Hz. Muhammed (sav)'in çeşitli ülkelerin krallarına ve bazı eyaletlerin valilerine yazdığı tebliğ mektuplarından bir kısmının orijinalleri günümüze kadar muhafaza edilmiştir. Hükümdarların ve halklarının en güzel ve hikmetli şekilde hak dini yaşamaya davet edildiği bu mektuplar, Peygamber Efendimiz (sav)'in üstün ahlakının, bağışlayıcılığının, hoşgörüsünün ve tebliğ gücünün tarihi örneklerindendir.
Yüce Allah'ın, Kuran-ı Kerim'de “Alemlere Rahmet” olduğunu bildirdiği Peygamber Efendimiz (sav), kendisine bu şerefli görev vahyedildiği ilk andan yaşamını yitirdiği ana kadar Rabbimiz'in dinini tebliğ etmiştir. Hz. Muhammed (sav)'in bu tebliğleri sırasında izlediği yöntemlerden en etkili olanlardan biri ise şüphesiz çeşitli ülkelerin hükümdarlarına yolladığı mektuplar olmuştur. Bu mektuplardaki hikmetli, etkileyici ve ılımlı üslup, pek çok kişinin hak din İslam'ı tanıyıp kabul etmelerine vesile olmuştur. Kuşkusuz Peygamberimiz (sav)'in tebliğindeki bu hikmetli üslup tüm Müslümanlar için bir örnektir.
Hz. Muhammed (sav) gönderdiği mektuplarda toplulukların liderlerine, öncelikli olarak Yüce Allah'ın tek İlah olduğunu ve asla ortağı olmadığını tebliğ etmiştir. Bununla birlikte Peygamberimiz (sav) mektuplarında uzlaştırıcı, davetçi ve Allah'ın koruması altında olduğunu bildirmiştir.
Mektup yolladığı her hükümdarı İslam'a çağıran Peygamberimiz (sav), eğer Müslüman olurlarsa ve topluluklarına da bunu ulaştırırlarsa Allah Katında sevaplarının çok büyük olacağı müjdesini vermiştir. Ayrıca itaat edip tebliği kabul ederlerse iktidarlarını koruyacaklarını, kabul etmezlerse de lideri oldukları topluluğun sorumluluğunu taşıyacakları ve dünyada da iktidarlarının kalmayacağını vurgulamıştır. (Harun Yahya, Hazreti Muhammet)
Kutlu Peygamberimiz (sav), Hıristiyanlara yazdığı tebliğ mektuplarında hep Kuran ayetlerini aktarmış, Kuran'da Allah'ın emrettiği, Ehl-i Kitap ile olması gereken ilişkileri ve diyalogları da emredilen şekilde yerine getirmiştir. Yüce Rabbimiz, Kuran'da Müslümanların, Ehl-i Kitap ile aralarında olması gereken ilişkiyi şöyle bildirir:
“De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız bir kısmımızı Rabler edinmeyelim." Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız." (Al-i İmran Suresi, 64)
Habeşistan Necaşisi'ne Gönderilen Mektup…
Hz. Muhammed (sav)'in Habeşistan Kralı Ashama'ya hitaben yazmış olduğu mektup, Müslümanların Hıristiyanlara bakış açısını göstermesi açısından son derece önemlidir. Ashama, Hz. Muhammed (sav)'in mektubunun ve Müslüman elçilerle yaptığı konuşmaların sonrasında, ülkesine sığınan Müslümanları koruyan bir politika izlemiştir. Peygamberimiz (sav), mektupta şöyle buyurmuştur:
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,
Allah Rasulü Muhammed'den Habeş Necaşisi Ashama'ya.
