini yok etmişlerdir. Bu aslı astarı ol­ma­yan hikâyeye inanılması gerçekten son derece şa­şırtıcı bir şeydir.
Tarih ilmini iyi bilenler bilir ki: Tarihte cereyan ettiği söy­­lenen bir hadiseyi doğrulamanın tek yolu, o hadisenin görgü şahitlerinin yazılarını incelemek ve değerlendirmektir. Tarih ilmi bundan ibarettir. İznik Konseyi ile ilgili bilinen tarihi kaynaklar o konseye katılan ve orada konuşma­ları kaydeden Evstatyus , Atanas ve Evsebyus 'un eserle­ridir. Bu belgeler konsey başkanı olan Antakyalı Evs­tat­yus '­un bir eseri; Atanas 'ın " İznik Konseyi'nin Kararlar ı" adlı eseri (İ.S. 350 ile 354 yılları arasında yazmıştır) ve 369 yılında Kuzey Afri­ka­lı dini liderlere yazdığı bir mektup; Sezariyeli Ev­seb­yus '­un 325 yı­lında yazdığı bir mektuptan oluşmaktadır. Bun­lar­dan baş­ka hiçbir kaynak yoktur.
Bunlara göre İznik Konseyi 'ne katılanlar sadece İsa Me­sih'­in Tanrılığını tartışmak için toplanmışlardır. (Mesih'in yer­­­yüzünde yaşadığı zamandan beri zaten O'nun Tanrı sıfatına sahip olduğu kabul edilmişti ama bir iki önemli din önderi yeni bir yorum getirerek, Mesih'in Tanrı sıfatına sahip olmadığı hak­kında yeni bir fikir ortaya koydukları için konsey toplanmıştı.) Konseye katılanlar arasında İncil metni ya da içeriği ko­nu­sunda herhangi bir ihtilaf olduğu kesinlikle kay­de­dil­me­miş­tir. Bu tartışmada taraflar aynı İncil ayetlerinden faydalanmışlardır.
Zaten İ.S. 325 yılında İncil'i tahrif etmek imkânsız bir iş olurdu. O tarihe gelindiğinde Hindistan'dan İrlanda'ya, E­ti­yopya'dan Kuzey Almanya'ya kadar her yerde İsa Mesih'e inanan topluluklar vardı. Bir sürü değişik mezhebe ait olan bu topluluklar hiçbir zaman bir tek idare merkezinin kont­rolünde değillerdi. Yani, hiçbir papa ya da başka bir hü­kümdar İncil'i imha ya da tahrif edebilecek konumda ve güçte olamamıştır. ( Ayrıca, Roma Katolik Kilisesi'nin ilk papa­lığı, "Papa Boniface" ile İ.S. 606 yılında başlamıştır.) Kaldı ki, o çağda bile İncil'in asıl Grekçesi'nin ve çeşitli tercü­me­le­ri­nin binlerce nüshası mevcuttu. Hepsini toplatıp yok etme­ye kimsenin gücü yetmezdi.
Konseyin sonunda İncil'in öğretişine dayanarak İsa Me­sih'in Tanrı sıfatına sahip olduğu ortak bir bildiriyle yayınlanmıştır. İ.S. 325'te İznik'teki konseyde hazırlanan ve bu­günkü Mesih İnanlıları mezheplerinin hemen hemen hepsince kabul edilen amentü (inanç bildirisi) şöyledir:
'Her şeye gücü yeten, görülen ve görülmeyen, bütün şeylerin Ya­ra­tanı olan bir tek Baba Allah'a inanıyoruz; Bir tek Rab İsa Mesih'e inanıyoruz: Allah'ın Oğlu, Baba'dan doğan biricik Oğul, yani Baba'nın öz varlığından oluşan Allah'tan Allah, Nurdan Nur, gerçek Allah'tan gelen gerçek Allah, yaratılmış değil, Ba­ba'­nın özünden çıkmış, Baba'nın aynı öz varlığına sahip olan, Kendi aracılığıyla gökteki ve yerdeki her şey yapılmış, biz insanlar için ve kurtuluşumuz için gökten inmiş, insan bedeni almış ve in­sanlar arasında yaşamış, sıkıntı çekmiş ve üçüncü günde ölümden dirilmiş, göğe yükselmiş, dirilerle ölüleri yargılamaya gelecek olan O'dur; Ve Kutsal Ruh'a da inanıyoruz.' (*)
İşte, gerçekler ortadadır. İncil tahrif edilmemiş ve de­ğiş­ti­rilmemiştir. İsa'nın Tanrılığı hakkındaki inanç, İznik Kon­seyi'nde uydurulmuş değildir; başlangıçtan beri ve her de­vir­de bütün Mesih İnanlıları topluluklarınca benimsenmiştir.]
