31 Ocak 2012 Salı

Hz. İsa'nın geliş sebebi olarak İncil'de iki öğreti bulunmaktadır.

29 Temmuz 2011 Cuma, 12:57 tarihinde Doğru sanılan yanlışlar tarafından eklendi
HZ. İSA'NIN GELİŞ NEDENİ
Hz. İsa'nın geliş sebebi olarak İncil'de iki öğreti bulunmaktadır. Pavlus ve Yuhanna İncili, tanrılaşmış bir İsa Mesih'i anlatırken, Sinoptik İnciller ise peygamber konumunda bulunan Hz. İsa'nın geliş sebebini detaylarıyla açıklar. Kur'an'ı Kerim ikinci görüş ile ayni paralelliği göstermektedir.
Pavlus ve Yuhanna İncili'ne Göre
Pavlus mektuplarında, diğer İnciller'de bulunmayan tamamiyle kendisine ait bir öğretiyi açıklamıştır. Hz. İsa, doğuştan günahlı olan insanları kurtarmak için dünyaya gelmişti. Akıttığı kanı da günahların bedeliydi. Bu inanç, Hıristiyanlığın ana direklerinden birini teşkil eder. Ona göre ilk insan ve peygamber Hz. Adem yasaklanmış meyvayı yiyerek Tanrı'ya itaatsizlik etmiş, asiliği baba - oğul vasıtasıyla soyuna da geçmiş, böylece bütün insanlar günahkâr olmuştu. Romalılar 5 / 12 : « Günah bir insan (Adem) aracılığıyla, ölüm de günah aracılığıyla dünyaya girdi. Böylece ölüm bütün insanlara yayıldı. Çünkü hepsi günah işledi.» Tanrı; insanlara olan sevgisinden dolayı onları bu günahtan kurtarmak için bir yöntem sundu. Öz Oğlu'nu dünyaya gönderip kurban edecek, onun kanı bu günahların bedeli olacaktı. Romalılar 8 / 3: «...Öz Oğlu'nu günahlı insan benzerliğinde günah sunusu olarak gönderip günahı insan benliğinde yargıladı.» Ancak İsa Mesih'e iman edenler doğal günahlarından kurtulacak, sonsuz yaşama kavuşacaklardır. Romalılar 6/22: « Şimdi günahtan özgür kılınıp Tanrı'nın kulları olduğunuza göre, kazancınız kutsallaşma ve bunun sonucu olan sonsuz yaşamdır.»
Yuhanna İncili'nde de Hz. İsa'nın geliş sebebinin sonsuz yaşam olduğu açıklanmıştır. Yuhanna 10/10: «...Ben (İsa) ise insanlar yaşama, bol yaşama sahip olsunlar diye geldim.» Tanrı'nın Öz Oğlu olan İsa Mesih'e iman edenler sonsuz yaşama kavuşacaktır. Yuhanna 11 / 25,26 : « İsa ona  Diriliş ve yaşam Ben'im  dedi.  Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır. Yaşayan ve Bana iman eden asla ölmeyecek...»
Netice olarak Pavlus'un Mektupları ve Yuhanna İncili; Tanrı'nın insanları günahtan ve ölümden kurtarmak üzere, Öz Oğlu İsa Mesih'i gönderdiğini açıklar.
Sinoptik İnciller'e Göre
Sinoptik İnciller'e göre Hz. İsa; Tevrat'ı doğrulamak, insan eliyle konulan yasaları temizlemek, toplumu içine düştükleri dinî ve ahlakî çöküntüden kurtarmak ve Kutsal Yasa'yı İncil ile yeniden düzenlemek için gelmişti. O, İsrailoğullarına gönderilmiş son peygamberdi.
Kutsal Yasa'yı tamamlamaya geldim. Matta 5 / 17 : « Kutsal Yasa'yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın.Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim.»
Tanrı Buyruğunu Geleneklerinizle Örtmeyin.Din adamları; kuşaktan kuşağa aktardıkları gelenekleri Tevrat'ın içine sokarak Tanrı sözünü örtmüş, menfaatlerine uyumlu ayrı bir din haline getirmişlerdi. Yüce Tanrı elçisi Hz.İsa Mesih'e, İncil ile bu bozulmayı temizleme görevi de vermişti. Markos 7 / 8,9,13 :« Siz Tanrı buyruğunu bir yana bırakmış, insan yasalarına uyuyorsunuz... Kendi geleneğini sürdürmek için Tanrı buyruğunu bir kenara itmeyi ne güzel beceriyorsunuz...Kuşaktan kuşağa aktardığınız geleneklere, Tanrı'nın sözünü geçersiz kılıyorsunuz. »
Korunan Yasalar. Hz. İsa Tevrat'ta ki en önemli yasayı, İncil'e kelime kelime ilâve etmişti. Markos 12 / 28,29 : «...Yahudi din bilgini İsa'ya, buyrukların en önemlisi hangisidir, diye sordu. İsa şöyle karşılık verdi. En önemlisi şudur. Dinle ey İsrail! Tanrı'mız RAB tek RAB'dır. Tanrın RAB'bi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün aklınla ve bütün gücünle seveceksin. »
Ayni yasa Tevrat'ta Tesniye kitabında da vardır. 6 / 4, 5 : « Dinle ey İsrail! Tanrı'nız RAB tek RAB'dır. Tanrım RAB'bi bütün yüreğinle, bütün canınla ve bütün kuvvetinle seveceksin.»
Esası Değişmeyen Yasalar. Tevrat'ta ki On Emir'in büyük bölümü de İncil'de de yasalaşmıştır. Matta 19/16,19: «Adamın biri İsa'ya gelip,  Öğretmenim, sonsuz yaşama kavuşmak için nasıl bir iyilik yapmalıyım?  diye sordu... İsa, 'Tanrı'nın buyruklarını yerine getir, dedi. Adam,  Hangi buyrukları , diye sordu. İsa şu karşılığı verdi : Adam öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, yalan yere tanıklık etmeyeceksin, annene babana saygı göstereceksin ve komşunu kendin gibi seveceksin. »
Tevrat'ta ise On Emir şöyledir. Çıkış 20/1, 17 : « Tanrı şöyle konuştu: Seni Mısırdan, köle olduğun ülkeden çıkaran Tanrın Yahve Benim.1) Benden başka Tanrın olmayacak. 2) Put yapmayacaksın, putların önünde eyilmeyecek, onlara tapmıyacaksın. 3) Tanrı'nın adını boş yere ağzına almayacaksın. 4) Altı gün çalışacak bütün işlerini yapacaksın, ama yedinci gün Bana, Tanrın RAB'be şabat Günü olarak adanmıştır. 5) Annene, babana saygı göstereceksin. 6) Adam öldürmeyeceksin. 7) Zina yapmayacaksın. 8) Çalmayacaksın. 9) Komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin. 10) Komşunun hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin. »
Yumuşatılan Yasalar. Tevrat'ta kısas (ödeşme) emri vardır. Yüce Tanrı, eski çağın insanları için uygun gördüğü aşağıdaki sert yasayı İncil'de hafifletmiştir. Luka 6 / 27,31 ve Matta 5 /38,40 : « Göze göz, dişe diş dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana, öbür yanağınızı çevirin. Size karşı davacı olup gömleğinizi almak isteyen ceketinizi verin... Sizden birşey isteyene verin, sizden ödünç isteyeni geri çevirmeyin.»
Tevrat'ta kısas emri şöyledir. Çıkış 21 / 23, 25 : « Karşı taraf zarar görürse, o zaman can yerine can, göz yerine göz, diş yerine diş, el yerine el, ayak yerine ayak, yanık yerine yanık, yara yerine yara vereceksin.» Ayette görüldüğü gibi Tevrat'ta kısas emri, zamanın ilkel şartlarına göre sert bir şekilde bulunmaktaydı. Bu sert yasa, Kur'an'ı Kerim'de de
sen affetmeyi esas al  buyruğu ilave edilerek yumuşatılmıştır. (Maide 5/45)
Kur'an'a Göre Hz.İsa'nın Geliş Sebebi. Kur'an, Hz.İsa'nın geliş nedeni hususunda Matta, Markos ve Luka İncilleri ile paralellik göstermektedir. Hz.İsa; peygamber olarak Tevrat'ı doğrulamak,bazı aksaklıkları düzeltmekle görevlendirilmiş, RAB'bin mucizelerini de beraberinde getirmişti. Ali İmran 3/50: « (İsa) Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri helâl kılmak için gönderildim. RAB'biniz tarafından size bir mucize de getirdim; o halde Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.» Allah Hz.İsa'ya İncil'i vermişti. Maide 5/46: «...O'na İncil'i verdik. Hidayet ve ışık vardı onda...»
edir.

