24 Ocak 2013 Perşembe

PARAKLET (PERİKLET) KİMDİR ?





  PERİKLET(grekçe, ‘yüce, göksel, methedilmiş’ anlamına gelir yani Ahmed)
PARAKLET(‘teselli edici, avutucu, savunucu’)


BU KADAR BÜYÜK BENZERLİK NASIL OLUR DİYE HİÇ DÜŞÜNMÜYORLAR MI ? BU KADAR GEÇEN ZAMAN İÇERİSİNDE, BU TÜR FARKLILIKLARIN OLUŞMASI DOĞAL DEĞİL Mİ?


Hani Meryem oğlu Îsâ: “Ey İsrâil oğulları! Muhakkak ki ben, benden önce (gönderilmiş) olan Tevrât’ı tasdîk edici ve benden sonra gelecek ismi Ahmet olan bir peygamberi müjdeleyici olmak üzere size Allâh’ın (gönderdiği) bir peygamberiyim!” demişti . (61: 6)

Kur’ân-ı Kerîm’de, Sûre-i Saff 6. âyette, Cenâbı Hak Îsâ Aleyhisselâm’ın Peygamberimiz (sav)’i ismiyle müjdelediğini haber vermektedir.


Hristiyanlara ait internet sayfasında şöyle denilmektedir:

“Hıristiyanları ve Müslümanları aynı çelişkiye düşüren tüm yanlış anlama İncili tercüme eden kişilerin ‘teselli edici veya yardımcı’ anlamında kullandıkları paraklet sözcüğünün yazılış ve okunuşundan gelmektedir. Biz bu sözü paraklet olarak mı yoksa periklit olarak mı okuyacağız? ”
Müslümanlar orijinal Yeni (Ahit) Anlaşma"nın Grekçe yazıldığını çok iyi bilmektedirler (doğrusu çok kimse bilmez! H.İ.Pirahmet).
Grekçe dilindeki ‘periklet’ kelimesi ‘yüce, göksel, methedilmiş’ anlamlarına gelirken; İncil"de kullanılan asıl sözcükse ‘teselli edici, avutucu, savunucu’ anlamlarına gelmektedir. Bu nedenle, Müslümanlar Kur"ân’daki (61: 6) bu sureye dayanarak, İncil"de (Yuh. 14: 16 ve 16: 7) geleceği bildirilen kişinin kendi peygamberleri olduğunu ileri sürmektedirler. Çünkü yukarıdaki Kur"ân âyetinde geçen Arapça sözcük ‘Ahmed" Muhammed"in adlarından biridir ve övülmüş, medhedilmiş anlamına gelmektedir.’”




Yani fark çok küçük, Hz İsa (as)’ın Grekçe konuşmadığı gerçeğini lütfen unutmayalım. aslında paraklet’in okunuşunun öyle yada böyle olmasının ötesinde her iki anlamdada peygamberimizi anlatmaktadır.



Ahmed Deedat’ın incelemesine göre, bu isimlerde oynama o dereceye kadar gitmiş ki Hz Îsâ (as) (ve diğer peygamberlerin) isimlerine İbranicede olmayan ‘J’ harfi konarak örneğin Îsâ Jesus haline gelmiş. Ahmed Deedat, derki;

“Eğer ikinci gelişinde Îsâ (as)’a, ‘Jesus!, Jesus!’ diye seslensek, dönüp bakmaz bile, çünkü hayatında bu ismi hiç duymadı.


Ahmed Deedat. Luka 16. bapta ‘Dilenci ile Zengin Adam’ hikâyesini Îsâ (as) şöyle anlatıyor:

Zengin ve dilenci vefat edince biri cehennemi diğeri cenneti yaşar. Ceheneme gidecek olan kişi İbrahim’den (as) yardım ister. Hâlbuki İbrahim (as) öleli ne kadar olmuş (Îsâ (as)’a göre fakat yaşamakta). Sonunda İbrahim (as) yardım (veya en azından dünyaya dönüp arkadaşlarını uyarmak) isteyene hitaben:
“İbrahim, ‘Onlarda Mûsâ’nın ve peygamberlerin sözleri var, onları dinlesinler.’ demiş.”

Îsâ (as) 1300 sene sonra
“Benî-İsrail peygamberleri âhirete gitmelerine rağmen, onların irşatları bizlerle beraberdir”
diyor.
Yine Hıristiyan internet sitesinde geçen,
“Sonsuza dek sizinle kalacak”,
ibaresinde sonsuz Muhammed’e uymuyor iddiası böylece hal oldu. Fakat bapta geçen “size” ile kastın, hemen Îsâ (as) ümmetine olduğu 600 sene sonra gelecek kimseye olmadığını söylüyorlar. Hâlbuki teşbihlerle dolu bir Şark kitabını batılı kafasıyla, kelimenin zahiri anlamıyla yorumluyorlar.
Ahmed Deedat’ın cevabı şu şekilde:
“Dünyanın başladığından, bin yıllar geçene dek ortaya çıkmayan Kutsal Kitaptaki ihbarların tevilinde Hıristiyanlar hiç zorluk görmüyorlar. Mesela Petrus’un ikinci hutbesinde zamanındaki Yahudilere hitaben: ‘Mûsâ şöyle demişti: "Tanrınız Rab size, kendi kardeşlerinizin arasından benim gibi bir peygamber çıkaracak. O"nun size söyleyeceği her sözü dinleyin. O peygamberi dinlemeyen herkes Tanrı"nın halkından koparılıp yok edilecektir.’ ( Elç. 3: 22-23)

Buradaki ‘Sana’, ‘Size’, ‘Sizlerin’ (Eski Ahit Yasa. 18: 18) Mûsâ (as) kendi ümmetine hitaben demesine rağmen, Petrus bunun 1300 sene sonra kendilerine baktığını söylüyordu. “


KUTSAL RUH: KUTSAL PEYGAMBER
Ahmed Deedat, “Hiçbir Kutsal Kitap âlimi Parakliti Holy Ghost’la(Kutsal ruh) eşitlememiştir” der. Ayrıca bu Kutsal Ruh’un peygambere eşdeğer anlamı kitaplarında kullanılmaktadır. Yuhanna iki mektub daha yazmıştır orda: “Sevgili kardeşlerim, her ruha inanmayın. Tanrı"dan olup olmadıklarını anlamak için ruhları sınayın. Çünkü birçok sahte peygamber dünyanın her tarafına yayılmıştır. (Yuhanna Mektup 1. 4: 1) Yanlış Ruh, yanlış peygamber; doğru ruh doğru peygamber anlamında kullandığı görülmektedir. Aynı ölçü Matta 7: 13’de tekrarlanmaktadır.
Aziz Yuhanna bizi muğlak bırakmıyarak bir test teklif eder: “Îsâ Mesih"in beden alıp bu dünyaya geldiğini kabul eden her ruh Tanrı"dandır. Tanrı"nın Ruhunu bununla tanıyacaksınız. Îsâ"yı kabul etmeyen hiçbir ruh Tanrı"dan değildir. Böylesi, Mesih-karşıtının ruhudur.” (Yuhanna 1. Mektup 4: 2-3) Ruhu peygamber olarak tanımlamıştı Yuhanna yukarda, dolayısıyla Tanrının Ruhu: Tanrının Peygamberi demek istiyor.


Prof. Dr. Maurice Bucaille; ise bu konuyu şu şekilde yorumlamaktadır;

Fakat o hakikat Ruhu gelince, size her hakikate yol gösterecek , zira kendiliğinden söylemeyecektir , fakat o hep işittiğini söyleyecek ve gelecek şeyleri size bildirecektir.o beni tebcil edecektir. ( Yuhanna 16,13-14)

Tercümelerde kullanılan tali ünvanlar ve geniş kitleye hitap eden eserlerde tefsirciler tarafından kullanılan tabirler , okuyucuyu , geleneksel din anlayışının bu parçalara vermek istediği anlama yöneltecek biçimde seçilmektedir .mesela tefsirci, A. Tricotn’un ; Paraclet, maddesinde bu tefsircinin kalaminde şunları okuyoruz
“Yunanca’dan Fransızcaya geçen bu isim veya bu unvan, Yeni Ahit’te sadece St. Yuhanna tarafından kullanılır; Bu isim dört defa, son yemekten sonra İsa’nın hitabesini naklederken (14,16ve 26; 15,26;16,7) bir defada onun birinci mektubunda ise Mesih’e uygun düşer. PARACLET YUNAN KÜLTÜR ETKİSİNDE KALMIŞ OLAN 1. YÜZYIL YAHUDİLERİ TARAFINDAN NORMAL OLARAK KULLANILAN BİR TABİR OLUP ŞEFAATÇİ,MÜDAFA EDEN ANLAMINI BELİRTİYORDU...........(Yani Kutsal ruh değil).

İsa Ruh’un Baba ve Oğul tarafından gönderileceğini ve o Ruh’un kendisinin dünya hayatı esnasında havarileri lehine gerçekleştirdiği üzere, yardım edici rolüne oğlun yerini tutma görevini ifa edeceğini haber veriyor . Mesih’in halefi olan ruh, PARAKLET yani herşeye gücü yeten şefaatçi olarak, işlerde rol alacak ve icraatta bulunacaktır.”(İşte burda anlamı nasıl değiştiriyor)

Şu halde bu yorum Kutsal Ruh’u Hz. İsa’nın dünyadan gitmesinden sonra , İnsanların en yüce rehberi yapmaktadır
AMA YUHANNA’NIN METNİYLE UYUŞUYOR MU?
Bu soru sorulmalıdır, zira yukarıda zikredilen son parağrafı Kutsal Ruh’a izafe edebilmek , ilk anda ilginç görünmektedir;
“zira kendiliğinden söylemeyecektir, fakat o hep işittiğini söyleyecek ve gelecek şeyleri size bildirecektir”
Kutsal Ruh’a konuşma ve işittiğini söyleme güçleri vermek , bize göre anlaşılacak şey değildir.
Yuhanna’nın birinci mektubunda Yuhanna, aynı Paraklet kelimesini, Tanrı katında şefaatçi olması vasfıyla sadece Hz isa yı nitelemek için kullanır. Yuhanna ya göre Hz İsa “bende Babaya yalvaracağım ve osize başka bir Paraklet gönderecek “(14,16) derken O, Pek ala demek istiyordu ki ALLAH insanlara bir başka şefaatçi göderecektir .
Nasıl ki bizzat kendisi de Dünya hayatı esnasında ALLAH katında insanların lehinde şefaatçi bulunuyordu.



Öyleyse Yuhanna’nın Paraklet’inde , Hz İsa gibi işitme ve konuşma melekesi ile mücehhez olan bir insan görmek mantığın götürdüğü bir sonuç sayılmalıdır. Yunanca metin, bu düşünceleri akla kesin olarak getirmektedir . Demek ki Hz İsa kendisinden sonra ALLAH’IN yeryüzüne kendisinden sonra bir başka insan göndereceğini ve Yuhanna’ya göre onun rolünü , bir cümleyle söylemek gerekirse, ALLAH’IN KELAMINI İŞİTEN VE ONUN MESAJINI İNSANLARA TEBLİĞ EDEN BİR PEYGAMBERİN ROLÜ OLACAĞINI HABER VERMEKTEDİR .
Kelimelere gerçek anlamları verilecek olursa Yuhanna’nın metninin mantıki yorumu bundan ibarettir.



Kaynak;
Prof. Dr. Maurice Bucaille
Ahmed Deedat, Muhammed (pbuh) the Natural succesor to Chirst, Mesihin (as) Tabii Halefi: Muhammed (sav)  

NELERİ KAÇIRDINIZ





  Adam otomobiliyle mola vermiş kasabanın girişindeki faytoncunun önünde...

Selam vermiş faytoncuya... Fayton imalatçısı güleryüzle karşılamış onu elindeki işi bırakmadan... Bir yandan da yabancının geldiği beyaz otomobiline bakmış yan gözle... Sonra burun kıvırıp konuşmuş...

“Bak bey, bu şeytan arabaları tehlikelidir!. Siz şehirliler pek meraklısınız ama bunlar başınıza iş açar!. Hızlıdır benim faytonlardan ama sonra devriliverir maazallah!. Bizim faytonlar salıncak yaylıdır, rahattır... Oturağını yumuşak yaparım ben... Tekerlekleri de böyüktür benim faytonun bir dönüşte epey yol kat eder!. Burdan kalktın mı soluksuz şehre kadar gidersin de bana mısın demez!. Benzinim bitti derdi de yoktur!. Üstündeki tente hem yağmurdan korur, hem de güneşten. İstersen açarsın tentesini üstü açık da gidersin etrafını seyrede seyrede... Dizginleri özel deridendir. Hem sağlamdır hem ellerini acıtmaz... Hemi bunlar çift beygirlidir... Git gidebildiğin kadar... Hem bu faytonlar çok bilimseldir. Tekerleğin çapını hesap etmek, dengesini hesap etmek, ne kadar yüksek olması gerektiğini hesap etmek hep bilim işidir!. Biz bilimsel çalışırız. Biz inanmışız bu işe ama biliminden de asla geri kalmayız faytonculuğun!.”

Onlar böyle konuşurken yabancıyı gören kasabalılar da toplanmış çevrelerine; kafa sallayarak tasdik ediyorlarmış faytoncuyu...

Faytoncu onlardan aldığı bu destekle daha da methetmeye başlamış faytonunu... Faytonun rahat huzurlu bir sürüşü olduğunu... Kasabalıların çevredeki köylere faytonla zevkle gidip geldiğini; faytonun arkasındaki dolapta eşyaların taşındığını... Kısacası faytonun ne kadar fazileti varsa hepsini sıralamış...

Kasabalılar da bu bilgiç fayton imalatçısını zevkle kendilerinden geçerek adeta huşu içinde dinlemişler, keyiflenmişler... Övünmüşler içlerinden böyle bilgiç faytoncuları olduğu için...

Ama hoşgörülü ve sevgi dolu oldukları için de beyaz metal yığını arabasıyla gelen yabancıyı kırmamışlar. Ayran ikram etmişler...

Yabancı sessizce seyretmiş kasabalıları...

Sessizce dinlemiş kasabanın bilgiç fayton imalatçısını...

“Haklısın efendi”, demiş fayton imalatçısına... “Çok güzel işler başarıyorsun... Allah gücünü kuvvetini arttırsın... Ne güzel; sen mutlu, hemşerilerin mutlu... Huzur afiyetle yaşayın...” demiş...

Sonra kalkmış yerinden... Yürüyüp beyaz arabasına binmiş...

16 saniyede hard top tepesini açmış otonun... Vites koluna parmağını dokundurup arabayı çalıştırmış. “Navigation” ekranından arabanın arkasına takılan çoluk çocuk olup olmadığını kontrol etmiş. Sonra da arabanın içinden el sallayıp, “Allah’a ısmarladık” demiş kasabalılara...

7 vitesli 493 beygirli, 2000 devirde 516 tork arabasının gazına basıp sessizce gözden kaybolmuş 5–6 saniye içinde!...

Kasabalılar cin görmüş gibi bakan gözlerle arkasında tozunu gördükleri arabanın gidişini şaşkın seyretmişler...

Faytoncu, hâlâ faziletinden ve güzelliğinden söz etmedeymiş kasabalılara sanki o yabancı hiç oraya gelmemiş gibi...

