17 Eylül 2013 Salı

MİTOLOJİK SIR: İSRAEL

İsRAel

“Kabala, Yahudilerin kanına girmiş bir zehirdir, bundan kurtulmaları mümkün değil.” Yahudi yazar Theodore Rina

Hz. Yusuf, Mısır’da makam sahibi olup, çocukken kendisini kıskançlık sebebiyle kuyuya atan abisi Yahuda ve diğer kardeşlerini Mısır’a çağırdığında, onların burada kadim Mısır büyülerini öğrenip, Şeytan’la anlaşma yapacaklarını elbette bilemezdi.
Öyle ki, Hz. Yusuf’un ölümünden sonra Yahuda, şeytani güçle, kısa zamanda Beniİsrail’in kaderini ve liderliğini ele geçirir.
Yusufi değil de Yahudi olarak anılmaları işte bu sebeptendir.

Yahuda öldüğünde ise soyu firavunların zulmüne uğrar, Allah, Hz. Musa’yı kendilerine kurtarıcı olarak seçer.

Bu dönem, Hz. Musa, hem firavunun Yahudilere olan zulmüne son verip Hak’ka iman etmesi, hem de kavmini birtakım sapkın alışkanlıklardan vazgeçirmesi için çabalamıştır.
Bir dağın, şahit olduğunda yerle bir olmasını sağlayacak denli büyük mucizeler gören bu kavim, Hz. Musa’nın, yanlarından bir süre ayrılışında, bu alışkanlıklarına tekrar döner, Kabala’ya olan bağlılıklarını gösterirler.

“Hani Musa ile kırk geceliğine sözleşmiştik de siz onun arkasından buzağıyı ilâh edinerek zalimlerden olmuştunuz.” (Bakara/51)

Yine Taha Suresi’nde anlatıldığı üzere bu buzağı normal bir buzağı değil, böğüren altın bir buzağıdır, aralarındaki Samiri isimli Kabalist tarafından ateşte harlanan süs eşyaları ile yapılmıştır.

Bu buzağı, kavmin Mısır’dayken tapmakta olduğu Moloch’tan başkası değildir!

Yahudiler, o bölgede bir süre sonra, Tevrat’ta anlatıldığı üzere kendilerine bir kral istediklerinde, Hz. Samuel başlarına Talut’u (Saul) başa geçirir. Hz. Davut bu dönem Saul’un yardımcısıdır. Söylenir ki, Saul zamanla güç sarhoşu olur, Allah’ın takdir ve takdisini kaybeder. Filistinlilerle yapılan bir savaşta ölür ve yerine Hz. Davut geçer. Sonra da o tahta Hz. Süleyman geçecektir.
Yahudiler, ne Hz. Davut’u ne de Hz. Süleyman’ı peygamber olarak görür. Fakat Hz. Süleyman’a verilen ilme olan hayranlıklarını hiçbir türlü gizleyemezler.

Hz. Süleyman dönemine baktığımızda, Yahudiler tarafından ne denli istismar edilmeye müsait bir dönem olduğunu anlayabiliriz.
“Bina ustası olan ve dalgıçlık yapan her bir şeytanı, zincirlere bağlı olarak, diğerlerini de, O’nun (Süleyman) emrine verdik.”(Sad, 37-38)

Allah tarafından Hz. Süleyman’a öğretilen 6 köşeli yıldız, cinleri komuta ve kontrol eden bir tür tılsımdır, fakat sonraları Kabalist Yahudiler bu tılsımı cinleri çağırma ve onlarla iletişime geçme adına kullandılar. Cinler, yaptıkları sarayda, kendi üsul ve yöntemlerini kullandılar, mimaride de Yahudilere ilham kaynağı oldular. Öyle ki Eski Mısır’dan bu yana zaten Kabala ile haşır neşir olan bu kavimden bir taife, bu şeytani ilimde uzmanlaştıkça uzmanlaşır. Büyü yöntemlerini kitaplaştırırlar. Hz.Süleyman tüm bu büyü kitaplarını toplatıp yaktıysa da pekçok yöntemi çoktan öğrenmişlerdir.

Hz. Süleyman’ın büyü kitaplarını toplatması üzerine nefretlerini azdırıp O’nun hakkında Moloch(Moleke) yani şeytana taptığı iftirasını atarlar:
“Süleyman yaşlandıkça, karıları O’nu başka ilahların ardınca yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüreğini, Tanrısı olan Rabbe adayan babası Davut gibi yaşamadı. Saydalıların tanrıçası Aştorete ve Ammonluların iğrenç ilahı Moleke taptı.” (Eski Ahit, Krallar Bölümü 11/4-5)

İşte bu noktada Allah’ın, peygamberini savunan ayeti, iftiracılara sert bir cevap niteliğindedir:
“Süleyman’ın mülk ve saltanatı konusunda onlar, şeytanların okuyup durduklarına uydular. Halbuki Süleyman küfre sapmamıştı. Ancak şeytanlar küfre sapmıştı; insanlara büyüyü öğretiyorlardı. Ve Babil’de Hârût ve Mârût adlı iki melek/iki melik üzerine indirileni öğretiyorlardı. Oysaki o iki melek, “Biz bir imtihan aracıyız, sakın küfre sapma!” demedikçe hiç kimseye bir şey öğretmiyorlardı. İnsanlar onlardan erkekle eşinin arasını açacakları şeyi öğreniyorlardı. Ne var ki, onlar onunla Allah’ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezler. Onlar kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu satın alanın âhirette hiçbir nasibi olmayacağını açıkça bilmişlerdir. Öz benliklerini sattıkları şey ne kötüdür! Bir bilebilselerdi!” (Bakara/102)
Ayetten çıkarılacak başka bir anlam da Babil’de öğretilen bu ilmi, iletişime geçtikleri şeytanlar aracılığıyla Yahudilerin çoktan öğrenmiş olduklarıdır.

Hz. Süleyman’ın vefatından çok sonra Yahudi Krallığı Babil istilasına uğrayıp, Süleyman Sarayı yıkılıp, Yahudiler Irak’a sürgün edildiklerinde, sürgündeki Kabalist yahudi hahamlarca Talmud kaleme alınır. İçerisinde ensest ilişkiyi öneren, zinayı, gaspı, yalanı ve birçok günahı Yahudi tarafına meşru gören, bütün milletleri goyim yani Yahudilere köle olarak sayan ve Yahudi kavmine dünyanın hakimi olma adına her yolu mubah gösteren sözler işte bu kitapta yer alır. Bu kitap doğrudan Şeytan vahyidir ve Yahudiliğin içerisine inanç sisteminin bir parçası olarak girmiştir.

Yahudiler Irak sürgününden döndüklerinde, Hz. Süleyman Sarayı’nı tekrar inşaa etmek istediler. Burada durup bir düşünelim. Hz. Süleyman yokken bir saray ne işe yarar? Kendilerine Allah tarafından zorla çalıştırılacak şeytanlar/cinler de verilmeyeceğine gore, aynı bölgede, aynı mimaride, aynı sembolik yapılarla amaçladıkları nedir?

Bu dönem kendilerine, Pers Kralı Kuruş yardım eder ve sarayı tekrar inşaa ederler. Hz. İsa dönemine kadar Yahudilere birçok uyarıcının gelmesi olasıdır, Tevrat’ın bazı bölümlerine adını veren peygamberlerden bunu anlayabiliriz.

Hz. İsa da bu soy içerisinden çıkan pekçok peygamber gibi Yahudileri bu şeytani alışkanlıklarından vazgeçirmeye çalışır fakat Yahudiler O’nun Hak’kı haykırmasına daha fazla tahammül gösteremeyip, Yahudiye eyaletinin valisi olan Pontius’a O’nu şikayet ederler. Yahuda isimli hain bir yahudi tarafından ispiyon edilse de Allah Hz. İsa’yı katına yükseltir, O’nun suretinde başka birisini gösterir ve çarmıha da o kişiyi gererler.

Yahudiler bu olaydan sonra Hz. İsa’nın ve kavmine aşılamaya çalıştığı tevhid inancının, mağduriyet ilkesi gereği galip geleceğini anladıkları vakit, Pavlus kanalıyla bunun önünü almaya çalışırlar. Pavlus bir Ferisi yani İranlı bir Yahudiydi. Kendisi de bunu mektuplarında itiraf eder:
“Kardeşler, ben öz be öz Ferisiyim. Ölülerin dirileceği umudunu beslediğim için yargılanmaktayım.” (Elçinin İşleri 23:6)

Diğer yandan Yeni Ahit’te Ferisiler’e güvenilmemesi gerektiği söylenir:
“İsa onlara, ‘Dikkatli olun, Ferisiler’in ve Sadukiler’in mayasından kaçının!’dedi.“ (Matta 16:9)

Pavlus, Hz. İsa’nın ölümünden hemen sonra, Tanrı-oğul, teslis, vaftiz gibi tevhidin karşısında yer alan öğretiler geliştirdi ve sözde Hristiyanlık esasta Paganizm ve Mitraizm karışımı yeni bir din tesis etti.
Hz. İsa’nın doğum tarihi olarak 25 Aralık Pazar’ı belirtir oysa 25 Aralık, İran Güneş Tanrısı Mitra’nın doğum günüdür, Yahudilerin de Hanuka dedikleri ‘Işık Bayramı’, İbrani takviminde Kislev ayının 25. günü başlar! Kislev, Miladi Takvimdeki Aralık ayıdır. Ayrıca tüm güneşe tapan dinlerin, Yezidilerin, Zerdüştlerin de o gün bayramıdır.
Pazar günü ingilizce ‘Sunday’dir, yani ‘güneş günü’. Açık değil mi?
Matta, Markos, Luka, Yuhanna kimin öğrencileri?
‘İsa’nın sözleri’ diyerek esasta kimin sözleri ve öğretilerine kitaplarında yer verdiler sizce?
Konstantin Roma’nın resmi dini olarak acaba gerçekten Hristiyanlığı mı yoksa Mitraizmi mi seçer?

Yahudiler, M.S 70 yılında, Roma İmparatorluğu’nun, Süleyman Sarayı’nın kapısına kendi putlarını yerleştirmesine öfkelenerek ayaklanırlar, Kudüs çevresinde Roma askerleri tarafından öyle bir baskın yapılır ki, Süleyman Sarayı’nı yıkar, binlerce Yahudiyi katleder, geri kalanları ise o bölgeden çıkmak zorunda bırakırlar. Artık Yahudilerin o bölgedeki hakimiyeti yok olmuştur. Böylece Avrupa’ya, Mısır’a ve Afrika’ya yayılmaya başlarlar. Artık 1948’e dek bu bölgeye tekrar dönüp, devlet kuramayacaklarını biliyoruz.

Bugün, Masonlar ile Yahudiler arasında bir bağlantı olup olmadığı tartışılır. Oysa aralarında çok güçlü bir bağ vardır. Masonlara, Kabalayı Yahudiler öğretir ve ikisi de Kabala’ya sahipse, Şeytan ikisiyle de aynı dili konuşuyor demektir.

1095’te Mitraist Vatikan’ın Papası Urbanas, Şam ve Kudüs yakınlarına saldırı emrini verir ve Haçlı orduları burada büyük bir katliam gerçekleştirir. Mescid-i Aksa ve Kubbetüs Sahra yakınlarına yerleşirler. Burada kaldıkları sure boyunca Kabalist Yahudi Hahamlarıyla tanışır ve onlardan Kabala’yı öğrenirler. Masonluk adıyla kurulacak şeytani bir örgütün tohumları böylelikle atılmış olur. 1177’ye kadar burada Süleyman Sarayı’nı inşaa etmek adına iskan ederler fakat Selahaddin Eyyubi ve ordusuyla yaptıkları savaşta mağlup olur, tekrar Avrupa’ya dönmek zorunda kalırlar.

Döndüklerinde Vatikan, savaşı kaybetmeleri ve sapkın hallere düşmeleri gerekçesiyle (Hristiyanlık, her ne kadar itikadde paganist bir yapıda da olsa şeriatte ahlaki kurallara sahiptir) idam cezasına çarptırılırlar. Birçoğu, İngiltere ve İskoçya’ya kaçar. Burada, Kudüs’te iken Yahudilerden öğrendikleri mimari biçimlerini uygularlar, Gothic Mimari bunlardan birisidir. İngiltere’ye okyanuslara dayanıklı ilk gemiyi yaparlar. (Muhtemelen bunu da Kudüs’teyken, Hz. Süleymanın ermine verilen duvar ustası ve dalgıçcı cinlerle irtibatli hahamlardan öğrenmişlerdi). İngiltere’nin ‘sömürge imratorluğu’ böylece başlamış olur.
Yine bu vakitte Napolyon, Malta Adası’nı işgal edip, krallığın tüm hazinelerini bir gemiye yığıp kaçmaya çalıştığı sırada İngiltere tarafından durdurulur, gemi batar, tabii hazineler kurtarılıp, Tapınakçılar zengin edilir. 1717’de ilk resmi Mason Locası İngiltere’de açıldığı vakit, artık masonlar politikadan, hukuka, sanayiden, eğitime, ekonomiye kadar tüm kurumlara çoktan sızmış ve hakimiyet kurmuştur. Avrupa’da hızla lobileşirler, denizcilikte gelişir, yeni ülkeler keşfeder yahut işgal eder, sömürgeleştirdikçe zenginleşirler.

Amerika kıtası keşfedilince, Kuzey Amerika’ya yerleşip, tamamen Masonik bir devlet kurarlar. Masonlar burada devlet kurunlarını kendi kontrollerinde tesis edip, güç ve zenginliklerini artırmak amacıyla her kurum için birtakım sistemler geliştirirler. Bunlardan biri de ekonomiye hakimiyet amacıyla kurdukları, özel teşebbüse ait bir bankanın devlete/kamuya borç verme esasına dayanan ‘federal rezerv’ sistemidir. Bu sisteme göre devletin/kamunun harcmaları arttıkça Mason bankerlere olan borçlanma artacaktır. Öyle ki mason bankerleri en çok zengin edecek harcama, savaş sanayii harcamalarıdır, bu yüzden ABD ‘kaostan kâr’ politikası izler.
O zamana dek dünya ‘toplu cinnet ortamı’ görmemiştir , ta ki Yahudi masonlar, bir dünya savaşı çıkarabilecek güçe erişinceye kadar.