Bugünkü İnciller Aslını Kaybetmiştir

30 Temmuz 2011 Cumartesi, 14:53 tarihinde Doğru sanılan yanlışlar tarafından eklendi
Elinize, bugün milyonlarca Hıristiyan'ın inanıp ona gö­re amel ettiği bir " İncil " alarak şöyle bir karıştırınız...Dört ta­­­nesi bir arada değil mi?..Matta, Markos, Luka ve Yuhan­na.. Haklı olarak soracaksınız: "Hz.İsa'ya, dört tane İncil mi in­­mişti?"... Hayır! "Peki nerede, Hz.İsa'ya inen o tek İn­cil?" ... Evet, ne yazık ki, mevcut değil!..Kaldı ki, Hırıstiyanlık inan­cına göre, İsa'ya hayatta iken İncil adında bir kitap in­me­miştir. O, dünyadan ayrılırken ardında bir kitap bırakma­mıştır. (Xavier Jakop, İncil Nedir? Tarihi Gerçekler) O'na i­nan­dı­ğını söyleyen bazı kimseler, İsa'nın hayattan çekil­me­sinden son­ra O'nun hayatını ve O'ndan duyduklarını çarpıtarak ka­le­me almışlardır. Bu yazılara zamanla bazı ilaveler yapılmak su­retiyle bugünkü İnciller meydana gelmiştir. (D. Clark, Sîre­tü'l-Mesih ve Teâlimuhu) (*)
Bugünkü dört İncil'in, ilk sahifelerinin başlarını dikkat­le okuyunuz...Yanılmadınız; şöyle yazıyor: "İncil:Matta'ya G ö­­­re / İn­cil:Markos'a G öre / İncil: Luka'ya G öre / İncil: Yuhan­na'ya G öre..."
Şuna göre, buna göre İncil?!. Nerede "Allah'a gö­­re" olan İn­cil?.İncillerin başlarındaki bu garip tabirler bi­le, onların Al­lah kelamı olmadıklarının açık itiraflarından başka bir şey değildir. "Yuhanna'ya Göre İncil"in şu son aye­tine(!) ba­kınız:
" 25 İsa'nın yaptığı başka çok şeyler daha vardır; eğer birer birer ya­zılmış olsalar, yazılan kitaplar dünyaya bile sığmazdı sanı­rım."
Düşünün düşünebildiğiniz kadar...Muharref(bozulmuş) İncil, düşünmeyi yasaklamış olsa da, düşünmek zo­run­da olduğumuzu hissediyoruz. Şu halde düşüneceğiz ve anlamaya çalışacağız:

(*): “En eskileri papirus, diğerleri parşömen üzerine yazılmış olan ve Ahd-i Ce­did'in tamamını veya bir kısmını ihtiva eden yazmaların sayısı 5000'den faz­la­­dır ve her biri diğerlerinden farklıdır. (bk. L.Pirot, DBS, İİ, 259)
Nüshalar arası farklılıkların, XVİİ. asrın sonuna doğru yaklaşık otuz bin ol­duğu tahmin edilmekte idi. Bugün ise bu rakam iki yüz elli bine çıkmıştır. Bu ka­dar varyant arasında asıl metne ulaşmanın mümkün olmadığı açıktır. (bk. L.Pirot, DBS, İİ, 261)
Münekkitlerin ortak kanaatlerine göre; Ahd-i Cedid'in gerek tamamının ge­rek­se içlerinden sadece birinin, doğru ve detaylı bir orijinal metnini bize ulaş­tı­ran hiçbir belge yoktur. (bk. H. J. Vogels, DBS, İİ, 263)
Kilise, ilk dönemlerde benimsediği, kutsal metinlerin tamamıyla Tan­rı tarafından yazdırıldığı inancını terk ederek bunların kutsal metin ya­zar­­ları eliyle tertip edildiğini kabul etmiştir. Bu sebeple bu metinlerin muh­­­­teva, dil, üslup ve edebi ifade bakımından bu yazarlara ait olduğuna da i­nan­maktadır. Ayrıca Kitab-ı Mukaddes'in asıl hedefinin, iman ve ahlakla ilgili meseleler olduğuna dikkat çeken kilise; ortaya çıkan çelişki­ler ve il­mi neticelere zıt bilgiler karşısında, metin yazarlarının yanılabileceğini de kabul etmiş olmaktadır. ” [Hikmet Tanyu, T.D.V. İs­lam Ansik­lope­di­si, c.1, s.502, 507]
“İnciller, oldukça erken bir dönemden beri değil, Hz.İsa'nın risaletinin sona ermesinden bir asırdan fazla bir zaman sonra bir bütün teşkil ederler. (İncille­rin ilk yazılış tarihleri, Hz.İsa'nın yeryüzünden çekilişinden 40-100 yıl sonradır. H.B.) Ökümenik İncil tercümesi, dört İncil'in resmî(kanonik) durumlarını elde etme­le­ri­nin, yaklaşık 170 yılında olduğunu tahmin etmektedir.” (Kitab-ı Mu­kad­des, Kur'an ve Bilim, s.88)
Açıkça anlaşılıyor ki; mezkur "25. cümle," ne Allah'ın bir
kelamı, ne de Hz.İsa'nın bir sözüdür. Bunlar, Yu­han­na'­nın kelamıdır!..İnsan sözünün karıştığı bir kitap, nasıl ilahi bir kitap olabilir?. Ayrıca Yuhanna, yazdığı İncil'in çok çok ek­sik olduğunu yukarıdaki sözleriyle (yani, Yuhanna İn­cil'­inin 25. ayetiyle) bariz bir biçimde itiraf etmektedir. Eksikliği, i­çin­deki ayetle tescilli bir kitabın "ilahi" ol­duğunu tasvip et­mek ne surette mümkün olabilmektedir?..
Biraz evvel elinize aldığınız İncil'i karıştırmaya devam ediniz. Hemen hemen yarısının "mektup"lardan müte­şek­kil olduğunu görüyor musunuz?.. "Pavlus'un Romalılara, Ko­rintoslulara(I. ve II.), G alatyalılara, Efesoslulara, Filipililere, Ko­lo­selilere, Selaniklilere(İ. ve II.), Timoteosa(I. ve II.), Filimona Mek­­tu­bu; İbranilere Mektup, Yakub'un Mektubu, Petrus'un İ. ve İİ. Mektubu, Yuhanna'nın Vahyi..." Beşerî mektuplardan o­luş­muş ilahî bir kitap düşünebiliyor musunuz(!)?..
Bütün bunlardan sonra, İncillerin birbiriyle çelişen muh­­teviyatını uzun uzun tahlile bilmem gerek kaldı mı!..
Çelişkiler ve batıllar yumağı olan bugünkü İnciller, İsa'­nın doğumundan 325 sene sonra, imparator Kons­tantin 'in, İznik'te topladığı bin kişilik ' Ruhani Meclis 'in yüz­lerce birbirini tutmaz İnciller arasından seçtiği "İn­cil"lerdir. (Hıris­ti­yan kaynakların, İznik Konsili'nin böyle bir gündemi olmadığını iddia etmeleri; farklı İnciller ve bugün mevcut dört İncil'in birbi­rinden farklı olması gerçeğini yok saymamızı gerektirmez.) H­z.İ­sa(a.s.), hayatında İncil yazdırma­dığı gibi, benimsenen dört İn­cil de, onun doğumundan u­zun yıllar sonra ve baş­kaları tarafından yazılmışlardır. Hz.­İsa'nın konuştuğu dil, Aramice olmasına rağmen bugün elde mevcut en eski İncil nüs­hası Yu­nanca 'dır. (Hıristiyan kaynakları, ilk İncil nüsha­ları­nın da o zaman yaygın bir dil olması se­bebiyle Yunanca kaleme alındığını iddia etmektedirler. Halbuki İsa'nın konuştuğu dilde yazılması gerekmez miydi?) Öte yandan; sözü edilen en eski nüs­halar da, İsa'nın doğumundan sonraki dördüncü ve beşinci yüz­yıllara aittir.
Evangelist dergisinin 1986 yılında ABD 'de -isimlerinin giz­li kalması şartıyla- bin rahip ve vaiz arasında yaptığı bir anke­te göre; İncil'in tahrif edildiğine(bozulup değiştiril­diğine) i­nananların sayısı % 80' 'lere ulaşıyor. Yine rahiple­rin % 50'­si; İsa'nın doğum ve ölümüne, cinler ve şeytanla­ra dair Hı­ris­ti­yanlık akidesine pek inanmadıklarını belirti­yorlar.
Anketin en ilginç yanı; sıradan insanlarla değil, bizzat din adamlarıyla yapılmış olmasıdır. Bu anket sonucu; bu­gün Hırıstiyanlığın ilahiyat-itikad boyutunun artık sona er­diğini açıkça ortaya koymaktadır. Geriye bu muharref di­nin misyonerlik-sömürü boyutu kalmaktadır. (Bu husus, ile­ri­de detaylandırılacaktır.)
Yine, Paris Katolik Üniversitesi uzmanlarından oluşan bir heyet tarafından (A. Rabert ve A. Feuillet başkanlığında) ya­zılmış olan “İntroduction a la Bible ” adlı eserin 1. cildinin 111. sayfasında (Desclee et Co. Tournai, Belg. 1959) İnciler için yapılan metin tenkidi çalışmaları sonucunda toplam ikiyüz bin var­yant (farklılık) görüldüğü, bunların sekizde yedisinin önemsiz farklılıklar olduğu belirtiliyor. Demek ki, İnciller arasında önemli sayılabilecek farklar yaklaşık yirmibeş bin ka­dar­dır. (Bkz.: Prof. Dr. Suat Yıldırım, Muasır Hıristiyan­lı­ğın İslam'a Bakışı, Ye­ni Ümit, sayı,6; Ekim-Kasım-Aralık 1989, s.7)
Hıristiyanların başka bir açmazı da şudur: Asırlardır ve bu­gün; gerçek dışı beyanlar ve tezatlarla dolu İnciller'e ina­nıyorlar da, aynı "Konsil / İznik"de aforoz edilmiş ve oku­yan­­­­la­rın şiddetle cezalandırılacağı karara bağlanmış olan " Barnabas İncili "ni niçin reddediyorlar? Çünkü, Barnabas İn­cili de tahrif edilmiş olmasına rağmen, hakikatlerin bir kısmını, diğer İncillerden fazlalık olarak muhafaza etmektedir. (Barnabas da, İsa'nın meşhur havarilerinden birisidir...)
Barnabas İncil'inde Hz.İsa, kendinden sonra gelecek Pey­­­­gamberi, Hz.Muhammed(s.a.v.)'in hakkaniyetini, hava­rilerine serahaten bildirmektedir. Şöyle ki:
"Size söylüyorum; Allah'ın Resulü bütün mahlukata rahmet­tir. O, anlayışlı ve tesellici, hikmetli ve kudretli, Allah aşkı ve kor­ku­suyla dolu, dakik ve yumuşak ruhludur. Rahmet ve yardımse­verlik ruhu ile, adalet ve acıma hissi ile, nezaket ve sabır ruhu ile ha­reket eder. Cenab-ı Hak, bütün yaratıklarına verdiğinin üç ka­tı­nı O'na vermiştir. O, bu dünyaya geldiğinde saadet devridir. Buna inanınız. Bütün peygamberlerin Allah'ın onlara verdiği nü­büvvet gözüyle gördüğü gibi ben de O'nu gördüm. O'nu gö­rünce, ruhum teselli ile doldu. Ey Muhammed, Allah seninle be­raber olsun ve beni, senin ayakkabının bağı olmak şerefi ile şeref­lendirsin! Eğer ben, bu muradıma erersem, Allah'ın mübarek bir kulu ve büyük bir peygamberi olacağım. Ve Hz.İsa, bunu söyledikten sonra Allah'a şükretti." (Barnabas İncili, 44.bab)
Şimdi mevcut Hıristiyanlığın, düşünmek ve araştırmaktan yana olmayışının gerçek sebebi daha iyi anlaşılmıyor mu?..İlim ile Hıristiyanlık arasındaki dargınlığın, Ortaçağ en­gizisyon ve afarozlarının ve C. Mismer 'in serlevha yaptı­ğı­mız sözlerinin gerçek sebep ve manası daha iyi anlaşılı­yor değil mi?..
Ve İnciller; İsa'nın efsanevi ve gerçek dışı hayat hika­yeleri değil de; ilme ışık tutucu ve gelişmeyi teşvik edici, in­san­lığın maddi ve manevi ihtiyaçlarına cevap verici, sosyal hayatı kuşatıcı ilahi bir mesaj olsalardı, " laiklik " diye bir me­se­­le ve kurum gündeme gelir miydi?..
Bütün bunları düşündükçe; Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan gi­bi yüce bir kitabın mü'mini olmaktan dolayı, "başını secdeye mıh­layıp bir ömür Allah'a hamd etme makamında" olduğunun daha bir şuuruna eriyor insan!..

