11 Mayıs 2011 Çarşamba

İlkel ve vahşi Avrupalılar

Haçlı Seferleri, geri, barbar, ilkel ve vahşi Avrupalıların gelişmiş, uygar, ileri Doğuya saldırısıydı Haçlı Seferleri, bağnaz, yobaz, insanlık düşmanı Avrupa Hıristiyanlığının Türklere, İslama ve Doğuya yaptığı vahşet ve kıyımlardı. Haçlı Seferleri, milyonlarca ilkel ve cahil Avrupalının, aklını kaybetmiş, vaatlere kanmış geri Hıristiyan Avrupalı Hıristiyan kitlelerin, Hıristiyan gericiliğinin ve Avrupa hükümdarlarının peşinden sürüklenmesiydi. Haçlı Seferleri, dünyanın gelmiş geçmiş en kitlesel, en uzun süreli, en vahşi, en fazla zarar veren ilk topyekün saldırı savaşıydı.
Doğulular, saldıran vahşi Avrupalılara karşı kendilerini korumaya çalıştılar, savunma savaşı verdiler.
Avrupalılar, Haçlı Seferleriyle Doğuluları tanıdılar, doğru, geldikleri yerlerde kendilerinden üstün toplumlar gördüler, bu yüzden Doğuya ve Doğululara hayranlık duydular, ama Doğuyu ve Doğuluları tanıdıkları için kendilerinin ne kadar geri olduklarını da gördüler, eziklik duyguları içine girdiler, kızdılar, öfkelendiler, korktular, hırslandılar, kendilerini kaybettiler, bu yüzden Doğululara yapmadıklarını bırakmadılar.
Seferlerin saldırılara uğrayanlar tarafındaki zararı çok fazlaydı. Müslüman kitleler yüz binler halinde katledildiler, milyonlarcası öldürüldü.
Ele geçirilen kentlerde kaçabilenler dışındakilerin hepsi, kadın ve çocuk denmeden yok edildi.
İslam ülkelerinde farklı dinler birarada yaşıyordu.
Orta Doğudaki Yahudi nüfusunun üçte ikisi Haçlılar tarafından ortadan kaldırıldı.
Diğer inançlar ve dinlerin birçoğu seferlerin sonunda artık yoktu.
Saldırılarında hızını alamayan Avrupalılar, Türklerin ve Müslümanların etlerini bile yediler.
Avrupa tarihinde yamyamlık olmadığı halde, intikamcılıktan gözleri dönmüştü. „Hıristiyan askerler, etlerini yiyerek Müslümanlarla savaştıkları inancında“ydılar. Eğlence için insan öldürüyorlardı.
Bütün bunlar yüzünden Doğulular da Avrupalıları, Avrupa Hıristiyanlarını tanıdılar. Onların ne kadar acımasız, ne kadar insanlık dışı yaratıklar olduklarını gördüler.

Doğu medeniyeti, Haçlıların saldırısından önce o dönemde ve öncesinde dünyanın en yüksek medeniyetiydi.
Orta Doğu, Haçlı Seferleri daha başlamadan önce o dönemde dünyanın medeniyet merkeziydi.

Avrupalılar, Haçlı Seferleriyle Doğululardan çok şey öğrendiler, doğru, çünkü kendilerinde Doğuda ve Doğulularda olan hiç bir şey yoktu.
Birarada yaşamayı bilmezlerdi, tek-dinli Avrupa’da başka dinlere tahammül yoktu, hayattan tad ve zevk alacak düzeyden ve anlayıştan uzaktılar, yıkanmayı, yemeyi, ev hayatını, düzeni tanımamışlardı. Hiç bir eğitim görmemişler, hiç bir sağlık hizmetiyle karşılaşmamışlardı.
Seferlerde Orta Doğuya gelen Haçlıların büyük bir kısmı hayatında iki katlı ev görmemişti.
İslamiyete ve Türklere karşı Akdeniz ve Doğu ticaret yolları için Doğu Akdeniz ve Orta Doğuya yapılan, Papalığın önderlik ettiği, aynı zamanda 11. yüzyılla 14. yüzyıllar arasındaki dönemde Avrupalıların yaptığı bu saldırı savaşları, yüzyıllarca sürmüş, milyonlarca Avrupalı, kışkırtılarak Orta Doğuya taşınmış, Müslümanlar başta olmak üzere, bütün Doğululara saldırılmıştır.
Saldırılardan Doğulu Hıristiyanlık da nasibini almış, milyonlarcası öldürüldüğü gibi, Bizans’ın başkenti Konstantinopolis de Haçlı saldırısına uğrayarak Avrupalılar tarafından önce fethedilmiş, sonra da yağmalanmıştır.
Tarihyazımı, İstanbul’un o günlerde gördüğü zararın başka hiç bir dönemde ve hiç bir nedenle bu denli olmadığında birleşir.
Doğu Roma İmparatorluğu Haçlıların saldırısı sonucu bir daha belini doğrultamadı.
Seferlere katılanların çoğu ya yollarda ve oralarda ölüyor ya da ölmese bile bir daha geri dönemiyordu.
Sekiz Haçlı Seferi yapıldı.
İlk Haçlı Seferinde yüz binler olarak (birçok kaynağa göre 600 binden fazla) yola çıkan kitleler Helles Pontos’dan (Çanakkale Boğazı) 110 bin kişi olarak geçmişler ve Kudüs’e 20 bin kişi olarak varabilmişlerdi.
Yalnız 2. Haçlı Seferinde sefere katılan 500 binden fazla Avrupalının öldüğü bilinmektedir (Macarlar, Bulgarlar, Sırplar, Rumlar ve –sefere katılmayan ve Avrupa’da öldürülen– başka "Avrupalılar" bunun dışındadır).
1147 yılındaki Alman İmparatoru Konrad’ın 300 bin kişilik ordusunun ancak yüzde onu "hedefe" varabilmişti.
İki yüzyıldan fazla süren Haçlı Seferlerinde, iki milyona yakın (belki daha da fazla) Avrupalı Orta Doğuya geldi, getirildi.
Ve bu Avrupalılar kitleler halinde felaketler yaşadı.
Yola çıkanlar bu sayının çok üstündeydi.
Bunların bir kısmı yollarda telef olurken, bir kısmı da devam edemiyor, geçilen yerlerde kalıyor, bir kısmı kaçıyor, bir kısmı ise kaybolup yok oluyordu.
Yolu yarıladıktan sonra bile geri dönmeye çalışanlar hiç de az değildi.
Bunlarınsa çoğu geldiklere yere varmayı başaramıyordu.
Her sefer sonunda yola çıkanların çok çok az bir kısmı geri dönmüştü.
Haçlı Seferleri sırasında Avrupa’da nüfus bile azaldı.
Avrupalılar Haçlı Seferlerinden sonra "Batı" oldular, ama Batı olduktan sonra (17. yüzyıldan sonra) yaptıkları Haçlı Seferlerinden utandılar, ezildiler,
20. yüzyıla kadar hem sözünü etmediler, hem de çeşitli yerlere saldırılarına Haçlı Seferi demediler.
Haçlı Seferleriyle Avrupalılar tarihe büyük bir insanlık suçu eklemişlerdi.
20. yüzyılda yavaş yavaş sözü edilmeye başlayan Haçlı Seferleri,
21. yüzyılda resmen uygulamaya koyuldu ve açıkca savunulmaya başlandı.
Artık Batının bütün Doğu politikaları Haçlı Seferidir.
                                      Asiye Utku

Beytlehem Yıldızı

Beytlehem Yıldızı
İsa, Kral Hirodes'in günlerinde Yahudiye Beytlehem'inde doğduğu zaman, işte, Şark'tan Yeruşalim'e müneccimler gelip dediler: "Yahudiler'in kralı doğan zat nerededir, çünkü onun yıldızını Şark'ta gördük ve ona secde kılmaya geldik. Ve işte Şark'ta gördükleri yıldız, önlerince gidiyordu, ta çocuğun bulunduğu yere kadar gelerek üzerinde durdu. Onlar da yıldızı gördükleri zaman taşkın sevinçle sevindiler. MATTA 2: 1-2,9-10

Eski çağların gizleri içinde Hıristiyan inancına göre İsa'nın Nasıra'da Mesih olarak doğduğunu bildiren Beytlehem Yıldızı kadar tartışmalını çok azdır. Matta İncili'nde yıldızın tarifi pek kısadır. "Doğu"daki bir yıldızın müneccimlere Yahudiye'deki Mesih'i bulmaları için yol gösterdiği söylenir. Onları Mesih'in kehanetlerdeki doğum yeri olan Beytlehem'e Yahuda kralı Hirodes gönderdiği için müneccimlerin yıldızı Beytlehem Yıldızı olarak bilinmiştir.

Bazı araştırmacılar "yıldız" falan olmadığına ve hikâyenin İsa'nın ilahi doğumunun mesajını iletmek amacını taşıyan bir efsane olduğuna inanırlar. Ancak hikâyenin tarihi bir temeli olduğuna inananların sayısı da fazladır. O yıldızı bulma araştırmaları ortaya pek çok kuramın çıkmasına neden olmuştur.

İsa'nın doğum tarihi bilinmediği için Müneccimleri Yahudiye'ye çekenin ne olduğunu saptamak güçtür. Kitabı Mukaddes araştırmacıları, 25 Aralık'ın İsa'nın doğduğu gün olmayıp, Hıristiyanların 354 yılı civarında benimsedikleri Romalılar'ın Fethedilemez Güneş Bayramı günü olduğuna inanırlar.

Dahası, Dionysius Exiguus (yaklaşık 533 yılı), takvim yıllarını numaraladığında İsa'nın doğum yılını yanlış hesaplamıştır. Araştırmacıların çoğu Hirodes'in İÖ 4 yılında öldüğü ve İsa'nın da "Hirodes zamanında" doğduğu için İsa'nın doğumunu İÖ 8 ila 4 yılları arasında bir zaman çerçevesine oturturlar.

Bu zaman çerçevesi içinde esrarengiz yıldızı arayan araştırmacılar pek çok göksel nesne önermişlerdir. Eski çağlarda "uzun saçlı yıldızlar" denilen kuyruklu yıldızlar, yıldızın "önden gittiği" ve bebek İsa'nın "üzerinde durduğu" söylendiği için mümkün olabilecek nesnelerdir.

