1 Aralık 2011 Perşembe

YAHUDİLİK NEDİR?-I

Ahmet Özcan
Ahmet Özcan
YAHUDİLİK NEDİR?-I
Yahudilik, kelimenin tam manasıyla jeopolitik dinselliğin adıdır. Yahudiliği çözümleyerek tarihe ve insana dair bir çok şeyi kavrayabiliriz.
YAHUDİLİK NEDİR?-I 'Tarih, tekerrürden ibarettir'. Bu söz, ilerlemeci dünya görüşü sahipleri için saçma bir aforizmadan başka bir şey değildir. Dünyanın dönmediğine ve düz olduğuna inanılan çağlardan, yani o herşeyin sıkıcı bir yavaşlıkla aynı döngüde kendini tekrar ettiği geçmişten kalma bir inançtır. Tarihin sürekli yeni bir geleceğe aktığına inananlar, belki de haklıdır. Her doğan nesil, kendi tarihini yaşadığı için öncesini eskimiş ve bitmiş, kendisini ise ilk defa yaşanan olarak kurgular.
Ne var ki, bazı olay ve olgular, tekerrür eden tarih algısının hiçte boş bir inanç olmadığına bizi ikna edebilir. Belki herşeyin totolojik bir çevrim içinde dönüp durduğu söylenemez ama ana hatlarıyla tarihin bazı karakteristik -yasaları demesekte-özelliklerinin bir şekilde devam ettiğini söyleyebiliriz.
Devamlılığı en açık ve doğru verilerle dinsellik üzerinden test edebiliriz. Dinler, toplumların ortak bilinçaltını da ifade ederler. İnsanın temel güdüleri olan beslenme, barınma ve güvenlik, yani modern ifadeyle ekonomi-politik, dinsel inançların şifreli diliyle konuşur. Herhangi bir toplumun tanrı telakkisinden ya da mesela basit bir ayrıntıya dair inancından, diyelim su'ya dair inançlarından o toplumun ruh köküne de, bilinmeyen kadim geçmişine de inilebilir. Doğruya yakın kestirimlerde bulunulabilir.
Yahudilik, kelimenin tam manasıyla jeopolitik dinselliğin adıdır. Yahudiliği çözümleyerek tarihe ve insana dair bir çok şeyi kavrayabiliriz.
Yahudiliği çözümlemek için önce bir tarih turu yapmamız gerekiyor. Yahudiliğin nasıl doğduğunu, ekonomi-politik tarihin içinden okuyarak, yahudiliğin kendisine, oradan insanlığa, dinselliğe, dinsizliğe, kapitalizme, İsrail'e, Amerikaya, İngiltere'ye...geleceğiz.
Önce, Teolojinin Jeopolitiği-Allah-vatan-Özgürlük isimli çalışmamızdan (İst, 2005) kısa bir tarih turu atalım:


"TEOLOJİNİN JEOPOLİTİĞİ: DİNLERİN DOĞUŞU"
Elimizdeki veriler ışığında baktığımızda, tevhid peygamberlerinin ortaya çıktığı devirlerde devletlerarası çatışmaların doruğa çıkıp halkların yorulduğu ve genel bir bunalım devrinin yaşandığı görülür.

Nuh,( tahminen M.Ö. 3200-2700 arası) büyük tufan sonrası yeniden tarımsal düzenin inşa dönemidir. Sümer metinlerinde Ziusudra, Akad-Babil Gılgamış destanında Utnapiştim olarak geçen Hz. Nuh, adeta ikinci Adem olarak tufan sonrası insan türünün yeniden gelişmesi ve insanlaşma sürecinin devamı için ikinci ata konumundadır.

Hz. İbrahim, Akad-Babil-Elam savaşlarının bütün bölgeyi yorduğu zamanda çıkmıştır. (M.Ö 2000 civarı) Kuranı Kerimde İbrahim kıssası, Hz. İbrahim'in sırayla güneş, ay ve yıldız tanrısallığını reddedişini anlatır. Yani Sümer, Elam, Babil ve Akad'ın bozulmuşluğunu simgeleyen bu pagan dinlerin üzerinden eski düzen reddedilmekte, yeni bir dünya kurma çağrısı yapılmaktadır.
Hz. İbrahim, Babil'in Ur şehrinden çıkarak Harran, Filistin, Mısır ve Arabistan'ı dolaşır. Dönemin jeopolitik dengesi,Elam/ Babil/Akad/ Yani Mezopotamya ile Mısır imparatorlukları arasındadır. Hz.İbrahim, tüm iç ve dış çatışmalara karşı tevhidci birlik ve barışı temsil eder. İbrahim'in tevhid mesajı, Elam-Akad ve Hitit-Mısır savaşları sonrası kurulan yeni Babil'de Hammurabi yasalarının temsil ettiği düzene renk verir. Ancak bölgesel düzeni kurmada başarısız olur. Bölge büyük Kassit halklarının göçüyle alt üst olmuştur. Yeni Babil, Kassit hanedanlığının egemenliğine girer.

Hz. Musa, (M.Ö. 1300'lü yıllar), Mısırda Hiksos'ların yani -bir rivayete göre kuzeyden, Kafkaslardan gelen yabancı istilacıların-egemen olduğu dönemde sahneye çıkar. Musa, İbrahimî mesajın dönemin en büyük devletlerinden birinde yeniden dirilmesini ifade eder. Antik Mısır, Nil'in çocuğudur. Afrika, Akdeniz ve Mezopotamya'nın sentezidir. Hind ve Afrika kaynaklı animizm ile Mezopotamya paganizmi, Mısır teolojisinin kaynağıdır. Mısır aynı zamanda batı Anadolu ve Yunan'ın da kaynağıdır. Yunan uygarlığı olarak anlatılan hemen bütün felsefi ve mitolojik birikim, Mısır (ayrıca Finike, İran ve Hind) kökenlidir. Yunan site devletleri, ilk başlarda (M.Ö.1300-400 lü yıllar arasında) birer Mısır kolonisidir. Mısır, İbrahimi mesajla tanıştıktan sonra dönem dönem tektanrılı teolojinin egemenliğine girmiştir. Firavun Akhenaton-muhtemelen Hz. Yusuf dönemi-güneş tanrılı panteonu değiştirerek tek tanrıcılığı resmi din yapmıştır. Hz. Musa, işte bu dönemden kalan mesajın yeniden diriltilmesini ifade eder.
Mısır, tanrı kral ve kutsal rahip devlet sisteminin özgün bir örneğidir. Mısır rahipleri, kelimenin tam anlamıyla birer bilim adamı ve teknokratlardır. Yani Mısır, bugünkü manada bir teknokrat devletidir. İnşaat ve sulama sistemi üzerine oturan teknik, Mısır dininin özüdür. Hermes olarak bilinen İdris peygamber, Mısırdaki felsefi bilim geleneğinin kurucusu olarak bilinir. (Muhtemelen bundan bin yıl sonra bugünkü egemen kapitalist ekonomi dili, teolojiye dönüşecek ve ekonomistler de o zamanın rahipleri-büyücüler ya da din adamları olacaktır. Eski Mısırda rahipler, bilinen manada din adamı değil, tamda kendi zamanlarının teknokratlarıdır. Ancak, teknik bilgiyi halka ezoterik-tanrısal bilgi gibi sunarak karizma yaratmış ve kurumsal bir dinsel geleneği sürdürmüşlerdir. Tıpkı İran ve Babil de olduğu gibi)
Hz. Musa'nın isyanı, işte bu güçlü ve gelişmiş uygarlığın bozulma devresine tekabül eder. Firavunların zalimleştiği, rahiplerin halkı sömürdüğü, savaşçıların da bunların sopasına dönüştüğü bir zamanda Musa, Mısır halkını ayaklandırmış ve tevhidin hürriyete çağıran içeriğini öne çıkartarak Firavuna meydan okumuştur. Ne var ki Musa devrimi başarısız olmuş ve Mısır halkının bir bölümü ile birlikte Musa, Filistin'e hicret etmek zorunda kalmıştır. Hz. Musa'nın isyan ettiği tarihlerde Mısır ile Hitit arasında özellikle Filistin-Lübnan bölgesini paylaşmaya dönük savaşlar sürmektedir. Ve muhtemelen Hz. Musa hicret ettiğinde, Filistin bölgesi, Hitit kontrolündedir. Tarihen somut veriler henüz elde olmamasına rağmen, Firavun'un Hz. Musa hareketine dönük sert tutumu, tevhidi mesajın düzeni sarsan içeriğinin ve etkisinin yanında onu Hitit destekli bir isyanın lideri olarak görmüş olma ihtimalinden kaynaklanmış olabilir.

Hz. Davut ve Süleyman, Filistin'e gelen Musa bağlılarının ardılı olan toplumun önderleridir. Kurdukları krallık, zamanın en kritik ticaret yolunun tam ortasında, Kudüs-Lübnan hattındadır ve Mezopotamya ile Akdeniz (Mısır) arasındaki barışı temsil ederler. (M.Ö. 1000-800 arası) Süleyman krallığı, İbrahim'le Musa'nın mesajını en iyi algılamış ve devlet siyasetine dönüştürmüş iki sembol isimdir. Süleyman krallığı, o dönemin en önemli çatışma noktası olan, yani ticaret yollarının denetim merkezindeki, Akdeniz, Kızıldeniz ve Fırat havzasının kavşak noktası olan Kudüs'te, Mısır- Babil ve Hitit arasında denge oluşturmuştur. Süleyman'ın ihtişamı, yani balıklar ve kuşlardan karınca ve cinlere kadar her şeyi yönetmesi, esasen dönemin birbirine yabancı ve düşman devletleri arasında oynadığı barışçı rolü ifade eder. Balık ve su, denizcilerdir (Finikeliler), cinler Babilliler (astrolog-büyücü), karıncalar Yemenliler, kuşlar Hitit (sembolü kartal) ve Mısırdır (sembolü atmaca-horus).

Süleyman ölünce krallık dağılır. Kuzey bölgesi, Hitit- Babil etkisine girer. Güney ise Mısır yörüngesi olur. Hititlerin yerine geçen Asurlular sahneye çıkınca, bölgeyi istila ederler. Asur çağı, (takriben M.Ö. 1000-600), bölgede dengelerin yeniden kurulduğu ve eski düzenin yıkıldığı çağdır. Asur, sert ve kanlı savaşçılığı ile diplomatik ve tüccar karakteri bir arada barındıran ilginç bir devlettir. Babil'le çatışır. Babil'i ele geçirir. Ve Basra körfezinden Akdeniz ve Kızıldeniz'e kadar tüm kritik ticaret kavşaklarını kontrol altına alır. Mısır etkisindeki Filistin'i de istila eder. M.Ö. 600'lü yıllardaki bu ilk istila sonrasında bölgenin ticaret tekelini elinde tutan bezirganları Babil'e sürer. (O tarihlerde henüz bir Yahudi kavmi yoktur. Asur'un sürgüne gönderdiği kişiler muhtemelen Finike'nin ticaret tekelini yöneten arami-kenani kökenli karışık topluluklardır. Bu topluluklardan bazıları-yahudi kaynaklar çok azı diyor-, Persler sayesinde geri filistine dönerler, Bunlar sonradan Tevrat yazımı ile birlikte Yahudi kimliğini de icat etmişlerdir. (Yahudi denilen topluluk bugünkü gibi o zamanda homojen bir etnos değildir. Üst sınıfları Finike bölgesine yerleşmiş karışık kökenli zengin tüccarlardır, orta ve alt sınıfları ise perslerle bölgeye gelen Hint ve İran kökenli dağınık kabilelerdir.)

Yüz yıl sonra (M.Ö. 570) bu sürgün tekrarlanır. Ünlü Babil sürgünü, aslında bir nüfus transferidir. Asur'la işbirliği yapmayan tüccarlar, Babil'e aktarılarak enterne edilmiştir. Ünlü Babil sürgünü, esasen Asurlularca icra edilmiş bir mali oligarşi tasfiyesidir. İşte bu mali oligarşi, sonradan kendine bir tarih icad ederek Yahudi kavmi adını almıştır.

M.Ö. 600 sonlarında Medler sahneye çıkar. İran'dan gelen bu savaşçı topluluk, Babil ve Mısırla işbirliği yaparak Asur'u yıkar. Med'lerin ardından Persler sahneye çıkar. İşte tam bu yüzyıl, yani M.Ö. 600-500 arası, neredeyse o zamanki uygar dünyada zincirleme bir teolojik ve jeopolitik devrim yüzyılıdır. Doğu'da, Zerdüşt, Buddha, Tao, Konfüçyüs, Batıda, Sokrates, Platon, Aristo ve bir çok felsefe akımı bu yüzyılda ortaya çıkar.

Doğu, yani Mezopotamya-Akdeniz havzasının doğusu ilk defa kendi teoloji ve jeopolitiğini üretir. Taoculuk (Lao Tse öğretisi) ve Konfüçyüs, Çin'deki yabancı istilalara karşı Çin'in içe kapanması ve düzen kurmasını simgeler. Çin bu öğretilerinde ifade ettiği bir biçimde tarihte uykuya dalar. Taoculuk ve Konfüçyüs öğretileri, geleneğin kutsandığı katı bir muhafazakarlık ve içe kapanmayı teolojileştirmiştir. Çin, 20. yüzyılda Mao devrimiyle uyanmıştır.

Buddha ve Zerdüşt, Hind'in doğu ve batısının Hind'den kopuşudur. Budizm, Hind'in doğusunu, Zerdüştlük batısını yani İran'ı Hind kıtasından ayırır. (Kadim Hind, bugünkü kuzey İran, Afganistan, Pakistan, Hazar kıyıları, ve batı Çin'e kadar olan bölgeyi ifade eder) Vedacılık, sağ (Budist) ve sol (Zerdüşt) yorumuyla iki büyük din doğurur. Hindu-Brahman dini ise, Hind muhafazakarlığını, yani ebedi kast sisteminin korunmasını ifade eder.

Hareketli uygarlık havzasına yani Mezopotamya-Akdeniz bölgesine büyük bir hız ve hırsla giren İran, Pers imparatorluğuna dönüşür. Elam, Med, Asur, Hitit, Babil ve Süleyman krallıklarının mirasına konar. Pers'in sahneye çıkışı, Yahudiliğin de sahneye çıkışıdır. Persler, Asur jeopolitiğinin aksini yaparak Asur nefreti ile dolu tüm halkları yanlarına çekerler. Zerdüştlük bu nedenle hızla yayılır. Kadim pagan inançlar zayıflar. Yeni Zerdüşt mezhepler doğar. Bunlardan biri de Yahudiliktir.
JEOPOLİTİĞİN TEOLOJİ ÜRETMESİ :
YAHUDİLİK VE HRİSTİYANLIK
Yahudi bezirgan sınıf, Finike- Arami paganizmini, Babil'de öğrendiği Mezopotamya birikimini ve Zerdüştlüğü sentezleyerek yeni bir din icat eder. Perslerin bu sadık topluluğu, hem ödül olarak hem de sadakat gereği Filistin'e geri yerleştirilir. Ve Filistin bölgesinin kritik ticari imtiyazları, bu Yahudilere teslim edilir. M.Ö 520'lerde bir Pers karakolu olarak İsrail/Yahuda devleti kurulur.(Bu devletin kuzeyine İsrail, Güneyine Yahuda devleti -ya da tersi-dendiğine dair hiç bir tarihi-arkeolojik belge yoktur. batılı tarihçiler Tevrata dayanarak bu iddiayı dile getirir. Bizde ihtiyat payı bırakarak kullanıyoruz. Böyle bir devletin kurulmadığı, sadece Perslerin bölge satraplığı olarak bir idari birimin olabileceğini düşünüyoruz. ) Bölgeye gelen Yahudilerin ilk işi, yerli halkı tehcir etmek olur. Bölgedeki Süleyman krallığının kalıntısı olan Musevi topluluklar katledilir. Samiriler ve Sabiiler, bunların en yaygın olanlarıdır. Birer banker olan Yahudi hahamlar, İran-Babil rahip geleneğinin taklidi halinde örgütlenmiştir. Bunlar, Zerdüşt moğ-Magus(molla) tarzını Babil büyücü (astrolog) ve tefeci rahip tarzıyla sentezleyerek, etkin bir sınıf halinde örgütlenmişlerdir. (Mogus, sonradan M.S. 500'lerde sapkın bir Zerdüşt yorumu olan Sasani Mecusiliğinin de adının kaynağı olmuştur. Mecus, batı dillerine sihir-büyü anlamıyla-Maji- geçmiştir)

Bu rahipler, Tevrat'ı (töre) yazıya geçirmeye koyulurlar. Tevrat (Yani Yahudi Tevrat'ı...Bize göre Musevi tevratı, esasen islam'ın da içerdiği 10 emirdir. yani asıl Tevrat Kuran-ı Kerim gibi bir kitap değil, 10 emre dayalı bir nizamnamedir.Ki bu manada Kuran şahsında aslını korumaktadır), M.Ö 600'lerden M.Ö 100 yıllarına kadar parça parça yazılmıştır, ekleme ve çıkarmalar yapılmıştır. İlk 5 bölümü, eski Ahit, Sümer-babil efsane ve mitleridir. Sonraki bölümleri de sırasıyla Pers, Finike ve Mısır efsaneleridir. Cennet, cehennem, kıyamet, Mesih, melek mitleri, Sümer-Babil'den ve Zerdüştlük'ten alınmadır.Yani Tevrat, Yahudilerin ekonomik ve politik çıkarlarının süzgecinden geçirilmiş bir bölge tarihi gibidir. Yahudilik, Filistin'de tutunmak için, Süleyman krallığının mirasını üstlenir. Süleyman tapınağına sahip çıkar. Perslerin yardımıyla tapınağı tekrar inşa eder. İbrahim'i geleneğin tek tanrıya inananların kurtulacağı, yani manevi olarak insanlaşacağı ve tanrının rızasını kazanacağı inancı, Yahudi hahamlar tarafından seçilmiş millet inancına dönüştürülür. Arzı mevud - vaad edilmiş topraklar inancı ise Perslerin Yahudilere onları bölge karakolu olarak kullanma karşılığı verdiği bir sözdür. (Bu olayın aynısı, 20. yüzyılda İngiltere-ABD güçleri tarafından taklit edilmiş, İsrail devleti tekrar ve neredeyse eskinin aynen tekrarı şeklinde kurulmuştur.)