PAGANİZM (PUTPERESTLİK)

3 Ağustos 2011 Çarşamba, 16:46 tarihinde {Gel, ne olursan ol yine gel} tarafından eklendi
PAGANİZM (PUTPERESTLİK)
Hristiyanlığın aslında Yunan bir pagan dini olduğu günümüzde aralarında hristiyanlığı bırakmış sayısız rahip(Dan Barker gibi) ve eski hristiyan yazarlar tarafından dile getirilmektedir.(örnek olarak Tom Harpur, Timothy Freke,Arthur Weighall gibi)
Hristiyanlık, aslında yahudiliğin hellenileştirilip(hellenizm), Pagan/putperest dinine dönüştürülmüş halidir.
İncil’in içinde pek çok pagan öğesi bulunmaktadır.İsa’dan önce de ölen ve dirilen pagan Tanrıları vardı.Greko Romen etkisinde büyümüş hristiyanlık da bu Greko Romen pagan dinlerinin devamı niteliğindedir.(Greko Romen pagan inançları hristiyanlığı öyle etkilemiştir ki İncil bile İsa’nın konuştuğu dil olan Aramice ile değil, grekçe yani Yunanca ile yazılmıştır)
İsa’nın “Tanrı oğlu” yahut “Tanrı’nın özünden Tanrı”…vs olması,İsa’nın kanıyla günahlardan/suçlardan arınma fikri(İbraniler 13:12,Rom 3:25-26..vs) ,İsa’nın ölüp dirilmesi ve şeytana karşı “zafer”kazanması ve daha pek çok öğe, Hellenistik dönemde oluşmuş Greko Romen Pagan dinlerinin ayrıca bunlara bağlı mistik gizem kültlerinin etkileri sonucudur.
Hristiyanlığı direkt olarak etkileyen pagan Yunan tanrılarından biri Dionysos idi,Dionysos Greklerde “şarap Tanrısı” idi.Bu gizem kültünün MÖ 300-200 yıllarında oluşup çok hızlı bir şekilde yayıldığı söylenmektedir.Dionysos Roma’da Bakkhus ile özdeşleştirilmişti.
Dionysos da 25 Aralıkta doğmuştur, geleneğe göre İsa’da 25 Aralıkta doğmuştur.
İncil’deki bölümlerin hepsi Grek pagan dinleri etkisinde Grekçe yazılmış metinlerdir.Ama bütün incillerin arasından Grek pagan etkilerinin, gizem kültleri etkilerinin en çok görüldüğü İncil “Yuhanna incili”dir.Pavlus’un mektupları da aynı şekilde Grek pagan inançlarından büyük oranda etkilenmiştir.Bu incili paganlıktan dönmüş kişilerin yazdığı sanılmaktadır(olasılıkla Efesliler)
Yuhanna incilinde paganizmden kaynaklanan pek çok “mistik” ve “gizem” anlatımları bulunmaktadır.
Örneğin incildeki şu gizemli ve mistik anlatım:
‘’Yu 6:53 İsa onlara şöyle dedi: «Size doğrusunu söyleyeyim, İnsanoğlu’nun bedenini yiyip kanını içmedikçe, sizde yaşam olmaz.
Yu 6:54 Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim.
Yu 6:55 Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir.
Yu 6:56 Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda.’’
(benzeri anlatımlar Pavlus’un mektuplarında da bulunur)
Bu oldukça “tuhaf” sayılabilecek ayetlerin yahudi kaynaklı olmadığı bilim adamlarınca belirtilmiştir.
Greklerin pagan Dionysos ve Attis kültüdür.Bu ayin bir pagan ayiniydi,Dionysosçular da sembolik olarak (hatta bazen bir hayvanı kurban ederek onun etini sembolleştirip) Dionysos’un etini yiyip kanını içiyorlardı.Bu sembolik ayin ile Dinysos’un ruhuyla birleştiklerine,ölümsüz olduklarına, arınıp yeniden doğduklarına..vs inanıyorlardı.(Prof.Barry Powell’in belirttiği gibi bugün kiliselerin hepsinde gizem kültlerine ait bu eski pagan ayini yapılmaktadır;özellikle katolik ve ortodoks kiliselerinde ekmek bölünür,İsa’nın eti ya da bedeni denilerek yenir. Kırmızı şarabın, gerçekten İsa’nın kanına dönüştüğüne inanılır “İsa’nın kanı” diyerek içilir.)
Yuhanna incilinin yazarı (yahut yazarları) da Paganların bu ayinini, İsa’ya uyarlamışlardır.
Ayrıca sadece Yuhanna incilinde bulunan (çünkü yuhanna incili Pavlus’un mektuplarıyla beraber Paganizmden en fazla etkilenmiş yazıdır) ilginç başka bir hikaye daha vardır:
‘’Yu 2:7 İsa hizmet edenlere, «Küpleri suyla doldurun» dedi. Küpleri ağızlarına kadar doldurdular.
Yu 2:8 Sonra hizmet edenlere, «Şimdi bundan alın, şölen başkanına götürün» dedi. Onlar da götürdüler.
Yu 2:9-10 Şölen başkanı, şaraba dönüşmüş suyu tattı.’’
“Suyu şaraba dönüştürme”.İlginç bir mucizedir.
Bu ayetin kökeni de şarap Tanrısı Dionysos’tan gelmektedir.
Dionysos da aynı İsa gibi suyu şaraba dönüştürmüştü…Ve bu mucize Dionysos inanlılarınca sürekli dile getiriliyordu.Yuhanna incili yazarları bu mucizeyi kendi tanrıları olan İsa’ya uyarladılar.
İsa’nın üçüncü gün ölümden dirilmesi anlatımında da;
Bu fikrin kaynağı da pagan Dionysos kültüdür.
Dionysos’un dirilmesi ile ilgili farklı anlatımlar vardır;çoğunda Dionysos ölür gömülür ve sonra ölümden dirilir.Hatta Dionysos’un ölümden dirilmesi bu pagan dininin taraftarlarınca her yıl kutlanıyordu.
İncil yazarları da bu “ölüp dirilme” hikayesini Dionysos’tan alıp İsa’ya uyarladılar.
Ayrıca Grek pagan dinlerinde Mö400 yılından itibaren “pharmakos” kavramı önem kazandı.Phamakos “günah keçisi” anlamına gelir.
Dionysos’da kutsal “pharmakos” idi.Yani aynı İsa gibi kaderinde acı çekmek ve “insanların iyiliği için” insanların menfaati için ÖLMEK vardı,ölmesi gerekiyordu.İnsanların günahlarını kanıyla affettiriyordu.
İncilin yazarları da aynı teolojiyi İsa’ya uyarladılar,böylece İsa’nın da ölmesi günahları bağışlatmak için kurban olması gerekiyodu.Yani pagan dininden alıp hristiyanlığa koydular.(ilk önce Pavlus bu pagan fikrini hristiyanlığa geçirdi)
Hristiyanlığın ikinci kaynağı ise Mitracılık idi.Bu da Dionysos kültü gibi bir gizem kültü idi,pek çok bilim adamı ve yazar Mitraizmin hristiyanlığı doğrudan etkilediğini söylemektedir.
Bazı hikayelerde bazı ayrıntı farklılıları olsa da Roma Mitrasının da Hristiyan İsası ile benzeşen pek çok yönü vardır.
Mitracılığın Roma versiyonunda (İran değil sadece Roma Mitra versiyonlarında Mitra ölür ve dirilir) Mitra ölüp dirilmiştir,kendini insanlık uğruna “feda” etmiştir.Dirilişi pagan taraftarları tarafından kutlanmıştır.
Ayrıca genel olarak pagan dini inanırlarının önderlerinin giyim tarzları da bugünkü katolik ve ortodokslarınkine benziyordu, çok şaşalıydı.Tapınaklarının süslemeleri de bugünkü katolik ve ortodokslarınki gibi çok süslü ve görkemli idi.Haç ve “balık” sembollerinin zaten pagan kökenli oldukları biliniyor.
Çeşitli hristiyan sanatları resimleri de direkt Mitracılık ve Dionysos sanatlarından ayrıca çeşitli pagan Yunan dini sanatlarından gelir

