18 Nisan 2011 Pazartesi

6-Bölüm:İznik'ten Bugüne Hıristiyanlık

İznik'ten Bugüne Hıristiyanlık

Hıristiyanlık böylece Hz. İsa'nın getirdiği saf ve katıksız Tevhid dininden, gerçek
Yahudilik'ten kesin olarak kopuyor ve çok-tanrılı bir pagan inancı haline
geliyordu. Bir Yahudi peygamberi olan ve kuşkusuz Tevrat'ın "dinle Ey İsrail, Rab
bizim Allahımızdır ve Rab tektir" hükmüne bağlı kalan Hz. İsa, şimdi Allah'ın
yanında ikinci bir ilah olarak tarif ediliyordu.
İznik Konsülü'nden sonra daha pek çok konsül toplandı. Hemen hepsinde de
çeşitli "sapkın" akımlar lanetlendi ve aforoz edildi. Sözkonusu "sapkın"ların
önemli bir bölümünün ortak özelliği ise Üçleme doktrinini reddetmeleri ve Hz.
İsa'nın Tanrı sayılmasına karşı çıkmalarıydı.

Tevhit inancından kopma süreci
381'de İstanbul (Konstantinopolis) Konsülü toplandı. Konsül yarım asır önce
İznik'te alınan kararları onayladı ve Ariusçuluğun son kalıntılarını da bir kez daha
lanetledi. Bu arada Athanasias Yemini denen yeni bir belge daha Kilise tarafından
kabul edilmişti ve bu belgede İznik Konsülü'nde değinilmiş olan Üçleme Doktrini
çok daha somut bir biçimde ifade ediliyordu:
Kurtuluşa ermek isteyen, Katolik inancı herşeyin üstünde tutmalıdır. Buna bir
bütün olarak inanmayan kuşkusuz sonsuza kadar yok olacaktır. Ve Katolik inancı
şudur:
Biz bir üçleme içindeki bir Tanrı'ya inanıyoruz, ve birlik içindeki üçlemeye.
Kimliklerini karıştırmıyoruz, ya da özlerini ayırmıyoruz. Çünkü Baba bağımsız bir
kimliktedir, Oğlu bağımsız bir kimliktedir, ve Kutsal Ruh bağımsız bir kimliktedir.
Ama Baba'nın Oğul'un ve Kutsal Ruh'un tanrılığı birdir.
Baba yaratılmamıştır, Oğul yaratılmamıştır, Kutsal Ruh yaratılmamıştır... Baba
ebedidir, Oğul ebedidir, Kutsal Ruh ebedidir... Baba Tanrı'dır, Oğul Tanrı'dır,
Kutsal Ruh Tanrı'dır... Baba Rabbimizdir, Oğul Rabbimizdir, Kutsal Ruh
Rabbimizdir.
Hıristiyanlık böylece Hz. İsa'nın getirdiği saf ve katıksız Tevhid dininden, gerçek
Yahudilik'ten kesin olarak kopuyor ve çok-tanrılı bir pagan inancı haline
geliyordu. Bir Yahudi peygamberi olan ve kuşkusuz Tevrat'ın "dinle Ey İsrail, Rab
bizim Allahımızdır ve Rab tektir" hükmüne bağlı kalan Hz. İsa, şimdi Allah'ın
yanında ikinci bir ilah olarak tarif ediliyordu. Oysa Kuran'a göre de Hz. İsa
etrafındakilere "Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na
ibadet edin" demişti. (A'li İmran, 51)
Hz. İsa'yı annesi Hz. Meryem 'e müjdelemiş ve onu tebliğinde desteklemiş olan
Kutsal Ruh (Ruh-ül Kudüs), yani Cebrail ise, Allah'ın yarattığı bir melek olmasına
rağmen şimdi Hz. İsa'nın yanında üçüncü bir ilah sayılıyordu. Gördüğü her kutsal
varlığı ilah sayan pagan düşüncesinin sonucuydu bu.
Ancak sözkonusu Üçleme Doktrini, hem hiçbir dayanağı olmayan bir pagan
düşüncesi olduğu hem de çok açık bir mantıksal çelişki barındırdığı için, dördüncü
yüzyıldan bu yana Hıristiyan dünyası içindeki pek çok akım ya da kişi tarafından
reddedildi. Ariusçular sözkonusu "anti-Triniteryen" (Üçleme karşıtı) Hıristiyanların
öncüleriydiler. Daha sonra da onlara benzer akımlar çıktı.

