18 Nisan 2011 Pazartesi

5-Bölüm:"Baba-Oğul-Kutsal Ruh" yanılgısı

"Baba-Oğul-Kutsal Ruh" yanılgısı

Hıristiyanların çoğu "Baba-oğul-Kutsal Ruh" yanılgısını Hz. İsa tarafından
insanlara öğretildiğini ve kendilerine de bu kaynaktan ulaştığını sanırlar. Oysa bu
yanlış inanç Hz. İsa tarafından ortaya atılmadığı gibi, aslında onu izleyen ilk üç
asırda dahi "keşfedilmemiş"tir. Üçleme, Hıristiyan araştırmacıların da kabul ettiği
gibi, dördüncü yüzyılda ortaya çıkmış bir doktrindir .
Bugün Hıristiyan öğretisinin temelinde, Allah'ı, "Baba Tanrı", "Oğul Tanrı" ve
"Kutsal Ruh" olarak üç parçaya ayıran ve sonra da bu üç parçanın bir olduklarını
iddia eden "Üçleme" ya da "Üçlübirlik" (Trinity) doktrini yer alır. Hıristiyanların
çoğu bu doktrinin Hz. İsa tarafından insanlara öğretildiğini ve kendilerine de bu
kaynaktan ulaştığını sanırlar. Oysa bu doktrin Hz. İsa tarafından ortaya atılmadığı
gibi, aslında onu izleyen ilk üç asırda dahi "keşfedilmemiş"tir.
Üçleme, Hıristiyan araştırmacıların da kabul ettiği gibi, dördüncü yüzyılda ortaya
çıkmış bir doktrindir ve bu tarihten önce yaşamış Kilise babalarının hiçbirinin
yazılarında görülmez.
Ancak bu doktrini formüle edenler önemli bir sorunla karşı karşıya olduklarını
görmüşlerdir: Bu doktrinin Yeni Ahit'te herhangi bir temeli yoktur. Bu nedenle de
bir temel oluşturma ihtiyacı hissetmişlerdir ve Dört İncil içinde en itibarlı
sayılanına, yani Matta'ya küçük bir pasaj ilave etmişlerdir. Bu pasajda, Hz. İsa
sözde havarilerine şöyle der:
"Gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi. Bu nedenle gidin, bütün ulusları
öğrencilerim olarak yetiştirin. Onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'un adıyla vaftiz
edin. Size buyurduğum her şeye uymayı onlara öğretin. İşte ben, dünyanın
sonuna dek her an sizinle birlikteyim." (Matta 28:19-20)
Matta İncili'nin sonunda yer alan sözkonusu "Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'un adıyla
vaftiz etme" emrinin sonradan eklendiğini bugün seküler araştırmacıların hemen
hepsi kabul etmektedir. Bunun iki temel delil vardır. Birincisi, Hıristiyanlığın ilk
dönemlerinde vaftiz işleminin sadece Hz. İsa'nın adıyla gerçekleştirildiğinin
biliniyor oluşudur. (Bu durum, Yeni Ahit'in diğer kitaplarından, özellikle Pavlus'un
mektuplarından rahatlıkla anlaşılabilir.) İkinci önemli gösterge, Matta'dan daha
önce yazılmış olan Markos İncili'nde Hz. İsa'nın aynı vaftiz emri aktarıldığı halde
sözkonusu "Baba-Oğul-Kutsal Ruh" üçlüsünden söz edilmemesidir.
Bu durum İnciller üzerinde yapılan rötuşların dördüncü yüzyıla kadar devam
ettiğini göstermektedir. Buna örnek olarak gösterebileceğimiz çok ilginç bir başka
ekleme daha vardır. Bugün elinize bir Yeni Ahit alıp Markos İncili'nin en başını
okursanız oradaki ilk ayette "Tanrı'nın Oğlu İsa Mesih'le ilgili müjdenin başlangıcı"
diye yazdığını görürsünüz. Ancak bu konuda biraz dürüst davranan bazı İnciller
bazen bu ayetin sonuna bir dipnot ekleme ihtiyacı hissederler. Örneğin American
Bible Society'nin yayınladığı Good News New Testament adlı İngilizce İncil'de şu
dipnot yer almaktadır: "En eski bazı nüshalarda bu 'Tanrı'nın Oğlu' ibaresi yer
almaz." (Good News New Testament: Today's English Version, New Testament in
Color. (4. baskı)American Bible Society, New York, 1974. s. 61 Yani Markos
İncili'nin en eski bazı nüshalarında "Tanrı'nın Oğlu İsa Mesih'le ilgili müjdenin
başlangıcı" değil, sadece " İsa Mesih'le ilgili müjdenin başlangıcı" diye
yazmaktadır!
Fazla söze gerek var mı?...