I.Dünya Savaşı öncesinde Abdülhamit’e gelerek Filistin topraklarını isteyen Siyonist Theodore Herzl’in finansörü Mason Rotchild Hanedanlığı’dır. Yahudiler Kudüs’e tekrar sahip olup, Süleyman Sarayı’nı tekrar inşaa etmek ister. Osmanlı engeline takıldıklarında, plan bellidir.
I Dünya Savaşı ile o bölgeler güçlü bir himayeden kopartılır.
Geriye sadece Avrupa’da dağınık yaşayan Yahudileri Kudüs’e ulaşabilecekleri bir bölgede toplamak kalır. II.Dünya Savaşı’nda, Mitraist/Paganist Naziler, Avrupa’daki mason locaları, savaşı finance eden güçlü Yahudi aileler ve ABD, milyonlarca insanı Şeytan’a kurban ederek, amacına ulaşır.
Tüm bu savaşlar, işgaller, katliamların emrinin verenin, Süleyman Sarayı saplantısının sahibinin, Tevrat’ın muharref birçok bölümünde ve Talmud’da, dünyaya hakimiyet kurmaları adına sahip olmaları gereken toprakları haber veren ve bu yolda izlemeleri gereken yol haritalarını çizen Şeytan’ın bizzat kendisidir.

Şeytan ile iletişime geçmelerini sağlayansa Kabala’dır.

Yahudiler Kabala’yı Eski Mısır’dan aldılar demiştik. Eski Mısır’ın semboloji taassubu, Kabala’dan ileri gelir ve bu kültür zamanla Kabala’yı benimseyen Yahudilere de nüfuz eder.
Semboloji yoluyla, Şeytanları kutsar, yine semboloji yoluyla onlarla iletişim kanalları açıp, kuvvetli bağlar kurarlar. Hiçbir zaman bundan vazgeçmiş değiller, Bugün Eski Mısır’a ve şeytanlara olan bağlılıklarını gösteren ve onları övüp kutsayan alametleri görebiliriz. 

ONE DOLLAR

Üzerinde 6 sene boyunca 15 kişinin çalışıp tasarlamış olduğu 1 dolar’a neredeyse tüm inanç ve öğretilerini işlemişlerdir. Piramit üzerindeki ‘tek göz’ İblis’in gözüdür, aslında Deccal’in gözüdür, Deccal de cin taifesinden olacağı için İblis’in gözü olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bir mucizedir ki, masonların piramit üzerine kondurduğu ve ‘Tanrımız’ dedikleri Deccal’in tek gözlü oluşuna Hz. Muhammed s.a.v, 1400 sene öncesinden dikkat çekmiştir.

“Hiçbir peygamber yoktur ki ümmetini tek gözlü Deccal’den uyarmış olmasın. Dikkat edin O’nun bir gözü kördür. Rabbiniz olan Allah ise tek gözlü değildir. ” (Buhari, Fiten, 26)
Yine Deccal’in tek gözlü olluşuna, Eski Ahit de gönderme yapar:
“Kılıç onun sol kolunu ve sağ gözünü vursun. Kolu tamamen kurusun, sağ gözü kör olsun!” (Zekeriya 11/17)

Piramite dikkat ettiğimizde MasonluğunYork Riti’ne göre 13 katlı ve Hz. Süleyman’ın emrine verilen 72 büyük şeytanı temsilen 72 taşlı olduğunu farkederiz.
Piramitin altındaki latince yazı ‘Novus ordo seclorum’ yeni dünyevi düzen demektir.
Yine piramitin en alt taşındaki Romen rakamı MDCCLXXVI, Rumi ebced olarak 1776’yı verir. Bu tarih Amerikan Bağımsızlık bildirgesinin imzalandığı tarih olduğu gibi, aynı zamanda Masonik Illuminati örgütünün kuruluş tarihidir.

Novus Ordo Seclorum

Çoğu kişi 6 köşeli yıldızı Hz. Süleyman’ın kullanmasından sebep kutsal sayar, oysa daha once de belirttiğimiz üzere bu işaret Hz. Süleyman’ın cinleri kontrol etmesi amacıyla Allah tarafından kendisine öğretilmiştir. Sonra bu tılsımı Yahudiler cinlerle irtibat kurmak amacıyla kullanmış, bu ilim Masonluğa intikal etmiştir.

Doların sağ tarafındaki kartal figurü, Eski Mısır’dan beri kullanılan bir figürdür, özellikle paganist Roma İmparatorluğu’nun putu olarak kabul edilmiştir. Başındaki 13 yıldız 6 köşeli yıldızı oluşturur. Pençelerinde birinde tuttuğu oklar, savaşı, diğerinde tuttuğu zeytin dalları, barışı sembolize eder. Bu da her ikisini kendilerinin yönettiğini bize bildirir.

Dolardaki Baykuş

Dolara gizlenmiş baykuşun da yine Eski Mısır’dan gelme bir anlamı var. Eski Mısır Tanrılarından Uluka baykuş görünümündedir. Eski Mısır’da baykuş ölüm ve karanlıkla anılır.

Mezopotamya tanrısı Lilith
Bu Mezopotamya tanrısı Lilith. Baykuş vücuduna sahip olan Lilith’in elinde Eski Mısır tanrılarının da tuttuğu ankh var, arkada baykuşlar ve kendisi aslanlar üzerinde ayakta duruyor.

Bakıldığı zaman Mezopotamya tanrıları, Antik Yunan tanrıları, Eski Çin tanrıları ve Eski Mısır tanrıları birbirine çok benzer. Bu, esasta tanrıların aynı yani Şeytanların her zaman aynı yöntemi kullandığının, sadece farklı kılıklar seçtiklerinin bir göstergesidir.

Baykuş inancı

Baykuş, Eski Mısır’daki öneminden sebep Masonlar ve Yahudiler için de son derece önemlidir. Öyle ki, Baykuş Tanrısı Uluka’ya Mısır’daki gibi tekrar tapınma adına Bohemian Club’u kurmuşlardır..
ABD Kongresine kuş bakışı bakıldığında ne görülür dersiniz?

ABD Kongre Binası

666’nın işlendiği bir tılsım, Süleyman Mührü’dür. Hz. Süleyman’ın Allah’ın öğrettiği ve izin verdiği üzere bu tılsımı cinleri kontrol etmek için kullandığını biliyoruz, Kabalistler ise bu tılsımı onlarla bağlantı kurmak için kullanıyordu, çünkü 6 köşeli yıldıza işlenmiş sayı, cinlerin okuduğu bir sayıdır. Bu sayı 666’dır. Bu tılsım, 6 açı, 6 kenar ve 6 küçük üçgene sahiptir.

“Canavar ve onun önünde mucizeler yapan sahte peygamber yakalandı. Sahte peygamber, canavarın işaretini(666) alıp onun putuna tapanları bu mucizelerle saptırmıştı. Her ikisi de kükürtle yanan ateş gölüne diri diri atıldı.” (Vahiy/Revelation 19/20)

“Sonra on boynuzlu, yedi başlı bir canavarın denizden çıktığını gördüm. Boynuzlarının üzerinde on taç vardı, başlarının üzerinde küfür niteliğinde adlar yazılıydı. Gördüğüm canavar parsa benziyordu. Ayakları ayı ayağı, ağzı aslan ağzı gibiydi. Ejderha canavara kendi gücü ve tahtıyla birlikte büyük yetki verdi. Küçük büyük, zengin yoksul, özgür köle, herkesin sağ eline ya da alnına bir işaret vurduruyordu. Öyle ki, bu işareti, yani canavarın adını ya da adını simgeleyen sayıyı taşımayan ne bir şey satın alabilsin, ne de satabilsin. Bu konu bilgelik gerektirir. Anlayabilen, canavara ait sayıyı hesaplasın. Çünkü bu sayı insanı simgeler. Sayısı 666’dır.” (Vahiy/Revelation 13)
İngiliz Kraliyet Arması
İngiltere Kraliyet Arması, tamamen Vahiy/13 baz alınarak tasarlanmıştır. Ejderha bir yanda, ağzı aslan ayakları ayı bir canavar diğer yanda, ortada ise Kral Şeytan.

Yine Şeytan’ın sayısını tarif ederken, anlaşıldığı üzere sayıyı iletişime geçtikleri şeytanlardan öğrenip, bu sayıyı nasıl kullanmaları gerektiği tarifini de almışlardır. Ticarette kullanılması gerektiğini bizzat Şeytan bildirmiştir!
Barkod 666
Barkod teknolojisini masonlar icat eder, bu teknolojide ikili çizgi 6’ya tekabül etmektedir.

Masonlar ve Yahudiler için önemli bir başka figür de aslandır. Aslan, Eski Mısır’da firavunların tahtının sağ ve solunda yer alır, güç ve iktidarın simgesi kabul edilir.
Bazı scientologist Eski Mısır araştırmacılarına göre, firavunlar ‘Aslan Takım Yıldızı’ndan gelmiştir. Esasta bu firavunların ve onların günümüze ulaşan soyunun iddiasıdır.
Her firavun cin taifesinden olmayabilir fakat cinlerle irtibatları söz konusudur.

İsrailin Sembolü ve firavun

Bugün İsrael devletinin sembol hayvanı ne dersiniz?
33.dereceden bir mason olan Walt Disney’in sahibi olduğu Disney Channel’in ürettiği ‘Aslan Kral’ çizgi filmiyle neyin mesajını vermek istiyorlar sizce?

Yılan ise Eski Mısır’da bazı firavunların başında yer almıştır, bunlardan biri İsis’tir. Güneş Tanrısı karanlıklar ve kötülükler dünyasıyla savaşırken, yılanlar gelir ve güneş ışığını korurlarmış bir rivayete göre. Yine Eski Mısır’da Yılan Tanrı Amemt, insanların başına felaket getiren, çocuk kurban edildiği zaman öfkesi dindiğine inanılan bir tanrıdır.
Amemt’e tapınmayı bıraktılar mı dersiniz?

Yılan Tanrısı Amemt

Yahudiler için Şeytan’ın en çok kılığına girdiği hayvan da yılandır.

Yılan, Adem’i cennetten çıkardı. Tanrı, “Bahçenin ortasında ki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın, yoksa ölürsünüz.” dedi. Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi. Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız. Kadın meyveyi koparıp yedi, yanındaki kocasına da verdi, O da yedi. Rab Tanrı: “ Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin? ” dedi. Böylece Rab Tanrı Adem’i Aden bahçesinden çıkardı, O’nu kovdu. (Yaratılış 3 / 3,24)
Sephiroth
Kabala’da da yılan, Şeytan’ı sembolize eder. Sephiroth (Hayat Ağacı) dedikleri sembol, her biri farklı anlamlar ve sırlar içeren sayısal değerlerle çalışan bir büyü sistemidir. Sephiroth’a sarılı duran yılan yani Şeytan ve bu sistemi onlara öğreten de O’dur.

Yine, Tıp kelimesinin orijinini aldığı Teb (Thebai) şehrinin totemi yılandır. Teb şehri ise eski Mısır’ın en önemli sağlık merkezidir.
Bugün Masonların kurduğu modern tıp, sembolünü Eski Mısır’dan alır.

Hermesin Asası
Bir asa üzerinde kıvrılan iki yılan (Hermas’in Asası) neyi ifade ediyor olabilir?
Yahudiler Eski Mısır’da Moloch isimli bir boğa yahut buzağı görünümünde bir tanrıya tapınmışlardı. Hatta Hz. Musa yanlarından bir süre ayrıldığında tekrar tapınmaya başlayacak kadar Moloch’a bağlıydılar, demiştik.

Moloch isimli bir boğa

Yahudiler Eski Mısır’da Moloch’ı, ateşe değerli eşyalarını atıp Kabala’dan birtakım sözler söyleyerek çağırmışlardır. Moloch’a isteklerini sunmuş, O da çocukları karşılığında bunları gerçekleştireceği vaadini vermiştir. Zamanla başlarına gelen her bir felaket için daha çok çocuk kurban adarlar. Öyle ki Yahudi krallarından Ahaz, kendi oğlunu dahi Moloch’a kurban etmiştir.
Kabalistlerin ve Masonların bu tanrıya günümüzde tapınmadıklarını sanıyorsanız, yanılırsınız.

Tanrı Moloch heykeli
New York’un göbeğine yaptıkları bu devasa boyuttaki heykel, tanrıları Moloch’a olan saygı gösterileridir.
Elbette Moloch’a olan bağlılıklarını sadece bir heykel anlatmaya yetmez..
Güneş önünde çapışan boğalar
‘Güneş diski önünde iki boğa çarpışmak üzere’çizilmiş bir marka amblemi. Neden güneş diski? Güneş diski firavunların hiyerogliflerinde başlarının etrafında görülür, özellikle Güneş Tanrısı Ra bu güneş diskiyle sıkça tasvir edilmiştir. Mitra’nın yüzünü yüzyıllardır Hz. İsa olarak tanıtan Paganist Vatikan’ın dünyaya servis ettiği ikon ve resimlerde de güneş diskine rastlanır.
Güneş dini gerçekte kendini Güneş’in, Işığın Efendisi olarak tanıtan Lucifer’in dinidir.
Paganizm, Güneş Tapıcılığı bir anlamda Şeytanperestliktir.

Eski Mısır’da tapındıkları bir diğer tanrı Phat.
Phat, Eski Mısır’da evreni ve diğer her şeyi yarattığına inanılan tanrıdır. Elleri dışında tüm bedeni sakıca sarılmış, elinde bir asa taşıyan, kafası kazınmış bir insan olarak tasvir edilir.
Oscar Ödülü olarak tasarlanmış heykel, Phat isimli tanrılarının görüntüsündedir.
Oscar heykeli ve firavun
Yahudilerin ve Masonların en önemli tanrılarından biri: Baphomet
Baphomet esasta Eski Mısır Güneş Tanrısı Mendes’tir. Babillerde adı Ea, Antik Yunan’da ise Pan’dır.
Mendes’e Baphomet ismini Tapınakçıların koymuş olma ihtimali yüksektir zira tapınakçılar tekrar Vatikan’a döndüklerinde, tapındıkları tanrıyı itiraf etmeleri istendiğinde Mendes diyemezlerdi çünkü bu tanrı, Vatikan tarafından biliniyordu.

Baphomet
Baphomet dedikleri Mendes’in, görüldüğü üzere bir eli yukarıda, bir eli aşağıda tasvir edilmiş. Bu Şeytan’ın Mısır’dan bu yana ‘aracılık’ ettiği iddiasıyla Yahudileri kandırışını, esasta çok iyi tarif etmektedir.
Bu aracılık, Güneş ile insanlar arasındadır, Baphomet O’na tapanlara ışık getirir.
ABD’nin ilk başkanı ve bir Mason olan George Washington’ın heykelinin Baphomet pozunda oluşu tesadüf olmasa gerek.

Masonların simgesi penge ve gönye
Masonların simgesi penge ve gönye içerisinde duran ‘G’, Goat(keçi)’ın ‘g’sidir. Keçi, Baphomet’i sembolize etmektedir.

Yahudilerin tapındığı, Kur’an’da da bahsi geçen tanrı: Baal.

