6 Şubat 2012 Pazartesi

hz.İsa'nın ardında sıpa ile eşek varmıydı. Hıristiyanlar yırtınıyor "tabi eşek vardı." Bence de, ne eşekler var, ne eşekler!..

31 Ocak 2012 Salı, 23:58 tarihinde {BENİM SEÇTİKLERİM} tarafından eklendi
Bu yazıda kullanılan ifadeler okuyucularımıza hakaret bazına varan haksız eleştiriler olarak görebilirler. Ancak fikirler ancak karşıtlarıyla değerlendirilirlerse anlamını bulabilirler. Bu yüzden bu ve diğer yazıları objektif bir bakış açısıyla değerlendirmeniz gerekmektedir.
________________________________________________________________
İsa'nın eşekleri
İsa, Yaruşelem'e görkemli bir giriş yapmak istiyordu. O nedenle yolunun üzerinde bulunan bir köy evinin ahırında bulunan bir sıpa ile eşeği binmek için şakirtlerinden istedi. Matta'ya göre, oradan bir sıpa ve bir eşek getirttiler ve İsa sıpaya bindi eşek ve eşekler ardı sıra geldi. Markos ve Lukaya göre sıpa vardı. Eşek yoktu. 1993 yılında Hıristiyanlarla bir gurup tartışıyor, İsa'nın ardında sıpa ile eşek varmıydı. Hıristiyanlar yırtınıyor "tabi eşek vardı."
Bence de, ne eşekler var, ne eşekler!..
________________________________________________________________

Ülkemizde Hıristiyan misyonerleri faaliyet sahaları olarak önceleri Ermenileri kışkırtmak şeklinde başlamış, bunlardan güç alan Ermeniler binlerce masum Türk müslümanı kadın, çocuk, yaşlı demeden, erkeklerinde cephede olmasından yararlanarak kahpece katletmişlerdi. Ardından Kürtlere el atan misyonerler onları isyana teşvik etmiş bunun sonucunda gerek Ulusal kurtuluş savaşı sırasında gerekse Musul görüşmeleri sırasında ayrı bir Kürt devleti kurmak isteyen çapulcular isyanlar çıkararak yine binlerce vatandaşımızın kanına girdikleri gibi Musul'un elimizden çıkmasına da yol açmışlardı. Bu isyanların başlıcaları; 1921 yılında Koçgiri, 1924'de Şeyh Sait, yine 1924 de Nasturi, 1925 Sasan, 1925 Roçkotan ve Roman, 1926 ve 1930 Ağrı, 1926 Koçuşağı, 1937 Dersim isyanlarıydı.

Haçlı ordularının kuvvet kullanarak yapamadıklarını gerçekleştirme hayaliyle; risalelerle, kitaplarla, okullarla, hastanelerle, vaazlarla, kasetlerle, filmlerle ve propagandanın her türlü yöntemleriyle büyük bir misyoner ordusu ülkemizin dört bir yanını istila etti. Şehirlerde onlarca ev kiraladılar. Amerikan, İngiliz, Kanada asıllı misyonerler günümüze gelindiğinde taşeron olarak ta Korelileri kullanmaya başladılar. Bunlar insanlarımızla birebir diyalog kurarak Hıristiyanlık propagandasına giriştiler.

Koreliler Türkiye'ye mastır yapmak, şirket kurmak gibi esas niyetlerini kamufle eden gerekçelerle geliyorlar, kiraladıkları evlerde hummalı bir Hıristiyanlık propagandasına koyuluyorlardı. Bunların arasında geçirdiğim yaklaşık altı aylık süre içinde bu evlerin yurdun her tarafını bir örümcek ağı gibi sardığını gördüm. Misyonerler sadece ev toplantıları ile yetinmiyor, eğitimleri; Selçuk ve çevresi, Nevşehir ile civarında gerçekleştirdikleri kamplarda da sürdürüyorlardı. Olayın ilginç yanı 1400 yıllık irticadan korkan yetkili ve etkili güçlerimizin 2000 yıllık ile daha eski irticadan korkmamaları(!) bunların faaliyetlerine göz yummalarıydı. Başörtülü birkaç kız çocuğunun karşısında aslanlaşanlar, kara çarşaflı yunan rahibe ve papazlarıyla bu misyoner tayfalarının başka bir deyişle de irticanın katmerlisinin karşısında süt dökmüş kediye dönüyorlardı. Ev toplantılarına, kiliselerdeki kurslara ve kamplara, eğitim görmek için küçük yaştaki çocuklarda katılıyor, orta ve lise öğrencileri de bu misyonerlerin ağlarına düşüyorlardı.

Misyonerler ev toplantılarında, kamplarda İslam dini ve ezanla alay ederlerken, Hz. Muhammed ve İslam alimleri içinde "Şeytan" tabirini kullanıyorlardı. Bu topraklara onları İsa'nın gönderdiğini iddia eden misyonerler, buraların Hıristiyanlığın yayıldığı ilk merkezler olmaları sebebiyle sözde atalarının olan bu topraklarını tekrar ele geçireceklerini ve bu topraklara sımsıkı sarılıp, sahip olacaklarını da ilan ediyorlardı.