Bölgedeki orijinal Musevi cemaatlerden öğrenilen Musevi inançlar ve Mısır efsaneleri ve Musa, Yakup, Yusuf, Davut ,Süleyman öyküleri, kendi tarihleri imiş gibi kayda geçirilir. Aslında bu kayda geçiş, önceleri düşman topluluğun anlatımı gibidir. Yani Tevrat'taki peygamber öyküleri aslında açıkça peygamberlere hakaret edildiği, dalga geçildiği ve aşağılandığı ifadelerle doludur. Örneğin; Abram (İbrahim) karısını Mısır firavununa kardeşim diye yutturmaya kalkar, Lut, kızlarıyla yatar, Yakup kaynatasını aldatır, Davut tanrıyla güreş tutar, Süleyman iflah olmaz bir kadın düşkünüdür, vb..Bu anlatım, bu öykülerin aslında bölge halkının yani Musevilerin inançlarıyla dalga geçmek için yazılarak dağıtılan propaganda broşürlerine benzemektedir. Yahudi tüccarlar, bugünkü kapitalist egemenler gibi, aslında para ve hükmetmek dışında hiçbir şeye inanmazlar ve halkların inançlarına küçümseyerek bakarlar. Ancak zamanla bölgede yerleşip, ticari rantın politik vazgeçilmezlik kazandırdığı görüldükçe, bu metinler sürekli tashih edile edile en son Yahudilerin tarihiymiş gibi kodifiye edilmiştir. Artık Yahudiler, neredeyse tüm insanlık tarihinin, tüm uygarlık tarihinin, tüm Mezopotamya-Akdeniz havzası birikiminin ve Zerdüştlükten sonra moda olan tevhidciliğin merkezi, sahibi haline gelmiştir!. Oysa ne tevhidle alakaları vardır, (M.Ö 100'lere kadar bir kısmı Mammon denen altın ve güç tanrısına, daha alt sınıflar ise Yahve denilen bir volkan cinine- ki yahve farsça 'ya huve', Yahuda ise 'Ya huda' olarak okunursa pers-Zerdüşt bağlantısı için ilginç bir yorumlama yapılabilir- bir kısmı ise Elohime yani Baal-Marduk-Adonai gibi isimleri olan Arami tanrılarına tapıyorlardı), ne Musevilikle ne de Yakup'la bir alakaları yoktur..İsrael isminin manası muğlaktır. Yahudi tarihçiler 'Allahla (El, ilah demektir) yürüyen ya da güreşen' manası vermiştir. Bize göre, 'İsrail' ifadesinin Yahudileri tarih sahnesine Perslerle anlaşarak çıkaran lider olan Ezra' ile alakalı (Ezrayil)bir niteleme olma ihtimali bulunmaktadır.. Tevrat'ın Ezra ile ilgili bölümleri onun perslerle ilişkili rolünü gayet açık anlatır.
Yahudiler, Perslerin sunduğu imkanlar sayesinde 400 yıl içinde bir din ve millet inşa etmişlerdir. Mesela İbranice esasen bölgedeki egemen dil olan Aramice ile Akadca'nın karması bir dildir. İbranice, Akad şiveli Aramice'dir. Ve sadece hahamlar, yani Babil'den gelenler konuşur, normal halk ise Aramice konuşur. Akadca o dönemde İran'ın yaygın dilidir.
Yahudilerin Kudüs sevdası ise tamamen kadim Kudüs'ün ticari ve stratejik konumundan kaynaklanır. Ki bu sevda, 19. yüzyıl sonu siyonist harekete kadar Yahudi topluluklarında Kudüs kenti için değil, ideal bir yahudi ülkesi manasında geçerliydi.(Ortaçağ'da en yaygın yahudi duası: 'gelecek yıl yeruşaleym'de' diye başlardı.) Alman ve İngiliz emperyalistlerinin 20. yüzyıl petrol bölgelerinin keşfiyle birlikte bölgeye bir plantasyon yerleştirmek maksadıyla desteklediği siyonist hareket, bu hayali ülke ismini Kudüs şehri'ni ifade için kullanmaya başlamıştır.Oysa 20. yüzyıl başında filistin'de 30 bin civarında Yahudi yaşamaktadır.Ve dünya Yahudiliği için Kudüs böyle bir önem taşımamaktadır.

İran kolonisi olan İsrail/Yahuda krallığı, M.Ö. 300'lerdeki İskender istilasına kadar egemen olur. İskender istilası ile Yahudiler doğucular ve batıcılar halinde ikiye bölünür. Doğucu Yahudiler Pers çizgisini sürdürür. Batıcı Yahudiler, bölgeye egemen olan bu yeni helenik güçle işbirliği yapar. İskender'in komutanı olan Ptolemenin egemenliğini tanırlar. M.Ö 270'lerde Tevrat Yunanca'ya çevrilir. Mısır merkezli yeni bir Yahudi yorumu gelişir. Sonradan torah, mişna ve kabala şeklindeki Tevrat yorumlarının kaynağı bu bölünmedir. Helen etkisi, Yahudilerin bir kısmını Roma ile işbirliğine kadar getirir. M.Ö 140'lardaki Makkabeler isyanı, Roma'ya olduğu kadar işte bu işbirlikçi Yahudi gruba karşı da Bölgedeki Musevilerin ortak isyanı gibidir. Bu isyan, İsa'nın çıkışına kadar Musevilerle Yahudiler arasında bir çok kanlı çatışmayı da tetiklemiştir. Ferisiler denilen ekol(Ki ilk persli Ezra'dan kalma bir niteleme gibidir bu isim, ferisi-Persi. Bunlar yükselen güce yaslanarak var olma alışkanlıkları gereği, yükselen Roma ile ilk işbirliğine giren gruptur.), Roma orduları İran etkisindeki Kudüs'ü yıktığı sırada yol göstericilik ve ajanlık yapar. M.Ö. 40'larda işte bu ferisiler Kudüs'e yerleştirilir ve Roma idaresinin imtiyazları verilir. Hz.İsa, gerçek Musevilerin, yani Samiri, Sabii, Esseni, Nasıri ve vaftizci Yahya mezhepleri olarak tanımlanan cemaatlerin devamı olarak sahneye çıkar. Yahudiler, İsa'nın yeni bir Pers destekli Musevi ayaklanması çıkartacağı söylentisi ve korkusu yayarak, Roma valisini kışkırtırlar. Ancak, Roma ile işbirliği yanlısı Yahudi ekolden Pavlus, İsa mesajını Romalılara uygun hale getirerek anlatmaya koyulur. Roma, uzun süre, Pers yörüngesinde olarak gördüğü Musevi tevhidci akımlara karşı zalimane davranır. Anadolu'da, Filistin'de, Irakta çıkan bir çok ayaklanma, gerçektende o dönem İran'da iktidarı ele geçirmiş olan Sasaniler tarafından desteklenir. Bölgede giderek İran-Roma çelişkisi gelişir ve iki jeopolitik kutup, bölgenin tüm kadim çatışma geleneğinin mirasçısı olarak İslam fetihlerine kadar savaşır.

Hıristiyanlığın Roma'da kabulü (M.S.313), İran-Roma savaşlarının Roma lehine döndüğü ve kuzeydeki barbar saldırıları ve göçlerinin Roma'yı ele geçirmek üzere olduğu bir zamana denk gelir. Roma, adeta İran'ın elinden bu silahı alır ve resmi din yaparak hem bölgedeki halkı kendine bağlar, hem de barbar Germen kabilelerin kültürüne karşı direnecek bir zırh edinir. Roma Hıristiyanlaştıktan sonra daha da güçlenmiş ve İran bu tarihten sonra bölgede etkisini kaybederek bugünkü sınırlarına çekilmiştir. Pers istilasının sonucu Sparta Platonizmidir. İskender sonrası Aristo, Mısır-Yunan'ın buna cevabıdır. Hristiyanlık, Aristo ile Pavluscu Hristiyanlık sentezi üzerinden bölgede İran etkisini kırar.

Jeopolitik gözle bakıldığında Yahudilik olarak bilinen topluluğun tarih sahnesine çıkışı Pers derin siyasetinin bir sonucudur. Yahudilik, teolojik olarak Zerdüştlükle Museviliğin sentezidir. Babil ve Finike inançları da bu sentezde yer almıştır. Ancak asıl baskın inanç, Pers jeopolitiğinin bu topluluğa yüklediği misyondur. Yani seçilmiş millet olma narsizmi, Arz-ı mevud vaadi ve azınlık imtiyazcılığı..Bugün dahi Yahudiliği ayakta tutan tek tanrıcılık ya da yoksul Yahudilerin ısrarla sürdürmeye çalıştığı Şeriat (Yani Babil Hammurabi yasaları, Zerdüşt ve Musevi ahlakçılığı ve geleneklerinin sentezi) değil, işte bu jeopolitik kaynaklı Yahudi asabiyesidir. Bu topluluğun tarih boyunca yaşadığı tüm diasporalar, tehcir ve katliamlar, esasen bu jeopolitik kullanım değerinden kaynaklanmaktadır. Asur'un ve Roma'nın antik dönemde yaptığı sürgün de, Katolik dünyanın ortaçağ ve 20.yüzyılda yaptığı baskı ve katliamlar da, esasen inanç çatışmasından çok Yahudi topluluğun seçtiği müttefiğin rakipleri tarafından kendilerinin kolay bir düşman konumuna düşmelerinden beslenmiştir. Roma'da, Katolik kilisesi de, Hitler de, rakiplerine vurmadan önce bir tür arazi temizliği yapmak istemiş ve rakiplerinin kritik misyon yüklediği (yani ticaret ve finans işlerini teslim ettiği) bu toplulukları tasfiye ederek savaşı başlatmıştır. Ortaçağ Avrupa'sında Endülüs'ün (Kilisenin asıl düşmanının) yok edilmesi, Endülüs tüccarı olan Yahudilerin tasfiyesini de zorunlu kılmıştır. '20. yüzyılda Hitler, aynı tasfiyeyi asıl düşmanı olan İngiltere ve Rusya ile savaşa tutuşmadan önce yapmıştır. Yahudiler, bugünde çoğunlukla Anglo-Sakson gücün müttefiği durumundadır. Ve olasıdır ki, bu güç inişe geçtiği zaman yani Anglo- Saksonlar yenilirken, onları yenen gücün ilk hedefi yine Yahudiler olacaktır. En azından tarih bunu böyle göstermektedir.

Benzer şekilde Hıristiyanlığın Roma ile ilişkisi de jeopolitik bir hadisedir. Esasen Aziz Pavlus (Paul)un kodifiye ettiği Hıristiyanlıkla, Hz. İsa'nın İbrahimi-tevhidi mesajı aynı değildir. Pavlus, Yahudi topluluğun Roma ile işbirliği yapan kanadından bir görevlidir. M.Ö 520'lerde Pers kralı II.Kyros'un Yahudileri Filistin'e yerleştirmesiyle başlayan Hezeikel-Ezra dönemi tarihsel Yahudi uyanışına benzer bir şekilde, Pavlus'ta, yeni yükselen Roma ile işbirliği içinde İseviliği Roma'ya götürerek ikinci bir Hezeikel ya da Ezra olmaya niyetlenmiş gibidir. Yani aynı jeopolitik güdü ile ama bu kez inişe geçen Persler yerine yükselen Romalılarla işbirliği yaparak tarih sahnesinde kalma çabası, Pavlus'ta açığa çıkmıştır. Ne var ki, dönemin Roma'sı, gerek iç karışıklıklar gerekse güneyde Kartaca, kuzeyde ise Germanik barbar akınları ile boğuşmaktadır ve bu mesajı algılaması için 200 yüzyıl beklenecektir. Bu iki yüz yıl boyunca İsevilerin Roma ile savaşında Sasani desteği söz konusudur. Ancak, Romanın Hıristiyanlıkla mücadele adı altında sürekli Anadolu ve Filistin'de asker bulundurduğu, bölgede İran sınırına kadar hareket kabiliyeti geliştirdiği göz önüne alınırsa, Hıristiyan direnişinin Sasani'lerden çok Romalıların işine yaradığı söylenebilir. İşte bu sürecin sonundadır ki, Roma askeri zulmü altında inleyen bölge halklarının doruğa çıkan isyanı ve bir tepki olarak Hıristiyanlaşması sonucunda, İmparator Konstantin zamanında Roma aristokrasisi hayati bir karar vererek, istemeyerekte olsa kadim pagan geleneği terk edip, Hıristiyanlığı benimsemiştir. Bu hamle, Roma derin iradesi adına, tükenmekte olan imparatorluğa yeni bir ruh kazandırmış ve kilise ile sembolize edilen bu ruh, Roma bölündükten sonra dahi Roma'yı toparlayan, yaşatan ve güçlendiren bir rol oynamıştır. Kilise, artık yoksulların dayanışma ve direnme evi değil, derin Roma'nın yedek örgütüdür.

Hıristiyanlık ismiyle İznik (M.S. 313), Kadıköy (M.S. 383) konsüllerinde kodifiye edilen inanç biçimi, esasen Mısır-Yunan kaynaklı Roma paganizminin tek tanrıcılık formu içinde reforme edilişidir. Yahudiliğin Musevi form içinde şekillenişi gibi, Hıristiyanlıkta İsevi form içinde şekillenmiştir. Yahudilik Pers jeopolitiğinin, Hıristiyanlıkta ona hem cevap hem de taklit hüviyetinde Roma jeopolitiğinin teolojiyi üretme ve yönetme biçimidir. Tek tanrıcılık ya da İsevi tevhidi gelenek, bu jeopolitik saptırmalardan sonra dağlara, çöllere çekilmiş, Filistin'de Esseniler-Nasıriler, Anadolu'da orijinal İseviler, Arabistan'da Hanifler, İran'da Maniciler olarak, İslam'ın doğuşuna kadar kapalı cemaatler halinde yaşamıştır.

Bu arada, M.S. 2. yüzyılda ortaya çıkan Manicilik, İranlı bir aristokratın oğlu olan Mani şahsında, Zerdüştlükle İseviliğin sentezini denemiştir. Bir dönem hayli yaygınlaşan bu inanç, hem Roma'nın ve Kilisenin sert tedbirleri hem de Sasani devletinin yeni kralının basiretsiz siyaseti nedeniyle kanlı bir şekilde tasfiye edilmiştir. Maniciliğin bu iki jeopolitik tarafından tasfiyesi, adeta soğuk savaş döneminde ABD-Rusya muvazaalı savaşının sürmesinin her iki tarafın dünyayı paylaşmasını sağladığı gibi, İran ve Roma'nın karşılıklı savaş pozisyonunda denge kurduğu bir dönemde bu dengeyi bozma teşebbüsü olarak algılanmış gibidir. Manicilik, İran'dan Hind, Afganistan ve Orta Asya'ya sürülmüş ve bir dönem Uygur Türk devletinin resmi dini olmuştur. Roma'dan ise önce Bulgaristan'a, oradan Bosna Hersek ve Güney Fransa kıyılarına kadar dağılmış Kathar-Bogomil mezhebi olarak varlığını sürdürmüştür. M.S. 8. yüzyılda Anadolu'da ortaya çıkan Ermeni Paflikyan mezhebinin de maniciliği Anadolu'daki kalıntısı olduğu ileri sürülmektedir. Paflikyanlar, uzun süre Bizans'a karşı isyan etmiş ve Anadolu'nun Bizans egemenliğinden koparak Arap ve Türk akıncıların kolayca yerleşmesinde bir tür psikolojik öncü rolü oynamışlardır. İşte bu Ermeni Anadolu Hıristiyanlığı, İslam orduları geldiğinde Bizans'tan değil, Müslümanlardan yana tavır almış, ve sonrada bir çoğu gönüllü bir şekilde Müslümanlaşmışlardır.

Katharlar ise, Katolik engizisyonun ilk kurbanlarıdır. Topluca yakılma ve vahşi işkencelerle katledilme sonucu Hıristiyanlıktan tamamen kopmuşlar ve zaman içinde tasfiye olmuşlardır. Bosna hersek bölgesindeki Kathar-Bogomil kalıntıları ise, Osmanlının bölgeye gelişiyle birlikte Müslümanlaşmıştır. Yani, bugünkü Bosna Müslümanlarının Hristiyan nefretine muhatap oluşunun İslam olmaları dışında tarihsel nedenleri de vardır.

