Yahudiler dünyanın dört bir yanında eziyet gördüklerinde,
soykırımlara maruz kaldıklarında ve sürüldüklerinde daima Türklüğün
cihan devleti Osmanlı’ya sığındılar. 1492’de İspanya’dan sürüldüklerinde
Osmanlı’nın merhametli kollarını açık buldular. 1880’lerde Ruslar
yahudileri pogromlarda kırdıklarında İstanbul’a kaçtılar. Batı
ülkelerinde insanca muamelenin bile çok görüldüğü yahudiler, Osmanlı’da
sarayın bazı önemli kademelerine kadar kontrollü olarak yükseltildiler.
Bir devlet istediklerinde Osmanlı onları dışlamadı ve Makedonya’da
bir devlet edinebileceklerini söyledi. Ama onlar Filistin’de ısrar
ettiler. Oysa Filistin’in demografik yapısı, daha fazla yahudiyi
kaldırabilecek durumda değildi. Ancak onlar, kaçak yollardan Filistin’e
yerleştiler, Amerikan ve İngiliz vatandaşlıkları alarak Osmanlı’nın
hukuk sisteminin dışına çıktılar, rüşvet ve bol para akıtarak Filistin
topraklarını el altından satın aldılar.
Yahudilerin küçük bir kısmı, Osmanlı Devleti’yle anlaşarak Filistin
topraklarının kendilerine verilmesini sağlamaya çalıştı. Ama büyük
kısmı, Filistin’i ele geçirebilmek için Osmanlı’nın yıkılması
gerektiğine inanıyordu. Bu amaçla, Filistin’i kendilerine vaat eden
emperyalist devletlerle işbirlikçilik yaptılar. Özellikle, Filistin’de
kurdukları casus teşkilatlarıyla Osmanlı’nın en gizli istihbari
bilgilerini İngilizlere sundular.
Osmanlı’yla savaşın sadece bir cephede değil, bütün cephelerde
verilmesi gerektiğine inanan yahudilerden Jabotinsky’nin kurduğu Katır
Tugayı, Çanakkale’de verdiğimiz yüz binlerce şehidimizin vücutlarını
parçalayan silahlar, bombalar ve kurşunlar ile askeri lojistik
ihtiyaçları cephe arkasında düşman kuvvetlerine taşımıştı. Yahudiler,
Türkün merhametinin, himayesinin ve insancıllığının karşılığını ihanetle
ve ihanete teşvik etmekle ödediler.
Bir İngiliz vatandaşı olan Lawrence, Arapların Osmanlı’ya ihanet
etmelerini sağladı. Onun yaptığı Osmanlı’ya ihanet değil, bir İngiliz
casusu olarak Osmanlı’yı yıkmak için, tebaayı ihanete teşvik etmekti.
Ama NİLİ casusları, Osmanlı vatandaşlarıydı. Romanya’dan, Rusya’dan,
Polonya’dan kovulmuş ve sürülmüşlerdi; oralarda yaşama şansları
kalmadığı için Osmanlı’nın acıyarak vatandaşlık hakkı verdiği
kimselerdi. İşte, Türklüğün, en zor zamanlarında acıyarak yardım ettiği
bu insanların ihanetleri çok acıdır.
NİLİ Örgütü’nü kuran Aaronson Ailesi, Romanya’daki yahudi
soykırımından kaçmış ve 1882 yılında Osmanlı’ya sığınmıştı. Aaronsonlar,
daha sonra gizli yollardan Filistin’e geçtiler ve bir Araptan yüksek
fiyatla satın alarak “Zihron Ya’akov” adını verdikleri topraklara
yerleştiler. Bu arada sadık vatandaşlar gibi davranarak Osmanlı’nın
merhametinden de istifade ettiler. Canlarını Osmanlı askerleri koruyordu
ve ne zaman Araplar veya bedeviler tarafından bir saldırıya uğrasalar
Osmanlı zaptiyesine başvuruyorlardı.
Filistin’de Osmanlı’nın koruması altında bir botanik mühendisi olarak
çalışan Aharon Aaronson, İsrail devletinin kurulması için Osmanlı’nın
yıkılması gerektiğine inananlardandı. Amerikan ve İngiliz makamlarıyla
ilişkiye geçmiş ve Filistin’i işgal etmeleri için onlara yardımcı
olabileceklerini söylemişti. Aynı dönemde, sonradan siyonist hareketin
önderi olacak Haim Weizmann ise, İngiltere ordusu için patlayıcılar
üretiyordu. Aharon Aaronson, Weizmann sayesinde üst düzey İngiliz
yöneticilerine ulaştı ve onları meşhur Balfour Deklerasyonu’nu
yayınlamaya ikna etti. Bu deklerasyon otuz yıl sonra İsrail devletinin
kurulmasının yolunu açmıştır.