***
Tarihi gerçekler ışığında ve bugünkü mevcut İncillere bakıldığında, yukarıdaki iddiaların bir aldatmacadan ibaret olduğu anlaşılacaktır. Bugün Hıristiyanlar, İncillerdeki a­caiplik ve çelişkileri nasıl izah edeceklerdir? Bugün elimiz­de Hıristiyanlarca makbul sayılan çelişkili ve akl-ı selime ve ev­rensel gerçeklere uymayan batıllarla dolu dört İncil var­ken yukarıdaki iddiaların ne hükmü olabilir?..Üstelik 'şe­ca­at arz ederken sirkatini söylemek' misali, mezkur savunmada;
(*): Hıristiyanlığın bu amentüsü, Hz.İsa tarafından değil; çok daha sonra gelen din adamları tarafından oluşturulmuştur. Halbuki İslam'ın amentüsü, Kur'an'da açıkça beyan edilmiş ve Hz.Muhammed tarafından bizzat tebliğ edilmiştir./Bk.: K.K. 2/285, 4/78-79, 4/136)
"İznik Konseyi'ne katılanlar sadece İsa Mesih'in Tan­rılığını tar­tışmak için toplanmışlardır (ve) İsa Mesih'in Tan­rı sıfatına sahip olduğu ortak bir bildiriyle yayınlanmıştır," denmektedir.
İncil'e göre; İsa, haç üzerinde acı çekerken şöyle yalvarmaktadır:
“‘Eloi, Eloi, lama sabaktani' ki tercüme edildiğinde; ‘Allah'ım, Allah'ım; niçin beni bıraktın?!'” (Markos, 15/34)
Bu sözler, bir ilahın ağzından çıkabilir mi? Bu sözler, a­cıyla kıvranan çaresiz bir insanın, Rabbine yakarışından baş­ka birşey değildir. Öyleyse; İsa, bir ilah nasıl olabilir?..
***
II- Ayartılan, Tanrı Olabilir mi?
İsa'nın tanrı olduğunda şüphesi olmayan Hıristiyanlar, bu hususta yapılan itirazlara kendilerince -tutarsız da olsa- ce­vap verme gereği duymaktadırlar. Bir internet sitesinden iktibas ettiğim aşağıdaki yazı, bu garip çırpınışın bir ör­ne­ğidir:
Tanrı ayartılamaz. İsa ayartıldı/denendi.
Bundan dolayı İsa, Tanrı olamaz...
İsa'nın tanrılığını reddetmek için Müslümanlar, bazen İsa'nın ayartıldığını ve Tanrı'nın ayartılamayacağı, bundan dolayı İsa'nın Tanrı olamayacağı iddiasını ileri sürerler.
Yakup 1/13 şöyle der: "Ayartılan kişi, 'Tanrı beni ayartı­yor,' demesin. Çünkü Tanrı kötülükle ayartılmadığı gibi ken­disi de kim­seyi ayartmaz." Aynı zamanda İbraniler 4/15 'te şöyle ya­zar: "Çünkü başkâhinimiz, zayıflıklarımızda bize yakınlık du­ya­mayan biri değildir; tersine, her alanda bizim gibi denenmiş, ama gü­nah işlememiştir."
Mesih'in tanrılığına ilişkin itirazları reddetmeye oranla bu itirazı yanıtlamak biraz daha zordur; çünkü Kutsal Ya­zı­larda çok açık olmayan, İsa'nın tanrılığı ve insanlığı arasındaki ilişki alanına girer. İsa'nın iki doğası olduğunu aşağıdaki tabloda görüyoruz; fakat birbirleriyle nasıl ilişki içinde oldukları açık değildir.