Misyoner faaliyetleri sonucunda Türkiye'de garip olaylar olmaya başlıyor, bu toprakların tapusunun başkalarına ait olduğunu göstermeye yol açacak türden gelişmeler son hızıyla sürüyordu. Eskişehir'de Taşdelen olan sokak ismi Firavun'a, Şişli'de Ölçek olan sokak ismi Papa Jean Roncalli'ye dönüştürülüyordu. İstanbul burçlarına bayrağı ilk diken yiğit Ulubatlı Hasan'ın ismi ise Sultanbeyli'de bir sokağa çok görülüyor, yerini Yolkonak sokağa bırakıyordu.

Yeni Mesaj gazetesinden Faruk Alemdar'ın haberine göre Silivri'de bir başka Yunan tezgahı sergileniyordu. Osmanlıyı sırtından hançerleyen Aziz Nektorios'un Silivri'deki evi yeniden inşa ediliyordu. Bu inşa olayı o kadar hızlı yürütülüyordu ki, Anıtlar Yüksek Kurulu'nun onayı dahi beklenmiyordu.

Aziz Nektorios, Osmanlı zamanında yaşamış Hıristiyan bir din adamı. Bu adam Osmanlıdaki Rumları ayaklandırmış, onların her daim Osmanlıyı sırtından vurmalarını sağlamıştı. Gazete, "Osmanlıyı arkadan hançerleyen aziz" başlığı ile şunları aktarıyordu:
"Silivri Belediyesi'nin, Turizme canlılık kazandırmak(!) amacıyla yapımını pek önemsediği evin sahibi Aziz Nekterios'un kim olduğu hakkında, Silivri konusunda Osmanlı arşivlerinde incelemeler yapan Avukat Hulusi Üstün bazı bilgiler verdi. Üstün'ün verdiği bilgiye göre , Aziz Nektorios, Osmanlı topraklarındaki Rumları isyan işçin hazırlayan önemli isimlerden birisi. Bir diğeri ise Selimpaşa'da doğmuş Dr. Sarandi Arhiyen olup, kurulmasına ön ayak olduğu okullarda , Rum çocuklarına Osmanlıya karşı isyan bilinci verilirken, Aziz Nekterios'ta bu işin manevi boyutunu halletmiş. Bu iki ismin Rumların Osmanlıya karşı ayaklanarak Yunanistan'ın kurulmasında önemli rolleri olduğuna işaret eden Üstün, 'onun için Silivri ve Selimpaşa'nın Rumların nezdinde büyük yeri var' diyerek Aziz Nekterios'un evi olayının sıradan bir Turizm olayı olarak görülemeyeceğine dikkat çekti.

Mahalle sakinleri ise Silivri'deki gelişmelere dikkat çekiyorlar. Söylediklerine göre Nekterios'un evinin bulunduğu mekan periyodik aralıklarla Yunan vatandaşı ve papazlar tarafından ziyaret ediliyor. Hatta Dr. Arhiyen'in kurduğu Rum okulunun yerinde ayinler düzenliyorlar. Gece yarısından sonra da Silivri sokaklarını gezerek sokak çocuklarını tespitini yapıyorlar.

Nekterios, için canını dişine takan belediye Çanakkale'de şehit olan gençlerin ruhu için yapılan çeşmenin yok olup tarihe gömülmesine ise seyirci kalıyordu.

Aziz Pavlus yürüyüşleri düzenleyerek, gerçek amaçlarını gizleyen misyonerler buradaki işbirlikçileri ile el ele vererek amaçlarına ulaşmayı hedefliyorlardı. Bu etkinliklerde ve dayanışma da Yunanlıları, Rumları, Ermenileri, Amerikalı, İngiltereli, Kanadalı ve Koreli misyonerlerinin yanında "hoşgörü" hainlerini de görüyoruz. Misyonerlerin gerçek yüzünü görmek için uzun boylu araştırma yapmamıza gerek yok sanırım. Afrika önümüzde yeterli dersi almamız için bir örnek olarak duruyor.
Afrikalı bir ihtiyar, İngiliz misyonerlerine şunları söyler:
"Siz buralara geldiğinizde elinizde sadece kutsal kitabınız vardı. Bizim ise bol verimli, üzerinde mutluluk içinde yaşadığımız topraklarımız. Şimdi bizim kutsal kitabımız ve ümitsiz bir geleceğimiz oldu. Buna karşılık sizin de topraklarınız."

Hıristiyan misyonerler Afrika ülkelerinde yürüttükleri Hıristiyanlık propagandalarının meyvelerini, bu ülkelerin yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürerek toplamaya başladılar. Ardından ülke yönetimine çöreklenerek, kara derili bu insanları köle gibi kullanmaya ve onları iliklerine, kemiklerine kadar kemirmeye başladılar.

Afrika'ya ilk ayak bastıklarında onlara sevgi dini getirdiklerini ilan ederek ellerine bu sevgi dininin kitaplarından incili tutuşturan Hıristiyan misyonerler Afrika'yı sömürdükçe sömürürken kendileri de semirdikçe semirdiler... Mutlu ve her anlamıyla kendine yeten Afrika, bir deri bir kemik "insancıl" misyonerlerin ülkelerine el açar bir duruma düşmüş görüntülerle yeni yerini alıyordu.