Aaronsonlar ve Feinbergler, NİLİ öncesinde, Gideonim adında bir
haberalma örgütü kurmuşlardı. 1914’ten sonra, Gideonim’in uzantısı
niteliğinde faaliyete başlayan NİLİ, Aharon Aaronson’un adamlarından
Avshalom Feinberg ve kız kardeşi Sarah Aaronson tarafından, 400 kişilik
bir istihbarat örgütü olarak Filistin içinde kuruldu. Bu tarihten sonra
Aharon Aaronson ise, İngilizlerin Mısır’daki karargâhında istihbarat
subayı olarak görev aldı.
Sarah Aaronson
Daha sonra İsrail Cumhurbaşkanı olan Haim Herzog, Aaronson Ailesi’nin
hikayesini anlatırken, “Osmanlı topraklarında gezen Sarah Aaronson’un
sözde Ermeni soykırımına şahit olduğunu ve Türklerin bir gün kendilerini
de böyle katledeceklerine emin olduğu için ihanet şebekesi NİLİ’yi
kurmaya karar verdiğini” kaydeder. Atasözümüzde de söylendiği gibi,
“Bozacının şahidi şıracıdır”. Damarlarındaki Türk düşmanlığı o seviyeye
gelmiştir ki, tarihi gerçeklerin yalan olduğunu ispat ettiği sözde
Ermeni Soykırımı iftirasını dahi, kendi emelleri için propaganda
malzemesi yapmaya utanmamışlardır.
1915 yılının Mart ayından Ekim ayına kadar Filistin’i bir çekirge
baskını vurmuştu. Hasat yapılamıyordu. Osmanlı Devleti, çekirgelerle
mücadele için botanik mühendisi Aharon Aaronson’un bilgisine başvurdu. O
da, bunun karşılığında casusluk suçlamasıyla tutuklanmış olan Avshalom
Feinberg’in serbest bırakılmasını ve laboratuarında çalışanların bütün
Filistin’de serbest seyahat hakkına sahip olmasını istedi. Elde ettiği
ayrıcalıklar vasıtasıyla topladığı bilgiler İngilizler’in Filistin’i
işgalinde kullanıldı. Aharon’un Filistin’in Hayfa şehri yakınlarında
bulunan Atlit Köyü’nde kurduğu botanik laboratuarı göstermelik olarak
Amerikalılara satıldı ve böylece illegal çalışmalar için Amerikan
koruması da sağlanmış oldu. Bu laboratuar NİLİ’nin karargâhı olarak
kullanılıyordu.
NİLİ casuslarının hiçbiri dindar yahudi değildi. Onlar bağımsız bir
İsrail hayali için her türlü günahı işlemeye hazır insanlardı. Sarah
Aaronson’un istihbarat örgütü, Türk Ordusu’ndaki bazı karaktersiz
askerlerden ve gizli dönmelerden bilgi sızdırmak için çalışan büyük bir
fahişe ağına sahipti. Kendisi de üst düzey askerlerle birlikte oluyor ve
onlardan bilgi sızdırıyordu. Dördüncü Ordu Kumandanı Cemal Paşa’ya
kadar yaklaşan bu kadın, sözde İstanbullu bir yahudi ile evliydi. Hatta
bu göstermelik evlilik bahanesiyle İstanbul’da bir buçuk yıl kalmış,
casusluk faaliyetleri için ihtiyaç duyduğu Türkçe’yi öğrenmiş ve üst
düzey yönetim erkânının zaaflarını araştırmıştı.
NİLİ casusları dindar olmamakla birlikte, ihanet örgütünün ismi Eski
Ahit’ten alınmıştı. NİLİ’nin adı, Eski Ahit’teki “İsrail’in Kurtarıcısı
Yalan Söylemez” anlamına gelen bir ayetin baş harflerinden oluşuyordu.