İsa'nın Kişiliği:
Tanrı / İnsan
Kendisine Tapınıldı. (Matta: 2/2,11; 14/33; 28/9)
Kendisine dua edildi. (Elç.İşl.: 7/59; 1. Korintliler: 1/1-2)
Tanrı olarak çağrıldı. (Yuhanna: 20/28; İbraniler: 1/8)
Tanrı'nın Oğlu olarak çağrıldı. (Markos: 1/1)
Günahsızdır. (1. Petrus: 2/22; İbraniler: 4/15)
Herşeyi bildi. (Yuhanna: 21/17)
Sonsuz yaşam verir. (Yuhanna: 20/28)
Tanrılığın bütün doluluğu onda bulunur. (Koloseliler: 2/9)
Baba'ya tapındı. (Yuhanna: 17)
Baba'ya dua etti. (Yuhanna: 17/1)
İnsan olarak çağrıldı. (Markos: 15/39; Yuhanna: 19/5)
İnsanoğlu olarak çağrıldı. (Yuhanna: 9/35-37)
Ayartıldı/denendi. (Matta: 4/1)
Hikmette gelişti/büyüdü. (Luka: 2/52)
Öldü. (Romalılar: 5/8)
Et ve kemikleri olan bedene sahiptir. (Luka: 24/39)
Kutsal Yazılar'dan İsa'nın insan doğasının kendi tanrısal doğasından hiçbir zaman ayrı olmadığını ve birlik içinde ol­­­duğunu görüyoruz. Kutsal Yazılar'da yine Tanrı'nın gü­nah işleyemeyeceğini görüyoruz ve Tanrılığın bütün do­lu­luğunun Mesih'te olduğunu görüyoruz. (Yuhanna: 1/1,14; Koloseliler: 2/9)
Bundan dolayı, İsa'nın Tanrı olduğu gerçeğini kabul et­tiğimize göre, İsa'nın günah işlemesinin olanaksız olduğu so­nucuna kolaylıkla varabiliriz. Öte yandan, İsa gerçek bir in­­sandı. Bundan dolayı, İsa'nın gerçekten ayartılmış olabileceğini söylemek adildir. Fakat soru inatla devam etmektedir: Eğer İsa'nın günah işlemesi olanaksız ise, o zaman gerçekten nasıl olur da ayartılabilir? Bunu yanıtlayabilecek yeterli yanıtım olduğunu zannetmiyorum. Fakat ben yine de yanıtlamaya çalışacağım:
İsa yaptıklarının tümünü Baba'ya bakarak yaptı. İsa şöyle söyledi, “İsa Yahudi yetkililere şöyle karşılık verdi: Size doğ­ru­su­nu söyleyeyim, Oğul, Baba'nın yaptıklarını görmedikçe kendiliğinden birşey yapamaz. Baba ne yaparsa Oğul da aynı şeyi yapar.” (Yuhanna: 5/19) Ayrıca İsa şunu da söyledi: “Ben kendiliğimden hiçbir şey yapamam. İşittiğim gibi yargılarım ve benim yargım adildir. Çünkü amacım kendi istediğimi değil, beni gönderenin is­tediğini yapmaktır." (Yuhanna: 5/30)
İsa, Matta 12:22-32'de cinleri insanlardan kovuyordu. Fe­risiler , İsa'nın yaptıklarının Şeytan'ın gücüyle yapmış ol­du­ğunu söyleyerek suçladılar. İsa onların bu suçlamalarının, Kutsal Ruh'a küfretmek olduğunu ve bağışlanmayacağını söyledi. İsa bunu neden söyledi? Çünkü İsa'nın hiçbir mu­cizesini tanrısal doğasıyla değil, içinde olan Kutsal Ruh ara­cılığıyla bir insan olarak yaptığına inanıyorum. Bundan do­layı İsa kovduğu cinleri Kutsal Ruh'un gücüyle kovuyordu. İsa'nın mucizelerinin, onun vaftizinde Kutsal Ruh'un ü­ze­rine gelmesinden sonra başladığını görüyoruz.
İsa Tanrı'nın yasasını yerine getirmek ve günahlarımız uğ­runa kurban olmak için insan olarak geldi. Bunu bir in­san olarak yaptı. Şeytanın ayartmalarına karşı dayanırken, Kutsal Yazılardan insan olarak alıntı yaptı. İsrail'de yer­yü­zündeki hizmetine başlamak üzereyken tanrısal doğasına dayanmadı. İnsan olarak ayartıldı ve Tanrı'nın Sözüne da­ya­nanak ayartılmaya karşı koydu. Kendi tanrısal doğası ile değil, Kutsal Ruh ile cinleri kovdu. Bundan dolayı, İsa tanrısal doğasında değil insan doğasındayken ayartıldı. Tan­rısal doğasından "destek" alarak yapmadı. Tersine, ayartılma anı geldiğinde tamamen Baba'ya, Kutsal Ruh'a ve Tanrı Sö­züne dayanarak ayartılmalardan başarıyla geçti.] (Bkz.: www.isamesih.org ve www.carm.org/islam/obj_Jesus-sin.htm)
Böyle bir şey olabilir mi? Hem insan, hem tanrı...Bazen insan, bazen tanrı...Ayartıldığı zaman insan, diğer zamanlarda tanrı...Yani İsa; hem insan, hem de tanrı...İnsanlar, onun hangi haline itibar edecekler?..
İsa, gerçekten tanrının kendisi ise; tanrı, kendi kendini mi ayartıyor/denemeye tabi tutuyor?..
Hem; "Bu itirazı yanıtlamak biraz daha zordur; çünkü Kut­sal Yazılarda çok açık olmayan, İsa'nın tanrılığı ve insanlığı ara­sındaki ilişki alanına girer..." deniyor, hem de; akıl, ilim ve din dışı bir takım zorlama izahlara giriliyor. Birşeyin ba­tıl olduğunu söylemek varken, hakikatin sınırlarını bu ka­dar zorlamaya gerek var mı?