Bir kuyruklu yıldız yıldızlar arasında yavaş hareket ettiği için bu durum yıldızın hareketini açıklayabilir. Ancak bir kuyruklu yıldızın görünmesi, bir kralın doğumunun değil, ölümünün işareti sayılırdı. Ayrıca Matta'da Hirodes ile Kudüs halkının yıldızı görmedikleri söylenir ki, bu da yıldızın fazla görünmediğini gösterir.

"Yeni bir yıldız" herkes tarafından görüleceği için aynı şey bir nova için de geçerlidir. İÖ 5. yüzyılda Çin'de bir nova kaydı vardır ama Batılı astrolojik kayıtlarda bir kralın doğumunu bildiren yeni bir yıldız göründüğü belirtilmemiştir.

Müneccimlerin bebek İsa'ya armağanlar vermesi. Bu Roma katakomb tabletinde "Severa tanrı ile git" yazmaktadır.

Beytlehem Yıldızı Doğulu üç bilge adama ya da müneccime yol gösteriyor: İtalya'da Ravenna'da S. Apollinare Nuovo kilisesinde 6. yüzyıldan kalma mozaik.

Şu andaki kuramların çoğu gezegenlerin hareketlerine ilişkindir, ancak İsa'nın doğduğu zaman gezegenler sayısız kere dünyanın yakınından geçmişlerdi. Gezegenlerin gözle görünür gruplaşması ille de bir kralın doğduğunun alametleri değildi.

Roma imparatorları gibi kişilerin doğumlarındaki astrolojik durumlar, çağdaş standartlara göre pek etkileyici sayılmazdı. Yıldızın belirsiz bir astrolojik kavram olması Hirodes ile Kudüs halkının ona dikkat etmemiş olmasıyla da vurgulanmaktadır. Yahudiler müneccim astrolojisini uygulamazlardı.

BİR ROMA SİKKESİNDEKİ İPUCU

Yıldızın astrolojik anlamı konusundaki yeni bir görüş de İsa'nın doğum yıllarında Antakya'da çıkarılan bir Roma sikkesinden kaynaklanmıştır. Tunç sikkede astrolojik burç olan Koç (Aries), bir yıldızın altında görülmektedir. Claudius Ptolemaios'un Tetrabiblos'u, "astrolojinin kutsal kitabı", bize Aries'in Yahudiye, Samariya, İdumea, Coele Suriyesi ve Filistin'de insani faaliyetleri kontrol ettiğini anlatır. Bu sayılan yerlerin hepsi Kral Hirodes'in ülkesindedir.

Sikke, Yahudiye'nin, başkenti Antakya olan Roma Suriyesi'ne 6. yılda katılmasının anısına çıkarılmış olabilir. Koç'un üzerindeki yıldız Yahudiye'nin Roma Antakya'sı hâkimiyeti altındaki yeni kaderini simgeler. Ancak sikkenin önemi astrologların Yahudiye'de bir kral doğumu için Koç burcunu gözlemlediklerini göstermektedir.

Floransalı ressam Giotto di Bondone "Müneccimlerin Tapınması"nı (Capulla degli Scrovegni, Padua) yaparken eski çağlardaki kuyruklu yıldızın mesajının farkında değildi. Bu fresk üzerinde çalışırken 1304'ün parlak kuyruklu yıldızından esinlenmiş olmalı.

Beytlehem'de Milad Kilisesi, İsa'nın doğum yeri olarak kabul edilir.

Astrolojik kaynaklar bize astrologların yalnızca Yahudiler'in yeni kralını gözlemekle kalmayıp hangi yıldızın kralın doğumunu ilan ettiğini de açıklamaktadırlar. Bu yıldız "Zeus yıldızı", yani Jüpiter gezegeniydi. Jüpiter'in krallık vermesi için en uygun zaman gezegenin sabah yıldızı olarak doğma zamanıydı ki, "doğu"da, astrolojik bakımdan bu anlama geliyordu. Ayın Jüpiter'e yakın geçmesi gibi başka krallık belirtileri de varsa da, bunların hiçbiri "doğu"da olmak kadar önemli değildi.

İsa'nın muhtemel doğum zaman çerçevesini incelemek, ortaya olağanüstü bir gün çıkarmaktadır. Jüpiter İÖ 6. yılın 17 Nisan'ında Koç burcunun doğusundan çıkmıştır. Ay da Koç burcundaydı ve Jüpiter'e doğru ilerliyordu. (Çağdaş hesaplamalarda Ay'ın Jüpiter'in önünden geçtiği ortaya çıkmıştır.) Ayrıca Güneş de Koç burcundaydı ki, bu da bir kralın doğumu için çok güçlü bir astrolojik durumdu. Satürn'ün de orada olması Yahudiye'de büyük bir kralın doğacak olması için inanılmaz bir alamet oluşturmaktaydı.

Romalı Hıristiyan astrolog Firmicus Maternus (Yaklaşık 334 yılı) Koç burcundaki bu koşulların "kutsal ve ölümsüz" bir kişinin doğumunu belirlediğini söylemiştir ki, bu da müneccimlerin Yahudiye'ye gitmelerine yol açmıştır.

Jüpiter, müneccimlerin dikkatini çeken bir şey daha yaptı. Gezegen Koç burcundan çıktı ama yıldızlar arasındaki hareketini tersine çevirdi (Matta'ya göre, "...ve işte, Şark'ta gördükleri yıldız önlerinden gidiyordu.") Jüpiter, Koç burcuna döndü ve İÖ 6. yıl sonlarında birkaç gün sabit kaldı ("Ta çocuğun bulunduğu yere kadar gelerek üzerinde durdu"). Jüpiter'in Koç burcunda sabit kalması da Yahudiye'de büyük olayların olacağının alametiydi ve müneccimler Beytlehem'de yeni kralı bulacaklarına inanarak sevinmişlerdi.

Kitabı Mukaddes dışında müneccimlerin ya da bir başkasının İsa'nın doğum gününü doğrulaması konusunda bir kanıt yoktur. Ancak ilk Hıristiyanlar İsa'nın Mesih kehanetini doğrulayarak bir kral yıldızı altında doğduğuna inanıyorlardı. Her ne olursa olsun, insanlar onun doğudaki bu yıldız altında doğup doğmadığı hakkında kendi sonuçlarını çıkaracaklardır.

İÖ 17 Nisan 6 günü gezegenler Koç burcunda Yahudiye'de Mesih'in doğumu hakkında güçlü bir alamet gösterdiler (çizgili kutu). Burçlar yıldızlarla belli belirsiz rastlaşan hayali alanlardı. İsa'nın doğumunu bildiren en olası yıldız Jüpiter'dir. Gezegen İÖ 6 yılında yıldızlar arasındaki hareketini birkaç gün boyunca tersine sürdürmüştür.

Avrupa birliği hayalimiz...

