İ N C İ L
نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَأَنْزَلَ التَّوْرَاةَ وَالْإِنْجِيلَ
مِنْ قَبْلُ هُدًى لِلنَّاسِ وَأَنْزَلَ
الْفُرْقَانَ إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ
شَدِيدٌ وَاللَّهُ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ
“(Rasûlüm!) O, sana Kitab’ı
hak ile ve önceki kitapları tasdik edici olarak tedrîcen indirmiş; daha
önce de, insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrât ile İncil’i ve
hakkı bâtıldan ayırt eden hükümleri göndermiştir. Bilinmeli ki, Allah’ın
âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah, cezâları
vermede mutlak güç sahibidir.”
(3/Âl-i İmrân, 3-4)
İncil; Anlam ve Mâhiyeti
İncil;
Allah tarafından Hz. İsa'ya gönderilen; Tevrat'ın aslını doğrulayan,
Kur'ân-ı Kerîm tarafından tasdik edilen ve bir anlamı da "yol gösterici,
aydınlatıcı" olan (5/Mâide, 46-48), dört büyük kitaptan birisidir.
Yunanca "Evangelion"; iyi haber, müjde demektir. Esas itibariyle Hz.
İsa'nın hayatını, mûcize ve faâliyetlerini, söylediği hikmetli sözleri,
tebliğ etmiş olduğu şeriat hakkındaki peygamberane hakikatleri anlatmak
için kullanılmıştır. Bu kelime ile ilk hristiyanlar; İsa'nın insanlara
bildirisini, onları kötülük ve günahtan kurtarmağa ve selâmete götürmeğe
geldiğine dair vaadini anlatmış ve adlandırmışlardı. Hz. İsa da onu;
"Tanrı'nın Krallığı'nın müjdesini (iyi haberini) duyurma" olarak
tanımlar (Kitâb-ı Mukaddes, Matta, I/1, 14; S.C.F.Brandon, A Dictionary
of Comparative Religion, London, 1970, s. 310; Anne Merie Sechimmel,
Dinler Tarihine Giriş, Ankara 1955, s. 210).
Her ne kadar Kur'an-ı
Kerîm, Hz. İsa'ya gönderilen İncil'i tasdik ederse de, bugünkü
İncillerin Hz. İsa'ya gönderilen İncil'in tahrif edilmiş şekilleri
olduğuna âyetlerde şöyle işaret edilir: "İncil sahipleri Allah'ın onda indirdiği ile hükmetsinler. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fâsık olanlardır" (5/Mâide, 47). “Ey Kitab ehli! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabb'inizden size indirileni gereği gibi uygulamadıkça bir temeliniz olmaz’ de” (5/Mâide, 68). "Onların
izleri üzerinden peygamberlerimizi ardarda gönderdik; Meryem oğlu
İsa'yı da artlarından gönderdik ve ona İncil'i verdik; ona uyanların
gönüllerine şefkat ve merhamet duyguları koyduk; üzerlerine bizim
gerekli kılmadığımız fakat kendilerinin güya Allah'ın rızasını kazanmak
için ortaya attıkları ruhbaniyete bile gereği gibi riayet etmediler;
içlerinde inanmış olan kimselere ecirlerini verdik; ama çoğu yoldan
çıkmışlardır" (57/Hadîd, 27).
Geçmiş peygamberlerde olduğu
gibi, Hz. İsa'nın sağlığında da İncil, yazılı kitap hâline
getirilmemiştir. Çünkü İsa (a.s)'nın tebliğ süresinin kısa oluşu ve
yaşadığı devrin şartları buna elvermiyordu. En erken yazılan İncil,
İsa'dan sonra 70'li yıllarda kaleme alınmıştır. Dolayısıyla Hz. İsa'nın
tebliğ ettiği hakikatler ânında kaydedilememiş, sonradan yazılan
İncillere insan sözü karışmış ve böylece kitabın aslı tahrife
uğramıştır.
Bugün kilisece kabul edilmiş dört resmî
İncil
vardır: Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri. Bunların Havarilerden
geldiği ve sahih olduğu kabul edilir. Bunlardan ilk üçü -birtakım
ayrılıklara rağmen- ana mesele ve bölümlerinde birbirlerine yakındırlar.
bunlara, "aynı bakış açısıyla yazılmış anlamında", "Sinoptik" İnciller
adı verilir. Bu üç İncil, zaman bakımından dördüncü İncilden öncedirler
(Maurice Bucaıller, Kitâb-ı Mukaddes Kur'an ve Bilim (trc. Suat
Yıldırım, İzmir, 1981, s. 90 vd.; Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan
Günümüze Dinler Tarihi, İstanbul 1983, s. 206-207).
Bu dört incilden Markos'un incilinin en eskileri olduğu,
Matta ve Luka incillerinin, hem bunun eski şeklinden, hem de kaybolan
ve "o" denilen bir kaynaktan metinlerini aldıkları söylenmektedir. Bu
incillerin dördüncüsü olan Yuhanna incili ise, oldukça geç yazılmış,
mistik yönü ağır basan bir incildir (Schimmel a.g.e., s. 118; Bucaılle,
a.g.e., s. 96).
Dört incil ve yazarları şunlardır:
Matta İncili: 28 babtır.
Matta, Havarilerden biri olup, M. 70 yılında hristiyanlığı yaymak için
yerleşmiş olduğu Habeşistan'da ölmüştür. İncilde Hz. İsa'nın Mesihliği
üzerinde durur.
Markos İncili: Markos, Havarilerin reisi olan Petrus'un talebesidir. Hristiyanlığı yaymak için yerleşmiş olduğu Mısır'da M. 62 yılında ölmüştür. İncili 16 bab olup Hz. İsa'nın hayatından bahsetmektedir.
Luka İncili: Doktor veya ressam olduğu
söylenen Luka, Pavlos'un talebesidir, Havari değildir. İncili M. 60
yıllarında yazmıştır. 24 babtır. İsa'nın hayatı ve tebliğ ettiği
şeylerden bahsetmektedir.
Yuhanna İncili: 24 bab olan bu incili yazanın
Yuhanna'nın talebesi olduğu sanılmaktadır. Bu İncil'de İsa'nın,
Allah'ın oğlu olduğu tezi üzerinde ısrarla durulmaktadır. Aslında bugün
elimizde bulunan Kitab-ı Mukaddes'te bu dört İncilin dışında 23 kitap
daha olup toplam 27 kitaptan (bölümden) meydana gelmiştir. Halbuki
Allah'ın Hz. İsa'ya indirmiş olduğu İncil birdir.
Bir ilim adamının
tespitlerine göre bugünkü İncillerin gâyesi; Hz. İsa'nın sözlerini ve
işlerini aktarmakla, onun yeryüzündeki risaletinin tamamlandığı sırada,
insanlara bırakmak istediği tâlimatları onlara tanıtmak olmuştur.
Talihsizlik İncil yazarlarının, bildirdikleri olayların görgü tanığı
olmamalarından ileri gelir. Onlar, Hz. İsa'nın hayatı hakkında muhtelif
Yahudi-Hristiyan cemaatlerinin, bugün kaybolmuş bulunan ve sözlü
rivayetle nihai metinler arasında vasıta rolü oynamış olan, sözlü veya
yazılı durumda korunan bilgilerin, o toplulukların sözcüleri tarafından
anlatılmalarından başka bir şey değildir (Maurıce Bucaılle, a.g.e., s.
369).
(1)
Hıristiyan
inancına göre İnciller, Tanrı'nın yönetmesi ile, İncil yazarları
tarafından hatasız olarak yazılmış olmak özelliğini korumaktadırlar.
Havâriler ve İncil yazarları, konuşurken ve yazarken tamamıyla Tanrı'nın
irâdesi ile konuşmuş ve yazmışlardır. Kutsal ruh'un Hz. İsa ile
bütünleşmesiyle, Hz. İsa'da ortaya çıkan müjdeli haber ve vahiy için
hiçbir sınırlama yoktur.
İslâm kaynaklarına göre
İncil, Allah tarafından, Hz. İsa'ya vahyedilen kitabın adıdır (5/Mâide,
46-47). Nasıl diğer peygamberlere vahiy yoluyla kitaplar gönderilmiş
ise, Hz. İsa'ya da kendisi dünyada olduğu sırada vahiy yoluyla İncil
gönderilmiştir. İslâmî inanca göre Hz. İsa bir peygamberdir, İncil de
ona vahyedilen kitabın ismidir.
Hıristiyan
kaynaklar, Hz. İsa'ya vahiy yolu ile nâzil olmuş bir İncilin varlığını
kabul etmemektedir. Kitap olarak bugün elde mevcut olan İnciller, Hz.
İsa'nın herhangi bir emir ve direktifi olmadan, onun öğrencileri
tarafından yazılmışlardır. Bunlar, Yahûdilikteki Tevrat ve İslâmiyetteki
Kur'ân-ı Kerim gibi vahiy yoluyla nâzil olmuş kitaplar değildir. Matta,
Markos, Luka ve Yuhanna tarafından yazılan dört kitaba İncil adı
verilmekle beraber, bazen bu "İncil" sözü ile, bu kitapların yanı sıra
Yeni Ahid'in diğer yirmi üç kitabı da kast edilmektedir. Hıristiyanlıkta
hemen hemen her kavramda görülen karışıklık ve muğlaklık, İncil
kelimesinde de görülmektedir. Bir yandan, yazılmamış durumda olan Hz.
İsa'nın topyekün mesajının adı İncil, öbür yandan dört Evangelist'in
yazmış olduğu dört ayrı hayat hikâyesinin isimleri İncil, diğer yandan
bu dört hayat hikâyesiyle beraber, Resullerin İşleri, yirmi bir Mektup
ve bir Vahiy'den müteşekkil yirmi yedi kitabın isimleri de İncil oluyor.
(Yeni Yaşam Yayınları tarafından bir kurula hazırlatılan Yeni Ahidin
tercümesinin tamamına "Müjde, İncilin Çağdaş Bir Çevirisi" adı verilmiş,
böylece sadece Matta, Markos, Luka ve Yuhanna'nın yazmış olduğu
eserlere değil; Yeni Ahid'in tamamına İncil adı verilmiştir. Bkz. Müjde,
İncilin Çağdaş Bir Çevirisi, İstanbul, 1987). Dördüncü asrın
ortalarından günümüze kadar intikal etmiş dört İncil metni bulunduğu ve
bu dört ayrı metinde büyük farklılıklar görüldüğü halde, yine İncil'in
bir olduğundan bahsedilebiliyor!
İslâm kaynaklarına göre
İncil bir tanedir ve Hz. İsa dünyada olduğu sürece onu insanlara tebliğ
etmiştir. Ancak bu İncilin, Hz. İsa zamanında yazılı halde bulunup
bulunmadığı konusunda bir açıklık yoktur. Tevratın, Hz. Mûsâ zamanında
levhalara yazılarak Ahid Sandığında muhâfaza edilmesi, Kur'an
âyetlerinin vahiy kâtipleri tarafından yazılması ve Hz. Muhammed
(s.a.s.)'in vefatından hemen sonra, onların toplanarak tasnif edilmesi
gibi, acaba İncil de bu tarzda yazılmış ve toplanarak bir kitap halinde
Hz. İsa zamanında tasnif edilmiş midir? Onun yazılı olarak muhâfazası
yapılamamış ise, eksiksiz olarak hâfızalarda tutulabilmiş midir? Hz.
İsa'nın, kavmi arasında çok kısa bir süre kalması (en iyimser bir
tahminle üç yıl), bu dönemde mevcut olan baskı ve zulüm, İncilin
sağlıklı bir şekilde yazılıp toplanmasını oldukça güçleştirmiş olmalıdır
(Muhammed Ebu Zehra, Hristiyanlık Üzerine Konferanslar, Fikir Y. s.
32). En fazla üç sene süren tebliğ döneminde bir yandan, müstemlekeci
putperest Roma yönetiminin baskısı, öbür yandan, hilekâr ve kıskanç
yahûdi hahamlarının entrika ve jurnalleri, Hz. İsa ve havârilerine İncil
âyetlerini yazma ve toplama hususunda büyük güçlük çıkarmış olmalıdır. O
dönemde İncil âyetlerinin yazılması mümkün olmuşsa bile, bunların
muhâfazası, toplanması ve yeni nüshalarının yazılması, gitgide artan
zulüm ve baskı yüzünden âdeta imkânsız hale gelmiştir.
İlk dönem hıristiyan
müelliflerin, sözler anlamına gelen "Logia" isimli İbranice-Aramice adlı
İncilin varlığını haber vermelerinin yanı sıra, 18. yüzyıldan itibaren
İnciller üzerinde araştırma yapmaya başlayan bazı Batılı bilim adamları,
halen elde mevcut dört İncil daha ortaya çıkmadan önce, tek bir
İncil'in mevcut olduğunu, mevcut İncillerin bu İncilden istifade
edilerek yazıldığını haber vermektedirler. Bu araştırmacılardan Lessing,
18. yüzyılın sonlarına doğru ortaya attığı bir tez ile dört İncilden
önce, aslî bir İncil'in var olduğunu, bunun dilinin Aramice olduğunu,
Matta, Markos ve Luka'nın, İncillerini yazarken bundan istifade
ettiklerini söylemiştir (Suat Yıldırım, Mevcut Kaynaklara Göre
Hıristiyanlık, Ankara, 1984, s. 94). J. G. Eichon da bu ilk aslî
nüshanın varlığını haber vermektedir. J. Wellhausen'e göre, bu ilk aslî
nüsha Markos'a aittir. Markos Aramice olarak bu ilk nüshayı yazmış,
bilâhere bunu genişleterek Yunancaya çevirmiştir. Ona göre, Matta ve
Luka İncilleri, bu Aramice aslî nüsha ile, bunun Yunancaya tercüme
edilen nüshasından istifade edilerek yazılmışlardır. Zahn'a göre, bu
aslî nüsha, Markos'a değil; Matta'ya aittir. Halen elde mevcut olan
Matta ve Markos, bu aslî nüshadan istifade edilerek yazılmışlardır. L.
Waganay ise, aslî nüshanın Markos'a ait olduğunu söylemekte ve Markos'un
bunu, Petrus'un vaazlarından istifade ederek yazdığını ileri
sürmektedir. Ona göre bu Aramice aslî nüshadan, Aramice olarak Matta
İncili kopye edilmiştir. Yunanca yazmış olan Matta ile Luka, bu Aramice
yazılı olan Markos ve Matta'ya dayanılarak kaleme alınmıştır. Yine bazı
İncil araştırmacılarına göre, halen elde mevcut olan İncillerden önce
Hz. İsa'nın sözlerini ve mûcizelerini ihtivâ eden yazılı küçük ve
müstakil parçalar vardı. Mevcut İncillerin yazarları, eserlerini kaleme
alırken bu parçalardan istifade etmişlerdir (S. Yıldırım, a.g.e.s. 94).
Bu bilgilerden daha da önemlisi, bizzat
İncillerde
bulunan bazı ifadelerdir. İncillerde ve Yeni Ahidin diğer kitaplarında,
gerek Hz. İsa'nın ve gerekse havârilerin, tekil sığası ile bir İncil'in
varlığından söz ettiklerini görmekteyiz. Bunlardan sunacağımız iki
örnek, İncil kelimesinin, Hz. İsa'nın mesajı mânâsına gelmesinden çok,
Allah'ın Hz. İsa'ya vahyettiği İncil kitabı mânâsına geldiğini ispatlar
niteliktedir. Bunlardan bir tanesi, "Yahya ele verildikten sonra İsa,
Allah'ın İncilini vazederek, Galile'ye gelip dedi: Vakit tamam oldu, ve
Allah'ın melekûtu yakındır; tövbe edin, ve İncile iman eyleyin."
(Kitab-ı Mukaddes, Markos, 1/14-15, s. 35) şeklindedir. Burada Hz. İsa,
Allah'ın İncilini vaz etmektedir. Yani İncil Allah'ındır, İsa sadece vaz
etmektedir. İkinci örnek, Yahya'nın adamlarının gelip Hz. İsa ile
konuşmaları sırasında, Hz. İsa'nın onlara söylemiş olduğu şu sözdür:
"Yahya'ya bildirin! Körlerin gözleri açılıyor, topallar yürüyor,
cüzzamlılar temizleniyor, sağırlar işitiyor, ölüler kıyam ediyor ve
fakirlere İncil vaz olunuyor." (Kitab-ı Mukaddes, Matta, 11/2-6, s. 11).
Bu ifadede Hz. İsa'nın, İncili vaz ettiği açıkça görülüyor. Eğer İncil
ile kast edilen mânâ, Hz. İsa'nın hayat hikâyesi ve sözleri ise, bu iki
parçada böyle bir anlam çıkarmaya imkân yoktur. Bu ifadelere göre Hz.
İsa, bir vâiz olup Allah'ın İncilini vaaz etmektedir, kendi hayat
hikâyesini ve sözlerini değil; Allah'tan vahiy yoluyla aldığı İncil'i
insanlara tebliğ etmektedir. "Allah'ın İncili" ifâdesi, bütün diğer
anlamları ortadan kaldırmakta, sadece vahiy mahsulü olan İlâhî emir ve
yasaklar mânâsını akla getirmektedir. Ayrıca bu ifade, Petrus ve
Pavlos'un mektuplarında da yer almaktadır (Kitab-ı Mukaddes, Petrus'un
Birinci Mektubu, 4/17; Romalılara Mektup, I/16). Şimdi hıristiyanlara
sormak lâzım: "Hz. İsa, hangi İncili vaz ediyordu, kendisinden çok sonra
ortaya çıkan Matta İncilini mi, Markos İncilini mi, Yoksa Luka veya
Yuhanna İncilini mi? Allah'ın İncili hangisi? Hiçbiri ise, şimdikiler
kimin İncili?"
Hıristiyanların
inanış ve araştırmalarına göre, Hz. İsa, ruhul'kudüs ile doludur, onun
varlığı ve hayatı bütünüyle vahiydir. O, ilâhlık mertebesinde olduğundan
onun bir kitaba ihtiyacı yoktur. Kitap yazma görevi, ona şahit olanlara
düşmektedir. Onunla beraber olanlar, hayatını müşâhede edenler, ondan
vahiy alarak kitap yazma görevini yerine getirmişlerdir. Hz. İsa'nın
mertebesi peygamberlik mertebesi değildir. O, ilâhlık mertebesinde
olduğu için, onun kitap yazmaya ihtiyacı yoktur, kitap sahibi olma,
peygamberlere ait bir sıfattır, bir tanrının buna ihtiyacı yoktur. Bu
yüzden Hz. İsa, dünyada iken bir kitap yazmaya ve hazırlamaya ihtiyaç
duymamış ve buna teşebbüs etmemiştir. Peygamberlik mertebesinde olan
bazı havâriler ve onların öğrencileri, İncili yazma görevini ifa
etmişlerdir. Onlar İncili yazarken, bizzat Hz. İsa'nın ilâhî gözetim ve
denetimi altında yazmışlardır. Böylece bu araştırmacılar, Hz. İsa'nın
İncili yazmama sebebini, havârilerin ve onların öğrencilerinin İncilleri
yazma sebebini, dört farklı metnin bulunma nedenini kendilerince izah
etmiş oluyorlar.
İncillerde geçen bazı
ifadelere bakılırsa gerçeğin, hiç de bu hıristiyan araştırmacıların
göstermek istedikleri mâzeretlere uygun olmadığı anlaşılır. Eğer Hz.
İsa'nın bütün hayatı ve sözlerinin tamamı vahiy ise, onun çarmıha
gerildiği sırada "Allah'ım, Allah'ım niçin beni bıraktın?" (Matta,
27/46, s. 33; Markos, 15/34, s. 54) diyerek isyan edişi de vahiy midir?
Bu ne biçim bir vahiy ki, yaratıcısından gelen belâya, imtihana karşı
isyanını haykırıyor? Hz. İsa, havârilerine şöyle hakaret ediyor: "Ey
imansız nesil! Ne vakte kadar sizinle beraber olacağım? Ne vakte kadar
size dayanacağım?" (Markos, 9/19, s. 45). Hz. İsa, havârilerin en büyüğü
olan Petrus'a "Şeytan çekil önümden!" (Markos, 8/33, s. 44) diye
hakaret ettiğine göre, bu hakaret ettiği kişi, nasıl hem peygamber, hem
de şeytan olabiliyor? Onun gerekli mûcizeyi gösteremeyen bütün
havârilerine "ey imansız nesil!" diye seslendiği ve onlara hakaret
ettiği gözönüne alınırsa, bu imansızlar nasıl peygamber olabiliyorlar?
Ferisîlere "Siz ey yılanlar, ey engerekler nesli!" (Matta, 23/33, s.27)
şeklinde Hz. İsa'nın söylediği bu sözler nasıl Allah'ın kelâmı
olabiliyor? Bir ilâhtan böyle küfür sözler sâdır olabilir mi? (Şaban
Kuzgun, Dört İncil, Farklılıkları ve Çelişkileri, s. 123, 131)
İncil,
"Hz. İsa'nın hayatı" veya Hz. İsa'nın verdiği vaazlar, "müjdeler"
anlamına gelir. İncil yazarları, Hz. İsa'nın dolaşarak İncili
vazettiğinden sık sık bahsederler: "Ve İsa, bütün şehirler ve köylerde,
onların havralarında öğreterekve İncili vâzedip her türlü hastalığı
ve her türlü zayıflığı iyi ederek dolaşıyordu." (Matta, 9/35, s. 10)
("İncili vâzedip" ifadesi, sonraki baskılarda değiştirilerek "melekûtun
müjdesini vâzedip" şekline getirilmiş.) "Ve kim benim ve İncilin uğrunda canını zayederse, onu kurtaracaktır." (Markos, 8/35) "ve İncili vâzederken..." (Luka, 20/1, s. 83)
"İncil"
İncillerde sık sık kullanılan bir kelimedir. Fakat acaba İsa Peygamber
hangi İncili vâzediyordu? 27 Kitaptan oluşan Yeni Ahid'in (İncil'in)
sadece ufak bir parçası Hz. İsa'nın sözleri kabul edilebilir.
Hıristiyanlar, Matta'ya göre, Markos'a göre, Luka'ya göre ve Yuhanna'ya
göre olan İncillerle övünürler. Ama bir tek İncil dahi yok ki, "Hz.
İsa'ya göre" olsun! Biz müslümanlar, İsa'nın (a.s.) vâz ettiği her şeyin
Allah'tan geldiğine içtenlikle inanırız. Allah'ın İsrail oğullarına
gönderdiği müjde ve yol gösterici İncil idi. İsa (a.s.) hayatı boyunca
ne bir kelime yazmıştır, ne de yazması için başkasına tâlimat vermiştir.
Bugün İncil diye ortada bulunan kitap, meçhul ellerin yazdıklarından
başka bir şey değildir.
Kur’ân-ı Kerim’de İncil Kavramı
“İncîl”
kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de 12 yerde geçer. Hıristiyan demek olan
“Nasrânî” kelimesi bir yerde (3/Âl-i İmrân, 67), bu kelimenin çoğulu
olan “nasârâ” kelimesi, 14 yerde kullanılır. Hıristiyanların çoğunluğunu
teşkil ettiği “ehl-i kitab” 32 yerde, yine aynı anlamda, “ûtü’l-kitab”
(kendilerine Kitap verilenler) 21 yerde geçer. “İsâ” 25 yerde, Hz.
İsa’nın lakabı olan “Mesîh” de 11 yerde kullanılır. Hz. İsa’nın annesi
“Meryem” 34 yerde geçer.
“O, sana Kitabı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti."
(3/Âl-i
İmrân, 3)
"Ona kitabı, hikmeti, Tevratı ve İncili öğretecek."
(3/Âl-i
İmrân, 48)
"Ey Kitap ehli, İbrahim konusunda ne diye çekişip tartışıyorsunuz? Tevrat da, İncil de ancak ondan sonra indirilmiştir. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?"
(3/Âl-i
İmrân, 65)
"Ey kendilerine kitap verilenler birtakım
yüzleri silip de arkalarına çevirmeden ya da cumartesi adamlarını (o
gün yasağı çiğneyenleri) lanetlediğimiz gibi onları da lanetlemeden
evvel, yanınızdakini (Tevrat ve İncil'i) doğrulayıcı olarak
indirdiğimize (Kur'an'a) iman edin. Allah'ın emri yapılagelmiştir."
(4/Nisâ, 47)
"Onların
(peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak
Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan,
önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt
olan İncil'i verdik." (5/Mâide, 46)
"İncil
sahipleri Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim Allah'ın
indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasık olanlardır."
(5/Mâide, 47)
"Ve eğer
onlar Tevrat'ı, İncil'i ve kendilerine Rablerinden indirileni
(Kur'an'ı) ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının
altından (sayısız nimeti) yiyeceklerdi. İçlerinde aşırı olmayan
(mutedil) bir ümmet vardır. Onlardan çoğunun yaptıkları ise ne kötüdür!"
(5/Mâide, 66)
"De ki: "Ey Kitap Ehli, Tevrat'ı,
İncil'i ve size Rabbinizden indirileni ayakta tutmadıkça hiçbir şey
üzerinde değilsiniz." Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan
çoğunun tuğyanlarını ve inkârlarını arttıracaktır. Sen de kâfirler
topluluğuna karşı üzüntüye kapılma." (5/Mâide, 68)
"Allah şöyle
diyecek: "Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben
seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de
insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i
öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da
(yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı,
alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) benim iznimle ölüleri
(hayata) çıkarıyordun. İsrailoğullarına apaçık belgelerle geldiğinde
onlardan inkâra sapanlar, "Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir" demişlerdi
(de) İsrailoğullarını senden geri püskürtmüştüm."
(5/Mâide, 110)
"Onlar ki, yanlarındaki
Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmî haber getirici
(Nebî) olan elçiye (Rasûl) uyarlar; o, onlara mârufu (iyiliği)
emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helâl, murdar
şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki
zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım
edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa
erenler bunlardır."
(7/A’râf, 157)
"Hiç şüphesiz
Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere-
canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar,
öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun
üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa
gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı
sevinip-müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk' budur."
(9/Tevbe, 111)
“Muhammed, Allah'ın
elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kâfirlere karşı zorlu, kendi
aralarında ise merhametlidirler. Onları, rükû edenler, secde edenler
olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk
arayıp isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların
Tevrat'taki vasıfları budur. İncil'deki vasıfları ise: Sanki bir ekin;
filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra
sapları üzerinde doğrulup boy atmış (ki bu,) ekicilerin hoşuna gider.
(Bu örnek,) Onunla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden
iman edip sâlih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir
vaad etmiştir.”
(48/Fetih, 29)
“Sonra onların
izleri üzerinde elçilerimizi birbiri ardınca gönderdik. Meryem oğlu
İsa'yı da arkalarından gönderdik; ona İncil'i verdik ve onu izleyenlerin
kalplerinde bir şefkat ve merhamet kıldık. (Bir bid'at olarak)
Türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak
Allah'ın rızâsını aramak için (türettiler), ama buna da gereği gibi
uymadılar. Bununla birlikte onlardan iman edenlere ecirlerini verdik,
onlardan birçoğu da fâsık olanlardır.”
(57/Hadîd, 27)
“(İsa
a.s:) Ben, benden önce gelen Tevrat’ı tasdik etmek, size haram kılınan
bazı şeyleri de helâl kılmak üzere gönderildim. Size Rabbinizden bir
âyet/mûcize getirdim. Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Çünkü Allah,
benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na ibâdet/kulluk edin.
İşte bu, dosdoğru yoldur.” (3/Âl-i
İmrân, 50-51)
“De ki: ‘Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda
müsâvi/anlamı eşit (ve âdil) bir kelimeye gelin, (şöyle diyerek):
‘Allah’tan başkasına tapmayalım; O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve
Allah’ı bırakıp da kimimiz, kimimizi rabler edinip ilâhlaştırmasın.
Eğer onlar yine yüz çevirirlerse işte o zaman deyin ki: ‘Şâhid olun, biz
muhakkak müslümanlarız.”
(3/Âl-i
İmrân, 64)
“Hiçbir beşerin,
Allah’ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra
(kalkıp) insanlara: ‘Allah’ı bırakıp da (gelin) bana kul olun’ demesi
mümkün değildir. Bilakis (şöyle der:) ‘Okumakta ve öğrenmekte olduğunuz
Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olun.’ Ve size ‘melekleri ve
peygamberleri ilâhlar/tanrılar edinin’ diye de emretmez. Siz müslüman
olduktan sonra, hiç size kâfirliği emreder mi?” (3/Âl-i
İmrân, 79-80)
“Ey ehl-i kitab! Dininizde aşırı
gitmeyin ve Allah hakkında, hak/gerçek olandan başkasını söylemeyin.
Mesih, ancak Meryem’in oğlu İsa’dır, (o) Allah’ın rasûlüdür; Meryem’e
ulaştırdığı (‘kün=ol’) kelimesi (nin eseri)dir. Allah tarafından
(gelen) bir ruhtur. Artık Allah’a ve peygamberlerine iman edin de
‘(İlâh) üçtür’ demeyin. Kendiniz için hayırlı olmak üzere bundan
vazgeçin. Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter. Ne
Mesih ve ne de Allah’a yakın melekler, Allah’ın kulu olmaktan
çekinirler. O’na kulluktan çekinip büyüklenen kimselerin hepsini (Allah)
yakında huzuruna toplayacaktır.”
(4/Nisâ, 171-172)
“Gerçekten ‘Allah, Meryem oğlu
Mesih’in kendisidir’ diyenler, andolsun ki kâfir olmuşlardır. De ki: ‘O
halde, Allah, Meryem oğlu Mesih’i, anası (Meryem’i) ve yeryüzünde
bulunanların hepsini öldürmek isterse, Allah’a karşı kimin elinden bir
şey gelir?”
(5/Mâide, 17)
“Meryem oğlu
Mesih (İsa) gerçekten Allah’tır’ diyenler, andolsun kâfir olmuşlardır.
Halbuki Mesih (şöyle) demişti: ‘Ey İsrâiloğulları, benim de Rabbim,
sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Bilin ki kim Allah’a
şirk/ortak koşarsa, hiç şüphesiz Allah ona cenneti haram kılar; artık
onun yeri ateştir ve zâlimler için yardımcılar da yoktur.”
(5/Mâide, 72)
“Andolsun ‘Allah üçün üçüncüsüdür (üç tanrının
biridir)’ diyenler kâfir olmuştur. Halbuki bir tek ilâhtan başka hiçbir
ilâh/tanrı yoktur. Eğer diyegeldikleri (bu sözden) vazgeçmezlerse
içlerinden o kâfir olanlara çok acıklı bir azap vardır.” (5/Mâide, 73)
“Meryem oğlu
Mesih (İsa), ancak bir rasûldür/peygamberdir (başka bir şey değildir).
Ondan önce de (birçok) peygamberler gelip geçmiştir. Anası da çok doğru
bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara delilleri nasıl
açıklıyoruz, sonra bak nasıl (haktan) yüz çeviriyorlar.”
(5/Mâide, 75)
“De ki: ‘Ey ehl-i Kitap, dininizde haksız
yere haddi aşmayın. Bundan evvel gerçekten hem kendileri sapmış, hem de
bir çoğunu saptırmış ve (hâlâ da) dümdüz yoldan sapagelmiş bir kavmin
hevâsına (ve hevesine) uymayın.”
(5/Mâide, 77)
“Allah: ‘Ey Meryem oğlu
İsa! İnsanlara: ‘beni ve anamı, Allah’tan başka iki ilâh/tanrı edinin’
diye sen mi dedin?’ diye buyurduğu zaman o, şöyle dedi: ‘Hâşâ! Seni
tenzih ederim, Sen yücesin; Hakkım olmayan, benim için gerçek olmayan
bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, şüphesiz Sen bunu
bilirsin. Benim içimdekini Sen bilirsin; ben Senin zâtında olanı bilmem.
Gaybları/gizlilikleri eksiksiz bilen yalnız Sensin, Sen! Ben onlara,
ancak bana emrettiğini söyledim: ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz
olan Allah’a ibâdet/kulluk edin’ dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe
onlar üzerine şâhid/kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar
üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin,
şâhidsin.” (5/Mâide, 116-117)
“Yahudiler, ‘Uzeyir Allah’ın
oğludur’ dediler! Hıristiyanlar da, ‘Mesih (İsa) Allah’ın oğludur’
dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini)
önceden kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları
kahretsin. Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar!”
(9/Tevbe, 30)
“Onlar Allah’ı
bırakıp bilginlerini (hahamlarını), râhiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i
(İsa’yı) rabler edindiler. Halbuki hepsine de tek ilâh’a
ibâdet/kulluk etmekten başka bir şey emrolunmadı. Ondan başka hiçbir
tanrı yoktur. O, bunların şirk/ortak koştukları şeylerden uzaktır.”
(9/Tevbe, 31)
“İsa
açık delillerle gelince, şöyle dedi: ‘Ben size hikmet getirdim ve
ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim.
Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Çünkü Allah, benim de Rabbim, sizin
de Rabbinizdir. O’na ibâdet edin. İşte bu, doğru yoldur.’ Ama
aralarından çıkan gruplar, birbirleriyle ihtilâfa düştüler. Acı bir
günün azâbı karşısında vay o zulmedenlerin haline!”
(43/Zuhruf, 63-65)
“Hani Meryem oğlu
İsâ, ‘Ey İsrâil oğulları! Ben size Allah’ın peygamberiyim, benden önce
gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir
peygamber’i de müjdeleyici olarak geldim’ demişti.”
(61/Saf, 6)
“De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir (Hiçbir şeye
muhtaç olmayan, aksine her şey kendine muhtaç olandır). O, baba
değildir ve babası yoktur. Hiçbir şey O’na eş ya da denk değildir.” (112/İhlâs, 1-4)
“Allah katında
hak din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra,
aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini
inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur.”
(3/Âl-i İmrân, 19)
Ve bir hadis-i Şerif: “Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övdükleri gibi beni övmeyin. Yalnız, ‘Allah’ın kulu ve rasûlüdür’ deyin.” (Buhârî, Enbiyâ 48; Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/23, 24, 47, 55)
Dört
İncil; Yazılışı ve Elde Mevcut En Eski Nüshaları
Dört
İncil, en iyimser bir tahminle M.S. 60 ile
100 yılları arasında yazılmıştır. Fakat bu yazılan ilk nüshalardan
bugün bir tanesi bile ortada yoktur. Şu anda kilise tarafından sahih
kabul edilen ve Yeni Ahidin başında yer alan dört İncilin orijinal el
yazmaları ile, onlardan kopye edildiği söylenen elde mevcut en eski
kopye nüshalar arasında en azında iki buçuk asırlık bir boşluk, zaman
aralığı vardır. Bu, şu demektir: Şu anda en eski İncil yazması olarak
elde bulunan nüshaların, İncil yazarlarının yazmış olduğu asıl orijinal
metinden kopye edilimediğini tesbit etmek üzere herhangi bir
karşılaştırma yapmaya imkânımız yoktur. Çünkü, asıl orijinal yazmalar
kaybolmuştur, bunların hiçbiri ortada yoktur. En eski kopyelerle bu
orijinal metinler arasındaki mesafe en az iki yüz elli yıl olduğuna
göre, bu kadar uzun zaman aralığını aşıp ana metne ulaşabilmek için çok
sağlam bir rivâyet silsilesine ihtiyaç vardır. Kopyeler kendilerine
güven sağlayacak böyle bir rivâyet silsilesinden tamamen mahrumdur. Bu
en eski kopyelerin, ana nüshalardan yapıldıklarını ortaya koyan başka
herhangi bir delil de mevcut değildir, sadece kopye edenin kopyesini
esas nüshadan kopye ettiğini belirten soyut iddiası vardır.
Halen elde mevcut olan
İncillerin
en eski nüshaları Yunancadır. Hıristiyan kaynaklar, Hz. İsa'nın
İbranice-Aramice konuştuğunu ve vaazlarını bu dille yaptığını haber
vermektedir. İncillerin dili konusu ele alındığı zaman, en azından Hz.
İsa'nın sözlerinin onun ana dilinde yazılması ve muhâfaza edilmesinin
gerekli olduğu sonucuna ulaşılır. İncil yazarlarının en azından Hz.
İsa'nın sözlerini, onun ağzından çıkan kelimelerle zaptetmeleri ve
bunları İbranî-Aramî diyalekti ile yazmaları gerekirdi. Çünkü tercümeler
ne kadar mükemmel olursa olsun, asıl mânâyı yansıtmakta eksik
kalabilirler.
İlk İncil müsveddelerinin İbranice
yazılmalarına rağmen, bunların sonra kaybolmaları, İbranice yazılmış
olan İncillerin de hemen Yunancaya çevrilmesi ve İbranice nüshaların
kaybedilmesi, bütün İncillerin, Risâlelerin, Yeni Ahidin bütün
kitaplarının, hatta Yeni Ahid ile beraber Eski Ahidin tamamının
Yunancaya çevrilerek Kitab-ı Mukaddesin tamamının Yunanca yazılması,
Yunan kültürünün gerçek hıristiyan kültürünü asimile ederek onu tahrif
ettiği sonucunu doğurmaz mı? Hıristiyanlık öncesi Yunan felsefesi kadar,
putperest Yunan kültürü de bu dini etkileyerek onu bozmuş olmaz mı?
Dört
İncilin Muhtevâsı
Dört İncil,
genel olarak Hz. İsa'nın hayatını, vaaz ve nasihatlerini ve göstermiş
olduğu mûcizelerini anlatmaya çalışır. Bu İnciller, Hz. İsa'nın doğum
öncesi döneminden başlayarak onun dünyaya gelişini, çocukluğunu, tebliğ
faâliyetine başlamasını, üç yıl gibi çok kısa süren bu tebliğ döneminde
söylemiş olduğu sözleri, yapmış olduğu vaaz ve nasihatleri, göstermiş
olduğu mûcizeleri, çarmıha gerilişini, tekrar dirilerek göğe
yükselişini, yeniden dirildikten sonra öğrencilerine görünüşünü
kendilerine ait üslûplarla anlatırlar. İncillerde şer'î hükümler yok denecek kadar azdır. Evlenme ve boşanma ile ilgili olarak bulunan birkaç hükmün dışında,
İncillerde şer'î ahkâm yoktur. Bu eksiklik dolayısıyla hıristiyanlar,
yahûdi kutsal kitabı Tanah'ta bulunan şer'î hükümlerin büyük bir kısmını
kabul etmek zorunda kalmışlardır.
Dört
İncilin hepsi de hemen hemen aynı şeyleri
anlatmaya çalışır. Ancak, yine aralarında üslûp farkından daha ileri
derecede olmak üzere farklılıklar vardır. Matta, Markos ve Luka
İncilleri, anlattıkları konular ve anlatım planları bakımından
birbirlerine benzediğinden, bu üç İncile "Sinoptik İnciller" adı
verilmiştir. Gerek anlattığı şeyler ve gerekse anlatım planı bakımından
diğer üç İncilden hayli farklı olan Yuhanna İncili, öbür İncillerden
apayrı bir görünüm arzetmektedir. Yuhanna İncili, yazılış hedefi ve
gâyesi bakımından da diğer İncillerden daha farklıdır. Yuhanna, bir
dâvâyı isbata çalışmış, ağırlığı Hz. İsa'nın ulûhiyetini açıklama
konusuna tahsis etmiştir. Bu İncilin, diğer üç İncil ile müşterek
noktaları çok azdır. O, bazı mûcizeler ve vaazlarla, Hz. İsa'nın çarmıha
gerilişi ve göğe yükselişini anlatması bakımından diğer İncillere biraz
benziyor görünse bile, yine diğer İncillerle bu İncil arasında köklü
farkılılklar vardır.
Sinoptik
İncillerin cümle cümle incelenmesi sonucu şu hususları tesbit etmek mümkündür:
1- Her üç
İncilde (Matta, Markos, Luka) müşterek olarak bulunan cümleler vardır. Bu cümlelerin sayısı 330 tanedir.
2- Matta ile Markos'ta müşterek olarak bulunan, ama Luka'da bulunmayan cümleler vardır. Bunların sayısı 178 tanedir.
3- Matta ile Luka'da müşterek olarak bulunan, ama Markos'ta bulunmayan cümleler vardır. Bunların sayısı 230 tanedir.
4- Markos ile Luka'da müşterek olarak bulunduğu halde, Matta'da bulunmayan cümleler vardır. Bu cümlelerin sayısı 100 tanedir.
Bu rakamların
yanı sıra, üç İncilin her birinde sadece kendi yazarlarına ait olan ve
diğer iki İncilde bulunmayan cümleler vardır. Bunun dökümünü şöyle
verebiliriz:
Sadece Matta'da bulunan, diğer iki İncilde bulunmayan cümle sayısı 330 tanedir.
Sadece Markos'ta bulunan, diğer iki İncilde bulunmayan cümle sayısı 53 tanedir.
Sadece Luka'da bulunan, diğer iki İncilde bulunmayan cümle sayısı ise 500 tanedir.
İncillerde birbirine
benzeyen ve benzemeyen cümleler tek tek incelendiği zaman, bu kitapların
İlâhî vahiy ürünü olmasının imkânsız olduğunu gösteren farklılıklar ve
çelişkiler görülür.
İncillerde
anlatılan şeyleri üç ana başlık altında toplayabiliriz. Bunlar, Hz.
İsa'nın hayatı, gösterdiği mûcizeler, vaaz ve nasihatlerinde söylemiş
olduğu sözler, anlattığı hikâye ve mesellerdir. Bu İncillerde Hz.
İsa'nın gençliği hakkında, cinsel hayatı hakkında, evlenip evlenmediğine
ve çocuk sahibi olup olmadığına, karşı cinsten birine herhangi bir
alâka duyup duymadığına dair herhangi bir ifade yoktur. Onun mûcizeleri
hakkında İncillerde şu bölümler bulunur: Hastaları tedavi etmesi,
cinleri çıkarması veya kovması, gelecekte olacağını haber verdiği
olaylar, Hz. İsa'nın sûretinin değişmesi, ölüleri diriltmesi, yiyecek ve
içeceği arttırması ve malı bereketlendirmesi, su üstünde yürümesi,
fırtınayı dindirmesi ve suyu şaraba çevirmesi.
(2)
Kilise Tarafından Sahte (Apokrif) Sayılan İnciller ve Barnaba İncili
İncillerin
sayılarının artmasından sonra, Yeni Ahidin kanonizasyonu neticesinde
çok sayıda İncilden sadece döt tanesi seçilmiş, diğerleri sahte
sayılarak atılmıştı. Kanonizasyon esnâsında kaç İncil vardı? Sahte
sayılan bu İnciller hangileridir? Tam olarak bunların sayıları kaçtır,
muhtevâları nedir? Bu konuda kaynakların araştırılması sonucu bazı
bilgiler elde etmek mümkündür. Bîrûnî, el-Âsâru'l-Bâkıye isimli
eserinde, diğer hıristiyan mezheplerinin ellerinde bulunan İncillerden
farklı üç İncilin varlığını haber vermektedir. Bunlar, Mekîlerin
(Marcioncuların) İncili, Deysanîlerin İncili ve Maniheistlerin
İncilidir. Hıristiyan kaynaklarda isimleri geçen şu sahte İncillere
tesadüf ediyoruz: Tomas İncili, yahûdilerin İncili, Marcion'un İncili,
Gerçek İncil, Petrus'un İncili, Mısırlıların İncili, Logia veya İsa'nın
Sözleri, Nasıralıların İncili, Havarilerin İncili, Matthias'ın İncili,
Nikomediyos'un İncili, Küçüklerin İncili, Arapça İncil, Ermenîce İncil,
Yetmişler İncili, Hatıra İncili, Barnaba İncili vb. İnciller.
Barnaba İncili:
Kilise tarafından
apokrif sayılan İnciller içinde en önemli olanlardan biri şüphesiz
Barnaba İncilidir. Asıl adı Yusuf olan Barnaba, Hz. İsa'nın
öğrencilerinden olup Pavlos'un hıristiyan cemaatine kabul edilmesinde
büyük rol oynamış bir kimsedir. O, bütün hayatını, hıristiyanlığı yayma
uğrunda geçirmiştir. Barnaba, Markos'un hocası, Pavlos'un önderi bir
kişi olduğu halde, Kilise ona nisbet edilen İncili reddetmektedir.
Kilisenin iddiasına göre Barnaba İncili, 14. asırda hıristiyanlıktan
İslâmiyete geçen bir kimse tarafından, kendisinin İslâmiyet'e geçişinde
kendisini haklı göstermek için yazılmıştır ve bu İncil apokrif İnciller
arasında yer almaktadır. Halbuki, 5. asrın sonlarında M.S. 492 yılında
tahta çıkan papanın, okunması yasak olan kitaplarla ilgili olarak
çıkardığı emirnamesinde yasak kitaplar arasında Barnaba İncilinin de adı
geçmekteydi. Bu durum, Barnaba İncilinin, 14. yüzyılda yazılmış olması
ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Kilisenin bu İncili reddetmesinin
arkasındaki gerçek sebep, bu İncilde Hz. İsa'nın ilâhlığının ve teslis
inancının reddedilmesi, çarmıh olayının kabul edilmemesi, Hz. İsa'nın
bir peygamber olduğunun açıkça zikredilmesi gibi, bugünkü resmî
hıristiyan doktrinine aykırı şeylerin yer almasıdır.
Batılı
hıristiyan araştırmacıların yaptıkları tesbitlere göre bu İncil, ilk
olarak İslâmî bir muhitte değil, aksine Batıda hıristiyan bir çevrede
ortaya çıkmıştır. Onun Batıda ortaya çıkışını, 15 ve 16. yüzyıla
dayandıranlar vardır. Latin râhip Framinyo, hıristiyan müellif
Aryanos'un (İrenaus) bir risâlesini ele geçirerek inceleyince, bu
risâlede Pavlos'un mektuplarından ve Barnaba'nın İncilinden
bahsedildiğini, Pavlos'un görüşlerinin çürütülerek Barnaba'nın
görüşlerinin tasdik edildiğini görmüştür. Aryanos'un bu mektubunu iyice
inceleyen Framinyo, Barnaba'nın İncilini bularak bu İncil üzerinde
çalışmaya karar vermiştir. Adı geçen râhip, o dönemde (15. asrın
sonları) papalık makamında oturan zatın yakınına sokularak onun güvenini
sağlamayı başardıktan sonra, bu papa'nın kütüphanesine girmiş ve orada
Barnaba'nın İncilini bulmuştur. Râhip Framinyo, Barnaba İncili üzerinde
bir süre çalıştıktan sonra, hem İslâmiyet'i kabul etmiş, hem de bu
İncili Hıristiyan dünyasına tanıtmak için çalışmıştır.