Kasabalılar da zevk ve hayranlıkla dinliyorlarmış faytoncuyu, uğrayan yabancıyı hiç görmemişçesine...

İşte size yine bir hikaye anlatarak gönlünüzü hoş ettim sanırım...

Ha bir de şu geldi aklıma... Hani İslâm Dini’ni beğenmeyip Budizm ve diğer bu tür inançlar peşinde koşanlardan söz etmiştim geçen konuşmalarımdan birinde... Tasavvufun hası Budizmdeymiş falan... İnsan nirvanaya ulaşacakmış kendi içinden “Ommmmmmm” diyerek...

Canlarım benim!.. Ortadaki Müslümanlığa bakıp, “İslâm” budur sanan aydınsı canlar! Ya Budizmde çare arıyorlar ya da Hristiyanlıkta İsa’ya tapınma yolunu seçiyorlar ... Tanrının oğlu gelip onları uzay gemisine bindirip babasının yanına götürecek ya!.

Ama ne yapsınlar?.. Düşünün bir... İnsaf edin...

İslâm Dini diye, uzayda yukarıda bir yere oturtulmuş tanrılı, “yukarıda Allah var” anlayışı, iki kefeli terazide tartılacak günahlar, sevaplar; buyruğuna karşı çıkanı Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi giyinmeyeni, sakal bırakmayanı “sünnete uymadı diye”cehenneme atacak din anlayışı... 1400 senede onyüzbin tane fetva ile oluşmuş bir şeriat anlayışı!..

Ne yapsın bu adamlar bir yerlere kapağı atmayıp da!.

Bütün bu toz bulutu ardında parlayan İslâm güneşi nasıl görülebilsin!.

İnsanların benim gibi kırk küsur senesini bu işin hakikatını bulmaya hasredecek şartları yok ki!.

Oysa, hangi anlayışta olursa olsun kıyamete kadar gelecek bütün insanlara hitap edecek kapsamda bir Kur’ân ve Din güneşi insanlığın üstünde parlamakta!.

Güneş istediği kadar güneş olsun, bulutlar göğü kapladı mı, güneşi göremez olursunuz ufkunuz da tepeniz de kararır! Hatta öyle olur ki önünüzü bile göremez olursunuz!. Tek çare o kapkara bulutlu yöreden, açık bulutsuz yörelere gitmektir...

Rasûlullah güneşi, bağnaz, derinliksiz, şekilci, militarist kafalı dindarlık bulutlarıyla örtülünce de, insanlar o anlayış yöresinden uzaklaşmak için nereye kaçacaklarını bilemiyorlar yıllardır... Kimi budizme, kimi hristiyanlığa hoşgörü ve sevgisi yüzünden!.

Oysa insanlar bir görebilseler Rasûlullah güneşini...

“Kolaylaştırın zorlaştırmayın, sevdirin nefret ettirmeyin”diyen o sevgi abidesini... Hayatını insanların geleceklerinin kurtulmasına adayan o muhteşem insanı bir görebilseniz...

“Yukarıda tanrı yok, boş yere olmayan şeye tapınıp dışardakinden bir şey beklemeyin. Allah adıyla her noktada ve zerrede var olanı dışarda değil kendi varlığınızda, özünüzde, kalbinizde, şuurunuzda, sırrınızda, hafinizde, ahfanızda arayın ve ona erin ki eriyesiniz” demeye çalışan o muhteşem Zâtı bir fark edebilsek!

“İster erkek ol ister kadın, sen yeryüzünde halifesin; Allah isimlerinin anlamını dışa taşıyan varlık olarak”, güzelliğini sana fark ettirmek isteyen o Allah Rasûlü’nü bir anlayabilsek...

“İki müslüman birbirine kılıç çekerse ölen de öldüren de cehennemdedir,” diyen...

“Bir kişi birisini küfürle itham ettiğinde, itham edilen Allah ve Rasûlüne iman eden bir kişi ise, itham eden kafir olur!” uyarısını yapan Nebiyullah’ı bir değerlendirebilsek...

Ve olayın en muhteşem yanını bir görebilsek...

Nedir o yan?

Nefsimizden başlayıp, nefsimizin hakikatına yükselen “mi’râc” yollu Allah adıyla işaret edilene uzanan yolculuk... Derûnumuzda...

Beynimizden başlayıp, doğa kanunları denilen, bedenimizin ve bedenimizin devamı olan ruhumuzun tâbi olduğu kanunları ve çalışma sistemini tanımakla devam eden ve evrensel gerçekleri fark ettiren dışsal yolculuk!.

“Her şey gördüğümden ibarettir; göremediğim şey yoktur!” ilkelliğinden, çağ dışılığından arınabilsek!.

“Dünya düzdür, gökte tanrı vardır, 3–5 kanatlı melekleriyle işlerini görüp, derdi gücü insanları ve cinleri cehenneme atmaktır; kainatın merkezi dünyadır; herşey insana yaranmak için yaratılmıştır” dar görüşlülüğünden kurtulup....

Muhteşem Allah Rasûlü’nün açıklamış olduğu “Sünnetullah” isimli evrensel yaratılış sistem ve düzenini fark edebilsek...

“Allah” adıyla işaret edilenin ve her zerrede isimlerinin özellikleriyle var olanın, tüm varlıktaki tasarruf ve tahakkümünün her birimin özünden gelen bir biçimde açığa çıkmak üzere var olduğunu kavrayabilsek!

İbadet denilen tüm çalışmaların, tanrıya yönelik değil; içsel yanı itibariyle kişinin kendi hakikatını tanıması ve Allah’a ermesi amaçlı; dışsal yanının da sonsuz yaşamını oluşturacak şartları hızla iyileştirmesi ve bunun için de kendindeki ilahi bağış olan kuvveleri tanıyıp kullanılır hale getirmesi gayesine dönük olduğunu fark edebilsek...

Hele hele... O muhteşem beynin Risalet ve Nübüvvet kemalâtını en kapsamlı biçimde kendinde açığa çıkarması sonucu bize evrensel mekanizmayı, neyin, neyi, nasıl oluşturduğunu, neler yaşanacağını ve yaşanacak olanlara karşı neden ve nasıl tedbirler alınması zorunlu olduğunu fark ettirmek için ne mücadeleler verdiğini fark edebilsek...

Kendisinde açığa çıkan ve bahşedilen evrensel sistem manueli mahiyetindeki o muhteşem Bilgi Kitabının kapsadığı zaman üstü gerçeklikleri basiretimizle okuyabilsek ve böylece Kur’ân’ın “RUHU”na erebilsek!..

Ah dostlarım ah...

Hangi birini anlatayım size...

Hep konu başlıklarını anlattım sizlere...

Oysa bu konuların detaylarına girsem saatler boyu, aylar boyu anlatsam bitiremem müşahedelerimi...

Biliyor musunuz, gençliğimde Grundig TK 145’li makaralı teyplerimi söküp tamir ederdim manueline bakıp kendi başıma.. Sonraları lambalı tv’ler çıktı, onların lambalarını değiştirip tüp ayarlarını yapmaya başlamıştım... 1303 kaplumbağamın karbüratörünü de söküp temizler hava ayarlarını, süpap ayarlarını yapardım... Daktilo tamiri ise çocuk oyuncağıydı bana. Sonra bilgisayar geldi karşıma 2 megabayt hard diski olan o günün en gelişmiş PC’si ile başladım işe... Şimdi ise Türkiye’ye gelmeden önce ASUS P5AD2–e bordlu, 10 devirli hard diski olan SATA 4 gig ram’li sata bilgisayarımı yapıp onu getirdim buraya...

Hep kendi göbeğimi kendim kestim hayatım boyunca, elimden geldiği kadarıyla!. Burnumu sokmadığım ne atom fiziği kaldı, ne kimya, ne tıp, ne psikiyatri... Hep “DİN”i daha iyi anlamak uğruna...

Düşündüm ki, Din ve Kur’ân’ı anlamak için tüm bu bilgilere ihtiyaç var. Zira Sistemde hepsi bir dişli bunların! Ve sonuçta sistem tümüyle entegre çalışan muhteşem bir mekanizma, Allah’ın yarattığı!.

Okumadığım hadis veya tasavvuf kitabı ne kaldı bilmiyorum...

Bunları anlaman için yaşamalısın diyen Ahmed Rufai’ye, Bursevi’ye bakıp 90 – 120 günlük riyazetler, 3 – 5 günlük bağlamalı yani hiç iftar etmeden tutulan oruçlar mı yapmadım...

Anlıyacagınız, yalnız yürüyüp, yanlızca Rasûlullah’a tâbi olarak ilerlediğim hayat yolunda denemediğim pek az şey kaldı...

Kimler nelerle korkutmadı, vehmimi tahrik etmedi ki!. Ama ben yalnızca Allah’a inandım ve yalnızca Allah’a güvendim.

Kimsenin anlayışı ile kendimi sınırlamadım... Hep yeniyi aradım... Herkesin görüşünü aldım, inceledim ama yalnızca kendi yolumda yürüdüm. Allah’ın bana takdir etmiş olduğu yolda O’nun ilmi, iradesi ve kudretiyle...

Yeniye açık olmayanın yeniye erişme şansı asla yoktur!.

Yeni şeyler daima yeni uygulamalar eşliğinde açığa çıkar!

Eski uygulamayla yeni şeyler üremez!.

Burada sizlerle samimî bir sohbet yapıp, yeni uygulamalar olmaksızın yeniye ulaşılamayacağını anlatmaya çalıştım. Her yeni açığa çıkanın arkasında kesinlikle yeni bir uygulama vardır!. Asla eski ile yeniyi elde etmek mümkün değildir kanaatimce!.

Ayrıca düşünüyorum ki...

Düzenli ve sistemli bir çalışma ve dahi ibadet süreci olmaksızın tasavvuf konuşmak okumak, “hobi” olmaktan öteye gitmez. Felsefe olarak kalır!.

Tasavvuf felsefesi okumak, tasavvuf felsefesi yazmak, tasavvuf ehli olmak değildir!.

Dünün tekrarı ile dünden öteye gidilmez!.

Şâh-ı velâyet Hazreti Âli, “çocuklarınızı yarına göre yetiştirin yaşadığınız güne göre değil!” derken...

Biz, kıyâmete kadar yeniliğini ve orijinalliğini koruyup, o çağın insanına hitap edecek özellikler ihtiva eden Kutsal KİTABI; günümüzde, dünün tekrarıyla, dündekiler gibi anlayıp yorumluyorsak; vay hâlimize!.

Bunları şunun için yazdım...

Yaşım gelmiş altmışa... Rasûlullah aleyhisselâmın dünyayı terk ettiği altmışbir yaşına bir senem kalmış. Beyin ve akıl sağlığım yerinde ne kadar hayatta kalırım bilemem.

Ben ne bir şeyhim, mürşidim ne de izlenesi bir önder; ne de başka bir unvan veya etiketi olan biri... Ve ne de başkalarından bir pâye bekleyen biri...

Kendimden söz etmemin sebebi de, bana göre çok değerli olan bu anlayış açıklıklarının, hiçbir çalışma yapılmadan havadan durduk yerde gelmeyeceği gerçeğini sizlere fark ettirmekti. İşte bu yüzden de bunları yazdım.

Ben, sadece sıradan bir düşünürüm ve yalnızca, düşüncelerimi yazarak arzu edenlerle paylaşırım.

Bu fikirlerden yararlananlar bizi okumaya devam ederler, fikirlerimizi veri tabanlarına uygun bulmayanlar da okumaz diledikleri gibi yaşamaya devam ederler.

Biz kendi çapımızda Allah’ın kolaylaştırdığı bazı yeni uygulamalarla —Kuddüs, Mürid ve Fettah isimlerine ağırlıklı devam suretiyle— bir kısım yeni bakış açıları edindik.

Diyoruz ki bu yüzden de...

Her yeni açılım veya oluşumun altında mutlaka yeni bir yaklaşım ve uygulama vardır.

Bu bugün de böyledir; yarın da böyle olacaktır!

İstidâd ve kâbiliyetiniz olsa dahi, klâsik uygulama ile klâsik verilerin ötesini elde edemezsiniz!.

DİN adı verilmiş olan ALLAH sistem ve düzeninin, bugüne kadar fark edilmemiş yeni yanlarını ve inceliklerini, sırlarını öğrenmek ve değerlendirmek için de, mutlaka yeni yaklaşımları ve çalışmaları, sistemli ve düzenli şekilde sonuç alana kadar yapmak zorunludur kanaatimce!.

Bahçede bir orayı bir burayı çapalayarak kuyu açamaz, suya ulaşamazsınız!.

Maymun iştahlı kişiliklerin, üç beş günlük çalışmayla bir yere varamayıp; sonra da, “bu bahçede su yokmuş” demesi, yalnızca kendisini hüsrana uğratır.

Şükründen âcizim, Rabbim kolaylaştırdı, nimetine erdirdi, kulluğumu, hiçliğimi fark ettirdi...

İnsanların dedikodusu ise beni ilgilendirmez. Aklı olan benim dedikodumla ömrünü boşa harcayacağına, kendisine gelecekte yararlı olan çalışmalarla yaşamını değerlendirir!

İşte bu anlayış içinde bugünlere geldim. Rasûlullah’ı ve O’nun anlattığı sistemi, getirdiği Kur’ân’ı, kapasitem kadarıyla anlamanın ve Allah’a kulluğumun huzuruyla dünyadan ayrılacağım günleri bekliyorum artık köyümde...

Dilerim Allah zikriyle sizlerin de gönlü huzur ve tatmine ersin!

Zira Allah’ı bilmenin insana yaşatacağı cennet hiçbir şeyde yokmuş!.

Dünyada ne elde ederseniz sonu vardır ve sonu, düşünen insan için tatminsizlik ve bunalımdır!.

Allah’ta Allah’la yolculuk ise sonsuzdur ve asla bıkmak diye bir kavram sözkonusu değildir!.

Kozasından çıkıp sonsuzluğa kanat açmaya çalışın ey Anka Kuşları!..

Farkedin sizler, minik serçeler olmadığınızı ve çevrenizdeki ufak yemlerin bir zaman sonra sizi tatmin etmeyeceğini...