***
İsa'nın 'tanrı' olamayacağını çeşitli vesilelerle açıkladık. Ancak Hıristiyan dünyasından da bir örnekle bu hususu pe­kiştirelim:
İngiltere Monoteist Kilisesi 'nin kurucusu John Biddle (1615-1622) tarafından deklare edilen on iki esasta, İsa'nın ulu­hiyetine haklı gerekçelerle karşı çıkılmaktadır:
" 1- Tanrı'dan farklı olan Tanrı değildir. Kutsal Ruh, Tan­­rı­'­dan farklıdır. Öyleyse Kutsal Ruh, Tanrı değildir.
2- İsraillilere Kutsal Ruhu gönderen, Yehova'dır. Öyleyse Yehova, Kutsal Ruh Değildir.
3- Kendi isteğince konuşmayan, Tanrı değildir. Kutsal Ruh, kendi isteğince konuşamaz. Öyleyse Kutsal Ruh, Tan­rı de­ğildir.
4- Tanrıya hiçbir şey öğretilmez Mesih, öğretilen şeyleri söyler. Öyleyse Mesih, Tanrı değildir. Yuhanna, 8/26; 'Ben söylediğim herşeyi O'dan işittim.'
5- İsa Yuhanna İncili'nde şöyle der; 'Herşeye herşeyi veren her kimse, yalnız o Tanrıdır.' Başkalarından alan, Tanrı olamaz.
6- Başkası tarafından gönderilen, Tanrı değildir. Kutsal Ruh, Tanrı tarafından gönderilmiştir. Öyleyse Kutsal Ruh, Tanrı değildir.
7- Herşeyi vermeyen, Tanrı değildir. Tanrı'nın verdiğini alan, her şeyin vericisi değildir.
Tanrı'nın verdiği şeyi alan, insandır. Verilenin, vericinin kudretinde ve tertibinde görülen Tanrı imajı saçmadır. Re­sullerin İşleri: 17-25 : 'Tanrı herşeye hayat soluğu ve bütün şeyle­ri verir.'
8- Yer değiştiren, Tanrı değildir. Kutsal Ruh, yer de­ğiş­ti­rir. Öyleyse; Kutsal Ruh, Tanrı değildir.
9- Hükmün gelmesi için Mesih'e ibadet eden, Tanrı de­ğil­dir. Kutsal Ruh, böyle yapmıştır.
Öyleyse; Kutsal Ruh, Tanrı değildir.
10- Kendisine iman edilmeyen, Tanrı değildir. İnsanlar, Kutsal Ruh'a iman etmediler.
Şakirdler bile. Öyleyse Kutsal Ruh, Tanrı değildir.
11- Tanrı'dan olduğu için ikinci elden işiten Mesih, Tan­rı'­dan vahy edilen şeyleri bildirir.
Kutsal Ruh da, Tanrı'dan aldıklarını va'z etmiştir. Öy­ley­se; ne Kutsal Ruh, ne de Mesih, Tanrı değildir.
12- Tanrı'dan pek çok hususta farklı olan, Tanrı değil­dir. Kutsal Ruh, Tanrı'dan pek çok yönde farklıdır. Öyleyse Kut­­sal Ruh, Tanrı değildir." (*)
(*): Esasen, -Hıristiyan Amentüsü metni dışında- İsa, Yeni Ahid'in hiçbir yerinde ‘Ben Tanrıyım' demiyor. Bilakis, tam aksini söylüyor. Mesela, Matta 12/18'de; “İşte, benim seçtiğim kulum...” diyor. Tanrı'nın bu sözünü söyleye­rek, bunu kendisine tatbik eden İsa, Tanrı'nın kulu ve kölesi olmaktan gurur duymaktadır! Yine Matta 24/36 ve Markos 13/32'ye göre; dünyanın sonu ne zaman gelecek? sorusuna İsa şöyle cevap verir: “Fakat o gün ve saat hakkında, ne göklerin melekleri, ne de Oğul; yalnız Baba'dan başka kimse birşey bilmez.” Aynı şekilde Yuhanna 5/19'da şöyle denmektedir: “Doğrusu ve doğrusu size de­rim: ‘Baba'nın yapmakta olduğunu gördüğü şeyden başka Oğul kendiliğinden birşey yapamaz; çünkü O, ne şeyler yaparsa Oğul da onları öylece yapar.'” İsa, Tanrı olmadığını, fakat O'nda ‘fena fi'llah' olduğunu açıkça söylemektedir. (İslamiyet ve Hıristiyanlık, s. 23)

26 Kasım 2000 Pazar

AVRUPANIN KÖLELERİ

Köleliğin Tarihçesi

Köle, bütünüyle başka bir insanın malı olan, herhangi bir eşya gibi alınıp satılabilen kişidir. Kölelik, eskiçağlardan 19. yüzyıla kadar süren uzun bir tarih boyunca çeşitli biçimlerde var olmuştur.
