6 Şubat 2012 Pazartesi

DÜNÜ BUGÜNÜ VE ESERLERİ İLE "HRİSTİYANLIK"

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Kimileri Hristiyanlık'taki "sağ yanağına vurana solunu çevir" şeklindeki hiç bir Hristiyan'ın uygulamadığı tavsiyeyi bu dinin hoşgorüsü ve mensuplarının halim selimliğiyle izah etmeye kalkmaktadır ancak hakikate baktığımzda Hıristiyanlığın dünya insanlık tarihinde en fazla katliam ve vahşet uygulamış toplulukların dini olduğunu görüyoruz. Yani sağ yanağına tokat atana hatta hiç atmayana atom bombasıyla karşılık vermek midir aslolan? Tarihteki ve günümüzdeki Hıristiyan toplulukalarını irdelediğimizde bu korkunç gerçekle karşılaşıyoruz. Şimdi bu katliam ve vahşetlerden bazılarını okuyalım;

İlk haçlı seferleri Papa ll. Urban'ın önderliğinde başladı, iki asra yakın süren haçlı seferlerinde milyonlarca insan katledildi. Sadece öldürülen Hıristiyanlar'ın sayısı iki milyonu geçiyordu. (OĞUZTÜRK,Fikret; Ortaçağ’ı Özledim, 1-2.Cilt,2.Baskı)

17 Temmuz 1203'te Ortodoks'ların hakimiyetindeki İstanbul'u elegeçiren Haçlılar, Kudüs'ü zaptettiklerinde yaptıkları korkunç katliama pek uygun düşen bir vahşetle yağmaladılar İstanbul'u. Onların çılgınlığından dehşete düşen olayın şahidi batılı yazarlar kaleme aldıkları eserlerde duydukları utancı açıkça belli etmişlerdir. İstanbul un tüm tarihi, dini ve sanatsal eserleri tahrip edilmiş, yakılıp yağmalanmıştır. Sokaklarda yere diz çöküp merhamet dileyen halkın üzerine atlarını süren Haçlılar kadın, yaşlı, çocuk demeden herkesi öldürüyor, fakirlerin evlerini bile talan ediyorlardı. Saraylılar, asiller hatta Rahibeler Haçlılar'ın tecavüzüne maruz kaldılar. (Diyanet ansiklopedisi c.14 s. 538)

Farklı mezhepteki Hıristiyan'a bu muameleyi reva gören Hıristiyan Haçlı'ların Müslümanlara yönelik katliam ve tüyler ürperten vahşetlerini batılı kaynaklardan okuyalım;


Haçlılar'ın katlettikleri Türkler'in etlerini kızartıp yemeleri:

Fransız Akademisi üyelerinden Funck Bretano'nun ifâdesine göre; vahşî hayvan sürülerinden farksız olan haçlı gürûhu 1096 yılında Anadolu topraklarına saldırdıklarında, İznik civârında yakaladıkları müslüman çocukları parçalamışlar, etlerini şişlere geçirip ateşte kızartmışlar ve henüz pişmeden çiğ çiğ yutmuşlardı. Antakya'ya ulaştıklarında ise, başlarındaki papaz Pierre I'Ermit'in ısrârıyla, yerlerde yatan öldürülmüş Türkler'in cesedlerini birer birer toplamışlar, etlerini kemiklerinden ayırmışlar; sonra da tuzlamış, pişirmiş ve karınlarını bununla doyurmuşlardı. Onlar kızarttıkları müslüman etleriyle iştahlarını (!) tatmin ederken, ölenlerin zincire vurulmuş olan yakınları da surlardan büyük bir acı ve çâresizlik içinde, gözyaşları dökerek olup biteni seyrediyorlardı.

Brentano eserinde devamla, Fransızlar'ın millî destan olarak kabul ettikleri Chanson de Antioche'den şu tüyler ürpertici satırları nakleder:

Antakya önlerinde açlıktan şikâyet eden haçlılara, hıristiyan din adamı Pierre I'Ermit şu tavsiyede bulunur: Açlığınızın sebebi korkaklığınızdır. Türk cesedlerini toplayın! Tuzlayarak pişirilirse daha lezzetli olur!.. Bunun üzerine haçlılar onun dediğini yaptılar. (Funck Brentano, Les Croisades, Paris 1934, s. 24.)

Haçlılar , Antakya'ya saldırdıklarında yaklaşık on bin Türk'ü boğazlayarak, bölgedeki bütün câmileri yakmışlardı. Nitekim hâdiseyi bizzat gözleriyle gören papaz Lemoine yapılan yağma ve katliamdan bahsederken; Bizimkiler sokakları dolaşıyor, rastladıkları çocuklarla ihtiyarları paramparça ediyorlardı. Ancak o gün herkes boğazlanamadı. Ertesi gün bizimkiler geri kalanları kestiler. demişti. (Funck Brentano, Les Croisades, Paris 1934, s. 57)

Fransız târihçilerinden Rudolf of Caen de, onların bu iğrenç fiillerinden behsederek şöyle diyordu: Askerlerimiz Maarra'da dinsizlerin (müslümanların) yetişkinlerini yemek kazanlarında kaynar suyla haşladılar; çocukları şişlere geçirerek öldürdüler ve sonra da ızgarada pişirip yediler. (Amin Maalouf, The Crusades Through Arab Eyes; London, al-Saqi Books, bas.: 1984, s. 38.)

Kudüs katliâmı başka bir eserde şu sözlerle anlatılıyor: Katliâm korkunçtu!.. Öldürülenlerin kanları sokaklarda akıyor, atıyla gezenlerin üzerine sıçrıyordu. Akşam karanlığında haçlılar, sevinçten haykırarak kiliseye geldiler ve kana bulanmış ellerini âyin için uzattılar. (G. E. Perry, The Middle East: Fourteen Islamic Centuries Englewood Cliffs, s. 78, bas.: 1983.)

Bizans imparatoru Alexis Komnen'in kızı Anna, Alexis Comnen'in Hayatı adlı kitabında Barbarlar diye târif ettiği haçlıların sergiledikleri vahşetten söz ederken: En büyük eğlencelerinden biri rastladıkları Müslüman çocukları öldürmek, kızartmak ve yemekti. diyor; Fuller de bu çocukların çok küçük yaşlarda olduklarına dikkati çekerek; Boğazlanmamaları için yalvarmasını bile bilmeyen, henüz konuşmaya başlamamış çocuklar, zayıflıkları, kahraman bir savaşçının darbeleri karşısında umumiyetle bağışlanma sebebi olan kadınlar bile boğazlandı. diyordu.(Thomas Fuller - Holywar, Kutsal Savaş veya Haçlı Seferleri Tarihi, c. 1, Bölüm 24.)


Haçlı'ların istila ettkikleri topraklarda sergiledikleri canavarlıklara daha binlerce örnek verilebilir. Bu kadarla yetiniyor, Endülüs katliamına geçiyoruz.

Gustave le Bon, İspanya'daki hıristiyanların müslümanlara yaptıklarını Civilasition des Arabes adlı eserinde şöyle anlatır:

Zafer kazanan hıristiyanların mağlûp Müslümanlar'a karşı icrâ ettikleri her çeşit zulüm ve katliamların hikâyelerini titremeden okumak mümkün değildir! Onları zorla vaftiz ettirdiler. Kutsal Engizisyon mahkemelerine teslim ederek kabil olduğu kadar diri diri yakılmalarını sağladılar. Bu işleri kestirmeden halletmek için de Tuleytule başrahibi hıristiyanlığı kabul etmeyen bütün Araplar'ın kılıçtan geçirilmelerini emretti. Dominiken tarikatı papazı daha da kestirme hareket etti. Kadın ve çocuklar dâhil, ne kadar müslüman varsa kafalarının uçurulması emrini verdi. İspanya'nın yüksek tabakasını, aydınlarını ve sanâyicilerini teşkil eden üç milyon Arap ya öldürüldü, ya da yarımadadan dışarı atıldı. Sekiz asırdan beri Avrupa'nın üzerine ışık saçan parlak medeniyetleri ebediyyen söndü. Bu korkunç katliamlar yanında, Saint Bartelemi Gecesi (Protestanların katolikler tarafından katledilme gecesi) basit bir arbede gibi kalır. Şunu da itiraf etmek gerekir ki, en vahşî istilâcılar arasında bile, bu derece korkunç katliamlarda bulunan tek bir kimse gösterilemez!" (Gustave le Bon, Civilasition des Arabes, s. 129, 160.)

Saint Bartelemi'de Katolik Hristiyanlar sadece bir gecede 60.000 Protestan'ı diri diri yakarak katletmişlerdir.

Amerika'yı istila eden İngiliz, İspanyol ve Amerikalı'lar da tarihte eşine zor rastlanır katliam ve vahşetlere imza atmışlardır;

"İngilizler, Kızılderililer'in kampına üşüşerek hareket eden her şeyi kesip biçtiler. ...diğerleri yatakların altına girdiler, diğer bir kısmı ise büyük bir cesaretle saldırıya karşılık verdiler .... Mason daha sonra kendisinin, Onları yakmalıyız diye bağırdığını ve ardından da bir meşale yakarak .... Manzara tüyler ürperticiydi ... alevlerin arasında ölenlerin ve Mason'un kan damlayan kılıcından kaçıp yatakların altında büzülenlerin çoğu kadınlar, çocuklar ve güçsüz yaşlı adamlardı.

Bundan sonra sağ kalan Pequotlar da yakalanarak hemen hemen tamamen yok edildiler. Diğer köyler bulunup yakıldı. Küçük savaşçı grupları kıstırılarak öldürüldü. Açlıktan ölmek üzere olan kadın ve çocuk gruplarının yerleri tespit edilerek yakalandılar ve köle olarak satıldılar. Tabii eğer şanslılarsa. Diğerlerinin elleri ve ayakları bağlanarak limanın hemen gerisinden okyanusa atıldılar." (Amerikanın Soykırım Tarihi, David E. Stannard, sh. 185-187)

Kızılderili avı o dönemde New England'da popüler bir spor olmuştu. Yaygın nakaratı söylersek, bizimkilerden yalnız bir kayıpla denerek yüzlerce Kızılderilinin öldürülmesine ilişkin rapor üstüne rapor geliyordu. Yine, keşif kolumuzca, Dedham yakınlarındaki ormanlarda, hemen hemen açlıktan ölü vaziyette dolaşırken toplanan çoğu kadın ve çocuk, 26 kadar Kızılderili'nin yakalandığı şeklindeki ifadeler de aynı ölçüde yaygındı. Şüphesiz bütün bunlar Tanrının iradesi idi, der bu olayları nakleden İngiliz... "(Amerika'nın Soykırım Tarihi, David E. Stannard, sh. 189)

Hıristiyan'ların katliamlarını saymakla bitiremeyiz dahası Hıristiyan ülkeler yaşadığımız şu asırda hala katliam ve soykırım konusunda hızlarına hız katarak vahşetlerine vahşet ekleyerek devam etmektedirler, Yahudi'lerin Filistin'de işledikleri cinayetlerin en büyük destekçisi olarak da yine Hristiyan ülkeleri görüyoruz. Hristiyan toplumların insanlık tarihinin en katliamcı kesimini oluşturmasının kendince sebepleri vardır benim şahsi görüşüm savaş hukuku ile ilgili İncil'in hemen hiç bir emir ve yasak içermemesi nedeniyle Hristiyanlar İncil'in Eski Ahit yani kısaca Yahudi'lerin Tevratındaki hükümlerini uygulamaktalar.. Tevrat'ın bu konudaki hükmü de gayet açık; "ele geçirdiğin şehirde kadınları, erkekleri, ihtiyarları, çocukları ve emzikteki bebekleri, nefes alan herkesi katledeceksin". ALLAH'tan korkmayan bir topluluk da işin içine girince böylesi katliamlar kaçınılmaz olıyor. Yeri geldiğinde Tevarat ve Hristiyanların Eski Ahit'lerindeki bu katliam ayetlerine de değineceğiz inşALLAH. Bu başlık altında tüyler ürperten bu vakanın nedenleri üzerinde durmak ve farklı görüşlerden yararlanmak istiyorum.

Çek Cumhuriyeti’nin Kunta Hora şehrinde, Protestanlar tarafından katledilmiş 40.000 insan ve bunların kemiklerinden yapılmış olan Kemikli Kilise’de tasvir edilen vahşet resmi yazımızın ahirine tam mütenasip düşecektir kanımca…[/size]
Murtazaali:
Ben burada özellikle bu dinlerin kutasal kitaplarındaki katliam ve vahşet emirlerine dikkat çekmek istiyorum. bir çok kimse bu korkunç gerçekten habersiz ancak Yahudi ve hıristiyan toplumların şiddete meyilli olmasındaki en temel etken Yahudilerin Tevrat'ı, Hristiyan'ların Eski Ahit'leridir. Şimdi burada bu katliam emirlerinden sadece bir tanesine örnek vermek istiyorum;

"Orduların Rabbi şöyle diyor: "Onların her şeylerini tamamen yok et, va onlara acıma, erkekten kadına, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür." (I. Samuel, bab 15, ayet 3, s 286)

Bu ayette ve buna benzer bir çok Tevrat (Eski Ahid) ayetinde insanlara açıkça hiç bir ayrım gözetmeden katliam yapmaları emri verilmiştir. Bunun neticesini anlamak için Filistin'de 60 yıldır hiç dinmeden yaşanan vahşeti görüp idrak etmek kafidir.

"Şiddet" terimiyle birlikte yad ettiğiniz İslam ve Kuran hükümlerinde bu türden hiç bir emir ve ayet yoktur. Eğer varsa mümkünse buyurunuz getiriniz. Ben Yahudilik ve hristiyanlık'ın şiddet ve kıyımcılığı emreden daha nice hükümlerini buraya yazabileceğim.
Murtazaali:
Aslında konumuz İslam değil ancak biraz araştırıldığında şiddet ve katliamın aslında İslam inancına tamamen aykırı olduğu görülecektir. Yeri geldiğinde İslam'ın bu konulardaki hükümlerini kayanaklarıyla birlikte buraya taşıyabileceğiz. Bu açıdan İslam dininin reforma ihtiyacı yoktur. Reforma ve hurafelerden temizlenmeye ihtiyaç duyan dinler hristiyanlık ve yahudilik dinleridir ve bu reform hareketleri 1400-1500'lü yıllardan itibaren de başlamıştır ancak rönesans ve reform hareketleri Hristyan dünyasının katliam ve vahşetlerini durduramamak veya onları insani ve medeni bir çizgiye getirememek bir yana bu hastalıklı yapılarını daha da körüklemiştir. Reform hareketleri sonucu kurulan Protestanlık mezhebine mensup kişiler toplu kıyımlara uğramışlardır. "1572'de Saint Bartelemi katliamında bir gecede 60.000 insan yakılarak katledilmiştir." Yani tamamen dini saikle yapılmış bir canavarlık, -yakarak adam öldürme o yıllarda hristiyan dünyada çok rağbet gören uygulamalardı-. Protestan'lar da aynı şekilde yüz yıllarca hakimiyet alanlarındaki bölgelerde örn. İngiltere'de Katolikleri hedef almışlardır.