“Milletine: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Biçim verenlerin en iyisi olan, sizin de Rabbiniz, önceki babalarınızın da Rabbi bulunan Allah’ı bırakıp da Baal putuna mı taparsınız?” demişti.”(Saffat 124/125/126)

Tanrı Baal

Baal, gerçekte Babillerin tapındıkları bir tanrıdır Yahudiler bu tanrıya Babil sürgününde ve Kenan bölgesindeyken tapınmıştır. Seher Yıldızı ve Güneş olarak anılmıştır. Simgesi Mezopotamya tanrılarından olan İştar’ın ve Eski Mısır Güneş Tanrısı Mendes’in de simgesi kabul edilen Pentagram’dır.

Baal 2 kez reerkarnasyon geçirir birincisinde Tammuz ikincisinde Marduk adını alır. Babil ve Kenan’da reerkarnasyonu yöneten tanrı olarak kabul edilmiştir. Öyle ki Saffat Suresi’nden anlaşıldığı üzere, Baal, reerkarnasyon ile insanları şekilden başka bir şekile girecekleri yönünde kandırmıştır.

Pentagon ve Pentegram
Pentagon binasının mimarisi niçin İştar, Mendes (Baphomet) ve Baal’ın yıldızı Pentagram biçiminde?

Dikili Taş

“İçki, kumar, dikili taşlar (obeliskler) ve fal okları şeytan işi birer pisliktir.” (Maide/90)

Obeliskler Eski Mısır’ın Kabalistik bir mimari çeşididir. Tepesi piramittir ve gövdesinde Kabala sembolleri yer alır. Ayet ‘şeytan işi’ diyerek Şeytan’ın insanlara öğrettiğine vurgu yapmaktadır. Obelisk yapımı Mısırlılardan Yahudilere onlardan da Masonlara geçmiştir.
Mısır’da ilk obelisk yapımı, Osiris’in ölümüyle başlar.
Ra’nın 4 çocuğu olur, Osiris, İsis, Seth ve Nepht. İsis ile Osiris, Seth ile de Nepht evlenmelidir. (Firavunlarda, güç ve iktidarın aile içinde kalmasını sağladığından ensest evlilikler yaygındı)
Ra, Osiris’e kendisinden sonra tahta geçme şansını vereceğini açıkladığında, Seth kıskançlık kriziyle Osiris’i öldürüp 9 parçaya ayırır, İsis bulamasın diye dünyanın çeşitli yerlerine taşır. İsis her bir parçayı bulur, yalnız tek bir parçayı bulamadığı söylenir o da cinsel uzvudur. Rivayete gore İsis ile Osiris o an ilişkiye girer fakat İsis’in rahminde Şeytan hulul eder. Osiris ölür ve İsis dul kalır.
Osiris’in cinsel uzvunun semboli olarak, bugün hala Masonlar tarafından dünyanın çeşitli yerlerine dikilmektedir ve bunun için genelde ley hatlarını seçerler.

Boşuna değildir ki, Kabe’nin yakınındaki Cemarat’ta bulunan obelisk şeytanı temsilen yer almaktadır.

Eski Mısır’da Osiris’i temsil eden hayvan ‘beyaz tavşan’.
Masonlar kurdukları fuhuş sektörü playboy’a verdikleri sembol ile O’nu anmaktadır.

Osiris'i temsil eden beyaz tavşan

Bir dolarda da gizli bir tavşan silüetini saklamışlar, yukarda baykuş silüetinin yakınında görebilirsiniz.
Alice Harikalar Diyarı Masalı’nı hatırlayın, Alice beyaz tavşanı izler ve içerisinde türlü cinlerin, perilerin, devlerin olduğu bir dünyada kendisini bulur. İlk defa çizgi film uyarlamasını ise ne tesadüftür ki Walt Disney üstlenmiştir. Walt Disney’in, çizgi film uyarlamasına, Cia’in o dönem üzerinde araştırma yaptığı ‘Monarch ve Mk Ultra Akıl Kontrol Projesi’nden bazı öğeler yerleştirdiği bilinir.

Matrix filminde ise beyaz tavşan, Neo’nun gerçek dünyaya uyanışını sağlayacak Trinity’nin dövmesi olarak karşımıza çıkar.

Osiris bir cindir. Vermek istedikleri mesaj çok açıktır: ‘Büyünün olduğu bir dünyaya erişin’!

Kabala’dan öğrendikleri bir büyü vardır ki, bugün bu büyüyü neredeyse her alanda çok etkin bir şekilde kullanırlar. Harflerin iç içe geçişiyle yeni semboller ortaya çıkarma bir çeşit sigil büyüsüdür. Doların işaretini de sigil büyüsüyle hazırlamışlar ve İsis’e olan bağlılıklarını O’nun ismini doların işaretinde kullanarak göstermişlerdir.

İsis ve Dolar İşareti

Osiris’in ölümünden sonra İsis dul kaldı demiştik. Bugün Masonlar kendilerine ne diyor? : Dul Kadın’ın Oğulları.

İsis’in babasız dünyaya getirdiği Horus, onlar için Şeytan’ın oğludur, O’na apayrı bir saygı ve bağlılıkları vardır.

Horus

Horus, amcası Seth ile babasının intikamını almak üzere savaşır ve sağ gözünü yitirir. Ne ilginç değil mi? Sonraları tüm bir Mısır’ın hakimi olur ve ‘Tek Gözlü Güneş Tanrısı’ olarak anılmaya başlanır.

Zeitgeist isimli, finansörü Rotschild olan, dezenformasyon amaçlı yapılan belgeselde Horus ile Hz. İsa karşılaştırılmış, Hz. İsa, aslında Horus figurunden ortaya atılarak uydurulmuş bir mittir demeye getirilmişti. Gerçekte Horus, Şeytan’ın oğlu, Hz. İsa ise Allah’ın bir mucizesidir. Bu iki benzer olay ancak insanlar için birer imtihandır. Hristiyanlar ise bu imtihanı, Hz. İsa’yı Tanrı’nın oğlu sayarak kaybetmiştir.

Eski Mısır’ın tanrıları/şeytanları Mezopotamya’da olduğu gibi Nemrut bölgesinde de karşımıza çıkar:
“Tahtın önünde billur gibi, sanki camdan bir deniz vardı. Tahtın ortasında ve çevresinde, herşeyi gören, gözlerle kaplı dört tane canlı yaratık duruyordu. Birinci yaratık aslana, ikinci yaratık danaya benziyordu. Üçüncü yaratığın yüzü insan yüzü gibiydi. Dördüncü yaratık uçan bir kartala benziyordu.” (Yeni Ahit, Vahiy/Revelation 4/6, 4/7)

Ezoterik Tanrılar

Bahsedilen yaratıkların şimdiye dek anlatmış olduğumuz Eski Mısır’da da kendilerini göstermiş olan tanrılar/şeytanlar olma ihtimali çok yüksek. Diğer bir seçenekse, benzer kılıklara girdiklerinin ve insanları aldatma yöntemlerinin aynı olduğunu gösterir.

Yahudiler tanrılarının tek olduğunu ve adının da Yehvah diğer adıyla Yehovah olduğunu iddia eder. Yehova isminin nereden geldiği ise tam bir muammadır, üstelik İbrani dilinde bir anlamı yoktur. Eski Ahite göre Hz. Musa da bu isminin anlamını soruyor:
“Musa Tanrı’ya ismini sorduğunda Yehova isminin anlamı hakkında şunu dedi: ‘Ben, Ben olanım.’(Mısır’dan Çıkış 3:14)

Yahudiler’in Eski Mısır ile olan köklü bağı, bize, acaba Yehova isminin de Mısır orijininde bir anlamı var mıdır diye sorduruyor açıkcası.

Bağlantıyı araştırmaya başladığımızda, Eski Mısır Tanrısı olan ‘Yahu’ ile karşılaşıyoruz. Işık Tanrısı : Yahu. Sir Wallis Budge, James Allen gibi Eski Mısır araştırmacılarının yapıtlarında da geçen Yahu, ismini, ay anlamına gelen ‘Yah’ sözcüğünün türetilmesiyle kazanmış. Yine Mısır ve Eski Dilce ‘Va’ veya ‘Ua’ sözcüğü ‘Bir ve Tek Olan’ anlamına geliyor. Bu sözcükler sonuna geldiği ismi tanrısallaştırıyor zaten. Yahva yani Yahova/Yehova oluyor ‘Bir ve Tek Olan Işık Tanrısı’.

Yahudilerin, ışık ve güneşle anılan bunca tanrıya, şeytana tapınma serüvenleri, üstelik daha öncesinde Ay Tanrısı Thoth’a tapınmaları, Ay’ın hareketlerine büyük önem verip, Ay Takvimini kullanmaları gibi etkenler, Yahuva’yı Yehova olarak Eski Ahit’e kabul edip, tanrıları ilan ettikleri ihtimalini bir hayli güçlendiriyor.


Bir diğer mesele Yahudilerin devlet ismidir.
Kur’an’da Hz. Yakup’tan, soyu ile ilişkilendiriliyorsa ‘İsrail’ olarak bahsedilir. Yahudiler içinse İsrailoğulları denir.

يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُواْ نِعْمَتِيَ الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَنِّي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ


“Böylece Yakup arkada yalnız kaldı. Bir adam gün ağarıncaya kadar onunla güreşti.Yakup’u yenemeyeceğini anlayınca, onun uyluk kemiğinin başına çarptı. Öyle ki, güreşirken Yakup’un uyluk kemiği çıktı. “Bırak beni, gün ağarıyor” dedi. Yakup, “Beni kutsamadıkça seni bırakmam” diye yanıt verdi Adam, “Adın ne?” diye sordu. “Yakup.” Adam, “Artık sana Yakup değil, İsrael denecek” dedi, “Çünkü Tanrı’yla, insanlarla güreşip yendin.” Yakup, “Lütfen adını söyler misin?” diye sordu. Ama adam, “Neden adımı soruyorsun?” dedi. Sonra Yakup’u kutsadı. Yakup, “Tanrı’yla yüzyüze görüştüm, ama canım bağışlandı” diyerek oraya Peniel adını verdi.” (Yaratılış 32/24-25-26-27-28-29-30)

Tevrat’taki orijinal metinde, adamın Hz.Yakup’a verdiği unvan şöyle yazılıdır: יִשְרָאֵל, Yişra’el
Kur’an’da Hz. Yakup için İsrail deniyor, Tevrat’ta İsrael diye geçiyor.
Oradaki bir harf değişimi çok şeyi değiştirir.

İbranice ‘El’ tanrı anlamını verir. Bunu bir ek gibi bir ismin sonuna yahut başına getirdiğinizde o ismi tanrılaştırmış olursunuz.
Baal gerçekte Ba’el bunlardan biridir.
Kabala’da Ariel kötülükler tanrısı olarak geçer.
Azazel, Talmud’u vahyettiğine inanılan tanrıdır.
Abel, Kabalistik 12 yüce tanrıdan biridir.
Exael, yine Kabala’da cennetten inen melektir, aslında Lucifer’dir. Vs. örnekler çoğaltılabilir.
Kabala ve mitolojik kaynaklı ‘el’ sözü eklenerek tanrılaştırılan binlerce melek, cin, peri ismiyle karşılaşmak mümkün.
İslami kaynaklarda yer alan Cebrail, Mikail, Azrail, İsrafil gibi melekler Yahudi kaynaklarında Mikael, Gabriel gibi isimlerde yer alır.
Yine Kur’an’da ismi anılmayıp Tevrat’ta geçen bazı peygamberler vardır, Deniel ve Samuel gibi.

Yukarıda Hz. Yakup’a unvan verildiği olayı anlatan metine bakıldığında Hz. Yakup’un ‘tanrıyla güreşmesi’ gibi sapıkça bir ifade ile karşılaşılır. İsrael, sözcük anlamı olarak ‘Tanrıyla güreşen’ manasındadır. Yahudilerin, melekleri ve bazı peygamberleri tanrılaştırdıkları gibi Hz. Yakup’u da tanrılaştırdıkları ortada. 

Öte yandan, Allah’ın, arapça ‘gece yürüyüşü’ manasına gelen ‘İsra’dan türetilen İsrail unvanıyla Hz. Yakup’a seslenme ihtimali yüksek. Tevrat’ın bir bölümünde de Hz. Yakup’un bir gece vaktinde Hz. Muhammed s.a.v’in mirac hadisesine benzer bir hadise yaşadığı anlatılır.

Yahudi devleti, kendisine İsrael diyerek, tanrıyla güreştirdikleri Hz. Yakup’un ‘tanrıya meydan okuyan soyu’ olduklarını lanse ederken detayda çok ince bir nüansla İsRa-El yani ‘Ra Tanrıdır’ mesajıyla da Eski Mısır Tanrısı olan Ra’ya bağlılıklarını sunmaktadır. Ki Eski Mısır’a olan taassuplarını düşününce, bunun ne denli mantıklı bir çıkarım olduğu ortadadır.

(Yazıda bahsettiğimiz Yahudiler, Hz. Yusuf’un Kabala’ya bulaşan abisi Yahuda’nın izinden gidenler, Eski Mısır geleneğinden kopamayan ve Talmud/Kabala’ya iman etmiş olanlardır. Talmud’u ve Kabala’ya değil, Hz. Musa’nın Hak dine inanan İsrailoğullarını tenzih ederiz.)


Gül TEMEL
https://twitter.com/gultml

9 Mart 2013 Cumartesi

UNUTULMAMASI GEREKEN İBRET VESİKALARI...UNUTANA ZAMAN HATIRLATIR !


             
                                                    Birinci körfez savaşından ... Kaçı askeri araç ...?!
    




                                    
                                                                             DEZENFORMASYON :
                                           GUYA ISLAMI KESIM KOTUMSERÖNYARGILI ... ABD İSE CICI ...
  CİHAD TV  BILDIRIYOR : HABERLER :  "  SIYONIST ABD ASKERLERI BEBEKLERI ZEHIRLIYOR ... AZ SONRA"


                  
                                                                   Irak'ta bir ABD   tankı !




                                 
                                                        
                                                            Ya   İzzet  Ya Zillet !
                             
                     
                                                                             Ömer Muhtar
                                    
                                                                             Malcom X


                         
Günahları af etmeye Almanya'ya giderken , papa ...Kutsal ruh'a şükür (!) rüzgara da hükmederim dememişti...!

24 Ocak 2013 Perşembe

HZ.İSA’NIN YOLU NASRANİLİK

 HZ.İSA’NIN YOLU NASRANİLİK
Özellikle ilk dört İncilde ki Hz. İsa’nın tebliğlerine ve Havarilerin İşleri’nde ki anlatılanlara baktığımızda Hz. İsa’nın Yahudilikten ayrı bir din getirdiğini söylemem mümkün değildir. Tevrat hakkında ki (Kutsal Yasa) değerlendirmelerinden bu çok açık anlaşılmaktadır; 



“17  “Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim.