Köleler, taşınır herhangi bir mal gibi görüldükleri ve onlara hiçbir hak ve özgürlük tanınmadığı için, kendilerinden istenen her türlü işi yapmakla yükümlüydüler. Efendilerinin kötü davranışları, ağır yaşam ve çalışma koşulları, insan sayılmayan binlerce kölenin ölümüne yol açtı. Bir köle için kölelikten kurtulmanın tek yolu efendisince özgürlüğünün geri verilmesi, yani azat edilmesiydi.
İnsanlar tarih boyunca, içinde yaşadıkları topluma ve döneme göre çeşitli yollardan kölelestirildiler. Savaşta tutsak edilmek, bir suç nedeniyle cezalandırılmak, borcunu ödeyememek ya da köle ana babadan dünyaya gelmek, köle olmanın çeşitli biçimlerindendi.

İnsanların ancak kendi yaşamlarını sürdürebilecek kadar üretebildikleri eskiçağlarda kölelik yoktu. Zamanla üretimde kullandıkları araçlar geliştikçe tüketebileceklerinden daha fazla üretmeye başladılar. Bundan sonra, savaş tutsaklarını öldürmek yerine kendileri için çalıştırmaya başladılar ve onların ürettikleri fazla ürüne el koydular. Böylece köleler ve kölelik doğdu.
Sümerler’de köleler ya ev hizmetlerinde ya da tarlalarda çalıştırılırdı. Kâr getiren bir mal olarak alınıp satılmaya başlamaları daha sonraki dönemlere rastlar. İlk olarak Eski Yunan’da köleler toplumun temel sınıflarından biri oldu ve ekonomi ağırlıkla köle emeğine dayandı. Burada köleler daha çok ev hizmetlerinde ve tarımda çalıştırıldılar. Köleler yurttaş sayılmadıkları için hiçbir hakka sahip değillerdi. Köle sayısı çok artan Roma İmparatorluğumda, kölelerin bazıları madenlerde ve taşocaklarında çalıştırılırken, bazıları da halkı eğlendirmek amacıyla yırtıcı hayvanlarla ya da birbirleriyle ölümüne dövüştürülürdü. Daha şanslı olanlar ise çiftliklerde ve evlerde çalıştırılırdı.
Bu dönemde, birçok köle içinde bulunduğu koşullara başkaldırarak ayaklandı. Bunların en önemlisi Spartaküs Ayaklanması’dır. İÖ 73’te İtalya’da, Capua’da gladyatör olarak satılan Spartaküs, bazı kölelerle birlikte kaçarak Vezüv Dağı’na sığındı. Başka kaçak kölelerin de onlara katılmasıyla tüm İtalya’ya korku salan 100 bin kişilik bir ordu oluştu. İki yıl sonra Spartaküs bir çarpışmada öldürülünce, güçleri parçalandı ve ayaklanma sona erdi.
Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra kölelik geriledi, ama hemen ortadan kalkmadı. 8., 9. ve 10. yüzyıllarda Almanya’da tarım işçilerine olan gereksinimin artması köleliğin canlanmasına yol açtı. Bu amaçla birçok savaş tutsağı Slav köleleştirildi. 13. yüzyılın sonlarında Avrupa’nın birçok bölgesinde kölelerin yerini artık serfler almıştı. Serfler, toprağa ve beylerine bağlı üreticilerdi. Köleler gibi alınıp satılmaz ama efendilerini ve bulundukları yeri de terk edemezlerdi. Topraklar, üzerinde yaşayan serflerle birlikte alınır ve satılırdı. Ortaçağda serfler ekonominin belkemiğiydi.
Hıristiyan Kilisesi ve İslam dini, modern çağa gelinceye kadar köleliğe karşı çıkmadı. Müslümanlar ile Hıristiyan Avrupa arasındaki uzun süren savaşlarda, her iki taraf da aldıkları savaş tutsaklarını köleleştirdi. Bununla birlikte Müslümanlar’ın aldıkları tutsakların çoğu ağır işçi olmak ya da ırgat olarak tarlalarda çalıştırılmak yerine, ev hizmetlerinde çalıştırıldı. Ayrıca, Müslümanlık’ ta köle azat etmek sevap olduğu için, kölelerin bir bölümü azat ediliyor ve İslam dinini kabul ederek topluluğun bir üyesi olabiliyordu.