PAPALIĞIN KİRLİ YÜZÜ…KİLİSELERİN ÖRTBAS ETMEYE ÇALIŞTIĞI TARİHİ GERÇEK..

3 Ağustos 2011 Çarşamba, 17:05 tarihinde {Gel, ne olursan ol yine gel} tarafından eklendi
PAPALIĞIN KİRLİ YÜZÜ…KİLİSELERİN ÖRTBAS ETMEYE ÇALIŞTIĞI TARİHİ GERÇEK..
Papalar tarihi son derece enteresan olaylarla doludur. Siyasetle uğraşan, iktidar için oluk oluk kan döken ve Haçlı Seferleri’ni başlatan Papalar’ın yanısıra, Katolik doktrini uyarınca kadınlarla ilişkiye girmeleri yasak olmasına rağmen aşklarıyla ve gayrımeşru çocuklarıyla tarihe geçmiş Papalar da vardır. Ama en ilginci Vatikan’ın yüzkarası olarak görülen ve varlığı tarihten silinmeye çalışılan ‘kadın papa’ Joan’dır

Oldukça zeki bir kız olan Joan, kadın olduğu için bunun kendisine dezavantaj yarattığını düşünür. 12 yaşına geldiğinde erkek elbiseleri giymeye ve erkek çocuk gibi davranmaya başlar.
Asıl hikaye ise Joan’ın Hristiyan misyonerlere katılmasıyla başlar.
Atina’da din ve felsefe öğrendikten sonra Roma’ya giden ve kendisini John Anglicus ismiyle, erkek kılığında tanıtan Joan, Benedictine Manastırına girer.
Roma’da bilgisi ile kısa sürede içinde rahip ve kardinallerin de bulunduğu geniş bir çevre edinir. Bundan dolayı Roma kilisesinin başında olan Papa IV. Leon’un sağlığı bozulmaya başlayınca kardinaller, papalığa en layık kişi olarak onun adını dillendirmeye başlarlar.

847 senesinde Papa Leon ölünce yerine kilise dışından bir kişi olmasına rağmen, Joan seçilir. Ve 8.Joan adıyla göreve başlar. Kaynaklar onun iki sene beş ay dört gün boyunca Papalık tahtında oturduğunu ifade eder.
Yaklaşık 3 yıl kilisenin başında olan Papa’nın görevi ise, kadın olmasının ortaya çıkmasıyla son bulur.
Hizmetkarlarından biriyle ilişkisi olan Joan hamile kalır.
Hamileliğini dokuz ay boyunca gizlemeyi başarır ancak 855 yılında Aziz Petrus Kilisesi’nin dışında kortej halinde yapılan dini tören sırasında doğum sancıları başlayınca çocuğunu doğurur ve kadın olduğu ortaya çıkar Papa Joan’ın.

olaydan sonra Papa Joan’ın başına neler geldiği ve nasıl öldüğü konusunda çeşitli rivayetler bulunmaktadır; bazı yazarlar öfkeli kalabalık tarafından parçalandığını, diğerleri ise Roma sokaklarında atlara bağlanarak sürüklendiğini söylerler.Petrarch (1304- 1376), Fransa’da üç gece ve gündüz suların kanlı aktığını ve ortalığı sekiz kanatlı ve keskin dişli çekirgelerin istila ettiğini yazmaktadır

Ölümünden sonra (kimilerine göre o ve çocuğu hemen orada öldürülmüştür) aynı yere gömülmüştür. Buraya dikilen mezar taşında “Petre, Pater Patrum, Papisse Prodito Partum” (Baba, babaların babası, Kadın Papanın çocuk doğurma ihaneti) yazdığı ileri sürülmektedir.Papalar geleneksel ayinleri esnasında Romada yürürken daima bu noktada caddeden dönerler, bunun olaya duyulan nefretten dolayı yapıldığına inanılmaktadır
Joan’ın ismi daha sonra papalar listesinden de silindi.

Ama, ondan 17 sene sonra tahta geçen ve ‘John’ adını almak isteyen bir başka Papa, ‘Dokuzuncu John’ olduğu takdirde sekizincisinin adı listelerden çıkartıldığı ve dolayısıyla da ‘John’ların sıralamasında eksiklik görüleceği için Vatikan’ın yüzkarası sayılan kadın papanın adının başındaki sayıyı almak zorunda kaldı, ‘Sekizinci John’ oldu ve böylelikle sıralamanın da namusu kurtarıldı!
Vatikan, Joan’ın unutulması için elinden geleni yaptı fakat bazı kilise mensuplarının hadiseyi tarihlere kaydetmelerine bir türlü mani olamadı.

Bir kadın papanın varlığı ilk kez yaklaşık 1250′lerde rahip Jean de Mally’in el yazmalarında belirmiştir. Orta Çağ sonları ve Reform döneminde neredeyse düzinelerce yazar bu skandalla ile ilgili yazılar yazmıştır.
Hikayeyi süsleyen ve 1350 tarihi civarında basılan “De Claris Mulieribus” kitabına dahil eden İtalyan humanisti Boccaccio, kadın Papa John Anglicus’a (Pope John VIII) ilk defa kadın ismi vermiştir (Giliberta).
Kitabı 15. asırda Fransız manastırlarında görkemli bir şekilde resimlendirilmiştir.