Bugün elde mevcut olan en eski Barnaba
İncili
nüshası, 1709 yılında Prusya Kralının sarayında danışman olarak çalışan
Krimer'in elinde bulunmuştur. Bu nüsha, İtalyanca yazılmıştır. Bir süre
sonra Viyana'daki krallık sarayına nakledilen bu nüsha, diğer
nüshaların ana kaynağı kabul edilmektedir. Krimer'in bu nüshası, bir
süre sonra meçhul bir kişi tarafından İtalyancadan İspanyolcaya tercüme
edilmiştir. İngiliz müsteşrik Sayel, bu kitabı İspanyolcadan İngilizceye
çevirmiş, daha sonra bu eserin başta Arapça olmak üzere çeşitli dillere
tercümesi yapıldığı gibi, İtalyancadan İngilizceye tercümesi de
yapılmıştır (ST. Barnaba The Gospel of Barnaba, Karachi).
Barnaba
İncili Türkçeye de çevrilmiştir: “Barnabas
İncili, Kültür Basın Yayın Birliği” ve “Barnaba İncili, Abdurrahman
Aygün, Tekin Y.” Yine bu konuyla ilgili özel araştırma da
yayınlanmıştır: “Barnaba İncili Araştırmalar, Muhammed Ali Kutub, Tekin
Kitabevi Y.”
Barnaba
İncilinin M.S. 5. asırda papalık
tarafından yasaklanan kitaplar listesinde bulunmasının yanı sıra, bu
kitabın İslâmî bir çevrede değil; aksine mutaassıp hıristiyanlar
arasında ortaya çıkması, kilisenin sahtelik suçlamasını dayanaksız
bırakmaktadır. Bu İncilin en eski nüshası, İtalyanca, yani Vatikan'ın ve
papalığın konuştuğu dilde yazılı olarak bulunmuş, sonraları bu nüsha
yine koyu hıristiyan bir çevrede İspanyolcaya çevrilmiş, daha sonra
İngilizceye tercümesi yapılmış, yani her şey, hıristiyan dünyası içinde
cereyan etmiş, olayın İslâm dünyası ile uzaktan yakından hiçbir alâkası
olmamıştır. Kitabın hıristiyanlığın koyu bir taassup içinde bulunduğu
bir muhitte bulunmuş ve tercümelerinin yine bu çevrede yapılmış olmasına
rağmen hıristiyan araştırmacılar, latin râhip Framinyo'nun onu bulup
inceledikten sonra İslâmiyet'i kabul etmesine bakarak bu İncili,
Framinyo'nun yazdığına ve sahte olduğuna hükmetmişlerdir. Nedense
hıristiyan bilim adamları, Framinyo'nun savunmasını göz ardı
etmektedirler. Framinyo, Aryanos'un (İrenaus) risâlesinde bu İncilden
bahsedildiğini söylüyor. İncili kendisinin yazmadığını, aksine
Aryanos'un risâlesini okuduktan sonra yaptığı araştırmada bizzat Roma'da
papalık kütüphanesinde bulduğunu ifade ediyor. Ayrıca, en eski nüsha
elinde olan Prusya kırallığı sarayında danışman olarak çalışan bir
hıristiyan râhiptir. O da kitabı saray kütüphanesinde buluyor. Bir
müddet sonra bu kitap, diğer güçlü bir hıristiyan devlet olan Avusturya
krallığı kraliyet kütüphanesine naklediliyor. İşin daha da önemlisi, bu
İncil, Endülüslü müslümanları İspanya'dan çıkarmakla övünen mutaassıp
hıristiyanlar tarafından kendi dillerine çevrilmiştir. Yine
protestanlığın en yoğun olduğu İngiltere'de, İngilizceye tercümeleri
yapılmıştır. Madem ki bu kitap sahte idi, niçin bunlar yapıldı? Bu koyu
hıristiyanlar, kendi inançlarını çürütmek için yazılmış olan bu kitaba
neden bu kadar önem verip onun üzerinde ciddî şekilde çalıştılar? Eğer
bu kitap, müslümanlar tarafından uydurulmuş bir propaganda kitabı
olsaydı, herhalde bu zahmetlere katlanmazlardı. Barnaba İncili,
muhtemelen uzun yıllar gizli olarak elden ele dolaşmış ve iki dilde
yazılı olarak 15. yüzyılda ortaya çıkmıştır.
Görüldüğü
üzere Yeni Ahidin kanonizasyonundan sonra sayıları dört olarak tesbit
edilen İncillerin dışında, bir kısmı bu İncillerden önce yazılmış yüzden
fazla İncil vardı. Kilisenin iddia ettiği gibi bunların hepsi sahte
miydi? Dört İncilin yazarları kendi İncillerini yazarlarken, bu
İncillerden faydalanmadılar mı? Bunların, İncillerini kaleme alırken
Logia'dan, Q metninden ve Markos'un ilk İncilinden faydalandıklarını
açıkça görmekteyiz. Bu durumda Dört İncilin yazarları, sahte sayılan
İncillerden istifade etmiş olmaktadırlar. Acaba bu sahte İncillerden,
dört İncile sahtelik bulaşmadı mı?
(3)
Kur’ân’a Göre Hıristiyanların İslâm’a Zıt Olan Bazı Temel İnançları
Hıristiyanlar, Dinlerinde Aşırı Giderler:
Kur’ân-ı
Kerim, ehl-i Kitabın ve özellikle hıristiyanların dinde aşırılıklarla
hak dini bozduklarını ifade ederek, bundan vazgeçmelerini emreder: “Ey Kitap ehli, dininiz hususunda haddi aşmayın. Allah’a karşı hak olandan başkasını söylemeyin.” (4/Nisâ, 171) “De ki: ‘Ey ehl-i Kitap, dininizde haksız
yere haddi aşmayın. Bundan evvel gerçekten hem kendileri sapmış, hem de
bir çoğunu saptırmış ve (hâlâ da) dümdüz yoldan sapagelmiş bir kavmin
hevâsına (ve hevesine) uymayın.” (5/Mâide, 77)
Hıristiyanlar ‘Allah İsa’dır’ Dediler:
Kur’an’da, hıristiyanların
dindeki aşırılıklarının bir sonucu olarak, Allah’a inanç konusunda
tevhidden ayrılarak şirke düşmeleri vurgulanır ve gereken cevaplar
verilir: “Gerçekten ‘Allah, Meryem oğlu
Mesih’in kendisidir’ diyenler, and olsun ki kâfir olmuşlardır. De ki:
‘O halde, Allah, Meryem oğlu Mesih’i, anası (Meryem’i) ve yeryüzünde
bulunanların hepsini öldürmek isterse, Allah’a karşı kimin elinden
bir şey gelir?” (5/Mâide, 17) Doğumlu ve ölümlü olanların ilâh olamayacakları, bu âyette hatırlatılmaktadır. “Meryem oğlu
Mesih (İsa) gerçekten Allah’tır’ diyenler, andolsun kâfir olmuşlardır.
Halbuki Mesih (şöyle) demişti: ‘Ey İsrâiloğulları, benim de Rabbim,
sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Bilin ki kim Allah’a
şirk/ortak koşarsa, hiç şüphesiz Allah ona cenneti haram kılar;
artık onun yeri ateştir ve zâlimler için yardımcılar da yoktur.” (5/Mâide, 72) “Onlar Allah’ı
bırakıp bilginlerini (hahamlarını), râhiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i
(İsa’yı) rabler edindiler. Halbuki hepsine de tek ilâh’a ibâdet/kulluk
etmekten başka bir şey emrolunmadı. Ondan başka hiçbir tanrı yoktur. O,
bunların şirk/ortak koştukları şeylerden uzaktır.” (9/Tevbe, 31)
‘İsa Allah’ın Oğludur’ Dediler:
“Yahudiler, ‘Uzeyir Allah’ın
oğludur’ dediler! Hıristiyanlar da, ‘Mesih (İsa) Allah’ın oğludur’
dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini)
önceden kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları
kahretsin. Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar!” (9/Tevbe, 30). Beydavî’nin de belirttiği
gibi, hıristiyanlar bunu, Hz. İsa’nın babasız dünyaya gelmesini
imkânsız gördükleri için veya Hz. İsa’nın anadan doğma körü, alacalıyı
iyileştirmesini, ölüleri diriltmesini insan olarak imkân dışı gördükleri
için söylediler. Halbuki her peygamber, Allah’ın yaratması ve izniyle
mûcizeler göstermiştir. Hz. İsa’nın durumu da, peygamberliğini isbat
eden mûcizeden başka bir şey değildir.
Hz. İsa’nın,
kendinden sonra Allah’a şirk koşulması konusunda, hiçbir suçu yoktur.
O, tevhid dinini insanlara tebliğ etmiş, kendisinin de Allah’ın kulu ve
peygamberi olduğundan başka bir iddiada bulunmamıştır. Kur’an, Hz.
İsa’yı ve onun tebliğ ettiği dini temize çıkarır ve onun adına yalan ve
iftira atıp dinde çirkin aşırılıklara gidenlerin maskesini düşürür: “Hiçbir beşerin,
Allah’ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra
(kalkıp) insanlara: ‘Allah’ı bırakıp da (gelin) bana kul olun’ demesi
mümkün değildir. Bil’akis (şöyle der:) ‘Okumakta ve öğrenmekte olduğunuz
Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olun.’ Ve size ‘melekleri ve
peygamberleri ilâhlar/tanrılar edinin’ diye de emretmez. Siz müslüman
olduktan sonra, hiç size kâfirliği emreder mi?” (3/Âl-i
İmrân,
79-80). Âyet-i kerimeden net olarak anlaşılmaktadır ki Hz. İsâ,
insanları İslâm’a davet etmiş, onları müslüman olmaya çağırmış; teslise,
yani şirk ve küfre kesinlikle müsaade etmemiştir.
Hıristiyanlar Teslisi (Üçlü İlâh Anlayışını) Kabul Etmekle Kâfir Oldular:
Bilindiği
gibi, muharref hıristiyanlık inancında Baba, Oğul, Rûhu’l-Kudüs’ten
oluşan teslis inancı başlıca akide esasıdır. Şimdiki tüm hıristiyanlara
göre, teslisi kabul etmeyenler hıristiyan sayılmazlar. Halbuki teslis,
açık bir küfürdür; buna inanan kimse kâfir ve müşrik olur: “Ey ehl-i kitab! Dininizde aşırı
gitmeyin ve Allah hakkında, hak/gerçek olandan başkasını söylemeyin.
Mesih, ancak Meryem’in oğlu İsa’dır, (o) Allah’ın rasûlüdür; Meryem’e
ulaştırdığı (‘kün=ol’) kelimesi (nin eseri)dir. Allah tarafından
(gelen) bir ruhtur. Artık Allah’a ve peygamberlerine iman edin de
‘(İlâh) üçtür’ demeyin. Kendiniz için hayırlı olmak üzere bundan
vazgeçin. Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter. Ne
Mesih ve ne de Allah’a yakın melekler, Allah’ın kulu olmaktan
çekinirler. O’na kulluktan çekinip büyüklenen kimselerin hepsini (Allah)
yakında huzuruna toplayacaktır.” (4/Nisâ, 171-172)
Hıristiyanlar,
bir türlü Allah’ın birliği (tevhid) inancına gelememiş, Allah ile
peygamberin birbirinden farkını anlayamamışlardır. Hz. Mûsâ ve Hz.
İsa, ehl-i kitaba tevhid inancını (İslâm’ı) getirdiği halde, sonradan
sapan bu toplumlar Hâtemü’l-enbiyâ’nın sağlam ve aydınlatıcı
açıklamalarına rağmen, çoğu tevhidi kabul etmemişlerdir. Hıristiyanlar:
‘baba, oğul ve rûhu’l-kudüs’ten ibaret olmak üzere Allah üçtür, yahut,
‘Allah üç unsurdan meydana gelmiştir, bunların üçü de birbirinin
aynıdır, her biri tam ilâhtır ve üçü birden bir tek tanrıdır’ diyerek
saçmalamışlardır. Yukarıdaki âyetler, onları, gerçek Allah inancı
üzerinde aydınlatmak üzere gelmiştir. Âyette Hz. İsa için “Allah’tan bir ruh” ve “Allah’ın kelimesi” denilmiştir. Âl-i İmrân sûresinin 45-47. âyetlerinde ikinci vasıf açıklanmış, bundan maksadın Allah’ın “kün=ol” demesinden ibaret bulunduğu,
Hz. İsa’nın mûcizevî bir şekilde yaratıldığı beyan edilmiştir. Meryem
sûresinin 17. âyetinden itibaren de birinci vasıf açıklanmış, “Rûh”un, Cebrâil olduğuna işaret edilmiştir.
“Andolsun ‘Allah üçün üçüncüsüdür (üç tanrının
biridir)’ diyenler kâfir olmuştur. Halbuki bir tek ilâhtan başka hiçbir
tanrı yoktur. Eğer diyegeldikleri (bu sözden) vazgeçmezlerse içlerinden
o kâfir olanlara çok acıklı bir azap vardır.” (5/Mâide, 73) Yüce Allah, bu âyetlerde teslise inananların
kâfir olduklarını açıkça beyan etmiştir. Kâfirler ve müşrikler de
cennete kesinlikle giremezler. Teslisi kabul etmeyenleri hıristiyan
saymayan bugünkü hıristiyanların cennete gideceğini ileri süren bazı
profesörler ve onların tilmizleri büyük bir yanılgının içindedirler;
Allah’ın cenneti haram kıldığı müşrik ve kâfirlere cenneti ikram etmek,
kimsenin cür’et edebileceği bir şey olmamalıdır.
Hz. İsa’yı ve Annesi Meryem’i İlâh Edindiler:
Hıristiyan
mezhepleri ve grupları arasında, Hz. Meryem’i tanrı olarak kabul
edenler de vardır. Hz. İsa’yı tanrı kabul edenler, Hz. Meryem’i de
tanrının annesi kabul etmekle onu da tanrı derecesine yükseltmiş
oldular. “Allah: ‘Ey Meryem oğlu
İsa! İnsanlara: ‘beni ve anamı, Allah’tan başka iki ilâh/tanrı edinin’
diye sen mi dedin?’ diye buyurduğu zaman o, şöyle dedi: ‘Hâşâ! Seni
tenzih ederim, Sen yücesin; Hakkım olmayan, benim için gerçek
olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer demiş olsam,
şüphesiz Sen bunu bilirsin. Benim içimdekini Sen bilirsin; ben Senin
zâtında olanı bilmem. Gaybları/gizlilikleri eksiksiz bilen yalnız
Sensin, Sen! Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: ‘Benim de
Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibâdet/kulluk edin’ dedim.
İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şâhid/kontrolcü idim. Beni
vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen
her şeyi hakkıyla görensin, şâhidsin.” (5/Mâide, 116-117) Âyetten açıkça
anlaşılıyor ki, Hz. İsa, kendisini ve annesini ilâh olarak kesinlikle
iddia etmemiş, insanları tek Allah’a kulluk yapmaya çağırmıştır.
Dolayısıyla, hıristiyanların böyle büyük bir cinayet olan şirk ve küfür
itikatları, Hz. İsa’dan sonra ortaya çıkmıştır.
Hz. İsa ve annesinin tanrı olamayacakları, akıl ve mantık açısından da sebepleriyle birlikte Kur’an’da belirtilir: “Meryem oğlu
Mesih (İsa), ancak bir rasûldür/peygamberdir (başka bir şey değildir).
Ondan önce de (birçok) peygamberler gelip geçmiştir. Anası da çok doğru
bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara delilleri nasıl
açıklıyoruz, sonra bak nasıl (haktan) yüz çeviriyorlar.” (5/Mâide, 75) Yahudiler Hz.
İsa’nın,
namuslu ve bâkire bir hanımdan doğduğuna inanmayıp, onun anasına iftira
eder, gayr-ı meşrû bir ilişkiden doğduğunu ileri sürerler. Kur’ân-ı
Kerim, daha önce Hz. İsa’nın mûcizevî bir şekilde nasıl yaratıldığını
anlatıp burada da anasının doğru, dürüst ve namuslu olduğunu zikretmek
suretiyle bu iftirayı reddetmektedir. Bunun yanında, konumuzla ilgili
olarak, hıristiyanların ona ve anasına tanrılık vasfı vermelerini de
elle tutulur, gözle görülür bir delil ile reddedip çürütmektedir. Zira
her ikisi de yemek yerlerdi, tanrı olsalardı yemeye, içmeye ihtiyaç
duyarlar mıydı? İhtiyaç sahipleri ilah olamazlar.
Din Adamlarını Tanrı Edindiler: “De ki: ‘Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda
müsâvi/anlamı eşit (ve âdil) bir kelimeye gelin, (şöyle diyerek):
‘Allah’tan başkasına tapmayalım; O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve
Allah’ı bırakıp da kimimiz, kimimizi rabler edinip
ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse işte o zaman deyin ki:
‘Şâhid olun, biz muhakkak müslümanlarız.” (3/Âl-i
İmrân, 64)
Hıristiyan
din adamları, bir şeyi helâl ve haram kılar, hıristiyanların
günahlarını günah çıkararak affederler, insanları cennete koyacaklarını
söylerler. Bu ve benzeri durumlar, din adamlarının kendilerini tanrı
yerine koymaları, bunları kabul edenlerin de onları tanrı kabul
etmeleridir: “Onlar, Allah’ı
bırakıp bilginlerini/hahamlarını, râhiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i
(İsa’yı) rabler edindiler. Halbuki hepsine de tek ilâh’a
ibâdet/kulluk etmekten başka hiçbir şey emrolunmadı. O’ndan başka
hiçbir ilâh/tanrı yoktur. O, bunların şirk/ortak koştukları şeylerden
uzaktır, yücedir.” (9/Tevbe, 31)
Tanrı
için kullanılan “baba” tâbiri, çok alçaltıcıdır; zira insan toplumunda,
kötü hâtıralar bırakan aile babaları vardır; aynı zamanda baba terimi,
cinsel ilişkileri hatırlatır; ölümü ve kendisinden sonra bir vârisi
düşündürür. Mecâzî ve temsilî manada bile olsa, hem Eski Ahid ve hem
Yeni Ahid’de İsa’dan başka insanlar için “Tanrı’nın oğlu” tâbiri
kullanılmıştır. Bu ise “biricik oğul” tâbiri ile tezat halindedir.
Luka’ya göre (Luka 3/38), Âdem (a.s.) Tanrı’nın oğludur. “Seigneur”
kelimesinden, İsa’nın Tanrı oğlu olduğu, yani ulûhiyete iştirak ettiği
anlaşılıyor ki, bu da Allah’ın birliğine zıt düşmektedir.
“Tanrı’nın oğlu” tâbirinin kitabî manasından
(mecaz olarak kullanılışından) söz etmiştik. Bunu açıklayalım: Tek
Tanrı’ya inananlar diye yahudilerden bahseden Beşinci Sifir (14/1)
onları şöyle tavsif eder: “Siz Tanrı’nız Ebedî’nin çocuklarısınız.”
Hıristiyanlığa gelince, bizzat İsa, birkaç kez Tanrı’ya inananların
Tanrı’nın oğlu olduğunu bugünkü İncillerde söyler, bunu açıklar, hatta
tarif eder. Şöyle ki: “Barışı elde edenlere ne mutlu! Zira onlar
Tanrı’nın çocukları diye çağrılacaklar.” (Matta, 5/9). Bu arada çok
ilginç olan şu hususu hatırlatalım: İncil’in bu cümlesinde yer alan
“pacificateur” yani, “uzlaştırıcı” veya “barışı elde edenler”
tâbirleri, “müslüman” teriminin karşılığını ifade etmektedir. Bilindiği
gibi müslüman kelimesinin bir anlamı, “barış içinde ve selâmette
olan”dır. Meşhur bir hadis-i şerifte şöyle denmektedir: “Müslüman, müslümanların elinden ve dilinden emin oldukları kimsedir.” (Buhâri, İman 4; Müslim, İman 64, 65, 66; Tirmizî, Kıyâme 52; Nesâi, İman 8)
Yine Luka şöyle demektedir: “Fakat düşmanlarınızı
sevin, iyilik yapın ve bir şey ümid etmeden ödünç verin. Ve sizin
mükâfatınız büyük olacak ve siz Çok Ulu’nun oğulları olacaksınız, çünkü
O, nankör ve kötüler için de iyidir.” (Luka, 6/35). Şayet “Tanrı’nın
oğlu” tâbirinin mânâsı bu ise, bundan çıkan her türlü karışıklık ve
tutarsızlıklara mâni olmak için, her şeyi açıkça söylemek lâzımdır.
Çok mânidardır ki, bu hıristiyan âmentüsü metninin dışında -ki, bu metnin İncil veya Hz. İsa’nın sözü olmadığını biliyoruz- Hz. İsa, Yeni Ahid (İnciller)’in hiçbir yerinde “ben Tanrı’yım” demiyor; bilakis tam zıddını söylüyor: “İşte
benim seçtiğim kulum...” (Matta, 12/18). Tanrı’nın kendisi için bu
sözünü söyleyerek, bunu kendisine tatbik eden Hz. İsa, Tanrı’nın kulu
ve kölesi olmaktan gurur duymaktadır. Yine Matta, 24/36 ve Markos,
13/32’ye göre, “dünyanın sonu ne zaman gelecek?” sorusuna, İsa şöyle
cevap verir: “Fakat o gün ve saat hakkında, ne göklerin melekleri, ne de
Oğul; yalnız Baba’dan başka kimse bir şey bilmez.” Aynı şekilde
Yuhanna, 5/19’da şöyle demektedir: “Doğrusu ve doğrusu size derim:
Baba’nın yapmakta olduğunu gördüğü şeyden başka Oğul kendiliğinden bir
şey yapamaz.” Görüldüğü gibi bugünkü İncillerde bile İsa, Tanrı
olmadığını açıkça söylemektedir.
Hıristiyanlıkta İbâdet:
İncillere
göre İsa Mesih dedi: “Bu şeytan, ibâdet ve oruçtan başka bir şeyle
çıkmaz.” (Matta, 17/21; Markos, 9/29). Fakat her şeyden evvel şunu
söyleyelim ki, hıristiyanlıkta hac’dan hiç söz edilmiyor; sâniyen ibâdet
ve orucun zorunluluğuna dair en ufak bir açıklama yoktur. Vergilere
gelince, bu konuda şu çarpıklık ve ilgisizlik vardır: “Sezar’ın hakkını
Sezar’a; Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya ödeyin.” (Matta, 22/21; Markos,
12/17; Luka, 20/25). Bu ifade, laikliğe yol açmış ve böylece kilise ve
devletin bu şekilde birbirinden ayrılışında, iktidarın dinsizleşmesi ve
hatta dine karşı müsâmahasız bir tavır takınması gibi büyük bir tehlike
doğmuştur.
Hıristiyanlarda ibâdet, Tanrı’nın şânı için meydana getirilmiş ilâhilerden müteşekkildir. Katoliklerde ise “communion” denilen ve ekmek, şarap gibi maddî vasıtalarla ulûhiyete ortaklık vardır.
Hz. Mûsâ ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’in aksine; Hz.
İsa’nın
kendi risâletiyle ilgili yazılı bir metin bırakmamış olması üzücüdür.
Bu sebeple tercüme mahiyetinde olan eldeki mevcut İnciller ile asıl
İncil arasında mukayese yapma imkânı yoktur. Ayrıca Matta’nın yazmış
olduğu Hz. İsa’nın Aramice olan hayat hikâyesinin aslına da sahip
olmadığımızdan, Yunanca olan tercümesinin dahi asıl metne sâdık kalıp
kalmadığını bilme imkânına da sahip değiliz. Şu halde, hıristiyanların
dominikal duâlarındaki hatalar, İsa Mesih’e değil; Yunanlı mütercime
veya İncil’i tahrif edenlere aittir.
Hıristiyanlarda oruç, hiçbir surette mecburi olmayıp,
çok nâdir olarak oruç tutan papazlara da, hafif bir kahvaltı, tam bir
öğle yemeği ve hafif bir akşam yemeği izni verilmiştir. Karem (careme)
adı verilen oruç tutma süresince Pazar günleri hariç, 40 gün boyunca,
yani 34 gün, oruç tutmak isteyenler bu tatbikatı yürütürler.
Muharref
İncillerin Karanlık Yüzleri
Eldeki en eski İnciller
Yunanca'dır. Halbuki Hz. İsa İbranice-Aramice konuşurdu ve İbranice
konuşan yahûdilere İncil vâzediyordu. Eldeki dört İncilin % 90'ı Hz.
İsa'nın hayat hikâyesinden ibârettir. İsa (a.s.) halka kendi hayat
hikâyesini mi vâzediyordu? Soyundan, sopundan, doğumundan,
şakirtlerinden, seyahatlerinden, çarmıha gerilip ölümünden, mezara
konuluşundan mı bahsediyordu. İncillere baktığımızda İsa'nın İncil
vâzettiğini görüyoruz: "Yahya ele verildikten sonra, İsa Allah'ın İncilini vâzederek Galile'ye gelip dedi: Vakit tamam oldu ve Allah'ın melekûtu yakındır; tövbe edin ve İncil'e iman eyleyin." (Markos, 1/14-15, s. 35). (İsa kıyam ettikten sonra, on birlere göründü) "Ve onlara dedi: Bütün dünyaya gidin, İncili bütün hilkate vâzedin." (Markos, 16/15, s. 55). "Ve vâki oldu ki, günün birinde mâbette halka öğretir ve İncil'i vâzederken..." (Luka, 20/1, s. 83). (Hz. İsa'nın
İncili vâzetmesiyle ilgili diğer örnekler için bkz. Matta, 11/5, 24/14,
26/13, 9/135, 24/14, 4/23; Markos, 10/29; Pavlos'un Romalılara Mektubu,
1/10; I. Korintoslulara, 9/23).
Peki, Hz.
İsa'nın İncili nerede? Şimdiki dört İncilin hangisi? "İsa'ya Göre İncil" olmadığına göre, Hz. İsa hangi İncili vâzediyordu?
İlk
İnciller İbrânice-Aramice olduğu halde, Yunanca'ya kim tercüme etti?
Hiç olmazsa mütercim(ler)i tanısak, iyi olmaz mıydı? Hangi tarihte
tercüme edildi? Tüm bunlar karanlıktır. En iyimser rakama göre Hz.
İsa'dan 40-50 yıl sonra kaleme alınmaya başlandığı belirtilmektedir.
Dört İncilin dışındaki İnciller niye korunmadı ve yasaklandı? Hangi
İncilin daha doğru olduğuna dair hükmü tarih verseydi daha iyi olmaz
mıydı? Üçüncü asırdan önce bu dört İncilin hiçbirinin mevcut olmadığını
veya en azından makbul görülüp meşhur olmadıklarını yazan Batılı
tarihçilerin sözü ne anlama gelmektedir?
Luka'nın
havari olmadığı kesindir. Matta İncili'nin aslının İbranice ve
Süryanice olduğu, Yunanca olmadığı kesin olduğuna göre, aslı nerede ve
kim tercüme etti, bilinmiyor. Markos ve Luka İncillerinin Yunanca
yazıldığı söyleniyor. Yuhanna İncili, İsa'nın tanrılığını ispat için
yazılmıştır. Yuhanna en son yazılan İncildir; İsa'dan 100 yıl kadar
sonra yazılmıştır. Demek ki üç İncil döneminde, yani üç İncil derlendiği
zamanlarda, İsa'nın tanrılığıyla ilgili inanç yoktu. Bazı papazlar,
İncillerden önce tevhide inanıyorlardı ve İsa'nın tanrılığı Yuhanna'dan
sonra İncillere girdi. Tevrat'ın yahûdilerce mûteber sayılan bazı
bölümleri hıristiyanlarca niçin reddedilmekte ve hıristiyanların mûteber
kabul ettiği ve Kitab-ı Mukaddes'in ilk bölümlerini oluşturan Eski
Ahit (Tevrat) ile yahûdilerin kutsal kitabı (Tevrat'ı) niye aynı değil?
İncillerde yer alan akla, mantığa ters düşen, bilimle çelişen hususlar
nasıl vahiy olabilir? Müstehcen ve çirkin ifadelerin kutsal metinde yer
alması nasıl izah edilebilir? İncillerde gereksiz nice ayrıntılar yer
alırken, Hz. İsa'nın hayatı ve mûcizeleri çok geniş anlatılırken; dinî
hükümler niye çok azdır? Dinî hükümlerin de hemen hepsi evlenme ve
boşanmayla ilgilidir. Haram ve helâllar niye bu kitaplarda hemen hiç yer
almaz? Ve laiklik özendirilerek Sezarın hakkı ile Tanrının hakkı ayrı
tutulur?
Hıristiyan
mezheplerin bile, İncillerin mâhiyeti hakkında birbirleriyle ittifakı
yoktur. Yani, hıristiyanların büyük çoğunluğunu teşkil eden Katoliklerin
kabul ettiği İnciller ile, Protestanların kabul ettiği İnciller aynı
değildir. Protestan İncilinde 7 kitap yoktur, onlar toplam 66 kitabı
İncil (Yeni Ahit) olarak kabul ederlerken; Katolik İncilleri ayrıdır;
onlar daha fazladır, toplam 73 kitap İncil olarak kabul edilmektedir.
İncillerde
çok sayıda çelişkiler yanında, kelimesi kelimesine, hatta parantezlerde
bile ortak cümleler vardır. Matta ile Markos'taki ortak cümlelerin
sayısı 178'dir. Markos ile Luka'daki ortak cümleler 100 tane, Matta ile
Luka'daki ortak cümlelerin sayısı 230'dur. Her üç sinoptik İncildeki
ortak cümleler ise 330 tanedir. Meselâ Matta, 9/6, s. 9; Markos,
2/10-11, s. 36; Luka, 5/24, s. 63: Kelimesi kelimesine tekrardır;
parantezler bile aynıdır. Kim, kimden kopye çekti, orası tam belli
değildir. Matta, 3/7-11, s. 3; Luka, 3/7-10, s. 60: Aynı kelimeler
tekrarlanır. Mattta, 3/3, s. 3; Markos, 11/3, s. 35; Luka, 3/4, s. 60)
yine tümüyle aynıdır. Birbirlerinden iktibas ettikleri anlaşılmaktadır.
İncil'e
şöyle bir göz atan kimse bile, İncillerin tahrif edildiğini hemen
gözüne batacak şekilde görecektir: İncillerin bazı dipnotlarında bu
tahrifin itiraf edildiği görülecektir. Meselâ, Matta, 17/21'in (s. 19)
dipnotu: "Bazıları eski olan bir çok muteber metinlerde 21inci âyet
ilâve olunmuştur: Fakat bu cins dua ve oruçtan başka bir şeyle çıkmaz."
Matta, 18/11'in dipnotu (s. 20): "Bazıları eski olan bir çok muteber metinlerde 11inci ayet ilâve olunmuştur: Zira
İnsanoğlu kaybolmuş olanı kurtarmağa geldi."
Matta, 23/14 İncillerde
yok (s. 26). 13'den sonra 15'e atlanmış ve 13'ün sonunda dipnot konmuş.
Bu dipnotta şunlar yazılı: "Bazı muteber metinlerde 14üncü âyet buraya,
yahut 12inci âyetten sonraya ilâve edilmiştir."
Markos, 9/44 ve 46. cümleler İncillerde
yok, atlanmış (s. 46). Ve dipnotta şu açıklama var: "48inci âyetin ayni
olan 44 ve 46ncı âyetler en muteber metinlerde bulunmuyor." Hemen devamında 9/49'un dipnotu: Bir çok eski metinlerde 'Ve her kurban tuzla tuzlanacaktır' ibaresi ilâve edilmiştir."
Yine, Markos, 11/26 (s. 48) atlanmış. 25'in bitiminde dipnotta şunlar yazılı: "Bir çok eski muteber metinlerde 26ncı âyet ilâve olunmuştur."
Aynı durum, Markos, 15/28 için de sözkonusudur. 28. cümle atlanmış ve dipnotta benzer açıklama yapılmıştır (s. 54).
Markos, 7/16'nın dipnotu (s. 43): Bir çok muteber eski metinlerde 16ncı âyet ilâve olunmuştur..."
Markos, 16/9-20 arası, hıristiyan araştırıcılara göre sonradan ilâve edilmiştir.
Luka, 17/36'nın dipnotu (s. 81): "Bazı muteber eski metinlerde 36'ıncı âyet ilâve olunmuştur..."
Luka, 23/17 (s. 88) atlanmış. 16'nın sonunda düşülen dipnotta: "Bir çok eski muteber metinlerde 17nci âyet ilâve olunmuştur..." denilir.
Yuhanna İncilinden Bir Dipnot: "Eski metinlerin ekserisinde 7:53'ten 8:11'in nihayetine kadar olan kısım yoktur. Bu kısmı hâvi olan metinler de birbirinden farklıdırlar." (Yuhanna, 8/11'in dipnotu, s. 102)
Yuhanna 5/4 de yoktur (s. 97). Dipnotta şunları okuyoruz: "Bir çok eski metinlerde tamamen veya kısmen ilâve edilmiştir..."
Yuhanna 9/35'de (s. 104) "... Sen insanoğluna..."
diye geçen ifadede, "insanoğluna" kelimesinde dipnot düşülerek, aşağıda
şu açıklama yapılmış: "Bir çok eski metinlerde, 'Allahın oğlunu'
yazılmıştır."
Resullerin İşleri, 8/37 de yoktur (s. 128). Dipnotta şu açıklama yapılmıştır: Bazı eski metinler, tam olarak yahut kısmen 37'nci âyeti ilâve ediyorlar..."
Yine Resullerin İşleri, 15/34 de yoktur (s. 137). Dipnotta şöyle denir: Bazı eski metinler 34üncü âyeti bazı farklarla ilâve ederler..."
Yine Resullerin
İşleri'nde, 24. bapta 7. cümle yoktur (s.
147); dipnotta benzer açıklama yapılır. Aynı durum, 28. bâbın 29'uncu
cümlesi için geçerlidir (s. 153).
Pavlusun Romalılara Mektubu, 16/24 de yoktur. Dipnotta benzer açıklama vardır.
Bu tahrife, katma ve çıkarmalara
karşı Kutsal Kitaptan bir beddua ve onları bekleyen âkıbet: "Bu kitabın
peygamberlik sözlerini her işitene ben şehadet ediyorum: Eğer bir adam
bunlara bir şey katarsa, Allah, bu kitapta yazılmış olan belâları ona
katacaktır; ve eğer bir adam bu peygamberlik kitabının sözlerinden
çıkarırsa, Allah bu kitapta yazılmış olan hayat ağacından ve mukaddes
şehirden onun payını çıkaracaktır." (Kitab-ı Mukaddes, 22/18-19, s. 274)
Ve Kur'an'dan bir âyet: “Vay haline o kimselerin ki Kitab’ı
elleriyle yazarlar, sonra o yazdıkları şeyi az bir para karşılığında
satmak için ‘Bu Allah katındandır’ derler. Ellerinin yazdıklarından
ötürü vay haline onların! Yine, kazandıklarından ötürü vay haline
onların!” (2/Bakara, 79)
Matta
İncili'ni yazan başka biri olmalı, Matta
İncilini Matta'dan başka biri yazmış olmalı ki, şöyle denilmektedir: "Ve
İsa oradan geçerken gümrük yerinde oturan ve Matta denilen bir adam
görüp ona: Ardımca gel, dedi. O da kalkıp ardınca gitti." (Matta, 9/9,
s. 9).
Luka, İncilini
niçin yazdı? Ona ilham eden kimdi? Luka İncilinin ilk satırlarından
anlaşılıyor ki, kendisi görmemiş, kimden rivâyet ediyor, belli değil:
"Aramızda vâki olmuş şeylerin hikâyetini, başlangıcından gözlerile
görenlerin ve kelâmın hizmetçisi olanların bizlere nakil ettiklerine göre tertip etmeğe birçok kimseler giriştiklerinden, ben de ta başından beri hepsini dikkatle araştırıp tahkik ederek, ey faziletli Teofilos, olduğu gibi sırası ile sana yazmağı münasip gördüm, ta ki, sana öğretilen kelâmın doğruluğunu bilesin." (Luka, 1/1-4, s. 56)
Yuhanna İncilinde, "o, bu, biz, ben" kimdir? "gören şehadet etti ve onun şehadeti doğrudur ve iman edesiniz diye kendisi doğruyu söylediğini bilir." (Yuhanna, 19/35, s. 116). "Bu şeylere şehadet eden ve bu şeyleri yazan şakirt budur ve biliriz ki, onun şehadeti
doğrudur. İsa'nın yaptığı başka çok şeyler daha vardır, eğer birer
birer yazılmış olsalar, yazılan kitaplar dünyaya bile sığmazdı sanırım." (Yuhanna, 21/24-25, s. 118)
Muharref
İncillerdeki Yüzlerce Çelişkiye Örnekler
Hıristiyanlara
göre Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri tümüyle vahiydir, Allah’a
ait doğrulardır ve bu dört İncil, birbirlerini tamamlayıp takviye
ederler. Ama, bu dört İncilde öylesine çok çelişki ve farklılılklar
vardır ki, bunlar koca bir kitabın kapsamı içinde ancak
değerlendirilebilir. Burada bu çelişkilerden bazı örnekler vermekle
yetineceğiz:
Muharref
İncillerde Hz.İsa’nın Nesebi Konusunda Görülen Çelişkiler:
Dört
İncilden ikisi, Markos ile Yuhanna, Hz.
İsa’nın nesebinden hiç bahsetmezler. Diğer iki İncil, yani Matta ile
Luka, onun nesebinden bahsetmekle beraber, verdikleri soy kütüğü
bakımından bu iki İncil arasında açık bir çelişki vardır.
Matta İncili,
Hz. İsa’nın soy kütüğünü Hz. İbrâhim’e kadar götürmekte, ondan ileriye
götürmemektedir. Luka İncili ise Hz. İsa’nın nesebini Hz. Âdem’e kadar
ulaştırmaktadır. Matta’da Hz. İsa’dan Hz. İbrâhim’e kadar kırk kişi sayılırken, Luka’da elli beş kişi
sayılmaktadır. Luka, Hz. İbrâhim’den Hz. Âdem’e kadar ayrıca yirmi kişi
saymaktadır, bu kısım Matta’da yoktur. Luka’nın verdiği soy kütüğünde
toplam isim sayısı yetmiş beşe ulaşmaktadır. Burada akla şöyle bir
ihtimal gelebilir: Matta’nın vermiş olduğu listede bazı isimler
unutulmuş olabilir; Luka, Matta’nın unutmuş olduğu isimleri listesine
ilâve ederek sayıyı yetmiş beşe çıkarmış olabilir. Fakat gerçek böyle
değildir. Matta’nın 1'den 40'a kadar saymış olduğu isimlerle, Luka’nın
1'den 55'e kadar saydığı isimler arasında büyük farklılıklar vardır. Matta’nın, Hz. İsa’nın atası olarak zikrettiği isimlerden yirmi üç tanesini Luka hiç zikretmiyor. Luka’nın, Hz. İsa’nın atası olarak zikrettiği isimlerden otuz sekiz tanesini de Matta hiç zikretmiyor.
İki
İncilde yer alan iki farklı ve ayrı soy kütüğü vardır ve bunların
birbirini tamamlaması imkânsızdır. Bu durumu daha açık bir şekilde
göstermek için her iki İncilde verilen soy kütüğünü karşılıklı olarak
bir tablo halinde göstermemiz mümkündür:
Hz.
İsa’nın Ataları:
Matta İnciline Göre
Luka
İnciline Göre
1- Yusuf Yusuf
2- Yakub Heli
3- Mattan Mattat
4- Eleazar Levi
5- Eliud Melki
6- Ahim Yannay
7- Sadok Yusuf
8- Azor Mattatya
9- Elyakim Amos
10- Abiud Nahum
11- Zerubbabel Esli
12-
Şealtiel Naggay
13- Yekonya Maat
14- Yoşiya Mattatya
15- Amon Semein
16- Manasse Yoseh
17- Hizkiya Yoda
18- Ahaz Yoanan
19- Yotam Risa
20- Uzziya Zerubbabel
21- Yoram
Şealtiel
22- Yehoşafat Neri
23- Asa Melki
24- Abiya Addi
25- Rehoboam Kosam
26- Süleyman Elmadam
27- Davud Er
28- Yesse Yeşu
29- Obed Eliezer
30- Boaz Yorim
31- Salmon Mattat
32- Nahşon Levi
33- Amminadap Simeon
34- Ram Yehuda
35- Hetsron Yusuf
36- Perets Yonam
37- Yehuda Elyakim
38- Yakub Melea
39-
İshak Menna
40-
İbrahim Mattata
41- Natan
42- Davud
43- Yesse
44- Obed
45- Boaz
46- Salmon
47- Nahşon
48- Amminadap
49- Aram
50- Hetsron
51- Perets
52- Yehuda
53- Yakub
54-
İshak
55-
İbrahim
Görüldüğü
gibi iki listede yer alan isimlerin büyük bir çoğunluğu birbirine
uymadığı gibi, uyan isimlerin sıradaki yerleri de hayli farklıdır
(Kitab-ı Mukaddes, Matta, I/1-17, s. 1; Luka, 3/23-38, s. 60-61).
Tabloda açıkça görüldüğü gibi Luka’nın ilâve ettiği isimler, Matta’nın
eksik bıraktığı isimler değildir. İki İncil farklı farklı soy kütükleri
vermişlerdir. Burada özellikle Matta’nın verdiği soy kütüğünde Hz.
Süleyman, Hz. İsa’nın atası olarak zikredilirken, Luka’da Hz.
Süleyman’ın kütükte yer almamakta olduğunu belirtmek gerekir.
Aslında
her iki İncil, Hz. İsa’nın nesebini vermekle beraber, ayrıca onun
babasız doğduğunu, annesi Meryem’in, Tanrı’dan hâmile kaldığını,
Tanrı’nın onun rahmine ruhu üfürmesi ile İs’nın dünyaya geldiğini
belirtmişlerdir. Yani bu iki İncile göre Hz. İsa’nın insan cinsinden
babası yoktur. Öncelikle, böyle bir soy kütüğü belirleyip Hz. İsa’nın
atalarını saymak, onun tanrılığı ile nasıl bağdaşır? Onu hem hâşâ
Allah’ın bir tecessüdü, aynısı olduğunu belirtip hem de ona babalar ve
dededeler atfetmek bir çelişki değil midir? Önce karar versinler, Hz.
İsa, hâşâ Allah’ın oğlu mu, yoksa bu sayılan insanların oğlu mu? İsa’nın
İncillerde sayılan bu baba ve dedeleri de ilâh mı, yoksa onlar birer
insan mı? Bunların Tanrı ile akrabalık dereceleri nedir?
Buna rağmen
İnciller, Hz. İsa’nın nesebini annesi Meryem tarafından değil de, üvey
babası Yusuf tarafından yürütmektedirler; bu açık bir çelişkidir. Hz.
İsa, Yusuf’un oğlu değilse, onun sülbünden meydana gelmemişse, Yusuf
nasıl Hz. İsa’nın babası olabiliyor? Hz. İsa, Marangoz Yusuf’un
sperminden hâsıl olmadığı halde bu iki İncilde Yusuf, onun babası
sayılarak Hz. İsa’nın soy kütüğüne birinci sıradan katılıyor. Hz. İsa’ya
bir soy kütüğü tesbit edilecekse, Bunun üvey baba Yusuf tarafından
değil, annesi Hz. Meryem tarafından olması gerekirdi. Eğer ona bir soy
kütüğü yazılması gerekli ise, bunun: İsa, Meryem’in oğlu; Meryem,
İmran’ın kız, İmran, ...... oğlu gibi neseb; Meryem, İmran,...
tarafından yürütülmeli idi. Kur’ân-ı Kerim, İmran’ın kızı Meryem’in Hz.
İsa’nın annesi olduğunu ve onun hiçbir beşerin eli değmeden İsa’yı
dünyaya getirdiğini belirtir. İsa (a.s.)’yı sık sık “Meryem’in oğlu İsa”
(2/Bakara, 87, 253; 3/Âl-i İmrân, 45, 157, 171; 5/Mâide, 17, 46, 72,
75, 78, 110, 112 vd.) şeklinde tanıtır.
Dolayısıyla
Matta ve Luka İncillerinin, Hz. İsa’ya üvey babası Yusuf tarafından
yürütmüş oldukları neseb, gerçekte Hz. İsa’nın nesebi değildir. Bu
İncillerin verdikleri soy kütüğü yanlış bir soy kütüğüdür. Bu iki
İncildeki Hz. İsa’nın soy kütüğü listeleri, aynı İncillerin diğer
yerlerindeki haberlerle de çelişmektedir (Kitab-ı Mukaddes, Matta,
1/18-25, s. 1; Luka, 2/1-7, s. 58).
Matta ve Luka
İncillerinde yer alan soy kütüğü
listelerinde Hz. İsa’dan Hz. İbrâhim’e kadar iki İncilin ittifak
edebildiği sadece on sekiz isim vardır. Diğer isimler birbirinden
farklıdır. Matta’da kırk isim varken, Luka’da bu isim listesi nasıl elli
beşe varabiliyor? Bu İncil yazarları Allah’tan nasıl bir vahiy almışlar
ki, birbirlerinden bu kadar farklı şeyler yazabilmişlerdir? Matta
İncilinin birinci bâbının 1-17. cümleleri arasında verilen listede
Yusuf’un, Hz. İsa’nın babası olduğu söyleniyor. Aynı İncilin aynı
bâbının 18-25. cümleleri arasında Hz. Meryem’in Allah’tan nasıl hâmile
kaldığı anlatılıyor. İnciller arasında çelişki olduğu gibi, bir İncilin
aynı bâbındaki cümleler arasında, aynı bapta, aynı sayfada çelişkilere
rast gelmekteyiz. Bundan sonra hıristiyan yazarlar dört İncilin,
yazarlar tarafından Tanrı’nın vahyi ile yazıldığını ileri
sürebiliyorlar.
Hz.
İsa’nın doğum olayına bağlı olarak Matta
ve Luka İncillerinde tesbit edilen diğer bir çelişki, o sırada Roma
imparatoru olan kişi ile, Suriye ve Filistin bölgesi yöneticileri
hakkında verilen haberlerdir. Matta’ya göre Hz. İsa’nın doğduğu sırada
kral olan kişi Hirodes’tir. O sırada herhangi bir nüfus sayımı sözkonusu
değildir. Hirodes, kâhinlerin kehâneti yüzünden yahûdilerden doğacak
bir çocuğun kendi tahtını elinden alacağını öğrenmiştir. Doğudan gelen
bu kâhinler, kral Hirodes’e “yahûdilerin kralı olarak doğan çocuk
nerede?” diye sorunca, Hirodes kendi tahtını tehdit eden Hz. İsa’yı
öldürmek için aramaya başlamış ve bu yüzden üvey babası, annesi ile
birlikte onu Beytlehem’den Mısır’a götürmüştür. Bu habere göre Hz.