Yine bu hareketler neticesinde Hristiyanlar farklı dünyaları keşfetmeye başladılar. Keşfettikleri yerledeki zenginlikleri ülkelerine getirmiş ve refah seviyelerini yükseltmişlerdir. Ancak bu zihniyetin keşfettiği örneğin Amerika kıtasındaki insanları nasıl toplu kıymlara ve vahşice zulümlere uğrattıkları da son derece ibret vericidir.. kaynaklardan okuyalım;

"İsponyollar dönemin diğer Avrupalılarından ne daha az ne de daha çok insandılar ve ne daha az ne de daha çok insancıldılar. Bu görüşü savunanlar için, İngilizlerin ve sonra Amerikalıların davranışları özel bir ilgi konusudur.

... İspanyolların kanlı yağmalarında yalnız olmadığı -Avrupa soyundan gelen başkalarının da mizacen aynı ölçüde soykırıma yatkın oldukları- yönündeki daha ciddi iddia, göreceğimiz gibi, hem daha güvenilir hem de daha doğrudur. (Amerika'nın Soykırım Tarihi, David E. Stannard, sh. 164)

İspanyol ve İngiliz'lerce keşfediilen Amerika kıtası orada yaşayan yerli halklar için tam bir felaket olmuştur. Katliama uğrayan yerlilerin sayısı milyonlarla ifade edilmektedir ancak bu sayının gerçekte ne kadar olduğunu kimse hiç bir zaman bilemeyecektir.

Sonuç olarak Hristiyan'ların ilerlemeye dönük hareketleri bir açıdan kendierine yaramış, refah ve zenginliklerini de hayal edilemeyecek düzeyde artırmıştır. Fakat ceremesini; sömürülen, köleleştirilen ve vahşice katledilen milyonlarca insan ödemştir. Aynı zihniyet ve aynı mantık hala hiç bir reforma uğramadan kararlılıkla yoluna ve katliamlarına devam ediyor.
Murtazaali:
İslam savaş hukuku savaşlarda aşırıya kaçılmasını yasaklamıştır, Yahudilik ve Hristiyanlık'ın aksine savaşlarda kadın ve çocukları öldürmek dinen haramdır. Ayet ve hadislerden okuyalım;

Bakara suresi 190

"Size savaş açanlarla siz de Allah yolunda çarpışın; fakat haksız taarruz etmeyin. Çünkü Allah, haksız taarruz edenleri sevmez."

Buradaki "haksız taarruz, aşırıya kaçma" yasağına Kuran'ın diğer ayetlerinde de işaret edilmiştir. Bu haksız taarruzdan kaçınmanın tefsirini de İslam pegamberinin hadislerinden okuyalım;

"Bir savaş sırasında öldürülen bir kadını görünce "Bu kadın savaşmıyordu niçin öldürüldü" diyerek hoşnutsuzluğunu ifade etmiş, öncü birliklerin başındaki Halid b. Velid'e haber göndererek kadın ve çocukların öldürülmemesini emretmiştir.

Bir başka hadis;

"Allah'ın adıyla yola koyulun, Allah yolunda mücadele verin, savaştığınız insanlarla aranızda bir anlaşma var ise ona riayet edin, haddi aşmayın, meşrû savaşırken öldürdüğünüz insanlara müsle yapmayın (ağzını, burnunu keserek, insanlık onurunu rencide edecek şeyler yapmayın) çocukları, kadınları, yaşlıları, ibadethanelerdeki insanları öldürmeyin."

Maide 8. ayette de şöyle buyruluyor;

"Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır."

Evet İslam dinini biraz kaynağından araştırdığınızda bu yüce hakikatlerle karşılaşacaksınız.

Şimdi Yahudilik ve Hıristiyanlık'ı İslam'a karşı savunduğunuza göre sizin de bu dinlerdeki savaş hukukuyla ilgili emirleri getirip iddianızı ispatlamanız gerekir. Tevrat'ta ve İncil'de savaşlarda aşırı kaçmayın, kadın ve çocukları öldürmeyin, düşmanınıza bile adil davranın gibi üstün insani vasıfların gereği emirler varsa buyurunuz getiriniz? Şimdi ben size bu dinlerin kutsal kitaplarımdaki savaş, katliam ve vahşet emirlerinden bir kaçına örnek vereyim;

Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın. Barış değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben babayla oğlun, anneyle kızın, gelinle kaynananın arasına ayrılık sokmağa geldim. (Matta 10/34-35)

Tevrat (hezekiel bab 9):

(5)Ve ben işitirken obirlerine dedi: Onun ardından şehirden geçin ve vurun gözünüz esirgemesin ve acımayın (6) İhtiyarı,genci ve ere varmamış kızı ve çocuklarla kadınları helak için vurun ,fakat üzerinde işareti olana yaklaşmayın ve makdisimden(tapınağımdan) başlayın.Onlar da evin önünde olan ihtiyarlardanbaşladılar...

Yas.13: 12-13 "Tanrınız RAB'bin yaşamanız için size vereceği kentlerin birinde, içinizden kötü kişiler çıktığını ve, 'Haydi, bilmediğiniz başka ilahlara tapalım diyerek kentlerinde yaşayan halkı saptırdıklarını duyarsanız,

Yas.13: 14 araştıracak, inceleyecek, iyice soruşturacaksınız. Duyduklarınız gerçekse ve bu iğrenç olayın aranızda yapıldığı kanıtlanırsa,

Yas.13: 15 o kentte yaşayanları kesinlikle kılıçtan geçireceksiniz. Kenti yok edip orada yaşayan bütün halkı ve hayvanları kılıçtan geçireceksiniz."

Yeşu.11: 11 "İsrailliler kentteki bütün canlıları kılıçtan geçirip yok ettiler. Soluk alan bir tek kişiyi esirgemediler. Ardından Yeşu Hasor'u ateşe verdi.
Yeşu.11: 14 Bu kentlerdeki bütün mal ve hayvanları ganimet olarak aldılar, insanların tümünü ise kılıçtan geçirip öldürdüler; soluk alan bir tek kişiyi esirgemediler."

İşte soykırım ve katliam dediğimiz budur.. Kuran-ı Hakim'in hiç bir ayetinde bu şekil katliam ve canavarlık emri yoktur.. varsa getiriniz?..
Murtazaali:
Emr-i İlahiyi hatırlar ve bu cinayetleri işleyenleri tel'in ederiz. Ancak Kitab-ı Mukaddes'te katliam yapmayı emreden ayetler olduktan sonra bir Hristiyan veya bir Yahudi'nin işlediği cinayet ve vahşetler onların dinine aykırı olmayacaktır. Şimdi size onların kitaplarında geçen bir soykırım emri içeren ayet;

"Orduların Rabbi şöyle diyor: Amalek'in İsrail'e yaptığını, Mısır'dan çıktığı zaman yolda ona karşı nasıl durduğunu arayacağım. Şimdi git, Amaleki vur ve onların herşeylerini tamamen yok et ve onları esirgeme ve erkekten kadına, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür." (I.Samuel kitabı 15. bap)

Geçiniz müslümanlık'ı dünya üzerinde kadın ve çocukları katletmeyi bu derece özümsemiş ve sıradanlaştırmış, katlettiği kadın ve çocuklarla dalga geçen kıyafeti üzerinde gururla taşıyabilmiş başka bir tek din ve millete mensup kimse yoktur.. Bunları bu hale getiren vahşet emri ve öğretilerine Zebur'larından tam yerini bulan bir başka örnek daha;

(Mezmurlar, bab 137, ayet 8-9)

"Ey sen, harap olacak Babil kizi, Bize karsilik ettiginin karsiligini, Sana verecek olana ne mutlu! 9Senin yavrularini tutacak, Kayaya çarpacak olana ne mutlu!"

Tekrar ediyorum Kuran ve Hadislerde katliam emri yoktur, bunların tam zıddına yasaklanmıştır. Buyrunuz size tüm hadis imamlarının üzrinde ittifak ettikleri bir hadis;

(Resulullah s.a.a)'ın katıldığı gazvelerden birinde öldürülmüş bir kadın bulundu. Resululllah (aleyhissalatu vesselam) bunun üzerine kadınları ve çocukları öldürmeyi yasakladı."

Eğer İslam dininde de Yahudilik ve Hristiyanlık'taki gibi emirler olsaydı o vakit mukayeseniz ve eleştirileriniz değerlendirilebilirdi.. Ancak kesinlikle yoktur. Var olduğunu düşünen varsa buyursun kaynaklarıyla ispatlasın?

Hristiyan papazlar tarafından kendilerine söylenen "tanrı sevgidir" masalına öylesine inanan insanoğlu gözlerini açmalı artık!!!

31 Ocak 2012 Salı, 23:37 tarihinde {BENİM SEÇTİKLERİM} tarafından eklendi
Tanrı'nın " Sevgi " Olduğu Yalanı
Hristiyan dinini temsil ettiğini söyleyen grupların insanları etkilemek ve kendi safına geçirmek için söylemediği şey kalmamıştır. Bunlardan bir tanesi de İncil'de yazıldığı üzere Tanrı'nın sevgi olduğu iddasıdır.İncil'in kimi ayetlerinde Tanrı'nın sevgi dolu olduğu kimilerinde ise salt "sevgi" olduğu yazılıdır.Boşlukta kalmış ve arayış içerisinde olan ,kimi mutsuzluğunu dinle gidermeye çalışan arkadaşlarımızın hemen inandığı ve güvenmekte acele ettiği bir konudur bu. Dine yada ruhsal meditasyona ihtiyacı olduğunu düşünen ve mistik /ruhsal/tinsel dünyalara yelken açanların pek sorgulamadığı fakat sorgulayınca kendisini bunlarla uyuşturduğunu da farkeden arkadaşlarımızın biraz olsun üzerinde düşünmesini diliyorum.Tanrı Sevgi midir ?İncil'de Birinci Yuhanna 4:8,16 ve daha pek çok ayet Tanrı'nın en belirgin niteliği olarak "sevgi" olduğunu söyler. Tanrı sevgisini Oğlunu (İsa) dünyaya gönderip çarmıh üzerinde acı çektirerek göstermiştir. Tanrı'nın pek çok niteliği olsa da sevgi en ağır basanıymış."Sevmeyen adam Tanrı'yı tanımamıştır, çünküTanrı sevgidir ." I.Yuhn.4:8"Asıl sevgi ,Oğlunu günahlarımıza kefaret eden bir kurban olarak göndermekle O'nun bize gösterdiği sevgidir ." I.Yuhn.4:10Bünyesinde sonsuz sevgi ve merhamet barındıran bir varlık sevgisini,merhametini ve adaletini nasıl gösteriyor ? İncil'in bu atıp tutmaları kutsal kitabın bütünüyle nasıl uyuşmaktadır ?Açıkçası İncil'e göre Tanrı "sevgi"dir."Sevgide yaşayan Tanrı'da yaşar " ..Fakat bu doğru mudur ?Sevgi olan bir varlık verdiği her hükümde yada sarfettiği her sözünde veyahut tüm davranışlarında bunu kusursuz yansıtabilmelidir. Eski antlaşmada sözde sevgi Tanrı'sının çocuklara ,bebeklere ,kadınlara ve daha birçoklarına acımayarak "kılıçtan geçirin, acımayın, hepsini öldürün, yaşatmayın " şeklinde infaz hükümleri verdiğini okuyoruz."Acımayın, yaşlı , genç , çocuk, kadın, kız demeden HEPSİNİ ÖLDÜRÜN !!" Hezekiel 9:6Bebeklerin,genç yaşlı herkesin, kılıçtan geçirilmesini emreden bir kişi için katil, cani,sadist,pisikopat vs diyebiliriz. Fakat Tanrı söz konusu olduğunda bir an durup gözlerimizi kapamayı tercih ediyoruz. İşin kötüsü artık düşünmeyi yada şüphe etmeyi ölümcül günah olarak niteliyoruz. Biz biraz konunun üzerine gidelim ve gerçeği görelim.Eski Antlaşmada Tanrının bazı kullarına "savaş" yani insan öldürme sanatını'' öğrettiğini okuyoruz. Aşağıda paylaşacağımız bu ayetler üzerinde düşünürsek Tanrı için içtenlikle "savaş tanrısı" diyebiliriz. Zaten bu tanımlamayı Kutsal kitabın bazı bölümlerinde okumaktayız. Tanrı için "savaş eri", "Savaş/Cenk Tanrısı" olarak değiniliyor."Ellerime mücadeleyi , parmaklarıma savaşmayı O öğretti ". - Mez .144:1 "Ellerimi eğitir, savaşa hazırlar." Mez.18: 34 ayrıca II.Sam.22:35 . "Beni savaş için büyük güçle donatırsın ,...onları..toz gibi ezerim, sokakların çamuru gibi saçarım ".Mez.18'inci bölüm. İnsan türünün din, mezhep ,ırk, cinsiyet ve daha başka kimliklerden ötürü kendisinden olmayanları canice öldürdüğü bir savaş sanatından bahsediyoruz. Bütünüyle "sevgi "olan bir yaratık nasıl oluyorda bazı kullarına insan öldürmeyi öğretiyor, buna aklımız ermiyor.İnsan öldürmek kolaydır ama yaşatmak daha zordur . Bunu biliyoruz. Fakat Tanrı bu basit gerceği bilmiyor ki daha fazla insan nasıl öldürülür onu öğretmeye kalkışıyor. Eski zamanlarda kitle imha silahı biliniyor olsaydı eminim ki Tanrı bu iğrenç silahların, insan türünü yok etmek için kullanılmasına izin verecekti. Yeşu'ya soykırım yapması için emir veren sözde "sevgi" tanrısı bunu da sevgi adına yapmıyor muydu ? Çoluk cocuk,kadın erkek,genç ,ihtiyar hatta hayvanlar için dahi "hiç bir canlı sağ kalmayacak" diyen bir tanrıdan bahsediyoruz.Böylesine gözünü kan bürüyen bir tanrı üstüne ,kullarına daha fazla adam öldürmeleri için savaş eğitimi veriyor. Ama Tanrı sevgidir. =)Burada çelişki yok mudur ? Bu soruyu imanı ,dini ,inancı bir yana bırakarak dürüstce cevaplandıralım.Tanrı toplumsal barışı sağlamayı ve toplumda huzuru egemen kılmayı öğreteceğine , sürekli kayırdığı, kılıç taşıyan kullarına adam öldürmeyi,İnsan kanı akıtmayı öğretiyor. . Bunu neden yapyor ? Neden sürekli KAN İSTİYOR ??? Aslında bunu isteyen bir tek Yehova ,Yahve yada Allah değildir. Tarihsel düzlemde yüzbinlerce Tanrı için kan döküldü ve hala da dökülmeye devam ediliyor.Kan akıtmayı öğreten sanki aynı tanrı değilmiş gibi pişkin pişkin "Tanrı savaşı onaylamaz" deniyor. İyi de Tanrı için yine aynı kitapta bizzat "SAVAŞ TANRISI" olarak yazılmıyor mu ?"Yehova yiğit SAVAŞÇIdır" -Çıkış 15:3"Savaşı öğreten"dir (Mez.144:1)"Savaşta yiğit olan TANRI " -Mez .24:8Tanrı kan dökmeye devam etsin biz başka bir noktaya bakalımİnsan Eti Yediren Tanrı, "Sevgi" Olur mu !Hristiyanlar Tanrılarının sonsuz sevgi ve merhametinden bahsedip büyük bir palavra atmaktadır. Aslında bu propagandalarını destekleyen bir kaç ayet vardır fakat Biz sözde Tanrı'nın merhameti ve sevgisini gösteren şu ayetlere bakacağız ;28 .Büyük bir gazapla size karşı geleceğim.O zaman Ben günahlarınızın karşılığını yedi kat arttıracağım.29 .Oğullarınızın ve kızlarınızın etini yemek zorunda kalacaksınız.( Lev.26. bölüm )10."Bu yüzden babalarınız kendi oğullarını yiyecek, oğullarınız da babalarını. Evet hükümlerimi yerine getireceğim ve sağ kalanlarınızı rüzgarın estiği her yöne savuracağım" -Hez.5:.bölümBabaların çocuklarını,çocukların da babalarının etini yiyeceğini daha doğrusu yedirteceğini idda eden ve bu tür yamyamlıkla insanları korkutmayı ilke edinip ve böylece tehtit ederek kendisine itaate zorlayan bir tanrı nasıl olur da "sevgi" tanrısı olur ? Bunu aklınız mantığınız alıyor mu ?4.Çünkü beni terk ettiler ...9. "Onlara oğullarının ve kızlarının etini yedireceğim ; etraflarını saran düşmanlarının canlarına kastedenlerin yarattğı darlık ve sıkıntı yüzünden her biri komşusunun etini yiyecek" (Yeremya 19.bölüm)Pek çok kez Tanrı'nın insanları bilinmezlikle ve cehennemle korkutmaya çalıştığını söylemiştik. Fakat burada görüyoruz ki Tanrı yamyamlıkla da kullarını korkutmaya yöneliyor. Böyle bir vahşeti imansız kullarına hüküm giydiren bir Tanrı gercekten de çok merhametli,sevgi dolu bir tanrı olmalı. Tehtit ederek insanları kendisine boyun eğdirmeyi  planladığına göre bahsedilen "Tanrı" çok ACİZ ve çaresiz olmalı.Çünkü başka bir secenek yok gibi görünüyor.Toplu Katliam Yapan KANA SUSAMIŞ "sevgi tanrısı" Hristiyanların Sevgi dolu Tanrısı İncil'de "sevgi dolu baba" olarak tanıtılırken Kutsal kitabın bütünüyle açıkça çelişmektedir.Kutsal denilen kitapta Tanrı'nın İnsanlara yönelik soykırımlarda bulunduğu,toplu katliamlar yaptığı, insanı insana KIRDIRDIĞI ,KATLETTİRDİĞİ, BOĞAZLATTIĞI görülmektedir.Savunmasız çocukları ,bebekleri ve daha bir çoklarını dahi kılıçtan geçirttiği okunurken hala onun merhametinden,adaletinden,sevgi dolu yüreğinden bahsetmek ahmaklıktan başka bir şey değildir.Soykırım yapan, savunmasız binlerce masumu acımasızca katleden biri "SEVGİ DOLU" olabilir mi ?Bu caniliği yapan bir varlık diğer taraftan "savaşmayın,birbirinizi sevin" diyebilir mi ?Hristiyanların "sevgi" kavramı nedir ? Yehova "sevgi" nedir biliyor mu ?"İsrail'in Tanrısı Yehova diyor ki ; Her biriniz kılıcını beline kuşansın .Konak yerini bir ucundan öbür ucuna boydan boya dolaşsın ,herkes kardeşini , komşusunu ve yakınını ÖLDÜRSÜN !Çık..32.27 KANA SUSAMIŞ BİR TANRI'NIN 'SEVGİ ' OLAMAYACAĞINI GÖSTEREN ÖNEMLİ BİR AYET ;Şimdi git Amalek'i vur ,onun herşeyini tamamen YOK ET . Hiç birine ACIMA! Kadını ve erkeği, çocuğu ve emzikteki bebeği,sığırı ve koyunu ,deveyi ve eşeği, HEPSİNİ ÖLDÜR!!! (I.Sam.15/3) Bu korkunç ayetin yansıttığı vahşeti aklınız hayaliniz alıyor mu ? "Sevgi " olduğu idda edilen Tanrı Yehova , sırf İsrail oğullarına karşı geldikleri için bir halka CANİCE SOYKIRIM uyguluyor.Kadını ,Erkeği,Çocuğu,Emzikteki bebeği,Sığırı ,koyunu dahası soluk alan tüm canlıları ACIMASIZCA YOK EDEN kendi kullarına öldürten ,kılıçtan geçirten bir varlık için KESİNLİKLE sevgi olduğu söylenemez . Tanrı bu ve benzeri ayetlerde de görüldüğü gibi acıma bilmeyen ,soykırımcı, katil bir varlıktır.İşi gücü halklar/milletler arasında taraf tutup, milletine muhalif tüm canlılara düşman kesilen , insanı insana kırdıran bir tanrı bu.Emzikteki bebekleri dahi kılıçtan geçirten yada boğduran bir tanrı kabul edilemezdir.Fakat hristiyanlar bunlar üzerinde düşünmeyerek sevgi ayetlerine kanarak gerceklere gözlerini kapamaktadırlar. Bir de karşımıza geçip "Kutsal Kitabı bütünüyle okuyup okumadığımızı" sorarlar. Bence kendileri kutsal kabul ettikleri kitabı okumuyorlar. Yada okuduklarını anlayamayacak kadar gözleri imanla kör edilmiş.Düşünenmeyen,sormayan yada sorgulamayan ve şüphe etmeyi ölümcül günah olarak algılayanbir varlık için ne kadar yazık , Heyhat !Hristiyan papazlar tarafından kendilerine söylenen "tanrı sevgidir" masalına öylesine inanan insanoğlu gözlerini açmalı ,tarafsız değerlendirmede bulunmalı ve anlatılan tanrının nasıl bir vahşet uyguladığını görmeli