Katliam Yaptıran Kilise
Kilisenin Afrika'nın Hıristiyan nüfusunun yüzde 91'ini içinde barındıran Ruanda'da katliam yaptırdığı Fransa da yayınlanan haftalık Le Nouvel Observateur Dergisi'nin haberiyle öğreniliyordu.
1994 yılı nisan, mayıs ve haziran aylarında üç ay süreyle Ruanda'da işlenen ve 500 binden fazla insanın hayatına mal olan soyu kırımın asıl sorumlusunun Ruanda Katolik kilisesi yetkilileri olduğu açıklanıyordu.

Ruanda'daki korkunç katliam ile ilgili raporları ve belgeleri yayınlayan Fransız haftalık Le Nouvel Observateur dergisi, "Cellat papazlar da var!" üst başlığı ve "Soykırım: Ruanda kilisesinin kara dosyası" ana başlığı altında tüyler ürperten gerçekleri dünya kamuoyuna duyuruyordu.
Yazıda Hıristiyan din adamlarının marifetleri şu şekilde dile getiriliyordu.

"Ülkedeki soykırım üzerinde yapılan soruşturmalar gösteriyor ki, katolik papazlar ve bu arada Protestan din adamları katliamlara doğrudan ve bizzat katılmışlar, cani milislere rehberlik etmişler, hatta onları yönlendirmişlerdir. Ayrıca katillerden kaçıp kiliselerine sığınan masum insanları ihbar etmişlerdir. Ayrıca Hutular ile Tutsiler arasındaki kini daha bir alevlendirmiş ve daha ziyade körüklemişlerdir.

Ruanda' da olayları yatıştıracak yerde daha çok tahrik eden kilise yönetiminin ülkede yapılan soy kırımı ört bas etmeye çalışması, Hükümetin yaptığı soy kırımı kamufle edip, yerli halkı asi olarak ilan etmesinin ve suçu bu zavallı insanların üzerine atmasının en önemli nedenleri de şöyle sıralanıyordu:

"Kilise yetkililerinin bu akıl almaz tutumları, Ruanda kilisesinin ülkede yıllar boyu kazandığı maddi imkanları elinden kaçırmak istemeyişinden ileri gelmektedir. Ruanda kilisesi gerçek anlamda devlet içinde devlettir. Ülkenin en büyük ve bir numaralı toprak ağasıdır. Bir numaralı yatırımcı ve hükümetten sonra en fazla eleman kullanan bir kuruluştur."

Hıristiyan din adamları ve bu dinin fanatikleri, mukaddes kitaplarından aldıkları emirlerle kendilerinden olmayan insanlara her türlü vahşet ve zulmü hoş görüp teşvik etmekte adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Haçlı seferlerini hepimiz yakından biliyoruz.

Haçlı seferlerinin en belirgin örneğini Bosna'da açık ve net bir şekilde gördük. Bosna'da binlerce Müslüman çok yoğun işkenceler altında can verirken, Hıristiyanlar tecavüz ettikleri annenin bebeğini öldürüp etinden kıyma yapıp aynı anneye yediriyorlar ve bu annenin feryatlarını tüm Sırplara adi kahkahaları altında dinlettirirlerken bunları da kutsal kitaplarından aldıkları güçle yapıyorlardı.
Ve bu katliam ve işkenceleri ise bilindiği gibi Hıristiyan ülkeler seyretmekle kalmadı, Sırplıları teşvik ederken, sadece Bosnalılara ambargo uyguladı. Sırplar Müslümanların kanlarını daha rahat içsin diye...

Filistinlileri çoluk, çocuk, kadın, erkek demeden soykırıma uğratan Yahudilere bırakın karşı gelmeyi, kınayan Hırıstiyan toplumu ve din adamları gördünüz mü?. Kaldı ki burada, yolladıkları yazar geçinen bazı Yahudi uşakları bunlara destek bile çıkmaya başlamadılar mı?..
Kıbrıs'ta binlerce Türkün kanına giren Rum çetecilerinin başı ve dayanağı Hıristiyan bir din adamı olan Makarios değil miydi.

Kutsal kitap mı haramilerin anı defteri mi?..
Hıristiyanların ve Yahudilerin "Kitabı Mukaddes" dedikleri kutsal kitaplarını yakından incelediğimizde bu vahşiliklerinin de kaynağı kolayca ortaya çıkıyordu. Kutsal kitaplarının Tesniye 7. Bab, 1-6 ve Çıkış 23 Bab 23. ayetlerinde kendi dinlerinden olmayan milletleri Allah'ın da vuracağını belirterek şöyle diyorlar:

"Sende onları vuracağın zaman; onları tamamen yok edeceksin, onlarla ahdetmeyeceksin ve onlara acımayacaksın ve onlarla hısımlık etmeyeceksin. Kız alıp vermeyeceksin"
Allah onlara şunları da söylemiş:
"Heybetimi senin önünden gönderip, üzerlerine varacağın bütün kavimleri perişan edeceğim"