Avrupa birliği hayalimiz...
İsa’nın 12 havarisini bayrağındaki yıldızlar ile temsil eden Avrupa birliği, ilk Hıristiyanların Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığın yayılmaması için yaptığı zulümden kaçarak saklandıkları serbestçe ibadetlerini yaptıkları ve H.z Meryem’in de mezarının bulunduğu Anadolu topraklarını kutsal bölgeler ilan ederek bu toprakların Türklerden ve Müslümanlardan alınıp büyük Hıristiyan Birliği topraklarına geçirmek için çalışan bir topluluktur.H.z Meryem’in mezarının Aydın yakınlarında olduğu kesinleştikten sonra İngilizler buralara gelip binlerce dönüm arazi alıp siteler kurdular belki 20 yıl sonra bu kurdukları siteler büyüyecek ve yerleşim merkezi ilan edecekler ve özerklik isteyip Didim de ki İngilizler biz İngiliz koruması istiyoruz diyecek Alanya da ki Almanlar biz de Almanya dan korunma istiyoruz diyip Almanya veya İngiltere bayrağı çekip burası İngiltere’nin,Almanya’nın toprağıdır demeleri uzak bir ihtimal olmaktan çıkıyor.İstanbul için Vatikan modeli istenmesi ekümenlik talebi, federasyon sistemi için Amerika ile Avrupa Birliği’nin baskı yapması ve sürekli olarak istenilen yerel yönetimler yasasının asıl temelinde bu neden yatmakta.Türkiye’yi ziyarete gelen bütün Avrupa Birliği gözlemcileri ilk söylediği söz Ankara’dan sonra kürdistan’a gideceğini ve Diyarbakır’da kürtçe konuşmasına hiçbir yetkilinin müdahale etmemesi ne anlama geliyor.Türk yetkili İspanya’ya gittiğinde ben Madrid’den sonra Bask bölgesine gideceğim ve Eta militanlarına biraz daha esnek davranılması gerektiğini söylese ve Katalan toprakları için serbestlik istese neler olur. Avrupa Birliği Lozan Antlaşmasından sonra Türkiye’nin siyasal yapısını bir türlü kabul etmemektedir. Birinci Dünya Savaşından sonra Osmanlı’ya dayatılan Sevr Anlaşması genel hükümlerini şimdi Avrupa Birliğinin istedikleri hemen hemen aynı sayılır.Osmanlı’ya bırakılan toprakların parçalanması ve bu bölgelerdeki Müslüman olmayanlara küçük devletçikler kurulması gündeme getiriliyordu.ermenistan,pontus,iyonya,kürdistan gibi kukla devletler kurulması o zaman ki Avrupa devletlerini rüyasıydı.kürdistan kuruldu pontus için çalışmalar başladı Atina olimpiyat oyunlarında ben Karadeniz’den gelen vatandaşlarımız olduğu düşündüğüm bir grup kemençe tulum ile güzel bir oyun sergiledi oyunun bitişinde güzeldi sunucu “Bu güzel oyun için Anadolu pontus’tan gelen arkadaşlarımıza teşekkür ederiz” demesi pontusun da yavaş yavaş hak taleplerine başlayacağı anlamına geliyor. Türkiye gibi diğer bir aday ülke Estonya arasındaki fark ise Türkiye’den azınlık dilleriyle eğitim televizyon yayını yapılması istenirken Estonya’dan bulundukları ülkenin vatandaşı bile olmayan yaşadıkları devletlerin dilini konuşmayan gruplara dil politikalarıyla yaşadıkları ülkelerin dilleri benimsetilmeye çalışılıyor.Avrupa Birliği ikinci dünya savaşından sonra Fransa ve Almanya arasındaki sürtüşmeyi önlemek ve ilerde Almanya’nın tıpkı Hitler gibi yükselmiş bir dönemi olur ise bunu engellemek kısmende kontrol altında tutmak,Kominizim ve Sovyet baskılarından korunmak için kurulan Avrupa Birliği Türkiye toprakları üzerinde yeni bir bizans kurma planları yapıyor.Türkiye de bulunan bütün kendi kontrollerinde ki örgütler vakıflar ile misyoner faaliyetlerde bulunup her istediklerini yapacaklar bu gidişle tam bir dağılma yok ama yok olma aşamasına doğru ilerliyoruz.Sözde ermeni soykırımı tanıyan ülkesinin dört bir yanına soykırım anıtları diken demokrasinin ve özgürlüğün beşiği Fransa’nın ikinci dünya savaşındaki Başkanı Vici Gespato Almanya’sına ülkesindeki 175 bin Yahudi yi Auschwitz ve Birkenau kamplarına yakılmak için yollayan kendisi,Fransız parlamenter ”Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyeliği Sevr yeniden tanımasından geçer” demekte Sevr Anlaşmasının yapıldığı binanın önüne ilk ermeni soykırımı anıtını diken gene Fransa’dır.Avrupa Birliği’nin istekleri Amerikan başkanı Reagan’ın 20 yıl önce başlattığı ulusal demokratikleşme sürecidir Amerika’nın milli gücü için demokrasiyi yayma çalışmasıdır.20 yıl önce CIA yaptıklarını gizli kapaklı yapıyordu,amaç sivil toplum örgütlerini yapılandırmak bu sivil toplum örgütlerinin başına da James Bond ve çiçek çocuk karışımı kendilerini burjuva olarak nitelendirmeyen ancak 100 bin dolarlık araçlara binen kişileri getirmek.Ukrayna’da seçimlere 5 kala Viktor Yuşenko George Soros’un mali desteği ile Eurovizyon birincisinin konserleriyle halk desteği yaratarak seçimlere giriyor.Seçimi Ukrayna da ne kadar sendika vakıf sivil toplum örgütü Viktor Yuşenko için destek veriyor.Bunun aynısı Balkanlar da Kafkasya da oldu.Demokrasi için Kosova’ya gelen Birleşmiş Milletler Kosova’da ilk önce 600 yıllık resmi dili Türkçe‘yi kaldırıp yerine resmi dil olarak Arnavutça ve İngilizce’yi getirdi bunları yaparken de elindeki medya ile halkın beynini yıkayıp uyutarak yaptı.Yugoslavya’da bunu yapan kanal B 92 kanalı idi.Milosevic dönemimde bu kanal ulusal bütünlüğü bozucu,bölücü yayınlar yaptığı gerekçesiyle kapatıldı ama B 92 kanalı BBC üzerinden yayınına devam etti.Kanalın tek yaptığı gün de 6-7 pembe dizi yayınlamak bizdeki gibi Biz Evleniyoruz, Biri Bizi Gözetliyor,vb yarışmalarının benzerleri ile Kosova halkına bir İngiliz gibi giyinmeyi bir Amerikalı gibi yemek yemeyi benimseten programlar yaptı.Yugoslavya döneminde tam bir özgürlük abidesi olarak ülkedeki bütün azınlıklar için çalıştı ve şimdi ise Kosova’nın en çok izlenen kanalı.11 Eylül 2001 saldırılarından sonra misyonerler bu bölgelere akın ettiler.Hıristiyan propagandaları her yerde yapılmakta ihtişamlı kiliseler yapılıyor ve cennet tapuları dağıtılmakta.Bosna Hersek’te ki Mostar Köprüsünün tam karşındaki tepeye dev bir haç dikilmesi Bush’un ve Papa’nın aynı açıklamayı yapması “Üçüncü dünya ülkeleri Müslüman ülkeler ve Doğu Bloğu ülkelerine Hıristiyanlığı taşıyın misyonerler iş başına” bu yapılanların hepsi kimliksizleştirmedir. Misyonerler hep aynı vaazı veriyor Saddam da Müslüman’dı Usame Bin Laden de Müslüman’dı Çakal Corlos ta Müslüman oldu bunların hepsi Müslümanlığın kötülükleri İslam çöküyor yönündeki açıklamalar yapıyorlar.Girmek istediğimiz kapısında yalvardığımız Avrupa Birliğin de ki aile yapısı şuan da tamamen bitmiş durumda Avrupa Birliği’nin lokomotifi olan Almanya,Fransa,İngiltere’deki evcil hayvan harcamaları 36 milyar doları geçti.İnsanlar yalnızlıklarını hayvanlarla paylaşıyor aile sistemi yok olmuş çökmüş durumda Fransa da doğan her üç çocuktan biri,Hollanda da ise her iki çocuktan biri evlilik dışı babası yada annesi belli değil.Hollanda da saat 23 ten sonra her kanalda çocuğunuzu kontrol edin evde tutun şeklinde her TV kanalında alt yazılar verilmekte.Kimlik kartımıza karışan din hanesinin kaldırılmasını laik olmamızı isteyen Avrupa Birliği önce kendisi Almanya da ki Hıristiyan olmayanlardan bile kestiği kilise vergisini kaldırasın sonra Türkiye’deki kimlik kartlarındaki din hanesine karışsın.İşte girmek istediğimiz Avrupa Birliği.Bir de başını Rusya’nın çektiği Avrasya oluşumda kurtuluşumuzu savunanlarda var.

Şahinler Amerika da seçimlerini kazanarak böl yönet politikasının gereği olan dünya üzerindeki devletlere müdahale ederek Amerikan güdümlü ve Amerika’ya ye gözü kapalı güven duyan yönetimleri iktidara getirecek, kendi güvenliği ve çıkarları doğrultusunda ulusal devletleri parçalayan kukla devletler yaratılacak Büyük Ortadoğu Projesi’nin kalıcılığı için proje dahilindeki 23 ülkenin sınırlarını değiştirilecek.Amerikan yönetimi, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği gerçekleşirse buna karşı çıkan çevreleri sokağa dökecek, mezhep ve azınlık haklarını savunarak iç savaş çıkaracak, sonrasında yarattığı otorite eksikliği ve kaos sonrasında Amerika ve NATO’nun askeri müdahalesi ile Türk ordusu yenilgiye uğratılacak.Ekonomik olarak %51 hisselerini ellerinde bulundurdukları Dünya Bankası ve IMF ile ekonomik yıkımda başlatacaklar.Kamunun elinde bulunan elektrik,su,haberleşme gibi kuruluşları kendi kontrolünde ve desteğinde olan büyük patronlara verecekler sermaye piyasasının serbestliğinden dolayı ülkedeki spekülatörler ile yaratacakları karmaşa ile ülkenin döviz rezervleri birkaç günde eritip çöküş başlamış olan ülkeye enflasyonunu ikiye üçe katlaması dayatılmak koşulu ile yüksek faizlerle kredi verilecek ve sonuç olarak ta ülkenin sanayi üretimi vurulacak hazinesi boşaltılacak.Siyasi açıdan da Leyla Zana serbest bırakıldıktan sonra önemli bir kamu görevine getirilecek federasyon sistemine geçtik ten sonra kendisine Güneydoğu Anadolu Bakanlığı verilecek.Türkiye ermeni soykırımını tanımayacak özür de dilemeyecek ancak tazminat ödeyecek ermenistan’ a önemli ticari tavizler verilecek.Askerlik Avrupa Birliğine Uyum Yasaları gereği 1 yılın altına inecek.Kıbrıs’tan tamamen Türk askeri çekilecek.Kıbrıs’ta ki garantör ülke konumu Amerika ve İsrail verilecek.12 Eylül paşaları Avrupa Birliğini etkilemeye yönelik kişisel bir yargılama yapılacak.Hollywood Türk tarihi ve Türk destanlarını konu alan onlarca film çekecek en son olanakta Atatürk’ün hayatını konu alan bir film çekilecek .Abdullah öcalan başka bir cezaevine nakil edilecek ve Abdullah öcalan ve arkadaşlarını da kapsayan geniş bir af çıkarılacak.Yunanistan’ın Türkçe’de ki adı Hellas olacak .Ege orduları dağıtılacak kürdistan kurulduktan sonra tanınacak yeni çizilen sınırlar kabul edilecek.kürdistanın genişleme politikası doğuda İran’a batıda Suriye’ye kuzey de Türkiye’ye genişlemesini tamamladıktan sonra başkentini Kerkük ten Diyarbakır’a taşıyacak Başbakanlık sistemine kabul edilecek Türkiye Cumhuriyetinin Resmi Dili Türkçe ve kürtçe olarak değiştirilecek alfabeye q,w,x harfleri alınacak.Bütün bunlar holding medyaları ile Türk halkına Avrupa Birliği yolunda sağlam adımlarla gitmekteyiz Türkiye değişiyor yapılanlar ile daha çağdaş modern bir ülkeye doğru gidildiği benimsetilecek. Türkiye Cumhuriyetini kuran Mustafa Kemal Atatürk ve Kuvayi Milliyeciler boşuna istiklal savaşı vermiş duruma düşürülmektedir