Kendisi'nden başka İlah bulunmayan gerçek Hükümdar, Mukaddes, Selam, Koruyucu, Kurtarıcı olan Allah'ın övgüsünü sana iletirim. Tasdik edip şehadet ederim ki; Meryem oğlu İsa Allah'ın Ruhu ve Kelimesi'dir. Kendisine dokunulmamış Meryem'e nasib edilmiştir. Böylece Meryem İsa'ya hamile kalmış, Allah Teala da Ruh ve Nefesi'nden olmak üzere Adem'i nasıl yarattıysa onu da öylece yaratmıştır. Seni Tek olan ve Eşi bulunmayan Allah'a çağırıyorum. O'na itaat konusunda karşılıklı yardıma çağırıyorum. Beni takib et, bana uy ve bana gelen şeye iman et. Muhakkak ki ben, Allah'ın Resuluyüm. Bu nedenle seni ve etrafında bulunan askerlerini Allah'a iman etmeye davet ediyorum. Nasihat ve sözlerim size ulaşınca kabul etmenizi tavsiye ederim. Amca tarafından yeğenim olan Cafer'i yanında az sayıda Müslüman grubuyla beraber sana doğru yola çıkarıyorum. Selam gerçek hidayet yolu üzerinde bulunanlara olsun.
Peygamberimiz (sav)'in Mısır'da Mukavkıs'a Gönderdiği Mektup…
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla, Allah'ın kulu ve Resulü Muhammed'den, Kıbtilerin Büyüğü Mukavkıs'a. Allah'ın Selamı; hidayet yoluna girmiş bulunanların üzerine olsun. Buna göre Ben, Seni tam bir İslam daveti ile çağırıyorum. İslam'a gir. Sonunda emniyet ve selamet içinde olursun. Bunun karşılığında Allah sana iki defa sevab verecektir. Şayet bundan kaçınacak olursan bütün Kıbtilerin günahı senin üzerinde toplanacaktır…
Bizans İmparatoru Heraklius'a Gönderilen Mektup…
Hz. Muhammed (sav)'in, Bizans İmparatoru Heraklius'a gönderdiği mektup da Ehl-i Kitab'a yapılacak davette Kuran'dan ayetlerin kullanılmasının gerektiğini gösteren hikmetli bir örnektir. Peygamber Efendimiz (sav), mektubunda daha önce aktarılan Al-i İmran Suresi 64. ayetini, yazarak tebliğ yapmıştır.
Bismillahirrahmanirrahim,
Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'den, Bizanslıların büyük reisi Herakliyus'a: “Selam hakikat yolunu izleyene (olsun)! İlave edeyim ki, seni bütün olarak İslam'a davet ediyorum. İslam'ı kabul et ki felah bulasın. İslam'ı kabul et ki Allah değerini iki kat artırsın. Ama eğer kaçınırsan, tebeanın günahı da senin üzerine yüklenecektir. Ve siz, ey Kitab-ı Mukaddes'in insanları (Ey Ehl-i Kitab!) sizinle bizim aramızda aynı olan bir söze doğru geliniz; ki biz ancak Allah'a taparız, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayız ve aramızda kimse kimseyi, Allah'ın dışında sahib (Rab) edinmez. İmdi, eğer kaçınırlarsa, şöyle deyiniz: Şahit olun biz Müslümanlardanız (Allah'a teslim olanlarız).
İran İmparatoru Kisra'ya Gönderilen Mektup…
Hz. Muhammed (sav) müşrik toplulukların liderlerine gönderdiği mektuplarında onlara sonsuz ilim sahibi Allah'ın tek İlah olduğunu ve kendisinin de O'nun elçisi olduğunu tebliğ etmiştir. Ehl-i Kitap olan topluluklardan farklı olarak müşrik toplumla- ra yollanan bu mektuplarda Yüce Allah'ın varlığı ve birliği ana konu olarak vurgulanmıştır.
Bismillahirrahmanirrahim,
Allah Resulü Muhammed'den, İranlıların büyüğü Kisra'ya: Selam, hakikat yolunu izleyip Allah'a ve Resulüne iman edenlerin ve Allah'tan başka İlah olmadığına, O'nun bir ve ortaksız olduğuna ve Muhammed'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna şehadet edenlerin üzerine olsun! Seni İslam'ı kabule çağırıyorum. Zira Ben, Allah'ın, canlı olan herkesi uyarmak ve ilahi kelamın kafirlere karşı hükmünü tamamlaması için tüm insanlara gönderdiği elçisiyim. Şimdi İslam'a teslim ol ve felaha er. Ama eğer reddedersen, o zaman Mecusilerin günahları da senin üzerine olacaktır.