Tapınma
İncillerde Hz. İsa'yı ilahlaştırmak için yapılan rötuşların bir başka türü, etrafındaki
insanların ona tapındıklarını öne süren anlatımlardır. Hz. İsa'yı kabul eden
Yahudilerin, hatta havarilerin Hz. İsa'ya "tapındıkları"ndan söz edilir. Örneğin
Luka İncili'nde şöyle yazılıdır:
"İsa onları kentin dışına, Beytanya'nın yakınlarına kadar götürdü. Ellerini
kaldırarak onları kutsadı. Ve onları kutsarken yanlarından ayrıldı, göğe alındı.
Öğrencileri O'na tapındılar ve büyük sevinç içinde Kudüs'e döndüler. Sürekli
tapınakta bulunuyor, Tanrı'yı övüyorlardı." (Luka, 24:50)
Matta ise Hz. İsa'yı henüz doğumu sırasında ziyaret eden yıldızbilimcilerin annesi
Hz. Meryem 'in önünde ona tapındıklarını öne sürer. Sözkonusu tapınma kavramı,
Matta, Luka ve Yuhanna'da yer almasına rağmen, yine, Markos'ta yer almaz.
Markos'un incilinde anlatılan kişiler, sadece Allah'a tapınırlar. Ne öğrencilerinin ne
de bir başka Yahudinin Hz. İsa'ya tapındıklarına dair hiçbir anlatım yoktur.

Dolayısıyla sözkonusu tapınma kavramının da genel trende uygun bir biçimde
geliştiğini söyleyebiliriz. Markos'ta hiç yer almazken ondan sonra yazılan
İncillerde ortaya çıkmış ve giderek daha vurgulu hale gelmiştir.
Bunun kökeninde de Hz. İsa ile ilgili anlatımların giderek daha fazla
paganlaştırılması olduğunu söyleyebiliriz. O dönemde bir insana tapınmak bir
Yahudi için düşünülemeyecek bir şeydi, ama paganlar arasında en doğal dini
uygulamaydı. Bu yüzden pagan bir zihin hem Hz. İsa'ya tapınmayı doğal
karşılayabilir, hem de öğrencilerinin ona gösterdikleri saygıyı da kolaylıkla
tapınma olarak yorumlayabilirdi. Hz. İsa'ya iman eden Yahudiler ona "Rab'bin
adıyla gelen" kişi olduğu için saygı gösteriyorlar, hatta belki de bu saygının bir
ifadesi olarak onun önünde eğiliyorlardı. Bu olayın bir pagan tarafından
yorumlanmasının sonucunda ortaya "tapınma" gibi bir anlamın çıkması ise
doğaldı. Her yazılan İncil pagan kültürünün etkilerini daha fazla içerdiği için de,
ortaya sözkonusu "Hz. İsa'ya tapınma" kavramı çıktı.

