24 Ocak 2013 Perşembe

NELERİ KAÇIRDINIZ





  Adam otomobiliyle mola vermiş kasabanın girişindeki faytoncunun önünde...

Selam vermiş faytoncuya... Fayton imalatçısı güleryüzle karşılamış onu elindeki işi bırakmadan... Bir yandan da yabancının geldiği beyaz otomobiline bakmış yan gözle... Sonra burun kıvırıp konuşmuş...

“Bak bey, bu şeytan arabaları tehlikelidir!. Siz şehirliler pek meraklısınız ama bunlar başınıza iş açar!. Hızlıdır benim faytonlardan ama sonra devriliverir maazallah!. Bizim faytonlar salıncak yaylıdır, rahattır... Oturağını yumuşak yaparım ben... Tekerlekleri de böyüktür benim faytonun bir dönüşte epey yol kat eder!. Burdan kalktın mı soluksuz şehre kadar gidersin de bana mısın demez!. Benzinim bitti derdi de yoktur!. Üstündeki tente hem yağmurdan korur, hem de güneşten. İstersen açarsın tentesini üstü açık da gidersin etrafını seyrede seyrede... Dizginleri özel deridendir. Hem sağlamdır hem ellerini acıtmaz... Hemi bunlar çift beygirlidir... Git gidebildiğin kadar... Hem bu faytonlar çok bilimseldir. Tekerleğin çapını hesap etmek, dengesini hesap etmek, ne kadar yüksek olması gerektiğini hesap etmek hep bilim işidir!. Biz bilimsel çalışırız. Biz inanmışız bu işe ama biliminden de asla geri kalmayız faytonculuğun!.”

Onlar böyle konuşurken yabancıyı gören kasabalılar da toplanmış çevrelerine; kafa sallayarak tasdik ediyorlarmış faytoncuyu...

Faytoncu onlardan aldığı bu destekle daha da methetmeye başlamış faytonunu... Faytonun rahat huzurlu bir sürüşü olduğunu... Kasabalıların çevredeki köylere faytonla zevkle gidip geldiğini; faytonun arkasındaki dolapta eşyaların taşındığını... Kısacası faytonun ne kadar fazileti varsa hepsini sıralamış...

Kasabalılar da bu bilgiç fayton imalatçısını zevkle kendilerinden geçerek adeta huşu içinde dinlemişler, keyiflenmişler... Övünmüşler içlerinden böyle bilgiç faytoncuları olduğu için...

Ama hoşgörülü ve sevgi dolu oldukları için de beyaz metal yığını arabasıyla gelen yabancıyı kırmamışlar. Ayran ikram etmişler...

Yabancı sessizce seyretmiş kasabalıları...

Sessizce dinlemiş kasabanın bilgiç fayton imalatçısını...

“Haklısın efendi”, demiş fayton imalatçısına... “Çok güzel işler başarıyorsun... Allah gücünü kuvvetini arttırsın... Ne güzel; sen mutlu, hemşerilerin mutlu... Huzur afiyetle yaşayın...” demiş...

Sonra kalkmış yerinden... Yürüyüp beyaz arabasına binmiş...

16 saniyede hard top tepesini açmış otonun... Vites koluna parmağını dokundurup arabayı çalıştırmış. “Navigation” ekranından arabanın arkasına takılan çoluk çocuk olup olmadığını kontrol etmiş. Sonra da arabanın içinden el sallayıp, “Allah’a ısmarladık” demiş kasabalılara...

7 vitesli 493 beygirli, 2000 devirde 516 tork arabasının gazına basıp sessizce gözden kaybolmuş 5–6 saniye içinde!...

Kasabalılar cin görmüş gibi bakan gözlerle arkasında tozunu gördükleri arabanın gidişini şaşkın seyretmişler...

Faytoncu, hâlâ faziletinden ve güzelliğinden söz etmedeymiş kasabalılara sanki o yabancı hiç oraya gelmemiş gibi...

Kasabalılar da zevk ve hayranlıkla dinliyorlarmış faytoncuyu, uğrayan yabancıyı hiç görmemişçesine...

İşte size yine bir hikaye anlatarak gönlünüzü hoş ettim sanırım...

Ha bir de şu geldi aklıma... Hani İslâm Dini’ni beğenmeyip Budizm ve diğer bu tür inançlar peşinde koşanlardan söz etmiştim geçen konuşmalarımdan birinde... Tasavvufun hası Budizmdeymiş falan... İnsan nirvanaya ulaşacakmış kendi içinden “Ommmmmmm” diyerek...