Uman Melikleri Ceyfer ve Abd'e Gönderilen Mektup…
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,
Allah Resulu Muhammed'den, Culanda'nın iki oğulları Ceyfer ve Abd'e: “Selam, hakikat yoluna tabi olanlar üzerine olsun! Sizin her ikinizi İslam'ın davetine çağırıyorum. İslam'a tabi o-lun ve kurtuluşa erin. Zira ben, Allah'ın tüm canlıları uyarmak üzere ve vaadini kafirler üzerine tamamlaması için tüm insanlığa gönderdiği elçisiyim. Şimdi, eğer her ikiniz de İslam'ı tanırsanız, her ikinize de iktidar vereceğim. Ama ikiniz de (İslam'ı) kabul etmeyi reddederseniz, ikinizin de krallığı sizden uzaklara yok olup gidecektir, süvarilerim, ülkenizde ordugah kuracaklar ve peygamberlik vasfım krallığınıza galip gelecektir.”
El Ahsa Valisi El Münzir'e Gönderilen Mektup..
Bismillahirrahmanirrahim.
Allah Resulü Muhammed'den, El-Münzir b. Sava'ya! Selam üzerine olsun. Seni, kendisi dışında hiçbir ilah olmayan tek bir Allah'a hamd etmeye çağırıyorum ve ilan ediyorum ki, O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur ve Muhammed O'nun kulu ve Resulüdür. Sana Kadir-i Mutlak ve Şanı Yüce Allah'ı hatırlatırım ki; zira kim iyi bir nasihate kulak verirse kendi iyiliği içindir; ve kim benim elçilerime itaat eder ve emirlerine uyarsa bizzat bana itaat etmiş olur. Ayrıca, kim onlar hakkında iyi düşünürse benim hakkımda iyi düşünmüş olur. Muhakkak benim elçilerim seni övmüşlerdir. Ben de senin halkına şefaatini kabul ediyorum. İmdi, Müslüman olmadan evvel sahip oldukları şeyleri Müslümanların elinde bırak. Ve ben suçluları affediyorum. İmdi sen de onların pişmanlıklarını kabul et. Biz ise, sen iyi davrandığın sürece seni görevden azletmeyeceğiz. Aksine, kim ki Yahudilik ya da Mecusilikte ısrar ederse cizyeye tabi olacaktır.
Bu mektuplar, Müslümanların Ehl-i Kitap ve diğer müşrik ve inkarcılar ile olan ilişkilerinde nasıl davranacaklarını görmeleri açısından günümüzde de çok değerli tebliğ örnekleridir. Dinsizliğe karşı mücadele etmesi gereken Müslümanların ve Ehl-i Kitab'ın birleştirilmesi için de bir yöntemdir. Bu birliktelik, Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişini beklediğimiz bugünlerde dünyayı aydınlığa ve huzura kavuşturacak en önemli vesilelerden biri olacaktır.
Kutsal Emanetlerin Merkezi: İstanbul
Peygamber Efendimiz (Sav)'in mektupları her yönüyle hikmetli, amaca yönelik ve Allah'ın dinini tebliğ etmede gösterilen kararlılıklarla doludur. Bunların yanı sıra bu mektupların başka bir özellikleri daha vardır: Mektupların büyük bir kısmı İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda saklanmaktadır. Sarayın Mukaddes Emanetler bölümünde Peygamberimiz (sav)'den ve Sahabe-i Kiram'dan kalan diğer eşyalarla beraber özenle korunan mektuplar, Hz. Muhammed (sav)'in Sancak-ı Şerifi, Hırka-i Saadeti ve Kılıcı ile aynı odada sergilenmektedirler.