10 Mayıs 2011 Salı

BUGÜNKİ İNCİLLER ASLINI KAYBETMİŞTİR

BUGÜNKİ İNCİLLER ASLINI KAYBETMİŞTİR
Elinize, bugün milyonlarca hristiyan'ın inanıp ona göre amel ettiği bir "İncil" alarak şöyle bir karıştırınız... Dört tanesi bir arada değil mi?.. ?.. Matta, Markos, Luka ve Yuhanna... Haklı olarak soracaksınız: "Hz.İsa'ya, dört tane İncil mi inmişti?"... Hayır! "Peki nerede, Hz.İsa'ya inen o tek İncil?"... Evet, ne yazık ki, mevcut değil!.. Bu dört İncil'in, ilk sahifelerinin başlarını dikkatle okuyunuz... Yanılmadınız; şöyle yazıyor: "İncil:Matta'ya Göre/ İncil:Markos'a Göre/ İncil: Luka'ya Göre/ İncil: Yuhanna'ya Göre..." Şuna göre, buna göre İncil?!. Nerede "Allah'a göre" olan İncil?.. İncillerin başlarındaki bu garip tabirler bile, onların Allah kelamı olmadıklarının açık itiraflarından başka bir şey değildir. "Yuhanna'ya Göre İncil'in şu son ayetine(!) bakınız: "25-İsa'nın yaptığı başka çok şeyler daha vardır; eğer birer birer yazılmış olsalar, yazılan kitaplar dünyaya bile sığmazdı sanırım."
Düşünün düşünebildiğiniz kadar... Muharref(bozulmuş) İncil, düşünmeyi yasaklamış olsa da, düşünmek zorunda olduğumuzu hissediyoruz. Şu halde düşüneceğiz ve anlamaya çalışacağız:
Açıkça anlaşılıyor ki, mezkur "25. cümle", ne Allah'ın bir kelamı, ne de Hz.İsa'nın bir sözüdür. Bunlar, Yuhanna'nın kelamıdır!.. İnsan sözünün karıştığı bir kitap, nasıl ilahi bir kitap olabilir?. Ayrıca Yuhanna, yazdığı İncil'in çok çok eksik olduğunu yukarıdaki sözleriyle (yani, Yuhanna İncil'inin 25. ayetiyle) bariz bir biçimde itiraf etmektedir. Eksikliği, içindeki ayetle tescilli bir kitabın "ilahi" olduğunu tasvip etmek ne surette mümkün olabilmektedir?..
Biraz evvel elinize aldığınız İncil'i karıştırmaya devam ediniz. Hemen hemen yarısının "mektup"lardan müteşekkil olduğunu görüyor musunuz?.. Pavlus'un Romalılara, Korintoslulara (I. ve II.), Galatyalılara, Efesoslulara, Filipililere, Koloselilere, Selaniklilere(I.ve II.), Timoteosa(I.ve II.), Filimona Mektubu; İbranilere Mektup, Yakub'un Mektubu, Petrus'un I.ve II. Mektubu, Yuhanna'nın vahyi... İşte İncil'in çeşitli bölümlerinin başlıkları ve işte bugünkü İnciller... Derme-çatma ve uydurma bir derlemeden ibaret dense yanlış mı olur?..
Bütün bunlardan sonra, İncillerin birbiriyle çelişen muhteviyatını uzun uzun tahlile bilmem gerek kaldı mı!..
Çelişkiler ve batıllar yığınıyla dopdolu olan bugünkü İnciller, İsa'nın doğumundan 325 sene sonra, imparator Konstantin'in, İznik'te topladığı bin kişilik 'Ruhani Meclis'inin yüzlerce birbirini tutmaz İnciller arasından seçtiği "İncil"lerdir. Hz.İsa (as), hayatında İncil yazdırmadığı gibi, İznik Konsili'nde kabul edilen dört İncil de, onun doğumundan uzun yıllar sonra ve başkaları tarafından yazılmışlardır. Hz.İsa'nın konuştuğu dil, Aramice olmasına rağmen bugün elde mevcut en eski İncil nüshası Yunanca'dır. Aramice'den Yunanca'ya kim ve nasıl terceme yaptı dersiniz?.. Öte yandan; sözü edilen en eski nüshalar da, İsa'nın doğumundan sonraki dördüncü ve beşinci yüzyıllara aittir.
Hristiyanlar, asırlardır ve bugün; niçin gerçek dışı beyanlar ve tezatlarla dolu İnciller'e inanıyorlar da, aynı "Konsil"de aforoz edilmiş ve okuyanların şiddetle cezalandırılacağı karara bağlanmış "Barnabas İncil"ine inanmıyorlar? Çünkü, Barnabas İncili de tahrif edilmiş olmasına rağmen, hakikatlerin bir kısmını, diğer İncillerden fazlalık olarak muhafaza etmektedir.
Barnabas İncil'inde Hz.İsa, kendinden sonra gelecek Peygamberi, Hz. Muhammed (sav)'in hakkaniyetini, havarilerine serahaten bildirmektedir. Şöyle ki:
"Size söylüyorum; Allah'ın Resulü bütün mahlukata rahmettir. O, anlayışlı ve tesellici, hikmetli ve kudretli, Allah aşkı ve korkusuyla dolu, dakik ve yumuşak ruhludur. Rahmet ve yardımseverlik ruhu ile, adalet ve acıma hissi ile, nezaket ve sabır ruhu ile hareket eder. Cenab-ı Hak, bütün yaratıklarına verdiğinin üç katını O'na vermiştir. O, bu dünyaya geldiğinde saadet devridir. Buna inanınız. Bütün peygamberlerin Allah'ın onlara verdiği nübüvvet gözüyle gördüğü gibi ben de O'nu gördüm. O'nu görünce, ruhum teselli ile doldu. Ey Muhammed, Allah seninle beraber olsun ve beni, senin ayakkabının bağı olmak şerefi ile şereflendirsin! Eğer ben, bu muradıma erersem, Allah'ın mübarek bir kulu ve büyük bir peygamberi olacağım. Ve Hz.İsa, bunu söyledikten sonra Allah'a şükretti"
(Barnabas İncili;44.bab).
Şimdi mevcut Hristiyanlığın, düşünmek ve araştırmaktan yana olmayışının gerçek sebebi daha iyi anlaşılmıyor mu?.. İlim ile Hristiyanlık arasındaki dargınlığın, Ortaçağ engizisyon ve afarozlarının ve C.Mismer'in serlevha yaptığımız sözlerinin gerçek sebep ve manası... Daha iyi anlaşılıyor değil mi?..
Ve İnciller; İsa'nın efsanevi ve gerçek dışı hayat hikayeleri değil de; ilme ışık tutucu ve gelişmeyi teşvik edici, insanlığın maddi ve manevi ihtiyaçlarına cevap verici, sosyal hayatı kuşatıcı olsalardı, "laiklik" diye bir mesele ve kurum gündeme gelir miydi?..
Bütün bunları düşündükçe; "Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan" gibi yüce bir kitabın mü'mini olmaktan dolayı, "başını secdeye mıhlayıp bir ömür Allah'a hamd etme makamında" olduğunun daha bir şuuruna eriyor insan!..

Asiye Utku





MUHARREF HRİSTİYANLIĞIN TEMEL ÖĞRETİLERİ VE BUGÜNKÜ İNCİLLER


"Hristiyanlar, alim olunca Hristiyanlıkla alakaları kesilir; Müslümanlar da cahil olunca İslamiyetle alakaları kesilir"
(Charles MİSMER)