Canlarım benim!.. Ortadaki Müslümanlığa bakıp, “İslâm” budur sanan aydınsı canlar! Ya Budizmde çare arıyorlar ya da Hristiyanlıkta İsa’ya tapınma yolunu seçiyorlar ... Tanrının oğlu gelip onları uzay gemisine bindirip babasının yanına götürecek ya!.

Ama ne yapsınlar?.. Düşünün bir... İnsaf edin...

İslâm Dini diye, uzayda yukarıda bir yere oturtulmuş tanrılı, “yukarıda Allah var” anlayışı, iki kefeli terazide tartılacak günahlar, sevaplar; buyruğuna karşı çıkanı Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi giyinmeyeni, sakal bırakmayanı “sünnete uymadı diye”cehenneme atacak din anlayışı... 1400 senede onyüzbin tane fetva ile oluşmuş bir şeriat anlayışı!..

Ne yapsın bu adamlar bir yerlere kapağı atmayıp da!.

Bütün bu toz bulutu ardında parlayan İslâm güneşi nasıl görülebilsin!.

İnsanların benim gibi kırk küsur senesini bu işin hakikatını bulmaya hasredecek şartları yok ki!.

Oysa, hangi anlayışta olursa olsun kıyamete kadar gelecek bütün insanlara hitap edecek kapsamda bir Kur’ân ve Din güneşi insanlığın üstünde parlamakta!.

Güneş istediği kadar güneş olsun, bulutlar göğü kapladı mı, güneşi göremez olursunuz ufkunuz da tepeniz de kararır! Hatta öyle olur ki önünüzü bile göremez olursunuz!. Tek çare o kapkara bulutlu yöreden, açık bulutsuz yörelere gitmektir...

Rasûlullah güneşi, bağnaz, derinliksiz, şekilci, militarist kafalı dindarlık bulutlarıyla örtülünce de, insanlar o anlayış yöresinden uzaklaşmak için nereye kaçacaklarını bilemiyorlar yıllardır... Kimi budizme, kimi hristiyanlığa hoşgörü ve sevgisi yüzünden!.

Oysa insanlar bir görebilseler Rasûlullah güneşini...

“Kolaylaştırın zorlaştırmayın, sevdirin nefret ettirmeyin”diyen o sevgi abidesini... Hayatını insanların geleceklerinin kurtulmasına adayan o muhteşem insanı bir görebilseniz...

“Yukarıda tanrı yok, boş yere olmayan şeye tapınıp dışardakinden bir şey beklemeyin. Allah adıyla her noktada ve zerrede var olanı dışarda değil kendi varlığınızda, özünüzde, kalbinizde, şuurunuzda, sırrınızda, hafinizde, ahfanızda arayın ve ona erin ki eriyesiniz” demeye çalışan o muhteşem Zâtı bir fark edebilsek!

“İster erkek ol ister kadın, sen yeryüzünde halifesin; Allah isimlerinin anlamını dışa taşıyan varlık olarak”, güzelliğini sana fark ettirmek isteyen o Allah Rasûlü’nü bir anlayabilsek...

“İki müslüman birbirine kılıç çekerse ölen de öldüren de cehennemdedir,” diyen...

“Bir kişi birisini küfürle itham ettiğinde, itham edilen Allah ve Rasûlüne iman eden bir kişi ise, itham eden kafir olur!” uyarısını yapan Nebiyullah’ı bir değerlendirebilsek...

Ve olayın en muhteşem yanını bir görebilsek...

Nedir o yan?

Nefsimizden başlayıp, nefsimizin hakikatına yükselen “mi’râc” yollu Allah adıyla işaret edilene uzanan yolculuk... Derûnumuzda...

Beynimizden başlayıp, doğa kanunları denilen, bedenimizin ve bedenimizin devamı olan ruhumuzun tâbi olduğu kanunları ve çalışma sistemini tanımakla devam eden ve evrensel gerçekleri fark ettiren dışsal yolculuk!.

“Her şey gördüğümden ibarettir; göremediğim şey yoktur!” ilkelliğinden, çağ dışılığından arınabilsek!.

“Dünya düzdür, gökte tanrı vardır, 3–5 kanatlı melekleriyle işlerini görüp, derdi gücü insanları ve cinleri cehenneme atmaktır; kainatın merkezi dünyadır; herşey insana yaranmak için yaratılmıştır” dar görüşlülüğünden kurtulup....

Muhteşem Allah Rasûlü’nün açıklamış olduğu “Sünnetullah” isimli evrensel yaratılış sistem ve düzenini fark edebilsek...

“Allah” adıyla işaret edilenin ve her zerrede isimlerinin özellikleriyle var olanın, tüm varlıktaki tasarruf ve tahakkümünün her birimin özünden gelen bir biçimde açığa çıkmak üzere var olduğunu kavrayabilsek!