22 Ocak 2013 Salı

İNCİLLERDEKİ ÇELİŞKİLİ ÇARMIH İZAHLARI

İNCİLLERDEKİ ÇELİŞKİLİ ÇARMIH İZAHLARI
Günümüz Hıristiyanları, "Yeni Ahit" olarak bilinen Kutsal Kitaba inanırlar. Bu kitapta Allah'a samimi bir biçimde iman ve ibadet etmeye çağıran, çok güzel ahlaki prensipler öğütleyen pek çok kısım vardır. Bu açıdan Yeni Ahit'in büyük bir bölümü, Kuran-ı Kerim'e mutabıktır. Bu nedenle Müslümanlar ve Hıristiyanlar pek çok ortak inancı paylaşmakta ve aynı ahlaki değerlere inanmaktadırlar. Bu, Müslümanlık ve Hıristiyanlık arasında diyalog ve işbirliği kurulmasına zemin oluşturan çok önemli bir gerçektir.
Ancak Yeni Ahit'e yer alan iki temel öğretinin yanlış olduğunu, Allah bize Kuran'da bildirmektedir.
Bunlardan birincisi, Hz. İsa'nın çarmıha gerildiği ve bunun tüm insanlar için bir tür "kurban verme" anlamına geldiği inancıdır.
İkincisi ise, Hz. İsa'nın "Allah'ın oğlu" olduğu iddiasıdır. (Allah'ı tenzih ederiz. Gerçekte Allah, çocuk sahibi olmaktan münezzehtir.)
İlginç olan bir nokta ise, bu iki inanç konusunda İncillerde yer alan açıklamaların da birbirleriyle son derece çelişkili olmasıdır.
Dört İncil
Yeni Ahit'te Hz. İsa'nın yaşamını ve tebliğini anlatan dört ayrı "incil" yer alır. Bu Dört İncil'in ilk üçü—yani Matta, Markos ve Luka—birbirlerine büyük ölçüde paraleldir. Bu nedenle Hıristiyan geleneğinde "Snoptik İnciller" olarak tanımlanırlar. (Snoptik, "aynı gözden" demektir ve üç İncil'in ortak bakış açısını ifade eder). Bunların arasında tarihsel olarak en erken yazılanı, Yeni Ahit'te ikinci sıraya konmuş olmasına rağmen, Markos'un İncilidir. Matta ve Luka'nın kendi İncilleri'ni yazarken Markos'u kaynak olarak kullandıkları ancak bazı eklemeler yaptıkları kabul edilmektedir.
Dördüncü İncil olan Yuhanna ise, Snoptiklerden çok kesin bazı çizgilerle ayrılır. Yuhanna'da anlatılan bazı olaylar Snoptiklerde yer almaz ya da bunun tersi sözkonusudur. Dahası, Yuhanna'nın anlattığı bir olay, Snoptiklerde tamamen farklı bir biçimde anlatılabilmektedir.
Çarmıh Konusu İle İlgili Çelişkili İzahlar
Daha önce de açıkladığımız gibi, Kuran'ı Kerim'de çarmıha gerilen kişinin aslında Hz. İsa olmadığı, Allah'ın mucizesiyle onun bir benzerinin çarmıha gerildiği, Hz. İsa'nın bu tuzaktan kurtuduğu bildirilmektedir.
Yeni Ahit'in İncilleri ise çarmıha gerilen kişinin Hz. İsa olduğu konusunda ısrarcıdırlar. Ancak, Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi ile ilgili anlatımlarında, başka hiçbir konuda çelişmedikleri kadar birbirleriyle çelişirler.
Bu konuda hem Snoptikler ile Yuhanna İncili arasında hem de Snoptiklerin kendi içlerinde büyük uzlaşmazlıklar vardır. Hz. İsa'nın havarileri ile birlikte yediği söylenen Son Yemekle başlayan, onun tutuklanması, yargılanması ile devam eden anlatım ile ilgili İnciller arasında büyük bir anlaşmazlık konusudur. Bu anlaşmazlıkların önemli noktalarını sırasıyla inceleyelim:
• Snoptikler Hz. İsa ile öğrencilerinin son yemeğinde "ekmek-şarap ayini" yaşandığını ileri sürerler. Oysa Yuhanna'da bu olaya hiç değinilmez. Bunun yerine bu incilde Hz. İsa'nın son yemek sırasında bir saygı ve sevgi ifadesi olarak "öğrencilerinin ayaklarını yıkadığı" gibi apayrı bir iddia yer almaktadır.
• Hz. İsa'nın Romalılar tarafından tutuklanması konusunda yine kesin bir anlaşmazlık vardır. Snoptikler'in iddiasına göre Yahuda İskaryot Hz. İsa'yı Romalılara göstererek ele vermiş, Yuhanna'ya göre ise Hz. İsa kendisini tanıtarak teslim olmuştur. Hz. İsa'nın Yahuda'ya verdiği cevaplar da çelişkili şekilde anlatılır: Matta'ya göre Hz. İsa "arkadaş, bunun için mi geldin?" demiş, Yuhanna'ya göre ise Yahuda ile Hz. İsa arasında hiçbir konuşma olmamıştır.
• Hz. İsa'nın tutuklanmasının ardından öğrencilerinin ne yaptığı konusu da anlaşmazlık nedenidir. Matta'ya göre öğrencilerin hepsi kaçmış, bir tek Petrus uzaktan Hz. İsa'yı izlemiştir. Markos ise Hz. İsa'yı sadece "keten beze sarınmış bir gencin" izlediği, bu gencin de yakalandığı ama keten bezin içinden sıyrılıp kaçtığı gibi garip bir detay anlatır. Luka, Matta gibi Hz. İsa'yı sadece Petrus'un izlediğini yazar. Yuhanna ise "Simon Petrus'la başka bir öğrenci İsa'nın ardından gidiyorlardı" diye yazmaktadır.
• Hz. İsa'nın kimin tarafından yargılandığı sorusunun cevabı da farklıdır. Snoptik İnciller Hz. İsa'nın Yahudi Yüksek Kurulu (Sanhedrin) tarafından yargılandığını anlatırlar. Yuhanna'ya göre ise Hz. İsa Sanhedrin tarafından değil, "o yıl başkahin olan Kayafa" ve onun kayınbabası Hanna tarafından yargılanmıştır.
• Hz. İsa'nın Roma valisi Pilatus tarafından yargılanması da farklı farklı anlatılır. Snoptikler'e göre Hz. İsa Pilatus'un kendisine yönelttiği suçlamalara hiçbir cevap vermemiş, sadece onun sorduğu "sen Yahudilerin Kralı mısın?" sorusuna "söylediğin gibidir" şeklinde kısa bir karşılık vermiştir. Yuhanna ise Hz. İsa'nın Pilatus'a uzun bir cevap verdiği, "Krallığının" bu dünyada değil, öteki dünyada olduğu konusunda detaylı bir açıklama yaptığı gibi bir iddia içerir.
• Çarmıhı kimin taşıdığı da tartışmalıdır. Snoptikler, çarmıhı Kireneli Simon adlı bir adamın taşıdığını yazarlar, Yuhanna ise Hz. İsa'nın çarmıhı kendisinin taşıdığını ileri sürer.
• Hz. İsa'yla birlikte çarmıha gerildiği kabul edilen haydutların tepkileri yine farklı farklı anlatılır. Hz. İsa'nın son sözleri olarak aktarılan ifadeler de çelişkilidir.
• İnciller çarmıh olayının zamanında da farklı bilgiler verirler. Snoptiklere göre olay Fısıh (Mayasız Ekmek) bayramının ikinci gününde, Yuhanna'ya göre ise Fısıh bayramından bir gün önce yaşanmıştır...
Bu çelişkilerin ortaya oldukça garip bir tablo çıkardıkları ise açıktır.
Çünkü Hz. İsa'nın yaşamının son gününü oluşturduğu söylenen ve Son Yemek'ten çarmıha kadar uzanan bu olaylar, Hıristiyanların kabulüne göre, yüzlerce görgü tanığının önünde gerçekleşmiş olaylardır. Sadece havarilerin katıldığı Son Yemek hariç, hepsi kalabalık önünde yaşanmış olmalıdırlar. İncillere göre Hz. İsa'nın tutuklanması, Yahudiler ve Romalılardan oluşan yüzlerce kişilik bir grubun gözleri önünde gerçekleşmiştir. Yine İncillere göre, çarmıh olayı da Kudüs'te, halkın gözleri önünde yaşanmış olmalıdır.
Peki bu denli çok görgü tanığının önünde yaşandığı söylenen bu olayların anlatımlarında bu denli keskin çelişkiler nasıl olabilir?...
Cevap açıktır: İnciller çarmıh anlatımlarında bu denli belirgin bir biçimde çelişmektedirler, çünkü anlattıkları hikaye, bir yanılgı üzerine kuruludur. Çarmıha gerilen kişi Hz. İsa değildir. Allah, bu mübarek peygamberi kurulan tuzaktan kurtarmıştır.
Hz. İsa Ölmemiştir, Allah Katındadır
Kuran’da Hz. İsa’yı öldürmek amacıyla inkar edenlerin bir tuzak kurdukları haber verilir. Ancak bu tuzağın sonu şöyle bildirilmiştir:
Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. (Al-i İmran Suresi, 54)
Ayetlerde de bildirildiği gibi, inkarcılar Hz. İsa’yı öldürmek için harekete geçmiş, tuzak kurmuşlardır. Ancak bu kişiler Hz. İsa’yı öldürmeyi başaramamışlar, onun bir benzerini, Hz. İsa zannederek öldürmüşlerdir. Allah, Hz. İsa’yı kendi Katına yükselterek, hazırlanan tuzağı boşa çıkarmıştır:
Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. (Nisa Suresi, 157)
Aynı ayetin devamında Hz. İsa’nın ölümü için şöyle buyrulmaktadır:
Hayır; Allah onu kendine yükseltti (refea). Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 158)
Ayette bildirilen gerçek açıktır. Hz. İsa'yı öldürmeye kalkışanlar, bunda başarılı olamamışlardır. Ayette geçen "...Ama onlara (onun) benzeri gösterildi..." ifadesi bu durumu açıkça haber vermektedir. Allah insanlara Hz. İsa'nın bir benzerini göstermiş ve Hz. İsa’yı da Kendi Katına yükseltmiştir. Ayrıca Rabbimiz, bu iddiada bulunanların gerçeğe dair bir bilgileri olmadığını da bildirmektedir.
Hz. İsa, öldürülmemiştir.
Kuran'da işaret edilen ve Peygamberimizin (s.a.v.) hadislerinde açıkça haber verilen bir gerçek ise, Hz. İsa'nın hayatta olduğu ve ahir zamanda dünyaya geri döneceğidir.