İsa’nın doğum hâdisesi kral Hirodes zamanında cereyan etmiştir (Kitab-ı
Mukaddes, Matta, 2/1-17). Halbuki Luka’ya göre Hz. İsa, Roma imparatoru
Augustos zamanında dünyaya gelmiştir. Hz. İsa’nın üvey babası Yusuf,
Yahudiye’nin Beytlehem şehrindendir. Augustos imparatorluğunun her
tarafında nüfus sayımı yapılmasını emretmiş, Yusuf bunun üzerine
nişanlısı Meryem’le beraber sayılmak üzere Beytlehem’e gelmiştir. Hz.
İsa bu sırada dünyaya gelmiştir. O sırada Roma İmparatorluğunun Suriye
valisi Kirinius’tur. Luka İncilinde Hirodes ismi hiç geçmemekte,
dolayısıyla Hirodes yüzünden Mısır’a kaçıştan da bahsedilmemektedir.
Aksine bu İncilde nüfus sayımı var, anne ile babanın çocuğu önce
Kudüs’e, sonra kendi kentleri Galile’nin Nasıra şehrine götürmeleri var
(Kitab-ı Mukaddes, Luka, 2/1-40, s. 58-59). Matta’da Yahudiye’den
Mısır’a gidiş ve Mısır’dan Nasıra’ya dönüş varken, Luka’da Beytlehem’den
Kudüs’e, Kudüs’ten de Nasıra’ya dönüş vardır. Matta’da kral Hirodes
zikredilirken, Luka’da İmparator Augustos ve vali Kirinius isimleri
geçmektedir.
Hz. İsa’nın
doğumu olayında Hirodes’in ismini hiç ağzına almayan Luka, daha sonraki
bölümlerde ondan bahsetmekte, İmparator Tiberius zamanında Hz.
Yahya’nın vaftize başladığı sırada Hirodes’in, Galile’nin dörtte birini
yönettiğini haber vermektedir. Bu noktada, sonuç olarak şunu
söyleyebiliriz: Hz. İsa, Matta’ya göre imparator Tiberius zamanında
Hirodes’in krallığı sırasında dünyaya gelmiştir; Luka’ya göre ise
imparator Augustos zamanında vali Kirinius döneminde dünyaya gelmiştir.
Acaba birbiri ile çelişen bu iki vahiyden(!) hangisi doğrudur? (Şaban
Kuzgun, a.g.e. s. 305-311)
İncil
yazarları, Eski Ahitte teferruatıyla anlatılan gayr-ı meşrû yahûdi
atalarından bir nesli "Rab ve kurtarıcı" kabul edilen İsa'ya
yakıştırmışlardır. İçlerinde altı zinâkâr erkek ve en yakın
akrabalarıyla ilişkiler sonucu oluşan gayr-ı meşrû döller, İsa'nın
ataları olarak açıklanmış. Kendi kanunlarına göre taşlanarak
öldürülmeleri gereken (Kitab-ı Mukaddes, Levililer, 21/10, s. 120) ve
Allah'ın evinden sürülmeye mahkûm kadın ve erkeklerden meydana gelen
soykütüğü. Halbuki Kitab-ı Mukaddes'te şunları da vahiy kabul ediyorlar:
"Nâmeşru çocuk Rabbin cemaatına girmeyecektir. Kendinden olanlardan
hiçbiri, hatta onuncu nesle kadar Rabbın cemaatına girmeyecektir."
(Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, 23/2, s. 200). Meselâ Peretz ve Zorah Hz.
İsa'nın ataları olarak belirtilir (Matta, 1/3, s. 1). Bu kimseler ise
Tamar'ın kayınpederiyle yaptığı zinâdan doğmuşlardır (Kitab-ı Mukaddes,
Tekvin, 38/30, s. 39).
Hz.
İsa'nın soykütüğü dört İncilden sadece
ikisinde var. Allah, diğer iki İncil yazarına kendi oğlunun soykütüğünü
niçin ilham etmedi, o da belli değildir. Matta'da Davud ile İsa arasında
26 nesil sayılırken, Luka'da Davud ile İsa arasında kırk bir nesil
sayılır. Ve ikisi arasında tek ortak isim Yusuf'tur. Yusuf da,
zannedilen bir babadır: "Ve zannedildiği üzre, Yusuf oğlu, Heli oğlu..."
(Luka, 3/23, s. 60). Her iki İncil yazarı İsa'yı Davud'un oğlu diye
göstermek için gayret sarfeder. Çünkü atası Davud'un tahtı üzerine
oturması gerekir (Resullerin İşleri, 2/30, s. 121). Halbuki İncillere
göre Davud'un tahtı üzerine İsa değil, Roma'lı putperest bir vali
oturdu. Ve tahtın mirasçısını ölüme mahkûm etti.
Davud'un iki ayrı
oğlundan nesil olarak İsa doğamaz. Bu akla ve hayale sığmaz. Halbuki
Hz. İsa, Matta (1/6, s. 1): Süleyman yoluyla Davud'un oğludur. Luka
(3/31, s. 60): Natan yoluyla Davud'un oğlu olarak gösterilir.
Dolayısıyla Davud'un nesli olduğu daha ilk kalemde eline diline
dolaştırılır; kendi kendilerini tekzip ederler. Bu çelişki için bazı
hıristiyanlar, hiçbir delil olmadığı halde Matta'nın Yusuf'un
soykütüğünü, Luka'nın ise Meryem'inkini anlattığını iddia ediyorlar.
Halbuki Meryem'in ve babası İmran'ın isimleri kesinlikle soykütüğünde
yoktur.
Hz.
İsa (hâşâ) Lânetli miydi?
İncili
tahrif ederek, Hz. İsa sevgisinde aşırı giderek Tanrı'nın oğlu olarak
niteleyen hıristiyanlar, çok büyük çelişkiye düşerek onu Allah
tarafından lânetli kabul ederler. Bu son derece çirkin çelişki,
İncillerin belki en büyük çelişkisidir: "Mesih bizim uğrumuza lânet
olmuş olarak bizi şeriatin lânetinden kurtardı; çünkü yazılmıştır: Ağaç
üzerine her asılan lânetlidir." (Kitab-ı Mukaddes, Galatyalılara, 3/14,
s. 195). Tevrat'ta lânetlilerin bir grubu şöyle belirtilir: "çünkü
asılmış olan adam Allah tarafından lânetlidir." (Kitab-ı Mukaddes,
Tesniye, 21/23, s. 198). İncillerin dördü de Hz. İsa'nın asıldığını,
çarmıha gerildiğini ifade eder: Matta, 27/38; Markos, 15/27; Luka,
23/33; Yuhanna, 19/18. Kur'an, onun asılmadığını çok net olarak
belirtir: 4/Nisâ, 157.
“Kötü adam salihin fidyesidir, Hain adam da doğruların.”
(Kitab-ı Mukaddes, Süleymanın Meselleri, 21/18, s. 648). Demek ki, Hz.
Âdem'den Hz. İsa’ya kadar bütün peygamberler ve tüm insanlık salih ve
doğru olmamış sayılmalıdır ki, Hz. İsa, sâlih olarak o kötü adamların
fidyesi olsun; veya onlar sâlih ve doğru iseler, Hz. İsa kötü ve hâin
olmalı!
Yine, fidye olan biri, tüm insanlık
için, güzel bir görev uğruna ölen kimse, asılırken: “Allah’ım, niçin
beni bıraktın?” der mi? “Ve dokuzuncu saate doğru, İsa: Eli, Eli lama
sabaktani? Yani: Allah’ım, Allah’ım, beni niçin bıraktın? diye yüksek
sesle bağırdı.” (Matta, 27/46, s. 33; Markos, 15/34, s. 54)
Muharref
İncillerde Havârilerle İlgili Çelişkiler:
Hz. İsa’nın havâriler ile karşılaşması ve onları öğrenci olarak yanına alması olayı, Sinoptik
İncillerle
Yuhanna İncilinde birbirinden çok farklı ve çelişkili olarak
anlatılmaktadır. Matta, Markos ve Luka İncillerine göre Hz. İsa, Galile
(Celile) gölü kenarında faâliyet gösterirken önce balıkçılık yapan
Petrus ile onun kardeşi Andrea’yı, sonra Zebedi’nin oğulları Yakub ile
Yuhanna’yı vaazları sırasında tanımış, onları öğrenci olarak yanına
almış ve onlara “Sizi insan tutan balıkçı yapacağım” diyerek kendi
peşinden gelmelerini onlardan istemiştir (Matta, 4/18-22; Markos,
1/16-20; Luka, 5/1-11).
Hz.
İsa’nın bu ilk havârilerle karşılaşması
Matta ve Markos’a göre Hz. Yahya’nın tutuklanmasından sonra olmuştur.
Luka İncili bunun ne zaman olduğu konusunda herhangi bir tarih
vermemektedir. Yuhanna İnciline göre Hz. İsa’nın havarilerle
karşılaşması, Hz. Yahya’nın tutuklanmasından önce olmuştur. Yuhanna’ya
göre bu ilk karşılaşma, diğer İncillerde belirtildiği gibi Galile gölü
kıyısında İsa’nın vaazları sırasında olmamıştır. Bu İncile göre
balıkçılık olayı hiç ortada yoktur. Yuhanna’nın anlattıklarına göre ilk
havariler, Yahya’nın öğrencileri imişler. Petrus’un kardeşi Andreas, bir
arkadaşı ile otururken, oturdukları yerin önünden Hz. İsa geçiyormuş;
bu sırada Yahya, Hz. İsa’yı göstererek: “İşte Tanrı’nın Kuzusu” demiş.
Bu sözü duyan Andreas ve arkadaşı Hz. İsa’nın peşinden giderek ona
öğrenci olmuşlar. Andreas, daha sonra kardeşi Petrus’u da Hz. İsa’nın
yanına götürerek ona öğrenci yapmış. Yuhanna’ya göre Beytanya’da
gerçekleşen bu olayda, Hz. İsa’ya tâbi olan ilk öğrenciler: Andreas,
Petrus, Filipus ve Natanyel imiş (Yuhanna, 1/35-51, s. 93). Bu durumda
biz Sinoptik İncillerdeki bilgilere mi, yoksa Yuhanna’daki bilgilere mi
inanalım? Hz. İsa havarilerle ilk olarak Galile gölü kıyısında mı, yoksa
Beytanya’da mı karşılaştı? Bu karşılaşma, Hz. Yahya’nın
tutuklanmasından önce mi, yoksa sonra mı oldu? İlk havarileri, Hz.
İsa’ya Yahya mı gönderdi, yoksa onları Galile gölünde balık avladıkları
sırada Hz. İsa kendisi mi buldu? Uzayıp giden bu sorulara bir soru daha
ekleyebiliriz: İlk havariler Andreas, Petrus, Filipus ve Natanyel miydi,
yoksa Petrus, Andreas, Yakub ve Yuhanna mıydı? Hepsi iki şıklı olan bu
sorulardan birinci şıkları doğru kabul edersek, Yuhanna İncilinin
yazdıklarını kabul etmiş ve Sinoptik İncillerin yazdıklarını reddetmiş
oluruz. Yok, ikinci şıkları doğru kabul edersek bu defa Sinoptik
İncillerin yazdıklarını benimsemiş ve Yuhanna İncilinin yazdıklarını
kabul etmemiş oluruz. Yani, dört İncilin yazmış olduğu şeylerin tamamına
birden inanabilmek imkânsızdır; birine inanınca mecburen öbürünü
reddetmiş olursunuz. “Yuhanna doğru yazıyor” denildiği zaman, bu
konularda “diğer üç İncil yanlış yazıyor” denilmiş olur.
Havarilerin Kimler Olduğu Konusunda Bile İttifak Yoktur: Sinoptik
İnciller
on iki havarinin ismini birlikte verirken, Yuhanna İncili bunların
ismini (on iki olarak) birlikte vermez. Ayrıca Sinoptik İncillerde
(Matta, Markos, Luka) verilen isimler konusunda tam bir mutabakat
sağlanabilmiş değildir. Matta ile Markos’da şu isimler yer almaktadır:
Petrus, Andreas, Zebedi oğulları Yakub ile Yuhanna, Filipus, Bartalamay,
Tomas, Matta, Alfay oğlu Yakub, Taday, Yurtsever Simun, Yehuda
İskaryot. Luka İncilinde sayılan isimlerden onuncu isimde farklı bir
durum vardır. Matta ve Markos’da onuncu isim “Taday” iken, Luka’da bu
onuncu isim Yakub oğlu Yehuda’dır (Matta, 10/2-4; Markos, 3/13-19; Luka,
6/12-16). Yuhanna’nın ilk havâriler arasında ismini zikrettiği
Natanyel, Sinoptik İncillerde yer almamaktadır. Daha on iki havarinin
ismi üzerinde bile bir ittifak sağlayamayan bu dört İncilin sıhhatine
nasıl inanalım?
On iki havari ile ilgili olarak
İncillerde
dikkat çeken çok önemli bir husus daha vardır. On iki havarinin
isimleri arasında, daha sonra Hz. İsa’yı ihbar edecek olan Yehuda
İskaryot’un da ismi geçmektedir. İncillerde bu Yehuda’nın hâin ve
günahkâr olduğu, Hz. İsa’nın dilinden onun, “İnsanoğlunu ele verenin vay
haline! O adam hiç doğmamış olsaydı daha iyi olurdu” (Matta, 26/24, s.
30) diye belirtildiği halde, yine aynı İncillerde içlerinde bu hâin
Yehuda’nın isminin de bulunduğu on iki havari için, Hz. İsa’nın şöyle
söylediği zikredilmektedir: “İsa da onlara dedi: Doğrusu size derim:
İnsanoğlu her şeyin yenilenmesinde, izzetinin tahtına oturacağı zaman,
siz ki benim ardımca gelenlersiniz, siz de İsrailin on iki sıptına
hükmederek on iki taht üzerinde oturacaksınız.” (Matta, 19/28, s. 22).
Âhirette veya gelecekte on iki havari, on iki tahta oturup on iki İsrail
kabilesini yargılayacağına göre ve bu on iki kişi arasında Yehuda’nın
da adı zikredildiğine göre, tahtlardan birine oturup bir İsrail
kabilesini yargılayacaklardan biri de bu hâin Yehuda olacaktır. Halbuki
Hz. İsa, kendisini ihbar edecek olan bu kişi için “Doğmasa daha iyi
olurdu” dememiş miydi? Bu açık bir çelişki değil midir? Bu konuda Matta
İncilinin 19. bâbı ile ile 26. bâbı, açıkça birbirleriyle çelişkili
durumdadır.
Havarilerden Petrus ile ilgili olarak Hz.
İsa
bir yandan, ona İlâhî bir pâye vererek “Ne mutlu sana Yunus oğlu Simun,
bu sırrı sana açan insan değil, göklerdeki babamdır. Ben de sana şunu
söyleyeyim, sen Petrus’sun ve ben babamın topluluğunu bu kayanın üzerine
kuracağım... Göklerin egemenliğinin anahtarını sana vereceğim” (Matta,
16/17-19) diye ona hitap etmekte ve onu kendi yerine vekil bırakacağını
haber vermektedir. Bu bapta yazılanlara göre Hz. İsa, Petrus’a İlâhî bir
pâye verirken, aynı bâbın birkaç cümle sonrasında Petrus’un,
konuşmaları yüzünden Hz. İsa’yı azarlaması sebebiyle Hz. İsa’nın ona,
“Çekil önümden şeytan! Sen yolumda engelsin, senin düşüncelerin
Tanrı’nın değil, insanın düşünceleridir” (Matta, 16/23; Luka, 12/9)
dediği ileri sürülmektedir. Matta İncilinde yer alan bu çelişkili
ifadeler, İncillerin ne kadar güvenilir ve sağlam olduklarını açıkça
göstermektedir. Matta İncili 16. bâbın 19. cümlesinde “Bu sırrı sana
göklerdeki babam açtı... Göklerin egemenliğinin anahtarını sana
vereceğim” diye Petrus’a hitap eden Hz. İsa, nasıl oluyor da aynı bâbın
23. cümlesinde “Senin düşüncelerin Tanrı’nın düşünceleri değil... Çekil
önümden şeytan” diye aynı Petrus’a hitap etmiş oluyor?
Hz.
İsa, Matta ve Luka İncillerinde kendisini
inkâr edenleri kendisinin de inkâr edeceğini ifade ederek şöyle
söylemektedir: “İnsanların önünde beni açıkça kabul eden herkesi, ben de
göklerde olan babamın önünde açıkça kabul edeceğim. İnsanların önünde
beni inkâr edeni, ben de göklerde olan babamın önünde inkâr edeceğim”
(Matta, 10/32-33). Halbuki daha önce ilâhî bir pâye verdiği Petrus’un
tutuklandığı gece, kendisini inkâr edeceğini ona: “Bu gece horoz ötmeden
önce sen beni üç kere inkâr edeceksin” (Matta, 26/34; Markos, 14/30;
Luka, 22/34; Yuhanna, 13/38) diyerek haber vermişti. Buna göre Hz. İsa,
bir yandan, kendisini inkâr edenleri, kendisinin de inkâr edeceğini
söylerken, öbür yandan Petrus’a, “sen beni bu gece üç kere inkâr
edeceksin” diyerek ona hitap etmektedir. İncillerin beyanına göre,
gerçekten tutuklama gecesinde Petrus, Hz. İsa’yı üç kere inkâr etmiştir.
Petrus Hz. İsa’yı inkâr ettiğine göre, Hz. İsa’nın da göklerdeki
babasının önünde Petrus’u inkâr etmesi gerekmektedir. Madem ki Hz. İsa
“Beni inkâr edeni ben de inkâr edeceğim” demiştir ve Petrus da onu
insanların önünde inkâr etmiştir. Öyleyse onun da Petrus’u inkâr etmesi
kaçınılmazdır. Halbuki İncillerde geçen diğer pasajlara göre Hz. İsa,
Petrus’un kendisini üç kere inkâr etmesine karşılık, bırakın onu inkâr
etmeyi, kendisine pâyelerin en büyüğünü vererek onu kendi yerine vekil
bırakmaktadır.
İncillere göre Hz. İsa,
tutuklanıp çarmıha gerildikten sonra yeniden dirilerek havarilerine
görünmüş ve bu sırada Petrus’a, “Kuzularımı otlat” (Yuhanna, 21/15, s.
118) diyerek onu kendi yerine vekil bıraktığını açıklamıştır. Netice
olarak “Beni inkâr edeni ben de inkâr edeceğim” diyen Hz. İsa, bu
dediğinin aksine kendisini inkâr eden Petrus’u inkâr etmemiş oluyor.
Muharref
İncillerde Petrus’un inkârıyla ilgili
olarak bu belirttiğimizin dışında başka çelişkiler de vardır. Matta’ya
göre, “Sen İsa ile birlikte değil miydin?” diye soru soranların
birincisi bir hizmetçi kız, ikincisi başka bir hizmetçi kız, üçüncü
olarak bu soruyu soran ise orada oturmakta olan bir grup insandır
(Matta, 26/69-75, s. 31-32). Bu İncile göre üçüncü sorunun sorulmasından
ve Petrus’un üçüncü inkârından sonra horoz bir kere ötmüştür. Markos
İncili, diğer İncillerden farklı olarak, tutuklama gecesinde Hz. İsa’nın
Petrus’a: “Bu gece horoz iki kere ötmeden önce sen beni üç kere inkâr
edeceksin” (Markos, 14/30, s. 52) dediğini nakletmektedir. Diğer
İncillerde horoz bir kere öterken Markos İncilinde iki kere ötmektedir.
Markos İnciline göre, Petrus’a “Sen İsa ile birlikte değil miydin?” diye
soru soran birinci şahıs, hizmetçi kızdır. Aynı soruyu ikinci olarak
soran şahıs yine aynı kızdır. Soruyu üçüncü olarak soran, o sırada orada
oturan gruptur. Bu İncile göre birinci inkârından sonra horoz birinci
kere ötmüş, ikinci ve üçüncü inkârdan sonra ikinci olarak ötmüştür
(Markos, 14/66-72, s. 53). Luka’ya göre Petrus’a soruyu soran birinci
kişi hizmetçi kızdır. İkinci olarak soran ise “başka biri”dir. Bu “başka
biri”nin erkek mi, kadın mı, hizmetçi mi, yoksa başka bir meslek sahibi
mi olduğu Luka İncilinde açıklanmamıştır. Luka’da soruyu üçüncü olarak
soran, oradaki oturan grup değil, o gruptan biridir (Luka, 22/56-60, s.
87). Yuhanna İnciline göre soruyu birinci olarak soran, kapıcı kızdır.
Bu İncile göre soruyu ikinci olarak soran bir kişi değil, birkaç
kişidir. Soruyu üçüncü olarak soran, diğer İncillerin aksine bir grup
değil, başkâhinin kölelerinden biridir (Yuhanna, 18/17-27, s. 114).
Şimdi
sormak gerekiyor: Petrus’un bu üç inkârı sırasında horoz bir kere mi,
yoksa iki kere mi öttü? Petrus’a soruyu birinci olarak soranın, hizmetçi
kız olduğunda dört İncilde ittifak sağlanabilmiş, ama ikinci ve üçüncü
olarak soruyu soran, başka bir hizmetçi kız mı, yoksa birinci olarak
soruyu soran aynı hizmetçi kız mı? Soruyu soran bir kişi mi, yoksa
birden fazla kişiler mi? Soruyu üçüncü olarak soranlar orada oturan bir
grup insan mı, yoksa o gruptan biri mi, yahut başkâhinin kölesi mi? Bir
olay hakkında bu kadar farklı ve çelişkili bilgi veren bu İncillere
nasıl güvenilebilir, bunların İlâhî vahiy ürünü olarak havariler
tarafından hatasız olarak yazıldıkları nasıl kabul edilebilir?
Hz.
İsa’nın “İnsanoğlu” ve “Allah’ın Oğlu” Olarak Anılması Konusundaki Çelişkiler:
Sinoptik
İncillerde zaman zaman Hz. İsa’nın,
kendisinden, âdeta ulûhiyetini yalanlarcasına “İnsanoğlu” diye
bahsettiğine şâhit olmaktayız. Hz. İsa için "insanoğlu" deyimi, 4
İncilde toplam olarak 70 defadan fazla kullanılır. "İnsanoğlu" deyimi
için örnek olarak bkz. Matta, 12/39, s. 13; Markos, 14/41, s. 52; Luka,
6/22, s. 64; Yuhanna, 9/35, s. 104. Fakat bu İncillerin diğer bazı
yerlerinde “Allah’ın oğlu” tâbirinin geçtiğini de görmekteyiz (Matta,
16/16; Markos, 13/26-27; Luka, 9/20; Yuhanna, 1/14). Bir insan, hem
Allah’ın oğlu, hem de insanoğlu olabilir mi? İnsanoğlunun Allah’ın oğlu
olması mümkün müdür? Elbette mümkün değildir. Eğer mümkündür dersek,
insan = Allah olması gerekir; bu ise imkânsızdır. Çünkü Allah yaratıcı,
insan ise yaratılandır. Elbette yaratılan, yaratıcı olamaz. İncillerde
bu iki ifâdenin (Allah’ın oğlu ve insanoğlu), Hz. İsa için kullanılması
açık bir çelişkidir. Hz. İsa, ya insanoğludur veya Allah’ın oğludur. O,
hem Allah’ın oğlu, hem de insanoğlu olamaz. Fakat İncillere göre olamaz
diye bir kural yoktur ve herşey mümkündür.
Hz.
İsa’nın ilâhlığının İncillerdeki
delillerle çürütülmesi konusunda müstakil bir eser yazan İmam Gazâlî, bu
konuda şunları söylemektedir: “İki ilmî esas vardır. 1) Eğer delillerin
zâhirdeki mânâları akla uygun ise, bu deliller zâhirlerine terk edilir.
Eğer delillerin zâhirleri akla aykırı ise, bunlar te’vil edilir ve
bunlarla zâhirî mânâlarının murâd edilmediği, mecâzî mânâlarının kast
edildiği anlaşılır. 2) Eğer deliller birbirlerine aykırı hükümler ihtivâ
eder ve iki delil birbiri ile teâruz ederse (çelişirse), bunlardan
biri, bir şeyin isbâtına, diğeri ise nefyine delâlet ederse, bu
delilleri birbirleri ile çelişkili halde bırakamayız. Aksi halde iki
zıddı bir arada toplama durumuna düşeriz; bu ise muhaldir/imkânsızdır.
Bu noktada İncilleri ele aldığımız zaman, bir yandan Hz. İsa’nın
ilâhlığına delâlet eden, öbür yandan onun insanlığını ifade eden pekçok
söz buluruz. Meselâ: “Ben ve Allah biriz”, “Beni gören babayı görür. Ben
babadayım, baba da bendedir” gibi sözler, onun ilâhlığına delâlet eden
sözlerdir. Yuhanna İncilinde geçen bu sözlerin aksine, yine aynı Yuhanna
İncilinde tamamıyla Hz. İsa’nın insanlığına delâlet eden şu sözler
vardır: “Ey kutsal baba! Bana verdiğin kutsal isimle onları koru. Onlar
seninle bir olsunlar diye. Tıpkı benim olduğum gibi.” (Ebû Hamid
el-Gazzâlî, er-Reddu’l-Cemîl li İlâhiyyeti İsa bi Sarîh-i İncîl, Kahire,
1986, s. 100-105). İmam Gazâlî’nin tesbit ettiği gibi, Hz. İsa’nın
ilâhlığına delâlet eden sözlerin zâhirî mânâları özürlüdür, bunların
mecâzî mânâlarına mürâcaat etmek gerekir. İncillerde Hz. İsa’nın hem
insanlığına, hem de ilâhlığına delâlet eden sözler bulunduğuna göre,
burada birbirine zıt iki hüküm ortaya çıkmaktadır. Bu birbirine zıt iki
hükmü birlikte kabul etmek mümkün değildir. Birinin hakiki mânâsını alıp
diğerini te’vil etmek gerekir. İnsan sûretinde olan birinin ilâhlığı
aklen mümkün olmadığına göre, “insanoğlu” tâbirinin zâhirî anlamını alıp
“Allah’ın oğlu” tâbirini te’vil etmek gerekir. İncillerde geçen
“Allah’ın oğlu” deyimi ile gerçekten Allah’ın oğlunun kast edilmediği,
bu ifade ile mecâzen, Allah’ın biricik sevgili kulunun kast edildiği
ortaya çıkmaktadır.
Hıristiyanlar,
İncillerde geçen “Allah’ın oğlu” tâbiri ile Allah’ın, Hz. İsa’nın
bedenine girerek oraya yerleştiğini ve İsa’nın vücudunda insanlara
tecellî ederek göründüğünü, dolayısıyla Hz. İsa’nın ilâhlaştığını iddia
etmektedir. Aslında İncillerde Hz. İsa için söylenen “Allah’ın oğlu”,
“babanın oğlu” tâbirleri sadece Hz. İsa için değil; havariler için,
hatta Hz. İsa’ya inanan bütün hıristiyanlar için de kullanılmaktadır.
Meselâ: “Düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin. Öyle ki
göklerde olan babanızın oğulları olasınız” (Matta, 5/44-45, s. 5). Demek
ki babanın oğlu, Allah’ın oğlu olmak İncillere göre bile, sadece Hz.
İsa’ya âit bir imtiyaz değildir; iman eden herkes Allah’ın oğlu
olmaktadır. Bu tâbir, daha açık ve daha net bir şekilde Yuhanna
İncilinde şöyle açıklanmaktadır: “(Yahya) Kendi yurduna geldi, ama halkı
onu kabul etmedi. Ancak, kendisini kabul edip adına iman edenlerin
hepsine ‘Allah’ın oğlu’ olmak hakkını verdi. Onlar ne kandan, ne bedenin
isteğinden, ne de insanın isteğinden doğdular; tersine, Allah’tan
doğdular.” (Yuhanna, 1/11-13, s. 92). Yuhanna’nın bu beyanına göre
Allah’ın oğlu olmak, sadece Hz. İsa ve ona iman edenlere mahsus
değildir. Bu sıfat, Hz. İsa’dan önce gelen Hz. Yahya’ya ve ona iman
edenlere de nisbet edilmektedir. Hz. Yahya’nın dâvetine inananlar,
Allah’ın oğulları olarak, kandan, bedenden değil; bizzat Allah’tan
doğmuşlardır, onlar Allah’ın oğullarıdır. Yuhanna’nın mantığına göre Hz.
İsa, havariler, Hz. İsa’ya inanan bütün hıristiyanlar, hatta Hz. Yahya
ve onun öğrencileri “Allah’ın oğulları” olduklarına göre, bunların hepsi
birer ilâh olmaktadırlar. Allah’ın oğlu tâbiri ile kast edilen, gerçek
bir baba-oğul ilişkisi değil; aksine baba ile oğul arasında mevcut olan
münâsebete benzer bir sevgi ve muhabbet bağı olduğu şeklinde
anlaşılmalıdır. Böyle anlamayan ve Allah’a oğul isnâd edenler, hak dinin
en temel esası olan tevhidi terketmiş olup bu inançlarıyla apaçık küfre
ve şirke düşmektedir (5/Mâide, 17, 72, 73; 9/Tevbe, 31).
Hz.
İsa’nın Tutuklanma Gecesinde Meydana Gelen Olaylarla İlgili Olarak Görülen Çelişkiler:
Dört
İncil, Hz. İsa'nın tutuklanma gecesinde
meydana gelen olayları çok geniş bir şekilde anlatmasına rağmen, bu
anlatımda büyük farklılıklar ve çelişkiler vardır. İnciller, Hz. İsa'nın
tutuklandığı gece Yehuda tarafından ele verilişini farklı farklı
anlatmaktadır. Hz. İsa'nın o gece havarileriyle konuşmasını ve vaazını
Sinoptik İnciller çok kısa bir biçimde verdikleri halde, Yuhanna
İncilinde bu konuşma ve vaaz dört bölüm halinde çok geniş biçimde
veriliyor. Yuhanna'ya göre Hz. İsa'nın tutuklandığı yer, Kidron
vâdisinin ötesinde bir bahçedir. Kidron vâdisi ismi, diğer İncillerde
geçmez. Yuhanna'ya göre Hz. İsa'yı tutuklamaya gelen Yehuda'nın yanında
bir bölük asker vardı. Hz. İsa, gelenlere kimi aradıklarını sorunca
onlar: "Nasıra'lı İsa'yı" cevabını vermişler, İsa da onlara "İsa benim"
cevabını vermiştir. Bu cevabı alan askerler, geri çekilip korkudan yere
düşmüşlerdir. Diğer İncillerde bu yere düşme olayı yoktur. Bu sırada
Petrus, üstünde taşıdığı kılıcı çekerek baş kâhinin kölesinin kulağını
kesmiştir. Ancak, Hz. İsa Petrus'a müdâhale ederek, "Kılıcını kınına
koy" demiş ve ona engel olmuştur (Yuhanna, 18/1-11, s. 113-114). Matta
ve Markos İncillerine göre Hz. İsa, Getsemani bahçesinde tutuklanmıştır.
Bu İncillere göre Hz. İsa, öğrencileri ile beraber Fısıh Yemeğinden
sonra Getsemani bahçesine gitmiş ve orada tutuklanmıştır. Luka İncilinde
Kidron vâdisi olmadığı gibi, Getsemani bahçesi de yoktur. Matta ve
Markos'a göre İsa'yı tutuklamaya gelen kalabalık onu tanımamaktadır,
onları getiren Yehuda, Hz. İsa'yı onlara tanıtmak için onlarla gizli bir
anlaşma yapmıştır. Yehuda onlara, "kimi öpersem İsa odur, hemen onu
tutuklayın" diye tenbih etmiştir. Olay da aynen bu şekilde cereyan
etmiş, Yehuda, hemen İsa'ya sarılarak gelenlerin onu tanımalarını
sağlamıştır. Bu olay Yuhanna'da hiç yoktur. Hz. İsa'nın tutuklandığı
sırada onun öğrencilerinden, kılıcını çekip askerlere saldıran kişinin
adı Yuhanna'da Petrus olarak geçer, diğer üç İncil'de isim verilmez. Hz.
İsa, Dört İncile göre de tutuklandığı sırada kendi adamlarının
gelenlere karşı kılıç kullanmasına mâni olmuştur. Ancak bu hususta Luka
İncilinde diğer İncillerde bulunmayan bir haber mevcuttur. Bu İncile
göre Hz. İsa, kulağı kesilen kölenin kulağına dokunmak sûretiyle onu
tedavi etmiştir (Matta, 26/47-54; Markos, 14/43-47; Luka, 22/47-51).
Fısıh
Yemeğinden sonra tutuklanacağını havarilerine haber veren Hz. İsa,
diğer İncillere göre kendi tutuklanışını engellemek üzere hiçbir şey
yapmamış, askerlere karşı hiç direnmemiştir. Ama Luka İnciline göre,
tutuklanacağını bilen İsa, tutuklanmasını engellemek ve tutuklamaya
gelenlere karşı direnmek için bazı tedbirler almıştır. Tutuklanacağını
öğrencilerine haber verdiği konuşmasının sonunda o, öğrencilerine şöyle
tâlimat vermiştir: "Şimdi kesesi olan onu yanına alsın, torbası olan onu
da yanına alsın, kılıcı olmayan, abasını satıp bir kılıç alsın... Rab
işte burada iki kılıç var dediler. O da onlara, 'yeter' dedi" (Luka,
22/36-38, s. 87). Luka'daki bu ifâdeye göre, Hz. İsa havarilere,
kendisini korumaları için abalarını satıp kılıç almalarını emretmiştir.
Nitekim kılıçlı öğrencilerden biri, tutuklamaya gelenlerden birine
saldırarak onun kulağını kesmiştir. Madem ki Hz. İsa, havarilerine
kendisini kılıçla korumalarını emretmiştir, öyleyse neden kendisini
korumak üzere kılıçlarına davranan bu öğrencilerine engel olmuştur?
Öğrencilerine "Abalarınızı satıp kılıç alın ve beni koruyun" dediği
halde, niçin kulağı kesilen adamın kulağını tedavi etmiştir?
Diğer
üç İncile göre Hz. İsa'yı tutuklamaya gelenler, Ferisîlerin ve baş
kâhinlerin adamlarıdır; gelenlerin arasında Ferisîler ve baş kâhinler
yoktur. Ama Luka İnciline göre tutuklamaya gelenlerin arasında, baş
kâhinler, mâbedin koruyucularının komutanları ve ihtiyarlar vardı. Bu
noktada da Luka İncili diğer üç İncil ile çelişkiye düşmektedir. Luka
İncilinde görülen başka bir tenâkuz da Hz. İsa'yı tutuklamaya gelenlerin
bizzat Ferisîler ve komutanlar olmalarına karşılık, bunların Hz. İsa'yı
tanımadıkları, bu yüzden Yehuda'nın öptüğü kişinin Hz. İsa olduğunu
anlamaları konusudur. Çünkü Hz. İsa, mâbedde vaaz etmekte ve sürekli
Ferisîlerle münâkaşa etmekteydi. Bu yüzden Ferisîlerin, mâbedin
koruyucularının ve komutanların onu tanımamaları imkânsızdı. Bu yüzden
Yehuda'nın, onlara Hz. İsa'nın yerini gösterdikten sonra, onu öpmek
sûretiyle onlara tanıtmasına ihtiyaçları yoktu.
Hz.
İsa nerede tutuklandı, Getsemani
Bahçesinde mi, Zeytin Dağında mı, yoksa Kidron Vâdisinin ötesinde bir
bahçede mi? Onu tutuklamaya gelenler, Hz. İsa'yı karşılarında görüp onun
İsa olduğunu anlayınca dehşete kapılarak geri çekilmiş ve yüzüstü yere
düşmüşler mi, yoksa böyle bir olay meydana gelmeyip Yehuda, Hz. İsa'yı
öpmek sûretiyle tutuklamaya gelenlere onu bu sûrette mi tanıtmıştır? Baş
kâhinin kölesinin kulağını koparan kim, Petrus mu, yoksa başka bir
öğrenci mi? Tutuklama gecesinde tutuklamaya gelenlere karşı koymak ve
Hz. İsa'nın tutuklanmasına engel olmak için havariler abalarını satıp
kılıç aldılar mı, almadılar mı? Eğer Hz. İsa onlara kılıç almalarını
söylememişse niçin o anda orada kılıç bulundurmuşlardır? Eğer kılıç
almalarını onlara emretmişse, o zaman oraya gelenlere kılıçla karşı
koydukları sırada öğrencilerine Hz. İsa niçin engel olmuştur? Kulağı
kesilen kölenin kulağını Hz. İsa, tedavi etmiş mi, yoksa etmemiş mi?
Bütün bu sorular, "İncillerimiz vahiy ürünüdür ve bunlar hatasız olarak
yazılmışlardır" diyen kimseler tarafından cevaplanması gereken
sorulardır.
Hz.
İsa’nın Muhakeme Edilmesi, Çarmıha Gerilmesi ve Yeniden Dirilmesiyle İlgili Çelişkiler:
Hz.
İsa'nın tutuklanmasından sonra muhakeme
edilişi, çarmıha gerilişi, mezara konuşu, mezardan kıyam ederek
dirilişi, öğrencilerine görünüşü ve semâya çıkışı konularında muharref
İncillerde yüzlerce farklı ve çelişkili bilgi vardır. Bunları maddeler
halinde açıklamak mümkündür. Önce, tutuklamanın hemen arkasında cereyan
eden olayların İncillerde verilişindeki farklılıkları ve çelişkileri şu
şekilde tesbit edebiliriz:
1- Matta ve Markos
İncillerine
göre Hz. İsa'nın tutuklanmasından sonra, talebeleri oradan
kaçmışlardır. Luka İncilinde bu konuda bir açıklık yoktur. Fakat Markos
İncili, İsa tutuklandıktan sonra bir gencin onun arkasından gittiğini,
onu yakalamak istediklerinde üzerindeki elbiseyi bırakarak Hz. İsa'nın
peşinden koştuğunu ifade etmektedir. Diğer İncillerde bu gençten
bahsedilmemektedir (Matta, 26/56; Markos, 14/50-52).
2- Hz.
İsa tutuklandıktan sonra yapılan mahkeme,
Matta, Markos ve Yuhanna'ya göre aynı gece yahûdi meclisinin önünde
cereyan etmiştir. Luka'ya göre Hz. İsa, aynı gece değil; ertesi gün
muhakeme edilmiştir (Matta, 26/57; Markos, 14/53; Luka, 22/66; Yuhanna,
18/19).
3- Yuhanna'ya göre Hz.
İsa,
kâhinlerin reislerinin sorularına cevap vermediği için reisin hizmetçisi
tarafından dövülmüştür (Yuhanna, 18/22). Ancak diğer İncillerde bu
konuda hiçbir bilgi yoktur.
4- Matta
İnciline göre Hz. İsa'yı muhakeme eden
Romalı hakim Pilatus'un karısı, rüyasında Hz. İsa'nın beraat ettiğini
görmüş, bu yüzden onun beraat ettirilmesini kocasından istemiştir
(Matta, 27/19). Diğer İnciller, bu olaydan bahsetmezler.
5- Luka'ya göre hakim Pilatus, Hz.
İsa'yı
muhakeme edilmek üzere Galile (Celile) hakimi Herodos'a göndermiştir
(Luka, 23/7-11). Diğer İncillerde bu konuda herhangi bir bilgi yoktur.
6- Matta'ya göre Pilatus, Hz.
İsa'nın
beraat etmesi gerektiği kanaatine vardıktan sonra, ellerini su ile
yıkamış ve "ben bu iyi insanın kanından berîyim" (Matta, 27/34)
demiştir. Diğer İnciller bu konuda bilgi vermemektedir.
7- Matta'ya göre Pilatus, Hz.
İsa'yı
serbest bırakmaya karar verip bunu yahûdilere açıkladığı zaman
yahûdiler, "Onun kanı bize ve çocuklarımıza borç olsun" (Matta, 27/25)
demişlerdir. Bu husus diğer İncillerde bu şekilde yer almamaktadır.
Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi ile ilgili olarak
İncillerde yer alan haberlerde başlıca şu farklılıkları ve çelişkileri tesbit etmekteyiz:
1- Hz. İsa'nın
çarmıha gerildiği ağacı, çarmıha gerildiği yere, Yuhanna'ya göre bizzat
Hz. İsa taşımış, Sinoptik İncillere göre ise Kirene'li Simun taşımıştır
(Matta, 27/32; Markos, 15/21; Luka, 23/26; Yuhanna, 19/17).
2- Çarmıha
gerilmeden önce askerler, Hz. İsa'ya içmesi için Markos'a göre acı
karışık şarap verdiler. Matta'ya göre ise, ekşimiş sirke verdiler
(Matta, 27/36; Markos, 15/23). İsa'ya verilen içecek şarap mı, yoksa
sirke mi? İki İncil farklı farklı bilgi vermektedir. Diğer iki İncil ise
bu konuda hiçbir bilgi vermiyor.
3- Hz.
İsa, çarmıhta can çekişirken, Yuhanna İnciline göre "susadım" demiştir (Yuhanna, 19/28). Diğer İncillerde bu ifâde yoktur.
4- Muharref
İncillere göre Hz. İsa, iki yanında birer
hırsız bulunduğu halde çarmıha gerilmişti. Markos'a göre onunla beraber
çarmıha gerilen iki hırsız, Hz. İsa'yı korkutuyorlardı. Luka'ya göre bu
iki hırsızdan biri onu korkutuyordu, diğeri ise Hz. İsa'ya acıyordu
(Markos, 15/32; Luka, 23/39).
5- Markos'a göre Hz.
İsa, saat üçte çarmıha gerilmiştir. Yuhanna'ya göre ise saat altıdan sonra çarmıha gerilmiştir (Markos, 15/25; Yuhanna, 19/14).
6- Luka'ya göre, Hz.
İsa
çarmıhta iken "Ya rab onları affet, onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar"
(Luka, 23/34) demiştir. Diğer İncillerde bu bilgi mevcut değildir.
7- Hz.
İsa, çarmıha gerildiği sırada, Matta ve
Markos'a göre "Allah'ım, Allah'ım! Niye beni terkettin" (Matta, 27/46;
Markos, 15/34) demiştir. Bu ifâde diğer iki İncilde mevcut değildir.
8- Haça gerilince asılan
yaftada ne yazıyordu? “Ve: YAHUDİLERİN KIRALI İSA BUDUR, diye başı
üzerine cürüm yaftası koydular.” (Matta, 27/37, s. 33). “Onun üzerinde
suç yaftası: YAHUDİLERİN KIRALI, diye yazılmıştı.” (Markos, 15/26, s.
54). “Onun üstünde de şu yazı vardı: YAHUDİLERİN KRALI BUDUR” (Luka,
23/38, s. 89). “Pilatus bir yafta yazıp onu haç üzerine koydu: NÂSIRALI
İSA, YAHUDİLERİN KIRALI, yazılı idi.” (Yuhanna, 19/19, s. 115).
9- Hz. İsa,
çarmıha gerildiği sırada, Yuhanna'ya göre onun yanında başta annesi
Meryem olmak üzere, Mecdelli Meryem, diğer Meryem ve bir öğrenci
bulunuyordu. Diğer İncillerin anlattığına göre, o çarmıha gerilirken
kadınlar da, talebeleri de onun yakınında değildiler, onlar uzaktan
olayı seyrediyorlardı (Matta, 27/55; Markos, 15/40; Luka, 23/49; Yuhanna, 19/25).
10- Hz.
İsa'nın çarmıha gerilmesinden sonra
Matta'ya göre büyük mûcizeler olmuştur. Markos'a göre ise bu
mûcizelerden sadece bir mûcize cereyan etmiştir. Bu da heykelin
perdesinin yırtılması olayıdır. Luka'ya göre, daha Hz. İsa ölmeden önce
güneş kararmış ve heykelin perdesi yırtılmıştır (Matta, 27/51-54;
Markos, 15/38; Luka, 23/45).
Hz. İsa'nın kabre konulmasıyla ilgili
olarak
İncillerdeki farklılıklar ve çelişkiler kısaca şunlardır:
1- Çarmıhtan
ölü olarak indirilen Hz. İsa'yı, Yuhanna'ya göre, Yusuf ve Nikodim
isimli iki kişi defnetmiştir. Sinoptik İncillere göre sadece Yusuf
defnetmiştir (Matta, 27/57-61; Yuhanna, 19/39-40)
2- Yusuf ve Nikodim, Hz.
İsa'nın
kefenine Yuhanna'ya göre hoş kokular sürmüşlerdir. Diğer İncillerde bu
konuda herhangi bir bilgi yoktur (Yuhanna, 19/39; Markos, 15/42-47).
3- Sinoptik İncillerde
Hz. İsa'nın defnedilmesi olayına kadınların şâhit oldukları yazılı
olmasına rağmen, Yuhanna İncilinde bu konuda bilgi mevcut değildir
(Matta, 27/56-61; Markos, 15/42-47; Luka, 23/50-56; Yuhanna, 19/38-42).
Hz. İsa'nın yeniden dirilerek mezarını terketmesi olayı
Matta, bap 28, Markos, bap 16, Luka bap 24, Yuhanna bap 20-21'de anlatılmaktadır. Adı geçen İncillerin bu baplarında anlatılan olayda şu noktalarda farklılıklar görülmektedir:
1- Hz.
İsa'nın kabre konulmasından sonra onun
kabrini ilk ziyaret edenler, Matta'ya göre Mecdelli Meryem, Salome ve
Yakub'un annesi Meryem'dir. Luka'ya göre mezarı ilk ziyarete gidenler
bir grup erkek ve kadındır. Bu İncilde şahıs ismi verilmemektedir.
Yuhanna İnciline göre kabri ilk ziyaret eden sadece Mecdelli Meryem'dir;
o, gördüklerini bilâhere diğerlerine haber vermiştir.
2- Hz.
İsa'nın kabrini ziyarete gidenler, kabirde
ilk olarak Matta'ya göre melekleri görmüşlerdir. Markos'a göre kabirde
bir genci görmüşlerdir. Luka'ya göre kabirde iki insan görülmüştür.
Yuhanna'ya göre ise iki melek görülmüştür.
3- Yeniden dirildikten sonra Hz.
İsa'yı
ilk gören kişi, Matta'ya göre Mecdelli Meryem, Luka'ya göre Emayus'a
giden iki öğrenci, Yuhanna'ya göre yine Mecdelli Meryem'dir.
4- Hz. İsa'nın,
yeniden dirilerek zuhur ettiğini havarilere ilk olarak haber veren
kişiler, Matta'ya göre iki Meryem, Markos'a göre Mecdelli Meryem ve iki
öğrenci, Luka'ya göre sadece iki öğrenci, Yuhanna'ya göre saedce Mecdelli Meryem'dir.
5- Hz.
İsa'nın dirilerek kabirden çıktıktan sonra
öğrencilerine göründüğü yer, Matta ve Markos İncillerine göre
Galile'dir. Luka'ya göre Hz. İsa öğrencilerine Kudüs'te görünmüştür.
Yuhanna'ya göre ise, hem Kudüs'te, hem de Galile'de görünmüştür.
6- Hz.