Teolojinin, İran-Roma çelişkisi ekseninde bu kullanımı, modern çağda ideolojilerin doğu ve batı arasında kullanımının da kaynağıdır. Özellikle 20. yüzyıldaki soğuk savaş dönemi, bu karşılıklı kullanımın doruğu olmuştur. Sosyalizm, milliyetçilik, İslamcılık, tıpkı tevhid dinleri gibi başka amaçlar ve içeriklerle doğmuş, ama zamanla devletlerin siyaset aracına dönüşmüştür. Daha doğrusu, kadim jeopolitik, yani İran-Roma çelişkisinin yansıttığı imparatorluk düzenleri, modern çağda da devam etmektedir. Rusya'nın çökmesinden sonra ihtimaldir ki Çin tarafından oluşacak yeni bir doğu gücü ile batıdaki güçlerin çelişkisine dayalı dünya düzeni kendini yeniden kurgulayacaktır. İşte bu zalimane jeopolitik geleneğin ilk nüvesi, yani tarihsel jeopolitiğin laboratuarı, Mezopotamya-Akdeniz havzasıdır. Buranın tarihi, hala insanlığın tarihidir. Ve burada doğan uygarlık diyalektiği, tarihin motoru olmaya devam etmektedir. Adeta bir 'ilk hareket ettiren hareket' hüviyetindeki Mezopotamya-Akdeniz havzası diyalektiği, suya atılan bir taşın giderek genişleyen halkaları gibi, zaman ve mekan içinde genişleyerek ve büyüyerek tüm insanlığı saran bir tarih olarak devam etmektedir. " (Devam edecek)
ahmetozcan1@yahoo.com

YAHUDİLİK NEDİR-II

Ahmet Özcan
Ahmet Özcan
YAHUDİLİK NEDİR-II
Yahudilik nedir?’e, ‘Yahudilik, Yahudi Brahman, kşatriya ve racaların yani Yahudi üst kast sınıfın suçortaklığı örgütüdür, diyebiliriz.
YAHUDİLİK NEDİR-II
Önceki makalemizde, Yahudiliğin bir inanç olarak Zerdüştlüğün bozulmuş bir mezhebi olduğunu ileri sürmüştük. Bu savımızı,Yahudilerin tarih sahnesine bir topluluk olarak ilk defa çıkışlarına dayandırıyoruz. Ama bunun için politik ve teolojik tarihi farklı bir şema ve sistematik içinde yeniden okumamız gerekir. Bu bağlamda, tarihsel okuma biçimizi ve modern batılı tarih tezlerinin eleştirisini yaptıktan sonra, yahudilik tanımına geleceğiz: İran-Roma diyalektiği
Persler, M.Ö 6. yüzyılda, Asurluları yenerek bölgeye hakim olmuştur. Daha sonra Mısır'ı ve Mısır kolonileri olan Anadolu ve Yunan kentlerini de ele geçirmişlerdir. M.Ö. 300'lere, yani bu işgale bir cevap olarak Mısır tarafından organize edilen Büyük İskender seferine kadar bölgede tek hakim güç olan Persler, Babil ve Mısır'la tanışarak, Zerdüştlüğü icad ettiler. Zerdüşt-Zarasudra/Hürmüz-muhtemelen İbrahimi inanca sahip bir Babil rahibiydi. Ve bu inancı İran'a taşıyarak kuzeydeki istilacılar karşısında zayıf durumda olan İrani halkların dirilişine vesile olmuştu. Zerdüşt inancı, Alemin mutlak tanrısının, Ahura mazda isimli bir baş melek-iyilik- (Babil mitolojisinde tanrının yarattığı ve dünyayı yaratması için görevlendirdiği yaratıcı melek-Demiorg) ile kötülük-karanlık tanrısı Ehrimen(Şeytan) arasındaki savaşın 'iyilik' lehine sonuçlanmasını ister. Dünya bu savaşın arenasıdır. İnsanlar, saflarını seçerek kıyamet öncesi gelecek şeoşyand (Mesih) zamanına kadar savaşacaklardır. Kıyametten sonra İyiler, cinvat köprüsünden (Sırat köprüsü) geçerek cennete, kötüler ise sonsuz karanlık alem olan cehenneme gidecek, alemdeki kaos böylece son bulacaktır.
Zerdüştlük Pers aristokrasinin resmi inancına dönüşünce, her dinin başına geldiği gibi, dönemin ekonomi-politik koşullarına uygun olarak kodifiye edilmiş, özellikle İran'ın baş düşmanı Turan'ın (Dağların ötesindeki ülke demektir) yani Hindistan'ın üst kast sınıfının İran üzerindeki tasallutuna reddiye biçimini almıştır.

Hind dini, Vedacılık (Veda Hikmet, ilahi bilgi demektir), varlığın birliği ve birlik içinde çokluk ilkesine dayanır. Hind üst kastı, alt kastları egemenliği altında tutmak için çokluğu hiyerarşik bir düzene sokmuş ve bunu teolojilerştirmiştir. Vedacılığın ilk hali, Babil-İbrahim- tevhidciliğinden izler taşır. Hind kast sisteminde, en üstte Brahmanlar (din adamları) ve Raca'lar(Soylular), sonra Kşatriyalar (savaşçılar-yöneticiler), sonra çiftçiler, sonra zanaattkarlar ve tüccarlar vardır. En altta ise hiç bir değeri olmayan halk-köleler (dravidler-paryalar) bulunur. Baş tanrı en tepedeki Brahman ve Racaların tanrısı Mithra ve yardımcısı Varuna'nın birleşmiş hali, Varunamithra'dır.Kaynağı Ageni-ateş'tir. Dravidlerin tanrısı ise Ahura'dır.Kötülük, düşkünlük demektir.

Zerdüştlüklük, Hind üst kastlarının zulmünden kaçan kölelerin yerleştiği İran'ın dönüp Hind'e meydan okumasıdır. Ahura, baş tanrı yapılır ve geri kalan tüm tanrılar reddedilir. Mithra kültürüne savaş açılır. Tapınakları yok edilir. Sadece Ehrimen (Spanta manyu) bütün Hind'i temsilen kötülük tanrısı, baş düşman yapılır.Zerdüştlük sayesinde İranlılar, milli bir kimlik edinir ve Zerdüştlüğün en önemli sosyal emri olan çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşarak yerleşik hayata geçerler. Zerdüşt inancı, resmi din haline dönüştükçe, tamamen politik bir içerik kazanır. Hind'e duyulan nefret, iki gerçeklik fikrini, mutlak iyi ve kötünün ezeli savaşı şeklinde bir düalizm üretir. Mutlak bir olan tanrı inancı zamanla kaybolur, Ahuramazda- Ehrimen'den oluşan iki tanrılı bir sisteme dönüşür. İran, Ahura mazda'nın, İran'ın düşmanları ise Ehrimen'in askerleridir. Her iki tanrının altışar yardımcısı-melekleri- vardır. Böylece antik dünyanın Babil kozmolojisindeki 7 gezegen sistemi, Zerdüştlüğün 7'li teolojik sistemine dönüşür. (Yahudiliğin 7 kollu şamdanı, buradan gelmedir) Eldeki verilere göre, aynı tarihlerde (M. Ö. 7-6.Yüzyıllar)Hind'in doğusunda Budha, daha doğuda Lao Tse sahneye çıkmıştır. Adeta büyük Hind iç savaşı doğuda ve batıda yeni dinler ve siyasal birimler doğurmuştur.

Hemen belirtelim, Hindistan'ı uygarlık merkezi gören tezlere şüpheyle yaklaşmak gerekir. Hind, tarihin erken devirlerinden beridir bir tür nüfus deposu gibidir. Sonsuz çeşitlilikte canlılar kadar insan toplulukları da üremiştir. Bu nüfus sürekli dışarıya ihraç edilir. Antik Hind, bugünkü Çinin batısından İran,Afganistan, ortaasya ve kafkasların bir bölümüne kadar olan büyük Asya demektir. Hind'in iç savaşları, dışarıya nüfus transferinin kaynağıdır.
Hind alt kıtası Afrika kökenlidir. Bunlar sayesinde kıtaya gelen İbrahimi inançlar bir süre sonra Vedacılık olarak Hind üst kastın dini haline dönüşmüştür. Nasıl ki, Romalı alt sınıfların dini İsevilik Roma resmi dinine dönüşerek Hristiyanlık olmuşsa, Yoksul Arapların dini İslam, bir süre sonra Arap eşrafının -Emevilerin- resmi ideolojisine dönüştürülmüşse, aynı kural Vedacılık ve Zerdüştlük için de geçerlidir. Zerdüştlükte Hind paryaların dini olark doğmuş ve İran aristokrasisisnin resmi dinine dönüşmüştür. Her resmi din olma süreci gibi, Zerdüştlükte bir önceki inançlarla karışmış, ve mesela ateş kültü gibi Mitracı adetler zerdüştlüğün alameti farikası haline gelmiştir.

Pers resmi dini olarak Ortadoğuya taşınan bozulmuş Zerdüştük derin izler bırakmıştır. Politik bir güç eşliğinde yayılan her din gibi, Zerdüştlükte, Mısır, Anadolu, Yunan, Irak, Filistin, Yemen, kafkaslar ve kısmen Hindistanda farklı tezahürleriyle yüzyıllar boyu yaşamıştır.

Zerdüştlüğün asli vasfı, düalizmdir;iyi ve kötünün ezeli savaşı. Bu savaş çerçevesinde alemde bir kaos olduğu, bu karşıt kutupların şaoşyand-mesih- gelene kadar savaşacağı, iyiliğin üstünlüğü sayesinde şeytanın yok edilip neden olduğu kaosun kosmosa-düzene- dönüşeceğine inanılır.

Tanrının seçilmiş kavmi yahudiler ve Yahudi olmayanlar (gentile), gentilelerin Yahudilere ya hizmet etmesi veya yok edilmesi, Yahudilerin özel misyonu...Yahudi teolojisinin bu temel inançlarının kaynağı, işte bu düalist Zerdüştlüktür. Bu düalizm, diyalektik, kaos-kosmos ve seçkincilik fikri, Pers istilası boyunca Anadolu ve Yunan'da Platon düşüncesinin de kaynağı olmuştur. Ortaçağ Yahudiliği yeniden yorumlanırken neo-platonculuğa dayanılması tesadüf değildir. Modern çağda, Faşizmin ve bugün Neo-Con'ların yani Hristiyan-siyonistlerin ideolojik kökleri de bu antogonist çatışma, düalizm ve seçkinciliğe dayalı Zerdüşti aryaniliktir.

Okurların, aryan, pers, Zerdüşt ifadelerini bugünün İranıyla özdeşleştirmemesi için hemen belirtelim, bugünkü İran, bu Zerdüşti aryaniliğe en uzak ülkelerden biridir. Her ne kadar Şiiliğin bazı müfrit kolları ve fars aristokrasisinin bir kanadı bu düşünme biçimine yakın olsa da, özellikle İran İslam devriminin yarattığı kültür, Zerdüşti çerçeveden sıyrılma çabası olarak okunabilir. Nasıl ki, bu düşünme biçimi İran'la ve İran tarihiyle alakasız coğrafyalarda, modern Almanya'da ve Amerika'da birer ideolojik güç halinde sahneye çıkabilmiştir, aynı şekilde İran'ın kendisinde de artık etkisiz bir durumdadır. Dolayısı ile, Zerdüştlük ve aryanilik, İran'dan bağımsız birer kavram olarak anlaşılmalıdır. Tabi, bir gün İran antik tarihindeki bir çok faktörden biri olan zerdüşti köklerine dönmediği sürece.

Zerdüşti aryaniliğin yani düalizmin karşıtı, Mısır-Roma'nın düzen teorisidir. Mısır, Nil'in denetlenmesi ve kullanımı için gerekli matematiğin ürünüdür. Kaynağı Babil astronomisi olan bu matematik, Mısır'da dev bentler, piramitler, saraylar inşa ettiren mühendislik bilimini var etmiştir. Mısır, bu matematik düşünce biçimiyle düzen kurma ve onu sürekli kılma çabasına dayalı bir teolojiye dayalıdır. Firavunlarla sembolleşen kadir-i mutlak düzen fikri, Mısır üzerinden Fenike tüccarları kanalıyla Akdeniz kolonileri olan Girit, Mikene, Efes, Bergama, Atina, Sparta gibi Egenin iki yakasındaki İon kentlerine taşınmıştır. İşte Yunan mucizesi diye anlatılanların kaynağı budur. Bütün Yunan filozofları, Ya İran-babil ya da Mısır'da eğitim görmüş veya oralarda eğitilmiş hocalardan ders almıştır. Yunan site devletleri deneyimi, Pers istilası dönemindeki Satraplıklar çağı boyunca gelişmiştir.
Büyük İskender seferi, Mısır siyasal iradesinin örgütlediği ve Aristo gibi, İran etkisindeki Platon'un talebesi olup, Mısır düşüncesi adına onu eleştiren bir düzen filozofunun yönlendirmesiyle bütün Mısır-Yunan-İon kolonilerinin örgütlenerek başlattığı bir Pers karşıtı seferdir. M.Ö. 300'lerdeki bu sefer, İran'ı geri püskürtmüş ve Roma'yı doğurmuştur. İşte bu iki büyük karşılıklı sefer, ki her biri ortalama 300'er yıl etkili olmuştur- sonraki 2300 yıllık tarihin ana motoru olmuştur.

Roma, kaos'a karşı düzen, dualizme karşı çokluk içinde birlik, antogonizme karşı mutlak otorite, çelişkiye karşı hiyerarşidir. Roma, bir tür Akdeniz'de yeniden doğmuş Hind'in İran'dan intikamıdır. Ve İran'ı, yani Zerdüşti aryaniliği düşüncede yenerek düalizmi ve kaos düşüncesini tarihte heretik akımların sığınağı düzeyine indirmiştir. Bu düşünce, 2 bin yıl sonra ilk defa 20. yüzyılda faşizmle, şimdi de Neo-Con küreselciliği ile bir ideolojik akım olmaktan öte, bir siyasal egemenlik şansı yakalamıştır.

Sonuç olarak, Mezopotamya-Akdeniz havzası, İran ve Roma olarak kodladığımız iki farklı düşünce biçimi ve siyasal iradenin çelişkisini üretmiştir. İran, Hind'in zıddı ve tekrarı, Roma, Yunan'ın devamı, Mısır'ın tekrarıdır. Zerdüşti İranilik, Düalizm, Roma ise paganizmdir. Bu şema, binlerce yıllık tarihi anlamamız için gerekli bir basitleştirme, şemalaştırma, agrandize etme ve formüle etme çabasıdır. Şüphesiz başka bir şema ile tarihi okumak ve yorumlamak mümkündür. Ama konu Yahudilik olunca, tarihi Yahudiliğin dışında okuyarak Yahudiliği bir yere koymak şarttır. Aksi halde tarihi yahudice okuyuş, yani tektanrılı dinlerden, uygarlığın yaratılmasına, bilimsel keşiflerden siyasal değişimlere kadar her şeyin altında Yahudi bulan Yahudiler ve anti Yahudilerin sığ kulvarına düşeriz. Bu tarihsel okuma biçimini kavrandıktan sonra Yahudilik ait olduğu düzey ve çapı kadar kendi yerini bulacak ve Yahudicilik ya da anti Yahudicilik yerine, insanlık düzeyinde düşünme ve konuşmak mümkün olacaktır.
Batılı Uygarlık tezleri, yalandır
Tarih, Arkeoloji, antropoloji gibi sosyal bilimler, batılıların sömürgecilik deneyiminin ürünüdür. Fransa'nın Afrika'yı sömürgeleştirmesi süreci, Mısır merkezli uygarlık teorilerini, İngiltere'nin Hindistan'ı sömürgeleştirme süreci ise Hindistan merkezli teorileri doğurmuştur.
16. Yüzyılda doruğa çıkan Avrupanın iç savaşı, Protestanlığın doğuşu, Kilise otoritesinin sarsılması, sömürgeci burjuvazinin Kilise dışı politik arayışlarına paralel olarak Hristiyanlık dışı uygarlık kökenleri aranmasını da sağlamıştı.
Fransız masonluğu, kilise ile kavgasında Endülüs aydınlanmasının bilimci geleneğini Mısır kökenli uygarlık tezleriyle geliştirmiştir. Özellikle 11.-15. yüzyıllar boyunca Akdeniz egemenliği için Endülüs devletleriyle-Kilise arasında süren savaşta, bugün komplo teorilerinin gizemli örgütü olarak sunulan Tampliyeler (Tapınak Şövalyeleri) gibi bir çok tüccar-korsan locası, Endülüs desteğiyle Vatikan'a karşı Akdeniz ticaretini elinde tutmaktaydı. Kilisenin sonradan sapkın ilan ederek, Engizisyonlarda yargıladığı bu tür grupların mensupları, Papa'ya meydan okuyarak siyasal özerkliğini ilan eden Fransa'dan destek bulmuşlardı. Protestanlıkla paralel gelişen bu işbirliği, Fransa'da gelişen burjuvazinin teopolitik kimliğinin masonikleşmesini sağlamıştı. (laiklik denilen formül, bu masonik çabanın vatikan egemenliğine karşı geliştirdiği bir siyaset tekniğidir ve özünde protestan-yahudi dinciliğini katolisizme karşı korumayı amaçlar)
Fransa'nın sömürgecilik için seçtiği Afrika ile kök bağı kurma çabasını da kolaylaştıram Mısır kaynaklı uygarlık tezleri işte bu ekonomi-politik sürecin ürünüdür.
18. Yüzyıl ortalarına kadar Avrupa entelijensiyasının özel ilgi alanı Mısır, teorik bilgilenme kaynağı da Endülüs İslam birikimiydi. İbn Rüst, İbn Sina, Farabi...Latin dillerine çevriliyor, başka isimlerle yayınlanıyordu. Kilise, bu entelektüel saldırıya, politik gerekliliklerin de etkisiyle, Yunan uygarlığı teziyle cevap verdi. Yunan-Roma uygarlığı tezleri, insanlığın bütün bilgi, felsefe ve kültürel köklerinin Yunan kaynaklı olduğunu ileri sürmekteydi. Bunda, Osmanlı'ya karşı ayaklanan Yunanlıların bağımsızlık çabasını destekleme saiki de rol oynuyordu. Sonuçta, Alman düşünürlerin bulduğu Yunan-Roma-Hristiyanlık sentezine dayalı görüşler 1820'lere kadar etkili oldu.

Kıta Avrupası'nda bu iç çekişme sürerken, İngilizlerin Hindistan'keşfi' sürmekteydi. Doğu Hind Kumpanyası ve Alman kökenli İngiliz Kralının ve Alman kralının desteğiyle kurulan Gottingen Üniversitesi, hem Mısır hem de Yunan uygarlık tezlerine karşı, Hindistan kökenli, Hindo-Avrupa uygarlık tezini ortaya attı. Ari ırkın üstünlüğü görüşüne dayalı bu tez, Avrupalıların kökenini Hind-Kafkas topluluklara dayandırıyor, Hind-Avrupa dil grubu uydurmasıyla da kültürel bir süreklilik olduğu masalını ortaya atıyordu.
19. Yüzyıl boyunca egemen olan bu görüş, petrolün keşfi ve öneminin anlaşılmasına paralel olarak, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında, Mezopotamya'nın 'keşfi'yle farklı bir boyut kazandı. Bu defa uygarlığın ilk kökleri Mezopotamya'da 'bulundu'. Ama Hindistan'da hala önemliydi! 20. Yüzyılın ilk yarısı boyunca İngiliz arkeologlar Sümerleri, Almanlar ise Truva ve Hititleri keşfettiler. Ari ırk teorisi temelinde süren bu keşifler, emperyalist amaçların paralelinde iyice geliştirildi. Ve sümerler, Hititler, Hiksoslar, Truvalılar (İonlar), Lidyalılar, Urartular (Ermeniler), Kavimler göçüyle bölgeye sonradan gelip uygarlık kurmuş Ari halklar oluverdi! Yani, Hindistan, Sümer, Babil, Fenike, Mısır, Hitit, Yunan...Ne kadar antik uygarlık varsa, Avrupalıların ataları olan Aryanların eseriydi. Ve Avrupa, aydınlanma ve aydınlatma misyonunu, yani geri kalan ilkel-barbar insanlara uygarlık götürme misyonunu sürdürmekteydi. Bugün kendi çocuklarımıza bile sorgulamadan öğrettiğimiz bu tarih masallarının kaynağı, topraklarımızın paylaşılmasının işte bu şekilde meşrulaştırılması çabasıdır.