Osmanlılar’da genellikle savaşlarda ya da korsanlık yoluyla tutsak edilen kişileri köle olarak kullanmak, alıp satmak geleneği vardı. Bunun dışında başka ülkelerdeki pazarlardan satın alınarak ülkeye getirilen kölelere de rastlanırdı. Köle ticaretini yalnızca Müslüman tüccarlar yapabilir, Hıristiyanlar da köle satın alabilirdi. Müslüman köle kullanmak ise yasaktı. Köleleri tarımsal üretimde ya da zanaat üretiminde çalıştırmak Osmanlı Devleti’nde yaygın olmamakla birlikte rastlanan bir olguydu. Özellikle İstanbul çevresindeki padişahlara ait has çiftliklerde ortakçı kullar adıyla; Bursa’da dokumacılıkta ve bıçak yapımında köle emeği kullanılmıştı. Ayrıca Hıristiyan tutsakların beşte birine devletin el koyması ve bunları Türkleştirerek devlet hizmetinde kullanmasıyla başlayan devşirme sistemi de Osmanlılar’a özgü bir tür kölelik sayılabilir. Osmanlılar’da esir ticaretine dayalı kölelik 1847’de resmen kaldırıldı. Devşirme sistemi ise fetihlerin duraklamasına paralel olarak daha 17. yüzyılda önemini yitirmeye başladı, 18. yüzyılın ortalarında da bütünüyle ortadan kalktı.

AFRİKA’DAN KAÇIRILAN KÖLELER VE BATI
Bir kısım aydınımız bacak bacak üzerine atarak yok efendim bizi Osmanlı geri bıraktı, bizi İslam geri bıraktı; bak elalem Ay’a taşındı derken acaba bu zenginliğin kaynağını hiç sorgularlar mı?


BATININ ZENGİNLİĞİNİN ÖNEMLİ BİR KAYNAĞI: AFRİKA’DAN KAÇIRILAN KÖLELER
Bir kısım aydınımız bacak bacak üzerine atarak yok efendim bizi Osmanlı geri bıraktı, bizi İslam geri bıraktı; bak elalem Ay’a taşındı derken acaba bu zenginliğin kaynağını hiç sorgularlar mı? Sokakta ellerinde pankart taşıyan, mitinglerde özgürlük diye konuşan gencimiz yaşlımız Batı’nın zenginliğinin kaynağının kanlı paraya dayandığının  acaba ne kadar farkındadırlar. İnsanlarımıza bir örnek olarak 15. yy sonundan başlayarak 19. yy’a kadar devam eden Afrika’dan Amerika kıtasına köle ticaretini bu yazımda ortaya koymak istiyorum.
Nasıl Başladı?
1452’de Portekiz Kralı VI. Afonso’ya izin veren Papa savaşlarda yakalananların köle olarak satılabileceğine ve kullanılabileceğine dair resmi bir bildiri çıkartarak bu büyük zulme onay vermişti.
Nasıl Yayıldı?
Transatlantik Köle Ticareti Amerikan Kolonileri’nde ve daha sonra Amerika Eyaletleri’nde işgücü eksikliğinden ortaya çıkmıştır. Avrupa Kolonileri içinde iş- gücünden yararlanılan ilk köleler Amerikalı yerliler, yani Kızılderililerdi. Bu durum Afrika’dan yüklü miktarda ve uygun fiyata köleler getirilinceye kadar sürdü.
Yeni Dünya’da Kızılderilileri esir alan Avrupalı sömürgeciler esir ticaretine pek de yabancı değillerdi. Karayip Adaları’nda savaş ve salgın hastalık yüzünden yerli halkın telef olması neticesinde Kızılderili nüfusunun yerini bu dönemde Afrikalı yerliler aldı. Diğer bir örnekteyse, Güney Carolina ve Virginia’da Afrikalı köleleri daha ucuza elde edebilecek anlaşmaların altına imza atılarak Kızılderili esirlerin yerlerini Afrikalı esirler aldı.
Esir ticaret üçgeninin bir bacağı Avrupa’dan ticari malların Afrika’ya ihracatıydı. Bu ticaretin ikinci bacağını oluşturan Afrika hükümdarları ve tüccarları, 1440 yılından 1900 yılına kadar köle ticareti içinde aktif rol oynadılar. Her köle karşılığında Afrikalı hükümdarlar Avrupalılardan yüklü miktarda ticari mal temin ettiler. Yeni Dünya’da esirlerin işgücü ile üretilen pamuk, seker, tütün, pekmez ve rom gibi ticari malların Amerika’dan Avrupa’ya nakli ise üçgenin üçüncü ve son bacağını teşkil ediyordu.
Slave Coffle, Western Sudan, 1879 81_jpg
Kölelerin Taşınması Nasıl Gerçekleştirildi?