Bir insanın bir başkasının günahlarını yüklenmesi ve bundan dolayı azap çekmesi Allah'ın sonsuz adaletine aykırıdır:

31 Ocak 2012 Salı, 23:45 tarihinde {BENİM SEÇTİKLERİM} tarafından eklendi
Hz. İsa (as)'ın tüm Hristiyanların günahlarının kefareti için öldüğü ve temelinde bütün günahların kefaretinin ölüm olduğu inancı, temelinden çok yanlış bir inançtır.
Hristiyanların, Hz. İsa (as)'ın kanıyla
tüm günahlarından arındıkları inancı büyük bir yanılgıdır.
Hz. İsa (as)'ın tüm Hristiyanların günahlarının kefareti için öldüğü ve temelinde bütün günahların kefaretinin ölüm olduğu inancı, temelinden çok yanlış bir inançtır. Bu inançtaki yanılgıyı görebilmeleri için, Hristiyan kardeşlerimizin Allah'ın adaletini, yaratma amacını, akılcı ve vicdanlarına başvurarak tekrar düşünmeleri ve aşağıdaki hususları dikkate almaları gerekmektedir:

 Bir insanın günahkar doğması iddiası, Allah'ın sonsuz adaletine aykırıdır:
Bu dünyaya her insan imtihan için gelir. İnsan, kendisine verilen kısıtlı süre içinde, aklının erdiği her saniye için Allah'a kul olmak ve yalnızca Allah rızası için yaşamakla yükümlüdür. Allah bir Kuran ayetinde şöyle bildirir:
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)
Dolayısıyla Allah'ın yoktan var ettiği insan, bu dünyaya geldiği andan itibaren, imtihana tabidir ve bu dünyada yapıp ettiklerine göre sorgulanacaktır. İnsan, günahı ve sevabı bu dünyadaki samimiyetle yaptığı amellerine göredir. Henüz imtihanı başlamamış olan, kendi varlığının bilincinde dahi olmayan, dünyaya henüz yeni gözlerini açan hiçbir şeyden habersiz bir bebeğin, Allah'ın adetullahına göre günahkar olması imkansızdır.

 Bir insanın bir başkasının günahlarını yüklenmesi ve bundan dolayı azap çekmesi Allah'ın sonsuz adaletine aykırıdır:
Allah'ın yarattığı imtihan sisteminde, söz konusu kişi Hz. İsa (as) bile olsa, hiçkimsenin bir başkasının günahlarının kefaretini ödemesi mümkün değildir. Öncelikle dünyada var olan veya var olmuş her kişi, YALNIZCA KENDİSİNDEN SORUMLUDUR. Onun günah yükünü, hiçkimse; ne annesi babası, ne en yakınları ne de onun adına Hz. İsa (as) ÜSTLENMEYECEKTİR. Hiç kimse, bir başkasının yaptıklarından SORUMLU TUTULMAYACAKTIR. Hiç kimse bir başkası adına KEFARET ÖDEYEMEYECEKTİR. Ölüm vakti geldiğinde, Hristiyanlar da dahil olmak üzere herkes, Allah'ın Huzurunda YAPAYALNIZ VE TEK BAŞLARINA –bu dünyada yapıp ettikleriyle– HESAP VERECEKLERDİR. Allah Kuran'da bu gerçeği bildirmiştir:
Göklerde ve yerde olan (herkesin ve herşeyin) tümü Rahman (olan Allah)a, yalnızca kul olarak gelecektir. Andolsun, onların tümünü kuşatmış ve onları sayı olarak saymış bulunmaktadır. Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, 'yapayalnız, tek başlarına' geleceklerdir. (Meryem Suresi, 93-95)
Yüce Allah yine Kuran'da, hiçkimsenin bir başkasının günah yükünü yüklenemeyeceğini haber vermiştir:
De ki: "O, herşeyin Rabbi iken, ben Allah'tan başka bir Rab mi arayayım? Hiçbir nefis, kendisinden başkasının aleyhine (günah) kazanmaz. Günahkar olan bir başkasının günah yükünü taşımaz.Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. O, size hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri haber verecektir." (Enam Suresi, 164)
Doğrusu, hiçbir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur.Şüphesiz kendi emeği (veya çabası) görülecektir. Sonra ona en eksiksiz karşılık verilecektir. (Necm Suresi, 38-41)
Hz. İsa (as), Allah'ın sevdiği kulu ve peygamberidir. Yüce Rabbimiz'in çok sevdiği mübarek ve kutlu kulunun canını, kendisinden sonra geleceklerin sorumsuz davranışları, günahları ve azgınlıkları dolayısıyla aldığını savunmak büyük bir vicdansızlıktır; Allah'ı gereği gibi takdir edememektir. Samimi Hristiyan kardeşlerimizin buradaki önemli hatayı bir an evvel fark etmeleri son derece elzemdir.

 Hz. İsa (as) ölmemiştir:
Söz konusu iddiayı temelinden ortadan kaldıran bir başka önemli gerçek ise, Hz. İsa (as)'ın ölmediği gerçeğidir. Hz. İsa (as) Allah'ın Katına yükseltilmiştir. Bedeni ve ruhu ile diridir ve uyku halinde göğe alınıp korunmuştur. Bu gerçek, başlıbaşına, "Hz. İsa (as)'ın günahların kefareti için öldüğü" iddiasını temelinden ortadan kaldırmaktadır. Kendi günahlarının kefareti için Hz. İsa (as)'ın ölümünden başka bir çözüm görmeyen, ancak böyle büyük bir ölümün tüm insanlığı helake sürüklenmekten kurtardığını savunan bazı zihniyetler için, Hz. İsa (as)'ın diri olduğu gerçeği kuşkusuz ki şok edicidir. Fakat bu kesin bir gerçektir. Hz. İsa (as)'ın, günahları için kefaret olduğunu zannederek günahlardan gereği gibi sakınmayanlar, Allah'ın haramları konusunda rahat davrananlar, ya da tabi oldukları dinin yükümlülüklerine uymanın o kadar da önemli olmadığını zannedenler büyük bir yanılgı içindedirler. Tüm insanlar gibi onların da her ameli yazılmaktadır. Yaptıkları her şey, ahirette mutlaka karşılarına çıkacaktır.

 Başkalarının günahları nedeniyle ölüm isteyen bir İlah anlayışı (Allah'ı tenzih ederiz), Allah'ı takdir edememektir:
Dünya üzerinde insanları var eden, onlar için bir kader belirleyen ve onlar için bir imtihan ortamı yaratan Yüce Allah'tır. Allah elbette kullarını en iyi bilendir. Dünyadaki imtihanın gereği olarak onlar için denenecekleri vesileler ve olaylar yaratmıştır.
İnsan ise, yaratılışı itibariyle aciz ve cahildir. Kolaylıkla hataya düşebilir, yanlış yapabilir, doğruyu bildiği halde unutabilir, Allah'tan çok korktuğu halde istemeden hata işleyebilir. Çünkü insan dünyada imtihan olmaktadır. Hatalarından ders çıkarmakta, acizliğini görmekte, günahlarından tevbe etmekte ve nihayetinde bütün bunlar vicdanlı bir insan için Allah'a daha fazla yönelmeye vesile olmaktadır.
Bu Rabbimiz'in dünyada yarattığı imtihan ortamının gereğidir. Yüce Allah dünyada böyle bir sistemi yaratırken, kullarına "bağışlayan ve esirgeyen" olduğunu haber vermiş ve onlara tevbe kapılarını açmıştır. Allah, merhametlilerin en merhametlisidir. Bağışlayan ve esirgeyendir. İnsan, bilerek veya bilmeyerek bir hata işlediğinde, büyük veya küçük bir günaha girdiğinde pişman olup Allah'a tevbe etme, bağışlanma isteme ayrıcalığına sahiptir. Çünkü Allah, Kuran'da belirtildiği gibi, "çok affeden, çok bağışlayandır." (Mücadele Suresi, 2)
Her türlü günahın karşılığının ölüm olduğunu iddia etmek Allah'ın çok bağışlayan, çok esirgeyen ve tevbeleri kabul eden vasfını anlamamak, takdir edememektir. Bu iddia, insanın dünyada yaşama ve var oluş amacına tamamen ters düşmektedir. Böylesine bir iddia aynı zamanda, Allah'ın adaletine, imtihanın gereğine aykırıdır. Eğer tüm insanların işlediği günahların karşılığı ölüm olsaydı ve eğer Yüce Allah Kendi lütfundan insanları bağışlayıp esirgemeseydi, tüm dünyanın fesata uğrayacağını Allah Kuran ayetinde bildirmiştir:
Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı: ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler. (Nahl Suresi, 61)
Yine Allah, Kuran'da Allah'ın üstün fazlı, rahmeti ve tevbeleri kabul eden olması dolayısıyla insanlara nimet bahşedilmiş olduğu bildirmektedir:
Eğer Allah'ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (ne yapardınız)? (Nur Suresi, 10)
Eğer Allah'ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten Rauf (şefkat eden ve) Rahim olmasaydı (ne yapardınız)? (Nur Suresi, 20)
Allah'ın tevbeleri kabul eden ve bağışlayan olması İncil'de de bildirilmiştir. Dolayısıyla söz konusu Hristiyan kardeşlerimizin İncil'de geçen bu doğru ve hak hükümlere dikkatlerini vermeleri son derece önemlidir:
... [Allah'ın] lütfunun zenginliği sayesinde... kurtuluşa, suçlarımızın bağışlanmasına kavuştuk. (Pavlus'tan Efeslilere Mektup, 1:7-8)
Bunları dinledikten sonra yatıştılar. Allah'ı yücelterek şöyle dediler: "Demek ki Allah, tövbe etme ve yaşama kavuşma fırsatını öteki uluslara da vermiştir." (Elçilerin İşleri, 11:18)
O [Allah] bizi karanlığın hükümranlığından kurtar[masıyla]... kurtuluşa, günahlarımızın bağışına sahibiz. (Pavlus'tan Koloselilere Mektup, 1:13-14)
Ama günahlarımızı itiraf edersek, güvenilir ve adil olan Allah günahlarımızı bağışlayıp bizi her kötülükten arındıracaktır. (Yuhanna'nın 1. Mektubu, 1:9)
İmanla edilen dua hastayı iyileştirecek ve Rab onu ayağa kaldıracaktır. Eğer hasta günah işlemişse, günahları bağışlanacaktır. (Yakup'un Mektubu, 5:15)
'Bize karşı suç işleyenleri bağışladığımız gibi, Sen de bizim suçlarımızı bağışla. Doğru yoldan sapmamıza izin verme. Bizi kötü olandan kurtar. Çünkü egemenlik, güç ve yücelik sonsuzlara dek Senindir! Amin.' Başkalarının suçlarını bağışlarsanız, Allah da sizin suçlarınızı bağışlar. Ama siz başkalarının suçlarını bağışlamazsanız, Allah da sizin suçlarınızı bağışlamaz. (Matta, 6:12-15)
İsa onlara, "Dua ederken şöyle söyleyin" dedi: "Allah, Adın kutsal kılınsın... Günahlarımızı bağışla. Çünkü biz de bize karşı suç işleyen herkesi bağışlıyoruz. Doğru yoldan sapmamıza izin verme." (Luka, 11:2-4)
Başkasını yargılamayın, siz de yargılanmazsınız. Suçlu çıkarmayın, siz de suçlu çıkarılmazsınız. Başkasını bağışlayın, siz de bağışlanırsınız. Verin, size verilecektir. İyice bastırılmış, silkelenmiş ve taşmış, dolu bir ölçekle kucağınıza boşaltılacak. Hangi ölçekle verirseniz, aynı ölçekle alacaksınız. (Luka, 6:37-38)
Öyleyse, günahlarınızın silinmesi için tövbe edin ve Allah'a dönün. Öyle ki, Rab size yenilenme fırsatları versin... (Elçilerin İşleri, 3:19-20)
Bu kötülüğünden tövbe et ve Rab'be yalvar, yüreğindeki bu düşünce belki bağışlanır.(Elçilerin İşleri, 8:22)
Allah bize bağışlanma dileme lütfunu vermişken, bize tevbe kapılarını açmışken, affeden, seven ve bağışlayan olduğunu bildirmişken, her türlü günahın ölümle karşılık göreceğini savunmanın ve bunun Allah'ın hükmü olduğunu iddia etmenin sorumluluğu büyük olabilir. Ayrıca bu, İncil'de geçen Allah'ın bağışlayan ve tevbeleri kabul eden sıfatıyla da tamamen çelişmektedir. Samimi Hristiyan kardeşlerimizin, Hristiyanlığa bu inancın ne amaçla dahil edildiğini çok iyi düşünmeleri ve vicdanlarıyla karar vermeleri önem taşımaktadır.