İsa, yeniden dirildikten sonra havarilere
ve diğer öğrencilerine Sinoptik İncillere göre sadece bir kere görünmüş,
ama Yuhanna'ya göre üç kere görünmüştür.
Hz.
İsa'nın ne zaman tutuklandığı, ne zaman
muhakeme edilerek çarmıha gerildiği, kabirde ne kadar kaldığı,
öğrencilerine ne şekilde göründüğü ve onlara neler söylediği İncillerde
farklı farklı anlatılmaktadır. Yuhanna'ya göre Hz. İsa'nın tutuklanması
Fısıh gününden önce olmuştur. Sinoptik İncillere göre ise Fısıh yemeği
gecesi olmuştur.
Matta İnciline
göre Hz. İsa'nın, defnedildikten sonra kabirde üç gün kalacağı ısrarla
belirtilmesine karşılık, aynı İncilde ve diğer İncillerde onun, sebt
(cumartesi) gününü tâkip eden haftanın ilk gününde (pazar) kabirde
görülmediği haber verilmek sûretiyle büyük bir çelişkiye düşülmektedir.
Matta'ya göre Fısıh yemeği gecesi cuma günü akşamı Hz. İsa tutuklanmış,
cumartesi günü saat üçte haça gerilmiş, pazar sabahı Mecdelli Meryem,
tan yeri ağarırken kabrini ziyarete gidince onu kabrinde bulamamıştır
(Matta, 12/38-40; 26/17-75; 27/1-55; 28/1-11). Hz. İsa bu durumda nasıl
kabirde üç gün kalmış oluyor? Bırakın kabirde üç gün kalmasını, onun
kabirde kaldığı süre tam bir gün dahi olmamaktadır. Markos ve Luka,
olayı hemen hemen Matta'nın anlattığı şekilde nakletmektedirler. Onlar
da tutuklamanın cuma günü akşamı olduğunu, cumartesi günü saat üçte
çarmıha gerildiğini ve pazar günü kabirden çıktığını haber
vermektedirler. Yuhanna İnciline göre Hz. İsa, cumartesi gecesi
defnedilmiştir (Yuhanna, 19/31).
Hz. İsa’nın Kudüs’e Giderken Bindiği Hayvanın Mâhiyeti Konusundaki Çelişkiler:
Hz.
İsa'nın Kudüs'e gidişi dört İncilde farklı
şekillerde anlatılmaktadır. Yuhanna, Hz. İsa'nın Kudüs'e gidişi
sırasında herhangi bir hayvana binip binmediği konusunda bir açıklama
yapmaz. Markos ve Luka İncilleri, Kudüs'e gitmek isteyen Hz. İsa'nın,
iki öğrencisini karşıdaki köye gönderip oradan getirttiği sıpaya
bindiğini, yani onun sıpa üstünde Kudüs'e girdiğini yazarlar. Matta
İnciline göre ise, karşılıklı köye giden öğrenciler, oradan dişi bir
eşek ile yanındaki sıpayı Hz. İsa'ya getirmişler ve Hz. İsa, sıpaya
değil; eşeğe binerek Kudüs'e gitmiştir (Matta, 21/1-7; Markos, 11/1-11;
Luka, 19/28-40; Yuhanna, 12/12-19).
Hz.
İsa Kudüs'e yaya mı, yoksa hayvan üstünde
mi gitti? Hayvan sırtında gitti ise bindiği hayvan dişi eşek mi, yoksa
eşeğin sıpası mı? İnciller arasında bu konularda da bir ittifak
sözkonusu değildir.
Lânetlenen İncir Ağacı Konusunda Görülen Çelişkiler:
Sinoptik
İncillerden Matta ve Markos'ta haber
verilen, İncir ağacının, Hz. İsa'nın lânetlemesinden sonra kuruması
olayı, bu iki İncilde birbirinden farklı şekilde anlatılmaktadır.
Matta'ya göre sabah erkenden kente dönen Hz. İsa, yürürken yolun
kenarındaki bir İncir ağacını görmüş, onda incir var zannederek ağacın
yanına gitmiş ve ağaçta incir olup olmadığını kontrol etmiştir. Onda
meyve olmadığını görünce canı sıkılarak ağaca, "Sonsuza dek artık meyve
vermeyesin" demiş ve bu sözü söyler söylemez ağaç kurumuştur. Markos ise
olayı Matta'dan daha farklı anlatmaktadır. Markos'a göre Beytanya'dan
çıkan Hz. İsa, yolda giderken uzaktan yaprakları yeşil bir incir ağacı
görmüş, kendisi çok acıktığından meyve bulmak umudu ile ağacın yanına
gitmiştir. Ancak meyve mevsimi olmadığı için ağaçta yapraktan başka bir
şey bulamayınca "Artık senden hiç kimse bir daha meyve yemesin" diye
ağacı lânetlemiştir. Markos'a göre bu sözün arkasından ağaç hemen
kurumamıştır. Hz. İsa ve öğrencileri ertesi günü kentten geri
dönerlerken aynı incir ağacının yanından geçmişler, o sırada ağacın
kuruduğunu görmüşlerdir (Matta, 21/20-22; Markos, 11/22).
Hz.
İsa'nın lânetlediği bu ağaç, yolun hemen
kenarında mıydı, yoksa uzakta mıydı? Ağaç, Hz. İsa beddua ettiği gibi
hemen mi kurudu, yoksa ertesi gün mü kuruduğu görüldü? Olayı nakleden
iki İncil bu noktalarda çelişkiye düşmektedir.
Her iki ibâre arasında
mevcut olan ihtilâfın dışında daha başka önemli bir husus vardır. O da
şudur: İsa (a.s.), sahibinin izni olmadan ağaçtan incir yemezdi. Buna
hakkı yoktu. Ağaca beddua ederek ağaç sahibini zarara sokması da mümkün
değildir. Hele, mevsimi olmadığı için meyvesi bulunmayan ağaca kızması
akıl kârı değildir. Halbuki onun peygamberliğine ve mûcizelerine uygun
düşen davranış, ağaç için duâ ederek ağaçtan meyve yeşertmesi ve
sahibinin izniyle de yemesiydi. Böylece ağaç sahibine de yararı
dokunurdu. İncillerdeki bu ibâreler aynı zamanda, onun Rab olmadığını da
isbat ediyor. Eğer İsa Rab olsa idi, mevsimi gelmeden bir ağacın meyve
vermeyeceğini bilirdi ve ağaca kızmazdı."
Hz. İsa’nın Kendi Nefsi İçin Şehâdeti Konusunda Çelişkiler:
Hz.
İsa'nın kendi nefsi hakkındaki şehâdeti
konusunda Yuhanna İncilinde açık çelişki vardır. Yuhanna İncilinin
beşinci bâbında Hz. İsa'nın şöyle söylediği nakledilmektedir: "Ben
kendiliğimden bir şey yapamam... Eğer ben kendim için şehâdet edersem bu
şehâdetim doğru değildir." (Yuhanna, 5/30-31, s. 97). Aynı Yuhanna
İncilinin bu defa yedinci bâbında Hz. İsa'nın, "Ben kendim için şehâdet
ediyorsam da şehâdetim doğrudur" (Yuhanna, 8/14, s. 102) “Kendi için
şehadet eden benim.” (Yuhanna, 8/18, s. 102) dediği ifâde
edilmektedir. Bir şehâdet aynı anda nasıl hem doğru, hem de yanlış
oluyor, hem hak, hem de bâtıl olabiliyor?
Hz. Yahya ile ilgili çelişkiler:
Muharref
İncillerin Hz. Yahya ile ilgili olarak
verdikleri haberler çoğunlukla birbirleriyle çelişkilidir. Bu
çelişkilerin başında Yahya'nın, İlya olup olmadığı hususunda verilen
bilgilerdeki farklılıklardır. Matta İncilinde Yahya'nın İlya olduğu
belirtilirken, Yuhanna İncilinde ise tam tersi söylenerek Yahya'nın İlya
olmadığı ifade edilmektedir. "İsa, 'İlya gerçekten gelecek ve her şeyi
yeniden düzene koyacak' diye cevap verdi. 'Size şunu söyleyeyim. İlya
zaten gelmişti, ama onu tanımadılar, ona yapmadıklarını bırakmadılar... O
zaman öğrenciler İsa'nın kendilerine vaftizci Yahya'dan söz ettiğini
anladılar (Matta, 17/11-13; 11/12-15). Matta İncilindeki bu ifadeden,
Yahya'nın İlya olduğu açıkça anlaşılıyor. Bir de Yuhanna'nın
yazdıklarına bakalım: "Yahudiler Yahya'ya, 'sen kimsin?' diye sormak
üzere Kudüs'ten kâhinlerle Levilileri gönderdikleri zaman, Yahya'nın
tanıklığı şöyle oldu: 'Ben peygamber değilim' diye açıkça konuştu. Onlar
kendisine, 'Öyleyse sen kimsin? İlya mısın?' diye sordular. O da:
'Değilim' dedi. 'Sen peygamber misin?' sorusuna da: 'hayır' cevabını
verdi." (Yuhanna, 1/19-21). Görüldüğü gibi, Yuhanna'ya bizzat Yahya'nın
kendisi, kendisinin İlya olmadığını söylüyor. Yahya İlya mı, değil mi?
Hangi İncile inanalım ve nasıl karar verelim?
İncillerde Yahya ile ilgili olarak geçen
çelişkili haberlerden bir diğeri de, onun Hz. İsa'yı baştan beri tanıyıp
tanımadığı konusunda verilen haberlerdir. Yuhanna'ya göre Hz. Yahya,
Hz. İsa'yı vaftiz ettiği günden itibaren tanımakta ve onun mesih
olduğunu bilmektedir. Çünkü o, ruhun gökten Hz. İsa'nın üzerine bir
güvercin biçiminde indiğini görmüş ve onun "Tanrı'nın oğlu" olduğuna o
andan itibaren tanıklık etmiştir. Yuhanna İnciline göre Hz. Yahya şöyle
söylemiştir: "Ben su ile vaftiz ediyorum, ama aranızda biri duruyor.
Benden sonra gelen odur. Ben onun çarığının bağını bile çözmeye lâyık
değilim... Yahya ertesi gün İsa'nın kendisine doğru geldiğini görünce
şöyle dedi: İşte dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı'nın kuzusu...
Benden sonra biri geliyor, o benden üstündür, çünkü o, benden önce
vardı, dediğim kişi işte budur" (Yuhanna, 1/26-34). Yuhanna'da geçen bu
ifadelere göre Yahya (a.s.), ilk gördüğü andan itibaren Hz. İsa'nın
"Tanrı'nın oğlu" olduğunu bilmektedir. Diğer İncillerde ise bunun
tersine, Hz. Yahya'nın, Hz. İsa'yı iyice tanımadığı, onun Mesih olup
olmadığı konusunda tereddütlerinin bulunduğu, hatta bu tereddüdü
gidermek için öğrencilerini Hz. İsa'nın bulunduğu yere gönderip işi
tahkik ettirdiği haber verilmektedir. Luka ve Matta bu konuda şu bilgiyi
veriyorlar: "Yahya'nın öğrencileri bütün bu olup bitenleri kendisine
bildirdiler. Öğrencilerden ikisini yanına çağıran Hz. Yahya, 'Gelecek
olan sen misin, yoksa başkasını mı bekleyelim?' diye sormaları için
onları rabbe gönderdi" (Luka, 7/18-19; Matta, 11/2-3). Luka ve Matta'da
verilen bu bilgiye göre Hz. Yahya, Hz. İsa'nın kim olduğunu tam
bilmemektedir ve onun gelecek olan Mesih olduğundan emin değildir. Bu
yüzden kendisine "Sen Mesih misin, değil misin?" diye sordurmaktadır.
Halbuki Yuhanna İncilinde, Yahya'nın, Hz. İsa'yı daha vaftiz etmeden
önce tanıdığı ve onun "Tanrı'nın oğlu" olduğunu bildiği haber
verilmektedir.
Yahya konusundaki diğer
bir çelişki, Hz. Yahya'nın, Hz. İsa'ya onun kim olduğunu öğrenmek üzere
göndermiş olduğu öğrencilerin sayısı konusundaki çelişkidir. Matta'ya
göre öğrencilerin sayısı belli değildir. Bu İncil, Hz. Yahya'nın Hz.
İsa'ya kaç kişi gönderdiğini rakamla belirtmiyor. Luka İncilinde ise
rakam verilmek sûretiyle iki öğrencinin gönderildiği belirtiliyor.
Dans Sahneleri: Hz. Yahya ile ilgili olarak
İncillerde
geçen çelişkili haberlerden biri de, onun öldürülmesiyle ilgili olarak
verilen haberlerdir. Ancak, bu haberlerin çok dikkat çekici bir yanı
daha vardır. O da, bu olaya bağlı olarak İncillerde anlatılan dansözün
oynatıldığı doğum günü partisidir.
Yahya'nın
öldürülmesi Matta ve Markos'ta çok geniş şekilde anlatılırken, Yuhanna
İncilinde olaya hiç temas edilmez. Luka İncilinde ise olay çok kısa bir
şekilde anlatılır (Luka, 9/7-9). Yahya'nın hapse atılarak öldürülmesini
çok geniş bir şekilde veren Matta ve Markos İncillerinin, vermiş
oldukları haberlerde birtakım çelişkiler vardır. Matta'ya göre olay
şöyle cereyan etmiştir: O sırada Yahudiye'de kral olan Hirodes, kardeşi
Filipus'un karısı Hirodiya ile evlenmek istemiş, ancak Yahya "Kutsal
yasaya göre kardeşinin karısı ile evlenmen câiz değildir" diye onu ikaz
etmiştir. Bu uyarıya çok öfkelenen Hirodes, Yahya'yı öldürtmek istemiş,
ancak Yahya'yı çok sevmekte olan halkın tepkisinden korktuğu için onu
öldürmemiş, fakat hapse attırmıştır (Matta, 14/1-5). Markos da Yahya'nın
tutuklanışının, Matta'nın anlattığı gibi Hirodes'in, kardeşinin karısı
Hirodiya ile evlenmesine Yahya'nın karşı çıkışı yüzünden olduğunu
söylemektedir. Ancak Matta, Yahya'nın bu karşı çıkışına bizzat
Hirodes'in öfkelendiğini ve bu öfkesi yüzünden Yahya'yı hapse
attırdığını, Hirodes'in aslında onu öldürtmek istediğini, fakat Yahya'yı
seven halktan korktuğu için onu öldürtmediğini söylerken; Markos,
Yahya'nın bu itirazına Hirodes'in değil; Hirodiya'nın çok öfkelendiğini
söylemektedir. Markos'a göre Hirodes Yahya'yı doğru ve kutsal bir adam
olarak tanımakta, bu yüzden ondan korkmakta ve onu korumaktadır. Bu
İncile göre Hirodes, zaman zaman Yahya'yı dinlemekte, dinlediği zaman
büyük şaşkınlık içinde kalarak onun konuşmalarından zevk almakta idi.
Özet olarak söylemek gerekirse, Matta'ya göre Yahya'ya öfkelenip onu
tutuklatan Hirodes'tir. Markos'a göre ona öfkelenen ve onu tutuklatan
Hirodes değil; Hirodiya'dır. Matta'ya göre Hirodes, Yahya'yı öldürtmek
istiyordu, ancak halktan korktuğu için onu öldüremiyordu. Markos'a göre
Hirodes, Yahya'yı öldürtmek istemiyordu; aksine onu seviyor ve
koruyordu. Yahya'yı öldürmek isteyen Hirodiya idi.
Markos
İnciline göre Hirodiya, uzun süre Yahya'yı
öldürtmek için fırsat kollamış, sonunda beklediği fırsatı yakalayarak
onu öldürtmüştür. Hirodiya, Hirodes'in doğum günü partisinde eline geçen
bir fırsatı iyi değerlendirerek onu öldürtmüştür. Hirodes'in onuruna
verilen doğum günü partisine sarayın ileri gelenleri, ordu komutanları
ve Galile'nin eşrafı dâvetli olarak gelmişlerdi. Partide yemekler
yenmiş, içkiler içilmiş, bundan sonra danslı müzikli eğlence faslı
başlamıştı. Bu sırada Hirodiya'nın kızı sahneye çıkarak müthiş bir dans
gösterisi yapmış, yaptığı bu dans ile herkesi büyülemişti. Dâvetliler
onun dansından öylesine memnun kalmışlar ki, onların bu aşırı
memnuniyetini gören Hirodes, üvey kızını çağırarak "dile benden ne
dilersen" demiş ve ona her istediğini vereceğini vaad etmişti. Bunun
üzerine kız, hemen annesine giderek Hirodes'ten ne istemesi gerektiğini
ona sormuştur. Annesi Hirodiya, kızına "Yahya'nın başını iste" diye
söyleyince, kızı Hirodes'e gelip "Yahya'nın başını isterim" demiş;
Hirodes aslında istemediği halde yüksek rütbeli zevatın önünde vermiş
olduğu sözden dönemeyerek Yahya'nın başını kestirmiş ve bir tepsi
üzerinde onun başını kıza vermiştir. Kız da tepsiyi götürüp annesine
vermiştir (Markos, 6/14-28; Matta, 14/1-12; Luka, 9/7-9).
Bu olayın
Matta ve Markos İncillerinde bu kadar çelişkili olarak anlatılmış
olması bir yana, bundan da önemlisi Kitab-ı Mukaddes adı ile anılan bir
kitapta böylesine acayip bir sahnenin vahiy mahsülü kutsal sözler olarak
nasıl yer alabildiği hususudur. Vahiy ürünü İncillerde bir doğum günü
partisi; kanunlar izin vermediği halde kardeşinin karısı ile evlenen bir
kişi için parti verilmiş, yenilmiş, içilmiş, sıra dans ve müziğe
gelmiş, tam bu sırada onuruna parti verilen adamın üvey kızı, piste
çıkarak öyle bir dansözlük gösterisi yapmış ki orada bulunan herkes,
kızın bu gösterisi yüzünden üvey babayı tebrik etmiş. İşte vahiy ürünü
İncillerden tam vahye uygun(!) manzaralar. Ayrıca, günümüzde de
kutlanmakta olan doğum günlerinin kutlanış örneklerine ve kutlanış
şekillerine hıristiyanlık öncesi dönemlerde, Roma İmparatorluğu
dönemlerinde rast gelmekteyiz. İncillerin verdiği bilgilere göre içkili,
danslı, müzikli bu âdet, Hz. İsa'dan önce putperest Romalılar
tarafından icrâ edilmekte idi. (Şaban Kuzgun, a.g.e. s. 305-338)
Yunus’un Alâmeti:
“O zaman yazıcılar
ve Ferisîlerden bazıları: Muallim, senden bir alâmet görmek isteriz,
diye cevap verdiler. İsa da cevap verip onlara dedi: Kötü ve zina
işleyici nesil bir alâmet arar; ona Yunus peygamberin alâmetinden başka
bir alâmet verilmiyecektir. Çünkü nasıl Yunus üç gün üç gece iri balığın
karnında kaldı ise, insanoğlu da üç gün üç gece yerin bağrında öyle
kalacaktır.” (Matta, 12/38-40, s. 13). Yunus’un balığın karnında kalması
ve öncesi: Yunus 1 ve 2. bölümde anlatılır; sayfa: 874, 875. Özellikle,
Yunus, 1/17 ve 2/1: “Ve Yunus, balığın karnından Allah’ı Rabbe dua
etti” (Yunus 2/1, s. 874). Ölü müydü, diri miydi? Diri idi. Tekrar
yukarıdaki Matta’ya bakalım: “Çünkü nasıl Yunus... insanoğlu da ... öyle
kalacaktır.” Yunus diri idiyse, İsa’nın da kabirde diri kalmış
bulunması gerekirdi. Hıristiyanlık 3 gün 3 gece İsa’nın ölü kaldığını
iddia eder. Çünkü hıristiyanlık, kendisinin kurtuluşu için İsa’nın
ölümünün ince ipine asılı durur (fedâ, fidye). Yunus diri, İsa öllü.
Yunus’tan tamamen farklı. Fakat İsa; “Yunus gibi” demişti, Yunus’tan
farklı dememişti. Farklı olur ve Yunus gibi alâmet göstermezse, aynı
olmazsa bizzat İsa’nın ifadesine göre alâmet gösterememiş, dolayısıyla
gerçek Mesih (Krist) olmamış olur.
Bazı
hıristiyanlar, bu Matta’daki alâmetin sadece (dört defa tekrar edilen 3
kelimesinden dolayı) 3 gün 3 geceyi ifade için zamanı bildirdiğini
söyler. Öyle kabul edelim: 3 gün + 3 gece = 72 saat. Tüm dünya
hıristiyanları, Paskalya’nın Cuma günü genel bir bayram yaparlar. Güzel
Cuma (Good friday); niçin güzel Cuma? Günahları temizlemek için ölümü
(haça gerilmesi) bir Cuma günü oldu. İncillerde İsa’nın saat 6 civarında
haça gerildiği ifade olunur. Zaten Sebt (Cumartesi) günü çarmıha
gerilenler lânetli sayıldığından, ağaca asılı kalmalarına izin verilmez.
Gece karanlığı basmadan mezara yerleştirdiler. Mecdelli Meryem’in
İsa’nın mezarına gidip mezarı boş bulması 4 İncilde de yer alır ve hepsi
mezarın boş bulunması zamanını gayet açık bir şekilde Pazar (haftanın
birinci) günü, sabah, güneş yükselmeden önce olduğunu anlatır. (Bkz.
Matta, 28/1, s. 34; Markos, 16/2, s. 54; Luka, 24/1, s. 89; Yuhanna,
20/1, s. 116). Buna göre:
Paskalya Haftası:
Mezarda Kaldı
Gündüz
Gece
Cuma: #9; Yok Bir gece
Cumartesi: Bir gün Bir gece
Pazar (güneş doğmadan kaybolur) Yok Yok
Toplam: #9; Bir gün
İki gece
Hani Hz.
İsa, Yunus gibi, 3 gün 3 gece, yani 72
saat kalıyordu? Bu şemadan da gayet net görüldüğü gibi Hz. İsa, mezarda
toplam bir gün ve iki gece geçirmiştir. Görüldüğü gibi, ne yönden
bakılırsa bakılsın, Yunus’un alâmeti olarak İsa’nın mezarda kalışı
konusunda, açık bir çelişki sözkonusudur. Hatta Matta'ya göre Hz. İsa,
cumartesi günü saat 3'te haça gerilmiş, pazar sabahı Mecdelli Meryem,
tan yeri ağarırken kabrini ziyarete gidince onu kabrinde bulamamıştır
(Matta, 12/38-40; 26/17-75; 27/1-55; 28/1-11). Dolayısıyla Matta'ya göre
Hz. İsa'nın bırakın kabirde 3 gün kalmasını, o mezarda bir tam gün dahi
kalmamıştır.
Muharref
İncillerde Görülen Diğer Çelişkilere Birkaç Örnek
Hz.
İsa, Hz. Dâvud'un Oğlu mu, Değil mi?
İncil,
bir yanda Hz. İsa'nın baba tarafından nesebini Dâvud Peygambere
dayandırırken ve Hz. İsa'yı "Davud oğlu İsa" diye tanıtırken, diğer
yanda onun Davud oğlu olmadığını hem de kendi ağzıyla belirtmektedir:
"İbrahim oğlu, Davud oğlu, İsa Mesihin nesebinin kitabıdır." (Matta,
1/1, s. 1). "Kör: Ey Davud oğlu İsa, bana acı! diye bağırdı." (Luka,
18/38, s. 82). Bir de şu ifadelere bakalım: "İmdi Ferisîler toplanınca,
İsa onlardan sorup: Mesih hakkında ne düşünüyorsunuz? O kimin oğludur?
dedi. Onlar da İsaya: Davudun oğlu, dediler. İsa onlara dedi: Öyle ise,
Davud nasıl onu Ruh ile Rab diye çağırır ve der: 'Rab Rabbime dedi: Ben
düşmanlarını senin ayakların altına koyuncaya kadar, Sağımda otur' Eğer
Davud onu Rab diye çağırırsa, nasıl onun oğlu olur? Ve hiç kimse ona bir
söz cevap veremedi; ve o günden sonra artık kimse kendisinden sormağa
da cesaret etmedi." (Matta, 22/41-45, s. 25)
Davud'un Hangi Oğlu Hz. İsa'nın Atasıdır?
Matta
İncilinde Hz. İsa'nın nesebi sayılırken
Hz. İsa'nın Süleyman oğlu Davud oğlu olduğu yazılıdır. Fakat Luka
İncilinde Natan oğlu Davud oğlu olduğu belirtilmiştir: "Davud Uriyanın
karısından olan Süleymanın babası idi." (Matta, 1/6, s. 1). "Natan oğlu,
Davud oğlu..." (Luka, 3/31, s. 60).
Davud’un Tahtı İsa’ya Verildi mi, Verilmedi mi?
“O büyük olacak, ona Yüce Allah’ın
oğlu denecek; Rab Allah ona babası Davud’un tahtını verecek. Yakub’un
evi üzerinde ebediyen saltanat sürecek ve onun melekûtuna (krallık,
saltanat -dipnot-) hiç son olmıyacaktır.” (Luka, 1/32-33, s. 57).
İsa’nın hayatına baktığımızda görüyoruz ki, Davud’un tahtına hiç
oturamadı, krallık yapamadı. Tersine Yakup evlatları (yahûdiler) Hz.
İsa’ya isyan edip onu öldürtmek için yakaladılar. Ayrıca: Matta’da
İsa’nın ataları sayılırken Yoşiya’nın oğlu Yekonya, Davud’un 14.
göbekten oğlu olarak sayılır (bkz. Matta, 1/11-12, s. 1). Yekonya, Eski
Ahid’de Yehoyakim olarak ifade edilir; babasının adı da Yoşiya’dır.
“Yehoyakim için Rab şöyle diyor: Davut tahtı üzerinde oturan kimsesi
olmıyacak. (...) Ve fesatlarından ötürü kendisini ve zürriyetini ve
kullarını yoklıyacağım. Kötülüğü kendi üzerlerine... getireceğim.”
(Yeremya, 36/30-31, s. 762)
İsa'nın Dedesi Yakub mu, Heli mi?
Yusuf'un babasının
kimliği konusunda Matta ile Luka İncili arasında anlaşmazlık var.
Matta, Yusuf'un babası Yakub derken; Luka, Heli demektedir: "Yakub
Meryemin kocası Yusufun babası olup, Meryemden de Mesih denilen İsa
doğdu." (Matta, 1/6, s. 1). "İsa, hizmetine başladığı zaman, otuz
yaşlarında idi. Ve zannedildiği üzre, Yusuf oğlu, Heli oğlu." (Luka,
3/23, s. 60)
Unutulan Nesil: Babil sürgününden Mesih'e kadarki sürede 14 nesil geçtiğini
belirten Matta, on üç nesil saymaktadır. "On dört" sayısının esrarlı
olduğuna inanan Matta, bu hevesinin kurbanı olmuş ve bir eksik sayarak
kendi kendisiyle çelişmiştir: "Yekonya Babile sürgünlükten sonra doğan
Şealtielin babası idi; Şealtiel Zerubbabelin babası idi; Zerubbabel
Abiudun babası idi; Abiud Elyakimin babası idi; Elyakim Azorun babası
idi; Azor Sadokun babası idi; Sadok Ahimin babası idi; Ahim Eliudun
babası idi; Eliud Eleazarın babası idi; Eleazar Mattanın babası idi;
Mattan Yakubun babası idi; Yakub Meryemin kocası Yusufun babası olup
Meryem'den de Mesih denilen İsa doğdu." (Matta, 1/12-16). Hemen
devamındaki cümleye geçelim: "İmdi, İbrahimden Davuda kadar olan
nesiller on dört nesildir; Davuddan Babile sürgünlüğe kadar on dört
nesildir; ve Babile sürgünlükten Mesihe kadar on dört nesildir." (Matta,
1/17, s. 1)
Kim Yardım İstedi, Yüzbaşı mı, İhtiyarlar mı?
Matta
İncilinde, hizmetçisinin tedavisi için
yüzbaşının bizzat Hz. İsa'ya gelip yardım istediğimi açıklanmıştır. Luka
İncilinde ise, yüzbaşının gönderdiği ihtiyarların bu konuda Hz. İsa'ya
yalvardıkları yazılmıştır: "Ve İsa Kafernahuma girdiği zaman, bir
yüzbaşı ona yalvararak: Ya Rab, hizmetçim inme hastalığından çok ıstırap
çekip evde yatıyor, diyerek geldi. Ve İsa ona dedi: Onu iyi etmeğe
gelirim. Ve yüzbaşı cevap verip dedi: Ya Rab, benim değerim yok ki,
damım altına giresin; fakat ancak bir söz söyle, hizmetçim iyi olur."
(Matta, 8/5-8, s. 8). "Bir yüzbaşının kendisine kıymetli olan bir
hizmetçisi ölüm derecesinde hasta idi. İsa hakkında işitince, gelip
hizmetçisini kurtarsın diye rica için Yahudilerin ihtiyarlarını ona
gönderdi. Onlar da İsaya geldikleri zaman, kendisine çok yalvarıp
dediler: Bunu yapmana o lâyıktır; çünkü milletimizi sever, ve bize
havrayı o yaptı." (Luka, 7/2-5, s. 65)
Çıkarken mi, Yaklaşırken mi? İki Kör mü, Bir Kör mü?
"Ve onlar Erihadan çıktıkları zaman büyük bir kalabalık İsanın ardınca gitti. Ve işte, yol kenarında oturan iki kör, İsa'nın
geçtiğini işitince; Ya Rab, bize merhamet eyle, sen, ey Davud oğlu!
diye bağırdılar." (Matta, 20/29-30, s. 22-23). "Erihaya geldiler: İsa
şakirtleri ve büyük kalabalık ile Erihadan çıkarken, Timeus oğlu Bartimeus adında kör bir dilenci yol kenarında oturuyordu." (Markos, 10/46, s. 47). "Ve vaki oldu ki, İsa Erihaya yaklaşırken, bir kör, yol kenarında dilenerek oturuyordu." (Luka, 18/35, s. 82)
Sıpa ile Beraber Eşek Var mıydı?
Yeruşalim'e, yani Kudüs'e yaklaşırken
Hz. İsa Tevrat'ın vermiş olduğu haber gerçekleşsin diye, iki şakirdini
yakındaki bir köye göndererek, Matta'ya göre bir adet eşek ve bir adet
sıpa getirmelerini ister. Markos ve Luka'ya göre ise, sadece bir sıpa
getirmelerini ister: "Karşınızdaki köye gidin, ve hemen, bağlı bir
eşekle yanında bir sıpa bulacaksınız; onları çözüp bana getirin. Ve
eşekle sıpayı getirdiler; onların üzerine esvaplarını koydular, ve İsa
üzerine bindi." (Matta, 21/2, 7, s. 23). "Karşınızdaki köye gidin. Hemen
oraya girince, daha kimse üzerine binmemiş, bağlı bir sıpa
bulacaksınız; onu çözüp bana getirin... Sıpayı İsaya getirdiler, üzerine
esvaplarını koydular; İsa da üzerine bindi." (Markos, 11/2, 7, s.
47-48). "Karşınızdaki köye gidin; oraya girince şimdiye kadar üzerine
kimsenin binmemiş olduğu bağlı bir sıpa bulacaksınız; onu çözüp
getirin." (Luka, 19/30, s. 83)
Kızı İçin Yardım İsteyen Kadının Milliyeti ve Memleketi Neydi?
İncillerde
Hz. İsa’nın Sur ve Sayda bölgesine geldiği sırada cine tutulan kızını
iyi etmesi için ondan yardım isteyen kadının milliyeti ve memleketi
konusunda açık çelişkiler vardır. Bu kadının İsrail ırkından olmadığını,
Hz. İsa’nın ona, “Çocukların ekmeğini köpeklere atmak iyi değildir”
şeklinde söylediği sözden anlıyoruz. Yahûdi olmayan bu kadının milliyeti
ve memleketi İncillerde farklı farklı gösterilmektedir. Matta’ya göre
bu kadın, Kenanlı’dır. Markos’a göre ise bu kadın Yunanlı olup Suriyeli
Fenike ırkındandır (Matta, 15/22; Markos, 7/26). Matta, kadının sadece
Kenanlı olduğunu söylemekle yetiniyor, başka bir şey söylemiyor. Markos
ise, Matta’nın söylediğinin zıddına olarak kadının Kenanlı değil;
Yunanlı, Suriyeli fenike ırkından olduğunu söylüyor. O, kadının Kenanlı
olmadığını açık bir şekilde dile getirirken; onun nereli olduğu
konusunda dil ve mantık kurallarına aykırı bir cümle kurarak, onun
“Yunanlı, Suriyeli Fenike ırkından olduğu şeklinde çok tuhaf bir ifade
kullanıyor. Yunanlı, Suriyeli, Fenike ırkı şeklinde kelimelerin yan yana
dizilmesi oldukça enteresan ve gariptir. Acaba Yunanlı, Suriyeli mi
demektir? Suriyeli Yunanlılar var mı? Veya Yunanlı Suriyeliler var mı?
Yunanlı Suriyeli veya Suriyeli Yunanlı olan bir insan, ayrıca nasıl
Fenike ırkından olabiliyor? Belki Suriye’ye gelip yerleşmiş olan bir
Yunanlı kast edilmiştir diyebiliriz. Ama bu durumda o, nasıl Fenike
ırkından olabilir? Fenike ırkı ile Yunan ırkı aynı ırk mıdır? Bu kadın,
Kenanlı mı, Yunanlı mı, Suriyeli mi, yoksa Fenike ırkından mı? Bu konuda
İncillerden doğru bir fikir çıkarabilene madalya vermek gerekir.
Zebedi’nin Oğullarının Anası mı Rica Etti, Oğulları mı?
“O zaman Zebedi’nin oğullarının
anası, oğulları ile beraber onun yanına gelerek secde kılarak
kendisinden bir şey diledi. Ve İsa kadına dedi: Sen ne istiyorsun? Kadın
ona dedi: Emret ki, bu benim iki oğlum senin melekûtunda biri sağında
ve biri solunda otursunlar.” (Matta, 20/20-21, s. 22). “Zebedi’nin
oğulları Yakub ve Yuhanna ona yaklaşıp dediler: Muallim, senden her ne
dilersek bize yapmanı isteriz. (...) Onlar da kendisine dediler (...)
Birimiz sağında, birimiz solunda oturalım.” (Markos, 11/35-37, s. 47)
Haydutların Âkıbeti:
İncillere
göre Hz. İsa ile beraber iki haydut da çarmıha gerilmişti. Her iki
haydudun da ona sitem ettiğini yazan Matta, ikisini de cehennemlik
yapmaktadır. Luka İncili ise daha merhametli(!) davranarak haydutlardan
birini cennete göndermektedir: "Onunla öylece eğlenerek dediler:
Başkalarını kurtardı, kendisini kurtaramıyor. İsrailin Kıralıdır; şimdi
haçtan insin, ona iman ederiz. Allah'a güveniyor; eğer Allah onu
istiyorsa, şimdi kurtarsın; çünkü o: Ben Allahın Oğluyum, dedi. Ve
onunla beraber haça gerilmiş olan haydutlar da ona aynı sitemi ettiler."
(Matta, 27/41-44, s. 33). "Asılmış olan suçlulardan biri ona: Sen Mesih
değil misin? Kendini ve bizi kurtar, diye sövüyordu. Fakat öteki cevap
verdi, ve onu azarlıyıp dedi: Sen ayni hüküm altında olduğun halde,
Allahtan kormuyor musun? Gerçi biz hak üzre, çünkü yaptıklarımıza lâyık
cezayı çekiyoruz, fakat o, yolsuz hiçbir şey yapmadı. Ve: Ey İsa, sen
melekûtunda geldiğin zaman, beni an, dedi. İsa da ona: Doğrusu sana
derim: Bugün sen benimle beraber cennette olacaksın, dedi." (Luka,
23/39-43, s. 89)
Kabirlerden Çıkan Cinliler Kaç Kişiydi?
Hz. İsa,
gölün karşı yakasında Gadaralıların veya Gerasinilerin ülkesine
varınca, Matta’ya göre cinlere tutsak olmuş iki deli ile karşılaşmıştır.
Markos ve Luka’ya göre cinlere tutsak olmuş sadece bir deli ile
karşılaşmıştır: "Ve İsa karşı yakada Gadarinilerin memleketine geldiği
zaman, kabirlerden çıkan cine tutulmuş iki kişi onu karşıladı." (Matta, 8/28, s. 8). Karşı yakaya, Gerasinilerin memleketine geldiler. İsa kayıktan çıkınca murdar ruhu olan bir adam hemen kabirlerden çıkıp
onu karşıladı." (Markos, 5/1-2, s. 39). "Galile karşısında olan
Gerasinilerin memleketine vardılar. İsa karaya çıkınca, şehirden bir adam kendisini karşıladı, bu adamda cinler vardı; ve çoktan beri elbise giymiyordu, ve hiç evde kalmaz, kabirlerde kalırdı." (Luka, 8/26-27, s. 67)
İsa'yı Kaç Kişi Kefenledi ve Kabre Koydu?
Yuhanna'ya göre
İsa'yı Arimetealı Yusuf ile İsa'nın gizli
havarisi Nikodimus beraberce kefenlediler ve kabre koydular. Diğer üç
İncil ise bu işi sadece Yusuf'un yaptığını belirtmekte ve Nikodimus'u
unutmaktadırlar (Matta, 27/59-60, s. 33; Markos, 15/46, s. 54; Luka,
23/53, s. 89; Yuhanna, 19/38-42, s. 116). Ortada iki ihtimal mevcuttur.
Ya üç İncil Nikodimus'u unutmaktadır. Yahut da Yuhanna onu hayalinden
uydurmaktadır. Halbuki Yüce Allah'ın kitaplarında ne unutkanlık, ne de
uydurma bulunması mümkündür. Allah Teâlâ, her türlü kusurdan ve
noksanlıktan münezzehtir.
Kurtarıcı Allah mı, İsa mı?
“Benden başka Hak Allah ve kurtarıcı yok; benden başkası
yoktur. Allah benim, ve başkası yoktur.” (Kitab-ı Mukaddes, İşaya,
45/21-22, s. 708) ."Ve Kurtarıcım Allah ile ruhum sevinir." (Luka, 1/47,
s. 57). "Çünkü bedenin kurtarıcısı Mesih kilisenin başı olduğu gibi,
erkek de kadının başıdır." (Pavlusun Efesoslulara Mektubu, 5/23, s.
201). Ayrıca, İsa kurtarıcı olsa idi, çarmıha gerildiği sırada,
Allah'tan kendisini kurtarmadığı için sitem dolu şu ifadeyi kullanmazdı:
"Allah'ım, Allah'ım! Niye beni terkettin" (Matta, 27/46; Markos,
15/34).
Mezarda Kaç Melek Gördüler?
Hz. İsa'nın
mezara konuluşundan bir gün ve iki gece sonra pazar sabahı erkenden Hz.
İsa'nın anası Meryem ile bazı kadınlar mezara giderler ve mezarın
girişini kapayan büyük taşın yuvarlanmış olduğunu hayretle görürler ve
kayaya oyulmuş mezarın içine girerler. İşte burada İnciller arasında
ihtilâf çıkmaktadır. Matta ve Markos, kadınların tek bir melekle karşılaştıklarını kaydederken, Luka ve Yuhanna ise iki melekten bahsetmektedir. Ayrıca,
Yuhanna, hepsine muhâlif olarak, melekleri sadece Hz. Meryem'in
gördüğünü ifade etmektedir: Matta, 28/1-3, s. 34; Markos, 16/5, s. 54;
Luka, 24/4, s. 89; Yuhanna, 20/11-12, s. 111-112)
Yahûdi Şeriatı (Eski Ahit’teki Hükümler, Emir ve Yasaklar) Geçerli mi, Değil mi?
Kitab-ı
Mukaddes’te, Ahd-i Atik’deki şeriate uymayanlara lânet ediliyor: “Bu
şeriatin sözlerini yapmak için onları tasdik etmiyen lânetli olsun. Ve
bütün kavm: Amin, diyecek.” (Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, 27/26, s. 204).
İncillerde de eski şeriatın tatbik edilmesine dair nice emir ve
tavsiyeler vardır. “Çünkü hakikat bilgisine nail olduktan sonra kasten
günah işlersek, artık günahlar için kurban kalmaz, fakat hükmün dehşetli
bir intizarı, ve hasımları yiyip bitirecek olan şiddetli ateş kalır.
Musanın şeriatini tahkir eden bir kimse iki veya üç şahidin sözü üzerine
merhametsizce ölür.” (İbranilere Mektup, 10/26-28, s. 234). İncillere
göre, İsa (a.s.) da bu şeriatı tatbik etme göreviyle gönderilmiştir:
“(İsa:) Sanmayın ki, ben şeriati yahut peygamberleri yıkmağa geldim; ben
yıkmağa değil, fakat tamam etmeğe geldim. Çünkü doğrusu size derim: Gök
ve yer geçip gitmeden, her şey vaki oluncıya kadar, şeriatten en küçük
bir harf veya bir nokta bile yok olmıyacaktır. Bundan dolayı bu en küçük
emirlerden birini kim bozar ve insanlara öylece öğretirse, göklerin
melekûtunda kendisine en küçük denilecektir; ve onları kim yapar ve
öğretirse, göklerin melekûtunda kendisine büyük denilecektir. Zira size
derim ki, salâhınız yazıcılar ve Ferisilerinkinden ziyade olmazsa, göklerin melekûtuna hiç girmiyeceksiniz.” (Matta, 5/17-20, s. 4-5).
İncillerde
Hz. İsa’nın ağzından “körlerin kör kılavuzu” (Matta, 15/12-14, s. 17)
oldukları için sakınılması gereken (Matta, 16/6, 11-12, s. 18) Ferisî
olan Pavlus (Resullerin İşleri, 23/6, s. 146; 26/5, s. 150) eski şeriati
iptal ederek dört şeyden başka herşeyi helâl kıldı: “Çünkü Ruhülkudüse
ve bize iyi göründü ki, icap eden şu şeylerden fazla üzerinize yük
koymıyalım: Putlara kurban edilen şeylerden, kandan, ve boğulmuş
olanlardan, ve zinadan çekinin. Bunlardan sakınırsanız, iyi edersiniz.
Selâmette olun.” (Resullerin İşleri, 15/28-29, s. 137)
İncillere bu dört yasak
dışında herşeyin câiz olduğunu koyan zihniyet, bütün hıristiyanların da
inanmak zorunda olduğu Kitab-ı Mukaddes’in domuz ve benzeri hayvanları
yasak kılan şu hükümlerini görmezlikten gelirler: “Hiçbir mekruh şey
yemiyeceksin. Yiyebileceğiniz hayvanlar şunlardır: sığır, koyun, ve
keçi, geyik, ve ceylan, ve sığın, ve dağ keçisi, ve karaca, ve ahu, ve
dağ koyunu. Ve hayvanlar arasında tırnağı yarık, ve tırnağı çatal olan
ve geviş getiren her hayvanı yiyebilirsiniz. Fakat geviş getiren, yahut
tırnağı yarık olanlardan şunları yemiyeceksiniz; deve, ve tavşan, ve
kaya porsuğu, çünkü geviş getirirler, fakat çatal tırnaklı değildirler,
onlar size murdardır; ve domuz, çünkü çatal tırnaklıdır, fakat geviş
getirmez; o size murdardır; bunların etinden yemiyeceksiniz, ve
leşlerine dokunmıyacaksınız.” (Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, 14/3-8, s. 191
ve bkz. devamı; yasak yiyecekler için yine bkz. Levililer, 11/1-8, s.
108). Hz. İsa’ya da insanın, yediği hiç bir şeyin insanı kirletemediği
için haram olmadığı fikrini atfederler: “İnsanın dışından kendisine
girip onu kirletebilecek bir şey yoktur; fakat insanı kirleten insandan
çıkan şeylerdir. İnsana dışardan her ne girse, onu kirletemez? Çünkü
yüreğine değil, fakat karnına girer, ve mecraya çıkar. Bunu demekle
bütün yemekleri temiz etti.” (Markos, 7/15, 19, s. 8)
Hıristiyanlarda,
kilise, Kitab-ı Mukaddes’te ne derse desin, haram ve helâl konusunda,
ahkâm konusunda üstün tutulur, tercih edilir. Haç ve ikonların
(kiliselerdeki kutsal kabul edilen resim ve heykellerin) kabul edilmesi,
sabbath (sebt/cumartesi) günü ve sünnet olmanın ilgâsı, domuz etinin
helâl kılınması ve bunun gibi yüzlerce, binlerce şey helâl kabul edilir.
Bazen Pavlos’un şu sözüne atıf yapılır “Çünkü salâh için her iman edene
şeriatin sonu Mesihtir.” (Pavlusun Romalılara Mektubu, 10/4, s. 162).
Acaba Pavlos’un bu sözünün, bizzat İsa’nın sözünden üstün mü olduğu
düşünülüyor? Tevrattaki bütün yasakların ilgâsı için de, Resullerin
İşleri, 15/28-29’da (s. 137) bahsedilen dört yasaktan başka her şeyin
helâl olduğuna dair Pavlos’un sözü yeterlidir. Şayet Kilise, İsa
tarafından yapılan veya haber verilen şeriatı, Ahd-i Atik’teki hükümleri
değiştirme selâhiyetine sahipse, Kutsal Kitabın ona bu hakkı vermesi
gerekir. Halbuki Kitab-ı Mukaddes’te böyle bir ifade yoktur.
Bu mantığın bir uzantısı olarak, İncillere katılan ve Kilise tarafından yorumlanan şu ifadeler, iktidarın dinsizleşmesini, laikliğin uygulanışını teşvik eder: "O vakit
İsa
onlara: Öyle ise, Kayserin şeylerini Kaysere, ve Allahın şeylerini
Allaha ödeyin, dedi." (Matta, 22/21, s. 25; Luka, 20/25, s. 84). İşte
İncillerdeki bu ifade, kilise ve devletin birbirinden ayrılması,
iktidarın dinsizleşmesi ve hatta dine karşı müsamahasız bir tutum içine
girmesi gibi büyük bir tehlikeyi doğurmuştur.
İncillere göre, ibâdet etmek zorunlu değildir.
Matta
İncilinde 17. bapta, normal cümlelerin
içinde bulunmayan, 20'den 22'ye atlanılan cümlelerin arasına dipnot
düşülmüş ve dipnotta şu ifadeye yer verilmiştir: "Bazıları eski olan bir
çok muteber metinlerde 21 inci âyet ilâve olunmuştur: 'Fakat bu cins
dua ve oruçtan başka bir şeyle çıkmaz." (Matta, 17/21, s. 19; ve yine
bakınız benzer ifade için; Markos, 9/29, s. 45). Kilise bu cümleleri
ibâdet etme zorunluğu olmadığı şeklinde yorumlamıştır. Halbuki İslâm'a
göre insanın yaratılış gayesi, Allah'a ibâdettir ve her peygamber
insanları Allah'tan başka ilâhı reddetmelerini ve sadece O'na ibâdet
etmelerini tebliğ etmiştir.