İbadet denilen tüm çalışmaların, tanrıya yönelik değil; içsel yanı itibariyle kişinin kendi hakikatını tanıması ve Allah’a ermesi amaçlı; dışsal yanının da sonsuz yaşamını oluşturacak şartları hızla iyileştirmesi ve bunun için de kendindeki ilahi bağış olan kuvveleri tanıyıp kullanılır hale getirmesi gayesine dönük olduğunu fark edebilsek...

Hele hele... O muhteşem beynin Risalet ve Nübüvvet kemalâtını en kapsamlı biçimde kendinde açığa çıkarması sonucu bize evrensel mekanizmayı, neyin, neyi, nasıl oluşturduğunu, neler yaşanacağını ve yaşanacak olanlara karşı neden ve nasıl tedbirler alınması zorunlu olduğunu fark ettirmek için ne mücadeleler verdiğini fark edebilsek...

Kendisinde açığa çıkan ve bahşedilen evrensel sistem manueli mahiyetindeki o muhteşem Bilgi Kitabının kapsadığı zaman üstü gerçeklikleri basiretimizle okuyabilsek ve böylece Kur’ân’ın “RUHU”na erebilsek!..

Ah dostlarım ah...

Hangi birini anlatayım size...

Hep konu başlıklarını anlattım sizlere...

Oysa bu konuların detaylarına girsem saatler boyu, aylar boyu anlatsam bitiremem müşahedelerimi...

Biliyor musunuz, gençliğimde Grundig TK 145’li makaralı teyplerimi söküp tamir ederdim manueline bakıp kendi başıma.. Sonraları lambalı tv’ler çıktı, onların lambalarını değiştirip tüp ayarlarını yapmaya başlamıştım... 1303 kaplumbağamın karbüratörünü de söküp temizler hava ayarlarını, süpap ayarlarını yapardım... Daktilo tamiri ise çocuk oyuncağıydı bana. Sonra bilgisayar geldi karşıma 2 megabayt hard diski olan o günün en gelişmiş PC’si ile başladım işe... Şimdi ise Türkiye’ye gelmeden önce ASUS P5AD2–e bordlu, 10 devirli hard diski olan SATA 4 gig ram’li sata bilgisayarımı yapıp onu getirdim buraya...

Hep kendi göbeğimi kendim kestim hayatım boyunca, elimden geldiği kadarıyla!. Burnumu sokmadığım ne atom fiziği kaldı, ne kimya, ne tıp, ne psikiyatri... Hep “DİN”i daha iyi anlamak uğruna...

Düşündüm ki, Din ve Kur’ân’ı anlamak için tüm bu bilgilere ihtiyaç var. Zira Sistemde hepsi bir dişli bunların! Ve sonuçta sistem tümüyle entegre çalışan muhteşem bir mekanizma, Allah’ın yarattığı!.

Okumadığım hadis veya tasavvuf kitabı ne kaldı bilmiyorum...

Bunları anlaman için yaşamalısın diyen Ahmed Rufai’ye, Bursevi’ye bakıp 90 – 120 günlük riyazetler, 3 – 5 günlük bağlamalı yani hiç iftar etmeden tutulan oruçlar mı yapmadım...

Anlıyacagınız, yalnız yürüyüp, yanlızca Rasûlullah’a tâbi olarak ilerlediğim hayat yolunda denemediğim pek az şey kaldı...

Kimler nelerle korkutmadı, vehmimi tahrik etmedi ki!. Ama ben yalnızca Allah’a inandım ve yalnızca Allah’a güvendim.

Kimsenin anlayışı ile kendimi sınırlamadım... Hep yeniyi aradım... Herkesin görüşünü aldım, inceledim ama yalnızca kendi yolumda yürüdüm. Allah’ın bana takdir etmiş olduğu yolda O’nun ilmi, iradesi ve kudretiyle...

Yeniye açık olmayanın yeniye erişme şansı asla yoktur!.

Yeni şeyler daima yeni uygulamalar eşliğinde açığa çıkar!

Eski uygulamayla yeni şeyler üremez!.

Burada sizlerle samimî bir sohbet yapıp, yeni uygulamalar olmaksızın yeniye ulaşılamayacağını anlatmaya çalıştım. Her yeni açığa çıkanın arkasında kesinlikle yeni bir uygulama vardır!. Asla eski ile yeniyi elde etmek mümkün değildir kanaatimce!.

Ayrıca düşünüyorum ki...