İnsan fıtratından haberdar olanların, onun yeme-içme ihtiyacıyla birlikte inanma (dolayısıyla bir dine mensub olma) ihtiyacını da inkar etmeleri mümkün değildir. Hiçbir manevi değeri ve sorumluluğu kabul etmeyenlerin, kendi nefislerini ilah edinmelerini de hesaba katarsak; insanlık tarihi boyunca dinsiz toplumlara rastlamanın imkansızlığı anlaşılmış olur. Ancak birşeylere inanmak veya herhangi bir din edinmek, insan için kurtarıcı bir yol değildir. Esas olan, fıtratına uygun olanı kabullenmek ve "hak din"e mensub olmaktır.
Alemlerin yaratıcısı, alemler içinde "ahsen-i takvim" (en güzel kıvamda) üzere yarattığı insanı başıboş ve sahipsiz bırakmamış; Peygamberler ve varisleriyle birlikte hidayete götürücü mesajlarını bildirmiştir. Hatemü'l-Enbiya Hz. Muhammed'in tebliğ buyurduğu 'Son Kitab'ın beyanı, bu meydanda şöyledir:
"Andolsun, her ümmete; Allah'a ibadet edin, şeytandan uzaklaşın diye bir Resul gönderdik" (Fatır suresi,24).
İlk insanın bir peygamber oluşu ve on sahifelik bir mesajla gönderilişi, insanoğlunun hiçbir zaman peygambersiz (veya peygamber nefesinden habersiz) ve Rabbani mesajdan uzak bırakılmayacağının işaretiydi...Nitekim de öyle olmuştu... Alârivayet; 124 bin peygamber ve 104 kitap, bu ilahi prensip üzere gönderilmişti. Hepsi hak peygamber, hepsi hak kitaplardı. Hak olmayan; insanların hidayet yolundan sapmaları, ilahi mesajları tahrif ve kendi arzularına göre tanzim ederek yorumlamalarıydı.
Bütün peygamberler, aynı Allah'ın (cc) peygamberi; bütün kitaplar, aynı Allah'ın (cc) kitaplarıydı. "Allah katında tek din"
(Al-i İmran suresi,19,85), "hak din" (Saff suresi,9), "dosdoğru din" (Rum suresi,30) İslamiyet olduğuna göre, ilahi dinlerin ortak adıydı, "İslam"...
Hz. İsa (as) da Müslümandı, Hz.Musa (as) da ... Onlara gerçek inananlar da Müslümandı.. İsimler yanıltmasın; Hristiyanlık (İsevilik), adını, Hz. İsa'nın hristiyanlarca karşılığı olan "Hrisos'tan; Yahudilik, (Musevilik: Yudaizm) adını, bu dinin ilk çıktığı yerdeki kavmin adı olan "Yahuda" dan almışlardır. Gerçekte, onlar da birer "İslam" peygamberi ve İslamiyet'in tebliğcileriydi. Şu kadar ki, Cenab-ı Hak, onları belli kavimlere; "Son Peygamberi" ise bütün insanlığa bir "şahit", "uyarıcı" ve "korkutucu" olarak göndermişti.
İlahi dinlerdeki iman esasları aynı olmakla birlikte (öyle de olması gerekir; mesela, Hz. Adem'in inandığı ve anlattığı "Allah" ile bizim inandığımız veya inanmamız gereken "Allah" farklı olabilir mi? Allah için, haşa, bir değişim sözkonusu olamaz...) ameli esaslarda zamanın ihtiyaçlarına göre değişiklikler veya fazlalıklar görülmektedir. Bu, Cenab-ı Hakk'ın, bütün insanlığın ve bütün çağların ( daha doğrusu alemlerin) Rabb'i olmasının bir sonucudur... Kur'an-ı Kerim'i, kendinden önceki bütün kitapları nesh edici (hükmünü kaldırıcı) olarak gönderen ve kıyamete kadar insanlığın her ihtiyacına cevap verici bir "mu'cizü'l-beyan" olarak koruyacak olan da O'dur.
Durum böyle olunca; bugün Tevrat'ın da, İncil'in de asılları mevcut olsalardı-ki, mevcut değildir- bile aslı mevcut ve asliyetini kıyamete kadar muhafaza edecek olan Kur'an-ı Azimüşşan ile mensuh oldukları için onlarla amel etmek caiz olmayacaktı. Eğer, önceki kitaplar, yeterli ve kendileriyle amel etmek caiz olsaydı, Cenab-ı Allah yeni bir kitap nazil buyurmazdı...
Geliniz; bütün bu tarihi, ilmi ve mantıki hakikatleri bir an için bir yana bırakıp (yazımızın konusu olması hasebiyle şimdilik) milyonlarca mensubu ve misyoneri bulunan bugünkü Hristiyanlığın itikadi-temel öğretilerini ve mevcut İncilleri tarafsız bir değerlendirmeye tabi tutalım. Bakalım, sonunda nasıl bir yargıya ulaşacağız?.. Ne dersiniz; bu değerlendirme sonunda, en çok misyonere ve çağdaş imkanlara sahip bir dinin (çok az tebliğci ve imkanlara sahip bir dinin; İslam'ın aksine) yayılma hızının, gerileme noktasına düşmesinin gerçek sebebi daha iyi anlaşılmış olmaz mı?..
Öyleyse nedir, bugünkü Hristiyanlığın itikadi-temel öğretileri?.. Bunu, üç noktada toplayabiliriz:
Bugünkü Hıristiyanlığın İtikadi- Temel Öğretileri
*"Asli suç" (Péche Original): İnsanın doğuştan suçlu ve günahkar kabul edilmesi.
*İnsanın, asli suçtan kurtulabilmesi için, kendisini İsa ile aynileştirmesi gerektiği inancı.
*"Üçleme" (Teslis: Trinite: Ekanim-i selase).
Şimdi; hristiyanlarca vazgeçilmez kabul edilen bu prensipleri, biraz daha yakından anlamaya çalışalım:
*Bütün hristiyanlar; Hz.Adem'in, Cenette yasak meyveden yemesinden dolayı işlediği günahın, onun neslinden gelen tüm insanlara tevarüs yoluyla (ırsi olarak) intikal ettiğine ve bu sebepten, her doğan çocuğun günah yüküyle dünyaya geldiğine inanırlar... Günah denen şeyin, bir insandan başka birine ırsi olarak geçmesi, aklen ve ilmen kabul edilebilir bir husus değildir. Kimse, kimsenin günahını yüklenemez; herkes günahının tek sahibidir. Her hususta olduğu gibi, bu hususta da İslam'ın fevkalade gerçekçi olduğunu görüyoruz. Allah Resulü'nün ifadesiyle; "her doğan, İslam fıtratı üzere doğar..." Tertemiz ve günahsız doğar. Hiçbir şey düşünemeyen, hiçbir şey yapabilme kudretinde olmayan bir çocuğa, işlemediği bir günahı nasıl yüklersiniz?!. Öte yandan; Kur'an'da açıkça ifade edildiği üzere, Hz.Adem(as), işlediği günahtan dolayı tevbe etmiş ve tevbesi kabul olunmuştur
(Bakara suresi,37).
*"Asli suçtan kurtulma" öğretisine gelince:
Hristiyanlıktaki "asli günah" o kadar derindir ki, insan kendi gayretiyle o günahtan kurtulamaz. Hristiyanlığa göre, insanın bu "asli suç"unu, İsa kendi üzerine almış ve kefaretini, kendini çarmıha gerdirerek ödemiştir(!). Oysa İslam'a göre Allah(cc), Hz.İsa'yı kendi katına yükseltmiş ve hala yaşatmaktadır.
Muharref İncil'de şöyle der:
"Zira Allah, dünyayı öyle sevdi ki, biricik oğlunu verdi. Ta ki, ona iman eden her adam helak olmasın; ancak ebedi hayatı bulsun" (Yuhanna;3/16).
"Asli suç"tan kurtulmak için, Allah'ın oğlu(!) İsa'ya inanmakla birlikte, İsa'nın kurduğu yedi tane kilise sırrından biri olan "vaftiz" ameliyesini de yapmak gerekir...
Hristiyanlık, bu konularda fazlaca düşünmeyi yasaklar; ama biz, akl-ı selim sahibi insanların düşünmeden edemeyeceklerini sanıyoruz.
Sormak isteriz: İsa'nın yeryüzüne gelip insanların günahlarını üzerine alarak onları "asli suç"tan kurtarmak için kendini kurban ettiği zamanlardan asırlarca evvel yaşamış, bu fırsatı kaçırmış milyarlarca insanın durumu ne olacaktır?.. Onlar, İsa'nın ümmeti olamadılar diye, İsa'ya yetişemediler diye, "asli günah"larından kurtulamadılar mı?.. İsa'dan evvelki insanlık, büsbütün günahkar mı gitti?.. Bu, onlara adaletsizlik ve zulüm olmaz mı?..
Dahası; İsa kendini, insanları "asli günah"tan kurtarmak için seve seve kurban etmişse (ki, Hristiyanlık inancına göre, İsa buna dünden razıdır; hatta, olayı kendisi tertip etmişcesine idam edileceği haç'ı yerine kadar taşımıştır) ve gerçekten insanlar bu vesile ile "asli suç" tan kurtulmuşlarsa, o zaman bu cinayeti işleyenler büyük sevap işlemiş olmalılar, değil mi?!. Akl-ı selim, bunu nasıl kabul etsin!?..
Ya da şöyle düşünelim: Şimdi ben, mesela; yasaklanmış bir fiil olan hırsızlık suçunu işlesem ve de hüküm giysem, fakat pişman da olmasam ve af dilemesem. Buna karşılık, beni seven birisi, benim yerime suçu kabullenip hapiste yatsa... Bir; dostumun, benim yerime hapiste yatmış olması, beni suçlu olmaktan kurtarır mı? Yani ben, suçsuz sayılabilir miyim? İki; dostumun, yerime cezayı çekmiş olması beni zerrece "ıslah" eder mi? Cezanın bir hedefi de "ıslah" etmek olduğuna göre, cezayı suçlu olan benim çekmem gerekmez miydi? Üç; dostumun benim suçumun kefaretini ödemeye kalkması, beni "ıslah" etmek şöyle dursun, daha nice suçları işlemeye teşvik etmiş olmaz mı? Nasıl olsa, cezamı çekecek birileri bulunmaktadır!..
Fransız mütefekkiri Voltaire, "asli suç" telakkisini tenkiden şöyle der:
"Tanrının, bütün insan kuşaklarını, ilk ataları bir bahçeden bir meyve koparıp yedi diye, sonsuz işkencelerle harap etmek için yarattığını iddiaya cür'et etmek, O'na hakarettir; O'nu barbarlıkların en anlamsızı ile suçlandırmaktır".
*Hristiyanlığın itikaden içine düştüğü çıkmazlardan biri de, belki de en büyüğü, "teslis" (üçleme) inancıdır. Muharref İncil'de, "İmdi siz, gidip bütün milletlere öğretin! Onları baba, oğul ve ruhu'l-kuds namına vaftiz edin" (Matta;28/19) şeklinde ifade edilen üç unsur. Hristiyanların tarih boyu münakaşa ettikleri ve halen de izah edemedikleri hususlar...
"Bir tek Tanrıdan başka Tanrı yoktur" dendiği halde, "her biri gerçekten Tanrı olan üç şahsiyet (Baba Allah-Oğul Allah-Ruhu'l-Kuds) vardır" demek büyük bir çelişkiye düşmek değil midir?..
Yine F.Voltaire, trinite (teslis) konusunda da şu tenkidi getiriyor:
"Teslisteki üç şahsiyet, ya birbirinden ayrı üç cevherdir; veya bunlar, ilahi cevherin a'razlarıdır. Yahut da bunlar, bir cevherin tamamen kendisidir. Birinci duruma göre, tanrı üçleştirilmiş; ikinciye göre, tanrı a'razlardan meydana gelmiştir; yani a'razlar şahsiyet haline getirilmiştir, onlara tapılıyor demektir. Üçüncü hüküm kabul edildiği takdirde de, bölünmez bir bütün boş yere bölünmüş, cüzlere ayrılmıştır" . (Araz: Herhangi bir cevhere takılan ve bu cevherin zatından hariç bulunan vasıf/ Cevher: Varlığı için başkasına muhtaç olmayan, araz olmayan).
Eğer mezkur rükünler, Allah'ın sıfatları olsalardı, "Tevhid" akidesine bir dereceye kadar yaklaşmış olunurdu. Fakat, hristiyanlarca ne baba-tanrı, ne oğul-tanrı ve ne de ruhu'l-kuds birer sıfat değiller, aksine muayyen şahıslar ve ayrı ayrı fertlerdir. Bu durum ise, bugünkü Hristiyanlığın tamamen bir şirk içerisinde olduğunu gösterir. Ayrıca; İsa'nın "Allah'ın yegane oğlu" olduğu inancı, Allah'ı insana benzetmeye götürerek gerçek uluhiyete yakışmaz bir hale sokar. Allah, niçin bir insan şekline bürünerek yeryüzünde yaşayıp bir sürü hakaretlere ve idama(!) maruz kalsın?!. Bu, O'nun yüceliğine ve sonsuz kudretine halel getirmez mi? İnsanlar tarafından rahatlıkla öldürülebilen bir varlık (İsa), nasıl Allah(Rab) olabilir?!.
Bütün bu dogmalara inanmak için, aklı tamamen iptal mi etmek lazım? Başka da çıkar bir yol gözükmüyor!..
Gerçek şu ki; akıl, hakikate ulaşmada ve dinlerin esaslarını kavramada yegane kaynak değildir. Ancak, mümkün olmayanı kabullenmek de, akla tamamen aykırıdır. "Akıl, mutlak hakikatin bütün sınırlarını çizemez. Bununla beraber o, mutlak hakikatin, mutlak muhal (imkansız) den ayrıldığı sınırı da çizebilme gücüne sahiptir... Mütenakız (çelişkili) bir hüküm, akla göre anlaşılmaz bir şey değildir" (N.Taylan)
Kur'an'ın; "Onlar düşünmüyorlar mı/ Biz, bu misalleri insanlar düşünsünler diye veriyoruz/ Hala düşünmez misiniz?" gibi sıkça beyan ve uyarılarına karşı, İnciller, düşünmeyi sanki de yasaklamış ve akılsızlığı tavsiye etmiştir. Nasıl mı? İşte size bir İncil cümlesi: "Kimse, kendi kendini aldatmasın. Eğer bir kimse, aranızda bu dünyada kendisini hikmetli sayarsa, hikmetli olmak için akılsız olsun. Çünkü bu dünyanın hikmeti, Allah'ın indinde akılsızlıktır" (1.Korintoslulara;3/18,19).
Halbuki; bir itikadi prensibi benimseyip gereğince amel etmek için aklı tamamen iptal etmek, o dini yaşamayı ve yaşatmayı son derece zorlaştırarak tatminsizlik doğurur. Bu hususta Kur'an-ı Kerim'in, hristiyanların Allah inancı konusundaki sapmalarına ihtarla işaret ederken, gerçek Allah inancını ortaya koyması çok manidar ve tatminkardır:
"Ey Kitap Ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin ve Allah hakkında gerçek olmayan şeyleri söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih, sadece Allah'ın elçisi, O'nun, Meryem'e attığı kelimesi ve O'dan bir ruhtur. Allah'a ve elçilerine inanın. (Allah) üçtür, demeyin. Kendi yararınıza olarak buna son verin. Çünkü Allah, yalnız bir tek tanrıdır. Haşa O, çocuk sahibi olmaktan yücedir (münezzehtir)" (Nisa suresi,171); "De ki: O Allah birdir /Allah Sameddir (her şey O'na muhtaç, O hiçbir şeye muhtaç değildir)/ Kendisi doğurmamıştır ve (başkası tarafından) doğurulmamıştır/ Hiçbir şey O'nun dengi (benzeri) olmamıştır" (İhlas suresi) buyrulmaktadır.