Bu gerçek bir olaydır diyenlerin en önemli delili İtalya’da “La Sedia Gestatoria” denen ünlü porfiri koltuğunun varlığıdır. Bu kırmızı mermer koltuk, şimdi Vatikan müzesindedir.
diğer benzeri, Napolyon tarafından çalınmış ve rivayete göre Louvre (Luvr) müzesine konmuştur. Bu koltukların oturak yerleri oyuktur ve her ikisinin de 1099 (Paschall II) ve 1513 (Leo X) arasında papaların atanma töreninde kullanıldığı bilinmektedir.
Gerçek Papa Joan skandalının doğrudan etkisi olarak papa seçimlerinde cinsiyet tayinlerinde kullanıldığı dedikodusu yaygındır.
Papalık seçimi sonrasında genç bir papaz, koltuğun altındaki oyuktan papa adayının genital bölgesini eller ve beklediğini bulunca gür bir sesle “Testiculos habet et bene pendentes” diye bağırır ve Onun erkekliğini ilan ederdi. Buna diğer tümü cevap verir: “Habe ova noster papa” (Babamız erkek). Sonra neşe içinde papa seçiminin vaftiz törenine geçilirdi.

KİLİSE HİKAYEYİ YALANLIYOR
Katolik Kilisesi uzunca bir süre tartıştığı kadın Papa’nın eş zamanlı hiçbir kaynakta yer almadığını ve tüm hikayenin Protestan Kilisesi tarafından uydurulmuş bir efsane olduğunu belirtiyor.
20. asırda bu olay hakkında en azından 6 hikaye veya oyun yayımlanmıştır. Bunlardan Emmanuel Royidis tarafından yazılanı, çağdaş Yunan romanının bir klasiğidir ve İngilizceye büyük romancı Lawrence Durrell tarafından çevrilmiştir. Kitap, Yunan Ortodoks Kilisesi tarafından yasaklanmış ve yazar afaroz edilmiştir

KARİKATÜRLERDE İSLAM DÜŞMANLIĞI

3 Ağustos 2011 Çarşamba, 17:21 tarihinde {Gel, ne olursan ol yine gel} tarafından eklendi
KARİKATÜRLERDE İSLAM DÜŞMANLIĞI

Gençliğimde koşarak giderdim Gırgır almak için. Ablamla kavga ederdik önce ben okuyacağım diye. Bütün karikatüristlerin isimlerini ezbere bilirdim. Beğendiğim bir karikatürün imzasına bakmama gerek yoktu. Çizgisinden hemen tanırdım. Eski Gırgır’ları ve Fırt’ları atmaz ciltletirdim. Yıllar sonra bile güncelliğini koruyan karikatürler vardı içlerinde.
Benim kahramanlarımdı çizerler. Benim Don Kişotlarımdı. Ellerinde kalemleri değirmenlere saldırırlardı. Ne olursa olsun doğru söyleyen erdemli abilerimdi onlar. Limon dergisinde kendi hayatlarını yazdıklarında hayranlıkla defalarca okumuş, ezberlemiştim.
Sultan Ahmet’teki karikatür sergilerini kaçırmazdım. Yabancı sergileri de gezerdim. Rus, Çek ve Polonyalı çizerlerin kitaplarını almıştım. “Kara mizah” diyorlardı onlara. Açılmayan makaslar, kendi anahtarını hapsetmiş asma kilitler… Baskıcı rejimlerinin açmazlarını anlatırlardı.
Don Kişot abilerim artık değirmenleri yenemeyeceklerini anladılar galiba. Kalemleriyle benim üzerime geliyorlar. Namaz kılarken sırtımda bir acı hissedersem biliyorum kim batırıyor o kalemi sırtıma. Huzurla ezanı dinlerken birden midem bulanırsa biliyorum o satılmış mürekkebin iğrenç kokusu nereden geliyor.
Yıllar var almıyorum sizin dergileri Don Kişot abilerim . Çünkü sizin dilinizi sizin kadar iyi biliyorum. Bezgin Bekir’in, Hain Evlat Ökkeş’in Muhlis Bey’in “çirkinliği” ile bana, aileme reva gördüğünüz bir değil, gençler görmüyor ama siz ve ben biliyoruz. Aptal ve çirkin(!) Müslüman ben Mehmet hakkımı da helâl etmiyorum. Gözünüze, dizinize dursun harçlığımdan biriktirip size verdiğim.
MY
Nurhayat mizah dergilerinin gerilemesini mizahçıların tek taraflı espri ve çizgilerine bağladı Asker güzel sen çirkin adlı yazısında. Haklı bulanlar oldu ama itirazlar da geldi. “Karikatürist herkesi çirkin çizer, onun işi bu” diyen okurların ne kadar haklı olduklarını görmek için nette biraz gezdim.
Karikatür, mizah hatta geniş anlamıyla sanat, insanların kendilerinden ve kendi yaşamlarından yansımalar aradıkları bir faaliyet. Acaba Türkiye’de yaşayan insanlar ile karikatüristlerin bakışı arasında bir uçurum mu var? Mizah dergilerinin zayıflaması yoksa bu sürecin bir belirtisi mi?
Gerçeğin coğrafyasını okuyamayan siyasetçiler gibi gazeteci ve mizahçılar da kaybolup gitmeye mahkûmlar kanaatimce. Gemilerle dağlar aşılmıyor, at ile eşek ile suyun üzerinden geçilmiyor. Halkı özeleştiriye çağırmak başka şey, onun varlığını dayandırdığı değerleri aşağılamak başka.
Bir siyasi parti liderini veya namaz kılan isanları, tesettürlü kadınları çirkin çizip genel kurmay başkanını “yakışıklı” çizmek elbette bir suç değil. Ama oy alamayan bir siyasetçi gibi dergisini satamayan mizahçı da biraz düşünmeli, “yoksa ben halkımdan bu kadar koptum mu?” diye sormalı kendine zaman zaman.
Turumuza başlayalım şimdi.

Göbeğini kaşıyan, uzun kollu ve kıllı… Bu sözler size bazı köşe yazarlarını hatırlatıyor mu? Bu adam gecenin bir saatinde Tayyip Erdoğan’ı görmekten mutlu olmuş. Belli ki APK’ye oy veren biri. Kollarının belinin altına kadar inmesi, kıllı göğsü, goril gibi birbirine yakın gözleri var. Daha çok gorile benzesin diye ense ayrımı yapılmamış, kafatasının arkası doğrudan sırtına bağlanmış.
Ergenekon mağduru(!) İlhan Selçuk’a bakalım şimdi. Gözleri şaşı ama gerisi idare eder. Bıyıkları düzgün. Bizim gorilin bıyığı sanki burnundan çıkıyor. Normal. Nerde onda o zerafet?
Çağdaş ve laik genelkurmay başkanının da bir boynu var. Bakın karısı ile ne güzel dans ediyor. Arka planda ve sol alt köşede yine çağdaş ve laik subaylar eşleriyle gülümseyerek dans ediyorlar. Ne kadar da yakışıklılar. Bir de Gül ve Erdoğan’a bakın. Dedik ya dindar veya AKP’li olmak insanı çirkin yapabilir diye. Gül ve Erdoğan’ın üst dudakları olabildiğince kalın ve kıllı tutulmuş ki iyice maymun veya goril tipi birşeye benzesin. Komutanlar ise sanki ağdalı. Cillop gibi.
Normal. Karikatüristlerin gözünde Müslümanlar evrimlerini tamamlamamışlardır henüz. Tam evrilmiş olsalardı dini terk etmeleri gerekirdi.
Çok mu sert buldunuz bu analizi? Paranoyak?
Benim çocukluğumda dükkanlarda bir resim asılı olurdu: “Veresiye veren, peşin veren”. Bu resimde iki tüccardan veresiye veren sefalet içinde, öteki ise zengin. Bunu asan esnaf ima yoluyla “sonra veririm filan yok, herkes peşin ödesin” demeye getirirdi. Şimdi şu karikatüre bir bakalım: Solda çağdaş ve laik cumhuriyet kadını, başı elbette AÇIK. Ama aynı zamanda gözleri de AÇIK, saçları da. Sağda ise (sağcı?) başı kapalı bir kadın. Mutsuz. Soldaki bulutların arasından ona bakan Ata’ya gülümsüyor. Sağdaki kadın ise gülmüyor. Kara kaşlarından esmer olduğu anlaşılıyor. Arap gibi? Kara çarşafı, kara kaşları, kara fikir ve inançları var belli. Geleceği de karanlık.
Soldaki İzmirli ya da Trakya? Ama sağdaki Doğulu. Boynu yok. Kalın kaşları ve öne uzanan çenesi ile evrimini tamamlamış havası mı verilmiş? Göz kapakları yarıya inmiş, göz altları kırışmış. Kocasından dayak da yiyordur bu şimdi. Dindar Müslüman ya. Ama ne önemi var? Karikatürist Nuri Kurtcebe onu zaten yok saymış bile. “Olmak veya olmamak…”
Dedik ya karikatürcilerin gözünde İslâm insanları çirkinleştiren bir din. Bir de Cihan Demirci’nin gözüyle bakın duvarına Kâbe’nin resmini asmış olan şu ilkel adama. Kıllarından neredeyse önünü göremeyecek durumda. Hormonal bir dengesizlikten mi muzdarip? Yoo. Adam dindar. Evrimini bitirmemiş. Gözler yapışık. Eller de kıllı. Acaba geri olduğu için mi Müslüman yoksa Müslüman olduğu için mi böyle maymunlaşmış? Karısının gözleri yapışık, o da maymun gibi. Zaten genetik olarak kızlarına da geçmiş.