Romalı Yüzbaşı'nın Şahitliği
Şimdiye kadar ele aldığımız örneklerin tümü, İncillerde gerçekleştirilen rötuşların
amacını açıkça gösteriyor: Amaç bir peygamber olan Hz. İsa'yı bir pagan
tanrısına dönüştürmektir ve bu nedenle orjinal anlatımlara da bu anlamı verecek
ilaveler yapılmıştır. Çoğu zaman Markos'ta yer alan orjinal anlatımlar Matta ve
Luka'da rötuşlanmıştır. Yuhanna ise "rötuş"tan çok daha büyük ilaveler yapar ve
olayları çoğu zaman yeniden kurgular.
Ancak "en sağlam" olan kaynak her zaman Markos da değildir. Bazı durumlarda
Luka en saf ve en doğru bilgiyi vermekte, buna karşın Matta ve Markos
rötuşlanmış gözükmektedirler. Bunun en somut örneğine, Hz. İsa'nın çarmıha
gerilmesi konusundaki anlatımlarda rastlıyoruz. Aynı kaynaktan çıkmış İncillerin
her üçü de çarmıh olayı sırasında hazır bulunan Romalı yüzbaşının yapılan
adaletsizlikten dolayı pişman olduğunu ve Hz. İsa'nın kutsal bir kişi olduğunu
itiraf ettiğini anlatırlar. Ancak yüzbaşının sözleri arasında önemli bir fark vardır.
Matta'da şöyle yazılıdır: "İsa'yı bekleyen yüzbaşı ve beraberindeki askerler,
depremi ve öbür olayları görünce dehşete kapıldılar ve, 'Bu gerçekten Tanrı'nın
Oğluydu!' dediler."
Markos ise bu kez Matta'yla paraleldir: "İsa'nın karşısında duran yüzbaşı, O'nun
bu şekilde son nefesini verdiğini görünce, 'Bu adam gerçekten Tanrı'nın Oğluydu'
dedi.'
Ancak Luka'ya baktığımızda çok daha mantıklı bir anlatımla karşılaşırız: "Olanları
gören yüzbaşı, 'Bu adam gerçekten doğru biriydi' diyerek Tanrı'yı yüceltmeye
başladı."
Bu anlatım diğer ikisinden çok daha mantıklıdır, çünkü Romalı bir askerin
yapabileceği yorum gerçekten de en fazla budur. Eğer Hz. İsa "Tanrı'nın Oğlu"
olsaydı bile, onu çarmıha geren Romalı yüzbaşının bu tür teolojik bir kavramdan
haberi olamazdı. Romalılar Hz. İsa'nın çarmıhının üzerine "Yahudilerin Kralı"
yazmışlardı ve suçunun da bu olduğunu düşünüyorlardı. Ancak yüzbaşı çarmıha
gerdikleri kişinin tavırlarına ve diğer insanların tepkilerine bakarak bu "kral"ın
aslında sandıkları gibi karmaşalık çıkaran bir bozguncu değil, iyi ve erdemli bir
insan olduğunu anlayabilirdi. Dolayısıyla, en fazla, Luka'da olduğu gibi "bu adam
gerçekten doğru biriydi" diyebilirdi.
Markos'ta ve Matta'da yüzbaşıya söyletilen "Bu adam gerçekten Tanrı'nın
Oğluydu" şeklindeki ifadeler ise, belli ki, Hz. İsa'nın "Tanrı'nın Oğlu" olduğuna
inanan ve bunu vurgulamak isteyen yazarlar ya da "editörler" tarafından
üretilmişlerdi. 

"Göklerden Gelen Ses"
İncilleri karşılaştırmalı olarak okuduğumuzda, Hz. İsa'yı "Tanrı'nın Oğlu" olarak
tanıtmak için yapılmış ilavelerin nasıl "dikkat çektiklerini" başka örneklerle de
görebiliriz.
İncillerde bu yönde delil olarak gösterilen ifadelerden bir başkası, Allah'ın, sözde,
göklerden gelen bir sesle Hz. İsa'ya işaret edip "bu Benim sevgili oğlumdur" ya
da "sen Benim sevgili oğlumsun" demesidir. Bu olayın iki ayrı zamanda, bir Hz.
İsa'nın Yahya tarafından vaftizi sırasında, bir de iki eski peygamberin ruhları ile
konuştuğu sırada gerçekleştiği iddia edilir.
Sözkonusu "Sevgili Oğlum budur" pasajları Hıristiyan geleneğinde önemli bir yer
tutar. Nedeni ise açıktır; Hz. İsa'nın ilahlaştırılmasına zemin hazırlamaktadırlar.
Hıristiyanlar tüm Yeni Ahit içinde Allah'ın konuşmasının sadece iki kez geçtiğini ve
onların da bu "Sevgili Oğlum budur" pasajları olduğunu özellikle vurgular.
Ancak çoğu Hıristiyanın farkında olmadıkları bir sorun vardır ortada: Markos
İncili'nde yer alan bir ifade, sözkonusu "Sevgili Oğlum budur" pasajlarını
yalanlamaktadır!... Çünkü Hz. İsa, kendisinden "gökten bir belirti" isteyen
Yahudiler'e bunun mümkün olmadığını, o dönemde yaşayan kimsenin böyle bir
şey göremeyeceğini söylemektedir:
Ferisiler gelip İsa'yla tartışmaya başladılar. O'nu sınamak amacıyla gökten bir
belirti göstermesini istediler. İsa içten bir ah çekerek, "Bu kuşak neden bir belirti
istiyor?" dedi. "Size doğrusunu söyleyeyim, bu kuşağa hiçbir belirti
gösterilmeyecek." (Markos, 8: 11-2)
Üstteki pasajın doğru olma ihtimali çok yüksektir, çünkü Eski Ahit'e de Kuran'a
da uygundur. Bu iki kitaba göre de Allah'ın dünyada insanlarla sözle konuşması
olur şey değildir. Kuran Allah'ın yalnız Hz. Musa'ya sözle hitap ettiğini bildirir,
buna karşılık insanların Allah'la, hatta meleklerle muhatap olma yönündeki
isteklerinin hep geçersiz olduğunu vurgular. Hz. İsa döneminde de "gökten bir
belirti" isteyen kuşağın bu isteği karşılıksız bırakılmıştır. "Sevgili Oğlum budur"
pasajları ise, Hz. İsa'ya ilahlık atfeden diğer ifadeler gibi, sonradan üretilmiş
efsanelerdir.