Tanri İnsan Olamaz Ve İncİl DeĞİŞtİrİlmİŞtİr.kanitlarim Var.

Tanri İnsan Olamaz Ve İncİl DeĞİŞtİrİlmİŞtİr.kanitlarim Var.
sayın hristiyanlar hz.isa yı tanrı olarak görüyorsunuz ya sizce mantıklı bişeymi ölümlü bir insanın tanrı olması.kendini çarmıha gerdirip işkenceler çekmesi.yani bir insandan güçsüz olması.sizce tanrıyla insanı yanyana koymak saçmalık değilmi?tanrı tanrıdır insan insandır.tanrı bir insandır diyince bu bana lakabı tanrı olan bi insanı çağrıştırıyo.ya da tanrıya insan imajı verilmesi.hz.adem hepimizin babasıdır ve annesiz ve babasız dünyaya gelmiştir.siz hz.isa yı babasız dünyaya geldiği için tanrı olarak görüyorsunuz.ama hz.adem'de hem annesiz hem babasız ve hz.isadan önce dünyaya gelmiştir.peki ozaman ben bundan şöyle bişey çıkartıyorum.hz.adem sizin tanrınızdır.öldükten bi kaçyüz yıl sonra hz.isayı babasız dünyaya getirmiştir.hz.isada tanrının oğludur.bence siz böyle düşünüyorsunuz.tanrı insan olsaydı bende tanrı olurdum değilmi benim hz.isadan neyim eksik bi söyleyin bakalım.bende insanım.ölümlüyüm.ve benimde 100 kişi üstüme gelse benide çarmıha gerip işkence yapabilirler.ozaman bende tanrıyım benim hz.isadan neyim eksik.ama benim hem annem hem babam var.bi düşünün topraktan bizim gibi bir insan yaratabilen ALLAH bi insanı babasız yaratamazmı.hem hz.isanın annesi yoktur.sonuçta hz.isa hz.meryemin kucağına geldi birden bire sonuçta hz.isayı hz.meryem doğurmadı değilmi.sonra siz her uçan insana taparmısınız televizyonda birsürü sihirbaz çıkıyo.adam ışınlanıyo onlardamı sizin tanrınız.

VE İNCİLİN DEĞİŞTİRİLDİĞİNE AİT KANITLAR BUNLARADAMI YALAN DİYECEKSİNİZ.ŞUNLARA BAKIN HELE İNCİL İLK GÜNKÜ GİBİYMİŞDE GÖZLERİM YANLIŞ GÖRMÜŞ.ŞAKA Bİ YANA BUNLARA Bİ AÇIKLIK GETİRİN BAKALIM

İNCİLİN DEĞİŞTİRİLDİĞİNE DAİR KANITLAR İNKAR EDİN BAKALIM BUNLARIDA GÖRELİM.

İncil’in tahrif süreci

İncil, esas itibarı ile Hz. İsa’ya Allah Teala tarafından vahyedilen ilahî bir kitaptır. Kur’an-ı Kerim, İncil’in Hz. İsa’ya vahyedilen ilahî bir kitap olduğunu defaatle haber verir. Yerli ve yabancı kaynakların ittifakla bildirdiğine göre Hz. İsa kendisine vahyedilen bu İncil’i ne kendisi yazmış ne de yazdırmaya fırsat bulabilmişti. Çünkü Hz. İsa’nın tebliğ hayatı hem oldukça kısa sürmüş (üç yıl), hem de bu dönemde çile ve meşguliyetler had safhaya ulaşmıştı. Bununla beraber, Hz. İsa’nın semaya yükseltilmesinden evvel kendisine iman eden havarîlerin sayısı on iki kadardı; ne var ki bunların çoğu okuma-yazma bilmiyordu. Dolayısıyla İncil’i yazma imkanı oluşmadı. Ayrıca ilk Hıristiyanlar, Hz. İsa’nın pek yakında geri döneceğini bekledikleri için İncil’i yazıya geçirme gereği duymamışlardı.

Bu hususla ilgili diğer bir olayı daha zikretmek gerekir ki o da İncil’in yazılı bir kitap olarak gönderilmeyişidir. Tevrat Hz. Musa’ya yazılı olarak levhalar halinde indirilmişti, İncil ise tıpkı Kur’an-ı Kerim gibi yazılı metinler halinde nazil olmayıp, Hz. İsa’ya şifahen vahyedilmiştir.

Hz. İsa’nın semaya yükseltilmesinden sonra hıristiyanlar sürekli onun geri döneceğini beklemişler, onun dönüşü gecikince hiç olmazsa akıllarında kalan İncil âyetlerini yazıya geçirme gayreti içine girmişlerdir. Ne var ki Hz. İsa’yı gören ve mesajını dinleyenlerin sayısı oldukça azalmıştı. Neticede ancak Hz. İsa’nın semaya yükseltilmesinden 30-40 sene sonra İnciller yazılmaya başlanabildi. Bu süre zarfında Hz. İsa’ya inananların sayısı kısmen artmış, Hıristiyanlık az da olsa başka milletlere yayılmış bulunuyordu. Artık doğrudan Hz. İsa’yı dinleyenler veya Hz. İsa’nın tebliği kendisine ulaşanlar, hem kendi ihtiyaçlarını gidermek, hem de Hz. İsa’yı görmemiş ve Hz. İsa’nın tebliği kendisine ulaşmamış olanlara onun mesajını ulaştırmak istiyorlardı. Bu nedenle onlar, akıllarında kaldığı kadarıyla İnciller yazmaya koyulmuşlardır.

İlk dönemlerde “Hatırat” da denen bu İncillerin sayısı çok fazlaydı. Hıristiyanlarca muteber sayılan İncillerin (Matta, Markos, Luka, Yuhanna ve Mektuplar) sınırlandırılması, diğerlerinin apokrif/sahte sayılması ta dördüncü asrı buldu (325 İznik Konsili). Bu dört İncilden ilk üçü 60-80, Yuhanna ise 90-100’lerde yazıldı. Görüldüğü üzere hiçbiri Hz. İsa hayatta iken yazılamamıştır. Dikkat çekici bir durum da bu dönemde Grekçe dahi yazılan İncillerin günümüze ulaşmayışıdır. Zira elimizdeki en eski Grekçe İncil yazmalarının 4. asra ait olduğu bilinmektedir. Bu durumla ilgili olarak ayrıca ifade edilmesi gereken bir husus da şudur: İncillerin yazımı Hz. İsa’dan en az 30 yıl kadar gecikince Hıristiyanlık akidesi nerdeyse teşekkül etmiş; Hz. İsa’nın tanrılığı tartışılmaya başlanmış, Tevrat’ın kutsal metin olarak kabulü benimsenmiş, kurtuluşun Hz. İsa’ya bağlı olduğu iddia edilmiştir.

İşin bir başka ilginç tarafı Hz. İsa Aramice konuştuğu halde dört İncil de Grekçe yazıldı. İlk İncil olan Matta’nın Aramice yazıldığı söylense de günümüze ulaşmamıştır. Bundan daha da ilginci, Hıristiyanlık tarihinde Matta ile Yuhanna incilinin yazarlarının Matta ve Yuhanna olmayıp onların yerine bu İncilleri başkalarının yazdığı iddiası ve tartışmasıdır.
Hıristiyanlık alemi müslümanlardan farklı olarak Hz. İsa’ya İncil adında bir kitabın vahyedildiğini kabul etmez. Onlara göre ete-kemiğe bürünmüş yani insan suretinde bir tanrı olan Hz. İsa’nın bizzat kendisi vahiydir. Başka bir ifade ile Hz. İsa’nın her söylediği ve yaptığı vahiyden ibarettir. Dolayısıyla onların bu inançlarından şöyle bir netice çıkarılmıştır: Bu günkü İnciller, Allah tarafından vahyedilen âyetlerden ziyade Hz. İsa’nın söz ve davranışlarından ibarettir. Ne var ki bunda bile haddinden fazla eksiklik ve fazlalıklar vardır. Çünkü bu İnciller arasında ifade farkı, mana farkı ve hatta çelişkiler bulunmaktadır. Bunun da ötesinde aynı İncil’de bile birbiriyle çelişen ifadelere rastlanmaktadır.

Bugün İncil adı verilen eldeki kitaplar, müslümanların anladığı manada vahiy eseri değildir. Onlar ilk devir havarilerinin ve onların öğrencilerinin sözlerinden ibarettir. Onlar nasıl inanmak istemişlerse öyle yazmışlardır. Hıristiyanlar ise, İncil yazarlarının Tanrı’nın ve Kutsal Ruh’un himayesi altında bu İncilleri yazdıklarına inanırlar. Böyle bir himaye olsaydı, İncillerde çelişki ve tutarsızlık görülmezdi.