Çok fazla söze gerek yok aslında. Dişlek, gözleri yapışık, kıllı, koyun gibi dindar ve esmer Müslümanlar (= kara çarşaf? Kara bir gelecek? Kara bir din?) ülkeyi ele geçiriyor. Zorla başı bağlanan pırıl pırıl (sarışın ve mavi gözlü) gençler, çocuğunu bu gerici ülkeye getirmek istemeyen nedense yine sarışın bayanlar, robotumsu, tektipleştirilmiş dindar kızlar… Mizah dergilerinin satışları düşüyorsa Türkiye kendini ve inançlarını böyle görmüyor demektir. Eğer siz bu dergileri zevkle okuyor ve bu fikirleri destekliyorsanız belki de yaşadığınız çevre ülkenin geri kalan kısmından izole olmuş, elit hatta elitist bir çevredir. Türkiye’ye hoş geldiniz. Artık “bilmiyordum” diyemezsiniz
Karikatür mü bunlar yoksa Nazilerden kotarma psikolojik harp malzemesi mi?


Amerika’nin Yeni Dini Islam mi Olacak?

8 Ağustos 2011 Pazartesi, 14:15 tarihinde {Gel, ne olursan ol yine gel} tarafından eklendi
Amerika’nin Yeni Dini Islam mi Olacak?
Amerika’da, dünyanin diger bölgelerine nazaran dini özgürlüklerin daha gelismis oldugu malum. Devletin dinlere karsi tarafsiz kalmasi kadar, toplumun dine bakisi da bunda rol oynuyor. Belki burasi dünyanin en materyalist toplumu; ama ayni zamanda en dindar toplumlardan da birisi. Kiliselere devam orani ya da bir sektör haline gelmis hayir kurumlarina yapilan bagislarin kabarik hacmi bir yana, her vesile ile yapilan kamuoyu arastirmalarinin ortaya çikarttigi tablo Amerikalilarin hayatlarinda dinin ne kadar önemli bir rol oynadigini göstermeye yetiyor. Bunu kolaylastiran iki neden var. Birincisi devletin dine ve dindara yaklasimi olumsuz degil. Kimsenin kariyeri, isi ya da muamelesi, dini kimligi veya dini düsünceleri nedeni ile bir yerlere takilip kalmiyor. Bir diger ifade ile devlet bizde oldugu gibi din ile hayatin baglarini kopartacak bir olumsuz isleve sahip degil. Böyle olunca da kimsenin dindar gözükmekten sakinmak gibi bir derdi olmuyor; bilakis dindar olmak farkli haklari talep edebilmeyi mesrulastiran bir insanlik hakki olarak saygi görüyor.
Bir diger neden toplumun çok dinli ve çok kültürlü yapisi. Amerikan toplumu farkliliklardan güç alan bir toplum. Bir Amerikalinin ifadesi ile “Tolerans ve esitligin hayatta kalmak için sart oldugu modern bir göçebe kültürü”ne sahip bu toplumda aslinda farkliliklar üzerine gitmemek herkes için en salim yol.
Chomsky: “Iran’dan Bile Tutucu”
Farkli dinlerden olusan bir mozaikte her dinin saygi görmesi, dolayisiyla dini özgürlüklerin gelismis olmasi anlasilabilir ama teslim etmek gerekir ki Amerikan toplumunun dindarligi bundan daha fazla bir anlama sahip. Arastirmalara göre Amerikalilarin %94’ü Allah’a ya da farkli sekillerde adlandirdiklari üstün bir varliga inaniyor. % 66’si dinin bugünün sorunlarinin tümüne ya da ekserisine çözüm bulacagini düsünüyor. % 33’ü ise hayati boyunca en az bir kere ruhi bir tecrübe yasadigini ifade edecek kadar dini inançlarini önemsiyor.1 Hatta dinin bu derecede önemli olmasini farkli biçimlerde yorumlayanlar bile var. Ünlü dilbilimci Naom Chomsky’e göre Amerika Iran’dan bile daha tutucu bir ülke. Gerçi Chomsky bu benzetmeyi halkin büyük is adamlari ya da politikacilar tarafindan dini duygular kullanilarak sömürüldügü seklindeki iddiasini açarken kullaniyor ama sözlerinin devami ilginç: “En aydin fikirler neler mi? Kiliseye git, talimatlari dinle, ne söyleniyorsa yap ve çeneni kapat. Iste bunlar.”2 Chomsky’nin hosuna gitmese de %50’ye yakini kiliseye devam eden dindar Amerikan halkinin yaptigi iste tam bu. Bu yüzden de bu toplumun dindarligini ciddiye almak gerekiyor.
Materyalist Çünkü...
Peki bu kadar dindar insanlar nasil oluyor da ayni zamanda dünyanin en materyalist toplumunu olusturuyorlar? Garip gelebilir ama bu da yine dini bir motife, püriten ahlak denen kavrama dayaniyor. Bu kavrami Weber, Protestanligin kapitalizmin itici gücü haline gelmesini açiklarken kullanmisti. Amerikan toplumunun bugün sahip oldugu kati is kurallarini ve bu hayat ile özel hayat arasindaki keskin ayirimi sekillendirmis bu anlayisa göre çalismak Allah’in rizasina kavusmanin yegane yolu. Hatta itibarin kaynagi ve sorumluluklarin yerine getirilmesinin de tek ölçüsü. Ilk Amerikalilari derin biçimde etkileyen bu anlayis, sonralari dini köklerinden soyutlanarak kapitalizmin çikarlarina hizmet eden ve çalisanlarin hayatlarini sömürücü bir nitelige bürünmüs. Ama yine de Amerikalilar kendilerini tanimlarken bu kavrama sikça atifta bulunuyorlar.
Her Mala Alici
Materyalizmi bile dini referanslara sahip bu toplumda dini kurumlar ve akimlar haliyle son derece canli. Her inanisin kendine hem hareket alani hem de taraf bulabildigi bu canlilik sadece klasik kilise kurumlari ile sinirli degil. Daha dogru bir ifade ile Amerikan toplumunun dine bakisi kilise ögretilerinin içine sigmayacak derecede aktif. Tabiri caizse burasi o kadar dinamik bir pazar ki, pazarlamasi iyi her mal alici buluyor. Hele müsterilerinin önceliklerini tespit edip malini ona göre dizayn eden saticilar büyük ragbet görüyorlar. Buna en iyi örnek New Age denilen akimin kazandigi popülarite. Ögretileri tam Amerikan bireyselligine uygun düsecek tarzda çesitlilik ve farklilik arz eden heterodoks bir inanislar bütünü olarak nitelenebilecek New Age akimi bir arastirmaya göre % 20’lik bir oran ile ülkede üçüncü inanç grubu haline gelmis durumda. Bunda biraz da kilise ögretilerinin, standartlari yüksek, degisime endeksli dinamik bir toplumun beklentilerini tatmin edememesinin payi var kuskusuz. O yüzden bu toplumda farkli inançlara yönelik arayislarin artmasi sasirtici degil.
Islam: Amerika’nin Yeni Dini