İznik Konsülü'nde Ne Oldu?
İznik Yemini yayınladığı tarihten sonra Hıristiyan inancının temeli, hatta inanç
esası haline geldi ve bu yemine bağlı olmayan herkes sapkın sayıldı. Roma
Katolik Kilisesi "Tanrı'nın iradesinin bu konsülde tecelli ettiğini" ilan etti,
dolayısıyla İznik Yemini de bir vahiy gibi kutsal ve hatasız bir metin sayıldı.
Libya kökenli Mısırlı bir ailenin oğlu olan Arius, dönemin önemli kenti
İskenderiye'de büyümüş ve 312 yılında da Kilise'ye katılarak rahip olmuştu.
Arius'un fikirlerinin gelişiminde en önemli ilham kaynağı ise, Antakyalı Lucian
olarak bilinen ve "Hıristiyanlığın monoteist Yahudi kaynaklarına önem veren",
yani Nasrani öğretisine yakın olan bir başka ünlü rahipti.
Arius Yeni Ahit kitaplarını Antakyalı Lucian kanalıyla kendisine ulaşan Nasrani
öğretisine uygun olarak yorumladı. Vardığı sonuç, o sıralarda Roma Kilisesi
tarafından kabul edilmiş olan ve Hz. İsa'yı Tanrı sayan öğretinin yanlışlığıydı.
Arius'a göre Hz. İsa için kullanılan "Tanrı'nın Oğlu" sıfatı tamamen mecazi bir
anlama sahipti ve onu asla ilahlaştırmıyordu. Bunu ispatlamak için Matta
İncili'ndeki "ne mutlu barışı sağlayanlara! Onlara Tanrı oğulları denecek" ayetini
gösteriyor ve Tanrı'nın isteklerine uygun davranan herkes için bu sıfatın geçerli
olduğunu, bunun Hz. İsa'ya özel bir kavram olmadığını vurguluyordu. "Aslında biz
de Tanrı'nın oğulları haline gelebiliriz" diye yazmıştı. Arius'a göre Hz. İsa'yı diğer
insanlardan üstün kılan özelliği, "Tanrı'nın seçilmiş Mesihi" olmasıydı.