Hükmetmek:
“Hükmetmeyin ki, hükm olunmıyasınız.”
(Matta, 7/1, s. 7). “Siz bedene göre hükmedersiniz; ben hiç kimseye
hükmetmem. Ve eğer ben hükmedersem bile, benim hükmüm doğrudur; çünkü
yalnız değilim; fakat ben ve beni gönderen Baba...” (Yuhanna, 8/15-16,
s. 102). “İsa doğrulup ona dedi: Kadın, onlar nerede? Kimse sana
hükmetmedi mi? Kadın: Kimse, ya Rab, dedi. İsa: Ben de sana hükmetmem;
git, bundan sonra artık günah işleme, dedi.” (Yuhanna, 8/10-11, s. 102)
(Zina edip recm edilmek üzeri Ferisîler ve Yazıcılar tarafından İsa’ya
getirilen ve İsa’nın “sizden günahsız olan önce taş atsın” dediği kadın
hakkında, recm hükmü için bunlar gündeme gelir.). Ayrıca: “Hakkınızda
söyliyecek ve hükmedecek çok şeylerim var.” (Yuhanna, 8/26, s. 102)
Barış-Kılıç:
“Ben dünyaya ateş atmağa
geldim; eğer şimdiden tutuşmuş ise, daha ne isterim? Dünyaya selâmet
getirmeğe mi geldim sanıyorsunuz? Size derim ki: Hayır, fakat daha
doğrusu ayrılık getirmeğe geldim; çünkü bundan sonra, bir evde beş kişi
olacak, üçü ikiye, ikisi üçe karşı ayrılacaklar.” (Luka, 12/49, 51, 52,
s. 75). “Yeryüzüne selâmet getirmeğe (sulh yapmak için) geldim sanmayın;
ben selâmet değil, fakat kılıç getirmeğe geldim.” (Matta, 10/34, s.
11). “Göz yerine göz, diş yerine diş’ denildiğini işittiniz. Fakat ben
size derim: Kötüye karşı koma; ve senin sağ yanağına kim vurursa, ona
ötekini de çevir. Ve eğer biri seninle mahkemeye gidip senin gömleğini
almak isterse, ona abanı da bırak. Ve kim seni bir mil gitmeğe zorlarsa,
onunla iki mil git.” (Matta, 5/38-41, s. 5). “Ne mutlu sulh edicilere;
çünkü onlar Allah oğulları çağrılacaklar.” (Matta, 5/9, s. 4).
İncillerin birçok yerinde İsa’ya Allah’ın oğlu denmektedir. Halbuki
Matta 5/9’a göre İsa’ya “Allah oğlu” denilemez. Çünkü o, sulh etmeye
gelmedi; kılıç getirdi. Ayrıca, “ne mutlu!” diye sulh ediciler
övülürken, İsa bu mutluluktan hisse almamış oluyor. İsa’nın
savaşçılığıyla ilgili ayrıca bkz. Luka, 14/26-27; Luka, 19/27-28.
Ana-Babaya Hürmet mi Gerekir, Buğz mu?
“Babana ve anana hürmet et, ta ki, Allah’ın
Rabbin sana vermekte olduğu toprakta ömrün uzun olsun.” (Kitab-ı
Mukaddes, Çıkış, 20/12, s. 74). “Çünkü babasına, yahut anasına lânet
eden her adam mutlaka öldürülecektir; babasına yahut anasına lânet
etmiştir, kanı kendi üzerinde olacaktır.” (Kitab-ı Mukaddes, Levililer,
20/9, s. 120). “Babasını ve anasını hor gören lânetli olsun. Ve bütün
kavm: Amin, diyecek.” (Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, 27/16, s. 204). Ve
Markos İncilinden Hz. İsa’ya atfedilen bir ifade: “Zira Musa demiştir:
Babana anana hürmet et; ve Babaya yahut anaya kötü söyliyen mutlaka
öldürülsün.” (Markos, 7/10, s. 7; Çıkış, 20/12; Tesniye, 5/16;
Levililer, 20/9)
Bir tarafta bu hükümler, öbür tarafta Hz.
İsa’nın
ana-babaya buğzu emretmesi: “Eğer bir kimse bana gelir, ve kendi
babasına, anasına, karısına, çocuklarına, kardeşlerine, kızkardeşlerine,
evet hattâ kendi canına buğzetmezse, benim şakirdim olamaz.” (Luka,
14/26, s. 77). “Yeryüzüne selâmet getirmeğe (sulh yapmak için) geldim
sanmayın; ben selâmet değil, fakat kılıç getirmeğe geldim. Çünkü ben
adamla babasının, ve kızla anasının, ve gelinle kaynanasının arasına
ayrılık koymağa geldim ve adamın düşmanları kendi ev halkı olacaktır.”
(Matta, 10/34-36, s. 11). “Ben dünyaya ateş atmağa geldim; eğer şimdiden
tutuşmuş ise, daha ne isterim? Dünyaya selâmet getirmeğe mi geldim
sanıyorsunuz? Size derim ki: Hayır, fakat daha doğrusu ayrılık getirmeğe
geldim; çünkü bundan sonra, bir evde beş kişi olacak, üçü ikiye, ikisi
üçe karşı ayrılacaklar. Baba oğula karşı, oğul babaya karşı; ana kıza
karşı, kız anasına karşı; kaynana geline karşı, gelin kaynanasına karşı
olacaklar.” (Luka, 12/49, 51, 52, 53, s. 75).
Anasına
itaat konusunda Hz. İsa’nın davranışlarında da benzer çelişki vardır:
“Onlarla beraber indi; Nasıra’ya geldi ve onlara itaatli oldu.” (Luka,
2/51, s. 59). Burada Hz. İsa’nın ana-babasına(!) itaatli olduğu ifade
edilirken, başka yerde, hiç de bu itaat gözükmez. İsa (a.s.) anasına
saygısız davranır: “İsa ona dedi: Kadın, benden sana ne?” (Yuhanna, 2/4,
s. 93). “İsa halka henüz söylemekte iken, işte, anası ve kardeşleri,
onunla söyleşmek istiyerek dışarda durdular. Ve biri İsaya dedi: İşte,
anan ve kardeşlerin seninle söyleşmek istiyerek dışarda duruyorlar.
Fakat İsa cevap verip kendisine söyliyene dedi: Benim anam kimdir? Ve
kardeşlerim kimlerdir? Ve elini şakirtlerine doğru uzatıp dedi: İşte,
benim anam ve kardeşlerim. Çünkü göklerde olan Babamın iradesini kim
yaparsa, benim kardeşim, kızkardeşim ve anam odur.” (Matta, 12/46-50, s.
13-14)
İsa’nın Bir Cüzzamlıyı İyileştirmesi:
Dağ
vaazından sonra, “Ve dağdan inince, büyük kalabalıklar onun ardınca
gittiler ve işte bir cüzzamlı gelip... Ve İsa ona dedi sakın kimseye
söyleme.” (Matta, 8/1-4, s. 8). Aynı olayın Dağ vaazından sonra değil,
başka bir zaman olduğu anlatılıyor (Markos, 1/40-44). Matta’ya göre: Bu
olay, hem büyük kalabalıklar içinde oluyor, hem sakın kimseye söyleme
deniyor. Bir çelişki var. Ayrıca, kalabalık içinde cüzzamlı biri
düşünülemez. Çünkü cüzzamlı, Mûsâ şeriatinde murdar sayılır; yalnız
başına oturur ve meskeni ordugâhın dışında olur (Levililer, 13/43-46, s.
111).
Ölü Kızın Diriltilmesi:
“Bir reis geldi ve kızım
şimdi ölmüştür, fakat gel, üzerine elini koy, yaşıyacaktır diyerek...”
(Matta, 9/18, s. 9). “...Kızcağızım son nefesindedir, gelip ellerini
üzerine koy, ta ki kurtulup yaşasın... İsa henüz söylemekte iken, havra
reisinin evinden adamlar gelip dediler: Kızın öldü.” (Markos, 5/22-23,
35, s. 40). İlkinde kızın öldüğünü ilk konuşmasında reis söylüyor.
Diğerinde kız hasta, sonradan başkaları öldüğünü haber veriyor.
İsa, Havârilerinin Değnek Almalarına İzin Veriyor mu, Vermiyor mu?
“Ne yolculuk için torba, ne iki gömlek, ne çarık,
ne değnek alın.” (Matta, 10/10, s. 10). “Kendilerine dedi: Yol için bir
şey almayın, ne değnek, ne torba...” (Luka, 9/3, s. 68). “Onlara yol
için bir değnekten başka, hiçbir şey... almamalarını tenbih etti.”
(Markos, 6/7, s. 41)
Murdar Ruhun (Cinlerin) Domuzlara Girmesi:
“İsa
kayıktan çıkınca murdar ruhu olan bir adam hemen kabirlerden çıkıp onu
karşıladı... Çünkü ona: Ey murdar ruh, bu adamdan çık diyordu. Ondan
adın ne? diye sordu; ve ona dedi: Benim adım Lejiyondur (Bir Roma askerî
fırkası, takriben 6 bin nefer -dipnot-) zira biz çokluğuz. Kendilerini o
diyardan dışarı çıkarmasın diye, ona çok yalvardı. Orada dağın yanında,
büyük bir domuz sürüsü otluyordu. Ona yalvarıp dediler: Bizi o
domuzlara gönder, içlerine girelim. İsa da onlara izin verdi. Murdar
ruhlar da çıkıp domuzlara girdiler ve iki bin kadar olan o sürü
uçurumdan aşağı denize atıldı, denizde boğuldu. Onları güdenler kaçıp
şehirde ve çiftliklerde haberi yaydılar.” (Markos, 5/2, 8, 11-14, s.
39). Sorular:
1- Niçin, domuzlara kötü ruhların
zarar vermesine İsa müsaade ediyor? Domuz kötü mü? Halbuki İncillerden
yola çıkarak hıristiyanlar domuzun helâl olduğuna inanıyorlar.
2- Ahd-i Atik’de kesin haram kabul edildiği için yahûdiler domuz yemez ve ticaretini yapmazlardı. Nasıl oluyor da iki bin kadar domuzu orada güdüyorlar?
3- Bir peygamber, iki bin domuzu olan bir kimsenin veya kimselerin bu kadar domuzuna zarar verir mi? Verirse bu adâlet midir?
İsa’ya Ölürken Sirke mi Verdiler, Şarap mı?
Matta ile Yuhanna’ya göre sirke verdiler,
İsa’ya
içirdiler (Matta, 27/48, s. 33; Yuhanna, 19/28-29, s. 116). Markos
sirkeden hiç bahsetmez, şarap sunulduğunu söyler: “Ona mür ile karışık
şarap verdiler, fakat almadı.” (Markos, 15/23, s. 54)
Yusuf’un Sülâlesi Kaç Kişi İdi?
“Yusuf da gönderip babası
Yakub’u ve bütün akrabası yetmiş beş canı çağırdı.” (Resullerin İşleri,
7/14, s. 126) (İki de Yusuf ile Bünyamin, toplam 77 kişi). “Mısır’a
gelen bütün canlar altmış altı idi ve kendisine Mısır’da doğan Yusuf’un
oğulları iki candır; Yakub’un evinin Mısır’a gelen bütün canları yetmiş
idi.” (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, 46/27, s. 48)
İsa, Kendisi mi Vaftiz Ediyordu, Şakirtleri mi?
“...Ve orada
İsa onlarla kalıyor ve vaftiz ediyordu.”
(Yuhanna, 3/22, s. 95). “İsa kendi değil, fakat şakirtleri vaftiz
ediyordu.” (Yuhanna, 4/2, s. 95)
Baba ile Oğul Bir mi, Değil mi?
“Ben ve Baba biriz.” (Yuhanna, 10/30, s. 105). “Fakat o gün yahut o saat hakkında,
ne gökteki melekler, ne de Oğul, Babadan başka kimse bir şey bilmez.”
(Markos, 13/32, s. 51). “Ey Davud oğlu İsa, bana acı!” (Luka, 18/38, s.
82). “Hiçbir zaman Allahı kimse görmemiştir.” (Yuhanna, 1/18, s. 92)
“Ben Alllah’ım ve insan değilim, senin ortanda olan kuddûsüm.” (Kitab-ı
Mukaddes, Hoşea, 11/9, s. 862) “Benden başka Hak Allah ve kurtarıcı yok; benden başkası yoktur. Allah benim, ve başkası yoktur.” (Kitab-ı Mukaddes, İşaya, 45/21/22, s. 708)
Galile’den mi, Galile’ye mi? “İsa
Galile’den Erden’e geldi...” (Matta, 3/13, s. 3). “İsa Galile’ye
döndü... Nasıra’ya geldi...” (Luka, 4/14, s. 61). Aynı olay anlatılıyor,
fakat hem ifadeler, hem gidilen yerler birbiriyle çelişiyor.
Yakup Var mı, Yok mu?
“Petrus denilen Simun ile kardeşi Andreas’ı
denize ağ atarken gördü. (...) Yakub ve kardeşi Yuhanna’yı... ağlarını
onarmakta iken gördü.” (Matta, 4/18-21, s. 4) Aynı olay; fakat farklı
anlatımlar ve Yakup yok: Yuhanna, 1/35-40, s. 93)
Sağır ve Peltek Birini mi Getirdiler, Kalabalığı mı?
“Ve
İsa oradan gidip Galile denizi yakınına
geldi ve dağın üzerine çıkıp orada oturdu. Ve ona büyük kalabalıklar,
beraberlerinde topallar, körler, dilsizler, çolaklar, daha başka bir
çokları olarak geldiler ve onları İsa’nın ayaklarının yanına bıraktılar
ve İsa onları iyi etti.” (Matta, 15/29-30, s. 17). “Yine Sur
sınırlarından çıkıp Sayda içinden Dekapolis sınırları ortasından Galile
denizine geldi. Ona sağır ve peltek birini getirdiler.” (Markos,
7/31-32, s. 43)
İbrâhim ile Âdem Arasında Kaç Nesil Vardı? 19 mu, 20 mi? Kainan Fazla mı, Unutuldu mu?
“Şela oğlu,
Kainan oğlu, Arfakşad oğlu...” (Luka, 3/35-36, s. 60). “Ve Arpakşad
otuz beş yıl yaşadı ve Şelah’ın babası oldu.” (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin,
11/12, s. 10) Şela, Tekvin’e göre Arpakşad’ın oğlu; Luka’ya göre Şela
Kainan’ın oğlu, Kainan Arfakşad’ın oğlu.
Tekvin’in 5 ve 11. baplarında
İbrâhim ile Âdem arasında 19 nesil sayılırken (Kainan yok); Luka
İncil’inde 20 nesil sayılmıştır (Kainan var). Kainan’ı Tevrat mı unuttu,
yoksa İncil mi imal etti?
Hadımlık İyi mi, Kötü mü?
“Göklerin melekûtu uğrunda
kendilerini hadım edenler de vardır. Bunu kabul edebilen kabul etsin.”
(Matta, 19/12, s. 21). “Husyesi ezilmiş, yahut uzvu kesilmiş olan adam
Rabbın cemaatına girmeyecektir.” (Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, 23/1, s.
200)
Şarap
İyi mi, Kötü mü?
“Şarap aklı
alır.” (Hoşea, 4/11, s. 858). “Zina, ve eski şarapla yeni şarap aklı
alır.” (Hoşea, 5/11, s. 858). “(Yahya) Çünkü Rabbın sözünde büyük
olacak, şarap ve içki içmeyecek” (Luka, 1/15, s. 56). “Kırallar için
değildir, ey Lemuel! Şarap içmek kırallar için değildir; Ve içki aramak
emîrler için değildir. Ta ki, içip de şeriati unutmasınlar, Ve bütün
düşkünlük oğullarının hakkını saptırmasınlar.” (Süleymanın Meselleri,
31/4-5, s. 657). Buna rağmen, Yuhanna’ya göre, İsa, düğünde şarabı biten
kimsenin sularını şaraba çeviriyor ve çokça şarap içilmesine yardım
ediyor (Yuhanna, 2/1-11, s. 93). İncillere göre şarap kutsal: Komünyon
(Matta, 26/26-29, s. 30). Nuh sarhoş: Tekvin, 9/20-22, s. 8; Lut sarhoş:
Tekvin, 19/30-36, s. 17)
Dört
İncil dikkatle incelendiği zaman, yukarıda
örnekleri gösterilen çelişki ve farklılıkların yanı sıra, onlarda daha
başka birçok farklılık ve çelişkilere de rastlamak mümkündür. Bu kadar
çelişki ve farklılığın bulunduğu, tutarsızlıklarla dolu bu dört İncil,
nasıl oluyor da Ruhu’l-Kudüs kendilerine tecellî etmiş ve vahye mazhar
olmuş kimseler tarafından hatasız, eksiksiz ve birbirini tamamlar
mâhiyette yazılmış kitaplar olarak kabul edilebiliyorlar? Bu çelişkiler,
farklılıklar ve tutarsızlıklar, yoksa hata kabul edilmiyor mu?
Bunlardan bir tanesi dahi, içinde yer aldığı kitabın güvenilirliğini
zedelemeye yeterken, İncillerde bu tür yüzlerce eksik ve hatanın
bulunması, İncillerin senet ve metin yönünden sahih, kutsal kitaplar
olarak değerlendirilmesinin imkânsızlığını ortaya koymaz mı?
“Çünkü doğrusu
size derim: Gök ve yer geçip gitmeden, her şey vaki oluncıya kadar,
şeriatten en küçük bir harf veya bir nokta bile yok olmıyacaktır. Bundan
dolayı bu en küçük emirlerden birini kim bozar ve insanlara öylece
öğretirse, göklerin melekûtunda kendisine en küçük denilecektir.”
(Matta, 5/18-19, s. 4-5)
Kitab-ı
Mukaddes’in son cümleleri şöyle biter: “Bu kitabın peygamberlik
sözlerini her işitene ben şehadet ediyorum: Eğer bir adam bunlara bir
şey katarsa, Allah, bu kitapta yazılmış olan belâları ona katacaktır; ve
eğer bir adam bu peygamberlik kitabının sözlerinden çıkarırsa, Allah bu
kitapta yazılmış olan hayat ağacından ve mukaddes şehirden onun payını
çıkaracaktır.” (Vahiy, 22/18-19, s. 274)
Ve Kur’an’dan iki âyet meâli:
“Vay haline o kimselerin ki Kitab’ı
elleriyle yazarlar, sonra o yazdıkları şeyi az bir para karşılığında
satmak için ‘Bu Allah katındandır’ derler. Ellerinin yazdıklarından
ötürü vay haline onların! Yine, kazandıklarından ötürü vay haline
onların!”
(2/Bakara, 79)
“Hâlâ Kur’an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok ihtilâf/tutarsızlık bulurlardı.”
(4/Nisâ, 82)
Ahd-i Cedid'deki bu ve benzeri çelişkiler yanında, birbirinden tümüyle kopye, daha doğrusu % 100 plagiarizm, yani çalmalar da vardır. Meselâ Matta, 9/6, s. 9; Markos, 2/10-11, s. 36; Luka, 5/24, s. 63: Kelimesi kelimesine tekrardır;
parantezler bile aynıdır. “Fakat İnsanoğlunun yeryüzünde günahları
bağışlamak kudreti olduğunu bilesiniz diye (o vakit inmeliye dedi):
Kalk, yatağını kaldır da evine git.” (Matta, 9/6, s. 9; Markos, 2/10-11,
s. 36; Luka, 5/24, s. 63). Yine üç İncilde şu benzerliklere bakalım:
“Çünkü İşaya peygamber tarafından: ‘Çölde çağıranın sesi: Rabbin yolunu
hazırlayın, Onun yollarını düz edin.’ Diye kendisi için söylenmiş olan
budur.” (Matta, 3/3, s. 3) “İşaya peygamberde: ‘İşte, senin yüzün önünde
habercimi gönderiyorum, O, senin yolunu hazırlıyacaktır; Çölde
çağıranın sesi: Rabbin yolunu hazırlayın, Onun yollarını düz edin’ diye
yazıldığı üzre...” (Markos, 1/2-3, s. 35) “Nasıl ki, İşaya peygamberin
sözleri kitabında yazılmıştır: ‘Çölde çağıranın sesi: Rabbin yolunu
hazırlayın, Onun yollarını düz edin. Her dere doldurulacak, Her dağ ve
tepe alçaltılacaktır; İğri olan doğrulacak, Sarp yollar düz olacaktır;
Ve bütün beşer Allahın kurtarışını görecektir.” (Luka, 3/4-5, s. 60).
(Halbuki dipnot çıkılarak gösterilen ‘İşaya, 40/3-4, s. 702, alıntılarla
tümüyle aynı değil!).
Şu ifadeler de iki
İncilde kelimesi kelimesine aynıdır: “Fakat Ferisiler ve Sadukilerden
bir çoğunun vaftiz için geldiklerini görünce, onlara dedi: Ey engerekler
nesli, gelecek öfkeden kaçmağı size kim gösterdi? İmdi, tövbeye yakışır
semere çıkarın, ve: Babamız İbrahimdir, diye içinizden düşünmeyin;
çünkü ben size derim ki, Allah İbrahime şu taşlardan evlât kaldırabilir.
Zaten balta da ağaçların kökü dibinde yatıyor; imdi, iyi meyva vermiyen
her ağaç kesilir ve ateşe atılır.” (Matta, 3/7-10, s. 3) “İmdi kendisi
tarafından vaftiz olunmak için çıkıp gelen kalabalıklara dedi: Ey
engerekler nesli, gelecek öfkeden kaçmağı size kim gösterdi? İmdi
tövbeye lâyık semereler çıkarın, ve: Babamız İbrahimdir, diye içinizden
söylemeğe başlamayın; çünkü size derim ki, Allah şu taşlardan İbrahime
evlât kaldırmağa kadirdir. Zaten balta da ağaçların kökü dibinde
yatıyor; imdi iyi meyva vermiyen her ağaç kesilir, ve ateşe atılır.”
(Luka, 3/7-10, s. 60). Hem de, iki İncilde de, 3. bölüm, 7-10. cümlelere
nasıl denk gelmiş? ‘Bu cümlelerin aynı olması normal, ikisi de aynı
hakikati yazıyor’ denilecek olursa; peki, o zaman bu bir-iki örnek aynı
cümlelerin dışında İncillerin diğer yerleri niye farklı? Sorusuna cevap
bulmak gerekiyor. Halbuki bu İnciller, farklı zamanlarda yaşayan farklı
kişiler tarafından yazılmıştır. İki İncil yazarından biri diğerinden
çalmıştır. Ama, hangileri, kimden çalmıştır, bu belli değil. Bu
hırsızlığı Allah'a, Allah'ın değiştirilmemiş vahyine yakıştırabilir
miyiz?
Muharref
İncillere Göre Barış ve Savaş Anlayışı
Başta müsteşrikler/oryantalistler olmak üzere hemen hemen tüm hıristiyan
batılıların ve batı mukallitlerinin İslâm’a saldırmak için ileri
sürdükleri iddia ve ithamlardan biri, İslâm’ın kılıç zoruyla yayılan,
kutsal savaş taraftarı, savaşçı bir din olduğudur. O yüzden de
müslümanlara barbar demekten çekinmeyen, İslâm hâkim olduğunda gayri
müslimleri kıtır kıtır keseceklerini vehmeden veya insanlara böyle
gösteren tipler çıkagelmiştir. İslâm’ın kelime anlamının bile selâmet ve
barış demek olduğunu, savaşın sebep ve şeklini, cihadın kendi haçlı
savaşı kültürlerinin benzeri kutsal savaş anlamında olmadığı, İslâm’ın
öldürme ve hücuma dayalı bir savaş anlayışını ne derece
değiştirdiğini... anlatmak, konu/kavram dışına çıkmak olacak ve sözü
uzatacaktır. Biz batının temel kültürlerinden biri/birincisi olan
Kitab-ı Mukaddes’teki savaş ve barış anlayışına kısa bir değinme
yapacağız.
Hz.
İsa, İncillerde insan sevgisinden,
fedâkârlık ve aftan, her peygamber gibi elbette çokça bahsetmiştir. Ama
İslâm’ın savaş anlayışına yanlış ithamlarla saldırırken, İncillerdeki
Hz. İsa’ya veya vahye atfedilen savaş, öldürme ve hatta katliâm
teşviklerini niye görmek istemiyor ve her iki dindeki ve Kitap’taki
hükümleri mukayese etme gereği duymuyorlar diye sorma hakkımız vardır
diye düşünüyoruz. Bu konu da göstermektedir ki, bazılarının derdi üzüm
yemek değil, bağcı dövmektir: Yani, hakkı arayıp bâtıla tavır almak
değil; hakkı bâtıl, bâtılı da hak göstermektir. Luka İncili, Hz. İsa’dan
şu sözü nakleder: “Lâkin üzerlerine kral olmamı istemeyen o
düşmanlarımı buraya getirin ve önümde öldürün!” (Luka, 19/27, s. 83).
Hz. İsa’ya isnat edilen bu ifade, onun kan dökme pahasına olsa bile,
kral olmak istediğini gösteriyor.
İncillerde tanıtılan
İsa, maddî imkânlara sahip bulunsa veya Hz. Dâvud veya Hz. Süleyman’ın
oğlu ve vârisi olsaydı ne yapardı, bilmiyoruz. Aynı anlamdaki ifadeyi
Pavlus da belirtiyor: “Çünkü bütün düşmanları kendi ayakları altına
koyuncaya kadar, onun saltanat sürmesi lâzımdır.” (Pavlus’un
Korintoslulara 1. Mektubu, 15/25). İsa’nın diğer bir sözü, daha dikkat
çekicidir: “Yeryüzüne selâmet getirmeğe geldim sanmayın; ben selâmet
değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben adamla babasının, kızla
anasının ve gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymaya geldim. Adamın
düşmanları kendi ev halkı olacaktır.” (Matta, 10/34-36)
Kur’ân-ı Kerim’de şu hükmü görüyoruz: “Dinde zorlama yoktur.” (2/Bakara, 256). “De ki: ‘Sizin dininiz size, benim dinim banadır.” (109/Kâfirûn, 6). Peygamber, dini tebliğle mükelleftir; birini dini kabule zorlamaya değil. Savaşa gelince, Kur’an şöyle emrediyor: “Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, aşırı gitmeyin; doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.” (2/Bakara, 190). Savaşla Hz. Muhammed (s.a.s.) hiçbir zaman devlet kurma, kral olma veya bir başka dünyevî çıkar
sağlama gayesi gütmemiştir. İslâm’da savaş sadece Allah için yapılır,
bu da hakkı/dini müdâfa halidir. Bu âyeti takip eden âyet ve dinsizleri
öldürmeye cevaz veren âyetler, sadece kendilerine karşı harp ilân
edilmiş ve savaş açılmış düşmanlara, yani savaşçılara karşıdır ki,
savaşa katılmayanlar bunun dışında tutulmuştur. Haksız yere bir cana
kıyanın bütün insanları öldürmüş gibi olacağını Kur’an belirtir
(5/Mâide, 32).
İslâm,
kesinlikle ve hiçbir şekilde katliâma ve mecbur olunmadığı (müdâfa
özelliği olmayan) hallerde öldürmeye cevaz vermez. Bir de Kitab-ı
Mukaddes’teki şu ifadelere bakalım: “Ancak Tanrı’nın Rabbin
miras olarak sana vermekte olduğu bu kavimlerin şehirlerinden nefes
alan kimseyi sağ bırakmayacaksın; fakat onları, Hittîleri ve Amorîleri,
ve Kenanlıları ve Perizzîleri ve Hivîleri ve Yebusîleri Tanrın Rabbin
sana emrettiği gibi tamamen yok edeceksin.” (Tesniye, 20/16-17)
“Orduların Rabbi şöyle diyor: Amalek’in İsrail’e yaptığını, Mısır’dan
çıktığı zaman yolda ona karşı nasıl durduğunu arayacağım. Şimdi git,
Amalek’i vur ve onların her şeylerini tamamen yok et ve onları esirgeme
ve erkekten kadına, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden
eşeğe kadar hepsini öldür.” (1. Samuel, 15/2-3) Görüldüğü gibi, katliâm
için gösterilen tek sebep, intikam duygusunu tatmindir. Bunun gibi daha birçok örnek verilebilir.
Muharref
İncillere Göre Hz. İsa’nın Kölelik Anlayışı
Hıristiyan
yazarlar tarafından sürekli olarak tekrarlanan ve her vesile ile örnek
diye gösterilen “Biri bir yanağına vurursa ona karşılık verme, sen öbür
yanağını da çevir” mealindeki Hz. İsa’ya atfedilen sözün, sosyolojik ve
psikolojik yönden tahlilini yapmak gerekir. Bu ifadeyi psikolojik yönden
ele alırsak; bu sözün insanlara kendilerini savunma, kim ne yaparsa
yapsın karşılık vermemek sûretiyle kendini ezdirme, hatta yok olma
duygusunu aşıladığını görürüz. Eğer bir toplumda zâlimler, insanların
mallarını haksız yere gasbedenler, insanlara eziyet edenler hiç karşılık
görmeyip her istediklerini istedikleri zaman yapabilirlerse,
yaptıklarına hiç ceza verilmez ve yaptıkları sürekli olarak yanlarında
kâr kalırsa elbette bu çeşit hareketler yaygınlaşır, sonunda toplumda
huzur ve sükûn kalmaz. Haksızlığın ve zulmün ceza görmediği bir toplumun
ayakta durması ve varlığını sürdürmesi imkânsızdır. Muharref İncilllere
göre Hz. İsa, zina ve hırsızlık gibi suçları işleyenleri dahi
cezalandırmamak eğilimindedir (Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna, 8/1-11). Böyle
olunca hukukî kuralların hiç uygulanmadığı, zâlimlerin serbestçe zulmettiği ve mazlumların haklarını aramadıkları bir toplum ayakta kalabilir mi?
Yukarıda
aktardığımız Hz. İsa’nın sözleri, haksızlığa ve zulme uğrayan
insanlarda pısırıklık, miskinlik ve tam teslimiyet fikrini aşılamakta,
insanları kaderciliğe doğru sürüklemektedir. İnciller, Hinduizmin kendi
kast sisteminde alt tabakalardaki insanlara aşıladığı kaderci ve
teslimiyetçi zihniyetin aynısını, işçilere ve kölelere aşılamaya
çalışmaktadır. Hz. İsa’ya nisbet edilen şu sözden, başka nasıl bir mânâ
çıkarılabilir? “Ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin, sağ
yanağınıza bir tokat atana, öbürünü de çevirin. Size karşı dâvâcı olan
mintanınızı almak isteyene abanızı da verin. Sizi bin adım yol yürümeye
zorlayanla iki bin adım yürüyün.” (Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna, 8/1-11)
Muharref
İncillere göre Hz. İsa, verdiği örneklerin
çoğunda kölelik motifini kullanmakta ve köleliği râzı olunması gereken
bir kader gibi takdim etmektedir. Hz. İsa, insanın Allah’a itaatini,
kölenin efendisine itaati ile sürekli olarak mukayese etmektedir. Onun
köleliğe bakışı şu sözlerinde açıkça görülebilir: "Hangi birinizin çif
süren, ya da çobanlık eden bir kölesi olur da, tarladan dönüşünde ona,
‘çabuk gel, sofraya otur’ der. Tersine ona, ‘yemeğimi hazırla, kuşağını
bağla ve ben yeyip içerken bana hizmet et. Ondan sonra da sen yeyip
içersin’ demez mi? Kendisine verdiği buyrukları yerine getirdi diye
köleye teşekkür eder mi hiç?” (Kitab-ı Mukaddes, Luka, 12/42-44). Hz.
İsa’nın İncillerde verdiği örneklerdeki köleliğe bakışı bu tarzdadır.
İncillere göre Hz. İsa, kölelerin herhangi bir hakka sahip olduklarını
kabul etmemektedir. Ona göre kölelerin görevi her durumda efendilerine
hizmet etmektir, onların efendilerine karşı hiçbir hakları yoktur.
Hz.
İsa’nın muharref İncillerde geçen
teslimiyetçi, kaderci ve tam itaat esasına dayanan kölelik anlayışına,
Yeni Ahidin diğer kitaplarında da rastlamaktayız. Bu kitaplarda
köleliğin mâhiyeti daha net olarak görülür. Özellikle Pavlos’un
Mektuplarında köleliğin bir kader olduğu, onun bütün vecibelerinin
yerine getirilmesinin gerekli olduğu tekrar tekrar anlatılır. Pavlos bu
konuda şunları söylemektedir: “Boyunduruk altında olan kulların hepsi
kendi efendilerini tam hürmete lâyık saysınlar, ta ki Allah’ın ismine ve
talime küfrolunmasın ve iman etmiş efendileri olanlar, kardeş oldukları
için onları hor görmesinler, fakat daha ziyade hizmet etsinler, çünkü
bu hizmetten istifade edenler iman eyliyen sevgililerdir.” (Kitab-ı
Mukaddes, Timoteos’a I. Mektup, 6/1-2)
Pavlos gibi Petrus da, yazdığı
risalelerinde kölelerin efendilerine kayıtsız şartsız itaat etmelerini
şu şekilde emretmektedir: “Ey hizmetçiler! Efendilerinize, yalnız
iyilere ve mülâyimlere değil; fakat ters huylu olanlara da tam korku ile
itaat edin. Çünkü eğer biri haksız yere elem çekerek Allah’a karşı
vicdanından ötürü hüzünle dayanırsa bu makbuldür... İyilik işleyerek
elem çekip sabrederseniz, Allah nezdinde bu makbuldür.” (Kitab-ı
Mukaddes, Petrus’un I. Mektubu, 2/18-20)
Gerek Petrus’un ve gerekse Pavlos’un mektuplarındaki
bu sözler, daha çok köle sahibi zenginlerle üst tabakadan insanların
işlerini kolaylaştırmak için kaleme alınmış olmalıdır. Biz, M.S. birinci
ve ikinci yüzyıllarda hıristiyanlığın daha çok fakir, işçi ve köleler
arasında yayıldığını, zenginlerin ve nüfuzlu insanların bu dine pek
rağbet etmediklerini, zengin ve üst tabakadan insanların bu dine üçüncü
asırdan itibaren girmeye başladıklarını biliyoruz. Böyle olunca biraz
önce aktarmış olduğumuz pasajların M.S. birinci veya ikinci asırda
yazılmış olması uzak bir ihtimaldir. Bu pasajlar, muhtemelen üçüncü
asırdan itibaren Hıristiyanlığa girmeye başlayan zenginlerin ve köle
sahibi kişilerin işlerini kolaylaştırmak üzere başka yazarlar tarafından
kaleme alınmış ve bunlar Petrus ve Pavlos’un ifadeleri imiş gibi
onların risalelerine sokulmuştur.
İmparator Kostantin’in
dördüncü yüzyılın birinci yarısında hıristiyanlığı kabul etmesi,
imparatorlukta gitgide çoğalan hıristiyan nüfusun, kendisine bu din
kanalı ile bağlanmasını sağlamak ve böylece tahtını sağlama almak
gayesini taşıyordu. Kostantin, hıristiyanlık vâsıtası ile bir yandan
imparatorlukta dinî bir birlik sağlamayı hedef edinirken, öbür yandan
topladığı konsiller vâsıtası ile o sırada hıristiyanların ellerinde
bulunan bütün İncilleri ve Risaleleri imhâ ettirmiş, bu kitaplardan
sadece şu anda hırisitiyanların ellerinde mevcut olan kitapları yeniden
yazdırtmıştır. Ancak onların da asıllarını imha ettirmiştir. Kanunî
kabul edilerek yeni nüshaları kaleme alınan bu eserlerin yeni
yazmalarına, devlet adamlarına, hükümetlere itaat fikrini ilâve
ettirerek kendi yönetimine bu yolla destek sağlama cihetine gitmiştir.
Bu ilâvelerin en canlı örneği Pavlos’un Titus’a yazdığı mektupta
görülmektedir. Bu mektupta şöyle bir ifadeye rastgelmekteyiz: “Reislere
ve hükümetlere tâbi olmayı, itaat etmeyi... onlara ihtar et.” (Kitab-ı
Mukaddes, Titus’a Mektup, 3/1-2, s. 225). Bu ifadenin, birinci asırda
hükümetin ve reislerin zulüm ve işkencesi altında inleyen ve sonunda
öldürülen Pavlos tarafından söylenmiş olması imkânsızdır. Eğer o dönemde
Pavlos, hıristiyan mü’minleri mevcut hükümete itaat etmeye çağırmış
olsa idi, hükümet onu elbette öldürtmez, aksine korurdu. Pavlos bu
sözleri söylemiş olsaydı Roma yönetimi tarafından baştacı edilirdi.
Kostantin ve daha sonra gelen imtaparatorlar özellikle bu vb. ifadeleri,
Yeni Ahid’in kanonizasyonundan sonra bu kitapta yer alan eserlerin
yeniden yazılması sırasında bunlara ilâve ettirmiş olmalıdırlar.
Bugün elde mevcut olan en eski Yeni Ahit yazmasının,
M.S. dördüncü yüzyılın ortalarında yazılmış olan bir yazmadan kopye
edildiği söylenen bir yazma olduğunu biliyoruz. Kanunî kabul edilen
kitapların dahi bu tarihten önce yazılmış olan bütün nüshaları yok
edilmiş ve ortadan kaldırılmıştır. Bugün sahih olduğu kabul edilen
kitapların ilk nüshalarında yukarıda aktarmış olduğumuz pasajlar
muhtemelen mevcut değildi. Bunlar bu kitaplara eklendikten sonra,
yapılan bu ilâvelerin anlaşılmaması için daha önce yazılmış olan bütün
nüshalar devlet eli ile kasden yok edilmişlerdir.
Hıristiyanların,
hıristiyan olmayan toplumlar üzerinde devamlı olarak hâkimiyet kurmaya
çalışmaları ve bu milletlerin en meşrû haklarını dahi gasbetmeyi olağan
saymalarının temelinde İncillerde ve Risalelerde geçen bu pasajların
büyük tesiri vardır. Hıristiyan mentalitesinde hıristiyan olmayanların
hiçbir hakları yoktur, onlar hıristiyanların köleleri mesabesindedirler.
Hz. İsa’ya nisbet edilerek İncillere alınan pasajlarda belirtildiği
gibi, köle itaat etti diye ona teşekkür edilmez. Hıristiyan olmayan
milletler ve devletler, hıristiyanlarla yaptıkları anlaşmalara ne kadar
riâyetkâr olurlarsa olsunlar onlara teşekkür dahi gerekmez; zaten onlar
böyle yapmak zorundadırlar. Sonradan hıristiyanlığı benimseyen milletler
ve devletler de daha önce hıristiyan olmuş devletlerin köleleri olmak
durumundadırlar. Bunlar hıristiyan olmakla kölelik statüsünden hemen
çıkamazlar. Dolayısıyla efendi durumunda olan devletler, yeni hıristiyan
olmuş bu devletleri kendi çıkarları doğrultusunda istedikleri gibi
kullanabilirler. Yeni hıristiyan olmuş bir devletin veya milletin ortaya
çıkarak “biz de hıristiyanız, eşitlik istiyoruz” demeye hakkı yoktur.
Bu yeni hıristiyan olmuş devletlerin görevi, efendilerine itaat ve
onların söylediklerine bir köle zihniyeti ile harfiyyen riâyetten
ibârettir.
Hıristiyan
misyonerlerinin hıristiyanlığı yaydıkları yerlerde kurulan kiliselerin
işleyiş tarzı konusunda hıristiyan dünyasında ihtilâflar çıkmış; yeni
hıristiyanlığı kabul edenler, merkezî Kilise otoritesine tam olarak tâbi
olmayan mahallî kiliselerin kurulmasını ve bu şekilde faâliyet
gösterilmesini isterlerken, bazıları mahallî kiliselerin tehlikelerine
işaret ederek bunlara tam bir serbestlik verilmesinin doğru
olmayacağını, bunların ne olursa olsun, merkezî bir otorite tarafından
denetlenmesinin daha uygun olacağını söylemişlerdir. Bu merkezî
otoriteyi tesis etme fikrinin temelinde ise sömürgeci, köle kullanıcı ve
başkalarının haklarını gasbetmeyi meşrû gören ve gösteren Yeni Ahit
mantığı vardır.
(4)
Muharref
İncillere Göre Hz. İsa’da Irk Ayrımı
Muharref
İnciller iyice incelendiği zaman, bu
kitaplarda hıristiyanlığın bir taraftan cihanşümul/evrensel bir din
olduğunu gösteren ifadeler görülürken, öbür taraftan onun sadece İsrail
ırkına tahsis edilmiş bir din olduğunu gösteren ibârelere de rastlanır.
Bu ifâdelerde İsrâil ırkı yüceltilmekte, diğer ırklar ise
aşağılanmaktadır.
Hıristiyanlar,
yahûdilerin kutsal kitabı “Tanah”ı, Eski Ahit adı ile kabul
ettiklerinden, Tanah’ta geçen bütün ırkçı ifadeleri aynen benimserler.
Başta Tevrat olmak üzere Tanah’ta yer alan diğer kitapların tamamı,
ırkçı ve siyonist fikirlerle doludurlar. Diğer ırklar bu kitaplarda
ikinci sınıf insanlar olarak târif edilirler. İşte Eski Ahide paralel
olarak Yeni Ahidde, özellikle İncillerde aynı anlayış ve zihniyet devam
etmektedir. Muharref İncillere göre Hz. İsa, kendisi bir İsrailli yahûdi
olarak İsrailli olmayanları köpeklerle eşit tutmaktadır. İsrail ırkının
üstünlüğünü ve kendi dâvetinin sadece İsrail oğullarına tahsis edilmiş
olduğunu gösteren şu pasaj konuyu açık bir şekilde ortaya koymaktadır:
“İsa oradan çıkıp Sur ve Sayda taraflarına çekildi. İşte Kenanlı bir
kadın o sınırlardan geldi ve “Ya rab bana merhamet eyle, sen ey Davud
oğlu! Kızım çok kötü bir halde cine tutulmuştur’ diye bağırdı, fakat İsa
ona bir söz cevap vermedi. Şakirtleri gelip ‘onu uzaklaştır, çünkü
arkamızdan bağırıyor’ diyerek ona yalvardılar. İsa cevap verip dedi:
‘Ben İsrail evinin kaybolmuş koyunlarından başkasına gönderilmedim.’
Fakat kadın geldi ve ‘Ya rab, bana yardım et!’ diye ona tapındı. İsa
cevap verip dedi: ‘Çocukların ekmeğini alıp onu köpeklere atmak iyi
değildir.’ Fakat kadın dedi: ‘Evet ya rab, zira köpekler de
efendilerinin sofrasından düşen kırıntılardan yerler.” (Kitab-ı
Mukaddes, Matta, 15/21-27; Markos, 7/24-30). Hz. İsa’ya nisbet edilen bu
ifadeye göre İsrail halkı, yani yahûdiler koyundurlar, İsrail ırkından
olmayanların hepsi köpektirler. Dolayısıyla Kenanlı kadın da köpektir.
İnciller İsrail ırkından olmayanları sadece köpeğe benzetmez, bazen de
onları domuza benzetirler. Matta İncilinde bu konuda şöyle
söylenmektedir: “Mukaddes olanı köpeklere vermeyin ve incilerinizi
domuzların önüne atmayın; ki onları ayakları altında çiğnemesinler”
(Kitab-ı Mukaddes, Matta, 7/6-8).
Yukarıda
nakledilen birinci pasaja göre cin çıkarmakla ün yapmış olan Hz. İsa,
yolda yürürken kızı cinlere tutulmuş olan Kenanlı bir kadınla
karşılaşıyor, kadın ondan kızını cinlerden kurtarmasını isteyince Hz.
İsa ona, “Ben sadece İsrail evinin kaybolmuş koyunlarına gönderildim”
diye cevap veriyor. Yani kadın ona geliyor, dâvetine inandığını,
mûcizelerini tasdik ettiğini belirterek kızı için kendisinden yardım
istiyor, onu cinlerden kurtarmasını istiyor. Hz. İsa ise yardım
teklifini reddediyor, dolayısıyla kadının kendisine iman etmesini de
kabul etmemiş oluyor, görevinin sadece İsrail kavmine mahsus olduğunu,
başka kavimlerden insanlarla ilgilenemeyeceğini ifade ediyor. Bu nasıl
bir vahiydir ki, belli bir ırktan olanlara sunuluyor, başka ırktan
olanlara sunulamıyor? Yoksa Allah “Şu ırkın insanlarına yardım et,
onları imana dâvet et, şu ve şu ırkın insanlarını imana dâvet etme” mi
buyuruyor? Kadının yardım istemedeki ısrarı üzerine Hz. İsa’nın ona
vermiş olduğu ikinci cevabı çok daha enteresandır. O, ikinci cevabında
şöyle söylüyor: “Sofradaki çocukların ekmeğini alıp köpeklere atmak câiz
değildir.” Bu nasıl bir tebliğ anlayışıdır. O, kendisine iman etmiş
birine “Sen köpeksin” diye nasıl söyleyebiliyor. “Şayet sana yardım
eder, kızını iyileştirirsem yahûdi kavminin hakkı olan bir şeyi sana
vermiş ve yahûdi kavmine haksızlık etmiş olurum” şeklinde konuşan bir
kişi, nasıl ilâhlık mertebelerine çıkarılıyor, bunu anlamak mümkün
değildir. İnsan sûretinde yeryüzüne tecellî etmiş olan bir ilâh,
yarattığı kulları arasında ayrım yapıp kendisine iman eden bir kuluna
“sen köpeksin, sana yardım edemem” diye hitap edebilir mi?
Burada akla başka bir husus daha gelmektedir.
İncillerde
yer alan bu pasajdaki teşbihte bir hata olmalıdır. İsrail ırkından
olmayan birine yardım edilmesini, sofrada oturan yahûdi çocuklarının
ekmeklerinin alınıp köpeklere atılmasına benzetilmesinde teşbih
kuralları açısından hata vardır. Sofrada oturan çocukların ekmeklerinin
alınıp köpeklere verilmesi halinde çocukların ekmekleri eksilir ve onlar
aç kalabilir. Ama Kenanlı kadının kızının tedavi edilmesi halinde,
yahûdi çocuklarına sunulan dâvette bir eksilme ve onların zarara
uğraması sözkonusu olamaz. Muharref İnciller Hz. İsa’ya böyle
söylettirdiklerine göre, acaba Hz. İsa’nın Kenanlı kadının kızını tedavi
etmesi halinde dâvet ve tebliğ enerjisinin bir kısmı eksilecek miydi? O
kızı tedavi edince yahûdi çocuklarını tedavi edemez hale mi gelecekti?
Yoksa onun bir tedavi kontenjanı vardı da kız çocuğunu tedavi etmesi
halinde bu kontenjan mı doluyordu? İncillerin naklettiğine göre sonunda
Hz. İsa, yine bu kızı tedâvi etmiş olduğuna göre, sofradaki çocukların
ekmeğini köpeklere atmış olmuyor mu? Bu, kendi mantığına göre bir suç
değil mi?