Iste bu arayisin farkinda bir yazarin, Belief.Net’ten Michael Wolfe’un Amerikalilara gösterdigi adres ise oldukça ilginç. Wolfe’a göre Amerikalilar geçmisleri, temel degerleri ve beklentileri itibariyla aradiklarini ülkenin su an üçüncü ama en hizli gelisen dini olan Islam’da bulabilirler. Potansiyeli ve vadettikleri ile Islam bu ülkenin gelecekteki yeni dini olacak. Amerikan toplumunun temel degerleri ile Islam’in genel kurallarini karsilastirarak bu sonuca ulasan yazara göre genel önyargilari asarak Islam’i inceleyen her Amerikalinin bulduklari kendi öz degerlerinden farkli degil. Yazar “Amerika bir Islam ülkesi mi?” seklindeki soruya evet demek için yedi neden bulundugunu iddia ediyor:
“-Islam tek Allah’a inanir: Müslümanlar da Hiristiyanlar ve Yahudiler gibi tek Allah’a inanirlar; çünkü bu din de “Ibrahimi” gelenekten gelmedir.
-Islam özde demokrattir: Islam oy hakkini, bir meslek sahibi olmayi ve egitimi savunur. Kur’an inananlar arasinda konsensüs öngörür. Camilerde kiliselerdeki gibi bir ruhban sinifi yoktur. Herkes kendi akibetinden sorumludur ve Allah katinda esittir. Ortadogu’daki rejimlere bakilarak bu öz hakkinda süpheye düsülmemelidir; zira bu rejimleri islâmî prensipler degil, küresel ekonomi ve sömürgecilik olusturmustur.
-Islam cazip bir mistik gelenege sahiptir: Mistisizm Allah’in ferdi planda aranmasidir. Bu, Amerika gibi “bireyler” ve “mistik arayicilar” ülkesinden baska nerede daha iyi yapilabilir? Ya da yüzyillar boyunca Islam’i temsil etmis mistik gelenegin ögretilerinden Amerikalilardan daha iyi kim faydalanabilir? Ilginç görülebilir ama Amerika’da en çok satan sair siirlerinde fiziksel gerçeklikle Allah arayisini çarpici metaforlarla basarili bir sekilde birlestiren ve 800 yil ötesinden konusmaya devam eden Mevlana Celaleddin-i Rumi’dir.
-Islam esitlikçidir: New York’tan Kaliforniya’ya, birbirine benzeyen, ibadetleri bir olan tek ibadethaneler zincirine 4000 cami ve mescitle sadece Müslümanlar sahiptir. Amerikalilarin kendilerini tanimlamak için kullandiklari “Allah’in altinda yekpare bir millet” ya da Lincoln’un Gettysburg konusmasindaki “Bütün insanlar esit yaratilmistir” sözleri Islami düsünce ile temelde aynidir.
-Islam Amerikalilarin yeni egilimi olan yiyecek sadeligi ve az yemeyi tesvik eder: Ramazan bir çok Amerikalinin hayranlik duydugu hatta gizli gizli uyguladigi bir yeme içme disiplini öngörür. Diger taraftan helal et kavrami son derece saglikli ve son zamanlarda yayginlik kazanan organik yiyecek uygulamasina benzer bir uygulamadir.
-Islam diger dinlere hosgörü ile yaklasir: Medine döneminde Hiristiyanlar, Yahudiler ve Sebe dini mensuplari bir arada baris içinde yasamislardi. Bugün Yahudi-Müslüman kavgasina ragmen her iki din de Ibrahimi gelenekten gelmektedir. Kaldi ki Amerika’da bu iki dinin mensuplari her geçen gün daha çok kaynasmaktadirlar. Üniversitelerde her iki gruba mensup ögrenciler arasinda bir yakinlasma yasanmakta ve önderler ortak bir sükran günü yemegi vermeyi planlamaktadirlar. Sasirtici gelebilir ama ilk ortak helal-koser magazasi da açilmak üzeredir.
-Islam dini özgürlügü savunur: Hz. Peygamber Mekke’deki zulümlerden Medine’ye siginmis ve orada yeni bir toplum olusturmustu. O yüzden bugün bu topraklara “dini baskilar yüzünden siginan Müslümanlar gerçegi” sasirtici görülmemelidir.”3
Cihad ve Kadin
Bu yedi özelligin Islam ile Amerika arasinda derin bir uyum anlamina geldigini öne süren yazar Islam’da cihad ve kadinin yerine de deginerek bu konularin yanlis anlasildigini ifade ediyor. Ona göre cihad, Müslümanlarin, Allah’in istedigi adil bir dünyanin tesekkülünde aktif olmalari anlamina geliyor. Kadin konusunda ise Hz. Peygamberin, devrinde bir reform yaptigini ve kadinin konumunu yücelttigini söylüyor. Buna göre Kur’an kadina mülkiyet ve evlilik hususlarinda haklar getirmis, Islam’in ilk dönemlerinde kadinlar meslek ve mülkiyet sahibi olabilmislerdir. Hatta bunun çagdas yorumlarina bugün bile rastlamak mümkündür: Iran’da üniversitelere devam eden bayan sayisi erkek sayisindan fazladir. Son seçimlerde bu ülkede tam 5000 kadin çesitli mevkiler için yarismistir.
Tashih
Dogrusu yazarin kulaga hos gelen ama haklilik payi da oldugu inkar edilemeyecek bu düsünceleri her seyden önce Amerika’da genelde toplum hayatinin, özelde dini hayatin hangi temeller üzerinde yükseldigini anlamamizi kolaylastiriyor. Bu toplumun neden basarili oldugunu da tabii ki... Aslinda %50’si burada dogmus 6 milyonluk Amerika Müslüman toplumunun ayaklari yere basan, gayet dikkatli, hesapli ve gayretli çalismalarina bakarak yazarin beklentileri üzerinde ümitlenmek mümkün. Diger taraftan masum bir gelecek projeksiyonu gibi duran bu düsünceleri, çogu gelecek projeksiyonun gördügü isleve programlanmis, yani bir sekilde bugünü etkilemeyi amaçlayan art niyetli fikirler olarak mahkum etmek de. Ama ikincisine pek tevessül etmemek daha dogru gibi. Bütün aleyhte propagandalara ve medya manipülasyonuna ragmen akli basinda bir Amerikalinin ülkesinin ya da toplumunun gelecegi adina Islam’dan bir seyler ummasini neden kötüye yorumlayalim ki? Islam, Allah’in yeryüzündeki her insan için layik gördügü yegane fitrat dini ve herkesin selameti kendisinde bulacagi tek kurtulusken, zaten baska nasil düsünülebilir ki? Bence yazara katildigimizi ifade etmeliyiz ama bir tashihle: Sadece Amerika degil, fitratina dönme arzusu içindeki her insanin ve milletin istikbali bu dinde...
1. Craig Hamilton, “The New American Spirituality”, What is Enlightenment;, Fall/Winter 2000, sh. 24. 2. Noam Chomsky, “Propaganda and Public Mind”, Prevailing Winds, September-December 2000, sh. 41.
Kaynak: Altinoluk dergisi, Mart sayisi