HIRİSTİYANLIKTAKİ ÜÇLEME YANILGISI
Kuran'da Hıristiyanların olumlu inançlarına ve ahlaki özelliklerine dikkat çekilir. Allah Hıristiyanların Müslümanlar için "insanlar içinde sevgi bakımından en yakın" olduklarını ve "büyüklük taslamadıklarını" bildirir. (Maide Suresi, 82) İslam'a göre Hıristiyanlar inkarcı değil, Yahudilerle birlikte, "Kitap Ehli"dirler. Yani Allah'ın önceki vahiylerine iman eden inançlı insanlardır.
Ancak Kuran'da Hıristiyanların çok büyük bir yanılgısına dikkat çekilir. Bu, Hz. İsa'ya ilahlık atfetme hatası olan "Üçleme" ifadesidir. Allah Kuran'da Hıristiyanları bu konuda şöyle uyarmaktadır.
"Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah'a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi ve kelimesidir. Onu (‘OL’ kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah'a ve elçisine inanınız; "üçtür" demeyiniz. (Bundan) kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek ilahtır. O, çocuk sahibi olmaktan yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur. Vekil olarak Allah yeter. (Nisa Suresi, 171)
Nitekim tarihi bilgilere baktığımızda da, Üçleme'nin Hıristiyanlığa sonradan girmiş bir hurafe olduğu ortaya çıkmaktadır.
Hıristiyanlığın Özü: Tevhid
Hıristiyanlık, ilk başta, Filistin'de yaşayan Yahudiler arasında doğdu. Hz. İsa'nın çevresinde bulunan ve ona inanan insanların tamamına yakını Yahudiydi ve Hz. Musa’nın şeriatına göre yaşıyorlardı. Yahudiliğin en temel özelliği ise tevhid inancıydı, Allah’a bir ve tek olana iman etmekti.
Ancak Hıristiyanlık Hz. İsa’nın Allah Katına alınışının ve Yahudilerin dünyasından çıkıp pagan dünyaya doğru yayılışının ardından farklılaşmaya başladı. Hz. Musa’nın şeriatının temeli olan tevhid inancı büyük bir değişikliğe uğradı ve Hıristiyanlar Hz. İsa'yı kendilerince bir ilah olarak kabul etmeye başladılar.
“Üçleme” inancı bu sürecin sonunda ortaya çıktı. Bu kavram, Hıristiyanlar için, “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh”tan meydana gelmiş üçlü bir Allah inancı anlamına gelmektedir. Üçleme, geleneksel Hıristiyanların en önemli iman şartlarındandır. Üçleme inancı sonsuz güç ve kudret sahibi olan Rabbimiz'e batıl bir anlayışla bakan, Allah’ın insanlara peygamber olarak gönderdiği Hz. İsa’ya uluhiyet veren yanlış bir inanıştır. Ancak, kendi içinde birçok çelişkiler barındırmasına ve tevhid inancının tamamen karşısında yer almasına rağmen, Hıristiyanların tahrif edilmiş inanç sistemlerinde çok önemli bir yere sahiptir. Üçlemeye, dolayısıyla Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğuna, inanmayan bir kişi geleneksel Hıristiyanlığın savunucuları tarafından gerçek bir Hıristiyan olarak kabul edilmez.
Üçleme'yi Kabul Etmeyenlere Baskı
İlginç olan bir nokta, Hıristiyanlık tarihi boyunca üçleme inancına karşı çıkıp, Hz. İsa’nın sadece Allah’ın peygamberi olan bir beşer olduğunu savunan çeşitli kişi ve akımların şiddetli baskılara maruz kalmış olmasıdır. Bu kişilerin İncil’den ve Hz. İsa’nın hayatından getirdikleri deliller her zaman göz ardı edilmiş, insanlar bu konularda konuşmaktan menedilmişlerdir. Bu tevhid inancı sahipleri, Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu söyleyenlere şiddetle karşı çıkmış, bunun açıkça “Allah'a şirk koşmak” olduğunu söylemişlerdir. Bu nedenle de asırlar boyunca “kafir”, “sapkın” (heretik) ve hatta “Hıristiyanlık düşmanı” olarak tanıtılmış, onlara destek verenler de aynı tepkilerle karşılaşmışlardır. Kimi yurtlarından sürülmüş, kimi de engizisyon mahkemelerince yakılarak öldürülmüş veya asılmışlardır. Bu tepkiler üçleme karşıtlarının sayıca artmalarını, fikirlerini yaymalarını engellememiştir. Ancak Hıristiyan dünyasında Allah’ın birliğine iman edenler, her zaman için üçleme savunucularının yanında azınlık konumunda olmuşlardır.
Ancak konuyu tarafsız gözle araştıranlar bile, gerçek Hıristiyanlığın, tarih boyunca baskı altına alınan sözkonusu muvahhid (tevhide inanan) Hıristiyanlık olduğunu tespit etmektedirler. Özellikle de 18. yüzyılda başlayan bağımsız Kitab-ı Mukaddes araştırmalarının büyük bir bölümünde, üçleme, kefaret ve benzeri Hıristiyan dogmalarının gerçek Hıristiyanlıkta yer almadığı sonucuna varılmıştır. Araştırmaları yapan uzmanlar, Tevrat, İncil ve diğer Hıristiyan kaynakları üzerinde yaptıkları incelemelerle, dünya üzerinde hakim olan geleneksel Hıristiyanlığın Hz. İsa döneminde yaşanan dinden önemli farklılıklar taşıdığını, Hz. İsa’dan asırlar sonra şekillendirildiğini ortaya koymuşlardır.
Üçleme İnancını Reddeden Hıristiyanlar
Bu tarihsel kanıtların da etkisiyledir ki, günümüzde bazı Hıristiyan mehzepler üçlemeyi reddetmektedirler. Örneğin dünyanın dört bir yanında kiliseleri bulunan Üniteryen Kilisesi, üçleme inancını kabul etmeyen çok büyük bir Hıristiyan topluluğudur. Bu cemaatin üyeleri –aralarında çeşitli görüş farklılıkları bulunsa da- Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu kabul etmemekte, Hıristiyanlığın bir ve tek olarak Allah’a iman etmeyi emrettiğini söylemektedirler. Büyük bir bölümü de Hz. İsa’nın tüm insanların günahlarına kefaret olarak çarmıha gerildiği yönündeki iddianın yanlışlığını vurgulamaktadırlar. Günümüzde üçleme karşıtı Hıristiyanlarla, farklı isimler altında ve farklı Kilise oluşumları şeklinde karşılaşmak mümkündür. Özellikle de Amerika’da “üçleme karşıtları” her geçen gün daha da güçlenmekte ve Hıristiyan dünyasında gerçekleri açıkça dile getirenlerin sayısı büyük bir artış göstermektedir. Bunlar arasında "The Worldwide Church Of God" özellikle dikkat çekicidir. Bu kilisenin kurucusu Herbert W. Armstrong, üçleme doktrininin pagan kültürlerden Hıristiyanlığa giren bir batıl inanç olduğunu savunmaktadır.
Bu konuda en çok dikkat edilmesi gereken nokta, geleneksel Hıristiyanlığı savunanlar tarafından Hıristiyanlığın temeli olarak gösterilen “üçleme” inancına Kitab-ı Mukaddes’in hiçbir bölümünde rastlanamamasıdır. Ne Yahudilerin Kutsal Kitapları olan Eski Ahit’te ne de Hıristiyanların kutsal metni olan İncil'de bu inanç yer almamaktadır. Üçleme inancı İncil’de yer alan bazı ifadelerin yorumlarına dayanmaktadır ve bu kelime ilk kez 2. yüzyılın sonlarında Antakyalı Theophilus tarafından kullanılmıştır. Bu inancın Hıristiyan inançlarına tam anlamıyla dahil olması ise çok daha sonraları gerçekleşmiştir. Bu nedenle de Kitab-ı Mukaddes araştırmacıları ve üçleme karşıtları özellikle “Hıristiyanlık dininin temeli olarak tanıtılan üçleme inancının Kutsal Kitap’ta açık ifadelerle yer alması gerekmez miydi? Eğer bu inanç gerçekten doğru olsaydı, Hz. İsa’nın bu konuyu tüm açıklığıyla insanlara anlatmış olması gerekmez miydi?” soruları üzerinde yoğunlaşmaktadırlar. Bu sorulara kendilerinin verdikleri cevap ise açıktır: İncil’de tüm açıklığıyla yer almayan, dolayısıyla ilk Hıristiyanlar tarafından bilinmeyen bir inanç, asla Hıristiyanlığın temeli olamaz. Bu, Hz. İsa’nın ardından ve yerleşik Yunan kültürünün etkisiyle oluşturulan mitolojik bir efsaneden başka bir şey değildir, Hıristiyanlığın özüyle de hiçbir ilgisi yoktur.
Aslında bu gerçek, İncil dikkatli bir biçimde okunduğunda da görülebilir.
İncil’de de “Allah’a Bir ve Tek Olarak İman Etmek” Esastır
Kuran'da Hz. İsa’nın Yahudilere şu şekilde tebliğde bulunduğu bildirilmektedir:
"Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin" (Maide Suresi, 72)
Hz. İsa'nın insanları tevhide çağıran ifadeleri, aksi yönden çarpıtma ve tahriflere maruz kalmış olan Yeni Ahit'in İncillerinde bile bugün hala bulunabilir. Örneğin Hz. İsa, Markos İncili'ne göre, kendisine gelerek "tüm buyrukların en önemlisi hangisidir?" diye soran bir Yahudi din bilginine şöyle cevap vermiştir: "En 'Dinle, ey İsrail! Allahımız olan Rab tek Rab'dir. Allahın olan Rab'bi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün aklınla ve bütün gücünle sev'önemlisi şudur: ." (Markos, 12/28-30)
Yine Markos İncili'nde yer alan aşağıdaki pasaj ise, Hz. İsa'nın kendisinin ilahlaştırılması bir yana, övülmesine bile engel olduğunu göstermektedir:
"İsa yola çıkarken, biri koşarak yanına geldi. Önünde diz çöküp O'na, "İyi öğretmenim, sonsuz yaşama kavuşmak için ne yapmalıyım?" diye sordu. İsa ona, "Bana neden iyi diyorsun?" dedi, "iyi olan tek biri var, O da Tanrı'dır." (Markos, 10/17-18)
Aslında tek başına bu pasaj bile üçlemenin Yehi Ahit'e aykırı bir inanç olduğunu göstermeye yeterlidir. Hz. İsa övgü kabul etmeyip övülmeye layık olanın sadece Allah olduğunu vurgulayarak, kendisinin Allah'ın bir kulu olduğunu çok açık bir biçimde ifade etmektedir.
Gerçekte Hz. İsa Allah'ın bir peygamberidir Hz. Musa’nın getirdiği vahyin tahrif edilmesinin ardından, insanları Allah'ın birliğine çağırmak, O’ndan başka ilah olmadığını insanlara tebliğ etmek için gönderilmiştir. O, Hz. Musa’nın getirdiği hak dini dejenere edip bozan İsrailoğullarını bağnaz geleneklerinden uzaklaşıp, batıl inanışlarını terk etmeye, sadece Allah’a teslim olmaya çağırmıştır. Ayetlerde Hz. İsa’nın İsrailoğullarına tebliği şu şekilde bildirilir:
İsa, açık belgelerle gelince, dedi ki: "Ben size bir hikmetle geldim ve hakkında ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını size açıklamak için de. Öyleyse Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Şüphesiz Allah, O, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; şu halde O'na kulluk edin. Dosdoğru yol budur." (Zuhruf Suresi, 63-64)
"Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin. Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur." (A-li İmran Suresi, 50-51)
Müslümanlara, Hıristiyanlara, Yahudilere ve tüm dünya insanlarına düşen de, bu İlahi çağrıya uymaktır.

MÜSLÜMAN OLMAYANLARI VE MÜNAFIKLARI GERÇEK KURTULUŞA DAVET



     ilk önce şunu hatırlatmak isterim.Kur'an-ı Kerim de Ali imran suresinin 19. ayeti kerimesi bize şöyle buyurur."Allah katında din islamdır".anlaşılıyorki başka din yoktur.
      Ayrıca hz. İsa aleyhisseyam kendisinden sonra bir kişinin geleceğini ve adının Ahmet olacağını bildirmiştir.
      3. olarak Hz. İsa da Hz. Musa da Hz. İbrahim de Müslümandı.Bu Kur'an-ı kerim dede geçmektedir.
      Ve size bü islamiyete davet buroşürünü göndermek istiyorum.Gerçek bir müslüman olursanız Allah'ın izni ile ve geç deyip bize acırsa cennetine alır.Yok eğer Hıristiyanlık diye olmayan bir dinde kalırsanız cehennemin dibini ebedi olarak boylarsınız.şunu hatırlatmak isterim.Mahşerde Allah(c.c.) Adem Aleyhisselam'a buyuracak ki: Cennetlikleri ve cehennemlikleri ayır.Adem (A.s.) diyecek ki: Nasıl ayırayım? yine Allah(C.c.): 999 ü cehnneme 1 i cennete...  Anlaşılıyorki CENNET KOLAY DEĞİL CEHENNEM LÜZUMSUZ DEĞİL. BU BROŞURU OKUYUN !!!!!


HIRİSTİYANLARI HİDAYET VE GERÇEK KURTULUŞA DAVET

(Bu broşür; İslâm’da Allah inancını, Hazret-i İsa’nın durumunu kısaca özetlemek ve hıristiyanları hidayet ve gerçek kurtuluşa davet etmek amacıyla hazırlanmıştır.)



AZİZ VE CELİL OLAN ALLAH-U TEÂLÂ
KUR’AN-I KERİM’İNDE ŞÖYLE BUYURUYOR:
“DE Kİ: O ALLAH BİR TEKTİR.” (İHLÂS: 1)
HIRİSTİYANLAR İSE: “BABA, OĞUL, KUTSAL RUH”
DİYEREK ÜÇ İLÂH KABUL EDİYORLAR.
BU NE BÜYÜK BİR SAPMIŞLIKTIR.

ALLAH-U TEÂLÂ İHLÂS SÛRE-İ ŞERİF’İNDE
KESİN OLARAK BEYAN BUYURMAKTADIR:
“DOĞURMAMIŞ, DOĞURULMAMIŞTIR.” (İHLÂS: 3)
HIRİSTİYANLAR İSE: “İSA MESİH ALLAH’IN OĞLU” DİYORLAR.
BUNDAN BÜYÜK CEHALET Mİ OLUR?

HALBUKİ İSA ALEYHİSSELÂM KUR’AN-I KERİM’DE HABER VERİLDİĞİNE GÖRE ŞÖYLE SÖYLEMİŞTİR:
“BEN ALLAH’IN KULUYUM. O BANA KİTAP VERDİ
VE BENİ PEYGAMBER YAPTI.” (MERYEM: 30)
HIRİSTİYANLAR İSE İSA ALEYHİSSELÂM’I İLÂHLAŞTIRDILAR.
BU NE BÜYÜK DALÂLETTİR.

ALLAH-U TEÂLÂ KEHF SÛRE-İ ŞERİF’İNİN 4-5.
ÂYET-İ KERİME’LERİNDE ŞÖYLE BUYURUYOR:
“VE ‘ALLAH ÇOCUK EDİNDİ.’ DİYENLERİ UYARMAK İÇİN.
BU HUSUSTA NE ONLARIN NE DE ATALARININ BİR BİLGİSİ VARDIR.
AĞIZLARINDAN NE BÜYÜK SÖZ ÇIKIYOR! ONLAR YALNIZ VE
YALNIZ YALAN SÖYLERLER.”
HIRİSTİYANLAR, HAZRET-İ ALLAH’A EVLÂT İSNAT EDİYORLAR.
BU NE BÜYÜK AYMAZLIKTIR.

ALLAH-U TEÂLÂ ÂYET-İ KERİME’SİNDE BUYURUR Kİ:
“MUHAMMED İÇİNİZDEN HERHANGİ BİR ADAMIN BABASI DEĞİL, FAKAT
O ALLAH’IN RESUL’Ü VE PEYGAMBERLERİN SONUNCUSUDUR.” (AHZÂB: 40)
HIRİSTİYANLAR İSE İNCİL’DE HABER VERİLMESİNE RAĞMEN:
“BİZ İSA’DAN ÖTESİNİ TANIMIYORUZ.” DİYORLAR.
BUNLAR KENDİ KİTAPLARINA DAHİ İNANMIYORLAR.
BU NASIL BİR DİN ANLAYIŞIDIR?



Peygamberlere ve İsa Aleyhisselâm’a iman etmek İslâm dininin iman esaslarındandır. Biz Allah-u Teâlâ’nın gönderdiği bütün peygamberlere ve kitaplara inanırız.

“Hepsi Allah’a, meleklerine, Kitaplar’ına ve peygamberlerine iman ettiler. “O’nun peygamberlerinden hiçbirini diğerinden ayırmayız...” derler.” (Kur’an, Bakara: 285)

Allah-u Teâlâ bize böyle beyan buyuruyor. Biz İsa Aleyhisselâm’a ve ona indirilen bozulmamış İncil’e ve Allah’ın gönderdiği diğer bütün peygamberlere iman ederiz. İslam inancına göre İsa Aleyhisselâm Hazret-i Allah’ın büyük peygamberlerinden birisidir. Bakire Meryem’den babasız olarak dünyaya gelmiştir. Adem Aleyhisselâm nasıl ki babasız olarak yaratılmışsa İsa Aleyhisselâm’ın yaratılması da bu şekildedir. Nitekim bugünkü tıp ilminin ulaştığı seviye bu durumun kavranmasını daha kolay kılmaktadır. Hazret-i Allah beşeri sıfatlardan ve çocuk sahibi olmaktan münezzehtir.

Bu hakikatleri anlamak ve kabul etmek istemeyen yahudiler, İsa Aleyhisselâm hakkında, babasız dünyaya geldiğini bahane ederek “zina çocuğudur” dediler, iftira ettiler, hıristiyanların bir kısmı “ilâh” dediler, bir kısmı “ilâhın oğlu”, bir başka fırka da “üçten biridir” dediler. Oysa hakikat Kur’an-ı kerim’de bildirildiği gibidir:

“Hiç şüphe yok ki, İsa’nın babasız dünyaya gelişi de Allah nezdinde Âdem’in durumu gibidir. Allah Âdem’i topraktan yarattı, sonra ona “Ol!” dedi, o da oluverdi.” (Âl-i imrân: 59)

Allah-u Teâlâ’nın Meryem Vâlidemiz hakkındaki beyân-ı ilâhisi de şudur:

“Irzını korumuş olan İmrân kızı Meryem de bir misaldir. Biz ona ruhumuzdan üflemiştik. Rabb’inin sözlerini ve Kitaplar’ını tasdik etmişti. O bize gönülden itaat edenlerdendi.” (Tahrim: 12)

Hıristiyanlar “Allah üçtür: Baba, oğul, ruhul kuds; Üç esas, üç şahıs olarak tek esastır.” diyerek “Üç ilâh” anlayışına sapmışlardır. Bunun hangisi Allah’tır? Bu bâtıl bir zihniyet değil mi? Bu doğru mudur?

“Sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Şüphesiz ki Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuk sahibi olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisâ: 171)

İslâm dininin hak din olduğunu, Hazret-i Kur’an’ın Allah-u Teâlâ’nın indirdiği son kitabı olduğunu, Muhammed Aleyhisselâm’ın da Allah-u Teâlâ tarafından gönderilmiş hak ve son bir peygamber olduğunu biliyorsunuz, ancak inkâr etmekte inat ediyorsunuz.

“Ey ehl-i kitap! Niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?” (Âl-i imrân: 71) Allah-u Teâlâ size sesleniyor.

Ey okuyucu! Bile bile hakkı, hakikati gizleme. Hidayete gözlerini kapama. İnkârda inat etme.

Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’inde, Nisâ sûre-i şerif’inde yine size sesleniyor:

“Allah’a ve peygamberlerine inanın. (Allah) üçtür demeyin!” (Nisâ: 171)

Allah’ın bir olduğuna, her türlü beşeri sıfattan münezzeh olduğuna iman edin. Allah-u Teâlâ’ya çocuk isnad etmek çok büyük bir zulümdür, büyük bir inkârdır:

“‘Rahman çocuk edindi’ dediler. Andolsun ki siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız. Onlar o Rahman olan Allah’a çocuk iddia ettiler diye, bu sözden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecekti. Halbuki Rahman olan Allah’a çocuk isnat etmek aslâ yakışmaz.” (Meryem: 88-92)

Yaratma ile üretme arasındaki farkı anlayamıyor musunuz? Doğurma ve doğmanın, her şeyden önce bir yaratmaya bağlı olduğunu düşünemiyor musunuz? Gözleriniz bu kadar kör mü?