18  Size doğrusunu söyleyeyim, yer ve gök ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile yok olmayacak.

19 Bu nedenle, bu buyrukların en küçüğünden birini kim çiğner ve başkalarına öyle öğretirse, Göklerin Egemenliği’nde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliği’nde büyük sayılacak » (Matta-5)



Havarilerine verdiği görev ve talimatlarda da bunu görmekteyiz;



“5 İsa Onikiler’i şu buyrukla halkın arasına gönderdi: “Öteki ulusların arasına girmeyin. Samiriyeliler’in kentlerine de uğramayın.

6 Bunun yerine, İsrail halkının yitik koyunlarına gidin.

7 Gittiğiniz her yerde Göklerin Egemenliği’nin yaklaştığını duyurun.” (matta-10)



Hz. İsa daima insanları yanlışları bırakıp Tanrı’ya yönelmeye çağırdığını görüyoruz;



“17  O günden sonra İsa şu çağrıda bulunmaya başladı: “Tövbe edin! Çünkü Göklerin Egemenliği yaklaştı.” (Matta-4)



Belki de tebliğinin en can alıcı yönü sıradan bir iman olmayıp Tanrı’nın istediği şekilde bir hayat sürmektir;



“21  “Bana, ‘Ya Rab, ya Rab!’ diye seslenen herkes Göklerin Egemenliği’ne girmeyecek. Ancak göklerdeki Babam’ın isteğini yerine getiren girecektir.

22  O gün birçokları bana diyecek ki, ‘Ya Rab, ya Rab! Biz senin adınla peygamberlik etmedik mi? Senin adınla cinler kovmadık mı? Senin adınla birçok mucize yapmadık mı?’

23  O zaman ben de onlara açıkça, ‘Sizi hiç tanımadım, uzak durun benden, ey kötülük yapanlar!‘ diyeceğim.” (Matta-7)



Yukarıda ki ifadelerde yalnızca iman ederek, Hz. İsa’nın öğretilerinin dışında kendi düşüncelerine göre yaşayıp, O’nun adına hareket ettiklerini iddia edenlere güzel bir cevap vermektedir. Hz. İsa yalnızca kime kulluk edileceğini açıkça bildirmiştir;

“10  İsa ona şöyle karşılık verdi: “Çekil git, Şeytan! ‘Tanrın Rab’be tapacak, yalnız O’na kulluk edeceksin‘ diye yazılmıştır.” (Matta-4)



Hiçte öyle imanla kurtulmaktan söz etmiyor. Hz. İsa’nın ardından geride kalan ve O’nun yolunda yürüyen Havarilerinin de aynı şeyleri insanlara anlattıklarını görmekteyiz.



“22  “Ey İsrailliler, şu sözleri dinleyin: Bildiğiniz gibi Nasıralı İsa, Tanrı’nın, kendisi aracılığıyla aranızda yaptığı mucizeler, harikalar ve belirtilerle kimliği kanıtlanmış bir kişidir. (Elçilerin İşleri-2)

“13 İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un Tanrısı, atalarımızın Tanrısı, Kulu İsa’yı yüceltti…

19-20 Öyleyse, günahlarınızın silinmesi için tövbe edin ve Tanrı’ya dönün. Öyle ki, Rab size yenilenme fırsatları versin ve sizin için önceden belirlenen Mesih’i, yani İsa’yı göndersin.

21 Tanrı’nın eski çağlardan beri kutsal peygamberlerinin ağzından bildirdiği gibi, her şeyin yeniden düzenleneceği zamana dek İsa’nın gökte kalması gerekiyor.

22 Mosa şöyle demişti: ‘Tanrınız Rab size, kendi kardeşlerinizin arasından benim gibi bir peygamber çıkaracak. O’nun size söyleyeceği her sözü dinleyin.

23 O peygamberi dinlemeyen herkes Tanrı’nın halkından koparılıp yok edilecektir. (Elçilerin İşleri-3) 




Dikkat edilirse hep bir insan olan peygamberden bahsedilmekte ve Rab tanımı yoktur. Hz. İsa’nın yeni öğretilerini kabul eden bu yeni cemaat Filistin bölgesinde Nasranî’ler olarak isimlendiriliyorlardı. “5  “Biz şunu anladık ki, bu adam dünyanın her yanında bütün Yahudiler arasında kargaşalık çıkaran bir fesatçı ve Nasranî tarikatının elebaşılarından biridir.” (Elçilerin İşler-24)



Roma toraklarında ve Anadolu’da ise daha çok Pavlus’un öğretilerinden oluşan yeni bir DİN oluşmuştu ve bu yeni dini akım adı, Mesihçiler anlamına gelen Yunanca Hristianos, yani Hıristiyanlardır. Daha sonraki yıllarda Nasranî kelimesini, birçok dini metinde de görmekteyiz. Daha çok Pavlus Hıristiyanlığının dışında kalan ve Hz. İsa’dan sonra, kardeşi Yakup liderliğinde, O’nun doğru öğretilerinin peşinde Kudüs merkezli bir hayat sürüp Tevrat’ın doğru uygulamalarından da58 ayrılmayan toplulukları tanımlamak için kullanılır. Kuran’da Hıristiyanlardan bahsederken aynı kelimeyi NASARA biçiminde kullanır. Çeşitli kilise babaları tarafından aynı gurup Ebonitler (fakirler ) olarak ta tanımlanmışlardır. Hz. İsa’nın vefatından sonra Nasranîlerin lideri Kardeşi Yakup olmuştur. İncil’de ‘Yakup’un Mektubu’ isimli eser, onun eseridir. Zaten İncil’de ki diğer bölümlerle karşılaştırıldığında yukarıda ana hatlarını verdiğimiz Hz. İsa’nın öğretileriyle tam bir uyum içinde olduğu görülmektedir. Pavlus’un kurtuluşumuz için iman yeterlidir öğretisine karşı açık cevap niteliğindedir.59 Yakup’un Mektubunda Pavlus’ta olduğu gibi Hz. İsa’nın şahsiyeti değil, Tanrı’nın yüceliği ön plandadır,  Daima bütün yetkinin tek Tanrıda olduğu vurgulanır.



“5  İçinizden birinin bilgelikte eksiği varsa, herkese cömertçe, azarlamadan veren Tanrı’dan istesin; kendisine verilecektir. (Yakup-1)

Her türlü hastalık ve bağışlanmakta yardım Rab İsa ve Kutsal Ruhtan değil Tanrıdan istenmektedir. 



“14  İçinizden biri hasta mı, kilisenin ihtiyarlarını çağırtsın; Rab’bin adıyla üzerine yağ sürüp onun için dua etsinler.

15  İmanla edilen dua hastayı iyileştirecek ve Rab onu ayağa kaldıracaktır. Eğer hasta günah işlemişse, günahları bağışlanacaktır.

16  Bu nedenle, şifa bulmak için günahlarınızı birbirinize itiraf edin ve birbiriniz için dua edin. Doğru kişinin yalvarışı çok güçlü ve etkilidir.”(Yakup-5)



 
Pavlus’un eleştirerek kölelik yasası dediği Tevrat’tan övgü ile, Özgürlük Yasası 60 olarak söz edilir. Pavlus Hristiyanlığının en önemli ibadeti olan ve şu anda kiliselerde Pazar günlerinin en önemli ibadeti olan “Son Akşam Yemeğin” den ve çarmıhta kendini feda eden kurtarıcı İsa’dan hiç bahsetmez. Anlamak isteyen için her şey apaçık ortada. Bütün bunlar her yönüyle Kuran’la da uyuşmaktadır. Zaten Kuran’da Hıristiyanlardan bahsederken bazı guruplar için öğücü tanımlar yaptığı görülür;



“82 ….Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da ‘biz Hıristiyanlarız (Arapça orijinali Nasara ) ‘ diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar. “ 

83 Resule indirileni duydukları zaman, tanış çıktıkları gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Derler ki: ‘Rabbimiz! İman ettik, bizi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz’

84 ‘Rabbimiz bizi iyiler arasına katmasını umup dururken niçin Allah’a ve bize gelen gerçeğe iman etmeyelim ?’ 

85 Söyledikleri bu sözden dolayı Allah onlara; içinde devamlı kalmak üzere, zemininde ırmaklar akan cennetleri mükâfat olarak verdi. İyi hareket edenlerin mükafatı işte budur.” (Kur’an- Maide-5) 



Şu anda mevcut ilk dört İncil ve Pavlus’un Mektuplarında özellikle bir konu dikkati çekmektedir. O da Hz. İsa’nın gerçek inananları olan ilk Havaileri ve ailesinden pek bahsetmemesi. Hatta bunlar için hakarete varıcı sözlerin olması ve annesi ile kardeşlerinin iman bile etmediklerinden bahsedilmektedir.61Tanrı tarafından mucizevî bir doğumla müjdelenen Mesih olacak birine annesi ve kardeşleri nasıl olurda iman etmez. Hz. İsa’dan sonra havarilerin lideri olan kardeşi Yakup bile O’na güya ölümünden sonra iman etmiştir. Hz. İsa’nın ‘Kilisemi senin üzerine kuracağım’ dediği62 ve göğe ayrılışında yücelttiği 63 Petrus’un, Hz. İsa’yı üç defa inkâr ettiğinden bahsedilir. 64 Aynı Petrus’a Hz. İsa İncilde ‘çekil git şeytan’ dediği65 ve hatta annesini bile azarladığı yazılıdır.66 Bu çağda bile 1996 yılında Papa II. John Pul, Hz. Meryem’in tek çocuğu Hz. İsa olduğu ve Yakup’un, Hz. İsa’nın kardeşi olduğunu reddetmiştir. İncillerde açıkça hem de Pavlus’un ağzından söylendiği (Galatyalılar-1:19) halde. Tabi sebebi şu; MS: 431 yılında Efes Konsilinde Kutsal Bakire ve Tanrıça ilan edilmişti. Önemli olan İncillerin ne dediği değil konsillerin dediği. Maalesef Hıristiyanlıktaki sapmaları ve kilisenin yanlış uygulamalarına karşı aydınlanma hareketini başlatan Martin Luther’de kendine Pavlus’u örnek aldığı için o da Nasranî gerçeğini görememiş ve Yakup’un Mektubu için kuru laf satası nitelemesini yapmıştır.67 O zaman dilimi için bunlara göre değerlendirmeler yapabilmek kolay değil. Tamamen dinin temellerini yıkmak gibi algılanırdı. Herhalde bu gerçekleri görebilecek ABD’de ki ‘İsa Okulu’ gibi eleştirel düşünceye açık beyinler için 21. yüzyılı beklemek gerekecekti. Böyle çalışmalarla Hz. İsa’nın ve Havarilerinin yolu olan NASRANÎLİK tüm gerçekliği ile gün yüzüne çıkarılacaktır.




İlk kilise babaları Nasranîlerden bahsederler. Lyons Pikopası İreneus ‘Sapkınlara Cevap’ isimli eserinde ve Justin Marty M.S. 150 yılında yazdığı eserde onlardan bahseder. Her iki kilise babası Nasranîler için, Hz. İsa’yı tanrı değil insan Mesih olarak kabul ettiklerini, Yahudi şeriatına uyduklarını, sünnet olduklarını, Sebt (Cumartesi tatili) gününe uyduklarını, domuz gibi haram yiyeceklerden kaçındıklarını ve Pavlus’çu Hıristiyanlarla düşman olduklarını yazmaktadır.68 4.yüzyıl kilise tarihçisi Evsebus onlar hakkında; Hz. İsa’nın bakire Meryem’den Tanrı’nın bir mucizesi olarak doğduğunu kabul ettiklerini, ama Logos ve Tanrı olarak önceden beri varolduğunu kabul etmediklerini yazar. 69



Demek ki bizim iddialarımızın varlığını, aslında ilk kilise babaları bile doğrulamaktadır. Ama sapkınlık olarak. Nasranî, Nazarenler veya Nasuralar olarak geçen bu kelimenin kökeninin, Hz. İsa’dan önce, merkezi Yahudi anlayışını sapkın bulan bir Yahudi ekolüne ait olduğu bilinir. Yine bu kelimenin, Hz. İsa’nın büyüdüğü kasaba Nasıra ile ilgisi yoktur. Kelimenin İbranice kökü olan NZR ‘adamak veya kendini vakfetmek’ anlamına gelir. Yani  ‘kendisini Tanrı’ya adayan’ anlamına gelir. Filip İncili’nde Nasara kelimesi ‘Hakikat’, Nasaralı ise ‘Hakikat Adamı’ anlamında olduğu belirtilir (Filip İncili–47).Bunlar Tevrat’a sıkı bağlı yaşamaları, et yememeleri ve saçlarını kestirmemeleri ile tanınırlardı. Merkezi Yahudilerin ellerinde bulunan Tevrat’ın gerçek olmadığını ve birçok defa değiştirildiğini iddia ediyorlardı.70 Hz. Yahya ile ilişkilerinden dolayı Sabilik de yine bu ekol içinden doğmuş olduğu söylenir. Hz. Yahya’da bu hareketin önemli bir peygamberi idi. Dolayısıyla Yahudiler Hz. İsa’nın hareketini Yahudilik içinde aşırı bir akım olarak değerlendirerek bu hareketi Nasuri akımının devamı saymışlardır. Aynı gurubu ilk dönem kilise babaları, Ebonitler veya Ebionlar  (fakirler) olarak ta isimlendirmişlerdir. Çünkü Ebionlar, Hz. İsa’nın peygamber ve Mesih olduğuna inanıyor, fakat Pavlus’un ortaya attığı Tanrılığını kabul etmiyorlardır. Hz. İsa’nın kardeşi Yakup liderliğine bağlı ve kendilerine ait İbraniler İncilini Kabul ediyorlardı. Hıristiyanlar tarafından hazırlanmış bir ‘Hıristiyan Sözlüğü’ konumundaki “A Dictionary of Christian Biography” de II. bölüm sayfa 26–27 de Ebionlar hakkında neler yazmaktadır bir bakalım;




“Ebionlara göre Şeriat herkes için geçerliydi…Bu konuda İsa’nın sözlerinden alıntılar yaparak ‘İsa’nın yolunu aynen izlemeliyiz’ diyorlardı.Çünkü onlara göre İsa Şeriat’a harfiyen uymuştu ve bu nedenle seçkindi..Tahmin edilebileceği gibi Aziz Pavlus’tan özellikle nefret ediyorlardı. Onu Aziz Petrus, Aziz Yakup ve Aziz Yuhanna’ya açıkça karşı gelen bir kişi olarak tanımlıyorlardı. Pavlus’un elçilik yetkisini tanımıyorlar, çünkü onun İsa’yı görmediğini, Kudüs’teki diğer havarilerden de bir eğitim almadığını söylüyorlardı. Pavlus’u ‘aldatıcı ve tanrının sözünü bozan bir saptırıcı’ olarak tanımlıyorlar, onun ‘insanları memnun etmek için şeriatı kaldırdığını’ ve ‘kendisini övdüğünü’ söylüyorlardı.  Onlara göre Hıristiyanlık Mosa’nın ilkel dini ile aynı şeydi. Eski Ahit yazıları arasında ilk beş kitaba önem veriyorlardı. İsa’yı da; Adem, Nuh, İbrahim, İshak,Yakup,Harun ve Mosa ile aynı seviyede ve onların geleneğini izleyen bir Yahudi peygamberi olarak görüyorlardı…Bazı Ebionlar Adem ile İsa arasında bir benzerlik kuruyorlardı.İsa onlara göre Mosa’nın halefiydi, daha yüksek bir otorite değil.Kendi İncilleri’nde var olan bir anlatmaya göre İsa şöyle demişti ;”Ben, Mosa’nın ‘size rabbiniz olan Tanrı benden sonra içinizden bir peygamber çıkaracak’ diye haber verdiği peygamberim” Ebionlar şarap içmeğe karşıydılar…Öte yandan evliliğe taraftardılar ve hatta erken yaşta evlenmeği tavsiye ediyorlardı.”71



 

Yine The New Catholic Encyclopedia’nın V.bölüm 29.sayfada Ebionlar hakkında şunları yazar. 