Anti-Triniteryenler
Sözkonusu akımların öncülerinden biri, Arius'tan daha zayıf bir biçimde de olsa
yine Üçleme'yi reddeden Nestorius'tu. Suriye doğumlu bir manastır rahibi olan
Nestorius, 428 yılında İstanbul Piskoposluğu gibi önemli bir makama getirilmişti.
Ancak kendisini bu yere getiren Kilise hiyerarşisine karşı teolojik bir mücadele
başlatmakta gecikmedi. Nestorius'un hedef aldığı kavramların başında, Kilise
tarafından Hz. Meryem'e verilmiş olan "Theotokos" (Tanrı'nın Annesi) sıfatı
geliyordu. Kilise dördüncü yüzyılda bu sıfatı Hz. Meryem 'e atfetmiş ve onun, Hz.
İsa'yı ve ondan sonraki diğer çocuklarını doğurmasına rağmen, "ebediyen bakire"
kaldığını ilan etmişti. Nestorius ise çıktı ve şöyle dedi: "Kimse Meryem'e Tanrı'nın
Annesi demesin, çünkü Meryem sadece bir insandı."
Aslında Nestorius Kilise'nin sapkın öğretisinin çok küçük bir bölümüne karşı
çıkmıştı-Hz. İsa'nın Tanrı sayılmasına karşı açık bir şey söylemiyordu. Ancak bu
bile Kilise tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı ve Nestorius'un aynı Arius gibi
anti-Triniteryen bir "sapkın" sayılmasına yol açtı. Uzun tartışmaların ardından 431
yılında Efes'te toplanan bir konsülde Nestorius aforoz edildi. Tarihe Efes Konsülü
olarak geçen bu toplantı, "sapkınlara karşı" İznik'ten ve İstanbul'dan sonra
düzenlenmiş üçüncü "Kutsal Sinod"du (Konsül).
Nestorius 435 yılında Mısır çölüne sürüldü, ama etkisi sona ermedi. Pers (İran)
Kilisesi zaman içinde giderek Nestorius'un görüşlerini benimsedi. Mısır Kilisesi ise
Nestorius'u sapkın sayan Katolik Kilisesi kararını tanımadı ve böylece Roma'dan
ayrılarak bağımsız bir Kilise haline geldi. Zaman içinde de bugünkü Koptik (Kıpti)
Kilisesi'ne dönüştü. Nestorius'un diğer bazı bağlıları ise "Nasturilik" olarak
bildiğimiz mezhebi oluşturdular. Günümüze kadar varlığını sürdüren Nasturi
Kilisesi'nin merkezi bugün halen San Francisco'dadır.

Ortodokslar ve Protestanlar
Katolik Kilisesi'nin sözkonusu egemenliği, dokuzuncu yüzyılda kendi içinde
gerçekleşen bir ayrılma ile sarsıldı. Uzunca bir süredir Roma Kilisesi ile ihtilaf
halinde olan Doğu Kiliseleri-ki bunlar İstanbul, Kudüs, Antakya ve İskenderiye
Patriklerine bağlıydılar-Roma Katolik Kilisesi'nden kesin olarak ayrıldılar. Roma
Kilisesi ile Doğu Kiliseleri arasındaki bu çatışma aslında siyasi kökenliydi; Roma
İmparatorluğu'nun Batı ve Doğu olarak ikiye ayrılmasından sonra ortaya çıkmıştı.
Asırlar boyunca da iki tarafın arasında çeşitli anlaşmazlıklar gelişmişti. Sonunda
Batı Roma'nın Şarlman'ın Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nu kutsaması
sonucunda iki taraf arasındaki bağlar tamamen koptu. İki taraf arasındaki pek
çok farktan en belirgini, Roma Kilisesi'nin kutsal dil olarak Latince'yi Doğu
Kiliseleri'nin ise Yunanca'yı kullanmalarıydı.
Doğu Kiliseleri, ya da diğer isimleriyle "Ortodoks Kiliseler", Roma'dan koptuktan
sonra kendi aralarında bir hiyerarşi oluşturamadılar. İstanbul'daki Patrikhane her
zaman daha üstün gibi göründü, ama diğerleri kendi içlerinde bağımsızdılar.