Ayrıca özellikle belirtmek gerekir ki; Hadis-i Şeriflerde, Hz. Mehdi'nin çıkış yeri ile ilgili alametlerin başında bu emanetlerin olduğu yer gösterilmektedir. Bu Hadis'i Şeriflerden bazıları şöyledir:
Abdullah b. Şurefe'den nakledildi ki: Mehdi'nin beraberinde süslenmiş bir halde Peygamberimizin bayrağı olacaktır. (Kitab-ul Bürhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, 65)
Alametlere gelince: beraberinde Allah Resulü'nün (s.a.v) gömleği, kılıcı, sancağı bulunacaktır. O sancak ki Resulüllah (s.a.v)'ın vefatından bugüne kadar hiç açılmamıştır. Mehdi'nin zuhuruna kadar da açılmayacaktır. Sancağında “ El Biat'u Lillah” (Allah için Biat) ibaresi yazılı olacaktır. (Kıyamet Alametleri, sayfa 164)
Hiç şüphesiz yüzyıllar öncesinden bildirilen bu hadis-i şeriflerde Peygamber Efendimiz (sav)'in ahir zamanda olacakları müjdelemesi de büyük mucizelerdendir. Hadis-i şeriflerde bildirildiği gibi günümüzde Topkapı Sarayı'nda korunan bayrak süslenmiş ve yine hadiste belirtildiği gibi Osmanlı İmparatorluğu'nda olduğu dönemde savaşlara götürülmesine rağmen bir muhafazanın içinde tutulmuş ve günümüze kadar açılmamıştır. Hadis-i şeriflerde bildirilen bu özelliklerin aradan yüzlerce yıl geçmesine rağmen hala geçerli olması, kuşkusuz Peygamber Efendimiz (sav)'in hikmetli sözlerinin birer delilidir.
Hz. Mehdi'ye dair hadisler, Allah'ın izniyle ahir zamanda gerçekleşecek ve Altınçağ'ın habercisi olan bu mucizeler Müslümanların şükrüne vesile olacaktır.
Hz. Muhammed (a.s.m.) bütün insanlara peygamber olarak gönderilmişti. O, önce yakın çevresini ve içinde yaşadığı toplumu İslâma davet etti.
Daha sonra da İslâm Dini'ni dünyaya tebliğ etme görevine başladı. Bu maksatla Bizans İmparatoruna, İran, Mısır, Habeşistan, Umman ve Bareyn devlet başkanlarına elçiler yolladı. İslâma davet mektupları gönderdi.
Peygamberimiz gümüşten bir mühür yaptırmış, üzerine de "Muhammedü'r-Rasûlüllah" cümlesini yazdırmıştı. Mektuplarının altını bununla mühürlüyordu.
Habeşistan hükümdarı Peygamberimizin mektubunu alınca müslümanlığı kabul etti.
Bizans İmparatoruna gönderilen mektup: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah'ın kulu ve Resuûlü Muhammed'in Rumların büyüğü Hirakl'e. Hidayet yoluna uyanlara selâm olsun. Bundan sonra, ben seni İslâma davet ediyorum. Müslüman ol ki selâamete eresin. Allah da sana ecrini iki kat verir. Eğer kabul etmezsen halkının vebali senin boyundadır. Ey Ehl-i Kitap! Biizmle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin: Ancak Allah'a kulluk edelim. O'na hiçbir şeyi ortak yapmayalım. Allah'ı bırakıp bir kısmınız diğer kısmınızı rab edinmesin. Eğer yüz çevirirlerse, şahit olun, biz müslümanız deyin."
Bizans İmparatoru Hirakl, Peygamberimizin gönderdiği elçiye: "Ben bu Peygamberin zuhur edeceğini biliyordum fakat onun Arabistan'dan çıkacağını zannetmiyordum. Eğer ona ulaşabileceğimi bilsem, her zahmete katlanırdım, yanında olsam ayaklarını yıkar, hizmet ederdim." dedi.
İmparator, müslümanlığı kabul etmedi ancak peygamberin elçisine iyi davrandı ve ona hediyeler vererek geri çevirdi
Resûl-i Ekrem, Tâiflilerin insafsız ve âdice hücum ve hakaretlerine hedef olduktan sonra, Mekke'ye döndüğünde müşriklerin daha da şiddetli muhalefet ve eziyetleriyle karşı karşıya kaldığı halde, îman ve İslâmı tebliğden bir an bile geri durmadı. Aksine, Tâif dönüşü, İslâma dâvet dairesini daha da genişletti ve kabileleri İslâma dâvete başladı.
Bir dâvânın hızla intişârı, şüphesiz, sağlam ve seviyeli müntesiblerinin çokluğu ile doğru orantılıdır. Resûl-i Ekrem de bu gerçeği göz önünde bulundurarak, hem îmâna davet etmek, hem de Kureyş müşriklerine karşı bir kuvvet olarak kullanmak gayesiyle Hac mevsiminde Mekke etrafında konaklamış bulunan Arap kabileleri arasında dolaşıyordu.