Batıda genelde Kitab-ı Mukaddes, özelde de Yeni Ahit içerisinde bulunan çelişkileri gidermek üzere Kitab-ı Mukaddes tetkik ve tenkitleri başlatılmıştır. Bu yeni bilimsel metoda göre Kitab-ı Mukaddes içerisinde Tanrı’ya ait olanla olmayan tespit edilecek, bu kitap tüm tutarsızlıklardan arındırılacaktı. Örnek vermek gerekirse bir araştırmaya göre Hz. İsa’ya ait olduğu söylenen 518 söz tespit edilmiş, yapılan tetkik neticesinde bu sözlerin tam 1544 farklı şeklinin olduğu görülmüş, tüm bu sözlerden ancak 18 tanesinin Hz. İsa’ya ait olabileceği belirtilmiştir.

Yukarıda beyan edilenlere ek olarak dört İncil’de bulunan bazı tahrif belirtileri ve çelişkileri şöyle sıralayabiliriz:

1. Matta, Markos ve Luka İncillerine göre Hz. İsa’nın risaleti bir yıl, Yuhanna’ya göre ise iki yıldan fazla sürmüştür.
2. Hz. Davud’dan (a.s.) Hz. İsa’ya kadar geçen kuşakların sayısı Matta’ya göre 26 iken Lukaya göre 40’tır.
3. İncillerin bazı yerlerinde Hz. İsa’ya uluhiyet isnad edilirken bazı yerlerde de ona insanoğlu denmektedir. Bu ikisi arasında gözden kaçmayacak açık bir çelişki görülmektedir.
4. Hıristiyanlığa göre Hz. İsa çarmıha gerileceği sırada “Allah’ım! Allah’ım! Beni neden terk ettin!” diye Allah’a yalvarmıştır. Bu söz Tanrı İsa’nın ise, onun Tanrı olduğu halde kendini koruyamadığı anlaşılıyor. Peygamber İsa’nın sözü ise, onun Tanrı’yı hakkıyla tanımadığı anlaşılıyor. Çünkü bir peygamber “Allah’ım! Beni neden terk ettin?” demez. Bizim inancımıza göre ne Hz. İsa çarmıha gerilmiş, ne de böyle bir yakarışta bulunmuştur.
5. Matta, Hz. İsa’nın soy kütüğünü Hz. İbrahim’e kadar 40 kişi olarak verirken, Luka bunun 55 olduğunu söyler.
6. İncillerde Hz. İsa için sık sık “Allah’ın oğlu”, “Yusuf’un oğlu”, “Davudoğlu”, Ademoğlu” gibi ifadeler kullanılır. Bunların arasında açık bir çelişki vardır.
7. Markos incilinde İncil Allah’a, Romalılara Mektub kitabında ise Hz. İsa’ya nispet edilir.
8. Luka İncilinde bir yerde kurtarıcı Hz. Allah, diğer bir yerde de Hz. İsa olarak verilmektedir.
9. İncillerde Tanrının görülüp görülemeyeceği hususunda çelişkili bilgiler bulunmaktadır.
10. Bu İnciller, Allah Teala’ya nispet edilemeyeceği gibi Hz. İsa’ya da nispet edilemez. Allah’a nispet edilemeyeceğini, aslının korunamadığından, yazıya geçirilemediğinden, ortada üzerinde ittifak edilen ortak bir metin olmadığından vb. durumlardan anlamaktayız. Hz. İsa’ya nispet edilemeyişini ise bu İncilleri onun yazdırmayışından, onu dinleyen ve dinleyenleri dinleyenlerin yazdıkları İnciller içinde bulunan tutarsızlık, yanlışlık ve çelişkilerden anlamaktayız. Bu İncillerin Hz. İsa’ya ait olmayışının diğer bir sebebi de çarmıh olayının İncil metinlerinde geçmesidir. Çarmıhın İncillerde zikredilişi, bu İncillerin sonrakiler tarafından kaleme alındığını gösterir.

Bu gibi çelişki ve tutarsızlıkların Allah’a nispet edilen bir kitapta bulunamayacağına, diğer taraftan bir peygamberin kendini tanrılaştırıp tanrıyı da insanlaştıramayacağına göre, Hıristiyan kutsal kitabının sonradan insan eliyle yazıldığı ve tahrif edildiği ortaya çıkmaktadır.

Netice olarak;

Bugün Hıristiyanların elinde bulunan farklı İncil metinleri yüce Allah tarafından gönderilen asıl vahiy ürünleri değildir. Çünkü Hz. İsa peygamberliği döneminde ne yazmış, ne de yazdırmıştır. O semaya yükseltildikten sonra, bazı öğrencileri Hz. İsa’dan dinlediklerini, Hz. İsa’nın öğrencilerinin öğrencileri ise hocalarından duyduklarını kendi metotlarına göre yazmaya başladılar. Böylece mübalağa etmeden söyleyecek olursak yüzlerce İncil metni ortaya çıktı. İşin içinden çıkmak maksadıyla oluşturulan komisyonda (325 İznik Konsili’nde) bu İncillerden 4 tanesi sahih, diğerleri sahte sayıldı. Ancak tartışmalar bununla bitmedi. Örneğin Barnaba ve Ebionitler incili sahte sayılan İnciller arasına dahil edildi. Halbuki bu İncillerde Hz. İsa’nın tanrı olmadığı, çarmıha gerilenin de o olmadığı, onun ancak Allah’ın kulu ve resûlü olduğu, ondan sonra bir peygamber geleceği ve Allah’ın bir olduğu bildirilmektedir.

Bugün elde bulunan İnciller, Hıristiyan müntesiplerine yol göstermekten uzak bulunuyor. Geçmişte ve günümüzde en çok müslüman olanların hıristiyanlardan olması dikkat çeken bir husustur. Hıristiyanlar, özellikle teslis akidesini (tanrının Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’tan meydana geldiğini) kabul etmekte zorlanıyorlar. Bunu akıllarıyla izah edemiyorlar. Çünkü Allah’ın birliği akidesi Hz. Adem’den beri tüm peygamberlerde tartışma konusu bile yapılmamışken, Hıristiyanlıkta korkunç bir sapmayla üçlü tanrı anlayışının ortaya çıkması, insanları ikna edememektedir.

Bugün dünya gündeminde insanlığın tüm dinî, akidevî ihtiyaçlarının yanında dünyevî, uhrevî ve ruhî gereksinimlerini tatmin edecek yegane kaynak Kur’an-ı Kerim’dir. Çünkü Yüce Allah İslam dinini tüm dinlere üstün kılmak ve nurunu cihana yaymak için göndermiştir. Bu dinin yeni tabirle yol haritasını Kur’an-ı Kerim belirlemektedir.

Şu anda Hıristiyanların kabul ettiği İncilin, Allah'ın indirdiği vahye uymayan yönleri olduğuna Kuran ayetlerinden bazı örnekler:

Aziz ve celil olan Allah-u teâlâ Kur’an-ı Kerim’inde şöyle buyuruyor: “De ki: O Allah Bir Tektir.” (İhlâs: 1) Hıristiyanlar ise: “baba, oğul, kutsal ruh” diyerek üç ilâh kabul ediyorlar. Bu ne büyük bir sapmışlıktır. Allah-u teâlâ ihlâs sûre-i şerif’inde kesin olarak beyan buyurmaktadır: “O doğurmamış, doğurulmamıştır.” (ihlâs: 3) Hıristiyanlar ise: “isa mesih allah’ın oğlu” diyorlar. Halbuki İsa aleyhisselâm kur’an-ı kerim’de haber verildiğine göre şöyle söylemiştir: “Ben Allah’ın kuluyum. O bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı.” (meryem: 30) Hıristiyanlar ise İsa aleyhisselâm’ı ilâhlaştırdılar.

Allah-u teâlâ kehf sûresinin 4-5. Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor: “ve ‘allah çocuk edindi.’ diyenleri uyarmak için. Bu hususta ne onların ne de atalarının bir bilgisi vardır.

Ağızlarından ne büyük söz çıkıyor! Onlar yalnız ve yalnız yalan söylerler.” Hıristiyanlar, hazret-i Allah’a evlât isnat ediyorlar.

Allah-u teâlâ âyet-i kerimde buyurur ki: “Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil, fakat o allah’ın resul’ü ve peygamberlerin sonuncusudur.” (ahzâb: 40) hıristiyanlar ise incil’de haber verilmesine rağmen: “biz İsa’dan ötesini tanımıyoruz.” diyorlar

Peygamberlere ve İsa Aleyhisselâm’a iman etmek İslâm dininin iman esaslarındandır. Biz Allah-u Teâlâ’nın gönderdiği bütün peygamberlere ve kitaplara inanırız.

“Hepsi Allah’a, meleklerine, Kitaplar’ına ve peygamberlerine iman ettiler. “O’nun peygamberlerinden hiçbirini diğerinden ayırmayız...” derler.” (Kur’an, Bakara: 285)

Müslümanlar İsa Aleyhisselâm’a ve ona indirilen bozulmamış İncil’e ve Allah’ın gönderdiği diğer bütün peygamberlere iman eder. İslam inancına göre İsa Aleyhisselâm Hazret-i Allah’ın büyük peygamberlerinden birisidir. Bakire Meryem’den babasız olarak dünyaya gelmiştir. Adem Aleyhisselâm nasıl ki babasız olarak yaratılmışsa İsa Aleyhisselâm’ın yaratılması da bu şekildedir. Nitekim bugünkü tıp ilminin ulaştığı seviye bu durumun kavranmasını daha kolay kılmaktadır. Hazret-i Allah beşeri sıfatlardan ve çocuk sahibi olmaktan münezzehtir.