 Hristiyanlığın hem sevgi dini olduğunu iddia edip, hem de günahın ölümle temizlendiği fikrini savunmak kesin olarak bağdaşmamaktadır:
Tüm Hristiyanlar, Hristiyanlığın bir sevgi dini olduğunu iddia eder ve sevgi adına hareket ederler. Hristiyanlık, Allah'ın gönderdiği hak bir din olduğu için elbette bu doğrudur ve diğer tüm hak dinler için de geçerlidir. Yüce Allah kullarından sevgi ister ve gerçek sevgi ancak Allah'ı gerçekten sevmekle –Rabbimiz'in tüm emir ve yasaklarını titizlikle korumakla- mümkün olur.
Fakat bu gerçek, bazı Hristiyanların, günahın kefaretinin ölüm olduğuna dair inançlarıyla tam anlamıyla çelişmektedir. Allah kullarını sevendir ve Allah kullarını bağışlamak ister. Kuran'da Allah şöyle bildirir:
O, çok bağışlayandır, çok sevendir. (Büruc Suresi, 14)
Allah, tevbelerinizi kabul etmek ister; şehvetleri ardınca gidenler ise, sizin büyük bir sapma ile sapmanızı isterler. (Nisa Suresi, 27)
İncil'de de Yüce Rabbimiz'in seven ve esirgeyen olduğu gerçeği bildirilmiştir:
... Rabbin çok acıyan ve sevecenlikle davranan olduğunubildiniz. (Yakup'un Mektubu, 5:11)
Ama merhameti bol olan Allah bizi çok sevdiği için... yaşama kavuşturdu. O'nun lütfuyla kurtuldunuz. (Pavlus'tan Efeslilere Mektup, 2:4-5)
Allah'ın,Kendisi'ni sevenler ve amacı uyarınca çağrılmış olanlar için, herşeyin iyilikle birlikte işlemesini sağladığını biliriz. (Pavlus'tan Romalılara Mektup, 8:28)
AmaKurtarıcımız Allah iyiliğini ve insana olan sevgisini açıkça göstererek bizi kurtardı. Bunu doğrulukla yaptığımız işlerden dolayı değil, Kendi merhametiyle... yaptı. (Pavlus'tan Titus'a Mektup, 3:4-6)
Sevgili kardeşlerim, Allah bizi bu kadar çok sevdiğine göre biz de birbirimizi sevmeye borçluyuz. (Yuhanna'nın 1. Mektubu, 4:11)
Kullarını seven, koruyup gözeten, onlara şefkat duyan ve onları esirgeyip bağışlayan Yüce Allah'ın bu üstün vasıflarının çok iyi anlaşılması Hristiyanlar için önemlidir. Ancak Allah'ın vasıflarını gereği gibi anlayabilen kişiler, karşılarındaki büyük yanılgının ne derece tehlikeli olduğunu görebilirler.

 Tüm Hristiyanlar da, yaşadıkları her andan, gerçekleştirdikleri her amelden sorumludurlar ve Allah'ın Huzurunda hesaba çekileceklerdir:
Dünyada yaşamış, yaşayan ve yaşayacak tüm insanlar gibi tüm Hristiyanlar da yaptıkları tüm amellerden sorguya çekileceklerdir. Hiçbirinin günahlarının kefareti ödenmiş değildir. Her bir Hristiyan, tıpkı diğer tüm insanlar gibi, yaptıklarından tek başına sorumludur ve işlediği her günahı ve her sevabı mutlaka ahiret gününde karşısına çıkacaktır. Allah'ın huzurunda hiç kimse "benim günahlarımın karşılığı ödenmişti, Hz. İsa (as)'ın kanıyla temizlenmişti" diyemeyecektir. Allah Katında kimse günahsız olduğunu iddia edemeyecek, sadece "iman ettim" diyerek kurtuluşa eremeyecektir. Ahiret günü her bir insanın karşısına amellerinin yazılı olduğu kitap konacak ve yapıp ettikleri tümüyle karşısına çıkacaktır.
Bazı Hristiyanlar istedikleri kadar günahlarının kefaretinin ödendiğini düşünse de Allah'a karşı sorumluluklarından kaçmaya çalışsa da, hesap gününden kaçamayacaklardır. Bu dünyada ısrarla savundukları bu yanlış inanç Allah Katında geçersizdir. İşte bu nedenle samimi Hristiyan kardeşlerimizin bu konuda uyarılmaları ve gerçekleri görmeleri çok ciddi bir önem taşımaktadır. Bu, onların ahiretteki konumları, sonsuz kurtuluşları için son derece önemlidir.
Evanjelik masonların İncil’e dayandırmaya çalıştıkları sahte izahlara dikkat
Evanjelik veya Müslüman görünümlü bazı masonlar, kutsal kitaplardaki hükümlere kendilerine göre yorum getirerek, samimi dindarları yanlış yönlendirme çabası içindedirler. Dünyada bazı Evanjelik Hıristiyanların, İslam’a yönelik hasmane bakış açıları işte bu çirkin çabanın bir sonucudur. Hıristiyan dindarlar üzerinde oluşturulmaya çalışılan İslam’a yönelik bu bakış açısı aslında sahte ve kirli bir oyundur. Masonlar, bu sahte oyun vesilesiyle dikkatleri başka yöne çekerek inananlar üzerinde oyun oynamakta, inananların güçlenmesini engellemekte, Allah’a karşı yürüttükleri çirkin ve sinsi propaganda için zemin bulabilmektedirler.

Bu oyunun geçerli gözükebilmesi, samimi Evanjelikler arasında destek görebilmesi için Evanjelik masonlar, çok daha çirkin bir yöntem kullanmakta ve sahte iddialarına İncil’i dayanak göstermektedirler. Samimi dindarları ancak bu yolla etkileyebileceklerini bilmektedirler. Oysa bu, oldukça sinsi bir oyundur. İncil’i dayanak göstererek İslam’ı deccaliyetle bağdaştırmaya çalışan zihniyet (İslam dinini tenzih ederiz), deccali sistemin asıl kaynağı olan masonik zihniyettir. Bu zihniyet, İncil’deki bazı ifadeleri TAMAMEN GERÇEĞİNDEN FARKLI VE ÇARPIK YORUMLAYARAK, insanları yanlış yönlendirmektedir.

Bir kaynakta, masonluğun asıl hedefinin Hıristiyanlığı gerçek inancından saptırmak olduğu şu şekilde izah edilmektedir:


Masonluğun temel amacı, Hıristiyanlık tarafından meydana getirilen dini ve politik dünya düzenini kökünden sökmek ve yerine KENDİ DÜŞÜNCE ŞEKİLLERİYLE UYUMLU BİR DÜZEN GETİRMEKTİR. Bu, toplumun yeni düzeninin naturalizm’den türeyeceği anlamına gelir.[1]



Evanjelikler, İncil'in onlara barışı, dostluğu ve kardeşliği emrettiğini, kan dökmeye Allah'ın izin vermediğini unutmamalıdır.

İşte masonluğun asıl hedefi, Hıristiyanlığı gerçek amacından uzaklaştırmaktır. Fakat masonluk, bir deccal sistemi olduğundan sinsi hareket etmekte, Hıristiyanlığı gerçek amacından uzaklaştırabilmek için İncil’i kullanmakta, kendisini dindar göstermektedir. Bu son derece tehlikeli oyuna karşı mutlaka tetikte olmak gerekmektedir.

Şunu belirtmek gerekir ki, İncil’de geçen deccal tarifi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’den rivayet edilen hadislerle tam bir mutabakat içindedir. Dolayısıyla Müslüman aleminin beklediği deccal ile Hıristiyan aleminin beklediği deccal aynı sapkın inancı yayacak ve aynı özelliklere sahip olan aynı deccal olacaktır. Fakat Evanjelik masonlar, sinsi bir yöntem  kullanarak deccalin tüm özelliklerini İslam’a maletmeye çalışmakta, bunun için de kendilerince İncil’i delil göstermeye çalışmaktadırlar.

Evanjelik görünümlü masonların gösterdiği bu çirkin cesaret ve kışkırtma politikası, dünya üzerindeki samimi Müslümanlara karşı kin ve öfkeyi tahrik etme amaçlıdır. Bu kişiler, kendilerini dindar göstererek, ithamlarını İncil’e dayandırdıklarını iddia ederek, İslam’da olmayan bir hükmü, zulüm ve katliamları İslam’a maletmeye çalışmaktadırlar. Bu kişilerin sinsi oyunlarına karşı özellikle samimi Hıristiyanların çok dikkatli olmaları gerekmektedir. Bu çirkin oyun neticesinde, samimi dindar Hıristiyanların bir kısmı İslam’ı yanlış tanımakta, yanlış yorumlamakta, İslam’ın güzellik, barış ve sevgi dini olduğu gerçeğinden habersiz kalmaktadırlar. Bu oyun, aynı zamanda Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında suni bir ayrılığın oluşmasına neden olmaktadır. Bu sinsi plan neticesinde, aynı Allah’a inanan samimi dindarlar birlik olamamakta, hatta tam tersine aralarında nifak ve husumet olması amaçlanmaktadır. Bu durum elbette, tüm dünyaya dinsizliği, Darwinizm’i, anarşiyi, zulmü, savaşları, cinayetleri, dejenerasyonu yaymak isteyen deccal sistemi masonluğun sinsice faaliyetlerini sürdürmesi için aradığı en uygun zemini sağlamaktadır.

Masonluk, tarih boyunca olduğu gibi ancak inananların arasını ayırdığı sürece güçlenebilmektedir. Bu nedenle masonik idarenin dinsizliği yayabilmesi, kendi ideolojisini güçlendirmesi için, iman edenlerin güçsüz, parçalanmış olması gerekmektedir. İşte bu nedenle masonlar için samimi dindarların arasındaki ittifakı bozmak, onları bölmek önemli bir hedeftir. Bunun için de masonlara göre en emin yöntem, İncil’i kaynak olarak göstermekten çekinmeyen Evanjelik görünümdeki masonları kullanmaktır. Evanjelik görünümdeki masonların oyununa gelen samimi dindar Hıristiyanlar da, aslında farkında olmadan ve elbette istemeden masonların dinsizliği yayma politikasına alet olmaktadırlar. İşte bu yüzden bu kirli oyuna karşı tüm gerçek dindarların tetikte olması ve asıl fikri mücadeleyi birlik ruhu içinde, Allah inancına karşı çıkan ideolojilere karşı yapmaları gerekmektedir. Dindarlar için en büyük tehlikenin, dinsizliği yayma amacını taşıyan masonluk ve masonluğun denetimindeki Darwinizm, materyalizm gibi sapkın ideolojiler olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır.

hz.İsa'nın ardında sıpa ile eşek varmıydı. Hıristiyanlar yırtınıyor "tabi eşek vardı." Bence de, ne eşekler var, ne eşekler!..

31 Ocak 2012 Salı, 23:58 tarihinde {BENİM SEÇTİKLERİM} tarafından eklendi
Bu yazıda kullanılan ifadeler okuyucularımıza hakaret bazına varan haksız eleştiriler olarak görebilirler. Ancak fikirler ancak karşıtlarıyla değerlendirilirlerse anlamını bulabilirler. Bu yüzden bu ve diğer yazıları objektif bir bakış açısıyla değerlendirmeniz gerekmektedir.
________________________________________________________________
İsa'nın eşekleri
İsa, Yaruşelem'e görkemli bir giriş yapmak istiyordu. O nedenle yolunun üzerinde bulunan bir köy evinin ahırında bulunan bir sıpa ile eşeği binmek için şakirtlerinden istedi. Matta'ya göre, oradan bir sıpa ve bir eşek getirttiler ve İsa sıpaya bindi eşek ve eşekler ardı sıra geldi. Markos ve Lukaya göre sıpa vardı. Eşek yoktu. 1993 yılında Hıristiyanlarla bir gurup tartışıyor, İsa'nın ardında sıpa ile eşek varmıydı. Hıristiyanlar yırtınıyor "tabi eşek vardı."
Bence de, ne eşekler var, ne eşekler!..
________________________________________________________________

Ülkemizde Hıristiyan misyonerleri faaliyet sahaları olarak önceleri Ermenileri kışkırtmak şeklinde başlamış, bunlardan güç alan Ermeniler binlerce masum Türk müslümanı kadın, çocuk, yaşlı demeden, erkeklerinde cephede olmasından yararlanarak kahpece katletmişlerdi. Ardından Kürtlere el atan misyonerler onları isyana teşvik etmiş bunun sonucunda gerek Ulusal kurtuluş savaşı sırasında gerekse Musul görüşmeleri sırasında ayrı bir Kürt devleti kurmak isteyen çapulcular isyanlar çıkararak yine binlerce vatandaşımızın kanına girdikleri gibi Musul'un elimizden çıkmasına da yol açmışlardı. Bu isyanların başlıcaları; 1921 yılında Koçgiri, 1924'de Şeyh Sait, yine 1924 de Nasturi, 1925 Sasan, 1925 Roçkotan ve Roman, 1926 ve 1930 Ağrı, 1926 Koçuşağı, 1937 Dersim isyanlarıydı.