Yahudiler, bu tezlere karşı, Mısır teorisine sarıldılar. Yunan'ın kaynağı Mısır'dı, Mısır'ın ise, Fenike. Örtük bir şekilde Fenike'nin Kudüs merkezli Yahudi devletlerinin devamı-parçası olduğu ve bölgedeki tüm uygarlık birikimlerini birbirine taşıma misyonu üstlendiği gerçeğini, kendilerine mal ettiler. Evet, Mısır'ın, Yunan'ında kaynağı olduğu doğruydu, ama Yahudilikle bir alakası yoktu! Bugün Yahudilerin Mısır piramitleriyle bu kadar çok uğraşmalarının bir nedeni, bu teze haklılık kazandıracak malzeme bulma, diğer nedeni de Yusuf ve Musa'nın Yahudi olmadığı, Yahudilerin Mısır'dan çıkış'la alakalarının olmadığı gibi olası bilgilerin başkaları tarafından keşfedilmesini önleme gayretidir. 'Keşif' sadece onlara mahsustur!

Avrupalıların sömürgecilikle yetinmeyip, olmayan köklerini bulma çabasının altında yatan esas saik; üstünlük taslama güdüsüdür. Eksik oldukları noktaya bu aşırı vurgu ve tarihte var olmamaları gerçeğini şiddetli bir var olmuş olma iddiasıyla telafi etme duygusu. Yahudilik işte buradadır. Bizatihi yahudiler de tarihin erken devirlerinde, Pers istilası sayesinde sahneye emperyalizmin kahyası olarak çıkmış ve kendilerine sonradan uydurma bir tarih düzmüştür. Avrupalılar, hep teolojik rakip gördükleri ama Yeni Ahitten önce olduğu için karşısında ezildikleri Eski Ahit (Tevrat) bağlılarının karşısına, onlardan öğrendikleri bir iddia ile çıkmışlardı: seçkin millet.

Yahudiler, Perslerin kahyalığını yaparken, Pers imparatorluğunun Asur-Babil-Mısır uygarlıklarından öğrenerek geliştirdiği asalet ve üstünlük kibrini taklit etmiş, 'seçilmiş kavim' iddiasıyla iç asabiyelerini kurgulamış ve tarihe işte bu güdüyle tutunmuşlardı. Avrupalılar, 2500 yıl sonra, Yahudileri taklit ederek 'seçilmiş', ayrıcalıklı, üstün' olma iddiasını devraldılar.

'Beyaz, batılı, uygar insan' ile 'Tanrının seçtiği üstün millet', kendilerinin dışındaki tüm insanlara bu şekilde hakaret ederek, sömürerek, aşağılayarak ve kendilerine köle kılmaya çalışarak, aralarında yarış halindeler. Bu yarışı ise insanlığa tarih bilimi diye aktarıyorlar.

Gerçek, bunların dışındadır. Perslerden öğrendiklerini iç asabiye dinamikleri haline getirerek tarihe tutunan hind-İran-Ortadoğu tefeci tüccarların ortak ismi olan 'Yahudi' toplulukları ile, eski çağlardan beri uygarlık havzalarının dışında ilkel kabileler halinde yaşayan kelt-Germen-Anlo Sakson kavimleri, soyca olmasa da ruhca akrabadır. Zira, binlerce yıllık insanlık tarihi boyunca, yüzlerce uygarlık kurulmuş yıkılmış, tarih sahnesine bir çok kavim çıkmış, yok olmuştur. Ama, 'Yahudiler' ve batılı barbarlar kadar insanlık düşmanı, kibirli, mustağni ve saldırgan toplulukların başka bir örneği yoktur.

Tabii ki, bunların anlattığı tüm tarih tezleri yalandır. Bütün uygarlık havzalarında haydutlukla yürüttükleri Arkeolojik Kazılardan elde edilen maddi bulguları başkentlerine taşıyıp, istedikleri gibi eğip bükerek, tezlerine uygun malzemeler yapmışlardır. Bu bulguların tercümelerinden de, üzerinde bina ettikleri tezlerden de şüphe etmek gerekir. Tarihi malzemeler, ancak insanlık ailesine mensubiyet şuuruna dayalı teorik çerçeveler dahilinde yorumlanırsa, bir gerçekliğe tekabül eder. Yapmaya çalıştığımız, budur.
Şimdi Yahudilik nedir? Sorusuna bu tarihsel perspektiften bakarak cevaplarımızı verebiliriz:
Yahudilik nedir?
1- Yahudilik, tefeciliğin kullanım ve değişim değeridir
Yahudilik nedir? Sorusuna verilebilecek ilk cevap, 'bu soruyu bize sorduran nedenlerdir', olabilir. Nedir bu nedenler? Güncel olarak süper güç ABD'nin müttefiki, küresel finans-kapitalin önemli bir kısmını yöneten ve kendisini sürekli mağdur ve zalim halinde yeniden üreten bir Yahudi topluluğunun varlığı. Yahudilik, kendisini doğuran ilk saiki, yani yükselen bir politik imperium'a (Perslere) kahyalık karşılığında var olma şansı yakalama yeteneğinin sürdürülülebiliyor oluşudur. Yahudilik, kısaca, bir topluluğun kendisini varolmak için adadığı 'kullanım ve değişim' değeridir.

Tarihte, insan topluluklarının var kalmak için kan bağına (aşiret, kabile) ya da bir toprağa tutunduğu, ancak varlığını sürekli kılma çabası yerine 'öteki' ile karışarak insanlık ailesinin parçası haline dönüştüğünü biliyoruz. Şu veya bu şekilde en ücra coğrafyalarda dahi yaşayan bir topluluk, bir şekilde yüzyüze geldiği başka bir toplulukla ilişkiye geçerek sentezlenir, dönüşür, yenilenir. Bunun iki istisnası vardır. Çingeneler ve Yahudiler.
Çingeneler, Hind kökenli oldukları iddia edilen ve kendi halinde yaşamaktan başka bir iddiaları olmayan, çoğu zamanda kenarda da olsa yaşadıkları toplumla uyum içinde bütünleşebilen topluluklardır.Çingene, ekip biçmez, yerleşmez, üretmez, zanaat, askerlik, siyaset sevmez. Sadece üretenlerden yaşayacak kadar ister.

Yahudileri akraba oldukları çingenelerden ayıran husus, aynı çingene karakterine sahip olmakla birlikte, isteklerini, dışardan baktıkları insan topluluklarının birbiriyle ilişkisinin bir biçimi olan alışverişte aracılık yaparak, yani üretmeden en karlı çıkılan pozisyonda durarak elde etmeyi öğrenmiş olmalarıdır. Yaşadıkları topluma, hatta insanlık ailesine karışma, bütünleşme, ya da bir toprağa aidiyet gibi çabalardan ısrarla uzak durmaları, aksine inatla kendilerine ait bu yabancılık asabiyesini korumaya çalışmaları, işte bu aracılık sırrını sihirli bir varolma yolu, yani fazla çabalamadan başkalarının emeğinden faydalanma tekniğine dönüştürmüş olma hazzından kaynaklanır.. Bu yabanilik, 'seçilmiş kavim' inancıyla ikame edilir, ancak sorun daha farklı bir yerdedir. Seçilmiş kavim inancı da dahil, Yahudiliği var eden temel saik, bu topluluğun ileri gelenlerinin özenle koruduğu 'Torah (Tevrat-Töre) ve Talmud gibi dinsel karizma referansları sayesinde içe dönük kapalı kabile asabiyesini sürdürme ve bu asabiyeyi tarihin her döneminde yükselen güçlere kullanım ve değişim değeri olarak kiralama kabiliyetidir.
Persler sayesinde dönemin zenginlik merkezi Kudüs ve civarının tefecilik tekelini alan Yahudi tüccarlar, bu misyon ve rolü tarih boyunca yükselen her güce kiralamıştır. Fenike, Sur, Samarya, Kudüs…Akdeniz, Nil, Kızıldeniz, Bara körfezi, Fırat/Dicle kavşağıdır. Yani Hindistan, İran, Yemen, Mısır, Anadolu ve Yunanistan-ki antik çağın dünyasının merkezi buralardır- arasındaki tüm ticaret, alışveriş, yolculuk, bilimsel, teknolojik ve kültürel üretim, bu kavşakta gerçekleşmekte, değiştokuş edilmektedir. Yahudi hahamlar ve tapınakları, bugünkü manada birer bankadır ve Yahudilik, Persler çağında yaşadığı altın yılları hep özlemle anmış, kudüsü ve Süleyman tapınağını da bu özlemin sembolü yapmıştır. O dönemde tatlı karlar elde eden ve üretmeden kazanmanın yollarını öğrenen sonradan görme bu topluluklar, Yahudilik kimliği icat ederek kendilerine bir asabiye bulmuştur. Yani Yahudilik herşeyden önce bir etnos, bir ırk değildir. yahudilik bir ortak asabiyenin süreklileştirilmesiyle oluşmuş bir tefeci asabiyesidir. Bu asabiye, işte bu tatlı kazanç yollarının süreklileştirilmesi, kalıcılaştırılması için gereklidir. Tarihte var olmuş bir çok önemli kavmin, topluluğun uygarlıklar yarattıktan sonra bile yok olmasına rağmen, Yahudiliğin hala yaşıyor oluşu, bu dinselleştirilmiş asabiye olgusundan kaynaklanır. Buradan Yahudiliğin bir diğer tanımına ulaşırız.

2-Yahudilik, Yahudi üst kastın dinsel milliyetçiliğidir
Yahudi inançları ve gelenekleri, sanıldığının aksine, herhangi bir toplumun ki gibi dinsel inanç ve ibadet biçimleri değildir. Yahudilik dini, tamamen psiko-sosyal bir grup davranışı kurallarıdır. Bu inancın içeriği, grup davranışını disiplinize etme ve güncel hedeflere sevk etme amacına matuftur. Yahudilik, esasen Yahudi ileri gelenlerini ifade eder. Hahamlar ve hamanlar ( Zengin Yahudiler). Aslında Yahudiler bunlardır. Yoksul Yahudi kitleler, bu Yahudi kastın bendeleridir. Tarih boyunca Yahudi ileri gelenleri, bütün Yahudiler adına güç sahipleriyle pazarlık etmiş, yoksul yahudileri denetleyerek elde ettikleri temsil makamını onların sırtından güce ve servete dönüştürmüşlerdir.

Yahudiliği, bir kullanım ve değişim değeri haline getiren şey, din değil, ekonomi-politik kurnazlıktır. Perslere tefecilik misyonu kiralayan Yahudi haham ve hamanlar, daha sonra Roma'ya, Fatımilere, Selçukluya, Endülüse, Osmanlıya, Almanya'ya, Rusya'ya, Fransa'ya ve şimdi de Amerika'ya kiralamıştır. Yahudi inançları, -seçilmişlik inancı, üstünlük duygusu,-esasen dışa dönük olmaktan çok içe dönük, Yahudi topluluk ve bireyleri disiplinize etmeye dönüktür. İsrailli muhalif gazeteci İsrael shahak, 'Yahudi tarihi Yahudi dini' (Anka yay, 2002) adlı kitabında, Ezra'dan başlayarak, modern döneme kadar Yahudi ileri gelenlerinin güç sahipleri karşısında itaatkar, kendi tebalarına karşı ise zalimane tutumlarını örnekleriyle anlatır. Kralların ve beylerin Yahudi doktorlar, danışmanlar tercih edişini bu güçlüye aşırı bağlılık yeteneğine bağlar. Aynı şekilde yoksul Yahudileri istedikleri gibi ezme, vergi alma, cezalandırma yetkisi ya da ayrıcalığı elde etmelerini de Yahudi elitlerin güç sahiplerine kahyalık yeteneği ile ilişkilendirir.

Bu bağlamda, Yahudi inançlarını bir dini anlamak için değil, bu tarihsel kullanım misyonunda inançların rolünü kavramak için irdelemek gerekir. (Bu inançları tek tek ele alıp irdelemenin yeri burası değil. İlginenenler için, Yahudi kökenli mason üstadı Hayrullah Örs, Musa ve Yahudilik (Remzi yay) kitabında, Tevrat'ın yazılış dönemlerini, her dönemdeki zamanın etkisini ve kullanılan malzemenin hangi kaynaklardan alındığını ayrıntılarıyla anlatır.) Sadece bir örnek vermek gerekirse, Tevrat'ın tanrısı Yahve (tarihi kayıtlarda güney Filistinde bir volkan cininin adı olarak yorumlanır. Bizce farsça kökenli bir ifadedir. 'ya huve'- yüce tanrı demektir), hayrın ve şerrin kaynağıdır. Yani Zerdüşti düalizm, yahve'de birleşmiştir. Yahve hem iyilik tanrısıdır hem de şeytandır. İnsana benzer, insanla güreş tutar, şeytan gibi kötülük ve zulüm işler. Yahudiler, başlarına gelen belaları da yahve'den bilir. Nazi katliamı sırasında toplama kamplarında, yahve'nin kendilerini cezalandırdığını ama bir gün tekrar vazgeçip kurtaracağına inanan Yahudilerin bu iç gerilimi bir çok felsefi tartışmanın konusu olmuştur. Özellikle teodise-tanrı ve kötülük ilişkisi- konusunda hayrın ve şerrin Allahtan geldiğine inananlar ile hayrın Allahtan, şerrin Allahın da güç yetiremediği bir karşıt güçten-şeytandan- geldiğine inananların tartışması meşhurdur. Yahudilerin Yahve'si, sadece Yahudilere özgü bir tanrı olarak, Yahudilerin başına bela getirdiğinde onunla kavga edilen, küsülen, kızılan, inkar edilen bir tanrıdır. Yahudinin tanrısı ile ilişkisi de, gentile (Yahudi olmayan) ile ilişkisi gibi, menfaat temellidir.

Yahudi ileri gelenleri, Yahudiliğin tanımı ve kapsamını belirler. Yani 'yahudiler' esasta Yahudi ileri gelenleridir. Geri kalan alt sınıftan, yoksul Yahudiler, ileri gelenlerinin sözlerine itaatin sonuçlarına katlanmak dışında bir öneme sahip değildir. Yani ne Yahudi siyaseti ne de Yahudilere atfedilen güç ve etkide yoksul Yahudi kitleler pay sahibi değildir. Bu nedenle, Yahudilik ve Yahudiler deyince, aslında bu sıradan Yahudi inançlı kitleler değil, Yahudi ileri gelenler kastedilir. Sıradan Yahudiler, Yahudilik adına işlenen suçların ortağıdır, ama Yahudilik sayesinde kazanılan maddi ve manevi imkanların ortağı değildir. Alt sınıf Yahudiler, kökenlerini muhafaza eden ama önderlerine itaate alışmış dravidlerdir. Bu manada, Yahudilik nedir?'e, 'Yahudilik, Yahudi Brahman, kşatriya ve racaların yani Yahudi üst kast sınıfın suçortaklığı örgütüdür, diyebiliriz.Bu bağlamda, yahudilik kendisini bir dinsel milliyetçilik biçiminde geliştirmiştir.
Yahve, çoğu zaman alt sınıf Yahudilerin suçlarının cezası olarak Yahudilere bela sarar. Üst kast, kendi suçlarını her zaman alt sınıfa yükler ve sonrada Yahudi kitleleri yeni bir egemenliğin kahyalığı için işe koşar. İsrail devleti, işte bu tür bir yeni işe koşma hadisesidir ve bu kez Yahudi yoksul dindarlara, Filistinlilere zulmetme, öldürme ve bu kirli savaş için ölme işi yüklenmiştir. İsrail ordusu, çoğu Yahudi olmayan sağdan soldan kökleriniz yahudiymiş yalanıyla toplanmış unsurlar ya da yoksul Rus, doğu Avrupa Yahudilerinden müteşekkildir. Gerçek Yahudi, yani Yahudi ileri gelenlerinin savaştığı ve bir amaç uğruna öldüğü görülmemiştir. Onlar, sadece savaşları finanse ederler.
(Devam edecek)
ahmetozcan1@yahoo.com