Düzenli ve sistemli bir çalışma ve dahi ibadet süreci olmaksızın tasavvuf konuşmak okumak, “hobi” olmaktan öteye gitmez. Felsefe olarak kalır!.

Tasavvuf felsefesi okumak, tasavvuf felsefesi yazmak, tasavvuf ehli olmak değildir!.

Dünün tekrarı ile dünden öteye gidilmez!.

Şâh-ı velâyet Hazreti Âli, “çocuklarınızı yarına göre yetiştirin yaşadığınız güne göre değil!” derken...

Biz, kıyâmete kadar yeniliğini ve orijinalliğini koruyup, o çağın insanına hitap edecek özellikler ihtiva eden Kutsal KİTABI; günümüzde, dünün tekrarıyla, dündekiler gibi anlayıp yorumluyorsak; vay hâlimize!.

Bunları şunun için yazdım...

Yaşım gelmiş altmışa... Rasûlullah aleyhisselâmın dünyayı terk ettiği altmışbir yaşına bir senem kalmış. Beyin ve akıl sağlığım yerinde ne kadar hayatta kalırım bilemem.

Ben ne bir şeyhim, mürşidim ne de izlenesi bir önder; ne de başka bir unvan veya etiketi olan biri... Ve ne de başkalarından bir pâye bekleyen biri...

Kendimden söz etmemin sebebi de, bana göre çok değerli olan bu anlayış açıklıklarının, hiçbir çalışma yapılmadan havadan durduk yerde gelmeyeceği gerçeğini sizlere fark ettirmekti. İşte bu yüzden de bunları yazdım.

Ben, sadece sıradan bir düşünürüm ve yalnızca, düşüncelerimi yazarak arzu edenlerle paylaşırım.

Bu fikirlerden yararlananlar bizi okumaya devam ederler, fikirlerimizi veri tabanlarına uygun bulmayanlar da okumaz diledikleri gibi yaşamaya devam ederler.

Biz kendi çapımızda Allah’ın kolaylaştırdığı bazı yeni uygulamalarla —Kuddüs, Mürid ve Fettah isimlerine ağırlıklı devam suretiyle— bir kısım yeni bakış açıları edindik.

Diyoruz ki bu yüzden de...

Her yeni açılım veya oluşumun altında mutlaka yeni bir yaklaşım ve uygulama vardır.

Bu bugün de böyledir; yarın da böyle olacaktır!

İstidâd ve kâbiliyetiniz olsa dahi, klâsik uygulama ile klâsik verilerin ötesini elde edemezsiniz!.

DİN adı verilmiş olan ALLAH sistem ve düzeninin, bugüne kadar fark edilmemiş yeni yanlarını ve inceliklerini, sırlarını öğrenmek ve değerlendirmek için de, mutlaka yeni yaklaşımları ve çalışmaları, sistemli ve düzenli şekilde sonuç alana kadar yapmak zorunludur kanaatimce!.

Bahçede bir orayı bir burayı çapalayarak kuyu açamaz, suya ulaşamazsınız!.

Maymun iştahlı kişiliklerin, üç beş günlük çalışmayla bir yere varamayıp; sonra da, “bu bahçede su yokmuş” demesi, yalnızca kendisini hüsrana uğratır.

Şükründen âcizim, Rabbim kolaylaştırdı, nimetine erdirdi, kulluğumu, hiçliğimi fark ettirdi...

İnsanların dedikodusu ise beni ilgilendirmez. Aklı olan benim dedikodumla ömrünü boşa harcayacağına, kendisine gelecekte yararlı olan çalışmalarla yaşamını değerlendirir!

İşte bu anlayış içinde bugünlere geldim. Rasûlullah’ı ve O’nun anlattığı sistemi, getirdiği Kur’ân’ı, kapasitem kadarıyla anlamanın ve Allah’a kulluğumun huzuruyla dünyadan ayrılacağım günleri bekliyorum artık köyümde...

Dilerim Allah zikriyle sizlerin de gönlü huzur ve tatmine ersin!

Zira Allah’ı bilmenin insana yaşatacağı cennet hiçbir şeyde yokmuş!.

Dünyada ne elde ederseniz sonu vardır ve sonu, düşünen insan için tatminsizlik ve bunalımdır!.

Allah’ta Allah’la yolculuk ise sonsuzdur ve asla bıkmak diye bir kavram sözkonusu değildir!.

Kozasından çıkıp sonsuzluğa kanat açmaya çalışın ey Anka Kuşları!..

Farkedin sizler, minik serçeler olmadığınızı ve çevrenizdeki ufak yemlerin bir zaman sonra sizi tatmin etmeyeceğini...

Hiç yorum yok:

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...