Görüştüğü kabile ileri gelenlerinin her biri ayrı ayrı bahaneler ileri sürerek İslâma girmekten uzak duruyorlardı. İçlerinde Müslüman olma arzusunu izhar edenler var idiyse de, bunların İslâm safına katılmalarına engel oluyordu.
İslâma dâvet edilen bazı kabileler ise, dâvete icabet etmedikleri gibi, Efendimize hakaretvâri sözler de söylüyorlardı.
Resûlullahın dolaştığı yerlere müşrikler de gidiyor, onu âdeta bir gölge gibi takib ediyorlardı. Kabile fertlerinin İslâmiyetten uzak durmalarında şüphesiz müşriklerin menfı, yalan ve iftira üzerine kurulu propagandalarının da büyük rolü vardı.
Resûl-i Ekrem, her sene belirli mevsimlerde kurulan Ukâz, Mecenne, Zü'l-Mecâz panayırlarını (bir nevî fuâr) gezmeyi, buraya gelmiş bulunan kabilelerle görüşmeyi, halkına Kur'ân okuyup ve onları İslâma davet etmeyi asla ihmal etmezdi. Ne var ki, o, kudsî gayeyle halk arasında dolaşırken, Ebû Leheb de ara sıra geziyor ve "Muhammed atalarının dininden döndü, yalanlar uyduruyor, ona kanmayın" diyor, halkın kendisiyle temas etmesine mâni olmaya çalışıyordu.
Peygamber Efendimiz, kabileler arasında dolaşıp, tebliğ vazifesinde bulunurken, kabilenin bütün fertleriyle değil, çoğu zaman sadece ileri gelenleri, reisleriyle görüşüyor, konuşuyor ve İslâmı onlara anlatıyordu. Çünkü, kabile ferdlerinin, reislerine sarsılmaz bir bağlılık ve hürmetleri vardı. Reislerinin İslâmı benimsemesi demek, tamamının mü'minler safında yer alması demekti. Bu bakımdan Allah Resûlü, kısa yoldan netice elde edebilecek metodu takip ediyordu.
Resûl-i Ekremin bu tarz bir usül takip etmesinde; hak ve hakikatı tebliğde, mühim bir prensibi tesbit etmiş oluyoruz: Hak ve hakikata dâvete mümkünse önce beldenin ileri gelenlerinden, hatırı sayılır ve herkesin saygısını kazanmış kimselerden başlanmalıdır. Bir beldenin veya bir kabilenin ileri gelenlerinin hak ve hakikatı kabul etmesi, şüphesiz halkın da sür'atle aynı dâvâyı benimsemesini kolaylaştıracaktır.
Medineli ilk Müslümanlar
Bi'setin 11. senesi hac mevsimi idi.
Mekke'ye yarımadanın muhtelif yerlerinden birçok hacı namzedi gelmişti. Bunlar arasında Medine halkından da bazı kimseler vardı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, hac mevsimlerinde âdetleri olduğu üzere, kabileler arasında dolaşıp onları İslâm dinine davet ederken, Akabe mevkii yakınında altı kişiden ibaret olan bu Medineli kafileye rastgeldi.Onlara,
"Siz kimsiniz?" diye sordu.
"Hazreç kabilesindeniz" diye cevap verdiler.
Peygamber Efendimiz,
"Yahudîlerin komşu ve müttefiklerinden misiniz?" diye sordu.
"Evet," dediler.
Bunun üzerine Efendimiz,
"Otursanız da, sizinle biraz konuşsak olmaz mı?" dedi.
"Olur" deyip oturdular.
Nebiyy-i muhterem Efendimiz, onları Allah'ın varlık ve birliğine îmâna çağırdı. İbrâhim Sûresinden bir bölüm okudu, onları İslâm dinine dâvet etti.321
Onlar, "Galip ibn-i Fihr (Peygamberimizin 9. dedesi) evlâdından bir peygamber gelecek" diye kendi ihtiyarlarından işitirlermiş. Ayrıca, Medine'de oturan Yahudilerle iki kardeşten türemiş Hazreç ve Evs kabileleri arasında eskiden beri devam edegelen bir husumet ve anlaşmazlık vardı. Kâh barışırlar, kâh bozuşurlardı. Yahudiler ehl-i kitap ve ilim sahibi idiler.