Hz.
İsa’nın Kenanlı kadına vermiş olduğu
ikinci cevaptan sonra kadının ona söylemiş olduğu söz de çok önemlidir.
Muharref İnciller, kadına “köpekler de efendilerinin sofralarından düşen
kırıntıları yerler” dedirtmek sûretiyle yahûdi ırkının üstünlüğünün
herkes tarafından kabul edilmesinin gerekli olduğunu zımnen empoze
etmektedirler. Bu cevaba göre, yahûdi olmayanlar tıpkı bu kadın gibi
yahûdiler karşısında ikinci sınıf insanlar olduklarını kabul
etmelidirler. Bu durum onların kaderidir ve onlar kaderlerine râzı
olmalıdır. Böyle yahûdi asıllı olmayan hıristiyanlar, yahûdi ırkının
üstünlüğünü otomatik olarak kabul etmeli ve buna itiraz etmemelidir.
Günümüzde hemen hemen bütün hıristiyan dünyasının İsrail devletine
kayıtsız şartsız destek vermesinin temelinde yatan esas faktör
İncillerde sunulan bu fikirdir.
Geçmişte yapılmış
olduğu iddia edilen yahûdilere yönelik katliamların büyük çoğunluğu,
yahûdi yazarlar tarafından ortaya atılmış abartmalı haberlerdir.
Gerçekten orta çağlarda zaman zaman hıristiyan devletlerin yahûdilere
yönelik katliamlar yaptıkları ve yahûdilere zulüm ve işkenceler
yaptıkları güvenilir kaynaklarda müşâhede edilmektedir. Ancak bu
haberler, günümüzde ana kaynaklarda bulunanlardan çok daha mübâlağalı
şekilde abartılarak yazılmaktadır. Bu abartmalı haberlerin arkasında
gizli bir niyet vardır; o da, bütün dünyaya yahûdi ırkını sürekli zulüm
gören, mazlum ve himayeye mazhar bir ırk olarak göstermek, diğer
milletlerin merhamet duygularını istismar ederek yahûdilere sempati
duyulmasını sağlamaktır. İkinci Dünya savaşından bu yana bütün dünyada
sinema, tiyatro, radyo, televizyon, gazete, dergi vb. bütün basın ve
yayın organlarında yürütülmekte olan yahûdilere acındırma, onların
düşmanlarına kin duydurtma programlarının esas gayesi işte budur.
Muharref
İncillere göre, kendisi ırkçı bir mantıkla
hareket eden ve konuşan Hz. İsa, öğrencilerine de aynı mantık
çerçevesinde hareket etmelerini emretmiş ve yahûdi ırkından olmayanları
tedavi etmemelerini, onlara vaat etmemelerini tenbih etmiştir. Hz. İsa,
irşâda gönderdiği öğrencilerine şöyle hitap etmektedir: “Milletler
yoluna gitmeyin ve Samiriyelilerin şehirlerinden hiçbirine girmeyin;
fakat daha ziyade İsrail evinin kaybolmuş koyunlarına gidin” (Kitab-ı
Mukaddes, Matta, 10/5-6). Kendisi başka milletlerden insanları imana
dâvet etmeyen Hz. İsa, Havârilerden de aynı şekilde hareket etmelerini
istemektedir.
Yukarıdaki
paragrafa göre Hz. İsa, ırkçılıkta o kadar ileri gitmektedir ki,
kavmiyetçilikten kabileciliğe dönerek, dâvetinden yahûdi ırkından olan
Samiriyelileri dahi mahrum bırakmakta; Havârilere, Samiriyelilere
gitmemelerini, onların hiçbir şehirlerine uğramamalarını, sadece ve
sadece hâlis yahûdilere hizmet vermelerini emretmektedir.
Yahûdi kavmiyetçiliğinde
bütün yahûdiler aynı derecede eşit olarak kabul edilmezler; bunlar
kısım kısımdır ve hepsi aynı seviyede değildir. En üst mertebede Harun
soyundan gelen Levililer, en alt seviyede ise Samiriyeliler yer
almaktadırlar. Samiriyeliler tarih boyunca kardeşleri olan diğer yahûdi
kabileleri tarafından sürekli olarak horlanmışlar ve ikinci sınıf
vatandaş muâmelesi görmüşlerdir. İşte muharref İncillere göre Hz. İsa,
bu yahûdi geleneğini olduğu gibi devam ettirerek Havârilerden, onları
imana dâvet etmemelerini istemiştir.
Dört
İncilin birçok yerinde sanki Hz. İsa,
ırkçı bir siyonist gibi davranan, her şeyi yahûdiler ve yahûdilik için
yapan bir kimse olarak takdim edilmektedir. Ancak İncillerin son
baplarında onun ırkçılıkla hiçbir ilgisinin olmadığı, öğrencilerini
yahûdi olmayan ırklara da göndererek İncili onlara tebliğ ettirdiği
(Kitab-ı Mukaddes, Markos, 16/15) haber verilerek çelişkiye
düşülmektedir. Yine bazı İncillere göre o, yahûdi ırkı içinde
kabilecilik yaparak Samiriyelilere düşmanlık eden ve onları imana dâvet
etmeyen bir kişi iken, diğer İncillere göre o, Samiriyelilerin köylerine
öğrencilerini gönderen, onların hastalarını tedavi eden bir kimsedir.
İncillerin pasajlarına göre o, Samiriyelileri horlayıp onlara düşmanlık
ederken (Matta, 10/5-6), diğer bazı pasajlarına göre, iyi
Samiriyelilerden örnekler vermektedir (Luka, 10/25-37). Özellikle
Yuhanna İncilinde bir bapta o, Samiriyeli olmayan bir yahûdi olarak
takdim edilirken (Yuhanna, 4/9), diğer bir bapta “Cin çarpmış bir
Samiriyeli” (Yuhanna, 8/48) şeklinde tanıtılmaktadır. Bütün bu
çelişkilerin yer aldığı İnciller, bu tesbitlerden sonra nasıl vahiy
mahsûlü, hatasız ve eksiksiz yazılmış eserler olarak kabul
edilebiliyorlar?
(5)
Muharref
İncillere Göre Hadım Olmak ve Evlenmenin Güzel Görülmemesi
İncillerde
Hz. İsa’nın evlenip evlenmediğine ve kadınlarla ilişkisine dair açık
bir bilgi yoktur. Gençliği hakkında hiç bilgi olmaması gibi. Ancak
İncillerde verilen bilgiler bir bütün olarak ele alınıp
değerlendirilince onun hiç evlenmemiş olduğu sonucuna varılabilir. Hz.
İsa evlenmeyle ilgili olarak Havârilerle konuşurken onlar Hz. İsa’ya
“Eğer erkeğin karısı ile hali bu ise, evlenmek iyi değil” derler. Bunun
üzerine Hz. İsa onlara, “Bütün adamlar bu sözü kabul edemez, ancak
kendilerine verilmiş olanlar kabul edebilir. Çünkü anadan doğma hadım
vardır, insanlar tarafından yapılmış hadım vardır, göklerin melekûtu
uğrunda kendilerini hadım edenler de vardır. Bunu kabul edebilen kabul
etsin” (Kitab-ı Mukaddes, Matta, 19/10-12, s. 21) diye cevap vermiştir.
Hz. İsa’nın bu sözlerinde açıkça evlenmemek teşvik edilmekte, evlenmenin
bir ruhsat olduğu işaret edilmektedir. Ayrıca pasajın sonunda evlenmeye
karşı istek duymamak için göklerin melekûtu uğruna insanın kendi
kendini hadım etmesi öğütlenmektedir.
Kilise,
İncillerde geçen bu ve benzeri ifadelere
dayanarak râhiplere evlenme yasağı koymuştur. Aslında evliliğe karşı
tavır koyan ve râhiplere evlenme yasağı koyan başka dinler de vardır.
Maniheizm ve Budizm gibi dinler, hıristiyanlıktan önce bu yasağı
uygulamışlardır. Hıristiyanlık, bu fikri muhtemelen Budizmden almış
görünmektedir.
İncillerin yanısıra
Yeni Ahidin diğer kitaplarında da evlenmemeyi açıkça teşvik eden
pasajlara rastlamaktayız. Pavlos’un Korintoslulara yazmış oluğuu birinci
mektupta geçen şu ifadeler, hıristiyanlığın evlilik kurumana bakış
açısını açıkça ortaya koymaktadır: “İmdi yazdığımız şeylere gelince:
Adam için kadına dokunmamak iyidir. Fakat zinalardan dolayı herkesin
kendi karısı olsun, ve her kadının kendi kocası olsun.” (Kitab-ı
Mukaddes, Korintoslulara I. Mektup, 7/1-2, s. 173). Pavlos burada
erkeklerin kadınlardan uzak durmalarını, yani evlenmemelerini tavsiye
etmektedir. O, bu tavsiyeyi sadece erkeklere yapmakla kalmıyor,
kadınlara da aynı şeyi tavsiye ederek onları evlenmekten men etmeye
çalışıyor. “Evlenmemişlere ve dul kadınlara diyorum: Benim gibi kalsalar
onlar için iyidir.” (Kitab-ı Mukaddes, Korintoslulara I. Mektup, 7/8,
s. 173). Burada Pavlos, evvelâ kendisinin evlenmemiş olduğunu açıklıyor,
sonra hiç evlenmemiş bâkire kızlarla, evlendikten sonra dul kalmış
kadınların kendisi gibi bekâr kalmalarını, onların evlenmemelerinin
kendileri için daha iyi olacağını izah ediyor.
Pavlos, mektuplarında
sadece evlenmemeyi teşvik etmekle kalmıyor, aynı zamanda evlenmenin
sakıncalarını da ortaya koyuyor: “Kızlar hakkında rabden emrim yoktur;
fakat itimada lâyık olmak için rab tarafından merhamete nâil olmuş bir
adam olarak rey veriyorum: İnsanın olduğu gibi kalması iyidir. Kadına
bağlı mısın? Çözülmeyi arama. Kadından çözülmüş müsün? Kadını arama.
Fakat eğer evlenirsen günah etmezsin, eğer bir kız evlenirse günah
etmez. Fakat böyle kimselerin bedende sıkıntısı olacaktır. Ben sizi
esirgiyorum. Ey kardeşler! Vakit kısalmıştır, bundan böyle karıları
olanlar hoşnut etsin diye rabbin şeyleri için kaygı çeker. Fakat
evlenmiş olan adam nasıl karısını hoşnut etsin diye dünya şeyleri için
kaygı çeker... Evlenmemiş olan kadın ve kız, hem bedence, hem de ruhça
mukaddes olsun diye rabbin şeyleri için kaygı çeker, fakat evlenmiş olan
kadın nasıl kocasını hoşnut etsin diye... kaygı çeker... Kendi kızını
evlendiren iyi eder, evlendirmeyen daha iyi eder.” (Kitab-ı Mukaddes,
Korintoslulara I. Mektup, 7/25-38)
Pavlos’un evlenmemeyi teşvik edişi bir yana, onun kadınlara
bakış tarzı da çok tuhaftır. Özellikle dul kalmış kadınlarla ilgili
olarak verdiği fetvâsında Timoteos’a, altmış yaşından aşağı dul
kadınları cemaate kaydetmemesini söylemektedir: “İyi işler için hakkında
şehâdet olunan, bir erkeğin karısı olup altmış yaşından aşağı olmayan
dul kadın, eğer çocuklar büyütmüş, eğer misafir kabul etmiş, eğer
mukaddeslerin ayaklarını yıkamış, eğer sıkıntıda olanlara yardım etmiş,
eğer her iyi işin ardınca gitmişse kaydolsun. Fakat daha genç dul
kadınları reddet. Çünkü Mesih’e muhâlif olarak nefsânî heveslerine
düştükleri zaman evlenmek isterler... Bununla beraber evleri gezerek
aylak olmayı da öğrenirler; ancak, yalnız aylak değil, fakat üzerlerine
düşmeyen şeyleri söyleyerek başkalarının işlerine karışan boşboğaz
olurlar (Kitab-ı Mukaddes, Timoteos’a I. Mektup, 5/9-15).
“(İsa:)
İmdi, Allahın birleştirdiğini insan ayırmasın. Şakirtler evde bunun
için yine kendisinden sordular. Onlara dedi: Kim karısını boşar, ve
başkası ile evlenirse, ona karşı zina eder; ve kadın kocasını boşar ve
bir başkası ile evlenirse, zina eder.” (Markos, 10/9-12, s. 46). “Ve ben
size derim: Kim zinadan ötürü olmayıp karısını boşar ve başkası ile
evlenirse, zina eder; boşanmış olanla da evlenen zina eder.” (Matta,
19/9, s. 21). “Fakat evli olanlara ben değil, ancak Rab emrediyor: Karı
kocasından ayrılmasın, fakat eğer ayrılırsa da, kocasız kalsın, yahut
kocası ile barışsın; ve koca karısını bırakmasın.” (Pavlusun
Korintoslulara Birinci Mektubu, 7/10-12, s. 173). Hıristiyanlıkta
eşlerin ölümü dışında dulluk yoktur. Hıristiyanlar boşanmayı kabul
etmediklerinden, bu dinde boşanma yolu ile dulluk sözkonusu değildir.
Böyle olunca özellikle kadın için dul kalmak tamamıyla kendi irâdesi
dışında gerçekleşen bir olaydır. Toplumda en çok himâyeye muhtaç olan
insanların başında yetimler ve dul kadınlar geldiği halde, Pavlos’un,
dul kadınlar hakkında aylaklar ve boşboğazlar tâbirlerini kullanması,
onları tahkir ederek cemaatin dışına atması, Hıristiyanlığın kadın
haklarına verdiği değeri açıkça ortaya koymaktadır.
İncillerde ve Yeni
Ahidin diğer kitaplarında takdim edilen bu bilgilere göre, insanların
cinsî hayattan uzak durmaları gerekmektedir. Özellikle Hz. İsa’ya nisbet
edilen sözlere göre, insanlar, cinsî arzulardan kendilerini
uzaklaştırıp tam olarak ibâdete yönelebilmek için kendilerini hadım
edebilirler. Yaratılıştan insanlarda var olan cinsî arzuların kökten yok
edilmesi, insan neslinin imha edilmesi sonucunu doğurmaz mı? İnsanlarda
mevcut olan bu gücün, aile hayatı şeklinde bir düzenleme ve evlilik
yoluyla tatmin edilmesi ve bu yolla insan neslinin devamının sağlanması
esas iken, İnciller, erkekleri kadınlardan uzaklaşmaya ve kendilerini
hadım etmeye, kadınları da erkeklerden uzaklaşmaya teşvik etmektedir.
Dolayısıyla bu telkinler, hıristiyan toplumlarda çeşitli türden cinsî
sapıklıkların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.
Bunların
yanında Hz. İsa’nın evliliğe karşı olmadığı, 5 kızla evleneceği, tüm
hıristiyanların veya insanların yarısıyla, akıllılarla düğüne güvey
gireceğinden bahsedilir: “O zaman göklerin melekûtu, kandillerini alıp
güveyi karşılamaya çıkan on kıza benziyecektir... Güvey geldi;
hazırlıklı kızlar onunla beraber düğüne girdiler; ve kapı kapandı...”
(Matta, 25/1-13, s. 28).
Muharref
İncillere Göre Kadın Hakları ve Boşanma
Hıristiyan
bilim adamları, devamlı olarak kendi dinlerinin kadın haklarını
koruduğunu, kadınları erkeklerle eşit tuttuğunu ileri sürer dururlar.
Ancak, muharref İncillerin incelenmesi neticesinde durumun hiç de
onların dediği gibi olmadığı kolayca anlaşılır.
Hıristiyanlıktan
önce ortaya çıkan yahûdilik vb. bazı dinler, erkeklerin kadınları
boşamalarına, boşanan erkek ve kadınların başkalarıyla evlenmelerine
izin vermekteydi. Ancak hıristiyanlık, erkeklerin kadınları boşamalarına
müsâade etmemekte, boşanma olmaksızın birbirinden ayrılan eşlerin,
ayrıldıkları eşleri sağ olduğu sürece başkalarıyla evlenmelerine izin
vermemektedir.
Galile (Celile)’den ayrılıp
Yahûdiye’ye gelen Hz. İsa’ya Ferisîler, bir erkeğin karısını boşayıp
boşayamayacağını sormaları üzerine; "İsa onlara dedi: Yüreklerinizin
katılığından ötürü karılarınızı boşamanıza Musa müsaade etti; fakat
başlangıçtan böyle olmamıştır. Ve ben size derim: Kim zinadan ötürü
olmayıp karısını boşar ve başkası ile evlenirse zina eder; boşanmış
olanla da evlenen zina eder." (Matta, 19/8-9, s. 21) demiştir. Muharref
İncillerin naklettiğine göre Hz. İsa, ölüm dışında erkekle kadının
ayrılmasını kabul etmemektedir. Eşler boşanma olmaksızın birbirlerinden
ayrılsalar dahi başkalarıyla evlenemezler. Bir kadın geçimsizlik
yüzünden kocasından ayrılacak, fakat kocası sağ olduğu müddetçe bir
başkasıyla evlenemeyecek. Bu, kadına bir hak vermek midir, yoksa kadının
hakkını gasbetmek midir?
Aslında
diğer bazı dinlerin tek yanlı olarak sadece erkeğe tanıdıkları eşi
boşama hakkını hıristiyanlık, erkekle birlikte kadına da tanısa idi,
belki de kadın hakları konusunda söz söylemeye hakkı olabilirdi. Ancak,
Hz. İsa’ya nisbet edilen yukarıdaki ifadeye göre, başka dinlerde
erkeklere tanınan boşama hakkı, hıristiyanlıkta erkekle birlikte kadına
da tanınmış değil; aksine kadına verilmeyen ve erkekler için mevcut olan
bu hak, erkeklerden de geri alınmak sûretiyle diğer bazı dinlerin
sınırlı olarak verdiği boşanma hakkı tamamen ortadan kaldırılmış
olmaktadır. Daha önce kocalarının boşamaları halinde hiç değilse yeniden
evlenme hakkına sahip olan kadın, hıristiyanlığın bu hükmü ile o
hakkından da mahrum bırakılmaktadır. Belki ortada bir kadın-erkek
eşitliği sözkonusu olabilir, ancak bu eşitlik, kadına boşama hakkı
verilerek kadını erkeğin seviyesine getirerek değil; aksine, erkeğin
elinde olan boşanma hakkını elinden alarak onu kadının seviyesine
indirmek sûretiyle olmuştur. Yani eşitlik, pozitif yönde değil; aksine
negatif yönde gerçekleşmiştir. Hıristiyanlıktaki bu uygulama, bir hak
verme değil; aksine tek taraflı olarak verilmiş olan bir haktan her iki
tarafı tamamıyla mahrum etmektir. Bu kadın-erkek eşitliği, olsa olsa
boşanamama eşitliği olabilir. Bu bir hak alma eşitliği değil;
haksızlıkta eşitliktir. Hıristiyanların yaptıkları şey, hayatının
başında bir hata yaparak kendine uygun olmayan bir eşle evlenen kişiye,
bu hatasının cezasını bir ömür boyu çektirmek, onu zorla, sevmediği ve
nefret ettiği biriyle yaşamaya zorlamaktır.
(6)
“Ferisiler geldiler, ve onu deniyerek: Adama karısını
boşamak caiz mi? diye kendisinden sordular. O da cevap verip onlara
dedi: Musa size ne emretti? (Tesniye, 24/1, 3 -dipnot-) Onlar da
dediler: Musa bir boş kâğıdı yazmağa ve kadını boşamağa müsaade
etmiştir. Fakat İsa onlara dedi: Yüreklerinizin katılığından dolayı size
bu emri yazdı. Fakat hilkatin başlangıcından Allah onları erkek ve dişi
yarattı. Bunun için bir adam babasını anasını bırakacak, karısına
yapışacaktır; ikisi de bir beden olacaktır; şöyle ki, onlar artık iki
değil, fakat bir bedendirler. İmdi, Allah’ın birleştirdiğini insan
ayırmasın. Şakirtler evde bunun için yine kendisinden sordular. Onlara
dedi: Kim karısını boşar, ve başkası ile evlenirse, ona karşı zina eder;
ve kadın kocasını boşar ve bir başkası ile evlenirse, zina eder.”
(Markos, 10/2-12, s. 46). “Ve: Kim karısını boşarsa, ona boş kâğıdını
versin, (Tesniye, 24/1, 3 -dipnot-) denilmiştir. Fakat ben size derim
ki, zinadan başka bir sebeple karısını boşıyan adam onu zaniye eder; ve
kim boşanmış kadınla evlenirse, zina eder.” (Matta, 5/31-32, s. 5)
“Ey kadınlar, kendi kocalarınıza Rabbe tâbi olur gibi tâbi olun. Çünkü bedenin kurtarıcısı Mesih kilisenin başı olduğu gibi, erkek de kadının başıdır. Fakat kilise Mesihe tâbi olduğu gibi, kadınlar da böylece her şeyde kocalarına
tâbi olsunlar.” (Pavlusun Efesoslulara Mektubu, 5/22-24, s. 201).
“Kendi bedeni üzerine karının değil, ancak kocasının hakimiyeti vardır;
ve böylece de kendi bedeni üzerine kocanın değil, ancak karısının
hakimiyeti vardır.” (Pavlusun Korintoslulara Birinci Mektubu, 7/4, s.
173). “Kiliselerde kadınlar sükût etsinler; çünkü onlara söylemek için
izin yoktur; ancak şeriatin de dediği gibi, tâbi olsunlar. Ve eğer bir
şey öğrenmek isterlerse, evde kendi kocalarına sorsunlar; çünkü kadına
kilisede söylemek ayıptır. Yahut Allahın kelâmı sizden mi çıktı? Yahut
yalnız size mi erişti? (Pavlusun Korintoslulara Birinci Mektubu,
14/34-36, s. 180). “Ayni suretle yaşlı kadınlar tavırlarında iftiracı ve
çok şaraba esir olmayıp, hürmetli, iyilik muallimleri olsunlar; ta ki,
Allahın kelâmına küfrolunmamak için, genç kadınları kocalarını seven,
çocuklarını seven, temkinli, iffetli, evde işliyen, iyi, kendi
kocalarına tâbi olmak üzre terbiye etsinler.” (Pavlusun Titusa Mektubu,
2/3-5, s. 225)
“Fakat bilmenizini isterim ki, her erkeğin
başı Mesih, ve kadının başı erkek, ve Mesihin başı Allahtır. Başı
örtülü olarak dua eden, yahut peygamberlik eden her erkek, başını küçük
düşürür. Fakat başı örtüsüz olarak dua eden her kadın, başını küçük
düşürür; çünkü tıraş edilmiş olmakla bir ve ayni şeydir. Çünkü eğer
kadın örtünmiyorsa, saçı da kesilsin; fakat kadına saç kesmek, yahut
tıraş olmak ayıp ise, örtünsün. Çünkü erkek, Allahın sureti ve izzeti
oğlduğu için, başını örtmemelidir; fakat kadın erkeğin izzetidir. Çünkü
erkek kadından değil, fakat kadın erkektendir; çünkü erkek de kadın için
değil, fakat kadın erkek için yaratıldı. Bunun için melekler sebebinden
kadın, başı üzerinde hâkimiyet alâmetine malik olmalıdır. (...) Siz
kendi nefsinizde hükmedin; kadının örtüsüz Allaha dua etmesi yakışır mı?
Tabiat bile size öğretmiyor mu ki, erkeğin uzun saçlı olması kendisi
için hürmetsizlik, fakat kadının uzun saçlı olması kendisine izzettir?
Çünkü saçı kendisine örtü olarak verilmiştir.” (Pavlusun Korintoslulara
Birinci Mektubu, 11/3-10, 13-15, s. 177)
Aşağıdaki
alıntıda görüleceği gibi, kadının suçlu olduğu için, erkeğe hâkim
olmasına giden bir yol olduğu düşünülerek öğretmesi, öğretmenliğini
Kitab-ı Mukaddes yasaklar. Bunlar, aynı zamanda Pavlos’un hıristiyanlığa
soktuğu kadını aşağılayan düşünceler arasındadır: “İmdi isterim ki
erkekler her yerde tahir eller kaldırarak gazapsız ve nizasız dua
etsinler. Ayni surette kadınlar, saç örgüleri, ve altın yahut inciler
yahut çok pahalı libasla değil, sade kıyafette, hicap ve vekar ile, ve
takva sahibi olduğunu iddia eden kadınlara yakışır surette iyi işlerle
kendilerini tezyin etsinler. Kadın tam tabiiyetle sessizce olarak
öğrensin. Fakat kadının öğretmesine, ve erkeğe hâkim olmasına izin
vermem, ancak sükûtte olsun. Çünkü önce Âdem, sonra Havva yaratıldı; ve
Âdem aldanmadı, fakat kadın aldanarak suça düştü; fakat iman ve sevgi ve
takdiste vekar ile dururlarsa, çocuk doğurması ile kurtulacaktır.”
(Pavlusun Timoteosa Birinci Mektubu, 2/8-15, s. 218)
“(Rab Allah) Kadına
dedi: Zahmetini ve gebeliğini ziyadesiyle çoğaltacağım; ağrı ile evlât
doğuracaksın; ve arzun kocana olacak, o da sana hâkim olacaktır. Ve
Âdeme dedi: Karının sözünü dinlediğin ... için, toprak senin yüzünden
lânetli oldu.” (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, 3/16-17, s. 3)
Kitab-ı
Mukaddes’in Eski Ahid bölümünde şu ifadeler, putperestlerin bile
taptıkları putlar hakkında bu kadar pervasız söyleyemeyeceği cinstendir:
“Çünkü kocan seni Yaratandır; onun ismi orduların Rabbıdır; ve seni
fidye ile Kurtaran İsrailin Kuddûsüdür; ona bütün dünyanın Allahı
denecektir.” (Kitab-ı Mukaddes, İşaya, 54/5, s. 714). Bu söz, ne kadar
mecaz diye değerlendirilirse değerlendirilsin, çok çirkin bir
benzetmedir. Bu ifadeyi Allah açısındandan değerlendirdiğimizde çok
büyük bir şirk, kadının kocası şeklinde bir değerlendirme olduğu için
bırakın dillendirilmesi, düşünülmesi bile mümkün olmayan fecaattir.
Kadın ve koca açısından değerlendirilirse, kocanın Yaratan Tanrı’ya
benzetilmesi, karının da onun kulu olarak düşünülmesi kadını ne kadar
aşağıda ve kocayı ne kadar yukarıda görmenin en rezilcesidir. Ya şu
ifadelere ne demeli: “Ve o gün vaki olacak ki, RAB diyor, bana işi
(kocam) diyeceksin... Ve seni ebediyen kendime nişanlıyacağım; evet,
seni doğrulukla ve hakla, ve inayetle, ve rahmetlerle kendime
nişanlıyacağım. Ve seni sadakatla kendime nişanlıyacağım, ve RABBİ
tanıyacaksın.” (Kitab-ı Mukaddes, Hoşea, 2/16, 19-20, s. 857). Bu
ifadelerin vahiy olması mümkün olmadığı gibi, bunları eleştirilemeyecek
doğrulukta gören hıristiyanların da kadın haklarından bahsetmesi çok
gülünç olmaktadır.
Ana-Babaya Buğz
“Eğer
bir kimse bana gelir, ve kendi babasına, anasına, karısına,
çocuklarına, kardeşlerine, kızkardeşlerine, evet hattâ kendi canına
buğzetmezse, benim şakirdim olamaz.” (Luka, 14/26, s. 77). “Yeryüzüne
selâmet getirmeğe (sulh yapmak için) geldim sanmayın; ben selâmet değil,
fakat kılıç getirmeğe geldim. Çünkü ben adamla babasının, ve kızla
anasının, ve gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymağa geldim ve
adamın düşmanları kendi ev halkı olacaktır.” (Matta, 10/34-36, s. 11).
“Ben dünyaya ateş atmağa geldim; eğer şimdiden tutuşmuş ise, daha ne
isterim? Dünyaya selâmet getirmeğe mi geldim sanıyorsunuz? Size derim
ki: Hayır, fakat daha doğrusu ayrılık getirmeğe geldim; çünkü bundan
sonra, bir evde beş kişi olacak, üçü ikiye, ikisi üçe karşı
ayrılacaklar. Baba oğula karşı, oğul babaya karşı; ana kıza karşı, kız
anasına karşı; kaynana geline karşı, gelin kaynanasına karşı olacaklar.”
(Luka, 12/49, 51, 52, 53, s. 75).
İsa (a.s.) anasına
saygısız davranır: “İsa ona dedi: Kadın, benden sana ne?” (Yuhanna, 2/4,
s. 93). “İsa halka henüz söylemekte iken, işte, anası ve kardeşleri,
onunla söyleşmek istiyerek dışarda durdular. Ve biri İsaya dedi: İşte,
anan ve kardeşlerin seninle söyleşmek istiyerek dışarda duruyorlar.
Fakat İsa cevap verip kendisine söyliyene dedi: Benim anam kimdir? Ve
kardeşlerim kimlerdir? Ve elini şakirtlerine doğru uzatıp dedi: İşte,
benim anam ve kardeşlerim. Çünkü göklerde olan Babamın iradesini kim
yaparsa, benim kardeşim, kızkardeşim ve anam odur.” (Matta, 12/46-50, s.
13-14)
Servet Düşmanlığı ve Tembellik
“Size diyorum: Ne yiyeceksiniz, yahut ne içeceksiniz diye hayatınız
için, ne giyeceksiniz diye bedeniniz için kaygı çekmeyin.” (Matta,
6/25, s. 6). Bir lokma bir hırka felsefesinin temeli muharref
İncillerdeki Hz. İsa’nın şu sözlerine dayanmaktadır: “İsa şakirtlerine
dedi: Ne yiyeceksiniz diye hayatınız için, ne giyeceksiniz diye
bedeniniz için kaygı çekmeyin. Çünkü hayat yiyecekten ve beden
giyecekten daha üstündür. Kargalara bakın, onlar ne ekerler, ne de
biçerler, ne kilerleri ve ne de ambarları var, Allah onları besler,
sizler kuşlardan ne kadar daha değerlisiniz.” (Luka, 12/22-24, s. 74).
İnciller, kaderci, tevekkülcü, dünyadan tamamıyla el etek çekmeye dayalı
bir görüşü insanlara telkin etmektedir. Hıristiyanlığa göre dünya için
çalışmak, mal mülk sahibi olmak kâmil insan olmaya engeldir. Bu konuda
muharref İncillere göre Hz. İsa şöyle söylüyor: “Eğer kâmil olmak
istersen git, neyin varsa sat ve fakirlere ver, göklerde hazinen
olacaktır ve gel, benim ardımca yürü.” (Matta, 19/21, s. 21)
Hz.
İsa zenginlik hakkında şunları
söylemektedir: “Yine size derim: Devenin, iğne deliğinden geçmesi,
zengin adamın Allah’ın melekûtuna girmesinden daha kolaydır.” (Matta,
19/24, s. 21). Bu sözleriyle o, zenginler cennete giremez, cennete
girmek isteyenler fakir olsunlar, mallarını mülklerini terketsinler
demek istemektedir. Bir başka konuşmasında Hz. İsa insanlara:
“Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin ki, orada güve ve pas
yeyip bozar ve orada hırsızlar delip girerler ve çalarlar. Fakat
kendinize gökte hazineler biriktirin ki, orada ne güve, ne de pas yeyip
bozar ve hırsızlar orada ne deler ve ne de çalarlar.” (Matta, 6/19-20,
s. 6). Bu sözlerin mânâsı, açıkça “mal mülk biriktirmeyin,
hazinelerinizi, kiler ve ambarlarınızı doldurmayın, dünya için
çalışmayın” demek değil midir? Muharref İncillerin bu şekilde
konuşturduğu Hz. İsa, bize göre bu gibi sözleri asla söylemiş olamaz.
(Şaban Kuzgun, Dört İncil, Farklılıkları ve Çelişkiler, s. 295-296)
Muharref
İncillerde Sömürü ve Faiz Anlayışı
İncillerde hemen hemen her sahada görülen
çelişki ve tutarsızlıklar mal ve mülk konusunda da görülmektedir.
İncillere göre Hz. İsa, bir yandan çalışmamayı, mal ve mülk edinmemeyi
tavsiye ederken, diğer taraftan vaazları esnâsında parayı fâize vermenin
meşrû olduğu mânâsına gelecek benzetmeler yapmaktadır. Hz. İsa,
benzetmeler esnâsında konuşturduğu efendinin ağzından, tam bir
kapitalist ve sömürücü düzen modeli çizmektedir. Matta İncili,
25/14-30’da anlatılan bir benzetmede Hz. İsa, öğrencilerine mallarını
kölelerine emanet eden bir adamı örnek olarak göstermekte ve bu adamla
köleleri arasında geçen konuşmalardan ders alınmasını istemektedir. Hz.
İsa’nın öğrencilerine anlattığı bu benzetmeye göre, kendisinin semâya
alınışı, yolculuğa çıkmak üzere olan bir adamın, kölelerini çağırıp
malını kendilerine emânet etmesine benzemektedir. Hz. İsa’nın örnek
olarak gösterdiği bu adam, kölelerinden birine beş talant, diğerine iki
talant, öbürüne ise bir talant vermiştir. Beş talant alan köle ile, iki
talant alan köle, paralarını çalıştırarak efendilerinin dönüşünde
aldıkları parayı iki misli olarak geri vermişler, ancak, bir talant alan
köle, efendisinin dönüşünde sadece kendisine verilen bir talantı geri
vermiş ve efendisine, “Efendim senin sert bir adam olduğunu biliyordum,
senden korktuğum için aldığım parayı kaybetmiyeyim diye toprağa gömdüm,
şimdi sana olduğu gibi iade ediyorum” diyerek parayı iade etmiş. İki
kölenin aksine parasını çalıştırmayan bu üçüncü köleye çok öfkelenen
efendi, ona “Kötü ve tembel köle! Mademki benim sert bir adam olduğumu
biliyordun, öyleyse benim paramı faizcilere vermeliydin. Ben de geri
gelince onu faizi ile beraber geri alırdım” dedikten sonra, elinde bir
talant olan kölenin elindeki bir talantının alınıp, elinde on talant
olan köleye verilmesini emretmiştir. Benzetmenin son kısmında mal sahibi
efendinin, bu icraatının gerekçesi de şöyle açıklanmıştır: “Çünkü her
kimin varsa, ona verilecektir ve ona arttırılacaktır; kimin yok ise,
elinde olanı bile alınacaktır.” (Matta, 25/14-30, s. 28-29)
Hz.
İsa, teşbihte örnek verdiği insanı
konuştururken, öğrencilerinin onun söylediklerinden ders almaların
istemektedir. Matta’da anlatılan bu benzetme biraz değişik bir biçimde
Luka, 19/11-26’da (s. 82-83) aynen anlatılmaktadır. Luka’da paranın,
parayı çalıştırmayan köleden alınıp çalıştıran köleye verilmesini
emreden efendiye, etraftan “Efendim zaten onun parası var, niye ona
vereceğiz?” diye sorulunca, efendi “Kimde varsa ona daha çok verilecek.
Ama kimde yoksa, kendisinde olan da elinden alınacak” diye cevap
vermiştir. Hz. İsa’nın örnek olarak anlattığı adam, kölesine “Niye benim
paramı faize verip iki misli para kazandırmadın?” diyerek faizi teşvik
etmiştir. Ayrıca “Elinde olana, daha çok verilecek, elinde olmayanın,
elinde olan da ondan alınacak ve elinde olana verilecek” denilmek
sûretiyle, hak ve hukuk bir kenara bırakılıp sadece para kazanma
kurnazlığının mârifet olduğu şeklinde bir fikir empoze edilmiştir.
Muharref
İncilleri okuyan hıristiyanlar, Hz.
İsa’nın örnek olarak gösterdiği adamın bu sözlerini okuyunca, parayı
faize vermenin en uygun kazanç yolu olduğunu anlamaktadırlar. Bugün
Batıda önemli olan, paranın helâl veya haram olarak kazanılmış olması
değil; ne olursa olsun kazanılmış olmasıdır. Parayı kazanmak için her
yola ve çareye başvurulabilir. Ayrıca Markos, 4/25’de (s. 39) Hz. İsa,
“Zira kimin varsa ona verilecektir; fakat kimin yoksa, onda olan da
kendisinden alınacaktır” demek sûretiyle sömürü anlayışını, sadece örnek
gösterdiği kişiye söyletmekle kalmamakta, bizzat kendisinin de bu
görüşe iştirak ettiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Asırlardan
beri Batı emperyalizmini besleyen ana kaynak, muharref İncillerdir.
İncillerde yazılı olan “Kimde varsa ona daha çok verilecek, kimde yoksa,
kendisinde olan da onun elinden alınacaktır” felsefesi, para kazanmada
Batılılara hak ve hukuku bir tarafa bıraktırmakta, onların zihnine
sadece para kazanmanın önemli olduğu fikrini yerleştirmektedir. Bu
fikirlerle beslenen hıristiyan Batı dünyası, parayı ve serveti elde
etmek için her türlü vâsıtayı mubah görmekte ve onu elde etme uğruna her
çareye başvurmaktadır.
Yüzyıllardan
beri kilise râhiplerinin önderliğinde köle ticareti yapan, Afrikalı
milyonlarca zenciyi Amerika ve Avrupa’ya taşıyıp köle olarak satan
Avrupalılar, ticaretini yaparak üzerinden para kazandıkları bu insanlara
karşı, Hz. İsa’nın benzetmesinde geçen efendinin, kölesine davrandığı
gibi davrandıklarını düşünmekte ve bunda herhangi bir haksızlık
görmemektedirler. Başta Asya ve Afrika olmak üzere dünyanın birçok
yerinde, geri kalmış ülkelerin toprak altı ve toprak üstü
zenginliklerini işleten hıristiyan Batı dünyası, bu ülkeleri sömürürken,
“onlar fakirdir, fakir olarak kalmalıdır, hatta daha da
fakirleştirilmelidir, çünkü onlar servetlerini değerlendirmeyi
bilmiyorlar, bu işi biz biliyoruz, öyleyse bu serveti onlardan almak
bizim en doğal hakkımızdır” diye düşünmektedirler.
Görüldüğü
gibi İncillerde, bir yandan komünizme model teşkil edecek ifadeler yer
alırken, öbür yandan faizi ve her türlü gayri meşrû kazancı mubah sayan,
emperyalist düzeni özendirecek pasajlara da rastlanmaktadır.
(7)
Muharref
İncillere Göre Hz. İsa’nın Suyu Şaraba Çevirmesi
Sinoptik
İncillerde bulunmayan ve sadece Yuhanna
İncilinde anlatılan bir mucize, Hz. İsa’nın, bir düğünde düğün sahibinin
şarabının bitmesi üzerine küplere su doldurarak onları bir anda şaraba
çevirmesi hikâyesidir. Yuhanna’ya göre, Hz. İsa öğrencileri (havârileri)
ile beraber Kana şehrinde bir düğüne dâvet edilir, düğünde annesi
Meryem de hazır bulunmaktadır. Bir ara düğün sahibinin misafirlere ikram
ettiği şarap biter. Bunun üzerine Hz. İsa’nın annesi Meryem ona
“şarapları yok” der. Bu sözle herhalde oğlundan düğün sahibine yardım
etmesini ve mûcize göstermesini istemiş olmalı ki, Hz. İsa annesine:
“Kadın, benden sana ne? Saatim daha gelmedi” diye cevap verir. Yani
annesini bir nevi azarlar, ama nedense yine orada bulunan hizmetçilere
küpleri su ile doldurmalarını emreder. Küplere doldurulan sular, o anda
şarap olur ve misafirlere ikram edilir. Bir mûcize ile suyu şaraba
çeviren Hz. İsa, bu mûcizesi ile öyle kaliteli bir şarap üretir ki,
düğündeki bazı misafirler, bu şarabın düğünün başında ikram edilen
şaraptan daha kaliteli olduğunu itiraf ederler (Kitab-ı Mukaddes,
Yuhanna, 2/1-10).
Yuhanna
İncilinin naklettiği bu olay, acaba bir
mûcize mi, yoksa bir kötülük ve günah mı? Çünkü mûcizede insanların
hayrına olan bir şeyin ortaya konması gerekir. Halbuki Hz. İsa burada
suyu şaraba çevirmek sûretiyle alkollü içki üretmekte ve insanların
zararına hareket etmiş olmaktadır. Bu hâdisenin iyice tetkiki
neticesinde, aslında Hz. İsa’ya nisbet edilmesi mümkün olmayan şu
noktaları tesbit ediyoruz:
1- Hz.
İsa ve öğrencileri, şarap ikram edilen bir
düğüne gitmişlerdir. Alkoliklerin çokça bulunduğu, herkesin şarap
içerek sarhoş olduğu bir toplantıya Hz. İsa ne diye katılıyor ve orada
bulunmakta ne fayda umuyor?
2- Hz.
İsa ve öğrencileri böyle bir toplantıya
katıldıklarına göre, herhalde burada şarap da içmiş olmalıdırlar. Zaten
İncillerin diğer bölümlerinde onun düğünlere gidip şarap içtiği,
dolayısıyla insanların kendisine “ayyaş” dediklerine dair ifadeler de
yer almaktadır.
3- Hz. İsa’nın
annesi, düğüne iştirak etmiş, oğlundan şarap üretmesini istemiştir.
Burada Hz. İsa’nın, annesine bu isteğine verdiği cevap çok kırıcıdır,
âdeta annesine hakaret etmiştir, ama nedense yine onun isteğini yerine
getirmiştir. Hz. İsa’nın annesine karşı bu kırıcı sert tavrı, diğer
İncillerde de değişik şekillerde belirtilir. Bu konuda bir örnek için
bkz. Matta, 12/46-50; Markos, 3/31-35; Luka, 8/19-21). (Kur’ân-ı Kerim,
Hz. İsa’nın dilinden ve daha bebek iken annesine karşı tavrını şöyle
anlatır: “O (Allah) beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı.” (19/Meryem, 32)
4- Alkollü içkiler ve özellikle şarap, insanlara zarar veren bir şey olduğu
halde Hz. İsa, insanların sarhoşluklarını arttırmak için suyu şaraba
çevirmektedir. Bu, onun tebliğ görevinin özü ile bağdaşır mı? Hz.
İsa’nın gösterdiği bu mûcizede onun tebliğine yardımcı olacak ne vardır?
Yuhanna’nın,
Kana düğününde mûcize gösteren bir kişi olarak takdim ettiği Hz. İsa,
bu takdime göre aslında, şarap içilen, sarhoşların kendinden geçtiği,
kadın erkek herkesin beraber eğlendiği bir yere gitmiş ve orada
muhtemelen şarap içerek sarhoş olmuş, bunlara ilâve olarak şarap bitince
suyu şaraba çevirerek oradakilerin daha fazla içki içmesini ve
sızmasını temin etmiş bir insan görünümündedir. Bu hal, bir tanrı için
değil; herhangi bir sâlih insan için dahi uygun olmadığı halde, Yuhanna,
Hz. İsa’yı bu şekilde takdim ediyor. Onlara göre İlâhî vahiy ile
hatasız yazılmış olan İncillerde bu ifadeler yer alabiliyor.
(8)
Hıristiyanlıktaki
“ekmek şarap âyini”, şaraba kutsallık verirken, aynı zamanda
hıristiyanların şuur altlarına gizli bir sadizm ve kan dökücülük
duygusunu yerleştirir. Şarabın Hz. İsa’nın kanını, ekmeğin de onun etini
temsil ettiğini İnciller haber verir (Markos, 14/22-24, s. 52). Bu
ekmek şarap âyininde bir yandan bir insanın veya tanrının etinin
yendiği, bir yandan da onun kanının içildiği duygusunu yıllarca
hissederek büyüyen hıristiyan çocuklar, insan öldürmekten ve kan
dökmekten korkmaz hale gelmektedir.
Bir
İslâm Peygamberi; Hz. İsa
Ülü’l azm, yani kendilerine kitap verilmiş büyük peygamberlerden biri olan Hz.
İsa,
batılı tarihçilere göre, yanlış olarak kendi doğum yılı kabul edilen
“milât”tan dört veya beş sene kadar önce dünyaya gelmiştir. Bazı
araştırmacılara göre ise milâttan 3 yıl sonra doğduğu kabul edilir.
Kudüs yakınlarındaki Nâsıra’da dünyaya gelmiştir. Kur’an’a göre Hz.
İsa’nın annesi Hz. Meryem’dir. İmran’ın kızı Hz. Meryem, Beytü’l
Makdis’te (Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksâ) zikir ve ibadetle hayatını
geçiriyordu. Allah, ona Cebrail’i bir beşer suretiyle gönderdi. Cebrâil,
ona bir oğlan çocuk bağışlaması için Allah tarafından gönderilen bir
elçi olduğunu söyledi. Hz. Meryem’in, kendisine bir insan eli değmediği
ve iffetsiz olmadığı halde nasıl çocuğu olabileceğini hayretle
sorduğunda melek, bunun Allah için kolay olduğunu ve insanlara bir
delil, bir mûcize olsun diye Allah’ın böyle hükmettiğini bildirdi.
Çocuk doğunca kavmindeki bazı insanlar onu ayıplayacak oldu. Hz. Meryem,
bebeğe işaret etti. Çocuk İsa kundakta şöyle dedi: “Ben Allah’ın
kuluyum. O bana Kitab’ı verdi ve beni peygamber yaptı...” (Bkz.
19/Meryem, 16-37)
Hz. İsa’nın,
babasız olarak mûcizevî bir şekilde doğuşu, Allah’ın dilemesinden
ibaretti. Hatta Allah katında, oluş itibariyle Âdem (a.s.) ile İsa
(a.s.) arasında fark yoktu: “Gerçekten İsa’nın
babasız dünyaya geliş hali de Allah katında Âdem’in hali gibidir.
Allah, Âdem’i topraktan yarattı, sonra da ona ‘ol’ dedi; o da hemen
(insan) oluverdi.” (3/Âl-i
İmrân, 59)
Hz. İsa,
otuz yaşında, Romalıların elinde bulunan Yahudiye’de Romalılardan
Tiberius iktidarı döneminde peygamberlik görevi aldığında bunu
İsrâiloğullarına bildirdi. Önce Celile (Galile)’de, sonra Kudüs’te
insanları hak dine dâvet etti. Kendisine İncil verildi (3/Âl-i İmrân,
48; 5/Mâide, 46; 57/Hadîd, 27). İnsanları, tek ilâh olan Allah’a ibâdet
ve kulluğa çağırmış, O’ndan başka tanrı olmadığını ilân ve tebliğ
etmiştir: “Ben, benden önce gelen Tevrat’ı
tasdik etmek, size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmak üzere
gönderildim. Size Rabbinizden bir âyet/mûcize getirdim. Allah’tan korkun
ve bana itaat edin. Çünkü Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir.