Köle taşıyan gemilere, “Tumberio”, yani “ölü taşıyıcıları” adi takılmıştır. Bu gemilerden biri ile denizi asan bir İtalyan Fransiskeni söyle yazmıştır. “Erkekler güverte altına üst üste yığılmış, ayaklanıp gemideki tüm beyazlari öldürürler korkusuyla da zincirlerle bağlanmışlardı. Kadınlar için, ikinci güverte arası ayrılmıştı. Hamile olanlar arka kamarada toplanmıştı. Çocuklar birinci güverte arasında, balık istifi gibi sıkıştırılmıştı. Uyumak istediklerinde, birbirlerinin üstüne düşüyorlardı. Doğal gereksinmelerini gidermek için sintineler vardı, ama çoğu yerini kaybetmek korkusuyla bulunduğu yerde rahatlıyordu. Özellikle erkekler acımasızca üst üste yığılmış oldukları için, bulundukları yerde koku ve sıcak dayanılmazdı. Atlantik Okyanusu 35–40 gün arasında aşılmaktadır. Ölüm oranı, havasızlıktan boğulma ve salgın hastalıklar yüzünden çok yüksektir. Bu oran %50’ye ulaşabilir. Çogu zaman salgınlarla baş edebilmek için hastalar öldürülür. (Amerika Kıtasına) varışta sağ kalanlar, açık arttırmalar sırasında iyi para etmeleri için, yeniden özenli bir bakımdan geçirilirler. Doğal olarak fiyatlar boya, yaşa, güce, cinsiyete vs. göre değişir. Tehlikelere ve kayıplara karşın, kazançlı olan bu ticaret, kaçakçılığa ve korsanlığa yol açar. İngiliz gemileri, sık sık zenci taşıyan gemilere saldırıp, yüke el koyar ve köleleri Virginia ya da Antillerde satarlar.” * Türk ve Dünya Tarihi Ansiklopedisi; Cilt 4, s.1176 ( Gelişim Hachette, Istanbul–1985)
slave-ship_Picture1
Gine körfezinde bulunan bu tip çok sayıdaki krallıklardan birine misafir olan bir tüccarın izlenimleri söyledir:
“Kral Peel… iç bölgelerden yollanacak binlerce zenci arasında bana iyi bir “yük” hazırlamakla uğraştığını söylüyor… Birkaç gün sonra boyunlarından uzun sırıklarla bağlı birkaç dizi zencinin geldiğini görüyorum. İşte benim yük’üm! 300 yolcumu karşılamaya hazırlanıyorum. Kadınlar kıç tarafta, erkekler ise kıç direğinden teknenin başına kadar dizilmiş ve hepsi de zincire vurulmuş. Yiyecek olarak hint patatesi, pirinç ve bolca su. Tabanca ve hançerlerimiz kemerlerimizde, kimi zamanda ellerimizde, doktor muayenesinden geçiyorlar… Muayene bitince hepsi kızgın demirle işaretleniyor. Bunu yaparken daha zayıf yaradılışlı olan kadınların etlerini fazla dağlamamaya özen gösteriyoruz.” (Aynı eser 1319-1312)
Nasıl Sona Erdi?
Afrika Kıtası’nın Atlantik kıyısı ve Afrika’nın iç kısımlarındaki yerlilerin satılması ve istismarına dayanan Atlantik Köle Ticareti Portekizliler tarafından 15. yy’da başlayıp 19. yy’a kadar sürdü.
Köle ticareti gelişmeye başlayınca hükümdarlar, köle karsılığı Avrupalılardan mal alarak gelirlerini artırmıslar, fakat bu mallar hep tüketimle ilgili olduğundan üretim biçiminin değişmesinde etkili olamamıştır.
Kuzey ve Güney Amerika’daki plantasyonlardan gelen istem çesitli uluslardan esir tüccarlarının milyonlarca Afrikalı zenciyi köle olarak götürüp buralarda satmaları sonucunu doğurdu. Bu yeni ticaret, Afrika’da bir ölçüde ekonomik hareketlilik yarattı. Kıyıdaki beyaz esir tüccarına içerilerden hemcinslerini yakalayıp getiren Afrikalılar, bu kıtanın koşulları içinde orta sınıf sayılabilecek bir öğe olarak ortaya çıktılar.
Batı ve Orta Afrika’dan Yeni Dünya’ya taşınan kölelerin çoğunluğu Avrupa ile Afrika devletleri arasında yapılan anlaşmalar çerçevesinde elde edilmiş olsa da, diğer kısmı da yağmalama esnasında kaçırılarak ele geçirilmiştir.
Kara Kıta için korkunç bir darbe olan bu yeni ticaret, ailelerinden ve vatanlarından koparılan milyonlarca insanın dramı bir yana, en sağlam insanların köle olarak seçilip götürülmesiyle, Afrika’yı insan gücünden de yoksun kıldı.
Afrika’da Avrupalılar tarafından kölelerin satın alındığı ve nakledildiği sekiz belli başlı bölge vardı. Bunlardan bir tanesi de Orta Afrika’da Kongo Demokratik Cumhuriyeti, batıda Gabon ve Angola’ydı.