Haçlı ordularının kuvvet kullanarak yapamadıklarını gerçekleştirme hayaliyle; risalelerle, kitaplarla, okullarla, hastanelerle, vaazlarla, kasetlerle, filmlerle ve propagandanın her türlü yöntemleriyle büyük bir misyoner ordusu ülkemizin dört bir yanını istila etti. Şehirlerde onlarca ev kiraladılar. Amerikan, İngiliz, Kanada asıllı misyonerler günümüze gelindiğinde taşeron olarak ta Korelileri kullanmaya başladılar. Bunlar insanlarımızla birebir diyalog kurarak Hıristiyanlık propagandasına giriştiler.

Koreliler Türkiye'ye mastır yapmak, şirket kurmak gibi esas niyetlerini kamufle eden gerekçelerle geliyorlar, kiraladıkları evlerde hummalı bir Hıristiyanlık propagandasına koyuluyorlardı. Bunların arasında geçirdiğim yaklaşık altı aylık süre içinde bu evlerin yurdun her tarafını bir örümcek ağı gibi sardığını gördüm. Misyonerler sadece ev toplantıları ile yetinmiyor, eğitimleri; Selçuk ve çevresi, Nevşehir ile civarında gerçekleştirdikleri kamplarda da sürdürüyorlardı. Olayın ilginç yanı 1400 yıllık irticadan korkan yetkili ve etkili güçlerimizin 2000 yıllık ile daha eski irticadan korkmamaları(!) bunların faaliyetlerine göz yummalarıydı. Başörtülü birkaç kız çocuğunun karşısında aslanlaşanlar, kara çarşaflı yunan rahibe ve papazlarıyla bu misyoner tayfalarının başka bir deyişle de irticanın katmerlisinin karşısında süt dökmüş kediye dönüyorlardı. Ev toplantılarına, kiliselerdeki kurslara ve kamplara, eğitim görmek için küçük yaştaki çocuklarda katılıyor, orta ve lise öğrencileri de bu misyonerlerin ağlarına düşüyorlardı.

Misyonerler ev toplantılarında, kamplarda İslam dini ve ezanla alay ederlerken, Hz. Muhammed ve İslam alimleri içinde "Şeytan" tabirini kullanıyorlardı. Bu topraklara onları İsa'nın gönderdiğini iddia eden misyonerler, buraların Hıristiyanlığın yayıldığı ilk merkezler olmaları sebebiyle sözde atalarının olan bu topraklarını tekrar ele geçireceklerini ve bu topraklara sımsıkı sarılıp, sahip olacaklarını da ilan ediyorlardı.

Misyoner faaliyetleri sonucunda Türkiye'de garip olaylar olmaya başlıyor, bu toprakların tapusunun başkalarına ait olduğunu göstermeye yol açacak türden gelişmeler son hızıyla sürüyordu. Eskişehir'de Taşdelen olan sokak ismi Firavun'a, Şişli'de Ölçek olan sokak ismi Papa Jean Roncalli'ye dönüştürülüyordu. İstanbul burçlarına bayrağı ilk diken yiğit Ulubatlı Hasan'ın ismi ise Sultanbeyli'de bir sokağa çok görülüyor, yerini Yolkonak sokağa bırakıyordu.

Yeni Mesaj gazetesinden Faruk Alemdar'ın haberine göre Silivri'de bir başka Yunan tezgahı sergileniyordu. Osmanlıyı sırtından hançerleyen Aziz Nektorios'un Silivri'deki evi yeniden inşa ediliyordu. Bu inşa olayı o kadar hızlı yürütülüyordu ki, Anıtlar Yüksek Kurulu'nun onayı dahi beklenmiyordu.

Aziz Nektorios, Osmanlı zamanında yaşamış Hıristiyan bir din adamı. Bu adam Osmanlıdaki Rumları ayaklandırmış, onların her daim Osmanlıyı sırtından vurmalarını sağlamıştı. Gazete, "Osmanlıyı arkadan hançerleyen aziz" başlığı ile şunları aktarıyordu:
"Silivri Belediyesi'nin, Turizme canlılık kazandırmak(!) amacıyla yapımını pek önemsediği evin sahibi Aziz Nekterios'un kim olduğu hakkında, Silivri konusunda Osmanlı arşivlerinde incelemeler yapan Avukat Hulusi Üstün bazı bilgiler verdi. Üstün'ün verdiği bilgiye göre , Aziz Nektorios, Osmanlı topraklarındaki Rumları isyan işçin hazırlayan önemli isimlerden birisi. Bir diğeri ise Selimpaşa'da doğmuş Dr. Sarandi Arhiyen olup, kurulmasına ön ayak olduğu okullarda , Rum çocuklarına Osmanlıya karşı isyan bilinci verilirken, Aziz Nekterios'ta bu işin manevi boyutunu halletmiş. Bu iki ismin Rumların Osmanlıya karşı ayaklanarak Yunanistan'ın kurulmasında önemli rolleri olduğuna işaret eden Üstün, 'onun için Silivri ve Selimpaşa'nın Rumların nezdinde büyük yeri var' diyerek Aziz Nekterios'un evi olayının sıradan bir Turizm olayı olarak görülemeyeceğine dikkat çekti.

Mahalle sakinleri ise Silivri'deki gelişmelere dikkat çekiyorlar. Söylediklerine göre Nekterios'un evinin bulunduğu mekan periyodik aralıklarla Yunan vatandaşı ve papazlar tarafından ziyaret ediliyor. Hatta Dr. Arhiyen'in kurduğu Rum okulunun yerinde ayinler düzenliyorlar. Gece yarısından sonra da Silivri sokaklarını gezerek sokak çocuklarını tespitini yapıyorlar.

Nekterios, için canını dişine takan belediye Çanakkale'de şehit olan gençlerin ruhu için yapılan çeşmenin yok olup tarihe gömülmesine ise seyirci kalıyordu.

Aziz Pavlus yürüyüşleri düzenleyerek, gerçek amaçlarını gizleyen misyonerler buradaki işbirlikçileri ile el ele vererek amaçlarına ulaşmayı hedefliyorlardı. Bu etkinliklerde ve dayanışma da Yunanlıları, Rumları, Ermenileri, Amerikalı, İngiltereli, Kanadalı ve Koreli misyonerlerinin yanında "hoşgörü" hainlerini de görüyoruz. Misyonerlerin gerçek yüzünü görmek için uzun boylu araştırma yapmamıza gerek yok sanırım. Afrika önümüzde yeterli dersi almamız için bir örnek olarak duruyor.
Afrikalı bir ihtiyar, İngiliz misyonerlerine şunları söyler:
"Siz buralara geldiğinizde elinizde sadece kutsal kitabınız vardı. Bizim ise bol verimli, üzerinde mutluluk içinde yaşadığımız topraklarımız. Şimdi bizim kutsal kitabımız ve ümitsiz bir geleceğimiz oldu. Buna karşılık sizin de topraklarınız."

Hıristiyan misyonerler Afrika ülkelerinde yürüttükleri Hıristiyanlık propagandalarının meyvelerini, bu ülkelerin yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürerek toplamaya başladılar. Ardından ülke yönetimine çöreklenerek, kara derili bu insanları köle gibi kullanmaya ve onları iliklerine, kemiklerine kadar kemirmeye başladılar.

Afrika'ya ilk ayak bastıklarında onlara sevgi dini getirdiklerini ilan ederek ellerine bu sevgi dininin kitaplarından incili tutuşturan Hıristiyan misyonerler Afrika'yı sömürdükçe sömürürken kendileri de semirdikçe semirdiler... Mutlu ve her anlamıyla kendine yeten Afrika, bir deri bir kemik "insancıl" misyonerlerin ülkelerine el açar bir duruma düşmüş görüntülerle yeni yerini alıyordu.

Katliam Yaptıran Kilise
Kilisenin Afrika'nın Hıristiyan nüfusunun yüzde 91'ini içinde barındıran Ruanda'da katliam yaptırdığı Fransa da yayınlanan haftalık Le Nouvel Observateur Dergisi'nin haberiyle öğreniliyordu.
1994 yılı nisan, mayıs ve haziran aylarında üç ay süreyle Ruanda'da işlenen ve 500 binden fazla insanın hayatına mal olan soyu kırımın asıl sorumlusunun Ruanda Katolik kilisesi yetkilileri olduğu açıklanıyordu.

Ruanda'daki korkunç katliam ile ilgili raporları ve belgeleri yayınlayan Fransız haftalık Le Nouvel Observateur dergisi, "Cellat papazlar da var!" üst başlığı ve "Soykırım: Ruanda kilisesinin kara dosyası" ana başlığı altında tüyler ürperten gerçekleri dünya kamuoyuna duyuruyordu.
Yazıda Hıristiyan din adamlarının marifetleri şu şekilde dile getiriliyordu.

"Ülkedeki soykırım üzerinde yapılan soruşturmalar gösteriyor ki, katolik papazlar ve bu arada Protestan din adamları katliamlara doğrudan ve bizzat katılmışlar, cani milislere rehberlik etmişler, hatta onları yönlendirmişlerdir. Ayrıca katillerden kaçıp kiliselerine sığınan masum insanları ihbar etmişlerdir. Ayrıca Hutular ile Tutsiler arasındaki kini daha bir alevlendirmiş ve daha ziyade körüklemişlerdir.

Ruanda' da olayları yatıştıracak yerde daha çok tahrik eden kilise yönetiminin ülkede yapılan soy kırımı ört bas etmeye çalışması, Hükümetin yaptığı soy kırımı kamufle edip, yerli halkı asi olarak ilan etmesinin ve suçu bu zavallı insanların üzerine atmasının en önemli nedenleri de şöyle sıralanıyordu:

"Kilise yetkililerinin bu akıl almaz tutumları, Ruanda kilisesinin ülkede yıllar boyu kazandığı maddi imkanları elinden kaçırmak istemeyişinden ileri gelmektedir. Ruanda kilisesi gerçek anlamda devlet içinde devlettir. Ülkenin en büyük ve bir numaralı toprak ağasıdır. Bir numaralı yatırımcı ve hükümetten sonra en fazla eleman kullanan bir kuruluştur."

Hıristiyan din adamları ve bu dinin fanatikleri, mukaddes kitaplarından aldıkları emirlerle kendilerinden olmayan insanlara her türlü vahşet ve zulmü hoş görüp teşvik etmekte adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Haçlı seferlerini hepimiz yakından biliyoruz.

Haçlı seferlerinin en belirgin örneğini Bosna'da açık ve net bir şekilde gördük. Bosna'da binlerce Müslüman çok yoğun işkenceler altında can verirken, Hıristiyanlar tecavüz ettikleri annenin bebeğini öldürüp etinden kıyma yapıp aynı anneye yediriyorlar ve bu annenin feryatlarını tüm Sırplara adi kahkahaları altında dinlettirirlerken bunları da kutsal kitaplarından aldıkları güçle yapıyorlardı.
Ve bu katliam ve işkenceleri ise bilindiği gibi Hıristiyan ülkeler seyretmekle kalmadı, Sırplıları teşvik ederken, sadece Bosnalılara ambargo uyguladı. Sırplar Müslümanların kanlarını daha rahat içsin diye...

Filistinlileri çoluk, çocuk, kadın, erkek demeden soykırıma uğratan Yahudilere bırakın karşı gelmeyi, kınayan Hırıstiyan toplumu ve din adamları gördünüz mü?. Kaldı ki burada, yolladıkları yazar geçinen bazı Yahudi uşakları bunlara destek bile çıkmaya başlamadılar mı?..
Kıbrıs'ta binlerce Türkün kanına giren Rum çetecilerinin başı ve dayanağı Hıristiyan bir din adamı olan Makarios değil miydi.

Kutsal kitap mı haramilerin anı defteri mi?..
Hıristiyanların ve Yahudilerin "Kitabı Mukaddes" dedikleri kutsal kitaplarını yakından incelediğimizde bu vahşiliklerinin de kaynağı kolayca ortaya çıkıyordu. Kutsal kitaplarının Tesniye 7. Bab, 1-6 ve Çıkış 23 Bab 23. ayetlerinde kendi dinlerinden olmayan milletleri Allah'ın da vuracağını belirterek şöyle diyorlar:

"Sende onları vuracağın zaman; onları tamamen yok edeceksin, onlarla ahdetmeyeceksin ve onlara acımayacaksın ve onlarla hısımlık etmeyeceksin. Kız alıp vermeyeceksin"
Allah onlara şunları da söylemiş:
"Heybetimi senin önünden gönderip, üzerlerine varacağın bütün kavimleri perişan edeceğim"

Ve şöyle de devam etmiş:
"Onları tamamen devireceksin. Onların dikili taşlarını tamamen parçalayacaksın"
Mukaddes kitaplarının "Sayılar" bölümünün 31. Bab 9-10. Ayetleri, korkunç gaddarlıklarıyla övünme sahnesi olarak yer alıyordu:
"kadınlarını, çocuklarını esir aldılar. Bütün mallarını çapul ettiler. Şehirlerini ve obalarını ateşle yaktılar"
Yine Mukaddes kitaplarının Tesniye bölümünün 2. Bab 34. Ayetinde bu vahşiliklerinden duydukları onuru görüyoruz:
"O vakit onun bütün şehirlerini aldık, ve her şehri erkekler, ve kadınlar ve çocuklarla beraber tamamen yok ettik, arta kalan kimse bırakmadık"
Hıristiyanların mukaddes kitapları diğer ulusları kendilerine kul, köle edinmelerini de öğütlüyor. Tesniye, 20. Bab 10.... Ayetler:
"..Şehre cenk için geldiğinizde sulh ederseniz, bütün kavim sana angaryacı olacak, sana kulluk edecektir. Cenk ederse, her erkeği kılıçtan geçirecek, kadınları, çocukları, herşeyi çapul edeceksin."
"...Rabbin miras verdiği bu kavimlerin şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın, tamamen yok edeceksin."
Hıristiyanların mukaddes kitabında Allah'ın kendileri için cenk edecekleri de belirtiliyor. Nehemya. 4. Bab, 20. ayet
"Her nerede boru sesi işitirseniz oraya, yanımıza toplanın, bizim için Allah'ımız cenk edecektir."
Mukaddes kitapları buyuruyor. İşaya, 60. Bab 12. Ayet.
"Çünkü sana kulluk etmeyen millet ve ülke yok olacak ve o milletler tamamen harap olacak."