Öyle ise O’na ibâdet/kulluk edin. İşte bu, dosdoğru yoldur.” (3/Âl-i
İmrân, 50-51). Havârilerine ve tüm insanlığa Hz. Muhammed’in geleceğini müjdelemiştir (61/Saf, 6).
Yahudiler Hz. İsa’yı,
dönemin Romalı Kudüs valisi Pontus Pilatus’a şikâyet ettiler.
Havârilerden sayılan Yahuda Hz. İsa’ya ihanet etti ve hıristiyanların
inancına göre Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürüldü. Kur’an ise şöyle
der: “Halbuki onlar İsa’yı
öldürmediler ve asmadılar. Fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi
gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir
kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam)
bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler.” (4/Nisâ, 157). Allah, Nûh’u tûfandan,
İbrâhim’i
Nemrut’tan ve ateşten, Mûsâ’yı Firavun’dan ve boğulmaktan, Muhammed
Mustafa’yı müşriklerin tuzaklarından koruyup kurtardığı gibi İsa’yı da,
onu öldürmek isteyen yahudilerin elinden kurtarmış, Hz. İsa’ya ihanet
ederek bulunduğu yeri askerlere gösteren kişiyi İsa’ya benzeterek onu
öldürtmüştür.
Onu kendi katına
kaldırmıştır. Ancak bunun şekli ve zamanı üzerinde farklı açıklamalar
ve anlayışlar vardır. Âlimlerin çoğunluğuna göre, Allah onu kudretiyle
manevî semâlardaki hususi mevkiine kaldırmıştır, kıyametten önce tekrar
dünyaya gönderecektir (Bkz. 43/Zuhruf, 61). Bu değerlendirmeye göre,
cisim ve rûhuyla göğe yükseltilen Hz. İsa, Kıyâmet vaktine yakın
yeryüzüne inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek ve İslâm şeriatıyla
hükmedecektir (Bkz. Buhâri, Büyû 102).
Bir başka
anlayışa göre Allah onu yahudilerden korumuş, eceli gelince onu vefat
ettirmiş ve rûhunu semâdaki yerine kaldırmıştır. Kıyametten önce
gelecek olan da onun rûhudur. “Allah buyurmuştu
ki: ‘Ey İsa, seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni
inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar
kâfirlerden üstün kılacağım...” (3/Âl-i İmrân, 55). “Ben onlara, ancak bana emrettiğini
söyledim: ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a
ibâdet/kulluk edin’ dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine
kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici
yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.” (5/Mâide, 117). “İsa
şöyle dedi: ‘Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitab verdi ve beni peygamber
yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece
bana namazı ve zekâtı emretti.” (19/Meryem, 30-31). Hz.
İsa’yı
ve annesini tanrılaştırıp teslis akidesini oluşturan hıristiyanlarla
Hz. İsa, Kıyâmet gününde yüzleştirilecek ve böylece hıristiyanların
uydurdukları yalan ve iftiralar tümüyle ortaya çıkacaktır (Bkz. 5/Mâide,
117).
Unutulmamalıdır
ki, yeryüzündeki bütün dinlerden, sadece İslâmiyet, hıristiyanlığın
temel inançlarından olan Hz. İsa’nın babasız olarak, iffetli ve
dindar bir bâkireden doğduğunu kabul etmiştir. Yalnız müslümanlar, Hz.
İsa’nın peygamber, hem de vahy ürünü olan, içinde hikmet ve nur olan
İncil’i getiren büyük peygamber olduğunu kabul ederler. Hıristiyanların,
kendilerine müslümanlardan çok yakın kabul ettikleri yahudiler, bütün
bu konularda inançsızdırlar ve de Hz. İsa’yı kendilerinn öldürdüklerini
ileri sürerek bununla iftihar bile ederler. Yahûdiler, Hz. İsa’nın
peygamberliğine de, İncil’in vahy ürünü kutsal bir kitap olduğuna da
inanmazlar.
Hz.
İsa, ancak üç yıl tebliğini sürdürme
fırsatı bulmuş, 33 yaşında, gençlik döneminde tevhidi hâkim kılmaya
çalıştığı toplumunun arasından ayrılmak mecburiyetinde bırakılmıştır.
Hz. İsa’nın tebliğ ettiği tevhid dini, Hz. İsa’dan çok kısa bir zaman
sonra tanınmayacak kadar şirk ve küfür unsurları katılarak hak din
vasfını kaybetmiştir. Dinin bu tebdil ve tahrifinde en büyük pay ve en
büyük vebal, Hz. İsa’nın yoluna ihanet eden Pavlus’un ve ona körü körüne
uyan papazlarındır.
İncillere ve Hıristiyanlara Göre Hz. İsa
Hıristiyan
kaynaklarına göre Hz. İsa, yaklaşık 30 yaşına geldiği zaman, Vaftizci
Yahya insanları şu tarzda uyarmaya başlamıştı: “Tevbe edin, çünkü
göklerin saltanatı yakındır.” (Matta, 3/1). Vaftizci Yahya’nın Yahûdiye
çölündeki bu irşad hareketine Hz. İsa da katılmış ve diğer insanlarla
beraber o da vaftiz edilmişti. Bir gün duâ ederken gökler açılmış ve
kendisine “Rûhu’l-Kuds” aracılığı ile ilk “ses” gelmiştir (Luka, 3/21).
Hz. İsa’nın söyledikleri halkı sevindirmiş ve onun etrafında
kümelenmelerine yol açmıştır. Ancak yahûdilerin önderleriyle okumuşları
onu devrimci bulmuş ve öğrettiklerini tehlikeli saymışlardır. Önceleri
ses çıkarmamışlarken, sonraları amansız düşman kesilmişlerdir. Bundan
sonra Hz. İsa “şâkirtler” (Kur’an’da “Havârîler”) diye anılan 12 öğrenci
ile daha çok meşgul olmuş ve onları eğitmiştir. Baştan kendisinden
hoşlanan halk, karşı telkinlerin de etkisiyle onu reddetmiş, hatta
ailesi bile bu harekete sıcak bakmaz olmuştur. Kudüs’teki dinî
otoritelerin İsa (a.s.)’yı tutuklatmalarından önce onun aktif bir
çalışma içinde olduğu anlaşılmaktadır (bkz. Rasullerin İşleri, 10/37-38;
İşaya, 61/1-2; Luka, 4/16-19). Tutuklanan Hz. İsa, yahûdi yüksek
mahkemesince ölüme mahkûm edilmiş, bu mahkûmiyet Roma valisince çarmıha
germe şekline dönüştürülmüştür.
İsa (a.s.)’nın
askerlerce götürülmesi ve tutuklanması üzerine bütün öğrencileri ve
sevenleri kendisini yalnız bırakmışlardır. Belki de pek çoğu ümitleri
tamamen sönmüş vaziyette evlerine çekilmişlerdir. Haçta ölen ve mezarı
kapatılan Hz. İsa’nın kabrinin iki gün sonra boş bulunduğu
söylenmektedir (Markos, 16/2-6; Rasullerin İşleri, 2/23-24; Luka,
24/44-51). Hz. İsa’nın mezarından kıyam etmiş olduğuna kendi öğrencileri
(Havâriler) bile önceden güçlükle inanmışken, sonradan, onun yaşadığı
kanaatini benimsemişlerdir (Bkz. Luka, 24/44-51).
Hıristiyanların temel inançlarından biri, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesiyle ilgilidir. Hz. Âdem, yasak meyveyi yiyerek Allah'a âsi olunca onun bu günahı
soyunda devam edegeldi. Âdem soyundan gelen bütün insanlar, atalarının
işlediği, kendilerine miras kalan bu günah yüküyle doğarlar. İnsanlar,
hem kendi işledikleri günahlarından ve hem de babaları Âdem’in
günahından ötürü cezaya müstahak oldular. Adâlet ve merhamet sahibi
Allah için, Âdem ve soyunda ortaya çıkan bu günah yüzünden bir problem
ortaya çıktı: Âdemoğullarını cezalandırması rahmetine aykırı olacak,
cezalandırmaması da adâletine aykırı düşecekti. İşte Allah, düşündü;
nihayet günümüzden yaklaşık iki bin sene önce, bu iki sıfatını
bağdaştırmanın yolunu buldu: Kendi nefsi olan oğlunu, çocuk şeklinde bir
kadının karnına koyacak, tam bir insan olarak dünyaya gelecek, insanlar
gibi yiyip içecek, yaşayacak ve sonunda düşmanların zulmüne uğrayarak
asılacak, böylece kendi nefsi olan oğlunu fedâ ederek insanlığı ezelî
günahından kurtaracaktı. Öyle yaptı. İşte İsa’nın asılması, Allah’ın
oğlunun, insanları ezelî günahtan kurtarmak için kendini fedâ etmesidir.
Eldeki 4
İncillerin hepsinde Hz. İsa’nın haça
gerildiği belirtilirken, aynı zamanda haça gerilen kimsenin lânetli
olduğu da belirtilir. Güya Hz. İsa, tüm insanlık uğruna kendini feda
ederken, lânete müstahak da olmuş, ödül yerine ceza almıştır. Kitab-ı
Mukaddes’te bu konu şöyle ifade edilir: “Mesih, bizim uğrumuza lânet
olmuş olarak bizi şeriatın lânetinden kurtardı; çünkü yazılmıştır: ‘Ağaç
üzerine her asılan lânetlidir.” (Pavlus’un Galatyalılara Mektubu,
3/14). Bu konu, Ahd-i Atik’te (Tevrat’ta) şöyle yer alır: “...Asılmış
olan adam Allah tarafından lânetlidir.” (Tesniye, 21/23). Hem tanrı ve
hem de lânetli olmak! Tam dalâlet ehlinin/sapıkların, aklını
kullanmayan, kitaplarını tahrif ve dinlerini oyuncak edenlerin
anlayışı...
Allah’ın
Hz. İsa’nın doğumuna dek bu kadar yıl -hâşâ- kullarını kurtaracak bir
yol bulamaması, Hz. Âdem’den binlerce yıl sonra ancak çare bulabilmesi,
-hâşâ- bu uzun süre içinde câhil ve âciz kalması, Hz. İsa’dan önce
yaşamış insanların günahkâr ve cehennemlik olarak ölmesi, içlerinde
peygamberlerin de bulunduğu bu insanların kendi işlemedikleri suçtan
mahkûm olmalarının adâletle nasıl bağdaşacağı, Allah’ın bir günahı
direkt bağışlamaya gücünün yetip yetmemesi, İsa’nın asılmasından başka
çarenin niçin olmadığı, kendi oğlunun haça gerilmesinin ayrıca bir suç
teşkil edip edilmemesi, Allah’ın âciz ve zayıf bir çocuk şekline girip
anne karnında kalan zavallı biri olarak görülmesinin ilâhî
azametle/yücelikle nasıl bağdaşacağı, haça gerilenin İncillere göre
mel’ûn kabul edilmesiyle (bkz. Pavlus’un Galatyalılara Mektubu, 3/14;
Tesniye, 21/23) bu olayın bağdaştırılması gibi nice sorular
sorulabilir; ama hıristiyanlardan pek mantıklı cevap alınamaz. Çünkü,
aklı bırakmadan hıristiyan olunamayacağı belirtilir.
Hemen tüm hıristiyanlara
göre İsa, Tanrı’dır, Tanrı’nın oğludur. Tanrı, hem birdir, hem üçtür;
üçlü koalisyon olarak insanları gökten yönetmektedirler. Hz. İsa,
insanların doğuştan sahip oldukları aslî günahın keffâreti olarak
kendini insanlık için fedâ etmiştir.
Hz. İsa’nın Çarmıha Gerilmesiyle İlgili İncillerdeki Kuşkular: Kur’an, Hz. İsa’nın haça gerilmediğini, idam edilmediğini kesin bir dille belirtirken, bu olayın şâhitlerinin de kuşkularını dile getirir: “Onlar bu konuda derin bir kuşku içindedirler, sözleri kesin bilgiye değil; zanna dayanmaktadır. Onu kesin biçimde öldürmediler.” (4/Nisâ, 158)
İncillerde
Hz. İsa’nın şâkirtlerine: “Bu gece hepiniz benim hakkımda kuşkuya
düşeceksiniz” dediği belirtiliyor. İsa’nın bizzat öğrencileri, onun
hakkında kuşkuya düşeceklerine göre, olayı sisleyen zaman aşımından
sonra gelenlerin kuşkuya düşmeleri gayet doğaldır. Bugünkü 4 İncil’de
İsa (a.s.)’nın çarmıha gerilip daha sonra göğe kaldırıldığı, birbiriyle
hayli çelişik biçimlerde anlatılmaktadır. (Bu çelişkiler için
karşılaştırın: Matta, 26-27. Bap; Markos, 13; Luka, 23-24; Yuhanna, 13.
baplar)
İncillere Göre Hz. İsa’nın Beşerî Yönleri
Hz. İsa’nın normal bir insan olduğuna
dair 4 İncil’in hemen her sayfasında satırlara veya bunu ifade eden
anlatımlara rastlanmaktadır. “Çocuk büyüyor, kuvvetleniyor ve hikmetle
doluyordu; Allah’ın inâyeti de onun üzerinde idi.” (Luka, 2/40-43. 48,
51). “İsa, hikmette ve kamette (boy ve bosca), Allah ve insanlar
yanında terakkî ediyordu.” (Luka, 2/52). “Yemlikte yatan, kundağa
sarılmış bir çocuk bulacaksınız.” (Luka, 2/12).
İncillere
göre Hz. İsa, bir çocuk olarak konuşmaya son derece arzulu idi ve
özellikle dine karşı büyük bir ilgi duymakta idi. Fazlaca seyahat etmiş
ve bu gezilerinden yorgun düşmüştü. Susayan, yiyip içen, uyuyan,
neşelenen, dertlenen bir insandı. Bilgisi ve gücü sınırlı idi.
Dostluklardan hoşlanır, kişisel dikkatli davranışları takdir ederdi.
Memleketini ve halkını seviyor, dertleriyle dertlenip ilgileniyordu.
Doğaya, çiçeklere, kuşlara düşkündü. İncillerde 26 yerde Allah'a duâ
ettiği bildirilmektedir. Ondan fazla yerde onun, Allah’ın irâdesini
aradığı belirtilmiş; şuurlu bir şekilde Allah'a bağlı olduğu
açıklanmıştır. Hz. İsa’nın, kendisi için kullandığı deyim, bir “insan oğlu” olduğudur.
Bu deyim, 4 İncil’de en az 70 defa geçmektedir. Bu ifade, Hz. İsa’nın
kendisini normal bir insan saydığını en açık bir şekilde göstermektedir.
"İnsanoğlu" deyimi için örnek olarak bkz. Matta, 12/39, s. 13; Markos,
14/41, s. 52; Luka, 6/22, s. 64; Yuhanna, 9/35, s. 104. Fakat bu
İncillerin diğer bazı yerlerinde “Allah’ın oğlu” tâbirinin geçtiğini de
görmekteyiz (Matta, 16/16; Markos, 13/26-27; Luka, 9/20; Yuhanna, 1/14).
Bunun yanında İsa, İncillere göre aynı zamanda peygamberdir de.
İncillerde
tam 37 yerde Hz. İsa, kendisinin Allah tarafından peygamber olarak
gönderildiğini belirtir. “Ve kalabalıklar: Galile’nin Nâsıra şehrinden
İsa peygamber budur, dediler.” (Matta, 21/11). Hz. İsa’nın bir mûcizesi
anlatılırken Luka İncili’nde şunları görüyoruz: “Herkesi korku aldı ve
aramızda büyük bir peygamber çıktı ve Allah kendi kavmini ziyaret etti,
diyerek Allah’a hamd ediyorlardı.” (Luka, 7/16). (Hz. İsa'nın peygamber
olduğuna dair başka örnekler için, meselâ bkz. Matta, 13/57, s. 15;
Matta, 21/46, s. 24, Luka, 24/19, s. 90; Yuhanna, 4/19, s. 95; Yuhanna,
6/14, s. 98, Yuhanna, 9/17, s. 104 vd.). Hz. İsa, kendisini Allah’ın
gönderdiğini söyler: “Ben kendiliğimden bir şey yapamam; işittiğim gibi
hükmederim ve benim hükmüm doğrudur. Zira ben kendi irâdemi değil; fakat
beni gönderenin irâdesini ararım.” (Yuhanna, 5/30). Hz. İsa, Allah'a
ibâdet eder, duâ (namaz kılar) eder: Markos, 14/39, s. 52; Luka, 6/12,
s. 64.. Bunları yapan ve bu sözleri söyleyen birinin tanrı olması veya
kendini ilâh diye tanıtması, hatta bu konuda en küçük bir îmada bulunmuş
olması düşünülemez. “Bir kimse, aynı zamanda hem tanrı, hem de
peygamber nasıl olur?” demeyin. “Akıl ve mantığı bırakmadan
hıristiyanlık anlaşılmaz” der papazlar. Hem yaratılmış, ölümlü âciz ve
muhtaç bir insan; hem de her şeye kudreti yeten bir tanrı nasıl
olunuyorsa o da öyle oluyor.
Hıristiyanlıkta Allah’tan, daha ziyade “Baba” diye bahsedilmektedir (Luka, 23/46). Dört
İncil’de
çeşitli vesilelerle Hz. İsa’nın 150 defa “baba” kelimesini kullandığı
belirtilmekte ve aynı kelimenin Yeni Ahid’de 300 kez geçtiği
görülmektedir. Belki de şefkat, bağışlama, güven ifadesi olarak mecâzi
anlamda kullanılan “baba” kelimesi, sonradan Hz. İsa’nın babası olarak
karşımıza çıkmıştır. Tabiatıyla İsa da -hâşâ- Allah’ın oğlu olmuştur.
Zamanla “Allah’ın oğlu”nun alelâde bir insan olarak görülmesiyle
yetinilmemiş, ona önce ilâhlıkta bir pâye verilmiş ve daha sonra da ilâh
olarak karşımıza çıkmıştır ve işin sonu, tesliste karar kılınmıştır.
Bugünkü bilinen en eski
İncil
bile, orijinal İncil’in latince çevirisidir. Hz. İsa’ya indiği dilde
bir İncil elde mevcut değildir. Orijinalinde ne olduğunu bilmediğimiz
kelimeler latinceye “baba” ve “oğul” şeklinde çevrilmiştir. Fakat bu
latince tercümelerde bile “oğul” kelimesi sırf Hz. İsa için değil;
Allah’ın tüm sevgili kulları için kullanılır. Aynı şekilde “baba”
kelimesi de, sadece Hz. İsa’nın babası anlamında değil; tüm kulların
babası manasında kullanılır: “Siz göklerde olan Babanızın oğulları
olasınız.” (Matta İncili, 5/45). “... Benim Babamın ve sizin Babanızın,
benim Allah’ımın ve sizin Allah’ınızın yanına çıkıyorum.” (Yuhanna
İncili, 20/17). Yani mevcut İncil’i şu andaki tercümesiyle eline alan
bir kişi bile, şu andaki anlatımıyla “Allah’ın oğlu tanrı İsa”yı
İncil’de bulamaz. Çünkü bu tâbirin tüm insanlar için kullanılması, bu
kavramın mecazî anlamda kullanıldığını gösterir. Büyük bir ihtimalle
İncil’in orijinalinde “kul” manasına yakın bir kelime “oğul”; Yaratıcı
anlamına yakın bir kelime de “baba” diye (cahilce veya kasıtlı tahrif
gereği) çevrilmiştir. Fakat her şeye rağmen, İncil’in her yerinde bu
kelime, bu tarzda çevrildiği için, kelimenin tüm insanlık için
kullanılmış olmasından, ne mana kasdettiği anlaşılabilir. Problem,
kutsal kitabın tahrifi kadar; belki ondan da büyük yanlış olarak,
Kitab’ın müteşâbihat cinsinden olan kelime ve kavramlarını tahrif etmek,
beşerî yorumları vahyin önüne geçirmek, Kitab’a göre inanılması
gerektiği halde; yanlış kabullere göre Kitab’ı te’vil etmektir. İbret
alınmadığı müddetçe, bu problemin müslümanlara yansıması da
kaçınılmazdır.
Hıristiyanlara
göre teslisin asıl unsuru Baba’dır. Allah’ın özü, Baba Tanrı, Oğul
Tanrı ve Rûhu’l-Kuds Tanrı olarak görünse de, yine o birdir. Kitab-ı
Mukaddes’te Allah’ın bir olduğunu kesin şekilde belirten tevhidle ilgili
ifadeleri tümüyle atamayan hıristiyanlar, bunu te’vil etmişler, aklın
almayacağı izahlarla olayı geçiştirmişlerdir. Onlara göre Allah, hem
birdir hem üçtür. Kutsal üçlük’ün üç şahsının her biri Tanrı’dır.
Bunlar, bir olan Tanrı’nın değişik tezâhürleri, sıfatları olarak izah
edilmeye çalışılmaktadır. Hıristiyanlarca bu üçlük, “izahı zor, fakat
inanılması gerekli bir sır” olarak formüle edilmiştir. Hıristiyan
inancına göre Baba olarak nitelendirilen Tanrı, nurdur; İsa da O’nun
oğludur. Tanrı, İsa’nın şahsında insan ile birleşmiştir. İsa’nın bedeni
insan, ruhu tanrıdır. Onda tanrılık bir öz vardır. Bu görüşler, nasıl
te’vil edilirse edilsin Kur’an’a göre “şirk”tir, Allah’a eş koşmaktır
(5/Mâide, 17, 72-73; 9/Tevbe, 30-31). Kur’an’a göre Hz. İsa, bir tevhid
peygamberi olarak bunlardan münezzehtir (5/Mâide, 72).
Hemen tüm hıristiyanlara göre İsa, Tanrı’dır, Tanrı’nın oğludur. Bunun yanında İsa, İncillere göre aynı zamanda peygamberdir de. “Ve kalabalıklar:
Galile’nin Nâsıra şehrinden İsa peygamber budur, dediler.” (Matta,
21/11). Hz. İsa’nın bir mûcizesi anlatılırken Luka İncili’nde şunları
görüyoruz: “Herkesi korku aldı ve aramızda büyük bir peygamber çıktı ve
Allah kendi kavmini ziyaret etti, diyerek Allah’a hamdediyorlardı.”
(Luka, 7/16). “Bir kimse, aynı zamanda hem tanrı, hem de peygamber nasıl
olur?” demeyin. “Akıl ve mantığı bırakmadan hıristiyanlık anlışılmaz”
der papazlar. Hem yaratılmış, ölümlü âciz ve muhtaç bir insan; hem de
herşeye kudreti yeten bir tanrı nasıl olunuyorsa o da öyle oluyor.
Aslında İncillere göre de İsa bir kuldur; Allah’ın kulu: “İşte,
benim seçtiğim kulum; Canımın kendisinden râzı olduğu sevgilim; Rûhumu
onun üzerine koyacağım, Ve milletlere hükmü ilân edecektir.” (Matta,
12/18). “Ve dokuzuncu saate doğru, İsa: ‘Eli, Eli lama sabaktani?’ ,
yani ‘Allah’ım, Allah’ım, beni niçin bıraktın?’ diye yüksek sesle
bağırdı.” (Matta, 27/46 ve Markos, 15/34) Bu ifadeye göre, İsa Allah’a
kendisine niçin yardım etmediğini sorarken “Allah’ım, Allah’ım!”
demektedir. Hiç kendisi tanrı olan biri böyle söyler mi?
İsa, devamlı olarak, hatta bütün gece boyunca Allah’a ibadet ederdi: “Ve
İsa,
şâkirtleri kayığa binmeğe ve halkı salıverinceye kadar kendisinden önce
karşı yakaya geçmeğe zorladı. Ve halkı salıverdikten sonra, duâ etmek
için dağa ayrıca çıktı; akşam olunca, orada yalnız başına idi.” (Matta,
14/22-23) “Onları uğurladıktan sonra, duâ etmek için dağa gitti.”
(Markos, 6/46) “Ve vâki oldu ki, o günlerde İsa dua etmek için dağa
çıktı; bütün geceyi Allah’a duâ ile geçirdi.” (Luka, 6/12)
“Ve vâki oldu ki,
İsa yalnız başına duâ ederken, şâkirtleri
yanında idi; onlara sorup dedi: Halkın dediğine göre ben kimim? Onlar da
cevap verip dediler: Vaftizci Yahya’dır; başkaları: İlya’dır; ve
başkaları da; Eski peygamberlerden biri kıyam etti, diyorlar. Onlara
dedi: Ya siz ben kimim dersiniz? Petrus cevap verip dedi: Allah’ın
Mesihisin. İsa da bunu kimseye söylemesinler diye onlara tenbih ederek
emretti.” (Luka, 9/18-21)
“O zaman İsa
onlarla beraber Getsemani denilen bir yere gelerek, şakirtlerine dedi:
Ben şuraya gidip dua edinceye kadar siz burada oturun.” (Matta, 26/36)
(Ve yine bkz. Luka, 11/1) Duâ bir ibâdettir. Zaten özel yere çıkıp
duâ etmesi, namaz kıldığını gösterir. Kur’an’a göre bütün peygamberler
gibi Hz. İsa da tabii ki namaz kılıyordu (19/Meryem, 31).
İbadet etmek, kulluk alâmetidir; ilâhlık özelliği değildir. Ama gel bunu hıristiyanlara anlat!
Hz. İsa'nın ilâhlığı:
Hıristiyanların,
Hz. İsa'nın ilâhlığına inanmaları konusunda İbn Kayyim el-Cevziye'nin
şu sözlerini burada nakletmek uygun olacaktır: "Hıristiyanlar,
başkalarına 'puta tapanlar' sözünü söylemek sûretiyle kendilerini gülünç
duruma düşürmektedirler. Nasıl oluyor da yeri göğü yaratan, âlemlerin
rabbi olan Allah, azamet kürsüsünden inerek bir kadının hayız mahalline,
rahmine giriyor, orada aylarca kalıyor, sonra oradan küçük bir çocuk
olarak çıkıp anasının memesine yapışıyor, onu emiyor, ağlıyor, yavaş
yavaş büyüyor, yiyor, içiyor, def-i hâcet ediyor, hastalanıyor,
iyileşiyor, seviniyor, üzülüyor, zevk alıyor, acı duyuyor, sonr adüşmanı
olan İblis'e karşı hîle düzenliyor, yahûdilerin tuzaklarından kurtulmak
için bazı tedbirler almasına rağmen onlar tarafından yakalanıyor, onu
asacakları iki odun parçasını yahûdiler ona taşıtıyorlar, eziyet
ediyorlar, sonra onu bu odunlara bağlıyorlar, haça geriyorlar, sağında
ve solunda reziller, hırsızlar var, o esnâda ağlamaya başlıyor ve yardım
istiyor, daha sonra başına dikenden bir taç koyuyorlar, başına vurarak
işkenceye başlıyorlar, ellerini ve ayakalarını çiviliyorlar. Sözüm ona
işte olay, İblise karşı Hz. İsa'nın bir hîlesi imiş. Çünkü İblis,
zamanında Hz. Âdem'e karşı bir hîle yaparak ona yasak meyveden yedirmiş,
böylece ona günah işleterek onu cennetten çıkarmış. Şeytan, Âdem'e
işlettiği bu günahla Âdem'i ve onun soyundan gelecek olan bütün
insanları ebedî günaha mahkûm etmişti. Hz. İsa da İblis'in, atası Âdem'e
ve onun soyundan gelen bütün insanlara kurmuş olduğu tuzağı boşa
çıkarmak için ona karşı bu hileyi düzenleyerek kendi nefsini fedâ
etmiş, onun kendi nefsini fedâ edişine karşılık, Hz. Âdem ve bütün
insanlık bu ebedî ve aslî günahtan kurtulmuş." (İbn Kayyim el-Cevziyye,
Hidâyetu'l-Hayârâ fî Ecvibeti'l-Yehûd ve'n-Nasârâ, s. 15)
İbn Kayyim'in veciz bir şekilde dile
getirdiği gibi, kurtarıcı İsa, bir yandan yaratıcı Allah olurken, öbür
yandan elleri, ayakları, kafası çivili ve "Allahım, Allah'ım! Niçin beni
terkettin?" diye isyan ediyor, susadığı için etraftan su dileniyor ve
inleyerek can veriyor. Âdem'in günahı, niçin ondan sonra gelen insanlara
geçsin? İnsanlığın kurtuluşu için onun acı çekmesine ne gerek var?
İnsanları affedecek olan o değil mi? Şayet insanları affedecek o ise,
affederken niye ayrıca kendisi acı çekme ihtiyacı duymuştur? Baba Tanrı
adına kâinatı yönetme görevini yüklenen oğulun Tanrı olarak ona, acı
çekmesini acaba baba Tanrı mı emretmiştir, yoksa ortada mazoşist
duyguların tatmini mi var?
Hıristiyan
inancına göre Hz. İsa'nın bizzat varlığı ve mevcûdiyeti bir vahiy
olduğu gibi, havârilerin sözleri de vahiy sayılır. Bu dine göre
havârilerin öğrencilerin de vahiy aldığı kabul edilir. Onlardan sonra
gelen bazı azizler de bu inanca göre vahye mazhar olabilmektedir.
Hıristiyanlıkta vahiy alanların kimler olduğu kesin çizgilerle tesbit
edilmemiş olmakla beraber, vahiy hâdisesi bütün hıristiyanları bağlayıcı
niteliktedir. Bugüne kadar pekçok kimsenin ortaya çıkarak kendilerine
vahiy geldiğini, Ruhu'l-kudüs'ün kendilerine hulûl ettiğini ve Hz.
İsa'dan tâlimat aldıklarını iddia ettikleri sık sık görülmüştür. Bir
kimsenin vahiy alabilmesinin hıristiyanlıkta bir ölçüsü olmadığından, bu
tür iddialarla ortaya çıkan herkes bunu bir silâh olarak
kullanabilmekte ve insanları kendilerine inanmaya zorlayabilmektedir.
Bunun en canlı örneği Pavlos'tur. Hayatında Hz. İsa'yı hiç görmediği ve
roma yönetiminin emrinde hıristiyanları takip ve cezalandırmakla görevli
bir memur olduğu halde o, bir gün birdenbire Hz. İsa'nın kendisine
göründüğünü, kendisini havârileri arasına kattığını iddia ederek ortaya
çıkıvermiştir. Bu olaydan sonra o, Hz. İsa'dan ilham aldığını, onunla
Şam yolunda konuştuğunu, dolayısıyla dediklerine inanılmasını ve
emirlerine itaat edilmesini istemiştir. Daha önceleri koyu bir
hıristiyan düşmanı olan Pavlos gibi bir kişi bile, bu iddia ile ortaya
çıkabiliyor ve insanların kendisine inanması için onları
zorlayabiliyorsa, bu dine giren herkesin bu tür iddialarla ortaya
çıkması mümkün demektir.
Vahiy, ilâhî menşeli olduğu
için onda bir yanlışlık veya bir çelişki söz konusu olamaz. Eğer
olursa, vahyi alanın değil; aksine vahyi verenin yanlışlık yapması veya
çelişkiye düşmesi sözkonusu olur. Bu, vahyi veren olarak Allah için
düşünülemez. Hıristiyanlıkta olduğu gibi, eğer bir dinde birden fazla
vahiy alan bulunursa, bunların aldıkları vahiylerin muhtevâ bakımından
birbirinden farklı olmaması, aralarında çelişki olmaması lâzımdır.
Rastgele, sıradan herkes vahiy alamaz. Vahyi, ancak ilâhî bir görevle
memur olanlar, yani peygamberler alır. Peygamberliğini kabul ettiğimiz
kişilere gelenlerin vahiy olduğunu kabul ederiz. Eğer böyle bir
sınırlama olmaz ve rastgele herkes vahiy alabilirse, pekçok kişi "vahiy
alıyorum" diyerek ortaya çıkar ve biz bu kişilerin dediklerine itaat
etmek zorunda kalırız. Herkes vahiy alabilir mi? Şayet herkesin vahiy
alması mümkün ise, gerçekten vahiy alanlarla sahte vahiy alıcılarını
nasıl ayıracağız? Vahiy aldığını iddia eden kişi, bunu ne ile ispat
edecek? Kişi vahyi doğrudan doğruya Allah'tan aldığını iddia ettiğine
göre, bunu ispatlayacak bir delile ihtiyaç yok mu? Eğer böyle bir delile
ihtiyaç yoksa, dünyadaki insan sayısınca vahiy alıcısının ortaya
çıkması mümkün olabilir. Bu ise, vahiy kavramının esprisi ile bağdaşmaz.
Birtakım nefsânî, şehevânî arzular, şahsî ihtiraslar, vahiy kisvesine
bürünerek gerçekleştirilmek istenirse bu hangi tedbir ve yaptırım ile
önlenebilecektir?
Hıristiyanlıktaki
sınırsız vahiy anlayışı, bu dinde büyük bir kaos ortaya çıkarmıştır. Bu
dine göre Hz. İsa'dan başka havâriler, Hz. İsa'nın diğer öğrencileri,
havarilerin öğrencileri, daha sonra ortaya çıkan azizler, papalar hepsi
vahiy almaktadırlar. Kitap yazarlarının hepsi vahiy alıcıdır. Burada
özellikle İncil yazarları üzerinde durmak gerekir. Dört İncilin
yazarları, eserlerini vahiy alarak yazdıkları halde, bazen bir İncilde
bulunan, diğer İncillerde bulunmuyor. Acaba diğer İncil yazarları bu
hususu unuttuklarından mı kitaplarına almadılar? Vahiy alan, aldığı
vahyi unutabilir mi? Bir İncilde herhangi bir sayı, meselâ "iki" olarak
verilirken, diğer İncil'de onun "dört" olarak verilmesi açık biryanlış
değil mi? Aynı dönemde iki kişiye aynı hususta gelen vahiy nasıl
birbirinden farklı olabilir? İki veya daha fazla vahiy alıcısı arasında,
aldıkları vahiyde farklılığın ne ile izah edilebileceği bir problem
olarak dururken, İncillerde ve Yeni Ahidin diğer eserlerinde bazen bir
kitabın ayrı baplarında veya cümlelerinde farklılıklar görülmektedir.
İleride İncillerin çelişkileri konusunda çeşitli örnekler vereceğiz. Biz
burada İncillerin dışından bir vahiy örneği sunalım:
Biraz önce Pavlos'un Hz.
İsa
ile konuştuğunu ve ondan vahiy aldığını iddia ettiğini zikretmiştik.
Pavlos'un bu vizyon olayı, Yeni Ahidin "Resullerin İşleri" isimli
kitabında üç yerde anlatılıyor. Resullerin İşleri'nin yazarı, üçüncü
İncilin yazarı Luka'dır. Bu kitapta üç yerde anlatılan aynı hâdisenin,
ne kadar birbirinden farklı olarak anlatıldığını gördükten sonra, vahiy
alıcısı Luka'nın, aynı konuda aldığı vahiylerden ne kadar çelişkiye
düşğütüğünü açıkça görürüz. "Resullerin İşleri"nde bu olay iki yerde
Pavlos'un ağzından, bir yerde ise Luka'nın ağzından anlatılıyor. Evvelâ
hâdiseyi Luka şöyle hikâye ediyor: "Ve yolda giderken, Şam'a yaklaştığı
zaman vâki oldu ki, gökten bir nur ansızın çevresinde parladı ve yere
düşüp bir sesin kendisine 'Saul, Saul! Niçin bana eziyet ediyorsun?'
dediğini işitti. O da, ya rab sen kimsin? Dedi. Ve o da ben eziyet
ettiğin İsa'yım, fakat kalk ve şehre gir ve ne etmen gerektiği sana
söylenecek. Onunla yolculuk eden adamların nutku tutulup durdular; sesi
işitiyorlar fakat kimseyi görmüyorlardı ve Saul yerden kaltı; gözlerini
açınca bir şey görmüyordu. Onlar da kendisini yederek Şam'a götürdüler
ve üç gün görmez olup ne yedi, ne de içti." (Kitab-ı Mukaddes,
Resullerin İşleri, 9/3-9, s. 129). (Bu ifâdelerin düzmece olduğu nasıl
da belli! Yere düşüp kendisine seslenildiğini duyunca Pavlos, hemen: "Ya
Rab" diyor. İncilllerden anlıyoruz ki, bu kelimeyi Hz. İsa'ya sadece
şâkirtler diyordu. İnanmayan biri, kendisine seslenenin Hz. İsa olduğunu
biliyor, hemen "ya Rab" diyor. Hem de kim olduğunu bilmiyor?! Kim
olduğunu bilmiyor ki, "Sen kimsin?" diye soruyor. Peki nasıl "ya rab"
diyor?) Bu bapta anlatıldığına göre vizyon olayı Şam'a yaklaştıkları
zaman meydana geliyor, yer veriliyor, zaman yok, yani günün hangi
saatinde olduğu açıklanmamış, gökten inen nur sadece Pavlos'un
çevresinde parlamış, bu nuru onun yanındakiler görmemişler, onlar sadece
İsa'nın sesini işitmişler, işitenlerin dilleri tutulmuş. Pavlos'un nuru
gören gözleri, bu nurun etkisi ile kör olmuş, sonra üç gün yememiş ve
içmemiş.
Aynı
kitabın 22. babında olay, bu sefer direkt olarak Pavlos'un ağzından
tekrar anlatılmış, ancak bu defa birinci anlatıma bazı ilâveler
yapılmış. Bu anlatıma göre vizyon, öğleye yakın meydana gelmiş, yani
zaman verilmiş, yer verilmiş, Şam'a yaklaştıkları sırada gökten inen
nur, Pavlos'un çevresinde parlamış ve sesi işitmiş. Ancak, buradaki
anlatıma göre, onunla birlikte seyahat eden arkadaşları bu defa nuru
görmüşler, ama sesi işitmemişler. Bu bâba göne hunu gören Pavlos'un
gözleri, nurdan kör olmuş ama yanındakiler nuru gördükleri halde
gözlerine hiçbir şey olmamış olmalı, ki, onlar Pavlos'u Şam'a
götürmüşler. Bu bapta Pavlos'un Şam'da ne kadar kaldığı yazılı değil
(Kitab-ı Mukaddes, Resullerin İşleri, 22/6-11, s. 145). Aynı kitabın 26.
babında aynı olay, yine Pavlos'un ağzından çok daha değişik bir biçimde
anlatılıyor. Bu bâba göre vizyon, yine Şam yakınında öğle vakti meydana
gelmiş. 22. bapta öğleye yakın dendiği halde, bu defa öğle vakti diyor.
Bu bâba göre, gökten inen nur, bu sefer sadece Pavlos'un değil; onunla
beraber seyahat eden arkadaşlarının da etrafını sarmış, sadece Pavlos
değil, bütün arkadaşları hep beraber yere düşmüşler. Bu son bapta,
nurdan dolayı gözü kör olan kimse yok, onların nuru görüp görmedikleri
sesi işitip işitmedikleri açıklanmamış, sadece çevrelerine inen nurun
etkisi ile yere düştükleri zikredilmiş, acaba nuru gördüklerinden mi,
yoksa nur onları çarptığından mı, bu belli değildir (Kitab-ı Mukaddes,
Resullerin İşleri, 26/13-14, s. 150).
Resullerin
İşleri kitabının üç ayrı bâbında anlatılan
vizyon olayının vakti, 9. bapta hiç zikredilmemiş, 22. bapta öğleye
yakın denmiş, 26. bapta ise öğle vakti denmiş. Gökten inen nur, 9 ve 22.
baplarda sadece Pavlos'un, hem de arkadaşlarının çevresinde parlamış
oluyor. 9. bâba göre Hz. İsa'nın Pavlos'a hitâbını Pavlos'un arkadaşları
işitmişler, 22. bâba göre ise işitmemişler. Gökten inen nuru, 9. bâba
göre ise görmüşler. 9. Bâba göre Pavlos'un arkadaşları sesi işitmişler,
ama nuru görmemişler. 22. Bâba göre bunun tam tersi olmuş, arkadaşları
sesi işitmemişler, ama ışığı görmüşler. 9 ve 22. baplara göre, olay
olduğu sırada sadece Pavlos yere düşmüş, yanındakiler yere düşmemişler.
26. Bâba göre ise, hem Pavlos, hem de arkadaşları birlikte yere
düşmüşler. 9. Bâba göre sesi işitince pavlos'un yanındakilerin dilleri
tutulmuş. Bu bapta Pavlos'un, ışığı gördüğü için gözleri kör olurken,
22. bapta aynı nuru gören arkadaşlarının gözleri kör olmamış. Pavlos'un
gözünü kör eden nur, neden arkadaşlarının gözlerini kör etmemiş, yoksa
onların gözleri daha mı dayanıklıydı? İşte Hz. İsa'dan altı sene sonra
meydana geldiği ileri sürülen bu vizyon olayı ile, Pavlos vahiy alıcı
olarak ortaya çıkıyor, kendisine bizzat Hz. İsa'nın vahyettiğini
söylemek sûritiyle ortaya yeni bir dâvâ atıyor. Bu Dâvânın başlangıç
hâdisesinin tamamen vahiy ürünü olması gerekiyor ama, bu ne biçim
vahiydir ki, bir kitabın üç ayrı bâbında büyük çelişkiler ortaya
çıkıyor. Pavlos'un sözleri ise şöyle: "Çünkü ey kardeşler, size
bildiriyorum ki, benim tarafımdan vaz olunan İncil insana göre değildir.
Çünkü ben onu insandan almadım, ve öğretilmedim; fakat İsa Mesihin
vahyiyle aldım." (Kitab-ı Mukaddes, Galatyalılara Mektup, I/ 11-12, s.
193). Böylesine çelişkili bir haber vahiy ürünü olabilir mi? Elbette
olamaz, aksi takdirde vahiy veren, vahiy alanı yanıltmış olur veya vahiy
verici hata etmiş olur. İşte bir kitabın üç ayrı bâbında dahi verdiği
haberi kontrolden âciz bir yazar olan Luka, üçüncü İncilin yazarı olarak
da karşımıza çıkmaktadır.
Luka'nın
"Resullerin İşleri" isimli kitabında görülen çelişkiler ve
tutarsızlıklar, onun İncilinin değerini de ortaya koymaktadır. Madem
İncil yazarları vahiy alıyorlardı ve aldıkları bu vahiyle kitaplarını
hatasız yazıyorlardı, İncil yazarı Luka'ya ne oldu da bu büyük hataları
yaptı?
(9) Peki, kimdir bu Pavlus?
Körlerin Kör Kılavuzu Pavlus
Pavlus, milâdî 5-67 yıllarında
yaşayan yahudi asıllı, hıristiyanlığı aslî ve tehvid çizgisinden
çıkarıp, teslis gibi temel dogmaları oluşturmuş, kiliseler kurmuş ve
hıristiyanlığı teşkilâtlandırmış kişidir. Bugünkü muharref hıristiyanlık
onun ürünüdür. Pavlus, Hz. Musa’nın yasa ve yasaklarını yürürlükten
kaldırmış ve yeni bir anlayış geliştirmiştir. Mektupları, Kitab-ı
Mukaddes’den sayılmış, İnciller seviyesinde görülmüştür.
Pavlus Bir Ferisîdir: Bu, herhangi bir başka din mensubunun, meselâ müslümanların
bir iddiası ve ithamı değil; bütün hıristiyanların kabul ettiği bir
gerçektir. Çünkü, Pavlus’un Ferisî olduğu Kitab-ı Mukaddes’te, hem de
kaç yerde, hem de Pavlus tarafından belirtilir. Bir iki tanesine göz
atalım: Pavlus; “Ben Ferisi oğlu Ferisîyim.” (Rasüllerin İşleri, 23/6)
“Eğer şehâdet etmek isterlerse, öteden beri beni bilirler ki, dinimizin
en sıkı fırkasına göre Ferisî olarak yaşadım.” (Rasüllerin İşleri, 26/5)
Vay Ferisîler!
Peki, kimdir bu Ferisîler? Kitab-ı
Mukaddes, hem de Hz. İsa’ya atfederek Ferisîler hakkında bakın neler
diyor? “O zaman şâkirtler gelip ona dediler: Biliyor musun ki Ferisîler
bu sözü işitince gücendiler? Fakat İsa cevap verip dedi: Semâvî Babamın
dikmediği her fidan kökünden sökülecektir. Onları bırakın; onlar körlerin kör kılavuzlarıdır. Eğer
kör körü yederse, her ikisi de çukura düşer.” (Matta, 15/12-14) “Ve İsa
onlara dedi: Sakının da Ferisîler ile Sadukîler hamurundan kaçının.”
(Matta, 16/6; 11-12) “Lâkin vay başınıza yazıcılar ve Ferisîler, iki
yüzlüler!” (Matta, 23. bap’ta baştan sona Ferisîlerin Hz. İsa
diliyle kötülükleri anlatılmaktadır; özellikle 13-15; 23-36. cümleler)
Yine bu konuyla ilgili olarak Luka, 11/39-44, 12/1-2; Matta, 3/7-10,
5/20, 7/15-23’e bakılabilir. Bu son bölümde Hz. İsa, yalancı
peygamberleri bir örnekle açıklar ve “benim ismimle peygamberlik yapanı
ben tanımayacağım!” der. Pavlus, tüm hıristiyanlara göre, Hz. İsa’nın
ismiyle, onun gönderdiği ve kendisine vahiyler verdiği peygamberi olarak
kabul edilir.
“Ferisî oğlu
Ferisî” olan Pavlus’a rağmen bugünkü İncillerde bile muhâfaza edilen
ifadelere göre Hz. İsa, nice sert eleştirilerle uyardığı Türkçe Kitab-ı
Mukaddesteki ifadeyle “iki yüzlü”, yani “münâfık” ve dine kötülük
bulaştıran “müfsid” diye damgaladığı Ferisîlerin tehlikesi konusunda şu
değerlendirmeyi yapar: “Vay başınıza yazıcılar ve Ferisîler, iki
yüzlüler! Zira bir mühtedî yapmak için denizi ve karayı dolaşırsınız ve
olunca siz onu kendinizden iki kat cehennem oğlu edersiniz!” (Matta,
23/15) Nasıl, tam Pavlus’u ve ona inanan mühtedî hıristiyanları bekleyen
âkıbeti anlatmış olmuyor mu Hz. İsa; hem de elimizdeki İncillerde.
Peki, “Pavlus’un kimliği
ile hıristiyanlığın ne ilgisi var?” diye, herhalde hıristiyanlığı
kısmen de olsa bilen veya en zayıf bir hıristiyan olan birisi soramaz.