Ve şöyle de devam etmiş:
"Onları tamamen devireceksin. Onların dikili taşlarını tamamen parçalayacaksın"
Mukaddes kitaplarının "Sayılar" bölümünün 31. Bab 9-10. Ayetleri, korkunç gaddarlıklarıyla övünme sahnesi olarak yer alıyordu:
"kadınlarını, çocuklarını esir aldılar. Bütün mallarını çapul ettiler. Şehirlerini ve obalarını ateşle yaktılar"
Yine Mukaddes kitaplarının Tesniye bölümünün 2. Bab 34. Ayetinde bu vahşiliklerinden duydukları onuru görüyoruz:
"O vakit onun bütün şehirlerini aldık, ve her şehri erkekler, ve kadınlar ve çocuklarla beraber tamamen yok ettik, arta kalan kimse bırakmadık"
Hıristiyanların mukaddes kitapları diğer ulusları kendilerine kul, köle edinmelerini de öğütlüyor. Tesniye, 20. Bab 10.... Ayetler:
"..Şehre cenk için geldiğinizde sulh ederseniz, bütün kavim sana angaryacı olacak, sana kulluk edecektir. Cenk ederse, her erkeği kılıçtan geçirecek, kadınları, çocukları, herşeyi çapul edeceksin."
"...Rabbin miras verdiği bu kavimlerin şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın, tamamen yok edeceksin."
Hıristiyanların mukaddes kitabında Allah'ın kendileri için cenk edecekleri de belirtiliyor. Nehemya. 4. Bab, 20. ayet
"Her nerede boru sesi işitirseniz oraya, yanımıza toplanın, bizim için Allah'ımız cenk edecektir."
Mukaddes kitapları buyuruyor. İşaya, 60. Bab 12. Ayet.
"Çünkü sana kulluk etmeyen millet ve ülke yok olacak ve o milletler tamamen harap olacak."

Hıristiyanlar, dinlerinin "Sevgi Dini", İsa'nın da tek kurtarıcı olduğunu ilan ediyorlar ve tanrı olarak ta
ilan ettikleri İsa'ya herkesi tapınmaya çağırıyorlardı. Hıristiyanların İsa'sı sevgi dini olarak lanse edilen İncil'in Matta kısmının 5. Bölüm 17 ve 18 ayetlerinde, yukarda belirttiğimiz ayetleri ve "eski anlaşma" olarak ta tanımlanan Tevrat ve bölümlerinin tamamını yürürlüğe koymak üzere geldiğini açıklıyordu:

"Sanmayın ki, ben şeriati ve peygamberleri yıkmaya geldim. Ben yıkmaya değil, tamam etmeye geldim... Şeriattan en küçük bir harf veya bir nokta bile yok olmayacaktır."
"Ben Rabbim" diyen ve sevgi sembolü (!) Hıristiyanların İsa'sı Matta İncili 10. Bölüm 34 ve devamındaki ayetlerde yeryüzüne selamet yani mutluluk, esenlik getirmediğini kavga, savaş, vahşet ve kargaşalık getirdiğini söylüyordu:

"Yeryüzüne selamet getirmeye geldim sanmayın; ben selamet değil, fakat kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben adamla babasının ve kızla anasının ve gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymaya geldim. Ve adamın düşmanları kendi ev halkı olacaktır. Babayı ve anayı benden ziyade seven bana layık değildir, oğlu veya kızı benden ziyade seven bana layık değildir..."
İncil'deki İsa, Luka, 19. Bölüm 26 ve 27 ayetlerde benzetmelerin arkasına saklanarak gerçek niyetini sergiliyordu:

"O da, size şunu söyleyeyim, kimde varsa ona daha çok verilecek. Ama kimde yoksa, kendisinde olan da elinden alınacak' demiş. Beni kral olarak istemeyen o düşmanlarıma gelince, onları buraya getirin ve gözümün önünde kılıçtan geçirin"

Hıristiyanların İsa'sını bize sevgi abidesi olarak yutturmaya çalışıyorlardı. Oysa O mevsimi olmamasına rağmen üzerinde incir bulamadığı ağacı kurutacak kadar doğa düşmanı olduğunu su götürmeyecek bir biçimde kanıtlıyordu. Markos, 11. Bölüm 12 ve 14 ayetler ile 20 ve 24. Ayetler artı Matta; 21. Bölüm,18 ve 20. Ayetlerde İsa'nın gerçek yüzü sırıtıyordu:

Ertesi gün Beytanya'dan çıktıklarında İsa acıkmıştı. Uzakta, yapraklanmış bir incir ağacı görünce belki üzerinde incir bulurum diye yaklaştı. Ağacın yanına vardığında yapraktan başka bir şey bulamadı. Çünkü incir mevsimi değildi. İsa ağaca, «Artık senden hiç kimse bir daha meyve yemesin!» dedi. Öğrencileri de bunu duydular.

Sabah erkenden incir ağacının yanından geçerlerken, ağacın kökten kurumuş olduğunu gördüler. Olayı hatırlayan Petrus, «Rabbî, bak! Lanetlediğin incir ağacı kurumuş!» dedi.
İsa onlara şöyle karşılık verdi: «Tanrı'ya iman edin. Size doğrusunu söyleyeyim, kim şu dağa, `Kalk, denize atıl!' der ve yüreğinde kuşku duymadan dediğinin olacağına inanırsa, dileği yerine gelecektir. Bunun için size diyorum ki, duayla dilediğiniz her şeyi daha şimdiden almış olduğunuza inanın, dileğiniz yerine gelecektir. Kalkıp dua ettiğiniz zaman, birine karşı bir şikâyetiniz varsa onu bağışlayın ki, göklerde olan Babanız da sizin suçlarınızı bağışlasın.»