Halbuki Kur’an-ı kerim’de beyan buyurulduğuna göre İsa Aleyhisselâm şöyle söylemişti:

“Allah benim de Rabb’imdir, sizin de Rabb’inizdir. Artık ona kulluk edin, bu doğru yoldur.” (Zuhruf: 64)

İsa Aleyhisselâm böyle buyuruyor, hıristiyanlar ise onu Allah yerine koyuyorlar, ilâh kabul ediyorlar. Bu iftiranız karşısında İsa Aleyhisselâm size sahip çıkar mı? Allah-u Teâlâ’nın huzuruna hangi yüzle çıkacaksınız? Mahlûktan Allah olur mu? Ne kadar sapmış olduğunuzu görmüyor musunuz?

“Halbuki Mesih onlara demişti ki:

Ey İsrâiloğulları, benim de Rabb’im sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.

Kim Allah’a ortak koşarsa, muhakkak ki Allah ona cenneti haram kılar.

Varacağı yer ateştir, zâlimlerin yardımcıları yoktur.” (Mâide: 72)

İsa Aleyhisselâm size hitap ediyor, Allah’a ortak koşmaya devam ederseniz, cehennemde ebedi kalacağınızı söylüyor. Hala uyanmayacak mısınız?

Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’ın bir diğer beyanını Kur’an-ı kerim’de bize şöyle haber veriyor:

“Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitap verdi ve beni peygamber yaptı.” (Meryem: 30)

Hıristiyanlar ise hâşâ İsa Aleyhisselâm’ı Allah olarak kabul ediyorlar. İsa Aleyhisselâm; “Ben Allah’ın oğlu değilim, kuluyum. Ben Allah değilim, O’nun peygamberiyim, elçisiyim.” diyor. Hıristiyanlar bir mahlûku Allah yaparak kayıyor, bu mübarek peygambere iftira atıyor, yoldan çıkıyorlar. Hâşâ insandan Allah olur mu? Bu ne kadar büyük bir inkârdır.

İsa Aleyhisselâm’a uluhiyet isnad edenler hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:

“‘Allah, Meryemoğlu Mesih’tir.’ diyenler gerçekten kâfir olmuşlardır.” (Mâide: 72)

“Andolsun ki: ‘Allah üç ilâhtan üçüncüsüdür.’ diyenler kâfir olmuşlardır.” (Mâide: 73)

“Allah üç ilâhtan üçüncüsüdür.” demek, hem “Üç” kelimesi, hem de “Üçüncü” kelimesi itibariyle olmak üzere iki yönden katıksız şirktir. Bir ilâhtan başka ilâh olmadığı halde üç ilâh farzetmek, bir olan Allah’ın hakkını inkârdır, zulümdür. “Allah üç” demek gibi bir çelişkidir.

“Oysa bir tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer bu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan inkâr edenlere çok acıklı bir azap dokunacaktır.” (Mâide: 73)

Bu gibi sözlerden ve teslis inancından vazgeçmeyenlere Allah-u Teâlâ açıkça küfür damgası vurmuştur. Onlar en şiddetli bir azapla azaba uğrayacaklardır.

“Meryem oğlu Mesih ancak bir peygamberdir.” (Mâide: 75)

İlâh değildir. Ancak Allah-u Teâlâ’nın delil ve fermanı ile gönderdiği bir elçi, bir tebliğci, bir peygamberdir. Allah-u Teâlâ hususi olarak bazı peygamberlere mucizeler verdiği gibi, ona da doğruluğunu göstermek için apaçık bazı mucizeler vermiştir. Eğer Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm vasıtası ile ölüleri diriltti ise, şüphesiz ki Musa Aleyhisselâm vasıtasıyla âsâya can verdi ve âsâ sürünen bir yılan oldu. Bu ötekinden daha hayret vericidir. Eğer İsa Aleyhisselâm babasız yaratıldıysa, şüphesiz Âdem Aleyhisselâm hem anasız hem babasız yaratılmıştır. Bu daha şaşırtıcıdır. Bunların hepsi Allah katındandır. Musa Aleyhisselâm ve İsa Aleyhisselâm ancak Allah-u Teâlâ’nın yaratıcı kudretinin tecelli yerleri ve vasıtalarıdır.

İsa Aleyhisselâm ilk olarak gelmiş bir peygamber de değildir:

“Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir. Annesi de sıddîka (çok doğru) bir kadındı. Her ikisi de yemek yerlerdi.” (Mâide: 75)

Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm ve Meryem Validemiz hakkında “yemek yerlerdi” buyuruyor. Yani İsa Peygamber yerdi, içerdi, gezerdi, bir insandı çünkü. Böyle bir kimse Allah olur mu? Allah öyle bir Allah ki ne evveli var, ne de sonu var.

Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm hakkında gerçek dışı beyan ve inançlarda ısrar eden ehl-i kitabın bu müfrit telâkkilerini reddeder. Hıristiyanların Allah’ı bırakıp İsa Aleyhisselâm’a tapacak kadar onun hakkında aşırı tazimde bulunmak suretiyle düştükleri sapmışlıklarını anlatarak şöyle buyurur:

“Ey Ehl-i kitap! Dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin.” (Nisâ: 171)

Onu ancak yüksek sıfatlarıyla, güzel isimleri ile nitelendirin. O’na bir eş ve bir çocuk veya buna benzer zatına yakışmayan şeyleri nisbet etmeyin.

“Meryem oğlu İsa Mesih, Allah’ın peygamberidir.” (Nisâ: 171)

O sadece Allah-u Teâlâ’nın seçkin peygamberlerinden bir peygamberdir, sizin iddia ettiğiniz gibi Allah’ın oğlu değildir.

“Meryem’e ulaştırdığı kelimesidir.” (Nisâ: 171)

O’nun taraf-ı izzetinden tecelli eden bir emirdir. “Ol” emr-i şerifiyle var olmuştur.

“Ve O’ndan bir ruhtur.” (Nisâ: 171)

Kendisinin yaratmasıyla meydana gelen bir ruhtur. O’nun “Kün” emri ile bir mucize olarak vücuda getirdiği için kendisine bir şeref olmak üzere “Kelimetullah” denilmiştir. Bu ruhun Allah-u Teâlâ’ya izafe edilmesi şerefini yükseltmek içindir. Allah-u Teâlâ onunla birçok ölü kalplere hayat vermiştir.

Şu halde;

“Allah’a ve peygamberlerine inanın. (Allah) üçtür demeyin. Sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Şüphesiz ki Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuk sahibi olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisâ: 171)

İsa Aleyhisselâm kendisine insan olmanın dışında bir sıfat yakıştırmak isteyenlere kul olduğunu hatırlatmak ihtiyacı duymuş ve:

“Ben ancak Allah’ın kuluyum.” buyurmuştur. (Meryem: 30)

Muhataplarına: “Beni ilâh edinin.” dememiş, bilakis:

“Şüphesiz ki Allah benim de Rabb’im, sizin de Rabbinizdir. O’na kulluk edin. İşte doğru yol budur.” diye nasihatte bulunmuştur. (Meryem: 36)

Allah-u Teâlâ Tevhid akidesini temelinden yıkan Üç İlâh (Teslis) inancının doğuracağı elim akıbeti haber vermektedir. Allah’tan başka iki ilâh edinenlerle İsa Aleyhisselâm ilâhî huzurda yüz yüze getirilecekler, Allah’a ve Peygamber’ine iftira edenler hak ettikleri cezayı göreceklerdir.

Allah-u Teâlâ, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize hitap ederek bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“De ki: Rahman’ın çocuğu olsaydı, ona kulluk edenlerin ilki elbette ben olurdum.

Göklerin ve yerin Rabbi, arşın da Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıkları noksan sıfatlardan münezzehtir.

Bırak onları! Kendilerine vaad edilen günlerine kavuşuncaya kadar dalsınlar, oynayıp dursunlar.” (Zuhruf: 81-82-83)



Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde Zât-ı akdes’ine kullarından bir parça isnad edenler hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Kullarından bir kısmı, O’nun bir cüz’ü kıldılar. İnsan gerçekten apaçık bir nankördür.” (Zuhruf: 15)



Kur’an-ı kerim’de Allah-u Teâlâ’nın çocuğu olmaktan münezzeh olduğuna dair beyanlar sık sık ifade buyurulmaktadır:

“Allah çocuk edindi dediler. Hâşâ! O yücedir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Hepsi O’na boyun eğmişlerdir.” (Bakara: 116)

Allah-u Teâlâ’nın çocuk edindiğini söylemek, O’nun insanlara benzediğini söylemek mânâsına gelir. O halde hiçbir şeyin kendisine benzemediği Zât-ı Ecell-ü A’lâ’nın çocuk edinmesi aslâ düşünülemez. O, başlangıcı ve sonu bulunmayan yegâne yaratıcıdır.

“Elinizde O’nun çocuk edindiğine dair hiçbir delil yoktur. Allah hakkında bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?” (Yunus: 68)

Allah-u Teâlâ onların ileri sürdükleri iddiâlardan ne kadar uzaktır! Çocuğu olduğunu haber vermediğine veya bu mânâya gelebilecek bir beyan Zât-ı Akdes’inden sâdır olmadığına göre, bu gibi kimseler kuru bir zanna isnat etmektedirler.

“De ki: Allah’a karşı yalan uyduranlar aslâ iflâh olmazlar.” (Yunus: 69)

Korktuklarından emin, umduklarına nâil olamayacaklar, cennete değil cehenneme sevkedileceklerdir.

“Bak! Nasıl da Allah’a yalan yere iftira ediyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter!” (Nisâ: 50)

Bundan başka hiçbir günahları olmasa bile, bu iftiraları onların hepsini gölgede bırakan büyük bir günah olur.

“O hiçbir çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, mukadderatını tayin etmiştir.” (Furkan: 2)

Her şey bütün mukadderatı ile O’nun kudret eli altındadır. Her şeyin bir sınırı ve ölçüsü vardır ki, kul onu aslâ aşamaz. O’nun kudretine ise sınır ve son yoktur. Bunun içindir ki hiçbir şey, yaratılmış olma sınırını aşıp da O’na ortak olmaya güç yetiremez.

“Yahudiler: ‘Üzeyir Allah’ın oğludur.’ dediler.” (Tevbe: 30)

Bu sapmışlıkları ile hıristiyanların: “Mesih Allah’ın oğludur.” sözüne bir kapı açmış oldular.

“Hıristiyanlar da: ‘Mesih (İsa) Allah’ın oğludur’ dediler.” (Tevbe: 30)

Başlangıçta bunu söyleyenler bir kısım hıristiyanlar ise de, sonradan hemen hepsi böyle söylemeye başladılar, hatta böyle söylemeyenleri kâfirlikle itham ettiler.

“Bu, daha önce inkâr edenlerin sözlerine benzeterek geveledikleri sözlerdir.” (Tevbe: 30)

Bunlar ehl-i kitaptan olmakla beraber müşriklere benzerler ve müşrik sayılırlar.

“Allah onları kahretsin! Nasıl da uyduruyorlar?” (Tevbe: 30)

Bu iftiralarından dolayı Allah-u Teâlâ’nın ilâhî gadabına maruz kalmışlardır.

Hıristiyanlar o ilk günahtan kurtulmak için aklı ve nefsi bu teslis inancına feda etmek gerektiğini ve bu fedâkârlığı yapmanın bu imanın şartı ve kurtuluş sebebi olduğunu iddiâ ederler ki, bütün bunlar Allah inancını hafife almaktan başka bir şey değildir. Büyük bir saygısızlıktır.

Teslis inancı, hıristiyanlığın kaynağından gelen bir inanç değildir. Tahriften kaynaklanan bâtıl inancıdır.

İsa Aleyhisselâm’dan sonra ilk yazılan Markos incilidir. Bu incilde İsa Aleyhisselâm’a “Sen Mesih’sin.” (8/29) denilirken, Luka’da “Sen Tanrının Mesihisin.” (9/20) geçmekte, Matta’da ise “Tanrının oğlu Mesih’sin.” (16/16) ibaresi yazmaktadır. Halbuki Matta ve Luka birçok alıntıyı Markos’tan yapmıştır. Yuhanna ve Pavlusun mektuplarında da teslis inancı mevcuttur. Hıristiyanlığa bugünkü teslis inancının sokan ve Hazret-i İsa’ya uluhiyet isnad eden fikirlerin babası Pavlus’tur.

Bugün hıristiyanların ilahi kitap olarak sahip çıktıkları İncil’in yaklaşık yarısı yahudi dönmesi Pavlus’un mektuplarından müteşekkildir.

“Yahudi dönmesi Pavlus Romalı bir hahamdı ve Hıristiyan olmadan önce bir çok Hıristiyana zulmetmişti. Hıristiyan olduktan sonra kiliseye yazdığı mektuplar İncil’in 27 kitabının hemen hemen yarısını oluşturuyordu. ‘Tanrının oğlu’ ve ‘haç’ Pavlus’un öğretilerinin temelini oluşturuyordu.” (Us News and World Report, 20 Nisan 1992, sf. 70)

Hıristiyanlıktan dönme eski bir pastörün (papazın) dediği gibi “Pavlus’un cin fikirli mektupları iftiracılık, dedikoduculuk, kıskançlık, ispiyonculuk, casusluk öğretir.” Özellikle bu mektuplar birçok tenakuz ve takiyyecilikle doludur.

“Hıristiyanlığa üçlemeyi sokan Aziz Pavlus, asıl adı Saul olan Tarsuslu bir yahudidir. Aziz Pavlus, ‘İsa bana inerek üçlemeyi öğretti’ diyerek ortaya çıkmadan önce de Kudüs’te Kabbala öğretimi yapmaktaydı.” (The Concised Atlas of the Bible, sf. 124)

“Kilise Anadolu’ya yayıldıkça İsa Mesih ‘Tanrının oğlu’ olarak geçmeye başladı ki, bu Pavlus’un mektuplarının başlıca konusuydu.” (A.g.e, sf 70)



Allah-u Teâlâ hıristiyanları uyarmak, gittikleri yolun yanlışlığını onlara duyurmak için Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:

“De ki: Allah’ı bırakıp da, size ne bir zarar ne de bir fayda vermeye gücü yetmeyen şeylere mi tapıyorsunuz?” (Mâide: 76)

Hepsi de mahiyetleri itibariyle Allah-u Teâlâ’nın yaratıklarıdır. Hiçbir fayda ve hiçbir zarar verme imkânına sahip değildirler.

“Oysa Allah işitendir, bilendir.” (Mâide: 76)

Kullarının kendisine karşı ibadet ve duâlarını işittiği gibi, kalplerde gizlenen ve saklanan şeyleri de bilir. Dolayısıyla herkese hakettiğini verecektir.

“De ki: ‘Ey ehl-i kitap! Dininizde haksız yere taşkınlık yapıp sınırı aşmayın.” (Mâide: 77)

Ey hıristiyanlar! Siz Mesih’in hak olan peygamberliğini geçip de onu ilâhlık mertebesine çıkarmayınız.

Ey yahudiler! Siz de onun peygamberliğini inkâr ederek değerini düşürmeye cüret etmeyiniz.

“Daha önce hem kendileri sapmış, hem de birçoklarını saptırarak doğru yoldan ayrılmış bir topluluğun hevâ ve heveslerine uymayın.” (Mâide: 77)

Burada sapan ve saptıranlardan maksat, yahudi ve hıristiyanların ileri gelenlerinden sapkınlıkta çığır açan ve o yolda yürüyenlerdir. Bunlar dinlerinde hakkı hedef edinmemişler, bu sebeple haksız yere aşırı giderek geçmişlerini körü körüne taklit etmişlerdir.