Hıristiyanlar, dinlerinin "Sevgi Dini", İsa'nın da tek kurtarıcı olduğunu ilan ediyorlar ve tanrı olarak ta
ilan ettikleri İsa'ya herkesi tapınmaya çağırıyorlardı. Hıristiyanların İsa'sı sevgi dini olarak lanse edilen İncil'in Matta kısmının 5. Bölüm 17 ve 18 ayetlerinde, yukarda belirttiğimiz ayetleri ve "eski anlaşma" olarak ta tanımlanan Tevrat ve bölümlerinin tamamını yürürlüğe koymak üzere geldiğini açıklıyordu:

"Sanmayın ki, ben şeriati ve peygamberleri yıkmaya geldim. Ben yıkmaya değil, tamam etmeye geldim... Şeriattan en küçük bir harf veya bir nokta bile yok olmayacaktır."
"Ben Rabbim" diyen ve sevgi sembolü (!) Hıristiyanların İsa'sı Matta İncili 10. Bölüm 34 ve devamındaki ayetlerde yeryüzüne selamet yani mutluluk, esenlik getirmediğini kavga, savaş, vahşet ve kargaşalık getirdiğini söylüyordu:

"Yeryüzüne selamet getirmeye geldim sanmayın; ben selamet değil, fakat kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben adamla babasının ve kızla anasının ve gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymaya geldim. Ve adamın düşmanları kendi ev halkı olacaktır. Babayı ve anayı benden ziyade seven bana layık değildir, oğlu veya kızı benden ziyade seven bana layık değildir..."
İncil'deki İsa, Luka, 19. Bölüm 26 ve 27 ayetlerde benzetmelerin arkasına saklanarak gerçek niyetini sergiliyordu:

"O da, size şunu söyleyeyim, kimde varsa ona daha çok verilecek. Ama kimde yoksa, kendisinde olan da elinden alınacak' demiş. Beni kral olarak istemeyen o düşmanlarıma gelince, onları buraya getirin ve gözümün önünde kılıçtan geçirin"

Hıristiyanların İsa'sını bize sevgi abidesi olarak yutturmaya çalışıyorlardı. Oysa O mevsimi olmamasına rağmen üzerinde incir bulamadığı ağacı kurutacak kadar doğa düşmanı olduğunu su götürmeyecek bir biçimde kanıtlıyordu. Markos, 11. Bölüm 12 ve 14 ayetler ile 20 ve 24. Ayetler artı Matta; 21. Bölüm,18 ve 20. Ayetlerde İsa'nın gerçek yüzü sırıtıyordu:

Ertesi gün Beytanya'dan çıktıklarında İsa acıkmıştı. Uzakta, yapraklanmış bir incir ağacı görünce belki üzerinde incir bulurum diye yaklaştı. Ağacın yanına vardığında yapraktan başka bir şey bulamadı. Çünkü incir mevsimi değildi. İsa ağaca, «Artık senden hiç kimse bir daha meyve yemesin!» dedi. Öğrencileri de bunu duydular.

Sabah erkenden incir ağacının yanından geçerlerken, ağacın kökten kurumuş olduğunu gördüler. Olayı hatırlayan Petrus, «Rabbî, bak! Lanetlediğin incir ağacı kurumuş!» dedi.
İsa onlara şöyle karşılık verdi: «Tanrı'ya iman edin. Size doğrusunu söyleyeyim, kim şu dağa, `Kalk, denize atıl!' der ve yüreğinde kuşku duymadan dediğinin olacağına inanırsa, dileği yerine gelecektir. Bunun için size diyorum ki, duayla dilediğiniz her şeyi daha şimdiden almış olduğunuza inanın, dileğiniz yerine gelecektir. Kalkıp dua ettiğiniz zaman, birine karşı bir şikâyetiniz varsa onu bağışlayın ki, göklerde olan Babanız da sizin suçlarınızı bağışlasın.»

"İsa sabah erkenden kente dönerken acıkmıştı. Yol kenarında gördüğü bir incir ağacına yaklaştı. Ağaçta yapraktan başka bir şey bulamayınca ağaca, «Artık sonsuza dek meyven olmasın!» dedi. İncir ağacı hemen o anda kurudu.

Öğrenciler bunu görünce şaşkına döndüler. «İncir ağacı birdenbire nasıl kurudu?» diye sordular.
İsa onlara şu karşılığı verdi: «Size doğrusunu söyleyeyim, eğer imanınız olur da kuşku duymazsanız, yalnız incir ağacına olanı yapmakla kalmazsınız; şu dağa, `Kalk, denize atıl' derseniz, dediğiniz olacaktır. İman ederek dua ettiğinizde, dilediğiniz her şeyi alacaksınız."
İsa'nın öğrencileri imansız mı?

İncir ağacı örneğinden kolayca anlaşılacağı üzere Hıristiyanların İsa'sı çıkarlarına son derece düşkün, menfaatleri için yapamayacağı kötülük olmayan biri. Öyle ya incir mevsimi olmadığı halde ağaçta incir bulamamasının öfkesini, ağacı kurutarak çıkaran bir sadist olması başka nasıl açıklanabilir?

Gerek Matta incilinde gerekse Markos incilinde incir ağacı olayın temel özelliklerinin aynı olmasına rağmen ağacın kuruma süresi olarak bazı farklılıklar göze çarpıyor. Matta incilinde ağacın hemen kuruduğu vurgulanırken, Markos incilinde ağacın kuruma olayının görülmesinin ertesi gün olduğu belirtiliyordu.

Kehanet vaktinin geldiğini, bazı saftirikleri kandırmanın ortamının oluştuğunu gören Hıristiyanların İsa'sı önce ağacı lanetliyor, ardından da gece yarısı ağacın kurumasını sağlayan asit ve benzeri sıvıları ağacın altına döküyordu. Sıcak yaz mevsiminin etkisi ile kuruyan ağacın yanından geçirdiği şakirtlerine sözde gücünü bir kere daha kanıtlıyordu.

Güçleriyle övünen Hıristiyanların Mesih'i, Matta incili 21 ve 22. Ayetlerinde gördüğümüz üzere şakirtlerine; "kuşku duymadan iman ederseniz, yalnız incir ağacına olanı yapmakla kalmazsınız. Şu dağa 'kalk denize atıl' derseniz dediğiniz olacaktır. İman ederek dua ettiğinizde dilediğiniz her şeyi alacaksınız" demiş. İsa'nın on iki havarisi dahil hiçbir öğrencisi bugüne kadar değil dağları denize atmak, dağları bir milim bile kıpırdatamadı. Ama İsa adına binlerce bebe, kadın, kız, yaşlı erkek, hunharca tecavüze uğradı. Sakat bırakıldı. Yerleri yurtları dağıtıldı. Acımasızca katledildi. İsa'nın on iki havarisi bile gerçekten, kuşkusuz bir şekilde iman etmemişti. Öyle olsa "Rabbi Rabbi" diye kuyruğunda dolaşan öğrencilerinden Yahuda para karşılığı onu ihbar eder miydi?... Yine bir diğer sadık bendesi Petrus, bir kadının "bu onun öğrencisi" sözleri karşısında ve yine üç ayrı olayda üç kere İsa'yı inkar eder miydi?. "Onu tanımıyorum" der miydi? Yoksa; imanı ile şahlanıp onu kurtarma yolunu mu seçerdi?

İsa'nın öğrencilerinin hardal tanesi kadar bile imanları yoktu. Luka 17; 6 ya göre İsa şöyle demiş:
" Rab şöyle dedi: bir hardal tanesi kadar imanınız olsa, şu dut ağacına , 'kökünden sökül ve denizin içine dikil' dersiniz, o da sözünüzü dinler."

Kendini asıp tepe üstü çakılan havari
İsa'nın öğrencileri için mucize gerçekleştiremediler derken haksızlık etmeyelim arada Yahuda gibi eşi ve benzeri dünya tarihinde görülemeyecek mucizelere imza atanlarda vardı. Matta İncili 27. Bölüm, 3 ve 5. Ayetlere baktığımızda İsa'yı ele veren Yahuda'nın kendini astığını, sonra da tepe üstü çakıldığını görüyorduk:

"İsa'yı ele veren Yahuda, O'nun mahkûm edildiğini görünce yaptığına pişman oldu. Otuz gümüşü baş kâhinlere ve ihtiyarlara geri götürdü. «Ben suçsuz birini ele vermekle günah işledim» dedi.
Onlar ise, «Bundan bize ne? Onu sen düşün» dediler.
Yahuda paraları tapınağın içine fırlatarak oradan ayrıldı, gidip kendini astı."

Yine aynı incilin Elçilerin işleri adlı bölümünün, 17 ve 19. Ayetlerine geldiğimizde Yahuda'nın baş aşağı düşüp, bedeninin yarıldığını ve bütün bağırsaklarının dışarı döküldüğünü okuyoruz:
"Yahuda bizden biri sayılmış ve bu hizmette yerini almıştı.»

Bu adam, yaptığı kötülüğün karşılığında aldığı ücretle bir tarla satın aldı. Sonra baş aşağı düştü, bedeni yarıldı ve bütün bağırsakları dışarı döküldü. Kudüs'te yaşayan herkes olayı duydu. Tarlaya kendi dillerinde 'Kan tarlası' anlamına gelen 'Hakeldema' adını verdiler."

Şimdi adam gidiyor kendini asıyor, daha sonra baş aşağı düşüp bedenini parçalıyor, bağırsaklarını yerlere saçıyor. Allah için bu mucize(!) değil de nedir?...

İsa'nın gömülmesinde elçiler yine yok?
İsa'yı ele veren, onu inkar eden elçileri İsa'nın aşağılanmasında, çarmıha gerilme sırasında da ortalıkta görünmüyorlardı. Vali Platus'un, "bir kişiyi affetmem lazım İsa'yı mı Barabas'ı mı affedeyim?' şeklindeki sorusuna bile İsa'nın gelinleri olarak adlandırılan öğrencilerinden "İsa" adı çıkmamış. Halk Barabas'ın salınmasını istemişti. Barabas ise hayduttu. Halkın gönlünde bir haydut kadar yer alamayan İsa'yı yine kutsal kitaplarına göre babası olan Allah'ta terk ediyordu: Markos incili 15. Bölüm 33 ve 34. Ayetlerde bu durum görüleceği gibi, Matta İncili 27. Bölüm, 45 ve 46. Ayetlerde de aynı olay yer alıyordu:

"Bütün ülkenin üzerine öğleyin saat onikiden saat üçe kadar süren bir karanlık çöktü. Saat üçe doğru İsa yüksek sesle, 'Eli, Eli, Lema şevaktani?' yani, 'Tanrım, tanrım, beni niçin terk ettin?' diye bağırdı."

Kutsal Yasa Musa aracılığıyla verildi, ama lütuf ve gerçek İsa Mesih aracılığıyla geldi. Tanrı'yı hiçbir zaman hiç kimse görmemiştir. O'nu, Baba'nın bağrında bulunan ve Tanrı olan biricik Oğul tanıttı.
İsa, "tanrıyı kimse görmemiştir" diyordu demesine de ancak, Tevrat ve bölümlerinde Tanrıyla karşılıklı görüşen, konuşan, güreş eden, ona içki sunup, yemek veren bir çok peygamber vardı.
İsa çarmıhta, "Tanrım tanrım beni niçin terk ettin" diye bağırıyordu. Allah kendisini terk etmiş. Hıristiyan alemi İsa'nın hayali peşinde Allah'ı ve kurtuluşu arıyor. İsa ile Allah'ın irtibatı yok ki, Hıristiyanlık Allah'ı bulsun. Zira Allah'ın bıraktığı, Allah'ın terk ettiği Allah'a ulaştırabilir mi?
İsa arada bir doğru da söylüyordu.
İsa kendisini karşılayan kalabalıktan birinin hasta çocuğu için yardım istemesi üzerine karakterini ele veren şu sözleri söylüyordu. Luka 9; 41... Matta 17; 17... Markos 9;19...
"Ey imansız ve sapmış kuşak! Daha ne kadar sizlerle kalacağım, ne zamana dek sizlere katlanacağım?"

İsa'nın öğrencilerinden birisinin babası ölmüştür. Öğrenci babasının cenazesini gömmek için izin ister. İşte sevgi dininin sembolünün Matta 8. Bölüm 21. Ayete göre verdiği cevap:
"Sen ardım sıra gel. Bırak ölüleri kendi ölülerini gömsünler."
İsa kendisini dinlemeye gelen İsraillilere Matta 12. Bölüm, 34. Ayet'e göre şöyle hitap ediyordu:
"Engerekler soyu!"

Irkçı İsa
Yeni Yaşam yayınlarınca basım ve dağıtımı yapılan İncil'in Matta kitapçığının 15. Bölüm 21-28 Ayetlerinde; "Kenanlı kadının imanı" başlığı altında ve yine aynı İncilin Markos kitapçığının 7. Bölüm 24-30. Ayetlerinde bu kere "Fenikeli kadının imanı" başlıklı bölümde; kendisinden yardım isteyen Matta'ya göre Kenanlı Markos'a göre Fenikeli bir kadının kendisine yalvarıp yardım istemesi üzerine, kendisinin sadece İsrail halkına geldiğini belirterek, İsrail halkını öz çocuğa, diğer halkları ise köpeğe benzetiyordu. Müjde diye yaftaladıkları sözde kurtuluşu da öz çocuklarının ekmeği olarak nitelendiriyordu. Kadının "Köpeklerde efendilerinin sofrasından düşen kırıntıları yer" sözleriyle keyiflenen ve zevke gelen İsa ancak o zaman kadına yardım ediyordu:
"İsa oradan ayrılıp Sur ve Sayda bölgesine geçti. O yöreden Kenanlı bir kadın İsa'ya gelip, «Ya Rab, ey Davut Oğlu, halime acı! Kızım cine tutsak, çok kötü durumda» diye feryat etti.
İsa kadına hiçbir karşılık vermedi. Öğrencileri yaklaşıp, «Sal şunu, gitsin!» diye rica ettiler. «Arkamızdan bağırıp duruyor.»

İsa, «Ben yalnız İsrail halkının kaybolmuş koyunlarına gönderildim» diye cevap verdi.
Kadın ise yaklaşıp, «Ya Rab, bana yardım et!» diyerek o'nun önünde yere kapandı.
İsa ona, «Çocukların ekmeğini alıp köpeklere atmak doğru değildir» dedi.
Kadın, «Haklısın, Rab» dedi. «Ama köpekler de efendilerinin sofrasından düşen kırıntıları yer.»
O zaman İsa ona şu karşılığı verdi: «Ey kadın, imanın büyük! Dilediğin gibi olsun.» Ve kadının kızı o saatte iyileşti."
Yuhanna incili, 4. Bölüm, 22. Ayette "zira kurtuluş Yahudiler'dendir" diyerek yine ırkçılığını gösteriyordu.
Hıristiyanların İsa'sı şeriatın tek noktasını bile değiştirmeyeceğini haykırıyor, "ben bu şeriatı tamamlamaya geldim" diyordu. Bu sözleri Matta incili 5. Bölüm, 17 ve 19. Ayetlerde açık bir şekilde yer alıyordu:

"«Kutsal Yasa'yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. Size doğrusunu söyleyeyim, gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa'dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecek. Bu nedenle, bu buyrukların en küçüklerinden birini kim çiğner ve başkalarına öyle yapmayı öğretirse, Göklerin Egemenliğinde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliğinde büyük sayılacak."