"İsa sabah erkenden kente dönerken acıkmıştı. Yol kenarında gördüğü bir incir ağacına yaklaştı. Ağaçta yapraktan başka bir şey bulamayınca ağaca, «Artık sonsuza dek meyven olmasın!» dedi. İncir ağacı hemen o anda kurudu.

Öğrenciler bunu görünce şaşkına döndüler. «İncir ağacı birdenbire nasıl kurudu?» diye sordular.
İsa onlara şu karşılığı verdi: «Size doğrusunu söyleyeyim, eğer imanınız olur da kuşku duymazsanız, yalnız incir ağacına olanı yapmakla kalmazsınız; şu dağa, `Kalk, denize atıl' derseniz, dediğiniz olacaktır. İman ederek dua ettiğinizde, dilediğiniz her şeyi alacaksınız."
İsa'nın öğrencileri imansız mı?

İncir ağacı örneğinden kolayca anlaşılacağı üzere Hıristiyanların İsa'sı çıkarlarına son derece düşkün, menfaatleri için yapamayacağı kötülük olmayan biri. Öyle ya incir mevsimi olmadığı halde ağaçta incir bulamamasının öfkesini, ağacı kurutarak çıkaran bir sadist olması başka nasıl açıklanabilir?

Gerek Matta incilinde gerekse Markos incilinde incir ağacı olayın temel özelliklerinin aynı olmasına rağmen ağacın kuruma süresi olarak bazı farklılıklar göze çarpıyor. Matta incilinde ağacın hemen kuruduğu vurgulanırken, Markos incilinde ağacın kuruma olayının görülmesinin ertesi gün olduğu belirtiliyordu.

Kehanet vaktinin geldiğini, bazı saftirikleri kandırmanın ortamının oluştuğunu gören Hıristiyanların İsa'sı önce ağacı lanetliyor, ardından da gece yarısı ağacın kurumasını sağlayan asit ve benzeri sıvıları ağacın altına döküyordu. Sıcak yaz mevsiminin etkisi ile kuruyan ağacın yanından geçirdiği şakirtlerine sözde gücünü bir kere daha kanıtlıyordu.

Güçleriyle övünen Hıristiyanların Mesih'i, Matta incili 21 ve 22. Ayetlerinde gördüğümüz üzere şakirtlerine; "kuşku duymadan iman ederseniz, yalnız incir ağacına olanı yapmakla kalmazsınız. Şu dağa 'kalk denize atıl' derseniz dediğiniz olacaktır. İman ederek dua ettiğinizde dilediğiniz her şeyi alacaksınız" demiş. İsa'nın on iki havarisi dahil hiçbir öğrencisi bugüne kadar değil dağları denize atmak, dağları bir milim bile kıpırdatamadı. Ama İsa adına binlerce bebe, kadın, kız, yaşlı erkek, hunharca tecavüze uğradı. Sakat bırakıldı. Yerleri yurtları dağıtıldı. Acımasızca katledildi. İsa'nın on iki havarisi bile gerçekten, kuşkusuz bir şekilde iman etmemişti. Öyle olsa "Rabbi Rabbi" diye kuyruğunda dolaşan öğrencilerinden Yahuda para karşılığı onu ihbar eder miydi?... Yine bir diğer sadık bendesi Petrus, bir kadının "bu onun öğrencisi" sözleri karşısında ve yine üç ayrı olayda üç kere İsa'yı inkar eder miydi?. "Onu tanımıyorum" der miydi? Yoksa; imanı ile şahlanıp onu kurtarma yolunu mu seçerdi?

İsa'nın öğrencilerinin hardal tanesi kadar bile imanları yoktu. Luka 17; 6 ya göre İsa şöyle demiş:
" Rab şöyle dedi: bir hardal tanesi kadar imanınız olsa, şu dut ağacına , 'kökünden sökül ve denizin içine dikil' dersiniz, o da sözünüzü dinler."

Kendini asıp tepe üstü çakılan havari
İsa'nın öğrencileri için mucize gerçekleştiremediler derken haksızlık etmeyelim arada Yahuda gibi eşi ve benzeri dünya tarihinde görülemeyecek mucizelere imza atanlarda vardı. Matta İncili 27. Bölüm, 3 ve 5. Ayetlere baktığımızda İsa'yı ele veren Yahuda'nın kendini astığını, sonra da tepe üstü çakıldığını görüyorduk:

"İsa'yı ele veren Yahuda, O'nun mahkûm edildiğini görünce yaptığına pişman oldu. Otuz gümüşü baş kâhinlere ve ihtiyarlara geri götürdü. «Ben suçsuz birini ele vermekle günah işledim» dedi.
Onlar ise, «Bundan bize ne? Onu sen düşün» dediler.
Yahuda paraları tapınağın içine fırlatarak oradan ayrıldı, gidip kendini astı."

Yine aynı incilin Elçilerin işleri adlı bölümünün, 17 ve 19. Ayetlerine geldiğimizde Yahuda'nın baş aşağı düşüp, bedeninin yarıldığını ve bütün bağırsaklarının dışarı döküldüğünü okuyoruz:
"Yahuda bizden biri sayılmış ve bu hizmette yerini almıştı.»