YAHUDİLİK NEDİR-III

Ahmet Özcan
Ahmet Özcan
YAHUDİLİK NEDİR-III
Yahudiliği doğru anlamak, abartmamak ve arkasındaki esas güçleri gösteren bir işaret fişeği olarak okumak daha uygun olacaktır. Güç yahudide değil, onu kullanandadır
YAHUDİLİK NEDİR-III Yahudilik için, 1) tefecilik yeteneğinin büyük güçlere kullanım ve değişim değeri olarak kiralanması, 2) Yahudi elitlerin üstün-seçilmiş kavim asabiyesine dayalı dinsel milliyetçiliği, tanımlarını yapmıştık.
Şimdi bu tanımlara devam edelim:
3- Yahudilik, dinciliktir.
Din, gerçeğin metafizik dille ifadesidir. 'Her olayın bir nedeni var', 'her varlığın bir varedeni var', 'hayatın, dünyanın, evrenin varlığının bir amacı var'. Din, kısaca işte bu ve benzeri 'mana'ların idrakidir. Somut gerçek, bu manalar eşliğinde algılanır ve insan, varlığının şuuruna ulaşır. Din, somut gerçeğin diliyle değil, ona paralel bir metafizik dille konuşur. Somut gerçeğin 'doğa, madde ve hareket' dediğine din, 'Tanrı' der. Tanrı; doğa, madde ve hareketin özü, nedeni ve var edenidir. İnsan, işte bu tanrı idrakiyle, yani gerçeğin ötesini görme çabası sayesinde beşerlikten insanlığa yükselmiştir. Akletmek, insanlaştırır. İnsanlaşmak, hayvanlıktan çıkmak, yani 'öldürmemek, çalmamak, sosyalleşmek, medenileşmektir'. İnsan, ancak tanrı şuuru ile insanlaşır. İnsanlaşmak, ebedi hayat hakkı kazanmaktır.
Yahudi teolojisinin kaynağı Neo-Platonizm'dir. Pers istilası döneminde Hind-İran metafiziğini Yunan pratiğine uyarlayan Platon, Babil rahiplerini taklit ederek Sparta için mutlak ideal düzen fikrini geliştirmiştir. Talmud'a dayalı Klasik Yahudilik, Makkabiler döneminde (M.Ö. 140) geliştirilen Neo-Platon'cu etkiyle oluşmuştur. Platoncu siyasal sistemin en önemli özelliği, "insan davranışının her evresinin bir idareci tarafından ustalıkla yönetilen yaptırımlara boyun eğmesi"dir. Yahudilik, buradaki "bir idareci" yerine 'haham'ın olmasıdır.
Yahudilik, insan davranışlarının her evresinin hahamlar yani din adamları ve dinsel kurallar tarafından dizayn edilmesi, kontrol edilmesi ve aksi durumda cezalandırılmasıdır. İşte buna dincilik diyoruz.
Platoncu idealar fikrinin kaynağı, Babil Sabiiliğinin de teolojisi olan ve Hind-İran'dan Mısır'a ve oradan Yunan'a kadar etkili olan 'Işık-nur' teolojisidir. Tanrı, mutlak aydınlıktır. En üsttedir. Altta tin-ruh- ve en altta madde vardır. Işık, kaynaktan uzaklaştıkça sönükleşir. En alt, yani madde, karanlık yerdir ve kötülüktür. İnsan da maddeden yani bedenden ve dünyadan uzaklaşarak vecd halinde ışığa yükselmeli, ışığa karışarak tanrıyla özdeşleşmelidir. Bu teolojide din, insani maddi olandan koruyup, ışığa ulaşmasını sağlayan yol demektir. Ve Platon, ideal düzeninde, insan hayatının her evresini kontrol eden bir devlet tasarlayarak, aşağıda olanı, yani somut olarak insan sayılmayan köleleri, ve temsil ettikleri kötülüğü! dışlayan bir ışık ülkesi tasarlamıştır.
Bu teoloji, Mısır kökenli hermetik tezlerle karışarak, Yahudilik'te Kabalacılığa, İslam'da Batıniliğe, Hristiyanlık'ta sofizme kaynaklık etmiştir. Sapkın Batıni tarikatların hepsinin özünde, tanrıya ulaşmak, tanrıyla özdeşleşmek, tanrılaşmak vardır.
İşte insan davranışlarının tümünün her ayrıntısına kadar düzenlenmesi fikri, insanın kendi başına bir kötülük olduğu, bedeninin ve maddi yaşamının kötülük ürettiği, bu nedenle bir yol gösterici tarafından kötülüğünün engellenmesi gerektiği fikrinden beslenir. Bu teoloji, insana güvenmez, insanı tanrının karşısına koyar. Ancak insan özelliklerinden arındıkça ve tanrıyı taklit ettikçe tanrıya yaklaşılır.
Yahudilik, bu teoloji ile tanrının özel-seçilmiş ve öz çocukları inancını birleştirerek, Yahudileri tanrısal varlıklar, geri kalanları sıradan kötülüklerin kaynağı insanlar olarak görmektir. Her tür ırkçılık, ayrımcılık, milliyetçilik, üstünlük iddiası, kaynağını bir şekilde işte bu teolojik çerçeveden almıştır.
Dincilik, yani insanı her yönüyle belirleme, kuşatma ve bir özel fanusa hapsederek tanrısal olduğu varsayılan kurallara boyun eğmeye zorlama, özünde bu teolojiye yaslanır.
Bu teoloji, Hind kast sistemi ve Hindu mitolojisinde doruğa çıkmıştır. Üst kastlar tanrı Varunamithra'ya (kutsal ışık-ateş) en yakın olanlardır. Aşağı inildikçe, tanrısal ışık sönükleşir. En altta, yani halkta ise sönmüştür. Hindu zaman çevrimi de, bu sisteme uygundur. İlk başlangıçta Brahmanların mutlak iyi düzeni vardır. İkinci dönem, kahramanlar çağıdır. Üçüncü zamanda tüccarlar ve çiftçiler egemendir. Son zaman, kıyamet zamanı, dravidlerin, yani sıradan halkın, ayaktakımının çağıdır. Bu çağ, kaos ve kötülük dönemidir. Ve tekrar en üstün olanların çağı başlayacaktır.
(Kısa bir parantez açalım; Şimdi, Neo-Con'ların ve küreselci elitlerin, 'altın bir milyar nüfus'a dayalı yeni dünya düzeni teorileri, dünya krallığı, evrensel dünya devleti vb. hedefleri, bütün insanlığa mutlak üstünlük kurma çabaları, ve kıyamet zamanının yani kaosun daha da derinleştirilmesi projelerini, bu heretik inançlarla birlikte ele almak gerekmektedir. Yahudiliğin 'dünyayı yönetme' hevesini de akraba olduğu bu teolojik çerçevenin tabii sonucu olarak okumak mümkündür.Onların dünya görüşünün nihai noktası, üstün ve seçkin insanlar olarak 'kendilerinin çağını' başlatmak için ayaktakımının çağı olan bugünkü kaosa son vermek, yani mutlak evrensel bir seçkinler imparatorluğu kurmaktır. Bu bağlamda insan nüfusunun artışı, yönetimde halkın söz sahibi olması, ekonomi-politik süreçlerin serbestleşmesi ve adalet ve hukuk inancını taşıyan inanç ve kültürler, yok edilmesi, etkisizleştirilmesi gereken hedeflerdir. Bu amaçla insan çoğunluğunu alışveriş ve eğlence kültürü içinde kötürümleştirmeye çalışan çok yönlü bir operasyon yürütmektedirler. Ne var ki söylemleri, tam tersidir. Demokrasi, insan hakları, serbest piyasa...Oysa bu şeytani elitler, Mammon'la birlikte 'küresel aristokrasi, seçkinlerin asabiyesi ve tekelci düzene' inanmaktadırlar.)
İnsanı, önceden vazedilmiş, sorgulanamayan, değiştirilemeyen, itiraz dahi edilemeyen sözde tanrısal kuralların edilgin kurbanı haline dönüştürmek, Yahudiliktir. Bu dincilik tarzı, Müslümanlara da, hristiyanlara da sirayet etmiştir. İnsanları dinlerin zulmünden kurtaramaya gelen İslam'ın, bu heretik, sapkın teolojik tarikatlarla ve yahudivari talmudcu-hahamlı dinci ortodoksi tarzıyla deforme edildiği zamanlar olmuştur. Çağımızda da bu bozulmanın emareleri görülmektedir. Her şeyin başına din, İslam, Allah, Kuran, Peygamber ekleyerek insanları kendi istedikleri kılığa zorla sokmaya çalışan grup ve cemaatler türemiştir. Yahudiliğin dinsel yönü, tam da budur işte. Yahudi şeriatçılığı, yani klasik Ortodoks -rabbi-yahudilik, en ince ayrıntısına kadar insanları bazı kurallara zorlamanın en iyi örgütlenmiş biçimidir. Kökeninde, Yahudi elitlerin Yahudileri disiplinize etme ve onlara böylece kumanda etme çabasının olduğu bu aşırı dincilik biçimini Kuran-ı Kerim, "Onlar hahamları ve rahipleri kendilerine rabler edindiler" (Tevbe 31) diyerek eleştirir. Bu ayeti okuyan Hz. Peygamber'e sahabiler sorar; "hahamları ve rahipler nasıl rabb edinilir?" Hz. Peygamber cevap verir, "Onların haram dediğine haram, helal dediğine helal demiyorlar mı? İşte rabb edinmek budur"
Din adamlarını ya da yöneticileri Rabb edinmek, İslam'ın kökten reddettiği bir şeydir. İnsanı akletmeyen bir duruma mahkum edip sonra en basit gerçekleri bile sözde dinsel otoritelere onaylatarak yaşama çukuruna düşürmek, hahamları, rahipleri, hocaları, şeyhleri, üstatları, uluları, Rabb edinmekle mümkündür. Dinsel sömürü tezgahları bu sayede kurulur. Bu dincilik tezgahlarının laik olanında ise, CEO'lar, Broker'ler, Kutsal liderler, şefler, ulu önderler, başbuğ'lar, starlar, anchorman'lar, vb. vardır. Hepsi de Kuran-ı Kerim mesajındaki gibi, insanı insana kul etmenin çeşitli görünümlerini temsil eder. Hepsini ayrım yapmadan reddedenler, insanlaşır.Müslümanlaşır. İslam, dinciliği yok etmek için gelmiştir. Ama tarih içinde İslam adı altında bir çok dincilik biçimi peydah olmuştur. İnsanı beşerilikten (yarı hayvanlıktan) arındırıp 'insanlaştırma' çabası yerine, insanı tanrıya yaklaştırma (en iyi kul yapma!) adı altında köleleştirme çabası, islama da bulaşmıştır.
Öte yanda, sapkın heretik akımların İnsanı tanrılaştırma iddiası vardır. Bu iddia ise, laik dinciliğin örgütlü biçimi olan ve Mısır heretizminden beslenen masonik teşekküllerin teolojik hedefidir. Bu teşekküller, çağdaş bilimci pozitivist meşreplerdir. Bunların teolojik amacı, doğanın ve insanın sırlarını bilim yoluyla çözerek tanrısallaşma çabasıdır. İnsanı tanrısal ışıkla buluşturma, heretik hristiyan ya da Müslüman tarikatların hedefidir. Laik bilimci tarikatlar doğanın maddi sırlarını, dinci tarikatlar ise tanrının manevi sırlarını bildiklerini iddia ederek insanları kandırırlar.
Sadece yahudiyi yani üstün-seçilmiş insan(!)ları tanrısal ışığa boğma, yani evrensel egemenliği sağlayarak kötülüklerin kaynağı olan sıradan insanları kontrol altına alma inancı ise, Yahudiliktir. Burada, Yahudi kelimesinin yerine Aryan, Anglo-Sakson, Arap, Fars, Türk, Kürt, Bulgar, Sırp, Rus, Çinli, Japon vb. koyarsanız, buna çağımızda kibarca Milliyetçilik denir. Yani üstün, ayrıcalıklı, özel bir topluluğun, diğerlerinden kendini özenle ayırma çabası, Yahudiliktir. Milliyetçiliğin her türü, işte bu Yahudi dinciliğinin seküler ifadesinden başka bir şey değildir. Modern milliyetçiliklerin bir çoğunun önde gelen teorisyenlerinin Yahudiler olması tesadüf değildir. Hem bulundukları toplumun elitlerine bağlılıklarını ifade etmek, hem de yahudice bakışaçısıyla insanlar ve toplumlar arasında "ben ve öteki" ayrımı yapmak, Yahudiliğe özgü bir karakterdir.
Dincilik, özünde tanrı, (ya da seküler dilde tanrı yerine koyulan akıl, bilim, devlet vb. bir "kutsal") adına insanları kul etme çabasıdır. Yahudilik, dinsel biçimiyle işte bu dincilik tarzının ideal örneğidir. Yahudiliğe ve Yahudi dincilere bakarak ne yapılmaması gerektiği, nasıl dindar olunmaması gerektiği ve din adına nasıl yaşanmaması gerektiği çıkarılabilir. Bundan laik dincilik biçimlerinin de (milliyetçilik, pozitivizm) bu Yahudice inancın birer taklidi olduğu unutulmamalıdır.
Yahudilik, tanrısını ve dinini, kendi varlığının koşulu yapmaktır. Tanrı, peygamberler ve Tevrat, Yahudi için vardır. Tanrı, sadece yahudiyi sever, onu düşünür, her şeyi onun için planlar, olaylara onun adına müdahale eder. Yahudilerin katledilmeleri ya da sürülmeleri, tanrının Yahudilere kızmasından dolayıdır. Yani her şey Yahudilerle tanrıları arasında olup biter. Diğer insanlar diye bir şey zaten yoktur. Yahudilerin başlarına gelen belalar bile Yahudilerin hatalarının ürünüdür. (Bu egoist ve narsist dünya algısıdır ki, 2. dünya savaşında ölen 50 milyon 'insanı' herkes unutmuştur ama '6 milyon Yahudi katledildi' efsanesini 50 senedir herkese ezberletmişlerdir. Sadece onların ki candır!)
4- Yahudilik, Mammon'a tapmaktır.
Mammon antik çağların kötülük tanrısıdır. Altınla özdeşleşmiştir. Aslında şeytanın bir başka adıdır. Bugün tam karşılığı Para'dır.
Yahudiliğin para, alışveriş, tefecilikle özdeşleşmiş bir imajları olduğu doğrudur. Bunda tarih boyunca yaşadıkları ortamlardan her an sürülme korkusuyla gayrımenkul yerine menkul ticaretiyle uğraşıp uzmanlaşmalarının rolü vardır. Kısmi istisnalar olmakla birlikte, Yahudi topluluklarının önde gelenlerinin üretmeden kazanmanın yol ve yöntemlerinde uzman oldukları söylenebilir.
Yahudiliğin parayla ilişkisini en iyi Marks tarif etmiştir: "Yahudiliğin tanrısı para değil, para aşkıdır".
Bu tarif, Yahudilerle ilgili yargıların en önemlisi olan paragözlülüğe önemli bir düzeltme yapar. Para değil, para aşkı! Yani bizatihi kazanma ve biriktirme şehveti, kazanılandan daha önemlidir. Bugün insanlığı saran kazanma, başarma, öne geçme, üste çıkma, biriktirme, çoğaltma hırsı, bir Yahudi özelliğidir. Yahudilik, inanç ve ibadet biçimleriyle kapalı ve özel bir kabile dinidir ama sosyal ve bireysel karakteristik özellikleri itibariyle dünyanın en yaygın ve hızla yayılan dinidir.
Yahudiliğin Yahve'si, yani aynı zamanda kötülükte yapabilen tanrısının kötülük tarafının adı Mammon'dur. Kim ki mammon'a tapar, yani parayı, altını, biriktimeyi, kazanma hırsını her şeyden üstün tutar, o yahudidir.
Soy Yahudilik-Toy Yahudilik
Yahudiliğin bu dört özelliği, her kimde varsa, hangi birey ve toplulukta yoğunlaşmışsa, o yahudidir. Yahudiliği bu bağlamda Soy Yahudilik ve Toy Yahudilik olarak ikiye ayırabiliriz.
Soy Yahudilik, Yahudi denilen bir kavme mensup olduğunu kabul eden, bu topluluğun dinsel, siyasal, sosyal ve bireysel özelliklerini taşıyan, paylaşan, benimseyen ve savunan kişi ve toplulukların adıdır.
Toy Yahudilik, Soy olarak Yahudi olmayan ama Yahudi karakteristik özelliklerini taşıyan, soy Yahudiliğe düşman görünse bile, özellikleri itibariyle bir Yahudi taklidi olarak yaşayan birey ve toplulukların adıdır.
Bu durumda, Yahudiliği bir günah keçisi olarak küçük bir toplulukla özdeşleştirmek, Yahudice bir bakıştır. Yani olumsuz manada bile olsa, yahudiyi geri kalan insanlıktan ayırmak, onu ötekileştirmek, özel bir topluluk kimliği olarak algılamak yanlıştır. Siyonizm tam da bu Yahudi anlayışı gereği Yahudiler ayrışsın ve bir devlet sahibi olsun diye Alman Nazilerinin Yahudileri ayırıp hedef almasına destek vermiş, başka bir çok ülkenin milliyetçiliklerini de olumlamıştır. Çünkü yahudiyi ayırmak, Yahudiliği Yahudi ırkı-kavmine has kılmak tam da yahudi özelliğidir. Oysa Yahudiliğin saydığımız esas önemli karakteristik özellikler, tarih boyunca her yerde ve her din mensubunda ortaya çıkmış, başka kültür ve grupların mensupları içindede yaygın olarak görülebilmiştir. Çünkü bu özellikler insana ait, evrensel özelliklerdir. Yahudiliğin bu manada özelliği, bu karakteri tarih boyunca inat ve ısrarla ve bir özel dinsel kimlik içine saklayarak ve bu asabiye sayesinde süreklileştirerek insanlığa ayna tutacak bir biçimde taşıyor olmalarıdır.Bu manada yahudilği Yahudi kavminin dışında da aramak, onun ana özelliklerini tespit ederek Yahudilikten arınma çabasını insanlaşma çabasının bir parçası olarak görmek gerekmektedir.
Bugün kapitalizm denilen Yahudi karakterinin ekonomi-politik sistemi sayesinde Yahudilik en evrensel bir din haline gelmiştir. Hatta yer yer Yahudi kavminden olmayanların Toy Yahudiliği, soy Yahudiliğin önüne geçmiştir. Özellikle Anglo-Sakson burjuvazi, Toy Yahudiliğin en bariz örneği olarak analiz edilebilir. İnsanların soy ve kültürlerini temel alan milliyetçi bakışaçısından sıyrılıp, insanlık düzeyinde ortak karakter özellikleri açısından bakılınca, bizatihi Yahudi düşmanlığının bir tür Yahudice ırkçılık olduğu görülecektir. Bu nedenle Yahudiliğe düşmanlık, soy yada dinsel temelden değil, özdeşleştiği ve yansıttığı bu evrensel karakter özellikleri temelinde anlamlı olabilir.İnsanların nerede ve hangi kültür içinde doğacaklarını seçme şansları yoktur. Soy Yahudi bir insanın Yahudilikten arınma imkanı ve fırsatı diğer her insan kadar vardır ve bu çabayı göstererek Yahudilikten arınıp insanlaşma yoluna giren bir çok örnek vardır. Bu nedenle, önemli olan soy olarak Yahudilik değil, davranış ve yaşam tarzı olarak Yahudiliktir.
Kısacası, saydığımız karakter özellikleri olarak Yahudi topluluğunun önde gelenlerinin güç sahiplerine yeteneklerini kullanım değeri olarak pazarlaması, dinsel milliyetçiliği (Siyonizm), dinciliği ve Mammon'a tapışı manasındaki Yahudiliktir bizim sorunumuz. Soy Yahudilerin sıradan ve kendi halindeki topluluklarının, bahsi geçen Yahudiliğin suçortaklığını yapmadığı sürece, suçlanması, taşlanması, eziyet, dışlanma ve ayrımcılığa tabi tutulması, diğer her hangi bir insan topluluğuna yapıldığı kadar suçtur ve ayıptır. Yahudiler bu konuda da özel bir hakka sahip olmadığı gibi, belirtilen şartlara riayet etmeleri kaydıyla özel olarak zikredilmeleri bile bir tür ayrımcılıktır. Batılı toplumların antisemitizmi, tersinden bir Yahudilik olarak insanlık suçudur.
Yahudiliğe dönük özel yasaların çıkarılmasıda başka bir Yahudilik biçimidir. Sıradan Yahudiliği gerçekten sıradanlaştırmak, diğer herhangi bir topluluğun sahip olduğu hertür hak ve hukuka, söylem ve kavram çerçevesi içine alarak eritmek, Yahudiliği insanlıktan olumlu yada olumsuz olarak ayıran hertür dil, üslup ve davranışa son vermek gerekir.
Bunun için Yahudiliğin tanımını sıradan Yahudilerden ayırarak, onu özel bir davranışlar ve karakteristik özellikler bütünü olarak okumak gerekir. Soy olarak Yahudi olupta bu manada Yahudi olmayan bir çok insan olabildiği gibi, soy olarak Yahudi olmayan ama her şeyiyle Yahudi olan bir çok insanda vardır. Bizim sorunumuz, daha doğrusu irdelediğimiz Yahudi kavramı, bu sıradan Yahudi insanları değil, yahudiliği Yahudilik haline getiren saydığımız özelliklerini ifade etmektedir. Bu ayrımı yapmayan bir zihnin meseleyi batıya ait ırkçı ve ayrımcı bir bağlama sokup dinsel yada etnikçi milliyetçilikle vulgarize etmesi mümkündür. Nitekim, İsrail katliam yaptıkça, "bütün Yahudileri asmalı-kesmeli" türünden gelişen yahudice yaklaşımların nedeni budur. Bu tepki tarzı, ne kadar haklı nedenlere dayanırsa dayansın, sorunun özünü ıskalamayı ve Yahudiliği yahudice bir mantıkla yani ırkçı gözle kavramayı ifade eder. Bizce bütün Yahudileri Yahudilikten arındıracak insanlık etiğini geliştirmek, esas çözümdür. En önemlisi her yere yayılan "Yahudi olmayan Yahudiliği", yani Toy Yahudiliğin izini sürüp deşifre etmektir.
İnsanların soysoplarını araştıran ırkçı ve faşist kafaların bu meseleyi başka projelerin altyapısını döşemek için kullanmaya çalıştığı bir dönemde, bu ince ayrımları dikkatlice yapmak ve Yahudiliği teopolitik bir bağlamda analiz etmek daha tutarlı bir yoldur. Böylece, Yahudiliği doğru anlamak, abartmamak ve arkasındaki esas güçleri gösteren bir işaret fişeği olarak okumak daha uygun olacaktır.
Meşhur sözdür, " Yahudiyi arıyorsan parayı takip et". Biz de diyoruz ki, insanlığa musallat olan zorbaları, eşkiyaları, zalimleri, gerçek güç sahibi firavunları arıyorsan ve ne yapmaya çalıştıklarını merak ediyorsan yahudiyi takip et, mutlaka onun eteğinin altındadır ve kendisine tevdi edilmiş bir görevi yapıyordur".
Güç Yahudide değil, onu kullanandadır.
Not: Sonraki yazımızda, Yahudilik konusundaki meşhur yalanları ve İslam ve Yahudilik ilişkisini irdeleyerek konuyu bitireceğiz.
ahmetozcan1@yahoo.com