Fakat NİLİ casusları, bu ayetin aksine, hayatlarını yalan üzerine
kurmuşlardı. Sarah Aaronson, Cemal Paşa’nın karargâhına kadar girip
çıkarken sadık bir Osmanlı vatandaşı rolü oynuyordu. Avshalom Feinberg,
kendisini Arap ve Müslümanların bir dostu gibi gösteriyordu. O kadar ki,
saf Araplar ona “Şeyh Selim” lakabını takmışlardı. Bir diğer NİLİ
casusu Naaman Belkind, Türk Ordusu’nda bir müddet teknisyen olarak
çalışmıştı ve bazı subaylarla ahbap olabilecek kadar samimi olmuştu.
Osmanlı Devleti için Çanakkale neyi ifade ediyorsa, Gazze de onu
ifade ediyordu; bundan dolayı ordumuz var gücüyle direniyordu. İngiliz
Ordusu, Osmanlı’nın Gazze’de kurduğu savunma hattını geçmeyi iki defa
denemiş ve ikisinde de başarısız olmuştu. Aharon Aaronson, “botanik
araştırmalar” kılıfı altında Filistin’in su kuyularının haritasını
çıkarmıştı. Eğer Aaronson’un sağladığı su kuyuları haritası olmasaydı,
İngiliz Generali Allenby, Gazze cephesini atlayarak, çölden direk
Birüssebi’ye geçmeyi asla göze alamazdı. Allenby, savaşı bu kritik
bilgiler sayesinde kazandığını çok iyi biliyordu. Bu sebeple savaş
sonrasında yaptığı konuşmasında, NİLİ ve Aaronson Ailesi’nin katkılarını
unutmayacak ve onlar olmasaydı bu kadar cesur bir savaşın
verilemeyeceğini anlatacaktı.
Monegan adında küçük bir istihbarat gemisi İskenderiye ile Atlit
sahilleri arasında mekik dokuyor; NİLİ’nin topladığı bilgiler
İngilizlere verilirken, İngilizlerin ve diaspora yahudilerinin
gönderdiği altınlar NİLİ ajanları aracılığıyla Filistin’deki yahudilere
dağıtılıyordu. Alman denizaltıları devreye girince, İngilizler posta
güvercini kullanmaya karar verdiler. Ancak, güvercinlerle kurulan
haberleşme sistemi, kısa zamanda hainlerin yer aldığı bu casus
şebekesini ele verdi.
Osmanlı’ya ihanet eden yahudilerin ve yahudilerin elinde uçkur
kuklası olan hainlerin sonları hiç iyi olmadı. 1917 Eylülü’nde NİLİ’nin
casusluk faaliyetlerinin farkına varan Osmanlı Ordu İstihbaratı, bu
ihanet şebekesini deşifre etti. Yakalanan Sarah Aaronson sorgulamasında
hiçbir bilgi vermedi ve sonunda intihar ederek ihanetinin bedelini
ödedi. Yosef Lishansky ve Naaman Belkind 16 Aralık 1917 günü idam
edildiler. Aharon Aaronson 1919 yılında bir uçak kazasında hayatını
kaybetti. Avshalom Feinberg ise, o hep aldatıp durduğu bedeviler
tarafından çölde layık olduğu şekilde öldürüldü. Osmanlı Devleti
yıkıldıktan sonra da, geride kalan sadık Türk Evlatları, Arap dünyasının
dört bir yanında iz sürerek bu hainlerin birçoğunu avladılar.
Tarih hainlerden intikamını alsa da, ihanetler üzerine kurulmuş
İsrail devleti, kurucu hainlerini hiçbir zaman unutmadı. İsrailli
araştırmacılar tarafından, NİLİ casuslarının mezarları birer birer
bulundu ve kutsandı. İsrail Gazze’ye 1967 yılında girerken, hedefinde
çölde öldüğü bilinen Avshalom Feinberg’in mezarını bulmak da vardı;
buldular ve mezarını Kudüs’teki Askeri Hertzl Mezarlığı’na askeri
törenle aktardılar. Bugün NİLİ ismi, İsrail’de kız çocuklarına halen
verilen kutsal bir isme dönüşmüştür. Gideonim ise, MOSSAD’ın altında bir
yapı olarak faaliyetlerine devam etti. Gideonim, Aaronsonlara yakışır
şekilde, Arapların da içine sızdı. Kendilerini Müslüman Arap olarak
tanıtan yahudi erkekleri, Arap kızlarıyla evlendiler, çoluk çocuk sahibi
oldular ve Filistin’in sırlarını İsrail’e sızdırmaya devam ettiler.
İhanet, adeta genetik olarak, nesilden nesile aktarılarak bugüne kadar
devam ettirildi.