Bu adam, yaptığı kötülüğün karşılığında aldığı ücretle bir tarla satın aldı. Sonra baş aşağı düştü, bedeni yarıldı ve bütün bağırsakları dışarı döküldü. Kudüs'te yaşayan herkes olayı duydu. Tarlaya kendi dillerinde 'Kan tarlası' anlamına gelen 'Hakeldema' adını verdiler."

Şimdi adam gidiyor kendini asıyor, daha sonra baş aşağı düşüp bedenini parçalıyor, bağırsaklarını yerlere saçıyor. Allah için bu mucize(!) değil de nedir?...

İsa'nın gömülmesinde elçiler yine yok?
İsa'yı ele veren, onu inkar eden elçileri İsa'nın aşağılanmasında, çarmıha gerilme sırasında da ortalıkta görünmüyorlardı. Vali Platus'un, "bir kişiyi affetmem lazım İsa'yı mı Barabas'ı mı affedeyim?' şeklindeki sorusuna bile İsa'nın gelinleri olarak adlandırılan öğrencilerinden "İsa" adı çıkmamış. Halk Barabas'ın salınmasını istemişti. Barabas ise hayduttu. Halkın gönlünde bir haydut kadar yer alamayan İsa'yı yine kutsal kitaplarına göre babası olan Allah'ta terk ediyordu: Markos incili 15. Bölüm 33 ve 34. Ayetlerde bu durum görüleceği gibi, Matta İncili 27. Bölüm, 45 ve 46. Ayetlerde de aynı olay yer alıyordu:

"Bütün ülkenin üzerine öğleyin saat onikiden saat üçe kadar süren bir karanlık çöktü. Saat üçe doğru İsa yüksek sesle, 'Eli, Eli, Lema şevaktani?' yani, 'Tanrım, tanrım, beni niçin terk ettin?' diye bağırdı."

Kutsal Yasa Musa aracılığıyla verildi, ama lütuf ve gerçek İsa Mesih aracılığıyla geldi. Tanrı'yı hiçbir zaman hiç kimse görmemiştir. O'nu, Baba'nın bağrında bulunan ve Tanrı olan biricik Oğul tanıttı.
İsa, "tanrıyı kimse görmemiştir" diyordu demesine de ancak, Tevrat ve bölümlerinde Tanrıyla karşılıklı görüşen, konuşan, güreş eden, ona içki sunup, yemek veren bir çok peygamber vardı.
İsa çarmıhta, "Tanrım tanrım beni niçin terk ettin" diye bağırıyordu. Allah kendisini terk etmiş. Hıristiyan alemi İsa'nın hayali peşinde Allah'ı ve kurtuluşu arıyor. İsa ile Allah'ın irtibatı yok ki, Hıristiyanlık Allah'ı bulsun. Zira Allah'ın bıraktığı, Allah'ın terk ettiği Allah'a ulaştırabilir mi?
İsa arada bir doğru da söylüyordu.
İsa kendisini karşılayan kalabalıktan birinin hasta çocuğu için yardım istemesi üzerine karakterini ele veren şu sözleri söylüyordu. Luka 9; 41... Matta 17; 17... Markos 9;19...
"Ey imansız ve sapmış kuşak! Daha ne kadar sizlerle kalacağım, ne zamana dek sizlere katlanacağım?"

İsa'nın öğrencilerinden birisinin babası ölmüştür. Öğrenci babasının cenazesini gömmek için izin ister. İşte sevgi dininin sembolünün Matta 8. Bölüm 21. Ayete göre verdiği cevap:
"Sen ardım sıra gel. Bırak ölüleri kendi ölülerini gömsünler."
İsa kendisini dinlemeye gelen İsraillilere Matta 12. Bölüm, 34. Ayet'e göre şöyle hitap ediyordu:
"Engerekler soyu!"

Irkçı İsa
Yeni Yaşam yayınlarınca basım ve dağıtımı yapılan İncil'in Matta kitapçığının 15. Bölüm 21-28 Ayetlerinde; "Kenanlı kadının imanı" başlığı altında ve yine aynı İncilin Markos kitapçığının 7. Bölüm 24-30. Ayetlerinde bu kere "Fenikeli kadının imanı" başlıklı bölümde; kendisinden yardım isteyen Matta'ya göre Kenanlı Markos'a göre Fenikeli bir kadının kendisine yalvarıp yardım istemesi üzerine, kendisinin sadece İsrail halkına geldiğini belirterek, İsrail halkını öz çocuğa, diğer halkları ise köpeğe benzetiyordu. Müjde diye yaftaladıkları sözde kurtuluşu da öz çocuklarının ekmeği olarak nitelendiriyordu. Kadının "Köpeklerde efendilerinin sofrasından düşen kırıntıları yer" sözleriyle keyiflenen ve zevke gelen İsa ancak o zaman kadına yardım ediyordu:
"İsa oradan ayrılıp Sur ve Sayda bölgesine geçti. O yöreden Kenanlı bir kadın İsa'ya gelip, «Ya Rab, ey Davut Oğlu, halime acı! Kızım cine tutsak, çok kötü durumda» diye feryat etti.
İsa kadına hiçbir karşılık vermedi. Öğrencileri yaklaşıp, «Sal şunu, gitsin!» diye rica ettiler. «Arkamızdan bağırıp duruyor.»