Dahası, zamanla yeni kopmalar oldu ve ulusal kiliseler oluştu. Ermeni, Rum,
Bulgar, Sırp, Rus gibi uluslar, farklı dönemlerde kendi milli kiliselerini kurdular.
Katolik Kilisesi ise Doğu Kiliseleri'nin ayrımı ile verdiği "fire"nin dışında, başka
hiçbir kalıcı parçalanmayla karşılaşmadan 16. yüzyıla kadar Avrupa'daki
egemenliğini korudu. 1520'lerde Almanya'da ortaya çıkan Martin Luther adlı bir
rahip bu egemenliği sarsan kişi oldu. Önce Luther'in sonra da Calvin ve Zwingli
gibi rahiplerin önderliğinde gelişen "Protestan" akım, Roma Kilisesi'nin ve
Papa'nın otoritesine karşı büyük bir isyandı. İsyan büyük olduğu kadar kanlıydı
da; Avrupa bir yüzyılı aşkın bir süre Katoliklerle Protestanların bitmek tükenmek
bilmeyen savaşlarına sahne oldu. "Dini" gibi gözüken bu savaşların ardında ise
yine siyasi hesaplar, Papa'nın boyunduruğu altında yaşamaktan ve ona vergi
vermekten bıkmış olan prenslerle bu egemenliği yitirmek istemeyen Katoliklerin
çıkar çatışmaları yatıyordu.
Protestanlar Papa'nın otoritesini reddederken onun yerine bir başka otorite
koymamışlardı. Bu nedenle Protestanlık, Katolisizmdeki hiyerarşinin aksine son
derece dağınık ve "liberal" bir din olarak gelişti. Hemen her ülke kendisine ulusal
bir kilise kurdu. Bunların yanında daha pek çok farklı mezhep ve akım gelişti. Bu
nedenle bugün Protestanlığın yüzlerce irili ufaklı versiyonu, yüzlerce farklı
Protestan kilisesi vardır. Bunların büyük kısmı da ABD'de faaliyet gösterir.
Protestanlığın hikayesinin bizim açımızdan önemli olan bir yönü vardı.
Protestanlar, belirttiğimiz gibi, kendilerini Katolik Kilisesi'nin egemenliğinden
kurtardılar. Bu hem hiyerarşik hem de doktrinsel bir özgürlüktü. Artık kendilerini
Katolik Kilisesi'nin kutsal metinlerine uymak zorunda hissetmiyorlardı. Yeni Ahit'i
kendileri okuyorlar ve kendileri yeni baştan yorumluyorlardı.
Bunun sonucunda bazı Protestanlar, çok az bir bölümü de olsa, ilginç bir gerçeği
fark ettiler: Katolik inancının temelini oluşturan Üçleme'nin Yeni Ahit'te pek bir
dayanağı yoktu. Hatta bazı pasajların bu doktrini yalanladığı bile düşünülebilirdi.
Bu pasajlardan Tanrı'nın bir "Üçlübirlik" içinde olmadığı, aksine bir ve tek olduğu
sonucu çıkarılabilirdi.
İşte bazı Protestanlar, aslında çok azı, bu sonucu çıkardılar ve Üçleme'yi
reddettiler. Böylece "Birlemeci" (Unitarian) Kiliseler doğdu.

Çağdaş "Birlemeci" Hıristiyanlar
Protestan Reformu'nun ardından Yeni Ahit'i Katolik dogmalarından bağımsız
okuyarak Üçleme'nin yanlışlığı sonucuna inanan ilk Hıristiyan akım, İtalya'da
gelişti. Lelio Sozzini (1525-62) ve kuzeni Fausto Sozinni (1539-1604) tarafından
başlatılan akım, kurucularının isminden dolayı Sosyanizm (Socianism) olarak
bilindi. Sosyanistler gizli toplantılar yoluyla yayıldılar. İnançlarının en önemli yanı
ise Üçleme doktrinini reddetmeleriydi.
Sosyanistler çeşitli baskılarla karşılaşmakta gecikmediler. Kilise onları çok
geçmeden aforoz etti. Aynı dönemde Sosyanistler'e benzer fikirler yayan,
özellikle Üçleme doktrinine radikal bir biçimde saldıran Cenevreli Michael
Servetus, fikirleri nedeniyle Calvin tarafından kazığa bağlanıp yakılarak idam
edildi. Yakılırken yazdığı anti-Triniteryen kitap da göğsüne asılmıştı.

Sosyanistlerin mirasını devralan Üniteryen (Unitarian) yani "Birlemeci" akım ise
16. yüzyılın sonlarında Transilvanya'da doğdu ve sonra da başta Polonya olmak
üzere Avrupa'nın dört bir yanına yayıldı. Polonyalı Üniteryen rahiplerin yayınladığı
ve Tek Tanrı fikrini ısrarla işleyen Racovian Catechism adlı belge, akımın en
önemli kaynaklarından biri haline geldi. Bu dönemde Polonya'daki bazı
Üniteryenler Katolikliğe geri dönmek, Yahudiliği kabul etmek ya da sapkınlık
suçuyla idam etmek gibi üçlü bir seçenekle karşı karşıya kaldılar. Yahudiliği kabul
etmek bir idam nedeni sayılmıyordu, çünkü Yahudiler "kafir"diler, "sapkın" değil.
Bu durum karşısında Üniteryenlerin çoğu, Üçlemeci Katolik inancına
dönmektense, monoteist Yahudi inancını benimsemeyi tercih ettiler.
Üniteryenizm Hıristiyan geleneğinin akılcı ve gerçekçi bir yorumuna
dayanmaktadır. Hz. İsa, gerçekte olduğu gibi, yani bir Yahudi peygamberi olarak
kabul edilmekte, Yeni Ahit'te onun için kullanılan "oğul" kavramı mecazi anlamda
anlaşılmaktadır. Allah'ın bir ve tek olduğu gerçeği doğrulanmaktadır. Bu arada
Yeni Ahit'in de İlahi bir vahiy değil, insan yazımı bir kitap olduğu gerçeği kabul
edilmektedir.
Bir Hıristiyanın, Hıristiyan inancı içinde varabileceği en doğru nokta da bu olabilir.
                                                          

::asiye utku::

Hiç yorum yok:

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...