“Ebionlar Aziz Pavlus’un teolojisine şiddetle saldırdılar çünkü onun “ İsa’yı gördüm” dediği olayla aslında şeytani bir halüsinasyon gördüğüne inanıyorlar ve onun Kudüs’teki Aziz Yakup tarafından savunulan Yahudi şeriatına bağlılık ilkesine karşı çıkmasına tepki duyuyorlardı…Onların gözünde Mesih bir insan oğlu olarak Yahudi şeriatının büyük bir reformistiydi ve öğretisi , Mosa’nın Tevrat’ına sonradan sokulmuş öğeleri ayıklamayı amaçlıyordu…Ebionlar hakkındaki bilgiler genellikle tutarsızlıklarla doludur.Anlatılanlara göre ‘İbranilerin İncili’ adı verilen ve büyük ölçüde  Matta İnciline paralel olan bir İncil kullanıyorlardı.72   

Rus kökenli gazeteci Nikola Notoviç 1887 yılında, Kuzey Hindistan’da Ladak’ta Khemis Budist manastırında bir İncil bulur. Aynı İncili 1925 yılında Avrupa’lı N.K. Rerich’te görmüştür.73 Herhalde Budist manastırında olması onu resmi kiliselerin imhasından korumuştur. İncilin aslı önce, Hz. İsa’yı Hindistan ve Nepal’de yaşarken tanıyan kişiler tarafından Pali dilince yazılmış, daha sonra Tibetçe’ye çevrilmiştir. Bu İncil Roma topraklarında bulunmadığı için, diğer yazarlar gibi pagan, gnostik felsefelerden etkilenmediğinden son derece önemlidir. Başka dillere çevrilme sırasında veya kilisenin görüşlerine uydurmak için eklemeler olduğu endişesinden uzaktır. Yani bu İncil’de saf Nasranî düşüncesi hâkimdir. Belki Hint düşüncesi etkileri bulunur diye düşünülebilir. Ama Hz. İsa’nı 14-29 yaş arası Kuzey Hindistan’a gelip eğitim gördüğünden bahsedilmesine rağmen, daha sonra onların tanrı anlayışlarını reddederek, Tek ve eşiz Tanrı’yı anlattığından uzunca bir şekilde bahseder. Hindistan’da eğitim görerek böyle fikirleri öğrenmesi biraz zor. Bu İncilde Hint Düşüncesinin etkileride yok. Orada eğitim meselesi belki bir abartıda olabilir. Ama biz bunlardan ziyade bu İncildeki Hz.İsa’nın fikirlerine bakmalıyız. Roma-Yunan etkisinden uzak bir bölgede yazılması, bu İncili çok özel kılmaktadır. Bu zamana kadar bulunan diğer İncillerde Mısır-Roma-Yunan paganizminin etkileri göze çarpar. Dolayısıyla bu İncilde özellikle Pagan inançların etkisinin olmaması, onun orijinal öğretilere korudu ortadadır. Bu İncilde Hz. İsa’nın ismi İSSA, Mosa’nın ismi MoSSA olarak geçmektedir. Kitapta Hz. İsa’nın Kutsal Ruh’un (Ebedi Ruh) etkisinde olduğu, Tek ve Eşiz Tanrı’yı anlattığı vurgulanır;


“8.İssa adı verilen çocuk, daha çok genç iken Tek ve Eşiz Tanrı’dan bahsetmeye, yolunu şaşıran kalpleri tövbe etmeye ve işledikleri günahlardan arınmaları için ikna etmeye çalıştı.” (Tibet İncili-IV) 



“10.Ebedi kanun koyucu Tek’tir. Ondan başka Tanrı yoktur. O, dünyayı başka kimseyle paylaşmamıştır, kendi niyetlerini kimseye anlatmaz.” (Tibet İncili-VI)

“12.Fakat Eş’i olmayan Tanrı’mız, Tek’tir, Kadir’dir, her şeyi Bilen’dir, Lamekan’dır, Alim-i küldür ve İlimlerin Sahibi’dir.” (Tibet İncili-XI)



Böyle bir Tanrı anlayışı, herhalde Hindistan’da bilinen bir şey değildi. Bunlar tam bir ilahi vahiyle bilgilenen bir peygamber sözleridir. Paganlar gibi, Tanrı’ya “BABA” tanımlanması yoktur. İncilde Hz. İsa’nın, üç yıl irşat faaliyetlerinde bulunduğundan bahsedilir. Yine bu İncilde, işin en önemli ve ilginç yanı Hz. İsa’yı çarmıhta asarak cezalandırmak isteyen Yahudiler olmayıp, Roma Valisi Pilatus’un kendisidir;

“24. Hakimler (Yahudi Sanhedrin üyeleri), aralarında istişare ederek, Plat’a (vali Pilatus) dediler: ‘Biz kanunlarımıza karşı çıkarak, bir masumu yargılayarak ve eşkıyaları af ederek üzerimize büyük bir günah almayacağız.25. ‘Ne istersen onu yap’. Bunu söyleyen din adamları ve ihtiyarlar dışarı çıktılar ve : ‘ Biz bu mü’min insanın ölümünden suçlu değiliz’, diyerek, ellerini mukaddes kapta yıkadılar.” (Tibet İncili-XIV)

Burası çok ilginçtir ve dört İncilde aynı sözleri söyleyip ellerini ‘Mukaddes Kap’ta’ yıkayan Roma Valisi’dir.74 Çarmıhta ölüm cezası Tevrat’ta ve Yahudi hukuk kitabı Talmud’ta bulunmayan bir cezadır.75 Zaten çarmıh cezası Roma’ya baş kaldıranlara verilir ve Hz. İsa içinde Roma’ya karşı halkı ayaklandıran, çarmıhta ‘Yahudilerin Kralı’ diye yazılmıştı. Bütün bunlardan bir de şu gerçeğin olduğu anlaşılmaktadır. Zalim ve işgalci Roma’ya karşı Yahudiler ve Hz. İsa karşıydı. Pavlus ve onun yolundan gidenler her ne kadar Roma ile barışık bir din ve İsa portresi sunsalarda, mevcut  İnciller’de bu gerçek gizlenememektedir;



“1  Sonra bütün kurul üyeleri kalkıp İsa’yı Pilatus’a götürdüler.

2  O’nu şöyle suçlamaya başladılar: “Bu adamın ulusumuzu yoldan saptırdığını gördük. Sezar’a vergi ödenmesine engel oluyor, kendisinin de Mesih, yani bir kral olduğunu söylüyor.”

3  Pilatus İsa’ya, “Sen Yahudiler’in Kralı mısın?” diye sordu. İsa, “Söylediğin gibidir” yanıtını verdi.” (Luka-23)



Havariler arasında fanatik Yahudilerin (Yurtsever Simon Zealot) bulunması76 Hz. İsa yakalanmadan önce kılıç satın alınmasını istemesi77 Hz. İsa’nın tutuklanmasında Petrus’un kılıcı ile müdahale etmesi bunun kanıtlarıdır.78 Zaten zalim Roma ile uyuşan bir peygamber düşünülemez. Çünkü peygamberlerin daima zalimlere karşı, mazlumları yardım etmek için gönderildiğini görmekteyiz. Çünkü Tanrı zulmü onaylamaz. Affetmediği tek şey insanlara zulmetmektir. Yine Tibet İncil’inde, Vali Pilatus’un Hz. İsa’nın cesedini mezardan gizlice alıp başka yere naklettiğinden ve mezarı boş bulan insanların O’nu göğe yükseldiğini sandıklarından bahseder (Tibet İncili-XIV). Bu da ölümden sonra dirilmesiyle ilgili SON DERECE ÖNEMLİ başka bir ayrıntıdır. Daha öncede dediğimiz gibi, doğru bilgiler Roma-Yunan etkisinden uzak yerlerde. Ortada bir çarmıh cezası olduğu bir gerçek. Ama sonrası net değil. Tekrar özetlersek; İncilde Hz. İsa bir insan peygamber ve asli günah için değil Roma’ya karşı olduğu için çarmıha  Roma valisi tarafından çarptırıldı. Tanrı tek ve Hz. İsa’nın dirilip göğe alınması yok. Bütün bunlar resmi söylemleri sarsacak sonderece önemli iddialar. Sanırım Barnaba İncilinde anlatılanları doğrulayacak en önemli metin. Yani bu İncilde tıpkı Nasranilerin Hz. İsa’dan sonraki lideri Yakup’un İncilinin bir benzeri. Yine bu eser de Batı’da olmadığından gereken önem verilmedi. Yine Ortaçağ uzmanı tarihçi Schlomo Pines, 1960 yılında İstanbul’da ki tarih arşivlerinde 5. yüzyıldan kalma Arapça bir doküman buluyor. Bu doküman bugünkü İran sınırına yakın Kuzistan bölgesindeki bir manastırda bulunmuştu ve Nasranîler hakkında bilgiler vermekteydi. Bu dokümandaki bilgilere göre Nasranîler; Hz. İsa’nın Tanrı değil, bir insan olduğu belirtilmekte ve ona ilahlık atfeden her türlü anlayış eleştirilmektedir. Yahudi Yasasının önemi vurgulanmaktadır. En önemlisi Pavlus şiddetle eleştirilmekte ve onun yolunda gidenlerin ’Mesih’in Dinini terk ettikleri ve Romalıların dini inançlarına kapıldıkları’ söylenmektedir. Mevcut İncillerin güvenilmez, ikinci el kaynaklar olduğu anlatılıyor ve Hz. İsa’nın getirdiği müjdenin ve onun hakkındaki bilgilerin yalnızca bir kısmını aktaran ikinci el bilgiler olduğu iddia edilmektedir.79 Bu belgeye göre demek ki Hz. Muhammed’in gelişine kadar bu gurup varlığını sürdürmüştür. İlerleyen yıllarda çeşitli kilise ve konsil baskılarıyla Nasranîler genelde Roma ve Bizans baskılarından uzak Habeşistan, Suriye, Mezopotamya ve Arabistan bölgelerinde yaşamışlardır. Daha çok doğuda Nasturilik akımında kendini göstermiştir. Nasturilik mezhebinin ayinlerinde bugün bile Tanrı’ya secde etmek vardır.80 Secde etmek ise namazın özüdür. Süryanilikte namazda vardır. Aslında namaz Tevrat’ta da bir çok yerde vardır:

“6-Gelin, secde kılalım ve eğilelim; Bizi yaratan Rabbin önünde diz çökelim” (Mezmur-95

Nehemya-8:6, 2. Tarihler-20:18, 1.Krallar-8:54 vb. Merak edenler Tevrat’a bakabilir . Fakat “Kitabı Mukaddes yayınlarının” 1997 yılındaki Tevrat tercümesine bakılmasını tavsiye ederiz. Çünkü daha sonraki yıllarda basılan Tevrat’ta maalesef yine konuların çarpıtılıp değiştirildiği görülmektedir. Musevi Samirilerin ve Karailerin ibadet yerleri cami gibidir ve tıpkı müslümanlar gibi, abdest alıp namaz kılarlar.Şimdi insan sormadan edemiyor İncillerde birçok yerde Tanrıya tapmaktan bahsediyor. Bu nasıl bir ibadettir kiliselerde neden göremiyoruz? Bütün bunlar Hz. İsa’nın gerçek inancı olan Nasranîlik İnancının nelerden oluştuğunu bizlere anlatmaktadır.






  İlhan Akkurt'un "Hz.İsa Hristiyan mıydı ? İsimli kitabından
  

Papaz Gerome`un İtirafları



4. yüzyılda yazılmış olan St. Gerome`un itirafını gösteren önemli tarihsel belge, mevcut incillerin tahrif edildiğini kanıtlıyor.

Dr. Zeynep Abdülaziz*

4. yüzyılda yazılmış olan St. Gerome`un itirafını gösteren önemli tarihsel belge, hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde mevcut İncillerin değişikliğe uğradığını, düzeltildiğini, tahrif edildiğini ve bu metnin Tanrı`dan gelen vahiy olduğuna inanılmasını imkânsız kılacak şekilde kötü tercüme edildiğini kanıtlıyor. Bu, gerçek anlamda bir anlaşmazlık noktasıdır. Mevcut İncillerin, Kur`an-ı Kerim`in İsa Mesih`e vahyedildiğini söylediği İncil`le hiçbir şekilde bağlantısı yoktur. Hz. İsa`ya vahyedilen İncil gerçekten vardı, çünkü St. Paul, kendisinin bu İncil`i anlattığını söylüyor: (..) Kudüs ve çevresinden Lirikon`a kadar Mesih`in İncili`ni insanlara müjdelemiştim (anlatmıştım). (Romalılara, 19:15). Ancak kilise içerisindeki fitneci eller, yüzyıllar boyu konsillerde geliştirdikleri öğretileri insanlara dayatmak için bu İncilleri gizledi.