YAHUDİLİK NEDİR-IV

Ahmet Özcan
Ahmet Özcan
YAHUDİLİK NEDİR-IV
Yahudiliğin tarihsel, dinsel ve aktüel manasına dair tespitlerimize, Yahudiliğe dair meşhur yalanlarla devam edelim
YAHUDİLİK NEDİR-IV Yahudiliğin tarihsel, dinsel ve aktüel manasına dair tespitlerimize, Yahudiliğe dair meşhur yalanlarla devam edelim.
1- Yahudilik Musevilik değildir: Tarihte Yahudi denilen toplulukların M.Ö.530'lardaki Pers istilası döneminde bölgede yaşayan toplulukların Perslere hizmet sunma karşılığında bölgedeki ticari imtiyaz elde etmeleriyle sahneye çıktığını ileri sürmüştük. Bu topluluk köken olarak muhtemelen Aryan istilasıyla Hind'den İran ve Mezopotamya'ya kaçmış dağınık çingene kabilelerinin devamıdır. Uzun süre Asur ve Fenike dönemlerinde ayak işleri ile uğraşmışlar ve Perslerin bölgeye girişiyle birlikte Asur tüccarlarının tasfiyesi sonucu ortaya çıkan boşluk sırasında Persler, Ezra liderliğinde bu topluluğu örgütleyerek bölgedeki ticari imtiyazları Persler adına bunlara vermiştir. Bölgeye silahlı güçlerin desteğiyle gelen Yahudi topluluklar, tamamen yabancı oldukları bölgedeki Musevi kabilelere savaş açmış, onları katletmiş, yerlerinden sürmüş ve kendilerine tabi göçerleri yerleştirmişlerdir. Zaman içinde bölgede yabancılıktan kurtulup tutunmanın yolu olarak Musevi ve Babil kültürlerini benimseyip, kendilerine meşruiyet sağlayacak bir dinsel-kültürel temel geliştirmeye koyulmuşlardır. Tevrat diye bilinen kitap, işte bu sürecin ürünüdür ve M.Ö. 500'lerden M.Ö. 100'lü yıllara kadar parça parça ve bir çok değişikliğe uğrayarak kayda geçmiş bölgesel hikaye ve söylencelerden ibarettir. Tevrat'ın içeriğinden çok dili ve ona bağlılık, Yahudi topluluklarının ortak bir asabiye yaratmasını sağlamış ve bölgede yerleşerek tarihte var olmalarını sağlamıştır. Bir çok araştırmacı, uygarlık tarihinde uygarlık yaratan, kentler kuran, bilim, sanat ve felsefe geliştiren daha büyük ve uzun süre etkin olmuş toplulukların kendi adı ve dilleriyle ortadan kaybolmasına rağmen, bu özelliklerin hiç birine sahip olmayan Yahudiliğin sanki tüm antik birikimin mucidiymiş gibi kendini sunmasının nedeni olarak, işte bu Tevrat eksenli asabiyenin inatla korunmuş olmasını gösterir. Diğer bir çok uygar topluluğun ortaya çıkardığı birikim dahi Yahudilerce sahiplenilmektedir.

Yahudiliğin bu özet geçmişi ve karakteristik var oluş tarzı, esas olarak Museviliği sahiplenme üzerine kurulmuştur. Musevilik, M.Ö. 1500-1200 yılları arasına tarihlenen Mısırlı Musa'nın Filistin'e gelişi ve orada M.Ö. 1000'li yıllarda Davut ve Süleyman isimli devamcılarının kurduğu devlet sayesinde bölgesel bir inanç ve kültür olarak maya tutmasını ifade eder. Musa, Mısır'lıdır. (Motse, Kıptice 'oğul, demektir. Mısır'da bir çok çocuğa bu isim takı olarak verilirdi. Bazı Firavunların isimleri de aynı kökten gelir. Thutmose-thuth'un oğlu, Ramose-Ramses-Ra'nın,güneşin oğlu- gibi…) Musa, kendisinden takriben 200 yıl önce yaşayan tektanrıcı firavun Akhenaton ve veziri Yusuf döneminde Mısır'da yaşanan tek tanrıcı reformun devamcısı olarak ortaya çıkmıştır. Antik Mısır politik tarihi, Etyopya kökenliler, Filistin-Kenan-Babil kökenliler ve daha uzaktan-kuzeyden gelenler (Hiksoslar,kafkas kavimleri) olmak üzere, üç ana sosyal unsurun iç çelişkileri ve çatışmaları ile doludur. Özellikle kuzeyden gelen ve kimilerince Kafkas kökenli oldukları ileri sürülen Hiksoslar, uzun bir dönem Mısır'da egemen olmuş, yerli Mısırlılar ise bu göçmen güçlerin yönetimine defalarca isyan etmiştir.(aynı olay M.S.11.15. yüzyıllarda tekrar etmiş ve memlüklüler, Tolunoğulları gibi devletler kurulmuştur.)
Mısır'ın bir diğer özelliği ise, Akdeniz ve Kızıldeniz'in kontrolü üzerinden bölgesel bir güç olarak daima kuzey ve doğusundaki güçlerle çatışmasıdır. Özellikle bahsi geçen dönemler boyunca Mısır'ın esas rakibi Hititliler ve devamında Asurlular olmuştur. Musa, Hitit-Mısır savaşlarının en şiddetli dönemlerinde (Kadeş savaşı) ayaklanmıştır. Ve Mısır'ı terke zorlanarak taraftarlarıyla beraber Hitit kontrolündeki Filistin bölgesine yerleşmiştir. Musa'nın Yahudilikle ve Yahudilerle hiçbir alakası yoktur. Aynı şekilde Yusuf, Yakup, İsmail, Zekeriya ve ataları İbrahim'inde Yahudilikle alakası yoktur. Yahudi denilen topluluk, M.Ö. 530'lardan önce hiçbir tarihsel kayıtta yer almamaktadır. Bazı Yahudi araştırmacılar, tevratı doğrulamak amacıyla uzun süre Mısır metinlerini incelemiş, ama Yahudilerden bahseden hiçbir kayıt bulamamıştır. Bazı kaynaklara göre, M.Ö. 1200'lere tarihlenen bir Mısır metninde, Apiru'lardan bahsedilmekte, bunların Mısır'dan sürülen bozguncular oldukları belirtilmektedir. Yahudi bilimciler, Apiru'nun Habiru-Hebrew-İbrani demek olduğunu ileri sürerek, kendilerince Yahudilerin Mısır ve Musa ile bağına tarihsel bir delil bulduklarını sanır. Bu çaba bile yeteri kadar kuşku içerir.

Orijinal Musevi topluluklar, halen bölgede çok az kalmış olan Samaritanlardır. Yine Musevi inançları sürdüren Eseniler, Nasraniler, kısmen Keldani-Süryani topluluklar, sayılabilir. Yahudiler, bölgeye Pers istilasıyla geldiklerinde işte bu orijinal Musevi toplulukları katletmişlerdir. Zira bu topluluklar, Perslerin siyasal rakibi olan Asurlular ve Mısırlıların müttefikleridir. Bir çok tarihsel kayıt yanında bizatihi tevratta Yahudilerin Kenanlıları, Amorileri, yebusileri, samaryalıları vb. nasıl katlettikleri, neden katletmeleri gerektiği anlatılır. Çünkü Yahudiler bölgeye ancak onları yok ederek yerleşebilirdi. Zaman içinde bölgedeki güçlü Musevi kültür karşısında Yahudiler bu kültürü sahipleniyormuş gibi yapmış, Yahudi bankerler haham olarak ticari düzenlemelerin yanında sosyal ve siyasi düzenlemeler yaparak Musevi söylence ve adetleri kendi kabilelerine zorla kabul ettirmişlerdir. Tevrat, Ezra bölümünde, Ezra'nın, yabancılarla evlenme yasağını anlatır. Bunun nedeni, Yahudi topluluğun karışmasını önlemek ve iç disiplini sağlayarak Yahudi elitlerin Perslerle olan anlaşmalarına sadık bir topluluk ortaya çıkarmaktır.

Bugün elde bulunan Tevrat, bilinen manada Allah'ın vahyettiği kitap değildir. Allah'ın Musa'ya vahyettiği kitap, Müslümanların elindeki Kuran gibi bir kitap değil, 10 emir olarak bilinen emirlerdir. İbrahimi inancın özü, Musa'ya da vahyedilmiştir ve bu emirler, Musevi din adamlarının şerhleriyle kayda geçirilip yaşatılmıştır. Yahudilerin Tevrat'ı, işte bu Musevi toplulukların elindeki şerhlerin de karışık olarak kayda geçirildiği, bunun yanında Pers, Babil ve Filistin halklarının efsane ve söylencelerinin de yer aldığı, ama özünde Yahudi topluluklarının iç disiplinini sağlayacak kuralların olduğu bir kitaptır. Yani Tevrat, Tevrat değildir.

Yahudiler, İbrahimi de değildir. İbrahim, Yahudi değildir. İbrahim Akad'lıdır. Yaşadığı dönem-(tahminen M.Ö.2200-2000), Akad-Babil devletinin Sümer'in yıkılış sonrası yeniden kurulduğu dönemdir. Bir tür anarşi devridir ve bölgede İran, Anadolu, Mısır boyunca yaygın olan Hind-Mısır güneş ve ay kültü egemendir. Putperestlik olarak tanımlanan bu kült, esasta dağılmış ve iç savaşa tutuşmuş bir çok kabilenin asabiyesini ifade eden farklı tanrılarla sembolize edilen bir tür oligarşik politeizmdir. Tıpkı Hz. Muhammed'in dönemi gibi, bölgede birbiriyle savaşan kabilelerin önde gelenleri, kendi iç asabiyelerini farklı tanrı adlarıyla korumaya çalışmaktadır. Akad-Babil, işte bu savaşa son vererek kurulmuş ve bir çok farklı kabileyi ve tanrısını birleştirerek yan yana yaşatmıştır. Bu çok tanrıcılık, İbrahim'in isyanına neden olmuş ve oligarşik elitlerin koalisyonunu ifade eden pagan teolojiye karşı, sıradan halkın özgürleşmesini ifade eden Tevhid inancı egemen kılınmıştır. İbrahim'in tevhid devrimi, Akad'ın politik yayılma sürecine paralel olarak İran, Filistin ve Mısır'a da yayılmıştır. Durum İslam'ın doğuş ve yayılış tarihine benzer. İbrahimi devrim, uzun süre bölgenin başat kültürü olmuş ve uygarlığın yaratılmasını sağlamıştır. (Hammurabi kanunları, İbrahimi devrimin ürünüdür.)Çünkü tevhid telakkisi, insanın özgürleşmesi, sosyalleşmesi, barış ve düzen içinde yaşaması ve aklını kullanarak batıl itikatlarden uzaklaşmasını sağlamıştır. Buna uygarlık denmektedir. Sümer, ne kadar Nuh ve Şit peygamberlerin eseriyse, Akad-Babil ve Mısır'da İbrahim ve devamı olan peygamberlerin ve liderlerin eseridir. Bozulma, paganizme dönüş ve anarşi dönemleri ise, zulmün egemen olduğu, insanın köleleştirildiği, zorba liderlerin başa geçtiği dönemlerdir. Mezopotamya-Akdeniz tarihi, göçebe-yerleşik, istilacı-yerli, yöneten-yönetilen, zalim-mazlum, iyi-kötü, bezirgan-köylü gibi farklı ekonomi-politik biçimlerde beliren savaş ve çatışmaların teolojik dille tevhid-şirk olarak ifade edilmesinin tarihidir. Bu iç savaşlar, sonraki tüm tarih boyunca sürmüştür.

Yahudiler, bu tarihin içinde yoktur. Perslerin işbirlikçisi olarak bölgeye zorla yerleşmelerinden sonra dönüp kendilerine bir tarih düzmüşlerdir. Tevrat'ı bu bakışaçısıyla okuyanlar, çok açık ve net olarak bölgeye ne kadar yabancı olduklarını, tevhid inancına ve Museviliğe çok uzak olduklarını görecektir. Tevratta Elohim ve Yahve olarak geçen tanrı adları bile tek başına bunu göstermeye yeter. Elohim, ilahlar demektir ve Yahve Güney Filistin'de bir volkan cininin adıdır.Her iki isimde İbrahimi tek tanrıyı ifade etmez. Peygamberleri sahiplenmelerinin nedeni ise, bölge halklarına olan yabancılıklarını izole etmek içindir. Tüccar-tefeci alışkanlıkları nedeniyle yazıyı kullanmaları, bu söylenceleri kayda geçmelerine neden olmuştur. Bölgede zorbalıkla hakim olup geri kalan tüm Musevileri sürüp-katledip ellerindeki kutsal yazıtları kendi tarihleri gibi karışık bir şekilde yazmış olmaları, aradan yüzlerce yıl geçince Yahudiliğin Musevilik ve ibrahimilik olarak bilinmesine neden olmuştur. Bu inançların asıl sahipleri ise küçük topluluklar halinde dağ başlarında ve sürekli katliam tehdidiyle yaşamak zorunda kalmıştır. İsa, bir Musevi olarak işte bu Yahudi çarpıtmalarına cevap olarak ortaya çıkmıştır. İsa'dan önce vaftizci Yahya olarak bilinen Musevi liderin taraftarları da Yahudilerce katledilmiştir. Eseni-Nasıri İsa, işte bu çatışmanın devamıdır. Ve o da Yahudilerce düşmanlıkla karşılanmıştır.

Yahudilik, sadece Yahudiliktir. Musevilikle de İbrahimilikle de alakası olmayan bu topluluğun Tevrat olarak sunduğu kitap, tamamen hahamların eseridir ve içinde Musevi inanç kırıntıları dışında ibrahimi mesaja dair hemen hiçbir şey yoktur. Tarihsel bilgi olarak da Tevrat'ta yazılı her şey, ya yalan ya uydurma yada çarpıtmadır. Allah'ın vahyettiği Tevrat'ın esasları, orijinal Musevilerin ilahilerinde ve Kuran'da kayıtlıdır.

2- Yahudiler güç sahibi değildir. Tarih boyunca Yahudiler, ana özellikleri olan yükselen güçlerle işbirliği yapıp tefecilik imtiyazları elde etmek dışında bir varlığa sahip değildir. Perslerle başlayan bu serüven, Roma yükselince Roma'ya, İslam gelince Müslüman yönetimlere, Avrupa'da yükselen kral ve beyliklere ve en son bugün ABD'ye kullanım değeri halinde kiralanmış bir asabiyeye dayanır. Yani Yahudiler ne zaman güçlü görünmüşse, o dönemin esas politik gücüne bakmak gerekir.
Yahudiler ne zaman tarihte adları anılmıyorsa, bilinmelidir ki, o dönemlerde kayda değer büyük bir güç yoktur. İşte bu ara dönemlerde Yahudiler sahipsiz kalır ve bulundukları toplumlar tarafından birikmiş öfkelerin patlaması nedeniyle zulüm görürler. Endülüs, Fransa, Polonya, Rusya, ve en son Almanya'daki Yahudi kırımları, Yahudilerin işbirliği yaptıkları güçlerin yenildiği dönemlerde olmuştur. Yahudi elitleri, kontrolde tuttukları yoksul ve sıradan Yahudi toplulukları her dönem gettolarda yaşamaya mecbur etmiş ve Ezra'nın öğüdüne uyarak Yahudilerin başka topluluklara karışarak erimesine müsaade etmemişlerdir. Bu özel ve içe dönük asabiye, politik gelişmelerin müsait şartlar ortaya çıkarması sonucunda Yahudileri topluca hedef haline getirmiştir. Modern dönemlerde, Yahudi toplumu, diğer modernleşen her topluluk gibi artık bu dinsel gettolarda yaşama zorunluluğundan kurtulmuş, bireysel olarak farklı tercihler yapabilme imkanlarına kavuşmuştur. Modern dönemde bir çok farklı özellikte Yahudi insanın daha çok ortaya çıkabilmesinin nedeni, Yahudiliğin iç asabiyesini eskisi kadar koruma imkanına sahip olamayışıdır.
Bu anlamda 19. yüzyıl sonu ve 20. ilk yarısı boyunca yoksul Yahudilerin sosyalizme yönelmesi ve daha eşitlikçi bir dünya için mücadele etmesi, yahudi tarihinde bir parantez olarak kayda geçmiştir. 1967 Arap-israil savaşı sonrası israil'in yaşayacağı anlaşılında dünya Yahudiliği büyük ölçüde sosyalizmi terk ederek siyonizme destek vermeye başlamıştır.