“Nefislerinin kendileri için öne sürdüğü şey ne kötüdür.” (Mâide: 80)

Bu inançlarının, bu sapkınlıklarının vahim neticelerini ahirette elbette göreceklerdir.



İslâm dini ilk insan ve ilk peygamber Hazret-i Âdem Aleyhisselâm ile başlamış, zamanın akışı içerisinde ve her peygamber gelişinde en mükemmele doğru daima bir gelişme kaydetmiştir. Hazret-i Musâ Aleyhisselâm’a indirilen İslâm, Hazret-i Nuh Aleyhisselâm’a indirilen İslâm’dan daha geniş ve daha mükemmeldi. Hazret-i İsâ Aleyhisselâm’a gönderilen İslâm, Hazret-i Musa Aleyhisselâm’a indirilen İslâm’dan daha şümullü ve daha mükemmeldi. Muhammed Aleyhisselâm gelince de kemâlini buldu ve son şeklini aldı.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı beğendim.” buyuruyor. (Mâide: 3)

Artık İslâm’dan sonra kıyamete kadar yeni bir din, yeni bir peygamber gelmeyecektir.

Bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:

“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i İmran: 19)

Çağlar boyunca insanlığın maddî mânevî bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir özelliğe sahiptir.

İslâm dururken eski dinlere uymak, gündüz gökte yıldız aramak gibidir.



Tahrif Edilmiş İncil Dahi İsa Aleyhisselâm’ın
Kulluğuna ve Peygamberliğine Dair İfadelerle Doludur:

Yuhanna İncili’nde (6/14) “Gerçekten, dünyaya gelecek peygamber budur.” Luka İncili’nde (7/16) “Aramızda büyük bir peygamber ortaya çıktı.” Matta İncili’nde (13/57) “Bir peygamber, kendi memleketinden ve evinden başka yerde itibarsız değildir.” cümlesi ve buna benzer birçok beyan İsa Aleyhisselâm’ın açıkça resül, elçi ve gönderilmiş bir peygamber olduğunu gösterir. Diğer taraftan bütün bu ifadeler “Allah’ın oğlu.” tabirleri (Luka: 9/35, Matta: 3/17, Markos: 1/11, Yuhanna: 1/18) ile tenakuza düşmektedir. İsa Aleyhisselâm için bir yerde “Peygamber” başka bir yerde “Allah’ın oğlu” diyorlar. Böyle bir durum ilâhi bir kitapta ve dinde olmaz. Bu, İncil’in tahrif edildiğini gösterir.

Kur’an-ı kerim İsa Aleyhisselâm’ın durumunu sarih bir şekilde beyan eder.

“Hani havarilere, ‘Bana ve peygamberime iman edin’ diye ilham etmiştim. Onlar (da), ‘İman ettik, bizim Allah’a teslim olmuş kimseler (müslümanlar) olduğumuza sen de şahit ol’ demişlerdi.” (Mâide: 111)

“Mesih de, Allah’a yaklaştırılmış mukarreb melekler de, Allah’a kul olmaktan aslâ çekinmezler.

Kim O’na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki O, hepsini huzuruna toplayacaktır.” (Nisâ: 172)

“O, sadece kendisine nimet verdiğimiz ve İsrâiloğullarına numune kıldığımız bir kuldur.” (Zuhruf: 59)

İsa Aleyhisselâm bir beşerdir, insanlara hidayet yolunu göstermek için Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Peygamberlik vazifesi ise halkı Allah’ın birliğine ve yalnız O’na kulluk yapmaya dâvet etmekten ibarettir.



İlahi Kitap Kuran-ı Kerim
ve Bugünkü İncil:

Kur’an-ı kerim son peygamber Hazret-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında Allah tarafından kendisine indirilmiş ve kayda geçirilmiştir. Daha sonra müslümanlar tarafından çoğaltılarak yayılmıştır. Bugün yeryüzündeki milyonlarca Kur’an-ı kerim nüshası arasında hiçbir harf farkı dahi yoktur. Kur’an-ı kerim’e iftira atarak eksikliğini iddia edenler dahi ikinci bir nüsha gösterememektedirler. Zira böyle bir şey söz konusu bile değildir. Nitekim Almanlar 2. Dünya Savaşı yıllarında çeşitli yüzyıllarda yazılmış binlerce nüshayı karşılaştırmışlar ve farklı bir Kur’an bulamamışlardır. İlk yıllardaki Kur’an ile bugünkü Kur’an nüshalarının aynı olduğunu rapor etmişlerdir.

Oysa bugünkü İncil dört farklı kişinin kaleminden çıkmadır. Ve daha saklanan birçok İncil nüshalardan bahsedilir. İçinde Hazret-i Allah’a ve İsa Aleyhisselâm’a ait olmayan beyanlar, kişilerin hikâyeleri, mektupları ilave edilmiştir. Bu sebeple tenakuzlar, çelişkiler sayılamayacak kadar çoktur.

Protestan papazı (Ordained Methodist Minister) C. Leslie Mitton Jesus: The Pact Behind the Faith (William B. Eerdmans Publishing Company Grand Rapids, Michigan, 1974 U.S.A, sh: 10) isimli kitabında şunları rapor ediyor:

“İsa’ya saygıyla itibar edenler arasında bile, Kilisenin onun Tanrı’nın eşsiz oğlu olduğu iddiasını ciddiye almayan, fakat onu çok harikulade bir insan olarak değerlendiren pek çok insan vardır. Kitab-ı Mukaddes bile artık her sözü gerçekten doğru olan bir Tanrısal kitap olarak kabul görmemektedir, fakat diğer insanlar kadar hataya ve cehalete maruz kalabilen insanlar tarafından üretilmiş bir yazılar koleksiyonu olarak itibar görmektedir. ‘İsa hakkında neyi bilebiliriz?’ sorusuna cevap olarak basit bir şekilde, Kilisenin resmi öğretisini veya ayet sözlerini aktarmak artık mümkün değildir. Çünkü hemen ardından daha fazla sorular yöneltilmektedir. ‘Kilisenin veya Kitab-ı Mukaddes’in öğrettiği şeylerin güvenilir olduğunu nasıl bilebiliriz’ İsa hakkındaki İncil kayıtları ne dereceye kadar gerçek addedilebilir, ya da ne dereceye kadar dindar İncil yazıcılarının hayal gücü tarafından değiştirilmiştir ve süslenmiştir ve hatta yaratılmıştır?”

Fransız Katolik papazı Roguet’in itiraflarını ise Prof. Dr. Maurice Bucaille’in kaleminden okuyalım:

“İncil okuyucularının pek çoğu İncil’lerdeki belirli bazı itirafların manaları hakkında düşündükleri zaman utanırlar, hatta yüzleri de kızarır. Bu durum onlar çeşitli İncil’lerde aynı olayı anlatan değişik rivayetleri karşılaştırdıkları zaman da gerçekleşir. Bu gözlem papaz Roguet tarafından, yazdığı İncil’lere giriş isimli eserde açıklanmıştır. Haftalık bir Katolik dergisinde uzun yıllar (dini konularda) huzursuz okurlara cevap vermekle kazandığı geniş tecrübeyle, onların (Kitab-ı Mukaddes’den) okumuş oldukları şeylerden ne kadar çok endişelendiklerini ölçebilmektedir. Ona müracaat edenler geniş yelpazede sosyal ve kültürel kesimlerdendir. Papaz Roguet, onların anlaşılması güç, kavranamaz, hatta çelişkili veya skandallı olarak tanımlanan metinler hakkında açıklama talebinde olduklarını belirtmektedir. ... Bu tespit hayli yakın bir tarihe aittir. Papaz Roguet’in kitabı 1973’de yayınlandı. Pek uzun olmayan bir zamana kadar Hıristiyanların çoğunluğu İncil’lerin sadece ayinlerde okunduğu veya vaazlarda yorumlandığı kadarını biliyordu. Protestanlar hariç, İncil’lerin tamamını okumak adet değildi. ...Şunda hiç kuşku yok ki, İncil’lerin tamamının okunması Hiristiyanları rahatsız edecek gibidir.” (The Bible, The Kur’an and Science, sh: 61, Paris)

Görüldüğü gibi İncil tahrif edilmiştir. Akıl yürüten bir hıristiyanın şüphe ve kararsızlığa düşmemesi mümkün değildir. Bu sebeple kimi hıristiyan teologlar İsa Aleyhisselâm’a indirilmiş bir kitap olmadığını, İncil’in İsevî taraftarlarca kaleme alındığını söylemek zorunda kalmışlardır. İslâm inancına göre ise Hazret-i Allah dört büyük kitap göndermiştir. Bunlar Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’an’dır.

Ey hıristiyan! İlahi özelliği tahrif edilmiş bir kitaba iman mümkün müdür? Böyle bir kitap üzerine bina edilen bir inancın ilâhi olduğunu kabul etmek mümkün müdür? Ahir zaman peygamberi Muhammed Aleyhisselâm’ı hangi delile dayanarak inkâr ediyorsunuz. Halbuki o İsa Aleyhisselâm’ı yüceltmiş ve olması gerektiği gibi bütün inananlara tanıtmıştır.



Son Peygamber Muhammed Aleyhisselâm’ın
İncil’de Haber Verilmesi:

Allah-u Teâlâ tarafından Hazret-i İsa Aleyhisselâm’a verilen İncil’in asılları, daha sonraları insan sözü ile karıştırılıp tahrif edilmesine rağmen şu anda mevcut olan nüshalarda Peygamberimiz Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in geleceğine dair bazı işaretlere rastlanmaktadır.

“Bununla beraber ben size hakikati söylüyorum; benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü gitmezsem Tecellici size gelmez. Fakat gidersem onu size gönderirim. Ve o geldiği zaman günah için ve hüküm için dünyayı ilzam edecektir.” (Yuhanna: 16/7-8)

“Size söyleyecek daha çok şeyim var, fakat şimdi dayanamazsınız. Ama o Hakikat ruhu gelince, size her hakikate yol gösterecek, çünkü kendiliğinden söylemeyecektir. Fakat her ne işitirse söyleyecek ve gelecek şeyleri size bildirecektir.” (Yuhanna: 16/12-13)

“Eğer beni seviyorsanız, emirlerimi tutarsınız ben de babaya yalvaracağım ve O size başka bir tecellici, hakikat ruhunu, verecektir; ta ki, daima sizinle beraber olsun.” (Yuhanna: 14/15-16)

“Fakat benim ismimle babanın göndereceği tecellici, ruhul-kudüs, O size her şeyi öğretecek ve size söylediği herşeyi hatırınıza getirecektir.” (Yuhanna: 14/26)

“Babadan size göndereceğim tecellici, babadan çıkan hakikat ruhu, geldiği zaman, benim için o şehâdet edecektir.” (Yuhanna: 15/26)

Bunlar İsa Aleyhisselâm’ın hıristiyanların bugün ellerinde bulunan İncil’deki bizzat kendi ifadeleridir. İsâ Aleyhisselâm yakınlarına kendinden çok daha faziletli bir peygamberin geleceğini ve ona iman etmeleri gerektiğini bildiriyor. Aynı zamanda onun fazilet ve meziyetinin yüksek olduğunu haber veriyor.

İsâ Aleyhisselâm onun hakkında böyle buyururken, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de onun hakkında şöyle buyuruyorlar:

“İnsanlar arasında Meryem oğlu İsa’ya dünyada ve ahirette en yakın olan benim. Bütün peygamberler kardeştir, bir babanın ayrı kadınlardan doğmuş evlatları gibidir. Dinleri birdir.” (Buhârî, Tecrid-i sarih: 1403)

Yani birbirlerini tasdik eden, birbirlerini doğrulayan, birbirlerini metheden ve Hazret-i Allah’ın yanındaki yüksek âli derecelerini belirten bir hitaptır.

İsa’nın, geleceğini haber verdiği Yunanca Paraklit ile, Latince Paraklitos, Arapça tam olarak Ahmed kelimesinin karşılığıdır. Bundan da maksat, bizim Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’dır.

Paraklit lafzı hıristiyanlarca “Hamdedici” veya “Kurtarıcı” anlamında kullanılmaktadır ve bu lafız “İnsanları küfürden kurtaran” Peygamberimize uygun düşmektedir.

Matta İncili’nin ve Luka İncili’nin “Göklerin melekûtunun yakın olduğu” şeklindeki ifadeleri (Matta: 13/31-32) Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm içindir.

“Göklerin melekûtu, bir adamın alıp tarlasına ektiği bir hardal tanesine benzer. O tane ki, bütün tohumların gerçi en küçüğüdür; fakat büyüyünce, sebzelerden daha büyüktür ve ağaç olur; şöyle ki, göğün kuşları gelip onun dallarında yerleşirler.” (Matta: 13/31-32)

Çünkü son nebi Muhammed Aleyhisselâm’ın getirdiği İslâm, bidayette zayıftı fakat daha sonra çok kuvvetli hale gelmiştir.

İsa Aleyhisselâm Hazret-i Allah’ın indinde çok âlî bir peygamberdir. Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri onları çok sevdirdiği için onlar da seviyorlar. Yani bizim Enbiyâ-i İzam Hazerâtına sonsuz bir sevgi ile bağlılığımız ve onların fazilet ve meziyetini ortaya koymada kuvve-i beşeriyenin haricinde durumumuz var. Zira o peygamberdir.

“Ey İsrâiloğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş Tevrat’ı tasdik edip doğrulayan, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim.” (Saf: 6)

İşte buradan da anlaşılıyor ki birbirlerine karşı bağlılıkları, muhabbetleri, kaynaşmaları artmış, kardeşliğin özü husule gelmiştir. Aynı zamanda Muhammed Aleyhisselâm, İsa Aleyhisselâm’ın bütün sır ve esrarını Hazret-i Allah’ın izni ve emri ile hiç kimseden çekinmeden açık açık arzedecektir.

“O beni taziz edecektir. Çünkü benimkinden alacak ve size bildirecektir.” (Yuhanna: 16/14)

Gerçekten demek istiyor ki:

“Allah-u Teâlâ’nın bana bahşettiği birçok fazilet ve meziyetler var. Ben size bunları açıklamayacağım. Amma benim size duyurmadığımı, benim içyüzümü size olduğu gibi arzedecek. Allah-u Teâlâ’nın bana bahşettiklerini o size ifşa edecek.”

Bu sebepledir ki, ehl-i kitap âlimlerinden bazıları, beklenen peygamber geliverince hemen iman ettiler.

“Kendilerine kitap verdiklerimiz (Peygamber’i), kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini hüsrana uğratanlara gelince, onlar iman etmezler.” (En’am: 20)

Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm İsa Aleyhisselâm’ın yeryüzüne tekrar geleceğini haber vermiştir:

“Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki; çok sürmez Meryem oğlu İsa âdil bir hakem olarak inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak ve mal o kadar çoğalacak ki, onu kabul eden kimse bulunmayacaktır.” (Buhâri, Tecrid-i sarih: 1018)

“Vallahi Meryem oğlu İsa âdil bir hakem olarak mutlaka inecek ve haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak, genç dişi develer başıboş bırakılarak onlara rağbet edilmeyecek, bütün düşmanlıklar, küsüşmeler ve hasetlikler muhakkak surette kalkacak.