Daha önce yazdığım iki makalede, mevcut İncillerin güvenilirliğini yerle bir etmesiyle hususunda haiz olduğu ehemmiyet konusunda ihtilafın olmadığı bu söyleme işaret etmiştim. Bu nedenle ve Hıristiyan kardeşlerimizden bize gelen mektup ve yorumların çokluğu, beni iftira ve yalanla suçlamaları yüzünden Fransa`da Mitterand Müzesi`nde bulunan söz konusu kitabın matbu şekline ilişkin fotoğrafını yayınlama gereği duymadım. Amacım bana yönelik suçlamaların sona ermesiydi. Hâlbuki ben İslam`ı savunmak için ele aldığım hususların hassasiyeti nedeniyle, defalarca, elimde belgesi olmayan konularda fikir beyan etmemin mümkün olmadığını ifade etmiştim. Özellikle bu gibi çok ciddi ve stratejik konularda kimsenin gelmesini istemediğim bu seviyeye kadar düşerek bana iftira etmek yerine şu anki Hıristiyanlığın tarihini inceleyerek nasıl bir akide üzerinde olduklarını anlamalarını isterdim. Batılı güçlerin İslam`ı ve Müslümanları yok etme amacıyla oynadıkları oyunların basit bir aracı olmak yerine daha derin düşünmelerini temenni ederdim.

Şayet bu İncillerde gizleme ya da karartma olmamış olsaydı, Kilise, takipçilerine söz konusu İncillerin okunmasını yasaklama yoluna gitmez, hatta bütün ceberutluğuyla 16. yüzyılda kurulan konsilde İncillerin gerçek yazarının bizatihi Allah olduğu düşüncesini insanlara dayatma ihtiyacı hissetmezdi. (Yani bir başka deyişle, kabul edilmiş İncillerin içerisindekilere itiraz edenler ve bunu kabul etmeyenler vardı.) Çünkü Kilise de çok iyi biliyordu ki bu İncillerin okunması demek, kendi yalanlarının ortaya çıkması anlamına gelecekti. Sonra Kilise bu İncillerin, takıldığı yerlerde kendisine yardımcı olacak ve açıklamalar yapacak bir Papaz eşliğinde okunmasına izin verdi. Daha sonra 1879 yılındaki 1. Vatikan Toplantısı`nda Kilise, Allah`ın İncilleri, Havarilerin metinleri yazarken kendilerine ilhamda bulunan Ruhu`l Kuds`e vahyettiğine karar verdi. Bu ise, geçmişte verilen karardan geri adım atılması anlamına geliyordu. Sonra 1965 yılındaki Vatikan toplantısında her ne kadar bu metinlerin pedagojik ve eğitsel bir takım yönleri bulunsa da eski ve üzerinden zaman geçmiş metinler olduğunu ilan etmiş bulundu!

Şu anki İncillere ilişkin itirafların yer aldığı kitabın önsözüyle ilgili fotoğrafik tabloyu ve tercümesini aşağıda verip sonra da üzerinde yorum yapacağız.

Aziz Gerome`un Eserinin Birinci Cildi

Önsöz

Dört İncil`deki Metinlerin Gözden Geçirilmesi Hakkında

Aziz Gerome`den Papa Damaz`a

Eski bir eserden yeni bir iş çıkarmamı teşvik ediyor ve dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış bulunan İncil metinleri hakkında benim hükümde bulunmamı, bu metinlerden seçkiler yapmamı, hangisinin Yunanca metne daha yakın olduğunu tespit etmemi istiyorsun. Bu, ürkütücü ve bir o kadar da tehlikeli bir görevdir de, çünkü eski dünyanın üslubunu değiştirecek ve onu çocukluk aşamasına döndüreceğim (basitleştireceğim). Başkaları hakkında hükümde bulunmam başkalarının da benim yaptığım bu iş hakkında hüküm verecekleri anlamına gelir. Bilginler hatta cahillerden, benim bu eserimi ellerine aldıklarında, bu kadim esere cüretle bir şeyler ekleyip çıkardığımı ve yaptığım değişiklikleri görenlerden bana sövmeyen ve beni sahtekar ve kutsal şeyleri kirletmiş birisi olarak görmeyen olacak mıdır?

Bu rezalet karşısında, endişemi hafifletecek iki şey var: Birincisi, bunu senin emretmiş olman. İkincisi: Sapkın olanın hiçbir zaman hakkın yerine geçemeyeceği (duygusu). Bu, en bozuk bir ağzın bile kabul edeceği bir durum. Düşmanlarımızın hangisinin doğru olduğu konusunda (şaşkınlık yaşamamaları için) Latince elyazmalarındaki tercümeye bazı güven verici unsurları eklememe (ne dersin?). Çünkü ortada metinleri arasında bir sürü farklar olan İnciller var. Niçin cahil mütercimlerin yanlış anlamalarla tahrif ettiği hatta kötü niyetle hareket ederek değişikliğe gittikleri, hatta bazılarının tadil ettiği kısımları Yunan kaynaklarına dayanarak düzeltmemi hoş karşılamıyorlar?

Şayet el yazmalarını birbirine ekleyeceksek, kendilerini alim sanan zatlar tarafından yapılan başarısız değişiklikler, uyuklamakta olan çevirmenlerin yaptığı hatalar ve yanlış çevirilerden bizi uzaklaştıracak Yunanca asıllarına dönmemiz hususunda bizi engelleyen şey nedir? Ben burada İbraniceden Yunancaya oradan da Latinceye yapılan çevirilerle üç aşamada bize ulaşan Yunanca Sebiniyye tercümesinden ve Ahd-i Atik`ten bahsetmiyorum. Burada Aquila ya da Symmakus`un ne diyeceklerinden ya da Theodotion`ın eski çevirmenlerle yeni çevirmenler arasında orta bir yolu niçin tercih ettiğini de söz konusu etmek istemiyorum. Ben Havarilerin aşina olabilme ihtimalinin olduğu çeviriye dayanmak istiyorum. Şimdi de Yeni Ahit`ten bahsedeceğim. Şüphesiz, Matta İncil`i hariç bu mektupların tümü Yunanca yazılmış. İncil yazarlarından Matta`nın Yahudilerin bölgelerinde bulunduğu için bunu yazarken İbraniceden yararlandığını biliyoruz. Bu İncil`in (Matta İncili`nin), yararlandığı kaynakların çokluğu nedeniyle bize ulaşan İncil`den tamamıyla farklılık arz ettiğini görüyoruz. Ben asıl metne bakmayı tercih ettim. Bazılarının hiç hak etmediği halde cansiperane savunduğu Luciano ya da Hesychio (tarafından yapıldığı) ileri sürülen çevirilerden yararlanmak da istemiyorum. Farklı halkların dilleriyle bize ulaşan İnciller, metinlerin içerisinde var olan hataları bize gösteriyor. Kendi dilimizde yazılmış olan nüshalar açısından mutlaka itiraf etmem gereken şey, bu metinlerden yararlanamadığımdır.

Bu mütevazı önsöz, Yüce İnciller`in şu şekilde tertip edilmesini öneriyor: Matta, Markus, Luka ve Yuhanna. Bunların düzeltilmesi en eski Yunan yazmaları gözden geçirilerek yapıldı. Latince nüshaların içeriğinden de çok fazla uzaklaşılmadı. Bize ilk şekliyle ulaşan bölümleri dokunmadan, gerçek manadan bütünüyle uzak görünen kısımları düzeltmekten başka bir şey yapmadım ve (bu kısmı) B harfiyle işaretledim. İskenderiyeli Ammonium`un verdiği bilgilere göre Kayserili Eusebius`un yaptığı ve yaklaşık on bölüme ayrılmış olan çeviriye gelince sadece Yunanca anlama bağlı kalarak dilimize aktardım. Burada herhangi bir fazlalık ya da birbirine benzeyen, ayrı olan ya da on kısma bölünen (çeviriden) tamamen farklılaşan bölümleri bilebilmek mümkün olacaktır. Çünkü zamanla kitaplarımızda hatalar birikebilir. İncil, bu anlamda diğer (kitaplardan) ayrıdır. Buna da (H) harfiyle işaret ettim.

Bu ikisi arasını bulma çabası sırasında bazı hatalar elbette oldu. Bu nedenle Latince çeviride ciddi karışıklıklar göreceksin. (Dört İncil) Yazarlardan biri, daha fazla şey söylemiş olabilir, az olduğunu düşündükleri hususta buna eklemelerde bulunmuşlardır. Markus, bir çok bölümde, her İncil`in sadece ilgilendiği konuları korurken Luka ve Matta`dan aktardığını söylemekte. Matta ise Yuhanna ve Markus`tan aktarıyor. Her biri elindeki İncil nüshalarından aktarma yapıyor. Bu yüzden benim önerdiğim keşif okuması yapıldığında hiçbir karışıklık olmayacak, karışıklıklar ve yanlışlar giderildikten sonra bu iki nüsha arasındaki benzerlikler olduğu bilinecektir.

Ortaya çıkan benzerliklere bakarsak, birinci bölümde Matta, Markus, Luka ve Yuhanna`dan müteşekkil dört İncil arasında uyum olduğunu görürüz. İkinci bölümde sadece Markus`la Yuka arasında, üçüncü bölümde Matta, Luka ve Yuhanna arasında, dördüncü bölümde Matta, Markus ve Yuhanna arasında, beşinci bölümde Matta ile Luka arasında, altınca bölümde Matta ve Markus, arasında, Yedinci bölümde Matta ve Yuhanna arasında, sekizinci bölümde Luka ile Markus arasında, dokuzuncu bölümde Luka ile Yuhanna arasında, onuncu bölümde başka İncillerde olmayan her birin İncilin kendine has ifadeleri olduğunu görmekteyiz

Rakamlar siyah renkte olacak ve bu anlamın bulunduğu İncil`i göstermesi için hemen altında kırmızı renkli başka bir rakam olacak. Kitap açıldığında hangi bölümün hangi tercümeye ait olduğunun bilinmek istenmesi durumunda aşağıda eklediğim rakamlar sayesinde bunu bilmek mümkün olacak. Listelerin bulunduğu sayfaların başına dönüldüğünde ve her İncil`in başında hangi bölümü kimin tercümesi olduğunun belirlenmesi sayesinde her farklı başlığın yazarının rakamını bulmak mümkün olacaktır. Bu son bölümün yakınlarında birbirine benzeyen maddelerin isimleri bulunacak. Böylece aynı bölümde bulunan rakamlara muttali olmak mümkün olacak. Bu bilgilerin kontrolünden sonra belirlenen rakamlar takip edilerek istenen her kısma ulaşılabilecek. Ayrıca birbirine benzeyen bölümler de bilinecek. (B)

İsa Mesih sayesinde hayırlarda olmanızı ve beni unutmamanızı rica ediyorum Ey Papa Hazretleri!

Bu mektupta yazılan şeyleri ele aldığımızda şu sonuçlara ulaşmaktayız:

· (384 yılları arasında yaşayan ve 18 yıl boyunca Papalık yapan) Papa Damaz, Aziz Gerome`den eski kitapları yeni kitaplara dönüştürmesini, dünyanın dört bir yanında dağılmış bulunan kitapların değerleri konusunda bir yargıya varmasını ve Yunanca metinden uzaklaşan kısımların izale edilmesini istemiştir. Bilindiği gibi Yunanca nüshaları, İncil`in orijinal metinleri ya da dili Aramice olan İsa`nın İncil`i değildir.

· Gerome kendisine sahtekar gözüyle bakılmasından ve kutsalları kirleten bir kişi şeklinde değerlendirilmesinden korkmaktadır. Çünkü eski kitapta değişiklikler ve düzeltmeler yapmıştır.

· O, yaptığı şeyin dinin tabileri tarafından skandal olarak niteleneceğini bilmektedir.

· Ama içi huzur doludur çünkü Papa şahsen bu değişiklikleri bizzat yapmasını istemiştir. Ancak o aynı zamanda “ Sapkınlığın hakikatin kendisi olamayacağız gerçeğini bilmektedir. Bunun anlamı, onun sağda solda karşılaşılan İncil nüshalarını sapkınlık olarak gördüğüdür. Bu, en haşin ve sert bir dile sahip olan insanlar tarafından da kabul görecek bir husustur.

· Yaygın Latince tercümede hatalar vardır ve metinler birbirinden farklılaşmaktadır.

· Çeviriyi yapanlar cahillerdir, kötü niyetle metinleri değiştirmişler, kelimelerin yerlerinde tadilata gitmişlerdir.

· İbranice yazılmış olan Matta İncili`nin metni, oluşturulması sırasında birbirinden çok farklı kaynaklardan yararlanılmış olması dolayısıyla Latince metinden tamamen farklıdır.

· Çeşitli insanların ve halkların elinde bulunan İncil metinleri, İncillerin içerdiği hataları ve eklenen bölümleri göstermektedir. Aziz Gerome`nin yaptığı Latince çeviri, eski Latince metinlerin içeriğinden çok da fazla uzaklaşmamakta ve o, sadece asıl manadan oldukça uzaklaşan bölümlerin düzeltilmesiyle yetinmektedir, diğer yerlerine pek dokunmadan ilk hali üzere bırakmıştır. Bu İncillerde hatalar birikmekte olduğu gibi ayrıca eski tercümeyle yenisi arasını bulma işlemi sırasında da hatalar yapılmıştır. Bu nedenle, yazarların kendilerinden yaptığı eklemeler nedeniyle müthiş karışıklıklar olmuştur. Sonra da üzerinde tadilata gidilmiş İncillerle ilgili olarak birbiriyle uyumlu ve birbirine benzeyen bölümleri ortaya çıkarmıştır.

Bu son derece açık itiraflardan sonra herhangi bir kişinin mevcut İncillerin Allah tarafından indirilmiş olabileceğini söylemesi ya da Allahu Teala`nın indirmiş olduğu ve bugüne kadar içerisinde tek bir harfin bile değişmediği Kur`an-ı Kerim`le bir tutulması mümkün müdür? Bu açık delili arz ettikten sonra, bütün Müslüman din adamlarına ve özellikle de Hıristiyanlarla diyalog toplantısı yapmakta olan dini yetkililere, İncilleri ya da Kitab-ı Mukaddes`i bütünüyle Kuran`la bir tutmalarının İslam aleyhine yapılmış açık bir haksızlık olduğunu ilan etmekten (Bunun küfür olduğunu söylememek için bu ifadeyi kullanıyorum) başka bir şey yapmam mümkün değildir. Çünkü Hak`la batılı bir tutamayız.

Bütün mezhepleriyle Hıristiyan kardeşlerime, daha önce bahsi geçen ve ifade ettiğim hususları zikretmeden geçemeyeceğim: Benimle hiçbir yaratılmış arasında şahsi düşmanlık yoktur. Hıristiyanlığı bir din olarak eleştiriyor değilim. Ancak, bu dinin bütün dünyaya dayatılmasını, insanların Hıristiyanlaştırılmaya çalışılmasını, İslam ve Müslümanlara yönelik saldırıları eleştiriyorum. İsteyen inanır, isteyen inkâr eder. Ancak Müslümanlara yönelik misyoner çalışmaları hiçbir şekilde kabul edilemez. Allah katında tek din İslam`dır.