Yahudi gücü olarak bilinen, hatta abartılarak her taşın altında aranan Yahudi efsanesi, hem Yahudi elitlerin işine gelmekte, hem Yahudileri kullanan gücün işine gelmekte hem de Yahudiler üzerinden rakip gücü vurmaya hazırlanan güçlerin işine gelmektedir. Bu Yahudi gücü efsanesi sayesinde, Yahudi elitleri kendilerini işbirliği yaptıkları güce daha iyi pazarlayabilmektedir. Yahudileri kullanan güçler, bu abartma sayesinde yeri geldiğinde kendilerini gizleyerek bütün olumsuz tepkileri Yahudiliğin üzerine yıkabilmektedir. Ve nihayet, rakip güçler, Yahudi abartısı sayesinde düşmanlığı doğrudan esas rakibine değil de Yahudiliğe yöneltip önce bu 'şaibeli topuluğu' tasfiye ile sahneye çıkmaktadır. Çünkü yahudi topluluğu her zaman yaşadıkları toplulukla karışmadan ve sürekli sermaye biriktirerek üzerlerine nefret ve kıskançlık çeken bir yaşama alışkanlığına sahiptir. Roma dönemi diasporası, Endülüs katliamı ve Almanya holocostu örnekleri, tam da bu şekilde cereyan etmiştir. Yahudilik bugün de kendini dünyanın en büyük ve yaygın gücü olarak sunmaktadır. Yahudiliğin bugünkü efendisi olan ABD, bu söylentiye bilinçli olarak çanak tutmaktadır. Ve ABD'nin politik tüm rakipleri, aynı şekilde Yahudiliği abartarak ve Yahudi düşmanlığı üzerinden ABD düşmanlığı yaparak bu oyunu sürdürmektedir. Yahudi gücü efsanesi, her açıdan tarihsel işlevine müsait bir rol oynamaktadır. Muhtemelen ABD'nin rakibi olarak çıkacak yeni politik güçler, bir şekilde Yahudileri tasfiyeye yönelecek ve bir sonraki oyuna kadar Yahudilik mazlumluktan zalimliğe, zalimlikten mazlumluğa evrilen tarihini tekrarda bir beis görmeyecektir.

Yahudi olarak bilinen bütün gücün, paranın, medyanın, teknoloji ve lobilerin asıl sahipleri, dünyayı yönetmeye çalışan Anglo-Sakson güçlerdir. Yahudi unsurlar, bal tutarken parmaklarını yalamak dışında bir gerçek güç ve inisiyatife sahip değildir. Büyük çoğunluğu Katolik kilisesi ve derin Avrupa kaynaklı anti Yahudi efsane ve propogandalar ise, Avrupa'nın ABD ve İngiltere'ye açıkça cephe alamamasının ifadesinden başka bir şey değildir. Bu propogandalar, Filistin işgali nedeniyle Müslüman dünyayı da etkilemektedir. Yahudiler, zalimlerle işbirliği suçu nedeniyle yargılanabilir ama gerçek güç sahipleri imiş gibi topluca düşman addetmek, sonu ırkçılığa varan başka bir yanlışa düşmeye yol açmaktadır.
Müslüman dünyanın ölçüsü ise bellidir: zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur. Yani insanların kökenine, inancına bakılmaksızın, sadece zalimliği nedeniyle düşman olunabilir. Bu ölçü doğrultusunda, Yahudilerin zalimlerle işbirliği içinde olanları, Yahudi oldukları için değil, işbirlikleri ve zalimlikleri nedeniyle diğer işbirlikçilerle birlikte düşman addedilebilir. Bunun dışında salt Yahudi kimliğine karşı düşmanlık, müslümanın işi olamaz. Yahudilik eleştirilebilir, özellikleri itibariyle belli tedbirler alınabilir. Ama körü körüne bir Yahudi düşmanlığı, her olayın altında Yahudi arayan komplocu ırkçı bakış açısı, yanlıştır.

3- İsrail, devlet değil, işgal karakoludur: İsrail, tıpkı Perslerin M.Ö 500-300 yılları arasında kurduğu krallıklar gibi, 1948'de ABD tarafından kurulmuş bir emperyalist karakoldur. İsrail projesi aslında bir Alman projesidir. 20. Yüzyıl başında petrolün önemini keşfeden emperyalistlerin bölgeye yerleşme çabaları sürecinde geç kalmış olan Almanya, Yahudilerini bölgeye yerleştirerek bir plantasyon kurma projesi geliştirmiştir. Siyonizm denilen bu proje, bir Alman icadıdır. Yahudiler arasında taraftar bulmayan bu proje sayesinde 1920'lere kadar az da olsa Alman ve Rus yahudisi bölgeye yerleştirilmiştir. Hatta bir dönem Afrika ve Kıbrıs'ta bir Yahudi devleti düşünülmüştür. Hepsi de Almanya'nın bölgeye yerleşme çabasının ürünüdür. Teodor Herlz, projenin propogandistidir. Ne varki I.Dünya Savaşı'nda Almanya yenik çıkp, Osmanlı dağılınca, Siyonistler aynı projeyi Fransa ve İngiltere'ye götürmüştür. Balfour Deklarasyonu'na yol açan ve İngiliz yahudisi finans baronu Rotchild'in sahiplendiği proje, İngilizlerin bölgede yerleşik Arap Müslümanları gözden çıkarmaması üzerine II.Dünya savaşı'na kadar askıya alınmıştır. II. Savaş sonrası gücünü ABD'ye devreden İngiltere, İsrail projesine de Rusya ile birlikte onay vermiş ve bölgede ABD adına bir koloni oluşması sağlanmıştır. İsrail, esasen ABD'nin silah ve istihbarat üssü olarak tasarlanmış bir karakoldan ibarettir. Yahudilerin Nazi zulmünden kaçışı abartılarak bölgeye yoksul yahudi nüfusun transferi yapılmış ve bölgedeki sahipsiz Müslüman halkın tıpkı M.Ö. Musevilerin tasfiyesi gibi zorbalıkla tasfiyesine destek olunarak sözde bir devlet ilanı yapılmıştır. İsrail, bölgedeki Filistinlilerle çatışan tarafıyla küçük ve sahte bir siyasal imajdır. Asıl önemini, ABD'nin petrol kuyularını korumaya ayarlanmış gizli nükleer ve kimyasal silahlarının deposu oluşundan alır. Diğer rakip bütün devletler bilir ki, bölge petrollerine göz koyunca bu depodaki gizli silahlar harekete geçecektir. İsrail, bu özelliğini perdelemek için dünya kamuoyuna Filistinlilerle sürekli savaş halinde gösterilmek yani silahlanmak zorundadır. Yine Dünya Yahudiliği, modern dönemde kaybettiği getto asabiyesini İsrail sayesinde yeniden kazanmış ve Yahudi elitlerin kontrol ve denetimine girmiştir. Dünya Yahudiliği, birkaç fraksiyon halinde İsrail'i destek adı altında Yahudi elitlerin organize ettiği haraç ağına dahil edilmiştir. İsrail, işte bu birkaç işlevi aynı anda gören bir tiyatro sahnesidir. Muhtemelen, bu işlevine gerek kalmadığında, bölge güçlerinin insafına terk edilecektir. Ama şimdilik, işlevi önemini sürdürmektedir.

4- Yahudi parlak beyinler: Özellikle aydınlanma çağı ve sonrasında, aydınların önemi artmıştır. Aydın kategorisi, eleştirel düşünce ve muhalefet ile özdeşleşmiştir. Bir çok Yahudi kökenli aydın, bilim adamı ve sanatçı, son 200 yıldır batı düşünce tarihine damga vurmuştur. Bu gerçekten hareketle Yahudilere özel bir mana ve misyon yükleme çabası görülmektedir. Oysa gerçek, tam tersidir. Spinoza'dan Freud'a, Marks'tan, Frankfurt ekolü filozoflarına kadar, tüm bu parlak beyinler esasen Yahudiliklerinden arındıkça, Yahudiliklerini terk ettikçe üreten kişiliklere dönüşen tiplerdir. Teorik olarak , kapalı, içe dönük ve tutucu hiçbir toplulukta parlak beyinler yeşermez. Yahudiler, 20. yüzyılın ortalarına kadar son derece tutucu, yobaz ve kapalı topluluklar halinde yaşamaktadır. Bahsi geçen parlak beyinler, işte bu kapalı ve tutucu yahudilikten kaçan, kendi bireysel özgürlüğünü arayan, bu yolda dramlar yaşayan kişilerdir. Ve bir çoğunun Yahudiliği eleştiren kitabı, makalesi vardır.
Özellikle 20. yüzyılın parlak Yahudi kökenli isimlerinin hemen hepsi Yahudi değil, sol ve Marksist kimliklidir. Kendi dallarındaki başarıları, içinden çıktıkları kültüre başkaldırma cesareti ve Yahudi dogmalarından daha başka bir gerçeği arama yolculuğu sayesindedir. Ki bu yolcuğu hangi kültür, din ve kapalı topluluk içinde olan birey yapsa, aynı oranda parlak ve yaratıcı bireye dönüşür. Nitekim, Yahudi olmayan yüzlerce filozof, sanatçı, bilim adamı vardır ve hepsi de illa ki kişisel bir trajedinin ürünüdür. Acı, dram ve trajedi, yaratıcılığın olmazsa olmaz nedenleridir.

Bu manada, Yahudiliğe büyük yetenekler bahşetmek, Yahudi propogandasıdır. Yahudi kalan bireylerin olası tek parlak yeteneği, çalışmadan, üretmeden kazanma yollarındaki ustalığıdır. Bunun dışında Yahudi kalmış hiç kimsenin aynı zamanda felsefede, sanatta, bilimde, edebiyatta, sporda, siyasette başarılı, evrensel ve üstün bir yetenek sahibi olmasının örneği yoktur. Yahudi, sadece bu alanlarda ortaya çıkan ürünlerin ticaretini yapar.
5-İslam ve Yahudilik: Genelde Hristiyan dünyada özelde Müslüman dünya içinde yaygın kanaat, Yahudiliği tek tanrılı dinlerin ilki ve birçok özelliğinin de kaynağı olarak görür. Bunda Tevrat kültürü başat role sahiptir. Hristiyanlıkta özellikle Protestan mezhep sahipleri, Eski Ahit dedikleri Tevrat'ı da dinsel kaynak sayar. Müslümanlar ise, tahrif edilmiş kitap olarak görmekle birlikte, bir çok ayrıntıda israiliyat etkisinden beri değildir.

En başta, Yahudiliği Musevilik ve İbrahimilik olarak kabul etme alışkanlığı vardır. Nedense bu yaygın kanaat hiç sorgulanmamıştır.
Bunun yanıda, Kuran'da da ismi geçen peygamberlerin Yahudi oldukları kanaati egemendir. Bu da sorgulanmadan kabul görmüştür. Bir diğer hususta, "üç büyük din", "tek tanrılı dinler", 'ehl-i kitap' gibi ibarelerde saklı bir yanlışlıktır. Zira, Yahudilik, büyük bir din değildir, 20 milyon mensubu vardır ve bunların yarıdan fazlası Yahudiliğe inanç olarak bağlı bile değildir, Yahudiliği bir milli kimlik olarak taşır. İkinci olarak, Yahudilik tek tanrıcı değildir. Yahudi tanrısı Yahve, sadece Yahudilere özgü bir kabile tanrısıdır. Ve Tevrat'ta Elohim, Yahve, Rabb olarak geçen ifadelerdeki tanrı, Müslümanların inandığı Allah'la pek az benzerliğe sahiptir. Bu özel kabile tanrısının tevhid akidesindeki evrensel ve mutlak Allah telakkisi ile alakası bile yoktur. Yine yahudilikte, İbrahimi inancın temel akidelerinden olan ahiret inancı da yoktur. Yahudilik, kendine özgü karmaşık bir ölüm sonrası itikadına sahiptir.

Bu yanlış yerleşik kanaatler, Müslümanların Hristiyanlarla savaşı boyunca Yahudileri yanlarında müttefik olarak görmelerinin sayesinde sorgulanmadan kalmıştır. İslam tarihi boyunca Yahudiler Müslümanlar için bir tehdit yada rakip olarak görülmemiştir. Bu nedenle Yahudilik yeteri kadar sorgulanmamıştır. Bu durum, bir çok dönemde İslam içi iktidar kavgalarının teolojik ifadesi olan mezhep ve tarikat tartışmalarında Yahudi efsane ve kaynaklarının rahatça kullanılmasını kolaylaştırmıştır. Bugün sıkı bir elden geçirme yapılsa, İslam olarak inanılan bir çok ayrıntı telakkinin kaynağının israiliyat olduğu görülecektir. Özellikle Batıni kültür, Yahudi kabalacılığından çok fazla etkilenmiştir. Tasavvuf literatürü, önemli ölçüde Yahudi etkisi altındadır. Tanrı, peygamber, Mehdi, Mesih, cin, şeytan, melek, felek, kader, cennet, cehennem, sırat köprüsü, günah, kabir azabı vb. bir çok konuda halkın gündelik dini kültürünün yarıya yakının kaynağı Yahudi kültürüdür. Yahudi kültürü ise, bahsettiğimiz gibi, bütün Ortadoğu mitolojilerinin karmaşık bir sentezi demektir.

Kuran'da, Yahudi ifadesi, doğrudan ayetlerin indiği dönemde Medine'de varolan Yahudi kabileleri kasteder. İbrani ifadesi ise hiç geçmez. İsrail ifadesi bir tek ayette geçer ve bu ayeti tercüme eden hemen bütün müellifler nedense ayette geçmediği halde parantez içine 'Yakup' yazmışlardır. Oysa Kuran, Yakup'tan zaten Yakup olarak bahseder. Yakub'un diğer adının İsrail olduğu iddiası Tevrat kaynaklıdır. Bizce İsrailoğulları ifadesi, Araplarında içinde olduğu tüm bölge halklarının ama özellikle İbrahimi-müsevi inanç topluluklarının antik geçmişini ifade eden bir deyimdir. Tevrat ve diğer dinsel yazılı kaynaklarıyla tüm bölgede kendilerine yer edinmiş olan Yahudilerin bölgeye yerleştirdiği bu ifadeyi Kuran da kullanmıştır. Yani bugün "Batılılar", "Doğulular", "Asyalılar", ya da geçmişte Orta Asya kökenliler için İranlıların kullandığı "Turanlılar" ifadesi gibi bir deyimdir. Kuran'da İsrailoğulları olarak geçen ifadeler, Mezopotamya-Akdeniz havzası halklarının atalarına atıf yapmak içindir. Bu ayetler öncesi ve sonrasıyla dikkatli okunduğunda, Yahudilikten ya da Yahudilerden bahsetmediği, bölgede geçmişte zaman zaman uygarlıklar, kentler kurmuş tüm toplulukları kast ettiği anlaşılır. En azından tarih boyunca hiç bir zaman siyasi manada üstün ve önemli bir konumda olmamış olan Yahudileri kast etmesi mantıksızdır. Persler sayesinde Kudüs'te bir dönem etkin olan Yahuda krallığı, küçük bir kent devletidir ve ömrü çok kısa sürmüştür. Dolayısı ile, Kuran'ın İsrailoğulları'na "nimetimi hatırlayın, sizi üstün kıldığım dönemleri hatırlayın" şeklindeki hitabının muhatabı, Yahudiler olmadığı gibi, her hangi bir belirli toplulukta değildir. İsrailoğulları deyimi, tüm bölge halkları için kullanılan bir ifadedir. Çünkü, insanlığın yerleşik hayata geçtiği, tarımı, kentleri, devleti, hukuku, yazıyı, matematiği, teknolojiyi ilk keşfedip kullandığı bölge burasıdır ve bu özelliğiyle evet, mezopotamya-Akdeniz havzası, 'Allah'ın nimet vererek diğer bölgelere bu manada uzun binyıllar boyunca üstün kıldığı' bir coğrafyadır.
Yahudiler, kendilerinin İbrahim'in karısı Sara'dan olma İshak'ın oğlu Yakub'un torunları olduklarına, Arapların ise İbrahim'in cariyesi Hacer'den olma İsmail'in torunları olduğunu iddia ederler. Bunların Kuran'da hiç bir temeli yoktur. İbrahim'in eşlerinin adı geçmediği gibi, İshak, Yakup ve İsmail, Yahudilerin iddia ettiği tarzda bir kişilik olarak geçmez. Kuran'daki peygamber kıssaları, Kuran'ın indiği topluluğun hafızasındaki bilgilere uygun ama çok ince tadilatlarla işlenmiştir. Bir tarih bilgisi vermekten çok, ibret ve örnek numuneleri olarak anlatılır. Bu manada, Kuran'da geçen kıssalar bağımsız bir akıl tarafından okunarak yorumlanmaktan çok, İsrailiyat etkisiyle okunarak Yahudi iddialarına uygun şekilde tefsir edilir olmuştur. Oysa, her şey bir yana, Kuran'ın indiği 7. yüzyıl Arap toplumunda Yahudilik dinsel manada baskın ve yaygın bir din değildir. Ve esas yaygın dinsel kültür olan putataparlık-paganizm, Arap bölgesinde egemen olan Roma'nın etkisinin ürünüdür. Yani, İslam'ın peygamber kıssalarına, özellikle İbrahimi tevhid tarihine yaptığı göndermeler, Arap bilinçaltının yenilenmesine dönüktür. Yahudi kültürü, bu bilinçaltının bildiklerini temsil etmemekte, aksine çarpık halini ifade etmektedir. Nitekim Kuran bunu defalarca zikreder ve Yahudileri yalancılıkla, peygamberleri çarpıtmakla, istismar etmekle suçlar. Kuran'da yer alan bir çok kıssa ve söylence, Tevrat'tan çok farklı bir mana ve üslupla anlatılır. Yani Yahudilerin iddia ettiği gibi, İslam Yahudiliğin Arap versiyonu değil, Yahudilik İslam'ın da kökeni olan İbrahimi tevhid geleneğinin çarpıtılmış bir biçimidir. Nihayetinde Yahudilik, İbrahimi itikadın Hind inançlarıyla sentezlenmesinin ifadesi olan İran Zerdüştlüğünün Babil-Finike kültürüyle yoğrulmasından ibarettir. Dolayısıyla, tek tanrıcılığın, ilahi mesajın, kitab'ın ilk örneği Yahudilik değil, orijinal Musevi topluluklar (Samaritanlar, Eseniler, Nasıriler) ve Hanif denilen küçük münzevi gruplardır. Bunlarda, Kuran'ın indiği dönemde sanıldığının aksine Yahudilerden ve Yahudi hahamlardan daha fazla etkilidir. Kaldıki, Akadca'nın bozuk şivesi olan İbranice denilen lehçe ile yazılmış Tevrat'ı Arapların çoğu anlamamaktadır.