Bu hakikatleri anlamak ve kabul etmek istemeyen yahudiler, İsa Aleyhisselâm hakkında, babasız dünyaya geldiğini bahane ederek “zina çocuğudur” dediler, iftira ettiler, hıristiyanların bir kısmı “ilâh” dediler, bir kısmı “ilâhın oğlu”, bir başka fırka da “üçten biridir” dediler. Oysa hakikat Kur’an-ı kerim’de bildirildiği gibidir:

“Hiç şüphe yok ki, İsa’nın babasız dünyaya gelişi de Allah nezdinde Âdem’in durumu gibidir. Allah Âdem’i topraktan yarattı, sonra ona “Ol!” dedi, o da oluverdi.” (Âl-i imrân: 59)

Allah-u Teâlâ’nın Meryem Vâlidemiz hakkındaki beyân-ı ilâhisi de şudur:
“Irzını korumuş olan İmrân kızı Meryem de bir misaldir. Biz ona ruhumuzdan üflemiştik. Rabb’inin sözlerini ve Kitaplar’ını tasdik etmişti. O bize gönülden itaat edenlerdendi.” (Tahrim: 12)

Hıristiyanlar “Allah üçtür: Baba, oğul, ruhul kuds; Üç esas, üç şahıs olarak tek esastır.” diyerek “Üç ilâh” anlayışına sapmışlardır.
“Sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Şüphesiz ki Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuk sahibi olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisâ: 171)

Allah, İslâm dininin hak din olduğunu, Hazret-i Kur’an’ın Allah-u Teâlâ’nın indirdiği son kitabı olduğunu, Muhammed Aleyhissalatü vesselâm’ın da Allah-u Teâlâ tarafından gönderilmiş hak ve son bir peygamber olduğunu bildirerek bunu kabul etmeyi ve gizlememeyi emrediyor:

“Ey ehl-i kitap! Niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?” (Âl-i imrân: 71)

“Allah’a ve peygamberlerine inanın. (Allah) üçtür demeyin!” (Nisâ: 171)

“‘Rahman çocuk edindi’ dediler. Andolsun ki siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız. Onlar o Rahman olan Allah’a çocuk iddia ettiler diye, bu sözden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecekti. Halbuki Rahman olan Allah’a çocuk isnat etmek aslâ yakışmaz.” (Meryem: 88-92)

“Allah benim de Rabb’imdir, sizin de Rabb’inizdir. Artık ona kulluk edin, bu doğru yoldur.” (Zuhruf: 64)

“Halbuki Mesih onlara demişti ki: Ey İsrâiloğulları, benim de Rabb’im sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a ortak koşarsa, muhakkak ki Allah ona cenneti haram kılar. Varacağı yer ateştir, zâlimlerin yardımcıları yoktur.” (Mâide: 72)

“Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitap verdi ve beni peygamber yaptı.” (Meryem: 30)

“‘Allah, Meryemoğlu Mesih’tir.’ diyenler gerçekten kâfir olmuşlardır.” (Mâide: 72)

“Andolsun ki: ‘Allah üç ilâhtan üçüncüsüdür.’ diyenler kâfir olmuşlardır.” (Mâide: 73)

“Oysa bir tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer bu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan inkâr edenlere çok acıklı bir azap dokunacaktır.” (Mâide: 73)

“Meryem oğlu Mesih ancak bir peygamberdir.” (Mâide: 75)

“Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir. Annesi de sıddîka (çok doğru) bir kadındı. Her ikisi de yemek yerlerdi.” (Mâide: 75)
“Ey Ehl-i kitap! Dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin.” (Nisâ: 171)

“Meryem oğlu İsa Mesih, Allah’ın peygamberidir.” (Nisâ: 171)

“Meryem’e ulaştırdığı kelimesidir.” (Nisâ: 171)

“Ve O’ndan bir ruhtur.” (Nisâ: 171)

Kendisinin yaratmasıyla meydana gelen bir ruhtur. O’nun “Kün” emri ile bir mucize olarak vücuda getirdiği için kendisine bir şeref olmak üzere “Kelimetullah” denilmiştir. Bu ruhun Allah-u Teâlâ’ya izafe edilmesi şerefini yükseltmek içindir. Allah-u Teâlâ onunla birçok ölü kalplere hayat vermiştir.

Şu halde;

“Allah’a ve peygamberlerine inanın. (Allah) üçtür demeyin. Sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Şüphesiz ki Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuk sahibi olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisâ: 171)

İsa Aleyhisselâm kendisine insan olmanın dışında bir sıfat yakıştırmak isteyenlere kul olduğunu hatırlatmak ihtiyacı duymuş ve:
“Ben ancak Allah’ın kuluyum.” buyurmuştur. (Meryem: 30)
Muhataplarına: “Beni ilâh edinin.” dememiş, bilakis:
“Şüphesiz ki Allah benim de Rabb’im, sizin de Rabbinizdir. O’na kulluk edin. İşte doğru yol budur.” diye nasihatte bulunmuştur. (Meryem: 36)

Allah-u Teâlâ, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize hitap ederek bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“De ki: Rahman’ın çocuğu olsaydı, ona kulluk edenlerin ilki elbette ben olurdum. Göklerin ve yerin Rabbi, arşın da Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıkları noksan sıfatlardan münezzehtir. Bırak onları! Kendilerine vaad edilen günlerine kavuşuncaya kadar dalsınlar, oynayıp dursunlar.” (Zuhruf: 81-82-83)

Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde Zât-ı akdes’ine kullarından bir parça isnad edenler hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Kullarından bir kısmı, O’nun bir cüz’ü kıldılar. İnsan gerçekten apaçık bir nankördür.” (Zuhruf: 15)

Kur’an-ı kerim’de Allah-u Teâlâ’nın çocuğu olmaktan münezzeh olduğuna dair beyanlar sık sık ifade buyurulmaktadır:
“Allah çocuk edindi dediler. Hâşâ! O yücedir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Hepsi O’na boyun eğmişlerdir.” (Bakara: 116)

Allah-u Teâlâ’nın çocuk edindiğini söylemek, O’nun insanlara benzediğini söylemek mânâsına gelir. O halde hiçbir şeyin kendisine benzemediği Zât-ı Zülcelalin çocuk edinmesi aslâ düşünülemez. O, başlangıcı ve sonu bulunmayan yegâne yaratıcıdır.
“Elinizde O’nun çocuk edindiğine dair hiçbir delil yoktur. Allah hakkında bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?” (Yunus: 68)

“De ki: Allah’a karşı yalan uyduranlar aslâ iflâh olmazlar.” (Yunus: 69)

“Bak! Nasıl da Allah’a yalan yere iftira ediyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter!” (Nisâ: 50)

“O hiçbir çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, mukadderatını tayin etmiştir.” (Furkan: 2)

“Yahudiler: ‘Üzeyir Allah’ın oğludur.’ dediler.” (Tevbe: 30)

“Hıristiyanlar da: ‘Mesih (İsa) Allah’ın oğludur’ dediler.” (Tevbe: 30)

“Bu, daha önce inkâr edenlerin sözlerine benzeterek geveledikleri sözlerdir.” (Tevbe: 30)

“Allah onları kahretsin! Nasıl da uyduruyorlar?” (Tevbe: 30)

Teslis inancı, hıristiyanlığın kaynağından gelen bir inanç değildir. Tahriften kaynaklanan bâtıl inancıdır.

İsa Aleyhisselâm’dan sonra ilk yazılan Markos incilidir. Bu incilde İsa Aleyhisselâm’a “Sen Mesih’sin.” (8/29) denilirken, Luka’da “Sen Tanrının Mesihisin.” (9/20) geçmekte, Matta’da ise “Tanrının oğlu Mesih’sin.” (16/16) ibaresi yazmaktadır. Halbuki Matta ve Luka birçok alıntıyı Markos’tan yapmıştır. Yuhanna ve Pavlusun mektuplarında da teslis inancı mevcuttur. Hıristiyanlığa bugünkü teslis inancını sokan ve Hazret-i İsa’ya uluhiyet isnad eden fikirlerin babası Pavlus’tur.

Bugün hıristiyanların ilahi kitap olarak sahip çıktıkları İncil’in yaklaşık yarısı yahudi dönmesi Pavlus’un mektuplarından meydana gelmiştir.

“Yahudi dönmesi Pavlus Romalı bir hahamdı ve Hıristiyan olmadan önce bir çok Hıristiyana zulmetmişti. Hıristiyan olduktan sonra kiliseye yazdığı mektuplar İncil’in 27 kitabının hemen hemen yarısını oluşturuyordu. ‘Tanrının oğlu’ ve ‘haç’ Pavlus’un öğretilerinin temelini oluşturuyordu.” (Us News and World Report, 20 Nisan 1992, sf. 70)

Hıristiyanlıktan dönme eski bir pastörün (papazın) dediği gibi “Pavlus’un cin fikirli mektupları iftiracılık, dedikoduculuk, kıskançlık, ispiyonculuk, casusluk öğretir.” Özellikle bu mektuplar birçok zıtlık ve takiyyecilikle doludur.

“Hıristiyanlığa üçlemeyi sokan Aziz Pavlus, asıl adı Saul olan Tarsuslu bir yahudidir. Aziz Pavlus, ‘İsa bana inerek üçlemeyi öğretti’ diyerek ortaya çıkmadan önce de Kudüs’te Kabbala öğretimi yapmaktaydı.” (The Concised Atlas of the Bible, sf. 124)
“Kilise Anadolu’ya yayıldıkça İsa Mesih ‘Tanrının oğlu’ olarak geçmeye başladı ki, bu Pavlus’un mektuplarının başlıca konusuydu.” (A.g.e, sf 70)



YORUMLARINIZI BEKLİYORUM HRİSTİYANLAR MÜSLÜMANLARI AYDINLATIN YALANLARINIZLA...

8 Mayıs 2011 Pazar

Nevruz adı altında misyonerlik

Nevruz adı altında misyonerlik



BDP milletvekillerinin polis tokatlayarak, polise taş atarak çatışma ortamına dönüştürmeye çalıştığı Nevruz Kutlamaları’nda misyonerlerin de cirit attığı ortaya çıktı. Aydın’daki Nevruz etkinliğinde misyoner papazlarca, etkinliğe katılan çocuklar başta olmak üzere halka Kürtçe İncil dağıtıldı.

İŞTE O PAPAZLARDAN BİRİ
Türk Alman Dostluğu Kilisesi Papazı Ernst Hugo Kliewer beraberindekilerle birlikte, Aydın Merkez’de gerçekleştirilen Nevruz etkinliği alanında konuşlandırdığı aracının bagajından çıkardığı Kürtçe İncilleri etrafında topladığı insanlara dağıttı. Papaz Ernst Hugo Kliewer ve arkadaşlarının, meraklı gözlerle kendilerine bakan vatandaşlara dağıttığı kitaplar şöyle: “Türkçe ve Kürtçe dillerinde İnciller
İffetli Yaşam
Na Meyek Jı Tere (Sana Bir Mektup)
Zer A Rastiqin (Altın Hakikatler)
Michael Sattler İsa Mesih’in Bir Tanığı
Sen Özelsin”
ÖNCELİK HEDEF ÇOCUKLAR
Türk Alman Dostluğu Kilisesi Papazı Ernst Hugo Kliewer ve beraberindeki misyonerlerin hedefinde öncelikle çocuklar vardı. Bu kitaplardan çocuklara çok sayıda dağıtıldı.

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...