PARAKLET (PERİKLET) KİMDİR ?





  PERİKLET(grekçe, ‘yüce, göksel, methedilmiş’ anlamına gelir yani Ahmed)
PARAKLET(‘teselli edici, avutucu, savunucu’)


BU KADAR BÜYÜK BENZERLİK NASIL OLUR DİYE HİÇ DÜŞÜNMÜYORLAR MI ? BU KADAR GEÇEN ZAMAN İÇERİSİNDE, BU TÜR FARKLILIKLARIN OLUŞMASI DOĞAL DEĞİL Mİ?


Hani Meryem oğlu Îsâ: “Ey İsrâil oğulları! Muhakkak ki ben, benden önce (gönderilmiş) olan Tevrât’ı tasdîk edici ve benden sonra gelecek ismi Ahmet olan bir peygamberi müjdeleyici olmak üzere size Allâh’ın (gönderdiği) bir peygamberiyim!” demişti . (61: 6)

Kur’ân-ı Kerîm’de, Sûre-i Saff 6. âyette, Cenâbı Hak Îsâ Aleyhisselâm’ın Peygamberimiz (sav)’i ismiyle müjdelediğini haber vermektedir.


Hristiyanlara ait internet sayfasında şöyle denilmektedir:

“Hıristiyanları ve Müslümanları aynı çelişkiye düşüren tüm yanlış anlama İncili tercüme eden kişilerin ‘teselli edici veya yardımcı’ anlamında kullandıkları paraklet sözcüğünün yazılış ve okunuşundan gelmektedir. Biz bu sözü paraklet olarak mı yoksa periklit olarak mı okuyacağız? ”
Müslümanlar orijinal Yeni (Ahit) Anlaşma"nın Grekçe yazıldığını çok iyi bilmektedirler (doğrusu çok kimse bilmez! H.İ.Pirahmet).
Grekçe dilindeki ‘periklet’ kelimesi ‘yüce, göksel, methedilmiş’ anlamlarına gelirken; İncil"de kullanılan asıl sözcükse ‘teselli edici, avutucu, savunucu’ anlamlarına gelmektedir. Bu nedenle, Müslümanlar Kur"ân’daki (61: 6) bu sureye dayanarak, İncil"de (Yuh. 14: 16 ve 16: 7) geleceği bildirilen kişinin kendi peygamberleri olduğunu ileri sürmektedirler. Çünkü yukarıdaki Kur"ân âyetinde geçen Arapça sözcük ‘Ahmed" Muhammed"in adlarından biridir ve övülmüş, medhedilmiş anlamına gelmektedir.’”




Yani fark çok küçük, Hz İsa (as)’ın Grekçe konuşmadığı gerçeğini lütfen unutmayalım. aslında paraklet’in okunuşunun öyle yada böyle olmasının ötesinde her iki anlamdada peygamberimizi anlatmaktadır.



Ahmed Deedat’ın incelemesine göre, bu isimlerde oynama o dereceye kadar gitmiş ki Hz Îsâ (as) (ve diğer peygamberlerin) isimlerine İbranicede olmayan ‘J’ harfi konarak örneğin Îsâ Jesus haline gelmiş. Ahmed Deedat, derki;

“Eğer ikinci gelişinde Îsâ (as)’a, ‘Jesus!, Jesus!’ diye seslensek, dönüp bakmaz bile, çünkü hayatında bu ismi hiç duymadı.


Ahmed Deedat. Luka 16. bapta ‘Dilenci ile Zengin Adam’ hikâyesini Îsâ (as) şöyle anlatıyor:

Zengin ve dilenci vefat edince biri cehennemi diğeri cenneti yaşar. Ceheneme gidecek olan kişi İbrahim’den (as) yardım ister. Hâlbuki İbrahim (as) öleli ne kadar olmuş (Îsâ (as)’a göre fakat yaşamakta). Sonunda İbrahim (as) yardım (veya en azından dünyaya dönüp arkadaşlarını uyarmak) isteyene hitaben:
“İbrahim, ‘Onlarda Mûsâ’nın ve peygamberlerin sözleri var, onları dinlesinler.’ demiş.”

Îsâ (as) 1300 sene sonra
“Benî-İsrail peygamberleri âhirete gitmelerine rağmen, onların irşatları bizlerle beraberdir”
diyor.
Yine Hıristiyan internet sitesinde geçen,
“Sonsuza dek sizinle kalacak”,
ibaresinde sonsuz Muhammed’e uymuyor iddiası böylece hal oldu. Fakat bapta geçen “size” ile kastın, hemen Îsâ (as) ümmetine olduğu 600 sene sonra gelecek kimseye olmadığını söylüyorlar. Hâlbuki teşbihlerle dolu bir Şark kitabını batılı kafasıyla, kelimenin zahiri anlamıyla yorumluyorlar.
Ahmed Deedat’ın cevabı şu şekilde:
“Dünyanın başladığından, bin yıllar geçene dek ortaya çıkmayan Kutsal Kitaptaki ihbarların tevilinde Hıristiyanlar hiç zorluk görmüyorlar. Mesela Petrus’un ikinci hutbesinde zamanındaki Yahudilere hitaben: ‘Mûsâ şöyle demişti: "Tanrınız Rab size, kendi kardeşlerinizin arasından benim gibi bir peygamber çıkaracak. O"nun size söyleyeceği her sözü dinleyin. O peygamberi dinlemeyen herkes Tanrı"nın halkından koparılıp yok edilecektir.’ ( Elç. 3: 22-23)

Buradaki ‘Sana’, ‘Size’, ‘Sizlerin’ (Eski Ahit Yasa. 18: 18) Mûsâ (as) kendi ümmetine hitaben demesine rağmen, Petrus bunun 1300 sene sonra kendilerine baktığını söylüyordu. “


KUTSAL RUH: KUTSAL PEYGAMBER
Ahmed Deedat, “Hiçbir Kutsal Kitap âlimi Parakliti Holy Ghost’la(Kutsal ruh) eşitlememiştir” der. Ayrıca bu Kutsal Ruh’un peygambere eşdeğer anlamı kitaplarında kullanılmaktadır. Yuhanna iki mektub daha yazmıştır orda: “Sevgili kardeşlerim, her ruha inanmayın. Tanrı"dan olup olmadıklarını anlamak için ruhları sınayın. Çünkü birçok sahte peygamber dünyanın her tarafına yayılmıştır. (Yuhanna Mektup 1. 4: 1) Yanlış Ruh, yanlış peygamber; doğru ruh doğru peygamber anlamında kullandığı görülmektedir. Aynı ölçü Matta 7: 13’de tekrarlanmaktadır.
Aziz Yuhanna bizi muğlak bırakmıyarak bir test teklif eder: “Îsâ Mesih"in beden alıp bu dünyaya geldiğini kabul eden her ruh Tanrı"dandır. Tanrı"nın Ruhunu bununla tanıyacaksınız. Îsâ"yı kabul etmeyen hiçbir ruh Tanrı"dan değildir. Böylesi, Mesih-karşıtının ruhudur.” (Yuhanna 1. Mektup 4: 2-3) Ruhu peygamber olarak tanımlamıştı Yuhanna yukarda, dolayısıyla Tanrının Ruhu: Tanrının Peygamberi demek istiyor.


Prof. Dr. Maurice Bucaille; ise bu konuyu şu şekilde yorumlamaktadır;

Fakat o hakikat Ruhu gelince, size her hakikate yol gösterecek , zira kendiliğinden söylemeyecektir , fakat o hep işittiğini söyleyecek ve gelecek şeyleri size bildirecektir.o beni tebcil edecektir. ( Yuhanna 16,13-14)

Tercümelerde kullanılan tali ünvanlar ve geniş kitleye hitap eden eserlerde tefsirciler tarafından kullanılan tabirler , okuyucuyu , geleneksel din anlayışının bu parçalara vermek istediği anlama yöneltecek biçimde seçilmektedir .mesela tefsirci, A. Tricotn’un ; Paraclet, maddesinde bu tefsircinin kalaminde şunları okuyoruz
“Yunanca’dan Fransızcaya geçen bu isim veya bu unvan, Yeni Ahit’te sadece St. Yuhanna tarafından kullanılır; Bu isim dört defa, son yemekten sonra İsa’nın hitabesini naklederken (14,16ve 26; 15,26;16,7) bir defada onun birinci mektubunda ise Mesih’e uygun düşer. PARACLET YUNAN KÜLTÜR ETKİSİNDE KALMIŞ OLAN 1. YÜZYIL YAHUDİLERİ TARAFINDAN NORMAL OLARAK KULLANILAN BİR TABİR OLUP ŞEFAATÇİ,MÜDAFA EDEN ANLAMINI BELİRTİYORDU...........(Yani Kutsal ruh değil).

İsa Ruh’un Baba ve Oğul tarafından gönderileceğini ve o Ruh’un kendisinin dünya hayatı esnasında havarileri lehine gerçekleştirdiği üzere, yardım edici rolüne oğlun yerini tutma görevini ifa edeceğini haber veriyor . Mesih’in halefi olan ruh, PARAKLET yani herşeye gücü yeten şefaatçi olarak, işlerde rol alacak ve icraatta bulunacaktır.”(İşte burda anlamı nasıl değiştiriyor)

Şu halde bu yorum Kutsal Ruh’u Hz. İsa’nın dünyadan gitmesinden sonra , İnsanların en yüce rehberi yapmaktadır
AMA YUHANNA’NIN METNİYLE UYUŞUYOR MU?
Bu soru sorulmalıdır, zira yukarıda zikredilen son parağrafı Kutsal Ruh’a izafe edebilmek , ilk anda ilginç görünmektedir;
“zira kendiliğinden söylemeyecektir, fakat o hep işittiğini söyleyecek ve gelecek şeyleri size bildirecektir”
Kutsal Ruh’a konuşma ve işittiğini söyleme güçleri vermek , bize göre anlaşılacak şey değildir.
Yuhanna’nın birinci mektubunda Yuhanna, aynı Paraklet kelimesini, Tanrı katında şefaatçi olması vasfıyla sadece Hz isa yı nitelemek için kullanır. Yuhanna ya göre Hz İsa “bende Babaya yalvaracağım ve osize başka bir Paraklet gönderecek “(14,16) derken O, Pek ala demek istiyordu ki ALLAH insanlara bir başka şefaatçi göderecektir .
Nasıl ki bizzat kendisi de Dünya hayatı esnasında ALLAH katında insanların lehinde şefaatçi bulunuyordu.



Öyleyse Yuhanna’nın Paraklet’inde , Hz İsa gibi işitme ve konuşma melekesi ile mücehhez olan bir insan görmek mantığın götürdüğü bir sonuç sayılmalıdır. Yunanca metin, bu düşünceleri akla kesin olarak getirmektedir . Demek ki Hz İsa kendisinden sonra ALLAH’IN yeryüzüne kendisinden sonra bir başka insan göndereceğini ve Yuhanna’ya göre onun rolünü , bir cümleyle söylemek gerekirse, ALLAH’IN KELAMINI İŞİTEN VE ONUN MESAJINI İNSANLARA TEBLİĞ EDEN BİR PEYGAMBERİN ROLÜ OLACAĞINI HABER VERMEKTEDİR .
Kelimelere gerçek anlamları verilecek olursa Yuhanna’nın metninin mantıki yorumu bundan ibarettir.



Kaynak;
Prof. Dr. Maurice Bucaille
Ahmed Deedat, Muhammed (pbuh) the Natural succesor to Chirst, Mesihin (as) Tabii Halefi: Muhammed (sav)  

NELERİ KAÇIRDINIZ





  Adam otomobiliyle mola vermiş kasabanın girişindeki faytoncunun önünde...

Selam vermiş faytoncuya... Fayton imalatçısı güleryüzle karşılamış onu elindeki işi bırakmadan... Bir yandan da yabancının geldiği beyaz otomobiline bakmış yan gözle... Sonra burun kıvırıp konuşmuş...

“Bak bey, bu şeytan arabaları tehlikelidir!. Siz şehirliler pek meraklısınız ama bunlar başınıza iş açar!. Hızlıdır benim faytonlardan ama sonra devriliverir maazallah!. Bizim faytonlar salıncak yaylıdır, rahattır... Oturağını yumuşak yaparım ben... Tekerlekleri de böyüktür benim faytonun bir dönüşte epey yol kat eder!. Burdan kalktın mı soluksuz şehre kadar gidersin de bana mısın demez!. Benzinim bitti derdi de yoktur!. Üstündeki tente hem yağmurdan korur, hem de güneşten. İstersen açarsın tentesini üstü açık da gidersin etrafını seyrede seyrede... Dizginleri özel deridendir. Hem sağlamdır hem ellerini acıtmaz... Hemi bunlar çift beygirlidir... Git gidebildiğin kadar... Hem bu faytonlar çok bilimseldir. Tekerleğin çapını hesap etmek, dengesini hesap etmek, ne kadar yüksek olması gerektiğini hesap etmek hep bilim işidir!. Biz bilimsel çalışırız. Biz inanmışız bu işe ama biliminden de asla geri kalmayız faytonculuğun!.”

Onlar böyle konuşurken yabancıyı gören kasabalılar da toplanmış çevrelerine; kafa sallayarak tasdik ediyorlarmış faytoncuyu...

Faytoncu onlardan aldığı bu destekle daha da methetmeye başlamış faytonunu... Faytonun rahat huzurlu bir sürüşü olduğunu... Kasabalıların çevredeki köylere faytonla zevkle gidip geldiğini; faytonun arkasındaki dolapta eşyaların taşındığını... Kısacası faytonun ne kadar fazileti varsa hepsini sıralamış...

Kasabalılar da bu bilgiç fayton imalatçısını zevkle kendilerinden geçerek adeta huşu içinde dinlemişler, keyiflenmişler... Övünmüşler içlerinden böyle bilgiç faytoncuları olduğu için...

Ama hoşgörülü ve sevgi dolu oldukları için de beyaz metal yığını arabasıyla gelen yabancıyı kırmamışlar. Ayran ikram etmişler...

Yabancı sessizce seyretmiş kasabalıları...

Sessizce dinlemiş kasabanın bilgiç fayton imalatçısını...

“Haklısın efendi”, demiş fayton imalatçısına... “Çok güzel işler başarıyorsun... Allah gücünü kuvvetini arttırsın... Ne güzel; sen mutlu, hemşerilerin mutlu... Huzur afiyetle yaşayın...” demiş...

Sonra kalkmış yerinden... Yürüyüp beyaz arabasına binmiş...

16 saniyede hard top tepesini açmış otonun... Vites koluna parmağını dokundurup arabayı çalıştırmış. “Navigation” ekranından arabanın arkasına takılan çoluk çocuk olup olmadığını kontrol etmiş. Sonra da arabanın içinden el sallayıp, “Allah’a ısmarladık” demiş kasabalılara...