Bu gerçeğe rağmen, halen bugün birçok araştırmacı İslam'ı Yahudilikten etkilenmiş gibi göstermekte ısrar etmektedir. Oysa bir etkilenme varsa, 11. ve 12. yüzyıllarda büyük Yahudi reformcusu Maimonides'in İslam Felsefesi ve Tasavvufu'ndan etkilenerek bugünkü klasik Yahudiliğin temellerini atması sayılabilir. İslam'ın geldiği çağda, Yahudi kültürü en etkisiz, zayıf ve cılız bir haldedir. Etkisinde kalınabilecek tek şey, belirttiğimiz teolojik konulardaki Yahudi mitleridir. Ki, İslam'ın erken çağlarından itibaren İslam alimleri İsrailiyat başlığı altında bu etkiye savaş açmış ve gerekli temizliği yapmıştır..Esasen Yahudilik, kendisinden etkilenilebilecek hiçbir özel teolojik ve kültürel özelliğe ve zenginliğe sahip değildir. Müslümanlar üzerindeki tek Yahudi etkisi, yukarda belirttiğimiz ayrıntı meselelerde cahil halkın batıni inançlarının içindedir. İlginçtir, bugün çağdaş, laik, modern geçinen propagandistlerin İslam diyerek gericilikle suçladığı bir çok inanç ve uygulama da işte bu Yahudi - İsrailiyat etkisiyle Müslümanlığa sızmış alışkanlıklardır. Kadının aşağılanması, büyücülük, üfürükçülük, bilim düşmanlığı, akıl karşıtlığı, dinsel yobazlık...Bunlar Yahudilik'le özdeş tutuculuk örnekleridir. Müslümanlar da Hristiyanlar da bu dinsel tutuculuğu Yahudilerden öğrenmişlerdir. Çünkü, Yahudiliğin ana özelliklerinden biri kurumsal dinsellik ve dinciliktir.

SONUÇ: Yahudilik nedir? başlığıyla ifade etmeye çalıştığımız tespitlerin özü, Yahudiliğe Yahudi gibi bakmaktan vazgeçmeye bir çağrıdır. Yahudiler, olumlu yada olumsuz, insanlığın geri kalanından ayrı, özel bir topluluk değildir ve öyle de muamele görmelidir. Güç sahibi değildir ve sahip oldukları her şey kendilerini kullananlara aittir. İlahi bir din değildir ve Musevilikle alakaları yoktur. Yahudilik, insanlık birikiminin çingene kültürüyle çalınmasından doğmuş bir fenomendir ve bütün özelliğini kendisini özel bir dinsel-milli karakter olarak kabul ettirmesinden alır. Bunu kabul etmeyenler için Yahudilik, önemsiz, binlerce otantik kültürel tortudan biri düzeyinde, hiçbir orijinalliği olmayan bir vakadır. Bu sıradan Yahudilikle ve Yahudilerle, diğer insanlardan farklı hiç bir olumlu ya da olumsuz tutum almanın bir manası yoktur. Hak ve adalet ölçüleri içerisinde her insanın sahip olduğu inanç ve yaşam tarzı özgürlüğüne sahiptirler. Bu bağlamda bir ortaçağ Hristiyan fanatizmi olarak kurumsallaşmış olan Anti-Semitizm, insanlık suçudur. Hiç kimseye soyu, sopu, inancı nedeniyle ayrımcılık, suçlu muamelesi, aşağılayıcı tutumlar alınamaz.
Bizim için Yahudiliğin asıl önemli özelliği, Yahudi elitlerin taşıdığı misyon ve gördükleri işlevdir. Yahudilik bu manada, güç sahiplerine kahyalık, dinsel milliyetçi asabiye ve parayataparlıktır. Bu vasıflar kimde varsa, o Yahudidir. Ve işte bu tarz Yahudilik, insanlığın antitezidir.
Bu Ezrael aynasına bakarak, aşiretçiliği, kabileciliği, milliyetçiliği, dinciliği, fanatizmi, kapitalizmi, gücetaparlığı, ötekini düşman görmeyi, tanrı ve inanç pazarlamayı terk etmenin insanlaşmanın ilk adımları olduğunu daha kolay kavrayabiliriz. Bugün insanlığı kuşatan kapitalist kültürün, insanı İbrahimi mesajın gerisine düşürerek bu ilkel dürtülere esir ettiğini ve giderek soyca Yahudi olmasa da TOY Yahudi dediğimiz Yahudi taklidi milyonlarca insan ürettiğini görüyoruz. İşte Yahudilik konusundaki esas tehlike budur. Ve ister Müslümanlar, isterse insanlık için mücadeleye soyunan başkaları, bu Yahudilik biçimiyle hesaplaşmadan ve kendini bundan arındırmadan, insana, hayata ve Tanrı'ya dair tek bir cümle bile kurmamalıdır.
İlgilenenler için Kuran-ı Kerim'den bazı ayetler:
BAKARA SÛRESİ
(140) Yoksa siz, "İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakub ile Yakuboğulları da yahudi, ya da hıristiyan idiler" mi diyorsunuz? De ki: "Sizler mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?" Allah tarafından kendisine ulaşan bir gerçeği gizleyen kimseden daha zalim kimdir? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ
(67) İbrahim ne yahudi idi ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah'ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir müslümandı. Allah'a ortak koşanlardan da değildi.
NİSÂ SÛRESİ
(161) yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kimseyi Allah yolundan alıkoymaları, kendilerine yasaklanmış olduğu halde faiz almaları, insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle önceden kendilerine helal kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara haram kıldık.İçlerinden inkar edenlere de acı bir azap hazırladık.

MÂİDE SÛRESİ
(18) (Bir de) yahudiler ve hıristiyanlar, "Biz Allah'ın oğulları ve sevgili kullarıyız" dediler. De ki: "Öyleyse (Allah) size neden günahlarınız sebebiyle azap ediyor? Hayır, siz de onun yarattıklarından bir beşersiniz." (Allah) dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunanların da hükümranlığı Allah'ındır. Dönüş de ancak onadır.

MÂİDE SÛRESİ
(69) Şüphesiz inananlar (müslümanlar) ile yahudiler, Sabiîler ve Hıristiyanlardan (her bir grubun kendi şeriatında) "Allah'a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır" (diye hükmedilmiştir.)

Bakara
(40) Ey israiloğulları, size lütfettiğim nimetimi hatırlayın, Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de size olan ahdimi yerine getireyim ve artık Benden korkun Benden
Bakara
(122) Ey İsrailoğulları, sizlere ihsan ettiğim nimetimi ve sizi bir zamanlar alemlere üstün kılmış olduğumu hatırlayın.

Bakara
(211) İsrail oğullarına, onlara ne kadar açık bir mucize verdiğimizi sor! Fakat her kim, Allah'ın nimetini kendisine geldikten sonra değiştirirse şüphesiz Allah'ın cezası pek çetindir.

MÜ'MİN SÛRESİ
(54) Andolsun, biz Mûsâ'ya hidayet verdik. İsrailoğulları'na da, akıl sahipleri için bir öğüt ve doğruluk rehberi olarak o kitabı (Tevrat'ı) miras bıraktık.

Türkiye Yahudilerinin sitesi www.sevivon.com'un yahudi tarihi bölümünden, Yahudilerin düşünme biçimleri için örnek olabilecek seçmeler:
Tanrı Avraam'a dedi ki: "Toprağından, doğduğun yerden ve babanın evinden sana gösterdiğim toprağa git. (Bereşit 12:1) Tanrı Avraam'a ve dolayısıyla Yahudi ulusuna diyor ki: "Kendini tamamıyla ayır ve farklı bir yöne doğru git." Tanrı'nın Avraam'a çıkmayı emrettiği yolculuk sadece fiziksel bir yolculuk değildir, tarihte herkesinkinden farklı olacak bir yolculuktur. Avraam diğer uluslar arasında kabul görmeyen, tek başına yaşayan bir ulusun babası olacaktır. Bu Yahudi tarihinin ilk benzersiz özelliğidir. İkincisini bir sonraki pasuk'ta öğreniyoruz: "Seni büyük bir ulus yapacağım, seni kutsayacağım ve adını ululaştıracağım; ve sen bir kutsama olacaksın." (Bereşit 12:2) Bu pasuk Tanrı'nın Yahudi tarihine aktif olarak katılacağı sözünü iletir: "Yapacağım..." Yahudi tarihi doğaüstü bir fenomendir. Yahudi ulusu hiçbir zaman var olmayacaktı çünkü Avraam'ın karısı Sara kısırdı. Avraam ölecekti ve misyonu da onunla birlikte ölecekti. Ama öyle olmadı. Bir mucize gerçekleşti. Böylece Yahudi ulusunun mucize sonucunda ortaya çıktığını, tüm insanlık tarihi boyunca mucize eseri hayatta kaldığını ve en büyük imparatorluklardan daha uzun yaşadığını öğreniyoruz. Bunun nedeni, Yahudilerin benzersiz bir misyona, benzersiz bir tarihe sahip bir ulus olmasıdır. Yahudilerin başına gelen, diğer halkların başına gelmez. 2000 yıl boyunca milli bir anavatanı olmayan bir ulus olarak yaşamak normal bir şey değildir. İnsanlık tarihinde benzersizdir. 2000 yıl önce sizin olan yerde anavatanı yeniden kurmak normal değildir. İnsanlık tarihinde benzersizdir. Ve üçüncüsü: "Seni kutsayanı kutsayacağım ve seni lanetleyeni lanetleyeceğim ve senin aracılığında dünyadaki tüm aileler kutsanacak." (Bereşit 12:3) Tanrı burada Avraam'a onun ve soyundan gelenlerin -Yahudilerin- Tanrı'nın koruması altında olacağını söylüyor. Yahudilere karşı iyi davranan uluslar ve halklar iyi durumda olacak. Yahudilere kötü davranan imparatorluk ve halklar kötü durumda olacak. Ve bütün dünya Yahudi halkı tarafından değiştirilecek. Bu, tarihin büyük ilkelerinden biridir. Batıdaki medeniyetlerin neredeyse hepsinin yükselişinin ve çöküşünün grafiğini, Yahudilere nasıl davrandıklarına bakarak çizebilirsiniz. Kuşkusuz bunun bir kısmı doğa üstüdür, İspanya veya Almanya olsun, Polonya, ya da Amerika olsun. Zaman içinde ilerledikçe bunu göreceğiz. Başka bir kısmı ise hiç de o kadar doğaüstü değildir çünkü ülkenizde yaşayan bir grup insan varsa -eğitimli, gayretli, kendini işine vermiş, sadık, yaratıcı, iyi bağlantıları olan insanlar- onlara iyi davranır, onların size anlamlı bir şekilde katılmasını ve katkıda bulunmasına izin verirseniz, ülkeniz bundan yararlanacaktır. Bu insanları ezer ve kovarsanız, ekonomik düşüş yüzünden ıstırap çekersiniz. Ama tabii ki bundan çok daha fazlası söz konusudur. Yani üçüncü bir ilke de vardır: ulusların ve imparatorlukların yükselişi ve çöküşü Yahudilere nasıl davrandıklarına bağlıdır. Bu şaşırtıcı bir fikir olmakla birlikte insanlık tarihinde açıkça kanıtlayabileceğiniz bir fikirdir. Yahudilerin dünya üzerindeki inanılmaz derecedeki olumlu etkisini görebilirsiniz.
…Tora'nın ilk kısmı boyunca Tanrı sürekli olarak Yahudi ulusuna İsrail toprağını vermekten bahseder ve taahhüdünü teyit eder. 11. yüzyılın büyük Tora yorumcusu Raşi , Tora'nın ilk cümlesi hakkında bir soru sorar: Neden Tanrı işe evrenin yaratılışı ile başlar? Tora Yahudiler için bir teoloji kitabı ise, neden Yahudi ulusunun yaratılışı ile ve hemen ardından Mısır'dan çıkışın hikâyesi ile başlamaz? Yahudilerin bir ulus olması, Tora'yı almaları ve toprağa gitmeleri o zaman gerçekleşir. Raşi eski sözlü bir geleneğe göre, gelecekte dünya uluslarının Yahudi halkına "siz hırsızsınız" diyeceğini aktararak cevap verir. Toprağı Kenaanlı kavimlerden çaldınız. Dolayısıyla Tanrı Tora'yı evrenin yaratılışı ile başlatır ki dünyaya şöyle desin: "Ben evrenin Yaratıcısıyım. Her şey benimdir. İsrail toprağını Yahudi halkına vermeyi seçtim."
Yahudi olmak, ayrıcalıklı bir ulusun , toprağa , dile , ortak bir tarihe ve dünyasal bir göreve sahip olan bir ulusun parçası olmak demektir. En önemlisi, Yahudiler'in Tanrı'yla sadece ruhani / dini bir yönden ibaret olamayan bir ilişkisi de söz konusudur. - Bu dünyayı algılayış biçimidir -hayatın her saniyesini nasıl yaşayacağımızı bize açıklayan, dünyada benzeri bulunmayan bir şeydir. Yahudi ulusal kimliği , Yahudiler'in görevlendirildiği ve bu görevi kişisel ve ulusal olarak başarmada rehber niteliğine sahip Tora'nın kurallarıyla uyum içinde olacak belli bir yaşam şekliyle tanıştıkları Sina Dağı'nda kazanılmıştır
Tanrı, Yahudiler'i çok yüksek bir standartta tutar çünkü onlar, insanlık tarihinde çok büyük bir sorumluluk üstlenmişlerdir. Yahudiler olmadan , dünya mükemmel bir hale gelemez ve, Allah korusun, eğer Yahudiler bir hata yaparlarsa, sadece onlar değil, tüm insanlık bundan zarar görecektir.
Talmud'un Ezra hakkındaki görüşü o kadar olumludur ki ondan, "Moşe daha önce ortaya çıkmasaydı, Tora Yisrael'e Ezra aracılığıyla verilirdi" diye söz etmektedir (Sanhedrin 21b).
Eski tarihçi Josephus, Contra Apion adlı eserinde o zamanlar Yahudilerin inançlarını söyle açıklar: (Kanunlarının tam olarak açıklanmasında en yetenekliler olarak kabul edilen ve öncü ekol olan) Farisiler her şeyi kadere ve Tanrı'ya atfeder, kader her eyleme eşlik ettiği halde yine de doğru olanı ya da aksini yapmanın başlıca olarak insanın elinde olduğunu kabul eder. Bütün ruhların ölümsüz olduğuna ama sadece iyi insanların ruhunun başka bedenlere geçtiğini, kötü insanların ruhununsa ebedi cezaya tabi tutulduğunu söylerler. İkinci örgütü meydana getiren Sadusiler kaderi tamamıyla devre dışı bırakır ve Tanrı'nın bizim kötü olanı yapıp yapmamamızla ilgilenmediğini varsayar. İyi ve kötü olanı yapmanın insanın seçimi olduğunu ve bu seçimin, istediği gibi hareket etmekte özgür olan her bir insana ait olduğunu söyler. Ruhun ölümsüzlüğüne ve öbür dünyada cezaya ve ödüle inanmazlar."
Kaynaklar:
-Dinler Tarihine Giriş, Mircae Eliade, Kabalcı Yay.2003
-İnsanlığın kaynakları ve İlk Medeniyetler, Şevket Aziz Kansu,TTK yay. 1991
-Mitoloji ile İnanç Arasında, Şinasi Gündüz, Etüt Yay. 1998
-Sabiiler-Son Gnostikler, Şinasi Gündüz,Vadi Yay. 1995
-Keldaniler ve Nastıriler, Kadir Albayrak, Vadi Yay. 1997
-Dinler Tarihi, Ali Şeriati, Kırkambar Yay. 2001
-Hz. Musa ve Tektanrıcılık,S. Freud, Bağlam Yay. 1987
-Totem ve Tabu, S. Freud, Sosyal Yay. 1984
-Din ve Büyü, C.Levi-Strauss, Yol Yay. 1983
-Tarih Sümerde Başlar, Samuel Noah Kramer, Kabalcı Yay. 1998
-Kara Atena, Martin Bernal, Kaynak Yay.1998
-Asur Tarihi, Erol Sever, Kaynak Yay. 1996
-Roma Tarihi, Titus Livius, Arkeoloji ve Sanat Yay. 1992
-Musa ve Yahudilik, Hayrullah Örs, Remzi Kitabevi, 1982
-Ortadoğu Mitolojisi, Samuel Henry Hooke, İmge Yay. 1995
-Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi, İletişim Yay.
Eski Mısır, Mezopotamya ve Yakın Doğu, Roma Dünyası,
Yahudi Dünyası, İslam Dünyası, Eski Yunan, Hind Dünyası ciltleri
-Tarihte doğu-batı çatışması İ.Ü., S.A.M., Semavi Eyice Armağanı, Kızıl Elma Yayıncılık, 2005.
--Yahudi sorunu, Karl Marks
-Yahudiler ve Araplar, S. D. Goitein, İz Yay., 2005.
-Yahudi tarihi, Yahudi dini, İsrael Shahak, Anka yay.
-Siyonizm Dosyası, Roger Garaudy, Pınar yay.
-Akdeniz ve Akdeniz dünyası, F. Braudel, 1.cilt
-www.comlink.de/demir/kivilcim' den Hikmet Kıvılcımlı'nın eserleri.
-www.sevivon.com
-www.dunyadinleri.com
-Kuran-ı Kerim ve Türkçe meali, İhsan Eliaçık, İnşa Yay.
-Kitab-ı Mukaddes
ahmetozcan1@yahoo.com

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...