Arius'un üçleme inancına itirazları
Arius'a göre Tanrı bir ve tekti. Kimse tarafından yaratılmamıştı ve sonsuzdan beri
vardı. "Oysa İsa yaratılmıştır" diyordu, dolayısıyla o Tanrı olamazdı. Arius bu
düşüncesini desteklemek için Hz. İsa'nın İncillerde geçen ve "Tanrım" diye
başlayan dualarını da gösteriyordu. Arius'a göre, Tanrı kendisine dua etmiş
olamayacağına göre, Hz. İsa da Tanrı olamazdı. Tek bir Tanrı vardı ve o Hz.
İsa'nın da diğer insanların da ilahıydı. Arius Hz. İsa'nın Yeni Ahit'te kendisinden
sık sık "İnsanoğlu" diye söz etmesine de dikkat çekiyor ve bunun Hz. İsa'nın
insani doğasını gösterdiğini vurguluyordu.
Arius, İskenderiye'nin bir ilçesi olan Banealis'in resmi rahibi olarak bu
düşüncelerini geniş bir kitleye aktardı. Onu dinleyen halk, hem anlattıklarının
mantıklı oluşu, hem de Arius'un mütevazi ve gösterişten uzak yaşamı nedeniyle
fikirlerini kolayca kabul etti. Ancak İskenderiye piskoposu Alexander giderek
gelişen bu "Ariusçuluk" akımından çok rahatsız oldu. Alexander, Hz. İsa'yı lafzi
anlamda "Tanrı'nın Oğlu" sayan, yani Tanrı kabul eden Roma Kilisesi'nin
doktrinine bağlıydı ve Arius'u fikirlerini değiştirmesi için ikna etmeye çalıştı. Bunu
başaramayınca da Ariusçuluğa karşı şiddetli bir saldırı başlattı. Bunu kendi
satırlarında şöyle anlatıyordu:
Bu akım giderek her yere, tüm Mısır'a, Libya'ya ve Yukarı Tebes'e yayıldı. Bunun
üzerine, biz de, Mısır ve Libya'nın piskoposları ile bir araya geldik ve yaklaşık yüz
kişilik bir kurulda bu akımı ve tüm takipçilerini lanetledik. (Athanas., Hist. Tr.; P
Johnson. History of Christianity. Pelican Books 1976, s.89)
Bu lanetleme yalnızca sözde kalmayacaktı elbette. 318 yılında Arius ve takipçileri
aforoz edildiler. Dahası Arius ve onun en yakın yardımcıları olan Piskopos
Theonas ve Secundus ile oniki rahip sürgün edildiler. Arius sürgüne gitmeden
önce düşüncelerini Thalia adlı lirik bir kitapta topladı. Sürgün yeri ise Filistin'di.
Ancak Arius, Nasrani inancından hala izler taşıyan bu bölgede de kendisine yeni
sempatizanlar buldu.
Kısacası Roma Kilisesi'nin doktrinlerine şiddetle muhalefet eden bir hareket her
türlü engele rağmen hızla yayılıyordu. Bunun haberleri, Roma Kilisesi'ni himayesi
altına almış olan İmparator Konstantin'e ulaştığında ise, İmparator önemli bir
sorunla karşı karşıya olduğunu hemen fark etti. Roma içinde dini bir birlik
sağlamak için uğraşmış, bu amaçla Kilise'yi koruyucu kanatlarının altına almıştı.
Ama şimdi Kilise kendi içinde bölünme tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Bunun
üzerine vakit kaybetmeden bu sorunu halletmeye ve birliği yeniden sağlamaya
karar verdi.
Hıristiyan tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri olan İznik Konsülü bu
amaçla toplandı.

Ariusçuluk ve İznik Konsülü
İmparator Konstantin Ariusçuluk ile onun muhalifleri arasındaki çatışmayı önce
her iki tarafa mektuplar yollatarak ve "birliğin herşeyden daha önemli" olduğunu
anlatarak çözmeye çalışmıştı. Ancak bu tür beylik lafların fayda etmediğini
görünce, Piskopos Hosius'un tavsiyesi üzerine, büyük bir Dünya Kilise Konsülü ya
da diğer adıyla bir "Sinod" toplamaya karar verdi. İznik'te toplanan ve Hz. İsa'nın
doğası konusunu ele alan bu konsülde, bugüne dek ulaşacak olan Hıristiyan
dogması tanımlandı. Bu dogmayı kabul etmeyenler "sapkın" (heretik) olarak ilan
edildiler.
İznik Konsülü otorite sahibi tüm Hıristiyan din adamlarının katıldığı "demokratik"
bir forum gibi gösterilir. Oysa gerçek daha farklıydı. Konsül'de İmparator
Konstantin'in büyük bir ağırlığı vardı ve çıkan karar da onun desteklediği tarafın
lehinde oldu. Konstantin'in tuttuğu taraf ise elbette kendi himayesine girmiş olan
Roma Kilisesi'ydi.
İmparator konsülün tüm oturumlarına katıldı ve onun otoritesi de doğal olarak
konsülde alınan kararlara yansıdı.
Hz. İsa'nın ilahlaştırılmasının o zamana kadar yapılmış en açık ve en somut
ifadesi olan İznik Yemini'nde şöyle deniyordu:
İnanıyoruz ki... Rab İsa Mesih, Tanrı'nın Oğlu'dur, Baba Tanrı'dan südur etmiştir,
Baba Tanrı ile aynı özdendir. Tanrı'dan Tanrı'dır, Işık'tan Işık'tır. Tanrı'yla aynı
özden olup (homoousios) Tanrı'dan südur etmiştir, yaratılmamıştır. Onun
(İsa'nın) aracılığıyla göklerde ve yerde var olan her şey yaratılmıştır. O ki biz
insanlar için ve kurtuluşumuz için aşağı inmiş ve beden bulmuş ve insana
dönüşmüştür. Acı çekmiş, üçüncü günde dirilmiş ve göğe yükselmiştir. Ve ölüleri
ve dirileri yargılamak için yeniden gelecektir. Ve inanıyoruz ki Kutsal Ruh (da
Tanrı'dandır.)
Ve eğer kim "Tanrı'nın Oğlu'nun var olmadığı bir zaman vardı" diyecek olursa, yada
"südur etmeden önce yoktu" diyecek olursa, ya da "önceden var olmayan
şeylerden yapıldı" diyecek olursa, ya da "Baba'dan farklı bir özdendir" diyecek
olursa, ya da onun bir yaratılmış olduğunu ya da dönüşüme açık olduğunu
diyecek olursa, Katolik Kilisesi tüm bu sözleri söyleyenleri lanetler.
Görüldüğü gibi, ilk paragrafta, Ariusçuların karşı çıktığı öğreti, yani "Tanrı'nın
Oğlu" sıfatının aynı zamanda "Oğul Tanrı" anlamına geldiği teyid ediliyordu.
Bunun yanına Kutsal Ruh kavramı da ekleniyor ve böylece Baba-Oğul-Kutsal Ruh
üçlemesi (Trinity) ilk kez açık bir biçimde ifade ediliyordu. İkinci paragrafta hedef
alınan ve kendisine Katolik (Evrensel) Kilise sıfatını veren Roma Kilisesi
tarafından lanetlenen kişiler ise, Hz. İsa'nın bir "yaratık" olduğunu, "onun var
olmadığı bir zaman olduğunu", yani varlığının bir başlangıcı olduğunu söyleyen
kişilerdi; yani Ariusçular ve Nasrani öğretisine paralel olabilecek başka herkes.