Şimdi bu şeriata uymayanlar arasında en yakın akrabalardan insanlar dahi olsa karşılaşacakları muameleyi mukaddes kitaplarının Çıkış bölümü 32. Bab 27 ayette görelim:
"Herkes kılıcını beline kuşansın ve ordugahta kapıdan kapıya dolaşsın ve herkes kendi kardeşini ve herkes kendi arkadaşını ve herkes kendi komşusunu öldürsün"

Önce eline silah verip pohpohladıkları Irak'ın üzerine binlerce ton bomba yağdıran kitabı mukaddes takipçisi ülkeler ve onların yardakçıları ölen yaşlı genç Iraklılar için hiçbir üzüntü duymazken, bebeklerin bile katledilmesi karşısında kılları bile kıpırdamıyor, ilaç ambargosu bile uygulayarak yüzlerce bebeğin bile ölümüne yol açıyorlardı. Irak, İsrail'e bir iki bomba sallayınca buradaki sözde Kitabı Mukaddes'in gizli şakirti sümüklü vaiz İsrailli veletler için feryadı figan eğliyordu.
Vallahi Dallas, Mukaddes kitaptan çok daha masumdu.

Kitabı Mukaddes denilen Hıristiyanların kutsal kitabı, Dallas'ı bile son derece muhafazakar bir kategoriye sokacak kadar seks, ihanet, dalavere, rüşvet, sapıklık ve katliam içeriyordu.
Üstelik bu olayların kahramanları(!) ise peygamberlerdi. Lut peygambere izafe edilen sarhoş olup iki kızıyla yatması ve onları gebe bırakması.

Davut peygambere yakıştırılan kendisi için savaşa giden en yakın adamı Yoab'ın karısına göz koyup onu hamile bırakması. Davut peygamber kadının gebe kaldığını öğrenince savaştan dönen Yoab'ı karısının yanına gönderiyor. Böylece adam karısı ile yatacak Davut'ta işlediği suçun yükünden kurtulacak. Adam da çocuk kendisinin sanacaktı. Ancak kazın ayağının hiçte öyle olmadığı görülüyordu. Adam karısının yanına gitmektense yorgun olan askerlerinin yanına gidiyor. Bunu öğrenen Davut peygamber diğer adamlarını çağırıyor ve bunu savaşa tekrar götürün ve cephenin en önüne koyun orada vurulup ölsün diyor. Aynen öyle yapılıyor. Adam ölünce Davut'ta onun karısını alıyordu.

Yakup peygamberde kayınpederinin iki kızını ve mallarını dalavere ile alıyor, sonra kayınpederine kızlarını üzerine başka karı almayacağına Allah huzurunda söz veriyor. Ama Yakup peygamber, gelini Tamar ile yatıyor ve onu hamile bırakıyor.

Peygamberlerin babası olarak bilinen İbrahim ise karısı Sara'yı önce Kral Abimelek'e, sonra da Firavun'a "karım değil, kardeşim" diyerek peşkeş çekiyor. Sonra gerçeği öğrenen Abimelek'te Firavun'da karısını tekrar kendisine iade ediyor.

Peygamberler böyle olurda oğulları onları aratır mı?... Tabi ki hayır. Davut'un oğlu Amnon'da kız kardeşi Tamar'a aşık olup, hasta yataklarına düşüyor. Kendisine yemek yapmak için gelen kız kardeşine tecavüz ediyordu.

Niye öyle garip garip bakıyorsunuz?... İnanmayan Hıristiyanların en ünlü yayınevleri olan Kitabı Mukaddes Şirketi tarafından basılan "Kitabı Mukaddes'e bakabilir. Fazlası var eksiği yok. Size birkaç tane örnek vereyim de görün bakalım İsa'nın doğrulamaya geldiği kutsal kitap nasıl oluyormuş.

1995 yılı Kitabı Mukaddes Şirketi basımı, Tevrat; 2. Samuel bölümü, 11. Bab: 1- 27. Ayetler;
Ve akşamleyin vaki oldu ki. Davut yatağından kalktı ve Kral evinin damı üzerinde geziniyordu ve yıkanmakta olan bir kadını damdan gördü. Ve kadının bakılışı çok güzeldi. Ve Davut gönderip kadın hakkında soruşturdu. Ve biri dedi: Bu kadın Hitti Uriya'nın karısı Eliamın kızı Bat-Şaba değil mi? Ve Davut ulaklar gönderip onu getirtti; ve kadın onun yanına geldi ve murdarlığından tathir edilmiş olduğundan Davut onunla yattı. Ve kadın evine döndü. Ve kadın gebe kaldı, ve gönderip Davut'a bildirdi, ve. Ben gebe kaldım, dedi. Ve Davut Yoaba'yı gönderip dedi: Hitti Uriya'yı bana gönder. Ve Yoab Uriya'yı Davut'a gönderdi. Ve Uriya yanına gelince Davut: Yoab nasıldır ve kavm nasıldır ve cenk ne haldedir? Diye sordu. Ve Davut Uriya'ya dedi: evine in ve ayaklarını yıka. Ve Uriya Kral evinden çıktı ve arkasından Kralın hediyesi çıktı. Ve Uriya Kral evinin kapısında efendisinin bütün kulları ile beraber yattı ve evine inmedi. Ve Davut'a: Uriya evine inmedi diye bildirdiler. Ve Davut Uriya'ya dedi: Sen yoldan gelmedin mi? Niçin evine inmedin? Ve Uriya Davuda dedi: Ahit sandığı ve İsrail'le Yahuda haymelerde oturuyorlar; ve efendim Yaobla efendimin kulları kırlarda konmuşlarken yemek ve içmek ve karımla yatmak için ben evime mi ineyim? Senin hayatın hakkı için, ve canının hayatı hakkı için, ben bu şeyi yapmam. Ve Davut Uriya'ya dedi: Bu gün de burada kal da yarın seni göndereyim. Ve Uriya o gün ve ertesi gün Yeruşalim'de kaldı. Ve Davut onu çağırdı, ve onun önünde yiyip içti; ve onu sarhoş etti; ve akşamleyin efendisinin kulları ile beraber yatağında yatmak üzere
çıktı, ve evine inmedi.

Ve sabahleyin vaki oldu ki, Davut Yaoba mektup yazdı, ve Uriya'nın eli ile gönderdi. Ve mektupta: Uriya'yı şiddetli cenkte ön diziye koyun, ve onun yanından çekilin ki, vurulsun da ölsün, diye yazdı...
...Ve Uriya'nın karısı, kocası Uriya'nın öldüğünü işitti, ve kocası için dövündü. Ve yası geçince Davut gönderip onu evine aldı, ve onun karısı oldu..."

Alın bir örnek daha; Kitabı Mukaddes; Tevrat Tekvin bölümü 12. Bab, 10-20. Ayetler:
"Ve memlekette kıtlık oldu; ve Abram orda misafir olmak üzere Mısır'a gitti, çünkü memlekette kıtlık ağırdı. Ve vaki oldu ki, Mısır'a girmesi yaklaştığı zaman, karısı Sara'ya dedi: İşte biliyorum ki, sen görünüşü güzel bir kadınsın; ve olur ki, Mısırlılar seni görünce : Bu onun karısıdır, derler; ve beni öldürürler, fakat seni sağ bırakırlar. Senin yüzünden bana karşı iyi davranılsın, ve senin sebebinle canım yaşasın diye: onun kız kardeşiyim de. Ve vaki oldu ki, Abram Mısır'a girdiği zaman, Mısırlılar kadının çok güzel olduğunu gördüler. Ve Firavun'un emirleri onu gördüler, ve onu Firavun'a methettiler; ve kadın Firavun'un sarayına alındı. Ve onun yüzünden Abram'a karşı iyi davrandı; ve onun koyunları, sığırları ve eşekleri ve köleleri ve cariyeleri ve dişi eşekleri ve develeri oldu. Ve Rab, Abram'ın karısı Sara'dan dolayı, Firavun'u ve onun sarayını büyük vuruşlarla vurdu. Ve Firavun Abram'ı çağırıp dedi: Bana bu yaptığın nedir? Bunun senin karın olduğunu bana niçin bildirmedin? Niçin: Bu benim kız kardeşimdir dedin? Ben de onu karı olarak aldım. Ve şimdi, işte karın, al ve git. Ve onların hakkında Firavun adamlarına emretti; ve onu, ve karısını, ve kendisine ait olan herşeyi gönderdiler..."


  Bu yazıda kullanılan ifadeler okuyucularımıza hakaret bazına varan haksız eleştiriler olarak görebilirler. Ancak fikirler ancak karşıtlarıyla değerlendirilirlerse anlamını bulabilirler. Bu yüzden bu ve diğer yazıları objektif bir bakış açısıyla değerlendirmeniz gerekmektedir.
Musa ve Davud Şeriati‘nde Allah Bir’ken; Pavlos bunu nasıl 3 yapabiliyor?

Hazreti İsa(AS)‘ın mesajı, yaşamın her yönünü kuşatırken(Luka:1/13-17); Hırstiyanlığı laikleştirerek, dünyadan koparan ve onu bir Ahiret dİni haline getiren Pavlos’un fikirlerinin de yeniden sorgulanması gerekmez mi?

Hazreti İsa(AS), 33 yıllık kısa ömrünü, Musa ve Davud Şeriati‘nin fert ve cemiyet üzerinde ısrarla uygulanması uğrunda geçirmişken(Matta: 5/17-19); Mesih’in bu kutlu çağrısını Roma’nın putperest dinine dönüştürenlerin gerçekleştirdikleri neden sorgulanmıyor?

Musa ve Davud’un Şeriati‘nde fert, yaptığı eylemlerden sorumlu tutulurken, nasıl oluyor da Pavlos, günah/keffaret sorununu bir çırpıda halledebiliyor(Romalılara:5/6-7)?!

Hazreti İsa hiçbir Kilise inşa etmemiş ve bütün davetini sinagoglarda, havralarda gerçekleştirmişken; Pavlos, kendiliğinden nasıl yeni bir ma’bed türü ortaya atabiliyor(Resullerin / Elçilein İşleri: 9/31)?

Hazreti İsa, Musa ve Davud’un Şeriati‘ndeki haramların aynen korunmasını va‘zederken; nasıl oluyor da Pavlos bütün pis etleri helal kılabiliyor(Resullerin / Elçilein İşleri: 10/9-18)?

Musa ve Davud şeriatinde Sünnet hadisesi varken(Romalılara.:2/27-29), Pavlos bunu nasıl kaldırabiliyor(Romalılara: 3/27-31)?

Musa ve Davud Şeriati‘nde Allah Bir’ken; Pavlos bunu nasıl 3 yapabiliyor?

Petrus’a atfedilen, -güya o vecd halindeyken „gökten inen çarşafta her türlü dört ayaklı hayvan ve yerde sürünen mahlukları„(Resullerin/Elçilerin İşleri, 10/9-16 ) gördüğü- ve dolayısıyla, dört ayaklı domuzla birlikte her çeşit sürüngenin yenilebileceği, fikrine ne dersiniz?

O zamanın putperest Roma sosyal yaşamına göre, her türlü sürüngenin caiz sayılıp, yenildiği(Pleticha/Schönberger, Die Römer, Ein enzyklopädisches Sachbuch zur frühen Geschichte Europas, S.128-130) gözönüne alındığında; Pavlos’un yaptığı bu köklü değişikliğin sebebi, Hırıstiyanlığı, putperest Roma düzenine uyarlama girişiminden başka ne olabilir?

Güya Hazreti İsa, gökten inen bu mahluklar hakkında: „Petrus kalk boğazla da ye“ dediğinde; onun: „Haşa Ya Rab, zira ben asla bayağı ve murdar şey yemedim„ itirazina karşı yine sözde Hz. İsa’nın : „Allah’ın temizlediği şeyleri sen bayağı etme,„ (Resullerin İşleri, 10/15) iftirasına ne diyeceksiniz? Demek ki, Petrus, „Haşa Ya Rab...„ ifadesinde bulunurken; adı anılan yaratıkların daha önceki Musa şeriatinde pis ve murdar olduğunu çok iyi bilmekte.

Hazreti İsa bir Peygamber’dir. Hangi Peygamber, kendinden önceki şerîatın temel niteliklerini tamamen yokedebilecek bir harekette bulunmuştur?Kaldı ki, elinizdeki İncil’de Hazreti İsa:

“Sanmayın ki, ben şeriati yahut peygamberleri yıkmağa geldim; ben yıkmağa değil, fakat tamam etmeğe geldim. Çünkü doğrusu size derim: Gök ve yer geçip gitmeden, her şey vaki oluncaya kadar, şeriatten en küçük bir harf veya bir nokta bile yok olmıyacaktır. Bundan dolayı bu en küçük emirlerden birini kim bozar ve insanlara öylece öğretirse, göklerin melekutunda kendisine ek küçük denilecektir; ve onları kim yapar ve öğretirse, göklerin melekûtunda kendisine büyük denilecektir.”(Matta: 5/17-19)

Yukardaki apaçık ifadelere rağmen, Pavlos’un yaptığı revolüsyona ne diyeceksiniz?

Tevrat’ta domuz eti haramken(Levililer: 14/7; Tesniye: 11/8), Pavlos kanalıyla nasıl helal kılınabiliyor?

Allah’ın Bir ve Tek olduğu elinizdeki İncil’in birçok cümlesinde açıkca ifade edilmişken(Matta: 4/10); Pavlos’un sonradan “baba, oğul, kutsal ruh” diye üçlü tanrı fikrini getirip eklemesi doğru mudur? Oysa Hazreti İsa, Hazreti Musa’nın şeriatini bozmaya değil, onun bozulan taraflarını düzenledikten sonra, devam ettirmek için geldiğini söylemiyor muydu?