Evs ve Hazreçliler ise Allah'a şerik koşar, puta taparlardı. Ne zaman Yahudilerle araları açılsa, Yahudiler onlara, "Beklenen peygamber gelmek üzeredir. Gelince, biz ona tabi olacak, İrem ve Ad kavimleri gibi sizin kökünüzü kazıyacağız" der, dururlardı.
Bu sefer Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, onları İslâma davet edince birbirlerine bakıştılar ve aralarında, "Vallahi, bu bize, Yahudilerin geleceğini haber verdikleri peygamber olsa gerektir. Sakın, Yahudiler ona inanmakta bizi geçmesinler" diye konuşarak hemen îmân ettiler ve Peygamber Efendimizin huzurunda kelime-i şehâdet getirdiler.322
Sonra da Resûl-i Kibriyâ Efendimize hitaben şöyle konuştular:
"Kavmimiz birbirlerine kin ve düşmanlık besledikleri gibi, başka bir kavimle de aralarında kötülük ve düşmanlık vardır. Umulur ki, Allah onları da sayenizde bir araya toplar. Biz hemen dönüp, onları da senin anlattıklarına davet edeceğiz.
Eğer Allah, onları bu din üzerine bir araya getirir, birleştirirse, senden daha aziz ve şerefli bir kimse olamaz."323
Resûl-i Kibriyâ Efendimizin dâvetine icabet edip İslâmiyetle müşerref olan Medineli ilk altı zât şunlardı: Ebû Ümâme Es'ad bin Zürâre (r.a.), Avf bin Hâris (r.a.), Rafi' bin Mâlik (r.a.), Kutbe bin Âmir (r.a.), Ukbe bin Âmir (r.a.), Cabir bin Abdullah bin Riâb (r.a.).324
Bu altı zât, kabileleri tarafından hatırı sayılır ve sevilir kimselerdi. Medine'ye döndüklerinde, akrabalarına Peygamber Efendimizi anlatıp, onları İslâma dâvet edince, İslâmiyet Medine içinde bir anda yankı yaptı. Allah ve Resûlullah sadası şehrin ufuklarını sardı. Şehirde, Peygamberimiz ve İslâmın anılmadığı ev hemen hemen kalmamış gibiydi. Böylece, Medine'ye İslâm nûrundan parıltılar götürme bahtiyarlığına bu altı zât ermişti.
Medine'ye parıltıları ulaşan ebedî Nûr, artık birden bire burada parlayacak ve kısa zaman sonra şehri, İslâm Devletinin merkezi haline getirecekti.
321. İbni Hişâm, Sîre: 2/70; İbni Sa'd, Tabakât: 1/217; Taberî, Tarih: 2/234
322. İbni Hişâm, Sîre: 2/70; İbni Sa'd, Tabakât: 1/217; Taberî, Tarih: 2/234
323. İbni Hişâm, Sîre: 2/71; Taberî, Tarih: 2/234
324. İbni Hişâm, Sîre: 2/71; İbni Sa'd, Tabakât: 1/218-219; Taberî, Tarih: 2/234-235
Peygamberimiz’in Hükümdarları İslam’a Daveti
Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (a.s.m.) dini ve dâveti umumidir. Hitabı, bütün insanlığadır. Diğer Peygamberler gibi bir kavme, bir kabileye, bir millete veya bir bölgeye münhasır değildir.
Cenâb-ı Hak, bir çok âyet-i kerimede bu hususu beyan buyurmuştur:
“De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın gönderdiği peygamberim…”259
Buna binâen Peygamber Efendimizin dâveti elbette yalnız bazı Arap kabilelerine, bir takım insanlara ve belli bölgelere münhasır kalamazdı. Bütün insanlığa bu imân ve İslâm dâveti sesinin duyrulması gerekiyordu.
Bunun için, Hudeybiye Sulhü sonrası en müsait bir zamandı. Zira, anlaşma gereğince 10 yıl harp yapılmayacaktı.