İsa, «Ben yalnız İsrail halkının kaybolmuş koyunlarına gönderildim» diye cevap verdi.
Kadın ise yaklaşıp, «Ya Rab, bana yardım et!» diyerek o'nun önünde yere kapandı.
İsa ona, «Çocukların ekmeğini alıp köpeklere atmak doğru değildir» dedi.
Kadın, «Haklısın, Rab» dedi. «Ama köpekler de efendilerinin sofrasından düşen kırıntıları yer.»
O zaman İsa ona şu karşılığı verdi: «Ey kadın, imanın büyük! Dilediğin gibi olsun.» Ve kadının kızı o saatte iyileşti."
Yuhanna incili, 4. Bölüm, 22. Ayette "zira kurtuluş Yahudiler'dendir" diyerek yine ırkçılığını gösteriyordu.
Hıristiyanların İsa'sı şeriatın tek noktasını bile değiştirmeyeceğini haykırıyor, "ben bu şeriatı tamamlamaya geldim" diyordu. Bu sözleri Matta incili 5. Bölüm, 17 ve 19. Ayetlerde açık bir şekilde yer alıyordu:

"«Kutsal Yasa'yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. Size doğrusunu söyleyeyim, gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa'dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecek. Bu nedenle, bu buyrukların en küçüklerinden birini kim çiğner ve başkalarına öyle yapmayı öğretirse, Göklerin Egemenliğinde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliğinde büyük sayılacak."

Şimdi bu şeriata uymayanlar arasında en yakın akrabalardan insanlar dahi olsa karşılaşacakları muameleyi mukaddes kitaplarının Çıkış bölümü 32. Bab 27 ayette görelim:
"Herkes kılıcını beline kuşansın ve ordugahta kapıdan kapıya dolaşsın ve herkes kendi kardeşini ve herkes kendi arkadaşını ve herkes kendi komşusunu öldürsün"

Önce eline silah verip pohpohladıkları Irak'ın üzerine binlerce ton bomba yağdıran kitabı mukaddes takipçisi ülkeler ve onların yardakçıları ölen yaşlı genç Iraklılar için hiçbir üzüntü duymazken, bebeklerin bile katledilmesi karşısında kılları bile kıpırdamıyor, ilaç ambargosu bile uygulayarak yüzlerce bebeğin bile ölümüne yol açıyorlardı. Irak, İsrail'e bir iki bomba sallayınca buradaki sözde Kitabı Mukaddes'in gizli şakirti sümüklü vaiz İsrailli veletler için feryadı figan eğliyordu.
Vallahi Dallas, Mukaddes kitaptan çok daha masumdu.

Kitabı Mukaddes denilen Hıristiyanların kutsal kitabı, Dallas'ı bile son derece muhafazakar bir kategoriye sokacak kadar seks, ihanet, dalavere, rüşvet, sapıklık ve katliam içeriyordu.
Üstelik bu olayların kahramanları(!) ise peygamberlerdi. Lut peygambere izafe edilen sarhoş olup iki kızıyla yatması ve onları gebe bırakması.

Davut peygambere yakıştırılan kendisi için savaşa giden en yakın adamı Yoab'ın karısına göz koyup onu hamile bırakması. Davut peygamber kadının gebe kaldığını öğrenince savaştan dönen Yoab'ı karısının yanına gönderiyor. Böylece adam karısı ile yatacak Davut'ta işlediği suçun yükünden kurtulacak. Adam da çocuk kendisinin sanacaktı. Ancak kazın ayağının hiçte öyle olmadığı görülüyordu. Adam karısının yanına gitmektense yorgun olan askerlerinin yanına gidiyor. Bunu öğrenen Davut peygamber diğer adamlarını çağırıyor ve bunu savaşa tekrar götürün ve cephenin en önüne koyun orada vurulup ölsün diyor. Aynen öyle yapılıyor. Adam ölünce Davut'ta onun karısını alıyordu.

Yakup peygamberde kayınpederinin iki kızını ve mallarını dalavere ile alıyor, sonra kayınpederine kızlarını üzerine başka karı almayacağına Allah huzurunda söz veriyor. Ama Yakup peygamber, gelini Tamar ile yatıyor ve onu hamile bırakıyor.

Peygamberlerin babası olarak bilinen İbrahim ise karısı Sara'yı önce Kral Abimelek'e, sonra da Firavun'a "karım değil, kardeşim" diyerek peşkeş çekiyor. Sonra gerçeği öğrenen Abimelek'te Firavun'da karısını tekrar kendisine iade ediyor.

Peygamberler böyle olurda oğulları onları aratır mı?... Tabi ki hayır. Davut'un oğlu Amnon'da kız kardeşi Tamar'a aşık olup, hasta yataklarına düşüyor. Kendisine yemek yapmak için gelen kız kardeşine tecavüz ediyordu.

Niye öyle garip garip bakıyorsunuz?... İnanmayan Hıristiyanların en ünlü yayınevleri olan Kitabı Mukaddes Şirketi tarafından basılan "Kitabı Mukaddes'e bakabilir. Fazlası var eksiği yok. Size birkaç tane örnek vereyim de görün bakalım İsa'nın doğrulamaya geldiği kutsal kitap nasıl oluyormuş.