VE PAVLUS SAHNEDE.. HIRISTİYANLIĞIN 13.HAVARİSİ PAVLUSUN KENDİNİ ELÇİ İLAN EDİŞİ
30 lu yaşlarda İsa'nın çarmıha gerildiğini kabul eden Hıristiyan alemi, yaklaşık olarak aynı sene içinde ilk şehidini vermesiyle Paul '' Pavlus '' ile tanışır. Paul başlangıçta Hıristiyanlığa karşı kudurmuşcasına saldıran biri olarak tarihe girer. Fa...kat Hıristiyan aleminin bir mucize olarak gördüğü Paul'un kendi saflarına katılmasıyla dengeler ve gelecek değişir. Paul'a göre artık İsa'nın mesajıda değişmiştir, bu fikir ile ortaya çıkan Paul yahudiler arasında fazla itibar görmez, o da öğretisini İsa'nın uğramayın dediği diğer uluslara taşır.Nasıl olmuştur bu

E.İşleri;9-(1,2)
Saul ise Rab'bin öğrencilerine karşı hâlâ tehdit ve ölüm soluyordu. Başkâhine gitti, Şam'daki havralara verilmek üzere mektuplar yazmasını istedi. Orada İsa'nın yolunda yürüyen kadın erkek, kimi bulsa tutuklayıp Kudüs'e getirmek niyetindeydi.
E.İşleri;9-3
Yol alıp Şam'a yaklaştığı sırada,birdenbire gökten gelen bir ışık çevresini aydınlattı.
E.İşleri;9-4
Yere yıkılan Saul, bir sesin kendisine, «Saul, Saul, neden bana zulmediyorsun?» dediğini işitti.
E.İşleri;9-5
Saul, «Ey efendim, sen kimsin?» dedi.«Ben, senin zulmettiğin İsa'yım» diye cevap geldi.
E.İşleri;9-6
«Haydi kalk ve kente gir, ne yapman gerektiği sana bildirilecek.»
E.İşleri;9-7
Saul'la birlikte yolculuk eden adamların dilleri tutuldu, oldukları yerde kalakaldılar. Sesi duydularsa da, kimseyi göremediler.
E.İşleri;9-8

Saul yerden kalktı, ama gözlerini açtığında hiçbir şey göremiyordu. Sonra kendisini elinden tutup Şam'a götürdüler.
Yukarıdaki bu olay Elçilerin İşlerini yazarına göre böyle olmuştur. Yazıdaki anlatım tarzına baktığımızda bunu Paul'un yazmadığı izlenimi vermektedir. Fakat yine aynı yazmaların 22. bölümüne baktığımızda ortaya başka bir anlatım ile beraber olaylarında gelişmesinin değiştiğini görmekteyiz.


E.İşleri;22-6
«Ben öğleye doğru yol alıp Şam'a yaklaşırken, birdenbire gökten parlak bir ışık çevremi aydınlatıverdi.
E.İşleri;22-7
Yere yıkıldım.
Bir sesin bana,
`Saul, Saul! Neden bana zulmediyorsun?' dediğini işittim.
E.İşleri;22-8
«`Ey efendim,
sen kimsin?' diye sordum.
«Ses bana,
`Ben senin zulmettiğin Nasıralı İsa'yım' dedi.
E.İşleri;22-9
Beraberimde olanlar ışığı gördülerse de,
benimle konuşanın söylediklerini anlamadılar.
E.İşleri;9-7 ...Sesi duydularsa da, kimseyi göremediler. E.İşleri;22-9
Beraberimde olanlar ışığı gördülerse de, benimle konuşanın söylediklerini anlamadılar.
böylesine çelişkili bir anlatım ile kendini kabul ettirir ve kendince İsa'nın öğretilerini yaymaya çalışır.
isanın bu şekilde kendisini elçi seçtiğini idda eden pavlus nedense sonnradan isa yı yalanlar şekilde vaazlar verip isanın ben yasayı değiştirmeye değil tamamlmaya geldim demesine karşı hırıstiyanları yasanın gereklilklerinde azat etmiştir

“Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeye özenmeyiniz.”


“Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeye özenmeyiniz.”
 Gayr-ı Müslimlere benzemek ve onlarca kutsal sayılan gün ve vakitlerde onlar gibi hareket etmek dinimizce bid’at (Küfür Olan Bid’at) kabul edilir.

Nitekim cahil Müslümanlardan birçoğu Hıristiyanların en büyük bayramı olan Paskalya’da ve Noel (yılbaşı)de ateş yakmak, kadayıf ve mum gibi şeyler hazırlamak suretiyle Hıristiyanlara katılır, yaptıklarını yapmaya özenirler.

Paskalya töreninde yumurta boyamak, çörek yapmak, tütsü satın almak, bebek, kadın ve çocukların kına yakınması, yeni giysiler satın alınması ve buna benzer Hıristiyanların kendilerince kutsal addedilen günlerde yapılan diğer şeyler.
Gayr-ı Müslimlerin kutsal addettiği gün ve bayramların adedi pek çoktur.
Bunları araştırmak ve tanımaya çalışmak müslümana vazife değildir.
Onlar tarafından hürmet gösterilmesi sebebiyle yaptıklarından her hangi birini veya böyle günlerden bir günü veya bir yeri tanıması ona kafidir.
Çünkü bunların İslam dininde yeri yoktur.


Böyle günlerde Allah’a ve Resulüne inanan kimsenin alması gereken tavır İslamın tasvip etmediği herhangi bir davranışta bulunmaması, aksine normal günlerden biriymiş gibi değerlendirmesidir.
Çoğu insanlar tarafından Hz. İsa (a.s.)ın doğum günü zannıyla yılbaşına yakın günlerde yapılan ateş yakmak (hususi) yemekler hazırlamak, mum satın almak v.b. şeyler…
İşte böyle günlerde (bu günler için) yapılanların tamamı dinen nahoş kabul edilmiş adetlerdendir.
Zira bu nevi doğum zamanlarının bir eğlence vakti olarak tayin edilmesi Hıristiyanların geleneği, onların ibadetidir.
Böylesi hareketlerin İslam dininde bir yeri olmadığı gibi, selef devrinde yaşanmış milat’la ilgili bir olaya da tesadüf edilememiştir.
Bunun kaynağı Hıristiyanlara dayanır.

İsa (a.s.)nın doğumunu (noel) kutlamak maksadıyla ortaya konan, söz konusu bu hareketlerin adet haline gelmesindeki tabii sebeplerin kalkışı da dikkate alınması gereken bir husustur.
Mesela milad’ın tesadüf ettiği kış mevsiminin, esasen ateş yakmaya uygun bir zaman olduğu düşünülürse, ateş yakma işleminin gelenek haline gelmesindeki tabiî sebep ortaya çıkmış olur.
Diğer yandan Hıristiyanlar inanırlar ki Yahya (a.s.). İsa (a.s.)yı doğumundan bir müddet sonra vaftiz suyunda vaftiz etmiştir.
Bundan dolayı onlar, yani Hıristiyanlar bu vakitte vaftiz olunurlar ve bunu vaftiz töreni diye isimlendirirler.

Müslüman cahillerden birçoğu bu vakitte çocuklarını hamama sokarak bunun çocuğa faydalı olacağını sanırlar. Halbuki bu tür davranışlar haram kılınmış, en çirkin münkerattan olup, Hıristiyanlara has adetlerdir.
Allah teala mevzu ile ilgili olarak Resulüne şöyle hitap buyurur:
“Sonra seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık.
Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.
Çünkü onlar Allah’a karşı sana hiç bir fayda veremezler.
Doğrusu zalimler birbirlerinin dostlarıdır.
Allah da takva sahiplerinin dostudur.” (1)

Bilmeyenlerin, hakiki ilimden yoksun kalmış olanların arzu ve istekleri boş şeylerden ibarettir.
Nefsinin heva ve heveslerine uyduğu yerde alimin cahile tabi olması, onun yaptığını yapması doğru olmaz.

Allah c.c. yine Peygamberine hitaben şunları buyurur:
“Sana gelen ilimden sonra bilfarz onların arzularına uyacak olursan, an dolsun ki, Allah’dan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.” (2)
Bu ayetle Peygambere bu şekilde hitap edilirse, ya peki cahillerin peşinden yürüyenlerin, kâfirlerin izinden gidenlerin, Allah ve Resulünün müsaade buyurmadığı konularda küffarın yaptığını yapanların, kendilerinin bile üzerinde çekişme içerisinde oldukları dinleri ve dindaşlarıyla ilgili hususlarda onlara tabi olanların halleri nice olur.
Manevi ilimlerden nasipsiz kalmış bir çok müslümanın kafirlere ait gün ve bayramlardaki onlara benzeme gayretlerine günümüzde -üzülerek- şahit olmaktayız. Oysa Nebi (s.a.) efendimizin mevzu ile ilgili birçok açıklama ve tavsiyeleri mevcuttur.
O (s.a.) bir had işlemde şöyle buyururlar:
“Kıyamet günü insanların azab bakımından en şiddetlisi, Allah’ın kendisini ilmiyle faydalandırmadığı alimdir.” (3)
Onlarla aynı gayeyi, aynı amacı paylaşmasa bile müslümanın onlara benzemesi özenmesi İbn Ömer’in Rasûlullah (s.a.)dan naklettiği delille haramdır.
“Kim bir kavme (topluluğa) benzemeye çalışırsa o, onlardandır.” (4)
Amr b. Şuaybin babasından, onun da dedesinden yaptığı rivayete göre Rasulullah (s.a.) efendimiz.
“Bizden başkasına benzemeye çalışan, bizden değildir” (5) buyururlar.
Dolayısıyla Yahudi ve Hıristiyanlar bizden olmadıklarına göre onlara benzemeye özenmemeliyiz.
Ebu Hüreyre’nin naklettiği bir hadiste Peygamber (s.a.) şu şekilde buyurur:
“Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeye özenmeyiniz.” (6)
Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği başka bir hadiste de Nebi (s.a.) şöyle buyurmuşlardır:
“Ağarmış saçı (boyamak suretiyle rengini) değiştirin ve Yahudilere benzemeyin!” (7)
Buhari ve Müslimin İbn Ömer’den ortaklaşa naklettikleri bir hadiste ise Peygamber (s.a.) şunları buyurur:
“Müşriklere muhalefet ediniz. Bıyıkları kazıyınız, sakalları koyuveriniz.” (8)
Görüldüğü gibi Peygamber (s.a.) mutlak olarak müşriklere benzememeyi, onlara muhalefeti emretmektedir.
Ömer b. el-Hattab bu meydanda müminlere şöyle tavsiyede bulunur:
“Müşriklerle sıkı ilişkiler içersine girmekten ve kiliselerindeyken yanlarına gitmekten sakının.”
Rivayetlere göre Hz. Ömer müslüman beldelerinde törenlerini açıktan yapmamalarını onlara şart koşmuştur.
Müşriklere tören ve geleneklerini (başkalarını etkileyecek şekilde) açıktan icra etmeleri yasaklanmışken müslüman nasıl olur da onların yaptıklarını yapar?
Diğer taraftan Müslümanların onlara benzeme gayretleri, tören ve bayramların açıktan yapılması konusundaki onların arzu ve cesaretlerini arttırmıştır.
Halbuki müşriklerin söz konusu törenlerini alenen yürütmekten men edilişlerindeki sebep, bunların bozulmaya yol açabileceği, yani müslümanlar üzerinde kötü tesir bırakabileceği endişesinden kaynaklanmıştır.
Çünkü bu tip adet ve gelenekler ya bir masiyet ya da bir küfrün sembolü mesabesindedir.
Müslümansa bu hareketlerin tamamından men edilmiştir.

Ömer b. el-Hattab şunları söyler:
“Dinleriyle ilgili konularda Allah düşmanlarından uzak durun.
Zira Allah’ın gazabı onların üzerine iner.”

Kutsal günlerinde (onların yaptıklarını yaparak) onlara refakat etmek gazabullaha sebep olur.
Çünkü böylesi adet ve hareketler ya onlarca sonradan icad edilmiş (uydurulmuş) ya da işlerliği kaldırılmış (mensuh) hükümlerden ibarettir.
Hakiki ilimse bunların hiç birini benimsemez.
Nitekim onlarca kutsal gün ve zamanlarındaki yaptıklarını yaparak onlara benzemek helal değildir. Diğer yandan böyle konularda onlara benzeyen müslüman yardım ve tasvip görmez, bilakis ondan nehyedilir.

Nitekim suyunu sıkarak şarap yapan kimseye üzüm satmak helal olmaz.
Törenler için davet alan kimse davete icabet etmez.
Adet olmadığı halde böyle günlerde hediye veren müslümanın, bu çeşit davranışında kafirlere benzeme söz konusu olduğu için hediyesi kabul edilmez.

Bilinmelidir ki küffara benzememe konusunda hassasiyet göstermek Allah’ın bir emridir.
Zira küfür demek kalbin hasta düşmesi demektir.
Belki daha da kötüdür. Kalp sıhhatini yitirdiği zaman, hiç bir organ huzur bulmaz.
Her şeyin sıhhat ve dirliği ancak o şey için kalp vazifesi gören unsurun sıhhat ve salahıyla mümkün olur.

Kâfirin bütün işleri ya bozuktur (hakikatten uzak) ya da noksandır.
Rabbimizin hoşnut ve razı olduğu nimetlerin en yücesi, her hayrın esası, özü olan İslam nimetine karşı Allah’a hamdü senalar olsun.
Durum böyle iken, dinimize göre hükmü yürürlükten kaldırılmış (mensuh) olan hususlarda onlarla beraber olmak (ayrı düşünüp aynı hareket etmek) hemen ifade etmek gerekir ki çok çirkin bir şeydir. Bundan da çirkin olanı ibadet ve adet nevinden uydurdukları asılsız şeylerdir.

Müslümanların dinde olmayan bir şeyi ortaya çıkarmaları mutlak bir çirkinlik olarak değerlendirilirken, Allah ve Resulünün emretmediği bilakis küffarın kafalarından uydurduğu konularda onlarla beraber olmak, onlara muvafakat etmek…
Bu akılların almayacağı, zihinlerin kabullenemeyeceği en büyük çirkinlik ve kötülüklerdendir. Müslümanın ibadet ve adet adına onlara benzeterek yaptığı her şey bidattir ve münkerattandır.
Allah Teala hazretleri onların bayram ve törenlerine iştirak etmeyen ve bu günlerde yaptıklarını yapmayanları şu kelamıyla methetmiş ve övmüştür.
“Onlar ki, yalana şahitlik etmezler…” (9)
İslam alimlerinden Mücahit, ed-Dahhak ve er-Rebi b. Enes ayette geçen “ezzür yalan” kelimesinden murad, müşriklerin kendilerince kutsal addettikleri gün ve bayramlar törenlerdir, derler.
İbn Şirin de “zür” den kastedilen şeyin Paskalya’dan önceki pazar günü (Hıristiyan bayramı) olduğunu söyler.
Konuyla ilgili olarak Rasulullah (s.a.)ın daha önce geçen şu iki hadisini tekrar edelim.
“Müşriklere muhalefet ediniz.” “Kim bir kavme benzerse, onlardan olur.”
Bilinmelidir ki selef-i sabıkin (salihin) devrinde Müslümanlardan bu tür rezaletlerden herhangi birini yapan veya bunlar gibi hareket eden kimse olmamıştır.
Zaten hakiki mümin selef-i salihinin yoluna sülük eden, Peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed (s.a.)in izinden yürüyen, nebilerden, siddiklardan şehidlerden, Salihlerden Allah’ın kendilerine in’amda bulunduğu kimselere uyan kişidir.
İhsan ve keremiyle Allah bizi o müminlerden kılsın. Zira O, cömerttir, kerem sahibidir.

Kişi kafirlere benzeme konusunda hataya düşen cahillerin çokluğuna, gafil alimlere ve hareketlerine bakıp aldanmasın.
Büyük Alim el-Fudayl b. lyaz (r.a.) şunları söylemiş:
“Yolcuları az da olsa sen hak yoldan ayrılma.
Rağbet edeni çok da olsa kötü yola sapma.”
Ya Rab sen cömertsin ve kerem sahibisin. İhsanın ve kereminle bizleri hidayete ermiş ve salih kullarının yoluna girmiş kimselerden kıl.
Bizleri helak olmuş, küffarın yoluna dalmış kullarından eyleme.

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...