İznik yemininin ardından Hıristiyanlık
İznik Yemini yayınladığı tarihten sonra Hıristiyan inancının temeli, hatta inanç
esası haline geldi ve bu yemine bağlı olmayan herkes sapkın sayıldı. Roma
Katolik Kilisesi "Tanrı'nın iradesinin bu konsülde tecelli ettiğini" ilan etti,
dolayısıyla İznik Yemini de bir vahiy gibi kutsal ve hatasız bir metin sayıldı. Oysa
tecelli eden irade aslında Roma İmparatorluğu'nun iradesiydi, özellikle de
Konstantin'in. Piskopos Eusebius'un belirttiğine göre, Hz. İsa'nın doğasını
tanımlamak için kullanılan homoousion tot patri (Baba ile aynı özden) terimi bile
İmparator tarafından teklif edilmiş ve ona yaranmanın zevkini yaşayan rahipler
tarafından coşkuyla kabul edilmişti. Konstantin, kendisine boyun eğen ve Sol
Invictus'la da gayet iyi uzlaşan Roma Kilisesi'ni, "Katolik" (evrensel) hale
getirmekten son derece memnundu.
Ariusçular ise konsülden sonra daha büyük baskı altına alındılar. İznik Konsülü'ne
imza koymayı reddeden Arius taraftarları aforoz edildiler. Yine de neredeyse
yarım yüzyıl boyunca direnmeye devam ettiler. Ancak Kilise'nin ısrarlı baskıları
karşısında dördüncü yüzyıl sonlarına doğru yavaş yavaş tarih sahnesinden
çekildiler...
Tüm bunların bize gösterdiği önemli sonuç ise, bugün Hıristiyanlık dediğimiz dinin
bizlere Hz. İsa'dan ulaşan saf inanç olmadığı, aksine bu dinin farklı sosyal ve
siyasi şartların sonucunda şekillenmiş insan yapımı bir doktrin olduğuydu.
Hıristiyanlık Pavlus'un müdahalesi ile asıl kökeninden koparılmış, bundan sonra
uzun bir süreç içinde Greko-Romen dünyasının pagan inançlarıyla karışmış ve en
son olarak da Konstantin döneminde tam anlamıyla paganlaşarak Hz. İsa'yı bir
"insan-tanrı" statüsüne çıkarmıştı. Nasraniler ya da Nasraniler'in öğretisine
paralel olan hareketler-örneğin Ariusçuluk-ise siyasi otorite tarafından tasviye
edilmişti.
Konstantin döneminde hem İznik Yemini gibi doktrinler geliştirildi hem de bugün
elimizde bulunan Yeni Ahit'e son şekli verildi. Bugün elimizdeki hiçbir Yeni Ahit
nüshası Konstantin devrinden daha eski değildir. Yeni Ahit son şeklini alırken,
ona, İznik Konsülü'nde formüle edilen ve daha sonra da Athanasian Yemini'nde
daha somut biçimde tarif edilen Üçleme doktrinine dayanak sağlayacak eklemeler
yapıldı.
::asiye utku::

Hiç yorum yok:

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...