Hicretin 7. senesi, Muharrem ayı idi. Peygamber Efendimiz, birgün Ashab-ı Kiramı toplayarak şöyle buyurdu:
“Allah, beni bütün insanlara rahmet olarak gönderdi. İslâmı yayma hususunda bana yardımcı olun! Havarilerin Meryem oğlu İsâ’ya muhâlefetleri gibi, siz de bana karşı muhalefette bulunmayın!”
Sahabîler, “Yâ Resûlallah! Havariler, Hz. İsa’ya (a.s.) nasıl muhalefet etmişlerdi?” diye sordular.
Resûl-i Ekrem şöyle izah etti:”Benim sizi dâvet ettiğim vazifeye, o da Havarilerini dâvet etmişti. Ancak onun yakın yere gönderdiği kimseler isteyerek gidip selâmete eriştiler. Uzak yere göndermek istedikleri kimseler ise, gitmekten kaçındılar. İsâ (a.s.), bu durumu Allah’a arzetti ve şikâyette bulundu.
“Gitmeye üşenenlerin her biri, gönderilecekleri milletlerin dillerini konuşur oldukları halde sabahladılar. İsâ (a.s.), onlara, ‘Bu, Allah’ın sizin için kesinleştirdiği, ve ehemmiyet verdiği bir iştir. Haydi gidiniz!’ demişti. Onlar da gitmişlerdi!”260
Bunun üzerine Sahabîler, “Yâ Resûlallah,” dediler, “biz sana bu hususta yârdımcı olacağız, Bizi arzu ettiğin yere gönder” dediler.261
Kim Nereye Ve Kime Gönderildi?
Bunun üzerine Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, İslâma dâvet maksadıyla Ashabından:
1) Dihyetü’1-Kelbî’yi Rum Kayseri* Heraklius’a,
2) Amr bin Ümeyye ed-Demri’yi, Habeş Necaşîsi Ashame’ye,
3) Abdullah bin Huzâfe’yi İran Kisrâsı Hüsrev Perviz’e,
4) Hanb bin Ebî Beltâa’yı Mısır Firavunu Mukavkıs’a,
5) Salit bin Amr’ı, Yemâme Valisi Havza bin Ali’ye,
6) Şuca’ bin Vehb’i Gassân Meliki Münzir bin Hâris bin Ebî Şemir’e gönderdi.262
Gönderilen elçinin hepsi de gönderildikleri memleketlerin dillerini biliyorlardı. Peygamber Efendimiz, bu elçilerine, mezkur hükümdarlara verilmek üzere birer mektup da yazarak teslim etti.
Mektupları yazdığı sırada, Sahabîler hükümdarların mühürsüz mektup okumadıklarını bildirince Resûl-i Ekrem Efendimiz, gümüşten bir mühür üzerine alt alta gelmek suretiyle şu şekilde imzasını da yazdırdı:
“Allah
“Resûl
“Muhammed”263
Kâinatın Efendisi bu yüzüğünü vefâtına kadar takmıştır. Vefâtından sonra sırasıyla, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman takmışlardır. Günün birinde Hz. Osman’ın elinden Eris Kuyusuna düşerek kaybolmuştur. Kuyunun Bütün suyu çektirildiği halde, bir türlü bulunamamıştır.264
259. Araf Sûresi, 158. Konu ile ilgili olarak diğer âyetler için bkz.: Nisâ Sûresi, 79,170,174; Tevbe Sûresi, 33; Sebe’ Sûresi, 28; Hacc Sûresi, 67; Ahzab Sûresi, 40.
260. Sîre, 4:254.
261. İbn-i Kesîr, Sîre, 3:507.
* O zamanlar Rum (Bizans) devirt başkanına Kayser, İran Şahına Kisnjt, Mısır devlet başkanına Firavun, Yaman hükümdarına Tubbâ, Habeş hükümdarına ise Necaşî denilmekteydi,
262. Sîre, 4:254; Tabakât, 1:258; Ensab, 1:531; Taberî, 3:84; İbn-i Kesir, Sîre, 3:343.
263. Tabakât, 1:258.
264. Buharî, 7:54; Müslim, 3:1658.