(İsa Aleyhisselâm) İnsanları mala dâvet edecek, fakat malı hiç kimse kabul etmeyecektir.” (Müslim: 155)



İsâ Aleyhisselâm İsrâiloğulları peygamberlerinin sonuncusudur.

Kendi zamanına kadar gelen dini hayatı tazelemiş, kendisinden sonra gelecek olan Ahmed-i Muhtar’ı açıkça ismiyle duyurmuş, fikir ve kanaatleri Hâtem-ül enbiyâ Muhammed Aleyhisselâm’a meylettirmiştir.

İsâ Aleyhisselâm’ın Tevrat’ı tasdik etmesi, haber verme itibariyledir. Zira Tevrat’ta hem İsâ Aleyhisselâm’a hem de son peygamber Muhammed Aleyhisselâm’a dair haberler vardı. Bu sebepledir ki İsâ Aleyhisselâm, Ahmed Aleyhisselâm’ın gelmesinin yakın olduğunu müjdelemek suretiyle bu husustaki haberlerin doğru olduğunu ispatlamıştır.

Ahmed; Allah-u Teâlâ’nın en çok methini yapan kişi mânâsına geldiği gibi, en çok methedilen veya kullar arasında en çok övülen kişi mânâsına da gelir.

Tevrat’ta İsâ Aleyhisselâm’ın gönderilmesine dair verilen müjde, onun gelişiyle gerçekleşmiş oldu. Muhammed Aleyhisselâm’ın geleceğine dair Tevrat’ın verdiği müjdeyi İsâ Aleyhisselâm tasdik ederek onun geleceğini müjdelemiş ve onun öncüsü olduğunu belirtmişti.

Bu, İsâ Aleyhisselâm’ın peygamberlik vazifelerinden birisi idi.

Ne gariptir ki; böyle söylediği halde, İsrâiloğulları’nın çoğu onu dinlemediği gibi, hıristiyanlardan birçoğu da bu hakikati gizlediler, tevil ve tahrif ettiler.

Yahudiler bir peygamberin geleceğini beklemekteydiler. Bu peygamberin kendilerinden olmasını istiyorlardı. Hıristiyan rahiplerinin birçoğu da yeni gelecek peygamberi bekleşmekteydiler.

Kendi kitaplarında müjdelenen peygamber, İsmail Aleyhisselâm’ın soyundan geliverince; çeşitli hilelerle, ithamlarla, düşmanlıklarla muhalefet ettiler.

Âyet-i kerime’nin devamında şöyle buyuruluyor:

“Müjdelenen peygamber onlara delillerle mucizelerle gelince ‘Bu apaçık bir sihirdir.’ dediler.” (Saf: 6)

Gerek yahudiler gerek hıristiyanlar Hazret-i Allah’a iman ederek değil de kendi arzularına uyarak bu peygamberin kendi nesillerinden gönderilmesini bekliyorlardı.

Vaktaki İsmail Aleyhisselâm’ın neslinden gönderildi. Onun apaçık bir peygamber olduğunu hakkıyla bildikleri halde yüz çevirdiler ve inkâra kalktılar.

İşte ırkçılığın insanlara bu kadar zararı ve tahribatı oluyor, ebedi azaba maruz bırakıyor. Gerek yahudi gerekse hıristiyanlardan ancak iman edenler kurtulmuştur.

Ey yahudi ve hıristiyanlar!

Siz bugün de Allah’ın huzurunda bulunduğunuzu düşününüz. Elinizi vicdanınıza koyup bir düşünürseniz o peygamber henüz bize gelmedi diyemezsiniz. Fetret devrinde kalanlar gibi bir mazeret göstermeye de kalkışamazsınız.

Allah-u Teâlâ size bütün hakikatleri açıklayan bir peygamber gönderdi. Siz bunu duydunuz ve bildiniz. Şimdi ne yüzle itiraz ediyorsunuz? Siz ilâhî hükmü arkaya attınız, nefsinizin arzusunu ilâh edindiniz. Kendi azabınızı kendi eliniz ve kendi isteğinizle bile bile hazırlamış oldunuz.



Bush, Yusuf İslâm’ı Niçin ABD’ye
Koymak İstemedi?

İslâm dininin hak din olduğunu, Hazret-i Kur’an’ın Allah-u Teâlâ’nın indirdiği son kitabı olduğunu, Muhammed Aleyhisselâm’ın da Allah-u Teâlâ tarafından gönderilmiş hak ve son bir peygamber olduğunu onlar biliyorlar.

“Ey ehl-i kitap! Niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?” (Âl-i imrân: 71)

Fakat hidayete ermediklerinden ötürü küfürlerinde inat ediyorlar.

“Allah kime nur vermemişse onun nuru yoktur.” (Nûr: 40)

Bunların cezası nedir?

Hiç kimsenin görmediği azabı bunlar görecek. Zira hakikati göstermemeye çalıştıklarından, dalâleti hak yerine kabul etmek istediklerinden, ilâhi hükümleri inkâr etmekten azapları şöyledir:

Cehennemin ortasına çekilecekler ve cehennemin ortasında iken başlarına kaynar su dökülecek. O kaynar suyun düştüğü her yer eriyecek.

“Tutun onu! Cehennemin ortasına sürükleyin! Sonra başının üzerine kaynar su azabından dökün! Tat bakalım! Hani sen kendince çok üstün, çok şerefli bir kimse idin. Bu, işte o şüphe edip durduğun şeydir.” (Duhân: 47-50)

Ve onlara denilecek ki; “Hani sen milletin yanında şöhretli idin? Fakat yaratıcı olan Allah-u Teâlâ’ya karşı nankördün.”

“İnsan bizim kendisini nutfeden (kerih bir sudan) yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık bir hasım kesilmektedir.” (Yâsin: 77)

O ise bir nutfeden yaratmıştı, nimetlerle donatmıştı. Bu kadar ihsana karşı seni aldatan ne idi?Hak ettiğin, müstehak olduğun azabı böylece çek! Ebedî olarak çek...

Bu hitap her önderedir. Her münkir öndere böyle azap edilecek. Bu azap tattırılacak.



(Y.Şafak, 23 Eylül 2004)
Artistten reis olursa bu kadar olur.

Yusuf İslâm’ı haçlı zihniyeti ile sırf müslüman olduğu için Amerika’ya sokmamaları alenen kötü ve art niyetli İslâm düşmanlığıdır.

Ve fakat bu durum onların çok aleyhlerinde olacak. Orada birkaç kişiyle görüşecekti. Oysa bu mevzuat dünyaya yayıldı.

Yusuf İslâm’ın topu yoktu, tüfeği yoktu, tayyaresi yoktu. Amerika ondan neden korktu?Çünkü hepsinin fevkinde onda iman vardır.

“Ey iman edenler! Siz kendi nefislerinizi ıslah etmeye bakın. Siz doğru yolda bulundukça yoldan sapanların size zararı olmaz. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman yaptıklarınızı size haber verecektir.” (Mâide: 105)

Onlar çok iyi biliyorlar ki şu anda ellerinde bulunan kitapları tahrif edilmiştir.

Çünkü Allah-u Teâlâ bize şöyle buyuruyor ve duyuruyor:

“Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler ve kendilerine belletilenlerin bir kısmını unuttular.” (Mâide: 13)

İncil’in tahrif edildiğini, tahrip edildiğini hepsini gördüler. Niçin bu hakikati gizliyorlar? Hakikatleri örtmek istedikleri için.

Oysa Yusuf İslâm da daha önce hıristiyandı, şöhret sahibi idi, fakat iman şerefiyle müşerref olduğu için her şeyi ayak altına aldı. Hazret-i Allah’a, Kitabullah’a, Resulullah’a iman etti ve kurtuldu.

“Allah bir kimsenin kalbini müslümanlık için açarsa, o Rabb’inden verilen bir nur üzerinde değil midir? Kalpleri Allah’ı zikretmeye kaskatı olan kimselere ise yazıklar olsun! Onlar apaçık dalâlet içindedirler.” (Zümer: 22)

Bunlar kurtulanlar, onlar tutulanlar.

Bundan da mı ibret almıyorsunuz?

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imrân: 19)

İman nurunun yayılmaması için, bunu örtbas yapmak için ondan korktular.

Size bir temsil getirelim:

Pürsilâh (silahlı) bir hırsız eve girer. Evin çocuğu: “Baba!” dediği zaman hemen kaçar. Niçin?Hırsız o evin sahibi olmadığı için.

Bunlar da gerçek dinden mahrum oldukları için, ilâhi nurun yayılmaması için önlem alıyorlar. Ve fakat korktukları başlarına gelecek.

İsrâ sûre-i şerif’inin 58. Âyet-i kerime’si onlara da hitap eder.

“Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, Kitap’ta (Levh-i mahfuz’da) yazılıdır.”



Ey Hıristiyanlar!

Sizi Hazret-i Allah’ın bir olduğuna, ondan başka ilah olmadığına, onun bütün beşerî sıfatlardan münezzeh olduğuna, doğmadığına, doğurulmadığına; Allah’ın bütün peygamberlerine, Hazret-i Muhammed ve Hazret-i İsa Aleyhimüsselâm’ın onun kulu ve resulü olduğuna; Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’an’ın Allah’ın peygamberlerine indirdiği hak kitaplar olduğuna iman etmeye davet ediyoruz.

Hakikat budur, gerçek kurtuluş buradadır.



“Selâm olsun hidayete tâbi olanlara!”
(Tâhâ: 47)

“Selâm olsun O’nun beğenip seçtiği kullarına!”
(Neml: 59)

•••

DİN NEDİR?

Rahman Rahim Olan Allah'ın Adıyla
"Hiç şüphesiz, Biz sana bu kitabı hak ile indirdik; Öyleyse sende dini yanlızca O'na halis kılarak Allah'a ibadet et. Haberin olsun; halis olan din yanlızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler (evliya, dost, vekil, mevla) edinenler (şöyle derler): " Biz bunlara bizi daha fazla Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Hiç şüphesiz Allah kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete eriştirmez." 39/ ZÜMER 2-3
Başlığa bakın, bir soru ve bir tek cevabı var. Allah aksini dilemedikçe taşı bırakırsanız yere düşer. Biri çıkar düşmez diyebilir, hatta alır taşı bırakırsın, adam yinede ihtilaf çıkarır, düşmedi, "Bu senin görüşün" "Benim anladığım bu demelisin" der sana, "Doğru budur diyemezsin" der. İmtihan bilginin ortada olmamasını, doğru cevabın imtihan süresince aranmasını gerektirecek saklılığını gerektirir. Tabi aynı zamanda arandığında bulunabilecek yakınlığınıda.
Din herşeyi kapsayıcı bir kavramdır. İlahı-kulu-yaşamı-eşyayı, herşeyi. Fatiha suresinde hesap gününe, eksiksiz herşeyin , sorulacağı güne din günü der Allah Teala. Yukarıdaki ayete dikkat edin..Gerçek cevaptan haktan bahsetti. Sonra dinden, tek ilah Allah Teala dan ve ibadetten. Ve nihayet kendini kandıranların cevabından ve en sonundada inkarcıların doğru cevabı keşfetme yetisi,hidayetten yoksun olduklarından.
İki tür cevap vardır. biri gayretle doğruluğuna samimiyetle çabalanan, birde kendisini bile tatmin etmediği aşikar bir çırpınmayla, tutarsız zanlar. Nemrutun, firavunun dahi sarfettiği sloganlar:" Sen alim misin?" " Bölücülük yapıyorsun, ajansın" " nefsinden konuşuyorsun" gibi....Aslında karşıdaki kim olursa olsun ve hatta söylediğinede bakılmaksızın bu yaklaşımlar sahibinin paniğinin, batıllığının göstergesidir. Hak savunulmaya ihtiyacı olmayacak kadar açık ve yakındır. Mesele insandadır. Çünkü el Kuran musafın da görüleceği gibi, bundan ancak ahmaklar yani kötüler, kötü niyetliler, kafirler mahrumdur.Din herşeyi kapsar dedik. İnsan kuldur, kulluk etmeye mecburdur. Yani ilah edinir.İbadet ilah edinmenin tabi neticesidir. Kısaca din yaşamdır, yaşayan herkesin bir dini, ilahı, ibadetleri vardır:
Dünyevi hedeflerin, toplumsal maksatların öncelik kazandığı düşünüşlerde, dialektik mecburdur. Tabi dünyevi hedeflerin önceliği demek, dünyevi değerlerin baskın olması demektir. Bu yüzden İslamdan farklıdır. Çünkü değerler demek düşünüş demektir. Bu da kararları yani hesabı etkiler, hatta hesabın kendisidir. İslam'ın dışında kalan kim olursa olsun, bu uzlaşmacılığa mecburdur. O yüzden müslümandan başka hür adam da yoktur. Bu uzlaşmacı tavıra mecburdur, çünkü tek ilah Allah Tealadır. Yanlız O'nun dini, teslimiyetle kişiyi tatmine eriştirir. Diğerleri pazarlığa, mücadeleye tabidir. Bunun sonucunda, değişken yani çelişik, şablonsuzdur. Bu aslında hayatın her alanına dairdir.Allah Tealaya boyun eğmek, O'ndan başkasına boyun eğmemek hürriyetini gerektirir. Aslında bu bir nevi hesap işidir, yani ölçü, yani değer işi...Ama bir şeyin hesaba katılması ancak onun gerçek olduğuna inanmakla olur. İşin söz kısmında inanılmasada söylenir. Ancak yapmak veya katlanmak vakti gelince gerçek hesap çıkar ortaya... O zaman yalancıların hesabı kendilerini açığa çıkarır. Allah tan çok firavundan, nemruttan yada mevcut rejimden korkarlar. (29/ Ankebut 10-13) (3/Ali İmran 175)
Kişinin inanışı, bakışı yaşamına, daha doğrusu dini ifadelerine yansır. Çelişkiyi görmemenin, göstermemenin yolu,karmaşa,zorlaştırma,pratiğe hitap etmeyen, pratik sonuçlara ulaşmayan muğlak, sisli, teorik tanımlardır. Bu nadir olarak tahammüden, planlı programlı olur.Genelde bunu yapan insan dahi farkında değildir ve kendini aldatır. (43/Zuhruf 31-40)
Laikliği siyasi açıdan değerlendirmek, dinin geçmişini, iki yüz yıllık dar bir tarihe hapsetmek olduğunu farketmesede, modernizmin kulu olmuş zevatın, ancak bir köle kadar hür düşünebilen, hatta köleliğini görmezden geldiğinden , bir köle kadar bile hür düşünemiyenlerin, başlarken bittiği noktadır. Laiklik bir söylem olarak değil, içeriği itibari ile, dünyada insan varken hep vardı. Çünkü din, Ademden beri hep varoldu. Laikliğin bahsi dinin tanımının altında ele alınabilir. Her ne kadar dili kullanarak, çağdan çağa insanları iddialarını meşrulaştırmak için oynadığı kandırmaca oyunu, laikliğe, şirkin zamane ismi olmadığına dayanaklar getirsede, müslüman olmaya giden yol onların müdahele edemeyeceği ama dileyenin sabr, gayret ve mücadele ile ulaşabileceği boyutlarda ve yakınlıktadır.
         Daha enteresanı bildiğim laiklik karşıtları bu duruşları itibariyle aslında bizzat laiklerin ta kendileri. Anadoludaki laiklerle antilaikler din tanımında tamı tamına aynılar. Burda doksan bir seçimleri sonrası refah partisinin durumundan bahsetmiyorum. Bu onların en müşahhas örneğidir. Aslında irancısı, mezhepçisi, kemalisti, solcusu, çağdaşı… hep aynı adam. Öz, esas olarak aynı, ancak yaşarken karşı karşıyalar. Ve buda çok normal, çünkü kazanabilecekleri tek bir dünya var. Paydan en karlı hisseyi alma mücadelesi. Bu uzatılması gereken bir meseledir ve daha sonra üzerinde durulacaktır.
        İki tür insan vardır. Bir başka deyişle insanlar iki millettir. Müslümanlar-kafirler, doğrular-yanlışlar, doğru düşünenler-yanlış düşünenler, iyiler-kötüler…Kitaplar, Resuller bu çizgiyi apaçık ortaya koyar ve geliş sebebleride budur. Evet iki tür insan vardır ama kafir olduğunu, yanlış kötü olduğunu itiraf eden hiç değilse mazeretler öne sürmeyen insan yoktur. Bu yüzden iddialar yanlız başına ele alınarak doğrulanamaz. Türediği, yahut desteklediği sistemle yani dinle beraber değerlendirilir. Sistem veya dinden komünizmi, hristiyanlığı, mezhepçiliği… kastetmiyorum; her insanın bütün hayatına hitap eden yaşayış biçiminden bahsediyorum. Bundan dolayı tartışma karşılıklı yapılmaz, yapılamaz. Hakkın, insanın kendini gözden geçirmesi ve insanlar arası ortaya koyma, ispat edilebilme ölçüsü tutarlılıktır. Bir başka deyişle iddialar ayakta kalmalı, şayet sükutu hayale uğramak istemiyorsanız (5/Maide 68)
        Kilit burada, körlük, aldanış… Evet ayakta kalmalı, zira ancak haksa ayakta kalabilir ve yine ancak siz, kalbiniz, fikriniz, sözünüz ve ameliniz haksa ayakta tutabilirsiniz. Bunada muhakeme bahsinde değineceğiz İnşallah.
6/ENAM 155-165, Bu ayetlere dikkat edin laikliği (dinlerini parça parça edenler), kendilerine müslüman diyen kafirleri, Allah’ın bunları tekfir ettiğini, Resulüne bunu tavsiye ettiğini, bireysel sorumluluğu yani bahanesizliği, cehalet diye birşeyin olmadığını…göreceksiniz. Zira çok açık.