Misyonerlerin Amaçları ve Çalışma Metodları

9 Ağustos 2011 Salı, 21:44 tarihinde {Gel, ne olursan ol yine gel} tarafından eklendi
Tarihi varlık alanı içerisinde her hangi bir inanca sahip olmayan kişi ve toplum mevcut değildir. Ancak her inanç din değildir. Buna rağmen inançlardan bazılarının dini inanç haline dönüşmesi kaçınılmaz olmaktadır. Zira inanma duygusu insanda doğuştan olduğu gibi sonsuzluk duygusu da insanda doğuştandır. Kişinin sonlu karşısında sonsuzu algılaması onda aşkın varlık veya kutsal varlık inancını da meydana getirmektedir. Ölüm karşısında aciz kalan insan öldüreni aradığında aşkın varlığa da ulaştığına inanmaktadır.
Latince “Missio” kelimesinden türetilen mission (misyon), sözlükte görev, yetki, bir kimseye bir işi yapması için verilen özel görev anlamına gelmektedir. Bu görev ve yetki dinî olabileceği gibi siyasi ve diplomatik de olabilir.
Misyon, genelde bir görevi yerine getirme işini üstlenen kuruluş anlamındadır. Özelde ise, Hıristiyanlığı, hıristiyan olmayan ülkelerde yaymak gayesi ile oluşturulan kuruluşlar, misyon olarak isimlendirilmektedir. Bu misyonlarda görev yapanlara misyoner denilmektedir. Misyonerlerin yaptığı faaliyetlerde Türkçe’de misyonerlik kelimesi ile karşılanmaktadır.
Misyon, misyoner ve misyonerlik; genel olarak evrensel bütün dinlerle, özel olarak hıristiyanlıkla ilgili kelimelerdir. Kendi dini inancını ve kanaatlerini bir yerde, bir ülkede yaymaya çalışan herkese misyoner denilmektedir. Onlar, başka dinden başka inançtan ve başka düşünceden olan insanları, mensubu oldukları dine veya düşünceye kazanma gayesi gütmektedir.
Dinler tarihinde misyonerlik, genel anlamda da kullanılmaktadır. Bu kullanımda dinler, misyonerliğe yer verip vermemelerine göre tasnif edilmektedir. Bu durumda dinler; misyonerli ve misyonersiz dinler diye iki gruba ayrılmaktadır. Misyonerli dinler belli sınırlar tanımayan, öğretilerini herkese ve her tarafa yayma gayesi güden dinlerdir.
Günümüze kadar Hıristiyan misyonerliği yedi aşamadan geçmiştir. Bu aşamaların her birinde döneme ve şartlara göre farklı metodlar takip edilmiştir. Bu yedi aşama, şöyle yedi dönemi teşkil etmektedir.
33-100 arası, Havariler Dönemi
100-800 arası, Kiliselerin kurulma dönemi
800-1500 arası, Orta çağ dönemi
1500-1650 arası, Reformasyon dönemi
1650-1793 arası, Reformasyon sonrası dönem
1700-1965 arası, Modern dönem
1965’ ten sonrası, Diyalog dönemidir.
İlk iki döneme, Hıristiyanlığı tanıtma ve tebliğ dönemi denilebilir. Üçüncü dönem İslamın sahneye çıktığı dönemdir. Bu döneme kadar, Hıristiyanlık karşısında daha güçlü bir din, bir ideoloji görmemiştir. Önceleri İslama sıcak bakan Hıristiyanlar, İslamın yayılması ve günden güne taraftarlarının artması Hıristiyan dünyasının İslam’a sıcak bakışında değişikliğe sebep olmuştur. Artık o tarihlerden sonra Hıristiyanlar İslama ve müslümanlara hasım gözüyle bakmaya başlamışlardır. Bu durum Türklerin müslüman olması ve Anadolu’yu fethetmesiyle farklı bir noktaya ulaşmıştır. Çünkü Anadolu Türklerle hem islamlaşıyor, hem de Türkleşiyordu. Türklerin Anadolu’yu fethetmesi ve İslam’ı batıya taşıması Hıristiyanları Türklere karşı cephe birliğine sevketmiştir. Ayrılmış ve bölünmüş Hıristiyanlar Türklere karşı kısa süreli de olsa bir birlik oluşturdu. Bu birliğin gayesi Türkleri ve İslâmî gelişmeyi durdurmak, Türkleri geldiği yere geri göndermekti. Bunun için onlar 174 yıl süren Haçlı seferlerini başlatmıştır (1096-1270).
Haçlı seferleri de Hıristiyanlara beklendiği sonucu vermemiştir. Bunun üzerin doğrudan Hıristiyanlığı yayma ve İslamı durdurma yönünde faaliyetler meydana gelmiştir. Bu faaliyetleri nasıl ve nerelerde olacağına dair görüşler ortaya atılmıştır. Bu gaye için Orta Asya ve Çin’ e kadar gidenler olmuştur.
1453 yılında da hıristiyan dünyasının kalesi ve Hıristiyanlığın yayılmasını sağlayan İstanbul Türkler tarafından fethedildi. Hıristiyan dünyasında bundan sonra silahla neticeye varmanın zor olacağı kanaati hakım olmaya başladı. Bunun neticesinde yeni yolların aranmasına gidildi. Çeşitli kongreler yapıldı. Bu kongrelerde değişik ülkelerde bulunan temsilcilerinin raporları değerlendirildi. Hem Türkleri durdurmak, hem kendi mensuplarının Hırsitiyanlığa bağlılığını devam ettirmek hemde yeni hıristiyanlar kazanmak için Arapça ve İslamı iyi bilen görevlilerin yetiştirlmesi amaçlandı ve bunun için okullar açıldı. Buralarda yetiştirilen misyonerler İslam ülkelerine özellikle Osmanlı Devleti’ nin değişik bölgelerine gönderildi.
Haçlı seferleri ile başlayan Hıristiyan-Müslüman ilişkisi, İstanbul’un fethiyle artmıştır. Bu dönemden sonra Batı Dünya’sında reform hareketleri olmuş, Hıristiyanlıkta bir çekişme ve rekabet dönemi yaşanmıştır. Bu dönem aynı zamanda Hıristiyan dünyasının canlanması da olmuştur. 1500-1650 arası olan bu dönem, Reformasyon Dönemi’dir.
1880 yılında misyonerlik faaliyetleri ile ilgili yayımlanan bir raporda; “misyoner faaliyetleri açısından Türkiye, Asya’nın anahtarıdır” denilmektedir. Esasen Asya’nın olduğu kadar, Doğu’nun, Uzakdoğunun, Ortadoğu’nun hatta İslam Dünya’sının anahtarı Türkiye’dir demek yanlış olmasa gerektir. Türk ve İslam Dünyası bakımından olduğu kadar Hıristiyan Dünyası içinde Türkiye büyük bir öneme haizdir.
Hıristiyan misyonerlerinin Türkiye’yi, özellikle Anadolu’yu hedef almalarının bir çok sebebi bulunmaktadır. Anadolu, Hıristiyan Dünya’sı için önemini her an koruyan bir konudur. Çünkü onlara göre, Hıristiyanlığın beşiği Anadolu’dur. Bügünkü Hıristiyanlığın mimarı Pavlus, Tarsusludur ve Anadolu’da Hıristiyanlığı yaymak için çeşitli yerleri gezmiştir.
Öte yandan Hıristiyanlığın hürriyete kavuştuğu ve nüvesinin atıldığı yer İstanbul’dur. Konstantin, Hıristiyanlığa serbestlik tanımasıyla eski roma inançlarına bağlı büyük bir kitlenin muhalefetiyle karşılaşınca, İstanbul’u merkez edinmiş ve Hıristiyanlık ondan sonra gelişmiştir. İmparator Justinyanus’un 529’da yaptırdığı ve “ seni de geçtim Süleyman” diyerek Hz. Süleyman’ın mabedi ile mukayese ettiği Ayasofya İstanbul’dadır. Bu mabed, Hıristiyan Dünyası’nın ilk görkemli mabedidir. Çeşitli konsiller yapıldığı, Hıristiyanlık “doğmaları”nın tesbit edildiği yerlerde Anadoluda’dır. (İznik, İstanbul, Efes, Kadiköy vs.).
Anadolunun ve Hıristiyanların yıkılmaz, fethedilmez kabul edilen İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesi hiçbir zaman unutulmamıştır. Dün de unutulmamıştır, bu günde. Yıllarca bu yerlerin öyküleri nesilden nesile aktarılmış ve o yerlere sahip olma ideali işlenmiştir.
Batılının Türkiye ile niçin ilgilendiği yolunda çeşitli görüş ve tesbitler vardır. Bunlar; Hıristiyan Batı’nın “ehl-i salip” ruhuyla hareket ettiği, Türk Milleti’ni Anadolu’dan Orta Asya’ya geri göndermek niyeti taşıdığı ve menfaatini ön planda tuttuğu şeklinde özetlenebilmektedir.
Misyonerlerin müslümanlara yönelik faaliyetlerini şu temel prensipler göz önüne alınarak yapılmasında da benzer amaçlar vardır.
İslam Dini hakkında yanlış fikirler yaymak
Müslüman ülkelerdeki geri kalmışlık emarelerini abartarak, bunları İslamla irtibatlandırmak
İslam’ı kan şiddet dini olarak göstermek
İslam’ın üstün yönlerini eksiklik olarak sunmak
İslam’ı müslümanların kabiliyet ve dehasını körelmekle suçlamak
Diyalogun bir misyonerlik şekli olup olmadığı aslında ilim adamları arasında tartışmalı bir husustur. Ancak II. Vatikan konsülünde hem diyolog hem de misyonerlik hakkında tartışmalara yer verilmiş olması; bir taraftan bütün insanları hıristiyanlaştırmak misyonuna vurgu yapılırken, hıristiyan cemaatleri oluşuncaya kadar her bölgeye misyoner gtönderilmesi gereği üzerinde durulurken diğer taraftan diyalogun ele alınması, günümüzde misyonerliğin diyalog yoluyla olacağı şeklinde ki yorumlara yol açmıştır. En azından diyalogun gayelerinden birinin hıristiyanlığı yamak olduğu söylenebilir.
Bütün bu tesbitler olanlardan olması muhtemel olacaklara ait tahminlerdir. Bilim adamının görevi geleceğe yönelik hipotezlerini hale taşıyıp önceden bunları anlamak, açıklamak ve problemlerin çözümlerine ait yolları göstermektir. Temel hipotezimiz “Anadolu’da Türklük ve İslam tehlikededir” şeklinde olunca meseleyle ilgili çözüm yolları da önermek gerekir. İslamsız Anadolu’yu Türk Devleti olarak muhafaza etmek mümkün olmadığına göre, birinci görev devletin kendisine düşmektedir. Siyasallaşmayan dindar yetiştirmek için devlet din eğitimini yeniden programlamalıdır. İkinci görev fertlere düşmektedir. Fertler de neye inandıklarını; dinlerini bilmelidir. Bir toplumda milli, dini ve ekonomik refleksler güçlü olarsa o toplumu dışardan gelecek olumsuzlukların etkilemesi mümkün değildir.

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...