1995 yılı Kitabı Mukaddes Şirketi basımı, Tevrat; 2. Samuel bölümü, 11. Bab: 1- 27. Ayetler;
Ve akşamleyin vaki oldu ki. Davut yatağından kalktı ve Kral evinin damı üzerinde geziniyordu ve yıkanmakta olan bir kadını damdan gördü. Ve kadının bakılışı çok güzeldi. Ve Davut gönderip kadın hakkında soruşturdu. Ve biri dedi: Bu kadın Hitti Uriya'nın karısı Eliamın kızı Bat-Şaba değil mi? Ve Davut ulaklar gönderip onu getirtti; ve kadın onun yanına geldi ve murdarlığından tathir edilmiş olduğundan Davut onunla yattı. Ve kadın evine döndü. Ve kadın gebe kaldı, ve gönderip Davut'a bildirdi, ve. Ben gebe kaldım, dedi. Ve Davut Yoaba'yı gönderip dedi: Hitti Uriya'yı bana gönder. Ve Yoab Uriya'yı Davut'a gönderdi. Ve Uriya yanına gelince Davut: Yoab nasıldır ve kavm nasıldır ve cenk ne haldedir? Diye sordu. Ve Davut Uriya'ya dedi: evine in ve ayaklarını yıka. Ve Uriya Kral evinden çıktı ve arkasından Kralın hediyesi çıktı. Ve Uriya Kral evinin kapısında efendisinin bütün kulları ile beraber yattı ve evine inmedi. Ve Davut'a: Uriya evine inmedi diye bildirdiler. Ve Davut Uriya'ya dedi: Sen yoldan gelmedin mi? Niçin evine inmedin? Ve Uriya Davuda dedi: Ahit sandığı ve İsrail'le Yahuda haymelerde oturuyorlar; ve efendim Yaobla efendimin kulları kırlarda konmuşlarken yemek ve içmek ve karımla yatmak için ben evime mi ineyim? Senin hayatın hakkı için, ve canının hayatı hakkı için, ben bu şeyi yapmam. Ve Davut Uriya'ya dedi: Bu gün de burada kal da yarın seni göndereyim. Ve Uriya o gün ve ertesi gün Yeruşalim'de kaldı. Ve Davut onu çağırdı, ve onun önünde yiyip içti; ve onu sarhoş etti; ve akşamleyin efendisinin kulları ile beraber yatağında yatmak üzere
çıktı, ve evine inmedi.

Ve sabahleyin vaki oldu ki, Davut Yaoba mektup yazdı, ve Uriya'nın eli ile gönderdi. Ve mektupta: Uriya'yı şiddetli cenkte ön diziye koyun, ve onun yanından çekilin ki, vurulsun da ölsün, diye yazdı...
...Ve Uriya'nın karısı, kocası Uriya'nın öldüğünü işitti, ve kocası için dövündü. Ve yası geçince Davut gönderip onu evine aldı, ve onun karısı oldu..."

Alın bir örnek daha; Kitabı Mukaddes; Tevrat Tekvin bölümü 12. Bab, 10-20. Ayetler:
"Ve memlekette kıtlık oldu; ve Abram orda misafir olmak üzere Mısır'a gitti, çünkü memlekette kıtlık ağırdı. Ve vaki oldu ki, Mısır'a girmesi yaklaştığı zaman, karısı Sara'ya dedi: İşte biliyorum ki, sen görünüşü güzel bir kadınsın; ve olur ki, Mısırlılar seni görünce : Bu onun karısıdır, derler; ve beni öldürürler, fakat seni sağ bırakırlar. Senin yüzünden bana karşı iyi davranılsın, ve senin sebebinle canım yaşasın diye: onun kız kardeşiyim de. Ve vaki oldu ki, Abram Mısır'a girdiği zaman, Mısırlılar kadının çok güzel olduğunu gördüler. Ve Firavun'un emirleri onu gördüler, ve onu Firavun'a methettiler; ve kadın Firavun'un sarayına alındı. Ve onun yüzünden Abram'a karşı iyi davrandı; ve onun koyunları, sığırları ve eşekleri ve köleleri ve cariyeleri ve dişi eşekleri ve develeri oldu. Ve Rab, Abram'ın karısı Sara'dan dolayı, Firavun'u ve onun sarayını büyük vuruşlarla vurdu. Ve Firavun Abram'ı çağırıp dedi: Bana bu yaptığın nedir? Bunun senin karın olduğunu bana niçin bildirmedin? Niçin: Bu benim kız kardeşimdir dedin? Ben de onu karı olarak aldım. Ve şimdi, işte karın, al ve git. Ve onların hakkında Firavun adamlarına emretti; ve onu, ve karısını, ve kendisine ait olan herşeyi gönderdiler..."


  Bu yazıda kullanılan ifadeler okuyucularımıza hakaret bazına varan haksız eleştiriler olarak görebilirler. Ancak fikirler ancak karşıtlarıyla değerlendirilirlerse anlamını bulabilirler. Bu yüzden bu ve diğer yazıları objektif bir bakış açısıyla değerlendirmeniz gerekmektedir.

Hiç yorum yok:

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...