KİM DOĞRU MU YOKSA NE DOĞRU MU?
Başlıktaki soruya herkesin vereceği cevab bellidir. Ama bu sözün gerektirdiklerine bir bakalım, ‘din nedir?’ sorusuna vereceğiniz cevabın esasen bir önemi yoktur. Çünkü sizin yakıştırmalarınızın doğru üzerinde bir ehemniyeti yok. Zira gerçeğin şuurunuza, tasdiğinize ihtiyacı, bağımlılığı bulunmuyor. Siz ilah değil bir yaratılmışsınız.
Ancak, sorulara verilen cevabın, sizin kim olduğunuz açısından tam bir ehemniyeti vardır. Şöyleki, diyelim elinizde bir kumaş var. Kumaşın üç metre olduğunu iddia etmeniz, bu kumaşın üçe bölündüğünde çıkacak parçanın bir metre olduğunu iddia etmeniz demektir. Şimdi diyelim bu kumaş üç metre. Ölçtünüz ve dört metre çıktı; bu onun üç metre olduğunu etkiler mi? Peki sorun nerede? Sizin ölçünüzde. Ölçüp biçiyorsunuz ve bir karar, hüküm veriyorsunuz.
Şimdi daha rahat genişletilebilecek başka bir örnek verelim: Kapınıza sütçü geldi,. Kilosu yüz bin lira ve üç kilo aldınız. Kaç lira vereceksiniz? Hesaplayıp hükmediyorsunuz yüz üç bin lira…sütçü hesap ediyor üç yüz bin, size soruyor:”Üç kilo almadın mı kilosu yüz bin lira değil mi?” Evet, sorun nerede? Sizin usulünüzde yahut sütçünün usulünde. İkiside doğru olabilirmi? Hayır. İki ihtimal var ya çarpmayı bilmiyor, toplamayla karıştırıyorsunuz ya da kandırmak niyetindesiniz…İnat edilse bunun bir pratiği var mı? Yok. Yani nihayetinde ya yüz üç ya da üç yüz bin lira ödenecek.. Yani “Kim doğru, ne biliyorsun hakkın kendin olduğunu” gibi yaklaşımlar, şüphenin pratiği yok. Oysa insan doğru yaşam üzerine imtihan edilmek için yaratılmış. (51/Zariyat 56) Hatta öyleleri var ki, el Kuran ayetlerine bunu yakıştırıyorlar. Hayret! Halbuki el Kuranın musafının geliş sebebi bu  iddianın ortadan kalkması. (22/Hac 16, 6/Enam 55, 11/Hud 1, 16/Nahl 89, 2/Bakara 185, 12/Yusuf 1-3, 14/İbrahim 1-4) Şayet bir yahudiyseniz gerçek bir metreye kafa sallarsınız, sonrada üç metrelik kumaşa dört metre demeyi de hazmedersiniz. Üstelik bunu toplu yaparlar. Evet bunlar bir topluluktur ve bireyleri aynı özelliği, aynı özü taşır. (13/RAD 11) Bu yüzden birbirlerine fayda vermez bilakis şeytanlık ederler. Şayet bir toplulukta o toplumdan olmayan biri varsa orada sükunet kaybolur o topluluk çalkantılanır. En azından o bireyle diğerleri arasında. İşte tüm Resullerin ve müslümanların başına gelen budur. Bu ayrılıştır, tekfirdir. ( 60/ Mümtahine 3, 58/Mücadele 22)
Evet hak insanlara göre belirmez. Pekala öyleyse kim doğru söylüyor? Şüphesiz Allah Teala, çünkü tek ilah O. İyi ama kimin söylediği O’nun söylediğine uygun. Buna kısa bir cümle ile cevap vermek imkansız. Yanlız şunu ifade edelim ki birden fazla hak ve hakka yaklaşım olduğunu iddia etmek sapıklıktır.
Şöyle bir iddia var, hatta bu gün müslümanlar dışında özellikle islamcılarda nerdeyse istisnasız herkesin iddiası. Acayip bir iddia. Çünkü bu iddiayı savunabilmek neredeyse bütün el kuranı, hele hele el Kuran musafında geçen Kuran ile ilgili tüm ayetleri inkarı gerektirir. Ve bunu söylemek bu ayetleri inkar etmektir. Yani el Kuran musafı apaçık değildir, şüphelidir, zamanla aşınarak veya eklemeyle tahrif olmuştur ya da el Kuran musafı aynıdır ama dünya farklıdır gibi desteklemelerle ancak anlam kazanacak, kıyamete kadar ki tüm zamanlar, mekanlar ve ortamlara hükmetme kabiliyetini örtmekle ancak savuna bilecek bir iddia: “Bu senin el Kuran musafından anladığın” yahut “Benim anladığım bu de,el Kuran musafı diyor deme”…Şayet bunu söyleyenlerin amacı el Kuran musafını kişinin yanlış anlayabileceği ise el Kuranda böyle birşey yok, ancak şu var: el Kuran musafı bazılarının sapkınlığını arttırır, kimine o körlüktür ve ancak kafirler ondan gafildir. Yahut önceki Resullerin getirdiklerine yapılan gibi tahrif edilebilir. Ancak bunu söylemiyorlar. Çünkü onların bundan maksadı farklı görüşleri red ve böylece suçluları ve yollarını inkar ederek hakkın açıkça ortaya çıkmasına vesile olmak değil bilakis muğlak, sisli bir ortam oluşturmak. Bu tartışmalar Resullerle kavimleri arasında olmuş. Sonunda Allah Teala “Bunların sonuçlandırması Benim katımdadır” diyerek bitirir. Ama doğru bir tanedir ve şüphe ancak kafirlerden dolayı, onların yüreklerindedir. Kendinizi böyle temize çıkaramazsınız. Hak konusundaki tartışma hakkın göreceli olmasından veya muğlak olmasından değil, bilakis onun tüm netliğine rağmen gözlerini yuman ve böylece kendilerini sise mahkum edenlerin varlığından, inadından kaynaklanır. Şüphe ve iman birarada olmaz. Kendinizden şüphe edebilirsiniz, birilerinden de, ama haktan asla. Saçma gibi gözüken bu cümle aslında meselenin özeti. Bir iddia tüm sorulara cevap ama tabiki anlamlı cevap verebiliyorsa ve diğer tasdik edilenleri ayakta tutabiliyorsa kabul edilebilir. (5/Maide 68) Bir insan Ben yanlışım” diyebilir veya “Sen yanlışsın” diyebilir, çünkü insanlar doğru ve yanlış olabilir ama “hem sen doğrusun, müslümansın hem de ben” derse farka rağmen ve bu yaklaşımın, usulün yani dinin normal, meşru, caiz, hak olduğunu iddia ederse bu sapıklıktır.el Kuranı, yaratılış sebebini, hesabı inkardır. Kendinizin veya engel olarak insanların eksiklerini öne sürerek, muğlaklığı, şüpheyi insan için kader gibi lanse etmek sebeb olarak dünya menfaatlerini öne geçirmenin, sonuç olarak da Allah Tealaya iftiranın ta kendisidir. Dünya açısından hakka tabi olmayı göze almak cesaret ister. Dilediğin gibi davranmakta vazgeçmek, teslim olmak demektir bu. Malından, işinden, canından olmayı göze almazsan hakkın ortaya çıkmasını istemezsin. (9/Tevbe 24, 2/Bakara 155, 2/Bakara 214, 29/Ankebut 2) Muğlak kalmalı ki dilediğin gibi davranabilesin. Hesap kendince doğrudur ama ahiret dahil edilmemiştir, çünkü inanılmamaktadır. Her ne kadar yahudiler ve hristiyanlar gibi aksi söylense ve hatta doğrusu bilinse dahi. Her birinin açıkları vardır, uyardıklarında atılırlar o açığın üzerine ve bildiklerinden  uyaramazlarda birbirlerini. Bir müslümanla karşılaştıklarında güya genel tanımlar getirirler, mesela tekfire karşıdırlar niye çünkü kendilerinede dokunur bir açısı, çok zekidirler! Müslümanları aldattıklarını sanırlar ama kendilerini aldatırlar. (2/Bakara 6-19) Zira ahiret açısından da hakka tabi olmamak cesaret ister. Ahirete inanan muğlaklığı rededer. Çünkü dünyanın sebebi, imtihan, el Kuran, hesap gerçektir, haktır.  Kısacası Allah katında geçerli tek din, İslamdır; İnsanlar nezdinde çeşit çeşit olsada.(39/Zümer 3) Allah zalim değildir kabul edeceği yegane karalar, tercihler, hükümler dini, islamı ulaşılmaz kılmaz. Farklılığı ortaya dökülmüş iki iddiadan en az biri sapıktır ve buna rağmen kardeş olduğunu iddia edenlerin ölçüsü nedir? Açın bakın el Kuran musafına, bakın onlar yahudidir.
Allah doğru söyler. Siz tercihiniz nispetindeki hürriyetinizle verdiğiniz  kararı, uygulayabilme ve sonuçlandırmada dahi hiç bir insiyatife, tasarrufa sahip değilken, O hükmedendir, herşeyin sahibidir. Karar, başka bir deyişle tercih nedir? Daha zoru, nasıldır? Kendinize ve sizin gibi ancak bir insan olanlara meydan okuyun, hem öylesine ki, kıyasıya. Bu hakkı arama yolunda mücadeledir veya hak olduğunuzu bildiğiniz tercihinize sebat, sabr….
Şüphe ve sorguya mahkum etmeyin kendinizi. Tamam sanki tatmin olmazcasına sorgu ama bu, gerçekten şüphelenme değil gerçeğe ulaşma çabası olmalı ve tatmin olmuş, emin, iman edilmiş bir karar. İmtihan sahasındasınız, doğruyu aramalı ve bulmalısınız. Ve yanlışlarda var. Aramak zorunda olduğunuzdan kıyasıya sorgu ve bulmak, uygulamak zorunda olduğunuzdan iman.
Tatminde olmalısınız dedik, çünkü kararsızlığın pratiği yok. Hayatsa yani imtihan devam etmekte, üstelik vaktide belirsiz. Duraktasınız otobüs bekliyorsunuz. Ya binecek yada binmeyeceksiniz, otobüs geldiğinde üçüncü bir alternatif yok. Karasızda kalsanız, ya binecek ya da binmeyeceksiniz. Karasızlık diye birşey zaman gelince yok.
Açıklayıcı, ispatlayıcı sava ne denir? İtham, palavra, slogan…Bu tür yaklaşımlar, çaresizlerin, savunacak yanı kalmayanların en zavallı kendilerini ele verişleridir. Şayet neredenini açıklamaksızın, açıklamalar getirmeksizin ortaya birşeyler atmış olsanız, o zaman bunlar anlamlı olabilirdi. Lakin dayanaklara, beslemelere değinmeksizin kestirmeden iddialar, kendini kandıranların karşısındakini kandıramaması paniğidir.
İnsanın ve ellerinin bulaşmadığı ortamlara bakın, bir düzen, bir ahenk, bir tutarlılık vardır. İnsanca algılarımızın tabii yetersizliğinden eksik kalan bilgilerimize rağmen bunu farketmemek imkansız. Herşey Allah’a kul, insansa sadece karar sahasında hür ve bu hürriyeti doğru kararı kullanmalı. Tek cümleyle şuna değinelim; doğrunun ne olduğu bir yana, doğru karar  olarak tercih ettiğinizi sonuçlandırmak hatta bunu sonuçlandırmaya yönelik fiil üzerinde dahi tasarrufunuz yok.
Kısacası insan hür bırakıldığı ikilemde doğrunun doğruluğunu, yanlışın yanlışlığını tasdik ederek, Allah’a kulluğunu tamamlamalı. Dışındaki ahenge, tutarlılığa uymalı ve onun bir parçası olmalı. Bu dışta tutarlılığın, içteki tüm öğelerle sağlanması şarttır. Yani kalp, düşünce, söz ve fiil. Bu, bu saydıklarımızında kendi aralarında tutarlı, denk olmasını gerektirir.
        Ben ne ilahım ne de vahy alıyorum, sizin üzerinizde bir zorbada değilim ve olmayıda istemiyorum, ücrette (ne para,ne cemaat, ne allamelik…) talep etmiyorum sizden. Diyorumki: Birşeyin hak mı batıl mı olduğuna dair testin en önemli ipucu, tutarlılık, adalet, herşeyin yerli yerinde olmasıdır. Allah adildir, el Kuran musafıda O’nun sözü olduğundan bu vasfa sahiptir ve sizin söylediğinizde elKurana uygunsa bu vasıfta olmalıdır. Kısmen değil tamamen, kısmen olsa kandırmacadır. Sorgunun malzemesi: Hakka dair adalet, tutarlılıksa; zulme dairde tutarsızlığın, çelişkinin, nifağın ortaya konmasıdır. İhanet etmemeli, bilakis şahidlik etmeli, delil olamlı dininiz, her yönüyle her yönüne, çünkü gerçek din gerçek hak böyledir….

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...