7 vitesli 493 beygirli, 2000 devirde 516 tork arabasının gazına basıp sessizce gözden kaybolmuş 5–6 saniye içinde!...

Kasabalılar cin görmüş gibi bakan gözlerle arkasında tozunu gördükleri arabanın gidişini şaşkın seyretmişler...

Faytoncu, hâlâ faziletinden ve güzelliğinden söz etmedeymiş kasabalılara sanki o yabancı hiç oraya gelmemiş gibi...

Kasabalılar da zevk ve hayranlıkla dinliyorlarmış faytoncuyu, uğrayan yabancıyı hiç görmemişçesine...

İşte size yine bir hikaye anlatarak gönlünüzü hoş ettim sanırım...

Ha bir de şu geldi aklıma... Hani İslâm Dini’ni beğenmeyip Budizm ve diğer bu tür inançlar peşinde koşanlardan söz etmiştim geçen konuşmalarımdan birinde... Tasavvufun hası Budizmdeymiş falan... İnsan nirvanaya ulaşacakmış kendi içinden “Ommmmmmm” diyerek...

Canlarım benim!.. Ortadaki Müslümanlığa bakıp, “İslâm” budur sanan aydınsı canlar! Ya Budizmde çare arıyorlar ya da Hristiyanlıkta İsa’ya tapınma yolunu seçiyorlar ... Tanrının oğlu gelip onları uzay gemisine bindirip babasının yanına götürecek ya!.

Ama ne yapsınlar?.. Düşünün bir... İnsaf edin...

İslâm Dini diye, uzayda yukarıda bir yere oturtulmuş tanrılı, “yukarıda Allah var” anlayışı, iki kefeli terazide tartılacak günahlar, sevaplar; buyruğuna karşı çıkanı Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi giyinmeyeni, sakal bırakmayanı “sünnete uymadı diye”cehenneme atacak din anlayışı... 1400 senede onyüzbin tane fetva ile oluşmuş bir şeriat anlayışı!..

Ne yapsın bu adamlar bir yerlere kapağı atmayıp da!.

Bütün bu toz bulutu ardında parlayan İslâm güneşi nasıl görülebilsin!.

İnsanların benim gibi kırk küsur senesini bu işin hakikatını bulmaya hasredecek şartları yok ki!.

Oysa, hangi anlayışta olursa olsun kıyamete kadar gelecek bütün insanlara hitap edecek kapsamda bir Kur’ân ve Din güneşi insanlığın üstünde parlamakta!.

Güneş istediği kadar güneş olsun, bulutlar göğü kapladı mı, güneşi göremez olursunuz ufkunuz da tepeniz de kararır! Hatta öyle olur ki önünüzü bile göremez olursunuz!. Tek çare o kapkara bulutlu yöreden, açık bulutsuz yörelere gitmektir...

Rasûlullah güneşi, bağnaz, derinliksiz, şekilci, militarist kafalı dindarlık bulutlarıyla örtülünce de, insanlar o anlayış yöresinden uzaklaşmak için nereye kaçacaklarını bilemiyorlar yıllardır... Kimi budizme, kimi hristiyanlığa hoşgörü ve sevgisi yüzünden!.

Oysa insanlar bir görebilseler Rasûlullah güneşini...

“Kolaylaştırın zorlaştırmayın, sevdirin nefret ettirmeyin”diyen o sevgi abidesini... Hayatını insanların geleceklerinin kurtulmasına adayan o muhteşem insanı bir görebilseniz...

“Yukarıda tanrı yok, boş yere olmayan şeye tapınıp dışardakinden bir şey beklemeyin. Allah adıyla her noktada ve zerrede var olanı dışarda değil kendi varlığınızda, özünüzde, kalbinizde, şuurunuzda, sırrınızda, hafinizde, ahfanızda arayın ve ona erin ki eriyesiniz” demeye çalışan o muhteşem Zâtı bir fark edebilsek!

“İster erkek ol ister kadın, sen yeryüzünde halifesin; Allah isimlerinin anlamını dışa taşıyan varlık olarak”, güzelliğini sana fark ettirmek isteyen o Allah Rasûlü’nü bir anlayabilsek...

“İki müslüman birbirine kılıç çekerse ölen de öldüren de cehennemdedir,” diyen...

“Bir kişi birisini küfürle itham ettiğinde, itham edilen Allah ve Rasûlüne iman eden bir kişi ise, itham eden kafir olur!” uyarısını yapan Nebiyullah’ı bir değerlendirebilsek...

Ve olayın en muhteşem yanını bir görebilsek...

Nedir o yan?

Nefsimizden başlayıp, nefsimizin hakikatına yükselen “mi’râc” yollu Allah adıyla işaret edilene uzanan yolculuk... Derûnumuzda...

Beynimizden başlayıp, doğa kanunları denilen, bedenimizin ve bedenimizin devamı olan ruhumuzun tâbi olduğu kanunları ve çalışma sistemini tanımakla devam eden ve evrensel gerçekleri fark ettiren dışsal yolculuk!.

“Her şey gördüğümden ibarettir; göremediğim şey yoktur!” ilkelliğinden, çağ dışılığından arınabilsek!.

“Dünya düzdür, gökte tanrı vardır, 3–5 kanatlı melekleriyle işlerini görüp, derdi gücü insanları ve cinleri cehenneme atmaktır; kainatın merkezi dünyadır; herşey insana yaranmak için yaratılmıştır” dar görüşlülüğünden kurtulup....

Muhteşem Allah Rasûlü’nün açıklamış olduğu “Sünnetullah” isimli evrensel yaratılış sistem ve düzenini fark edebilsek...

“Allah” adıyla işaret edilenin ve her zerrede isimlerinin özellikleriyle var olanın, tüm varlıktaki tasarruf ve tahakkümünün her birimin özünden gelen bir biçimde açığa çıkmak üzere var olduğunu kavrayabilsek!

İbadet denilen tüm çalışmaların, tanrıya yönelik değil; içsel yanı itibariyle kişinin kendi hakikatını tanıması ve Allah’a ermesi amaçlı; dışsal yanının da sonsuz yaşamını oluşturacak şartları hızla iyileştirmesi ve bunun için de kendindeki ilahi bağış olan kuvveleri tanıyıp kullanılır hale getirmesi gayesine dönük olduğunu fark edebilsek...

Hele hele... O muhteşem beynin Risalet ve Nübüvvet kemalâtını en kapsamlı biçimde kendinde açığa çıkarması sonucu bize evrensel mekanizmayı, neyin, neyi, nasıl oluşturduğunu, neler yaşanacağını ve yaşanacak olanlara karşı neden ve nasıl tedbirler alınması zorunlu olduğunu fark ettirmek için ne mücadeleler verdiğini fark edebilsek...

Kendisinde açığa çıkan ve bahşedilen evrensel sistem manueli mahiyetindeki o muhteşem Bilgi Kitabının kapsadığı zaman üstü gerçeklikleri basiretimizle okuyabilsek ve böylece Kur’ân’ın “RUHU”na erebilsek!..

Ah dostlarım ah...

Hangi birini anlatayım size...

Hep konu başlıklarını anlattım sizlere...

Oysa bu konuların detaylarına girsem saatler boyu, aylar boyu anlatsam bitiremem müşahedelerimi...

Biliyor musunuz, gençliğimde Grundig TK 145’li makaralı teyplerimi söküp tamir ederdim manueline bakıp kendi başıma.. Sonraları lambalı tv’ler çıktı, onların lambalarını değiştirip tüp ayarlarını yapmaya başlamıştım... 1303 kaplumbağamın karbüratörünü de söküp temizler hava ayarlarını, süpap ayarlarını yapardım... Daktilo tamiri ise çocuk oyuncağıydı bana. Sonra bilgisayar geldi karşıma 2 megabayt hard diski olan o günün en gelişmiş PC’si ile başladım işe... Şimdi ise Türkiye’ye gelmeden önce ASUS P5AD2–e bordlu, 10 devirli hard diski olan SATA 4 gig ram’li sata bilgisayarımı yapıp onu getirdim buraya...

Hep kendi göbeğimi kendim kestim hayatım boyunca, elimden geldiği kadarıyla!. Burnumu sokmadığım ne atom fiziği kaldı, ne kimya, ne tıp, ne psikiyatri... Hep “DİN”i daha iyi anlamak uğruna...

Düşündüm ki, Din ve Kur’ân’ı anlamak için tüm bu bilgilere ihtiyaç var. Zira Sistemde hepsi bir dişli bunların! Ve sonuçta sistem tümüyle entegre çalışan muhteşem bir mekanizma, Allah’ın yarattığı!.

Okumadığım hadis veya tasavvuf kitabı ne kaldı bilmiyorum...

Bunları anlaman için yaşamalısın diyen Ahmed Rufai’ye, Bursevi’ye bakıp 90 – 120 günlük riyazetler, 3 – 5 günlük bağlamalı yani hiç iftar etmeden tutulan oruçlar mı yapmadım...

Anlıyacagınız, yalnız yürüyüp, yanlızca Rasûlullah’a tâbi olarak ilerlediğim hayat yolunda denemediğim pek az şey kaldı...

Kimler nelerle korkutmadı, vehmimi tahrik etmedi ki!. Ama ben yalnızca Allah’a inandım ve yalnızca Allah’a güvendim.

Kimsenin anlayışı ile kendimi sınırlamadım... Hep yeniyi aradım... Herkesin görüşünü aldım, inceledim ama yalnızca kendi yolumda yürüdüm. Allah’ın bana takdir etmiş olduğu yolda O’nun ilmi, iradesi ve kudretiyle...

Yeniye açık olmayanın yeniye erişme şansı asla yoktur!.

Yeni şeyler daima yeni uygulamalar eşliğinde açığa çıkar!

Eski uygulamayla yeni şeyler üremez!.

Burada sizlerle samimî bir sohbet yapıp, yeni uygulamalar olmaksızın yeniye ulaşılamayacağını anlatmaya çalıştım. Her yeni açığa çıkanın arkasında kesinlikle yeni bir uygulama vardır!. Asla eski ile yeniyi elde etmek mümkün değildir kanaatimce!.

Ayrıca düşünüyorum ki...

Düzenli ve sistemli bir çalışma ve dahi ibadet süreci olmaksızın tasavvuf konuşmak okumak, “hobi” olmaktan öteye gitmez. Felsefe olarak kalır!.

Tasavvuf felsefesi okumak, tasavvuf felsefesi yazmak, tasavvuf ehli olmak değildir!.

Dünün tekrarı ile dünden öteye gidilmez!.

Şâh-ı velâyet Hazreti Âli, “çocuklarınızı yarına göre yetiştirin yaşadığınız güne göre değil!” derken...

Biz, kıyâmete kadar yeniliğini ve orijinalliğini koruyup, o çağın insanına hitap edecek özellikler ihtiva eden Kutsal KİTABI; günümüzde, dünün tekrarıyla, dündekiler gibi anlayıp yorumluyorsak; vay hâlimize!.

Bunları şunun için yazdım...

Yaşım gelmiş altmışa... Rasûlullah aleyhisselâmın dünyayı terk ettiği altmışbir yaşına bir senem kalmış. Beyin ve akıl sağlığım yerinde ne kadar hayatta kalırım bilemem.

Ben ne bir şeyhim, mürşidim ne de izlenesi bir önder; ne de başka bir unvan veya etiketi olan biri... Ve ne de başkalarından bir pâye bekleyen biri...

Kendimden söz etmemin sebebi de, bana göre çok değerli olan bu anlayış açıklıklarının, hiçbir çalışma yapılmadan havadan durduk yerde gelmeyeceği gerçeğini sizlere fark ettirmekti. İşte bu yüzden de bunları yazdım.

Ben, sadece sıradan bir düşünürüm ve yalnızca, düşüncelerimi yazarak arzu edenlerle paylaşırım.

Bu fikirlerden yararlananlar bizi okumaya devam ederler, fikirlerimizi veri tabanlarına uygun bulmayanlar da okumaz diledikleri gibi yaşamaya devam ederler.

Biz kendi çapımızda Allah’ın kolaylaştırdığı bazı yeni uygulamalarla —Kuddüs, Mürid ve Fettah isimlerine ağırlıklı devam suretiyle— bir kısım yeni bakış açıları edindik.

Diyoruz ki bu yüzden de...

Her yeni açılım veya oluşumun altında mutlaka yeni bir yaklaşım ve uygulama vardır.

Bu bugün de böyledir; yarın da böyle olacaktır!

İstidâd ve kâbiliyetiniz olsa dahi, klâsik uygulama ile klâsik verilerin ötesini elde edemezsiniz!.

DİN adı verilmiş olan ALLAH sistem ve düzeninin, bugüne kadar fark edilmemiş yeni yanlarını ve inceliklerini, sırlarını öğrenmek ve değerlendirmek için de, mutlaka yeni yaklaşımları ve çalışmaları, sistemli ve düzenli şekilde sonuç alana kadar yapmak zorunludur kanaatimce!.

Bahçede bir orayı bir burayı çapalayarak kuyu açamaz, suya ulaşamazsınız!.

Maymun iştahlı kişiliklerin, üç beş günlük çalışmayla bir yere varamayıp; sonra da, “bu bahçede su yokmuş” demesi, yalnızca kendisini hüsrana uğratır.

Şükründen âcizim, Rabbim kolaylaştırdı, nimetine erdirdi, kulluğumu, hiçliğimi fark ettirdi...

İnsanların dedikodusu ise beni ilgilendirmez. Aklı olan benim dedikodumla ömrünü boşa harcayacağına, kendisine gelecekte yararlı olan çalışmalarla yaşamını değerlendirir!

İşte bu anlayış içinde bugünlere geldim. Rasûlullah’ı ve O’nun anlattığı sistemi, getirdiği Kur’ân’ı, kapasitem kadarıyla anlamanın ve Allah’a kulluğumun huzuruyla dünyadan ayrılacağım günleri bekliyorum artık köyümde...

Dilerim Allah zikriyle sizlerin de gönlü huzur ve tatmine ersin!

Zira Allah’ı bilmenin insana yaşatacağı cennet hiçbir şeyde yokmuş!.

Dünyada ne elde ederseniz sonu vardır ve sonu, düşünen insan için tatminsizlik ve bunalımdır!.

Allah’ta Allah’la yolculuk ise sonsuzdur ve asla bıkmak diye bir kavram sözkonusu değildir!.

Kozasından çıkıp sonsuzluğa kanat açmaya çalışın ey Anka Kuşları!..

Farkedin sizler, minik serçeler olmadığınızı ve çevrenizdeki ufak yemlerin bir zaman sonra sizi tatmin etmeyeceğini...

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...