Portekiz’i takiben Atlantik Köle Ticareti’nden paylarını almış olan diğer ülkeler, İspanya, Fransa, İngiltere, İskoçya, Almanya, Danimarka ve Hollanda’dır. Zaman içinde denizcilikte güçlenen İngiltere köle ticaretinde lider konumuna gelmiştir. Bristol ve Liverpool İngiltere’nin köle ticaret gemilerinin yola çıktığı belli başlı limanlarıydı. 17.yy’da Liverpool’dan yola çıkan her dört gemiden biri köle ticaret gemisiydi.
Atlantik Köle Ticareti’ne karşı zaman içinde ahlaki, ekonomik ve politik mulahefet başladı. Atlantik Köle Ticareti ilk olarak Hawai Devrim’inde (1791-1804) resmen yasaklanmıştır. Köle ticaretinde hayli aktif rol alan Danimarka köle ticaretini kanuni olarak ilk yasaklayan ülkedir (1792). İngiltere ise köle ticaretini Hawai kararlarından üç sene sonra yasaklamıştır. 1808 yılında da Amerika İngiltere’yi takiben köle ticaretini kanunen yasaklamıştır.
Amerikan İç Savaşı: Kuzey ve Güney Eyaletleri arasında 1861-1865 yılları arasında yapılmıştır. Savaşın başlıca sebebi, Başkan Lincoln’un köleliği kaldırma vaadi olmuştur.
Kaç  Köle Afrika’dan Kaçırıldı ve Etkisi Ne Oldu?
İngiliz Parlamentosu’nun raporlarına göre 1768’de Afrika’dan Amerika’ya İngilizler 60.000, Fransızlar 23.000, Hollandalılar 11.000, Portekizler 1.700 köle göndermiştir. Toplam olarak (bir yilda) 97.500 köle, 1787 yılında bu sayı (yılda) 100.000’e ulaşmıştır. Köle ticareti XVIII. yüzyıl boyunca sürekli artar.(Aynı eser syf. 1312
Bazı çağdaş tarihçilerin tahminlerine göre bu dönem içinde 12 milyon civarinda Afrikalı Yeni Dünya’ya taşındı. Bu insanlık tarihinin en büyük zoraki göçü olarak kabul edilmektedir. Diğer bir kaynağa göreyse bu rakam 25, hatta 40 milyona kadar çıkmaktadır.
Senegal başkanı Senghor’un Afrika sosyalizmi konusunda yapılan 1962 Dakar Kollokyumu’nda verdiği rakama göre ise, esir ticaretinin yapıldığı dönemde Amerika’ya 20 milyon esir varmıştır. Fakat 1 esir alırken avda veya gemi ambarında öldürülenler hesab edildiğinde korkunç bir rakam ortaya çıkmaktadır.

SONUÇ
Saint-Pierre’li Bernardin, Voyagea L’lle-de-France’da (ile-de-France’a Yolculuk), şu değerlendirmeyi yapıyordu: “Avrupalıların mutluluğu için şekerin ve kahvenin gerekli olup olmadığını bilmiyorum. Fakat bu iki ürünün dünyanın iki kıtasında mutsuzluğa yol açtıgını biliyorum. Amerika, ekin yetiştirecek topraklar elde etmek için boşaltıldı; şimdi de bu topraklarla uğrasacak insanları sağlamak için Afrika boşaltılıyor”. Maurice Lengelle: Kölelik, s.82 (Iletisim, Istanbul–1993)
Bu kadar çok sayıda köle ticaretinin gerçekleşmesi Afrika’nın sağlıklı nüfusunu kaybetmesine, Avrupa ve Asya’daki ülkelerde nüfus artarken Afrika’nın nüfusunun sabit kalmasına, yerel dili, kültürü ve dininin tahrip olmasına buna mukabil Amerika ve Avrupa’nın zenginleşmesine yol açtığı bir gerçektir.


koleligin tarihi
Hollanda bandıralı HMS Daphne gemisinde yasadışı taşınan köleler. 1 Kasım 1861. 1500-1870 yılları arasında yaklaşık 12 milyon Afrikalı köle, Amerika’ya getirilmiştir. Köle ticareti 1700’lü yıllarda en üst seviyeye çıkmıştır. En fazla köle satın alan ülke, dört milyon ile Brezilya’dır. Bu yıllarda, Florida ve Kaliforniyalı tacirler tarafından İspanya kolonilerinden Arjantin’e iki buçuk milyon köle satılmıştır. Değişik tacirler tarafından da, Fransız kolonilerinden bir milyon altı yüz bin, İngiliz kolonilerinden iki milyon ve Hollanda kolonilerinden beş yüz bin köle getirtilmiştir. Karaib Adalarındaki halkın % 90’ı da köleleştirilmiştir. Köle ticareti yapan gemilerdeki kaptan ve tayfaların en korktukları şey, kölelerin isyan etmeleriydi. Bu sebepledir ki, köleler götürülecekleri yere, el ve ayaklarından birbirlerine bağlanarak sevk edilirdi.

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...