Çünkü hıristiyanlık, hem itikad ve hem de şeriat olarak, yani
hükümler, haram ve helâller konusunda, yorum ve dogmalar konusunda
baştan sona Pavlus öğretilerinden ibarettir. Pavlus’u yıktığınızda
hıristiyanlığı ayakta tutacak hiçbir şey kalmaz. Kitab-ı Mukaddes’teki
tam 15 kitap, Pavlus’a aittir; onun mektupları ve konuşmalarından oluşan
bu kitapların tümünün yazarı odur. Kitab-ı Mukaddes’teki Hz. İsa’nın
kesin emir ve yasaklarını bile resmen değiştiren, ona ters hükümler
koyan, hükümlerini geçersiz ilân eden kimsedir Pavlus. Bir örnek
verelim:
“Sanmayın
ki ben, şeriati yahut peygamberleri yıkmağa geldim; ben yıkmağa değil,
fakat tamam etmeğe geldim. Çünkü doğrusu size derim: Gök ve yer geçip
gitmeden, her şey vâki oluncaya kadar, şeriatten
en küçük bir harf veya bir nokta bile yok olmayacaktır. Bundan dolayı
bu en küçük emirlerden birini kim bozar ve insanlara öylece
öğretirse, göklerin melekûtunda kendisine en küçük denilecektir. Ve onları kim yapar ve öğretirse, göklerin melekûtunda kendisine büyük denilecektir. Zira size derim ki salâhınız yazıcılar ve ferisîlerinkinden ziyade olmazsa göklerin melekûtuna hiç girmeyeceksiniz.” (Matta, 5/17-20) Hz.
İsa,
Kitab-ı Mukaddes’in ilk bölümü olarak tüm hıristiyanlarca kutsal kabul
edilen Tevrat’ta belirtili Mûsâ şeriatının korunması ve ona uyulması
konusunda böyle kesin ifadelerle uyulup itaat edilmesini emrettiği
şeriatı bakın Ferisî Pavlus ne hale getirdi?
“Çünkü Ruhu’l-Kudüse ve bize iyi göründü ki, icap eden şu şeylerden fazla üzerinize yük koymayalım:
Putlara kurban edilen şeylerden, kandan ve boğulmuş olanlardan ve
zinadan çekinin. Bunlardan sakınırsanız, iyi edersiniz. Selâmette olun.”
(Rasüllerin İşleri, 15/28-29) Pavlus’a ait bu ifadelerden anlaşıldığı
gibi Pavlus, 4 yasağın dışında Kitab-ı Mukaddes’te belirtilmiş tüm
yasakları ve eski şeriatın tüm hükümlerini kaldırmıştır. Tabii, bundan
daha büyük cinayeti, İsa’yı tanrılaştırmak ve tevhidi teslisle
değiştirmekle işlemiş, hıristiyanlar da kilisenin ve papazların
etkisiyle Hz. İsa’ya ve Kitab-ı Mukaddes’teki hükümlere itaati değil;
ona uymayı tercih etmişlerdir. Bu Pavlus dogmalarının hiçbiri
yahudilikte, Hz. Musa şeriatında yoktur (Tabii ki, Hz. İsa’nın tebliğ
ettiği dinde de bulunmamaktadır). Bu açıdan, Pavlus’un öğretileri,
hıristiyan dogmalarıyla birlikte yahudi şeriatının da yürürlükte
bulunduğunu savunan Petrusculuk’a karşı, yepyeni bir hıristiyanlık
anlayışıdır. Bugünkü hıristiyanlık, hemen tümüyle Pavlus’un temel itikad
ve hükümlerini belirlediği, Pavlus’un merkezde olduğu bir dindir.
Pavlus Tarafından Hıristiyanlığa Geçen Hususlar:
Aslî günah inancı:
Bu inanca göre, insanlar doğuştan günahkâr olarak dünyaya gelirler.
Çünkü babaları Âdem suç işlemiş, onun günahı, tüm insanlara tevârüs edip
geçmiştir. Eski ahidde de 4 İncil’de de aslî günah inancı bulunmadığı
halde, Pavlus tarafından bu bâtıl anlayış, hıristiyan itikadına
geçirilmiştir.
İsa’nın, beşer/insan ve peygamber değil; tanrı olduğu,
Tanrı’nın İsa şeklinde tecessüdü, insan bedenine girip insan yapısında olması,
İnsanların günahlarını
kurtarmak için Tanrı’nın oğlunu göndermesi, insan şeklinde bedenlenen
oğul tanrının insanlığı kurtarmak için kendini çarmıhta asılarak fedâ
etmesi,
Teslis inancı,
İsa’nın ölüler
arasından dirilerek kalkması ve insanları idare etmek için göğe çekilip
babasının (Baba Tanrının) sağına oturması,
Günahların papazlar önünde itiraf edilerek onlar tarafından günah çıkarılıp, günahkârın bu şekilde affı,
Kitab-ı Mukaddes’te ve şeriatte ısrarla yasaklanan domuz etinin helâl kabul edilmesi,
Hz. Mûsâ şeriatında önemli şekilde emredilen Hz. İsa’nın da devam ettirdiği “sünnet olma”nın gereksiz olduğu anlayışı,
Suyun, abdest ve guslün gereksizliği; hatta kötü olduğu,
Haftalık ibâdet gününün Cumartesi yerine güneş gününe (Pazar) gününe değiştirilmesi,
Dinî törenlerde ve âyinlerde Mitra dininden etkilenerek çokça mum vb. yakılarak mâbedin fazlaca aydınlatılması, bütün bunlar Pavlus tarafından hıristiyanlığa geçirilmiştir.
Kilise tâlimleri ve hıristiyan
kaynaklarının hemen hepsi Pavlus’a, onun görüşlerine veya onun
yakınlarına dayanmaktadır. Hz. İsa’dan çok kısa bir zaman sonra,
hıristiyanlık, Hz. İsa’nın getirdiği tevhid dini olmaktan çıkmış,
Pavlus’un yorumları ile hak din vasfını kaybedip teslis dinine
dönüşmüştür. Günümüzün hıristiyanlığı, Hz. İsa’nın getirdiği nizamdan,
hak tevhid dini vasfından çok, Pavlus’un ve bu çizgideki kilisenin
yorumlarıdır.
Hıristiyanlıkta Aslî Günah ve Bunun Keffâreti İçin Oğul’un Çarmıha Gerilmesi Anlayışı
Aslî günah inanç ve anlayışının,
Hz. İsa’nın tebliği ettiği tevhid akidesinde olmadığı kesindir. Buna
rağmen, Pavlus tarafından hıristiyanlığa sokulmuş, insanın temiz
fıtratını, Hz. Âdem’in Kur’an’da affedildiği belirtilen şahsî ve küçük
hatasını tüm insanlara bulaştıran ve Hz. İsa’nın ülûhiyetine ve vaftiz
törenine mesnet yapılan bâtıl anlayıştır aslî günah inancı. (Bkz.
Korintoslular’a 2. Mektup, 5/21; Romalılar’a Mektup, 5/12).
İlk günah da denen aslî
günah anlayışına göre, ilk günah, Hz. Âdem’in suçuyla başlamış ve bütün
soyuna bulaşmıştır. Her doğan insan, babası Adem’in günahının
mirasından dolayı günahkâr olarak doğar. Tanrı, kendi niteliğine sahip
olan oğlu İsa’yı insanları bu suçtan, yani aslî günahtan kurtarmak için
yeryüzüne göndermiştir. Kıyamet gününde de insanları diriltmek ve ilâhî
bağışa kavuşturmak için yeryüzüne yeniden inecektir, ruh da bu yüzden
ölümsüzdür. Yine insanın aslî günahından arınması için insanın kutsal
kabul edilen suyla yıkanma zorunluğu vardır ki buna vaftiz denilir.
Hıristiyanlığın
esaslarından biri de, Tanrı’nın bütün insanların günahlarına keffâret
olmak üzere, onların affı için insan şekline girip yaşadıktan sonra
ıstırap çekerek ölmesi, yani tekfir/keffâret, fidye inancıdır. Bu
inancın, üç temel uzantısı vardır: Hz. İsa’nın tanrılığı, bütün
insanlığın günahkâr olduğu ve insanlığın affı için fidye (kurban)
anlayışı.
Kur’an’a göre, “Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü taşımaz.” (35/Fâtır,
18). Kaldı ki, Hz. Âdem, bütün insanlara taksim edildiği halde
tükenmeyecek büyük bir suç işlemiş değildir. Hz. Âdem, beşer olarak
küçük bir hata yaptı ve sonunda da affedildi ve peygamber seçildi. “Adem, Rabbinin buyruğuna karşı geldi de şaşırdı. Sonra Rabbi onu seçkin kıldı; tevbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti.” (20/Tâhâ, 121-122).
İslâm,
Hz. Âdem’in bu fiiline terim manasıyla ma’sıyet/günah demez, bu
konudaki Kur’an tâbiri olan “zelle” (2/Bakara, 36) diye değerlendirir ve
insan türünün imtihanla yücelmesi, düşmanını tanıması ve yeryüzünün
halifesi olması gibi nice hikmetlere dayanan ilâhî irâde olarak
değerlendirir. Hz. Âdem’e de, Hz. Havvâ’ya da suçlu gözüyle bakılıp,
onlara kızılmaz.
Günahın
şahsîliği Kur’an’da olduğu gibi, Kitab-ı Mukaddes’te Eski Ahid’de de
vardır. Hezekiel peygamber: “Suç işleyen can, ölecek olan odur; babanın
fesadını oğul taşımaz ve oğlun fesadını baba taşımaz; sâlihin salâhı
kendi üzerinde olur, kötünün kötülüğü de kendi üzerinde olur. Ve kötü
adam, işlemiş olduğu suçların hepsinden döner ve bütün kanunlarını tutar
ve hak olanı, doğru olanı yaparsa, elbette yaşayacak, ölmeyecektir.
Yapmış olduğu günahlardan hiçbiri ona karşı anılmayacaktır. İşlediği
salâhda yaşayacaktır.” (Hezekiel, 18/20-22)
Kitab-ı
Mukaddes’teki şu ifadeyi, İsa’nın insanın aslî günahına fidye olarak
çarmıha gerilmesi anlayışıyla birlikte bir değerlendirin: “Kötü adam,
sâlihin fidyesidir. Hâin adam da doğruların.” (Süleyman’ın Meselleri,
21/18) Hz. Âdem ve tüm insanlık sâlih ve doğru olmamış sayılmalı veya
sâlih ve doğrularsa Hz. İsa kötü ve hâin olmalı. Yine, fidye olan, tüm
insanlık için faziletli bir fedâkârlık için ölen kimse, asılırken
‘Allah’ım, niçin beni bıraktın?’ der mi? “Ve dokuzuncu saate doğru, İsa:
‘Eli, Eli lama sabaktani?’ , yani ‘Allah’ım, Allah’ım, beni niçin
bıraktın?’ diye yüksek sesle bağırdı.” (Matta, 27/46 ve Markos, 15/34)
Bu anlayışa
göre, İsa’dan önce ölen insanlar, hıristiyanların da nübüvvetlerini
kabul ettikleri peygamberler, hep günahkâr olarak öldüler ve cehennemi
hak ettiler. İsa’nın keffaretinden, fidyesinden önce ve vaftiz
yapılmadan öldüler, hepsi affedilmeyen ve affedilmeyecek günahla öbür
dünyaya gittiler. Farzedelim ki insanlık, güzel fıtratla değil de
doğuştan günah yükü ile hayata geliyor. Onların sonsuz merhametli ve
dilediği her şeyi yapan Rabbi, kendilerini direkt olarak affedemez
mi? Tanrı, insanı kurtarmak için, insan kılığına girmekten başka çare
bulamadı mı?
Çarmıha
gerilip birkaç insan tarafından öldürülen biri, hiç tanrı mı olur?
İnsanların günahlarını affetmek için başka çare mi bulamadı?
Hıristiyanların en büyük âyinlerinden biri, Communion âyinidir. Bu âyin, ekmek ve şarapla yapılır.
Ekmek ve şarap, hıristiyanlara göre Hz. İsa’nın etini ve kanını
simgeler. Kitab-ı Mukaddes’e göre, Hz. İsa, havârilerine dağıttığı
ekmeğe, “bu benim vücudumdur” ve dağıttığı şaraba, “bu benim kanımdır”
demiştir. Günahı affetmek için, onları daha beter günahkâr haline
getirmek, Tanrı katili yapmak hangi akla sığar? İnsanlar, ellerini
mâbudlarının kanına bulayarak mı affa nâil olacaklar? Hz. Âdem’e
atfedilen Allah’ın bir emrini yerine getirmemek mi, yoksa
Tanrı’yı/İsa’yı öldürmek mi daha büyüktür? Hangisi insanı daha suçlu
yapar? Bir tek kişinin (insan veya Tanrı) ıstırap çekmesi ile bütün
insanların kurtuluşunu temin etme tuhaf olmaz mı?
Bilindiği
gibi, Hz. İsa, âhir zaman denilen, insanlık tarihinin sona yaklaştığı
zamanlarda dünyaya gelmiştir. Yüce Allah, bunu insanları kurtarmak için
yapsaydı, başlangıçta yapması gerekmez miydi? İnsanlığın büyük
çoğunluğunu aftan mahrum etmesi, az bir kısmını (İsa’dan sonra
gelenleri) bağışlamasının izahı başka nasıl yapılabilir? Yaratılıştan
gelen mevhum ve uydurma bir günah. Sonra, her şeye kaadir ğafûr olarak
inanılan Allah’ın onu affetmesinin binlerce yolu varken, bunları
bırakarak ana karnına girip en âciz bir şekilde çocukluğunu geçirmesi,
sonra perişanlık ve tazyik görmesi, sonunda da onları katil yaparak
affetmesi...
Bunların
masalda, efsane ve mitolojide yeri olabilir ama, dinde, hakikatte ve
akılda yeri olmaz. Sonra olaya ahlâkî yönden bakalım: Günahtan
kurtulduğuna inanan hıristiyana ne kalıyor? Kötü arzularına karşı nasıl
mücadele ve mücahede edebilecektir? Çalışanla çalışmayanın, ibadet yapıp
günahtan sakınanla bunları önemsemeyenin arasında fark kalmaz, hepsi
İsa’nın çarmıha gerilmesiyle, komünyonla, vaftizle bağışlanıp eşit hale
getirilmiyor mu?
Hz. İsa,
hiçbir şekilde kendisinin insanların günahlarına keffâret için, onların
aslî günahlarına karşılık öldürüleceğini söylemedi. Bugünkü İncillerde
de Hz. İsa’ya atfen böyle bir söz geçmez. Dinin temeli olacak esasları,
en yakınlarına, Petrus gibi halifelerine söylemedi. Halbuki o, emaneti
tebliğ etmiş, görevini yapmıştı. Bu olay bile, bu inançların sonradan
uydurulduğunu isbat etmeye kâfidir.
Bu anlayış, ucuzculuktur, başkası seni kurtarsın, sen bir şey yapmadan bedavadan kurtul. İnsanlığa işlemediği günahı yüklemek kadar bedavadan affolma anlayışı da saçmadır. Aynen kiliselerde günah çıkarma
ve cennet satın alma gibi. Hıristiyanların büyük çapta etkilendiği
Yunan mitoloji kahramanı Promete’nin insana ateş/ışık getirmek için
ezalara katlanarak fedai olması gibi efsaneler Hz. İsa’ya monte edildi.
Kahramanların sadece ismi değişerek putperestlik, hıristiyanlık maskesi
taktı. Ve bu fedâkârlığın bedeli de en az Promete’ninki kadar trajik:
“Mesih, bizim uğrumuza lânet olmuş olarak, bizi şeriatın lânetinden
kurtardı, çünkü yazılmıştır: ‘Ağaç üzerine her asılan lânetlidir.”
(Pavlus’un Galatyalılara Mektubu, 3/14) Bir peygambere bu kadar büyük
iftiraya pes doğrusu; hem tanrı, hem de lânetli!
Hâlâ affedilmeyen günah kaldıysa,
veya bir hıristiyan çeşitli haramlara dalıyorsa ne gam? Papazlar ne
güne duruyor? Absolüsyon imdada yetişecektir. Absolüsyon: Günah
bağışlama demektir. Hıristiyanlıkta günahlarını papazlara açıklayıp
itiraf edenlerin papaz tarafından günahlarının bağışlanabileceğine
inanılır. Günahları papazlar tarafından affedilenler, böylelikle
günahlardan arınmış
olurlar. Bu affetme, papazlar tarafından tanrı adına yapılmaktadır.
Katolik mezhebinde, eski ve imtiyazlı olan günah çıkarma kurumu, ibtidâî
şeklinden uzaklaşsa da hâlâ varlığını sürdürmektedir. İslâm’da ise,
bilindiği gibi, doğrudan doğruya, aracısız ve formalitesiz olarak
Allah’tan istenen aftan başka tevbe ve af dileme, günah çıkarma şekli
yoktur.
Tefsirlerden
İktibaslar
Elmalılı
diyor ki: Hakka ve iyiliğe sevgi duymanın derecesi, bâtıla ve şerre
karşı duyulan nefretin derecesiyle orantılıdır. Zaten afv ve bağışlama,
ceza vermeye ve intikam almaya gücü yetenlerden sâdır olduğu takdirde
bir değer ve anlam taşır. Afv denilen şey, hüküm giymiş ve sâbit olmuş
olan bir cezayı uygulamaya koymamak veya cezayı gerektiren bir suçu hiç
işlenmemiş saymak demektir. Suça ceza vermeye gücü yetmeyen bir
zavallının "haydi seni affettim" demesi pek gülünç bir şey olur.
Affedebilen her halükârda intikama gücü yetebilendir. Bunun aksi çelişki
olur. Hak Teâlâ hayır ile şerrin bütün ilkelerine hâkim, hayır ve
hidâyeti rahmetiyle himaye eden, kötülük ve hıyâneti de izzet ve
intikamıyla gideren, izâle eden bir hayy ve kayyûm olduğundan dolayıdır
ki, her hakkın himâyecisi, her hayırlı ümidin mercii olan bir hak
ma’buddur. Binâenaleyh ma’budları zelil olanların kendileri de zelil
olurlar. Üzülerek ve esefle söylemek gerekirse bazı kimseler
bilmediklerinden veya şirkin mağlup olmasını istemediklerinden, "Biz
şerre karşı intikama kaadir olan tanrı istemeyiz" diye hakkı inkâr ve
bâtıla ilân-ı aşk ederler de kendi ma’budlarını âciz ve zelil, harîm-i
ismetine ve hakkına tecâvüz olunabilir, hakkını ve hukukunu müdafaa
edemez duruma düşürürler. Kötülükleri önleyemediği için insanların keyfi
nasıl isterse, kendi isteğine göre sevilebilir, bazı sıkıntılı
zamanlarda okşanıp o zavallı güzelliğinden bir ilham, bir teselli
alınabilir bir bebek veya bir zavallı tanrı görmek isterler.
Putperestlerin fetişleri ve putları böyle olduğu gibi, sonraki
hıristiyanların Hz. İsa'yı böyle bir bebek, anası Meryem'i böyle bir
sevimli bâkire, Cenâb-ı Allah'ı da, hayatta olduğu müddetçe yarattığı
Âdemoğullarını, ataları Âdem'den kalma ilk günahtan kurtarmaya,
arındırmaya bir türlü çare bulamamış ve nihayet oğlunun bedenine girerek
bizzat kendisi gelmiş, kendini ve oğlunu fedâ edip kâfirlere kurban
ettirmiş, ancak bu kurban ve bu fidye karşılığında kendisine tapınanları
kurtarmış, sonra birkaç gün içinde önce oğlunu tekrar diriltip göklere
kaldırmış ve işte böyle bir iyilik etmek için nelere katlanmış;
kendisini ve oğlunu feda etmeye râzı olmuş, çaresizlik ve zorunluluklar
karşısında fedakârlığın en büyük örneğini göstermek için, en büyük
iyiliği oğlu ile birlikte kendini de fedâ ve yok etmekte bulmuş, var
yok, yok var olmuş durumunda ihtiyar bir baba farz ederek bir inanç
ortaya çıkmıştır.
Buna göre, O bir var, aynı
zamanda yok; fânî, aynı zamanda bâkî; âciz, aynı zamanda kaadir; bir,
fakat aynı zamanda üç; üç, fakat aynı zamanda bir ma'bûd olmak üzere
"Ekanim-i selâse," üç ögeden mürekkep üçlü bir tanrı inancına
sahiptirler. O ilk günahtan kurtulup selâmete ermek için aklı ve nefsi
bu teslis inancına feda etmek gerektiğini ve bu fedakârlığı yapmanın bu
imanın şartı ve necat sebebi olduğunu iddia ederler ki, bütün bunlar
ma’bûd ve kulluk fikrini hafife almaktan öte bir şey değildir ve aklen
ve naklen zâhir ve bâhir olan Hakk'ın delillerine karşı saygısızlıktır,
küfürdür. Her şeyden önce insanlar için günahı ve günah işlemeyi
yaratılıştan kaynaklanan bir zarûret kabul ederek, onu mutlaka işlemek
gerektiğine karar vermek, sonra da o günahın her ne olursa olsun sonuçta
affedilmesi mümkün değilmiş veya cezalandırılması kabil değilmiş de
büyük bir felâketi gerektiriyormuş olduğunu itiraf eylemektir. Ayrıca bu
cezâdan ve felâketten kurtulmak için yegâne çare olmak üzere, esasen
ona ceza verecek olan ve zaten vermek hakkına ve yetkisine sahip bulunan
en yüce makamı, son mercii de yok edip ortadan kaldırmak ve böylelikle
ceza korkusundan da büsbütün kurtulmak ve ondan sonra doya doya günah
işleyip, kendi yaptığı günahların cezasını da başkasına, daha doğrusu
yaratıcıya yükletmek demektir.
İşte Hıristiyanlıktaki
teslis (üçlü ilâh) inancının bütün sonuçlarıyla ve ayrıntılarıyla
anlamı, böyle bir nefiydir, yani hak ma’bûd olan Allah'ın bazı önemli
sıfatlarını ve özelliklerini inkârdan veya birbirine karıştırmaktan
doğan bir inanç muammâsıdır. Hz. İsa hiçbir zaman Allah hakkında böyle
bir inanca dâvet etmemiştir, ancak babasız bir çocuğun peygamberliğe
mazhar kılınmış olarak bir kutsal ruhla birlikte mûcizeler göstermesi,
akılları ve teknikleri âciz ve hayran bırakacak şekilde ölüleri
diriltip, hastalara şifâ vermesi, sadece onun hak peygamberliğine ve
temiz yaratılışına delil sayılan açıklamaları ve öğretileri, hakikat
kabul edilip, ilk hıristiyanların yaptığı gibi, onun tâlimâtına uyulacak
ve Allah'ın birliği inancı üzere yürünecek yerde, bir müddet sonra bu
mûcizeler ve bu hârikalar şüphelerle dolu esrârengiz ve içinden çıkılmaz
bir muammâ haline sokularak ve İncil'de "merhametli yaratıcı" mânâsına
gelen “eb” (baba) eşanlamlı ve müteşâbih isminin “vâlid” (gerçek baba)
mânâsına te’vil edilip bunun arkasına düşülerek ve bu anlama hulûl ve
ruhun ölmezliği nazariyeleri ilâve olunarak, İsa'nın insanüstü ve tanrı
oğlu tanrı olduğu ve onun bedenine giren babası ile beraber fânî olup
gittiği ve bu sebeple insanların da kurtulduğu ve binâenaleyh yoklukta
birleşen bu ekanim-i teslisin ruhları ancak bundan dolayı takdis edilmek
gerektiği tarzında dinin temel ilkesi sayılmıştır. İşte bu yola
sapılması, Hıristiyanlığı gizlice ta temelinden değiştiren, ters yüz
eden bir tahrif olmuştur ki, bunun başlangıcı gizli toplantılara ve ilk
İncil tercümelerindeki tahriflere, sonu da meşhur İznik konsilinde
alınan kararlara dayanır. Yani teslis inancı, Hıristiyanlığın
kaynağından gelen öz inanç ilkesi değildir, müteşâbihata uymak sûretiyle
ictihâda bağlı olarak tahriften kaynaklanan bir batıl inancıdır. Bundan
dolayı Hıristiyanlar İncil'in metnine ve âyetlerine önem vermezler de
"biz onun ruhunu, özünü gözetiyoruz" diyerek İncil nüshalarını her zaman
ve sürekli olarak yeniler ve değiştirirler. Durmadan onun
müteşabihâtıyla oynarlar.
İncil'de
Cenâb-ı Allah'a "baba" denildiği bilinmeyen bir şey değildir. Fakat
İncil de dâhil olmak üzere bütün semâvî (ilâhî) kitapların ve semavî
dinlerin üzerinde ittifak edip birleştikleri bir husus vardır ki, o da
ilk sebep olan Allah Teâlâ'nın "Yaratan" olması ve maddeye muhtaç
olmaksızın kâinatı sırf kendi kudretiyle yoktan halketmesi inancıdır.
Hatta Avrupa felsefesi tarihleri bu inancın felsefeye ancak
Hıristiyanlıktan girmiş olabileceği görüşündedirler. Bu ise gerçek
illiyet ve sebebin ancak üreme ve sudûr yoluyla olması nazariyesinin
tamamen zıddıdır. Gerçekten de üreme nazariyesi, başlangıcında bir
çelişkiden kurtulmak ihtimali bulunmayan bir nazariyedir. Tevlid denilen
üreme olayı âdi illetler için geçerli olabilirse de, gerçek anlamda
illiyet yaratma ve ibdâ' etme demektir. Bundan dolayı İncil'de Cenab-ı
Allah için kullanılmış olan "eb" kelimesi, gerçek anlamıyla "vâlid"
(baba) demek olamayacağı için “hâlik ve mükevvin” (yaratan ve var eden)
demek olduğu her din mensubu gibi Hıristiyanlar için de her türlü şüphe
ve tereddütten uzak bir inanç olması gerekirdi.
Elbette düşmanları
tarafından durmadan ve sürekli olarak "babasız" diye itham edilmek
istenen Hz. İsa'ya, bu kelimenin kullanılmasına müsâade buyurulması onun
hakkında Allah'ın bir rahmeti ve özel bir iltifatı olduğunda nasıl
şüphe yoksa, Hz. İsa'nın "babam" dediği zaman "rahim olan Rabbim,
halikim" demiş olduğunda da hiç şüphe yoktur. Binâenaleyh Hıristiyan
babaların, müteşabihâta uyarak bu kelimeyi bu kadar engel bulunmasına
rağmen lügat anlamıyla alıp gerçek "baba" mânâsına te'vil etmeye
çalışmaları da yaratılış inanç ve nazariyesiyle bağdaştırılması mümkün
olmayan bir çelişkidir.
İşte
Kur'ân, Allah'ın zatı ve sıfatları hakkında aklen ve naklen sâbit ve
apaçık bulunan ve bu meseleyi temelden çözüme kavuşturacak olan temel
gerçekleri, Bakara Sûresi'nden özetleyerek bir belge halinde ortaya
koyduktan sonra buna aykırı olan bâtıl görüşleri ayıklamak ve bu arada
hıristiyanların böyle Allah'a ve Allah'ın âyetlerine karşı revâ
gördükleri tecâvüzkâr tutumlarını, bütün incelikleriyle ve temeldeki
yanlışlarıyla reddetmek ve geçersiz kılmak ve bunları, red ve iptal
gayesiyle de olsa tek tek sayılıp dökülmesinin Kur'ân ahlâkının nezâhet
ve vakarıyla bağdaşmayacağını anlatmak ve aynı zamanda irşadın faydasını
daha da geniş tutmak için hepsinin de ilâhî âyetleri inkâr anlamı
taşıdığını ve küfür kavramı altında birleştiğini özetle göstererek
“Lehum azâbun şedîdun. Vallahu azîzun zu’ntikam” şeklinde uyarıda bulunmuş ve işin varacağı sonucu açıklamıştır.
Ma’bûd, kelimesinin anlamını
çirkin ve yakışıksız bir yorumla tefsir etmek, muhkemâtı inkâr eylemek,
ilk günahı bağışlamaya gücü yetmemek, tevlîd, yani çocuk edinmek,
tecessüd yani bedene bürünüp görünmek, kendini feda etmek, ancak böyle
inanıldığı takdirde kurtuluşa erileceğini ummak gibi teslis inancı ile
ilişkili olan küfür şekillerinin hepsine karşı hakkın bir kılıç darbesi
olan “Vallahu azîzun zu’ntikam” furkanı,
hakkı alçaltmaya cüret edenlerin sonuçta mutlaka yenilgiye
uğrayacaklarını ilan eden bir ilâhî furkandır. Fakat şu da iyi bilinmeli
ki, hayy ve kayyûm olan, kitap indiren, akıllara hidâyet veren ve
mutlak anlamda güçlü olan Allah'ın intikamı, sizin bildiğiniz cinsten
aşağılık, ahlâksızca, çirkin, câhilâne, hâince bir intikam değil,
savunması yapılabilir cinsten bir intikam da değildir. Bütünüyle
hakikat, hikmet ve izzet olan ve sonsuz bir kudretin ve irâdenin gereği
bulunan ve hiçbir noktada cehâletle ilişkisi bulunmayan, çok hakîmâne
bir intikamdır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Y. c.
2, s. 299-301)
Seyyid Kutub diyor ki: Hıristiyanların
sapık düşüncelerine gelince, Kur'an onların bu inançlarından; "Allah,
üç ilâhın üçüncüsüdür", "Allah Meryem oğlu Mesih'tir" sözlerinin
yanında, Mesih'i ve annesi Meryem'i Allah'ın dışında iki ilâh olarak
benimsediklerini, keşişleri ve râhiplerini de kendilerine Rab'ler olarak
kabul ettiklerini haber vermektedir.
T.V. Arnold'un
İslâm'a Çağrı adlı eserinde de bu
düşüncelerin bir kısmına rastlanmaktadır: "Jüstinyen, İslâm'ın ortaya
çıkışından yüz yıl önce Roma İmparatorluğu'nda halkın birliğini bir
dereceye kadar sağlamayı başarmıştı. Fakat onun ölümünden sonra bu
birlik hemen dağıldı. Bunun üzerine devletin başkenti ile diğer
vilayetler arasında bir bağın kurulmasını sağlayacak ulusal ortak bir
bilince şiddetle ihtiyaç duyuldu. Bu amaçla birtakım çalışmalar
yapmasına rağmen Herakliyüs Şam'ı tekrar merkezî hükümete bağlamayı tam
anlamıyla başaramadı. Birliği sağlamaya yönelik benimsenen tüm vasıtalar
bölünmeleri yok edeceği yerde bu anlaşmazlıkları daha da arttırıyordu.
Ortalıkta dinî duyguların dışında ulusçuluk bilincinin yerine
geçebilecek başka bir şey de yoktu. Bu yüzden inancı; gönülleri huzura
kavuşturacak, birbiriyle kıyasıya savaşan ve birbirine kin besleyen
gruplar arasındaki düşmanlık ateşini söndürecek şekilde yorumlamaya
yöneldi. Dine karşı çıkanlarla Ortodoks kilisenin arasını bulmaya ve
daha sonra da onlarla merkezi hükümetin birliğini sağlamaya çalıştı.
Miladi 451 yılında
Halkadonya'da (İznik) toplanan Konsül'de şu karar alınmıştı: "Mesih'in,
birbirine karışmayan, değişmeyen, bölünmeyen ve ayrılmayan iki tabiata
sahip olduğu kabul edilmelidir. Bu iki tabiatın birleşmesi nedeniyle
onların ayrı ayrı olduğunu iddia etmek mümkün değildir. İşin doğrusu,
her iki tabiat kendi özelliklerini muhâfaza ederek bir tek bedende
birleşmiştir. İki parçanın tek bir cesette birleşmesi sonucunda Oğul
Allah ve Ruh'ul Kuds meydana gelir." Yakubiler (Bunlar, Yakub
el-Barazii'ye tâbi olanlardır ki hıristiyanlıkta tek Allah nazariyesini
savunurlar -er-Râid, s. 1634-) bu toplantıda alınan kararları
reddettiler. Onlar Mesih'te yalnız bir tabiatın varlığını kabul
ediyorlar ve: "Mesih, tüm unsurları kendisinde toplamıştır; hem İlâhî
hem de beşerî tüm niteliklere sahiptir. Fakat bu nitelikleri taşıyan
madde ikilik kabul etmez, aksine unsurların toplandığı bir bütünlük arz
eder" diyorlardı. Herakliyüs'ün Mesih'i "Üçten biri" olarak kabul ettiği
mezhebi halka benimsetmeye çalıştığı bu dönemde, Ortodokslarla,
özellikle Mısır, Şam ve Bizans İmparatorluğu sınırları dışında yaşayan
Yakubiler arasında yaklaşık iki asır sürecek bir mücadele başladı.
Jüstinyen'in benimsediği mezheb ise, bir yandan iki tabiatın varlığını
kabul ederken diğer yandan da bu iki tabiatın Mesih'in bedeninde, tek
bir varlığa dönüştüğünü ileri sürüyordu. Onlara göre Allah'ın oğlu olan
Mesih ilâhî ve beşerî kuvvetleri kendinde toplamış bulunan tek bir
varlıktı. Bu ise, beden halinde somutlaşan bu şahsın içinde tek bir
irâde olduğu anlamına geliyordu. Fakat Herakliyüs de, barışın
temellerini atmaya çalışan pek çok ıslahatçının âkıbetine uğramaktan
kurtulamadı. Çünkü iki mezhep arasındaki mücadeleyi bir an olsun
durduramadığı gibi, bu savaşı daha da şiddetlendirmiş ve bizzat kendisi
de üçüncü bir taraf olup diğer iki grubun öfkesini üzerine çekmiş ve
Allahsız olarak damgalanmıştı."
Aynı
şekilde Hıristiyan bir araştırmacı olan Canon Taylor İslâm'ın ortaya
çıktığı sırada doğu hristiyanlarının durumunu şöyle ifade ediyor: "O
dönemde insanlar gerçekten müşrikti; Azizlerden, keşişlerden ve
meleklerden bazılarına tapıyorlardı "(Hasan İbrahim ve iki arkadaşı
tarafından yapılan tercüme sayfa 52-53). Müşriklerin inançlarındaki
sapıklıklara gelince; Kur'an, onların cinlere, meleklere, güneşe, aya ve
putlara taptıklarını bildiriyor. Onların inançlarında en hafif sapıklık
olarak değerlendirilebilecek sözleri şöyledir:
"Biz, putlara ancak bizleri Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz."
İşte
birkaç örnekle değindiğimiz bu bozuk ve sapık düşüncelere İslâm
şiddetle karşı çıkmış ve onların tutarsızlığını açık ve kesin bir
biçimde ortaya koymuştur:
"...O, kendinden başka bir ilâh bulunmayan, diri ve yarattıklarını gözetip yöneten Allah'tır."
İşte
bu, hem düşünce ve hem de inançta yol ayrımı olduğu gibi yaşam biçimi
ve ahlâkta da yol ayrımıdır. Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan
tek Allah'a inanan ve gerçek hayatın tek sahibi; Hayy olan, her
varlığın, her canlının kendisiyle ayakta durup O'nunla varlığını
sürdürdüğü Kayyum olan bir Allah bilincine eren bir insan düşünün. Bu
varlığın bilincinde olan bir insanın yaşam biçimi ve hayat düzeni ile,
tüm duygularını sözü edilen çarpık ve tutarsız düşüncelerle bulandırmış,
vicdanında hayatına hükmeden ve onu yönlendiren ulûhiyet hakkında
hiçbir his kalmamış bir insanın yaşam biçimi ve hayat tarzı temelde ayrı
olması gerekmektedir.
Apaçık
ve tertemiz Tevhid inancının yanında Allah'tan başkasına kulluğa yer
yoktur. Ne hukuk ve düzende, ne eğitim ve ahlâkta, ne de ekonomik ve
sosyal alanda Allah'tan başkasından yardım dilemeye ve O'na şirk koşmaya
yer yoktur İslâm'da. Kısaca ne bu dünya için ne de ahiret hayatı için
Allah'tan başkasından yardım dileme yoktur bu dinde. Gerçeğinden
saptırılmış, doğru ve açık olmayan temeller üzerine kurulmuş bulunan
düşüncelerde ise, ne hukuk ve düzende, ne eğitim ve ahlâkta ve ne de
sosyal ve ekonomik alanda... Bunların tamamında... Ama tamamında ne
bağlanılacak taraf ve ne de durulabilecek bir yerden söz edilebilir. Bu
düzenlerde ne helâl ve haramın, ne de doğru ve yanlışın sınırı
belirlenmiştir. Emirlerin kendisinden alındığı, yönelmenin kendisine
doğru olduğu, itaat, kulluk ve teslimiyetin yalnız kendisine yapıldığı
otorite açıklık kazanıp tek olarak kabul edildiğinde her şey netleşir ve
âhenk kazanır. Bu nedenle bu yol ayrımında kesin bir tavırla
karşılaşıyoruz:
"O, kendinden başka bir ilâh bulunmayan, diri ve yarattıklarını gözetip yöneten Allah'tır."
Onun için bu yalnız
bir inanç ilkesi değil, İslâmî hayatın yapısını ortaya koyan, Onu diğer
yaşam biçimlerinden ayıran temel ilke olmuştur. İslâmî hayat, bütün
ilke ve kurallarıyla İslâm düşüncesinin bu net ve kesin olan Tevhid
inancından kaynaklanır. Tevhid, pratik hayata tesiri olmadığı sürece
gönüldeki inanç olarak da gerçekleşemez. Allah'tan gelen hukuk düzeni ve
Tevhid inancı hayatın her alanında kendini gösterdiği an, Tevhid, anlam
kazanır. Allah'ın zatı ve sıfatlarında tek olduğu ilan edilip diğer
hayat düzenleriyle bu dinin ayrılış noktaları açıklandıktan sonra, bütün
insanlık tarihi boyunca beşerî hayatın düzenlenmesi için gönderilen
peygamberlerin, kitapların ve dinlerin de bu tek kaynaktan geldiği
açıklanıyor:
"...Sana daha önceki semavi kitapları
onaylayan hakk içerikli kitabı indirdi. Daha önce de insanlara doğru
yolu göstermek için Tevrat'ı ve İncil'i indirmişti. Doğru ile eğriyi
birbirinden ayıran bu kitabı da aynı amaçla indirdi. Allah'ın âyetlerini
inkâr edenleri ağır bir azap beklemektedir. Hiç kuşkusuz Allah üstün
irâdeli ve intikam alıcıdır."
Bu âyetin birinci bölümü,
İslâm inancının temel ilkelerinden bir
kısmını kapsaması yanında, Hz. Muhammed'in peygamberliğini ve O'nun
Allah tarafından getirdiği gerçekleri reddeden ehl-i kitab ve diğer
inkârcıların iddialarını da çürüten ifadeleri içeriyor.
Peygamberlere gönderilen kitapların tek bir kaynaktan gönderildiği bildirilen âyet-i kerimede şöyle deniliyor: "Daha önce de Mûsâ'ya Tevrat'ı,
İsa'ya da İncil'i indiren kendisinden başka ilâh olmayan, hayatın ve
kudretin yegâne kaynağı yüce Allah'tır sana bu Kur'an'ı indiren." O halde ulûhiyet ve ubûdiyeti birbiriyle karıştırma
veya aynı bedende birleştirmeden söz edilemez. Ortada, kulları
arasından seçtiği bazı kimselere kitap veren tek bir ilâh ve bir de o
kitapları teslim alıp kabul eden Allah'ın kulları vardır. Sonuçta onlar
Nebi de olsalar Resul de olsalar Allah'ın kullarıdırlar.
Âyet-i kerime, Allah katından indirilen kitaplarda yer alan dinin ve hakkın da aslında bir olduğunu açıklıyor. "Sana daha önceki semavi kitapları onaylayan hakk içerikli kitabı indirdi." Bu kitapların her biri aynı ortak amacı hedef almaktadır; "İnsanlara doğru yolu göstermek". Daha önce hıristiyan
bir yazar olan S.W. Arnold'un "İslâm'a Çağrı" adlı kitabından
yaptığımız alıntıda örneğini gördüğümüz gibi, bu kitap, aynen kendinden
önce indirilen kitaplardaki Hakkı içeren ve insanların hevâ ve
heveslerinin ürünü olan düşünce ekolleri ve siyasal akımların etkisiyle
bu kitaplara karıştırılan saptırmaları ve şüpheleri gerçek olandan
ayrıştıran "Furkan"dır.
Âyet-i kerimede kapalı
bir üslûpla ehl-i kitabın yeni gelen peygamberi ve peygamberliği
yalanlamasının tutarlı bir yanı olmadığı belirtilmekte. Zira bu yeni
Risalet de kendisinden önceki Risâletlerin metoduna bağlı kalmakta;
getirdiği kitap da daha önceki kitaplar gibi Hakk ile indirilmektedir.
Bundan önceki kitaplar insanların arasından bir elçiye indiği gibi bu
kitap da insanlardan bir elçiye indirilmiştir ve bu yeni Risâletin
kitabı Allah'tan gelen kendisinden önceki kitapları doğrulamakta; diğer
kitapların kanat gerdiği Hakkı bu kitap da koruma altına almaktadır.
Üstelik bu yeni kitabı da kitap indirmede tek yetki sahibi olan Allah
indirmiştir. İşte bu kitap, insanların inanç hakkındaki düşüncelerini,
hayat düzenlerini, ahlâk, eğitim ve yasalarını belirleyen ve elçisine
indirdiği kitap doğrultusunda temelden kurma hakkına sahip olan Allah
tarafından indirilmiştir.
Ayetin ikinci bölümü ise, Allah'ın
ayetlerini inkâr edenlere korkunç bir tehdit yöneltmekte, Allah'ın
kudretini, üstünlüğünü, azap ve intikamının dehşetini onlara
göstermektedir. Allah'ın ayetlerini kabul etmeyenler bu tek gerçek dini
bütünüyle reddedenlerdir. Daha önce kendilerine indirilen Allah'ın
kitabından sapmış olan ve bu hareketlerinin sonucu olarak, Hakk'ı
batıldan apaçık bir şekilde ayıran, bu yeni kitabı da yalanlama yoluna
sapan ehl-i kitab, burada küfürle nitelendirilmekte; Allah'ın dehşet
verici azabı ve kaçıp kurtulmanın mümkün olmayacağı intikamıyla tehdit
edilenlerin başında yer almaktadırlar. Bu azap ve intikam tehdidinin
hemen ardından da kendisinden hiçbir şeyin gizli kalmadığı, hiçbir
sırrın gizlenip kaçırılamadığı Allah'ın sınırsız bilgisi
vurgulanmaktadır: "Hiç şüphesiz, ne yerde ve ne gökteki hiçbir şey Allah için gizli değildir." Burada, Allah'ın
hiçbir şeyin kendisinden gizli kalmadığı sınırsız ilim sıfatıyla
vasıflandırılması, sûrenin başında yer alan ulûhiyet ve otorite birliği
kavramlarıyla uyum arz ettiği gibi bir önceki âyette dile getirilen
korkunç tehditle de âhenk içindedir. "Ne yerde ne de gökte" tüm
genişliğine ve sınırsızlığına rağmen hiçbir şey Allah'ın bilgisinden
kurtulamayacaktır. Öyleyse niyetleri O'ndan gizli tutmak mümkün olmadığı
gibi, tuzakları örtbas etmek de mümkün olmayacaktır. O'nun o şaşmaz
cezasından, her şeyi en ince ve gizli yönlerine varıncaya kadar kuşatan
engin bilgisinden kaçma imkânı yoktur.
Ne yerde, ne de gökte hiçbir şeyin
kendisine gizli kalmadığı, her şeyin en ince ve gizli taraflarına
varıncaya kadar bilinen kapsamlı bilginin ışığı altında insanların
duygularına hassas ve engin bir şekilde temas edilmekte; gayb âleminin
bilinmezliği ve ana rahminin karanlığında insanın hiçbir bilgisi, gücü,
kavrayışı olmadığı mahiyeti bilinmeyen yaratılışa değinilmektedir: "Size döl yataklarında dilediği biçimi veren O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. O üstün iradeli ve hikmet sahibidir." Böyle "şekillendiriyor sizi". Allah insanı
kendi mutlak iradesi ve isteğiyle beşerî vasıflar doğrultusunda
şekillendiriyor, o dilediğini yapar; O'ndan başka ilâh yoktur; Aziz'dir;
yaratma ve şekil vermede güç ve kudret sahibidir; Hakim'dir; yarattığı
ve şekil verdiği mahlûkatının işlerini kendi hikmetiyle hiçbir yardımcı
ve ortağa ihtiyaç duymaksızın idare edendir.
Bu noktaya temas edilmekle hıristiyanların,
Hz. İsa'nın (selâm üzerine olsun), yaratılışı ve doğumu hakkında
yaydıkları şüpheler aydınlanmaktadır. Buna göre; İsa'ya "dilediği" şekli
veren Allah'tır. Yoksa Hıristiyanların ileri sürdüğü gibi İsa; Rabb,
Allah, Oğul ya da beşerî ve ilahî nitelikleri aynı anda üzerinde
toplayan üç varlıktan biri değildir. Aynı zamanda O, zihinlerin rahatça
kavrayabildiği apaçık Tevhid düşüncesinin karşısına çıkan saptırılmış ve
gizemli bir nitelik kazandırılmış düşüncelerin ileri sürdüğü gibi
anlaşılması zor bir şahıs da değildir. (Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l
Kur’an)
İncil ve Hıristiyanlıkla İlgili Bazı Kavramlar
Ahd-i Atik:
Ahd sözleşme; Ahd-i Atîk, eski sözleşme demektir. Kitab-ı
Mukaddes’in ilk bölümü olan, hem yahudilerce ve hem de
hıristiyanlarca kutsal kabul edilen kitaplara bu ad verilir. Toplam
39 kitaptan meydana gelir. Üç bölümdür. Birinci bölüm, beş kitaptır.
Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye adlı bu beş kitap Tevrat
adını alır, Yahudilerin asıl kutsal kitabı olan bu bölüme Musa’nın beş
kitabı da denir. İkinci bölüm, peygamberler adını taşır ve Hz. Musa’dan
sonra gelen yahudi peygamberlerinin kitaplarını kapsar. Üçüncü bölüm,
Ketubim adıyla anılır ve Dâvud’un mezmurları/şiirleri, Süleyman’ın
meselleri/özdeyişleri, Eyyub’un öyküsü gibi metinlerden meydana
gelmiştir.
Ahd-i Cedid:
Hıristiyanların
kutsal kitaplarına denilir. Yahudilerce sapıklık sayılan ve
hıristiyanlarca benimsenen bu inanca göre yahudiler eski ahidle Tanrı’ya
verdikleri sözü tutmamışlar ve vatanlarından sürülmekle
cezalandırılmışlardır. Sonra Tanrı onlara acımış ve Ahd-i Cedîd’le
yeni bir anlaşma önermiştir. Bu yeni sözleşmeye uyarlarsa arz-ı mev’ut
(Filistin) onlara tekrar verilecektir. Yeni sözleşme anlamındaki Ahd-i
Cedîd, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleriyle, Rasüllerin İşleri
adlarını taşıyan ve değişik yerlere yazılan mektuplardan meydana
gelmiştir. Toplam 27 kitaptır.
Apokryphos İnciller:
Varlığı kabul edilen gizli ve kilise tarafından sahte kabul edilen İncillere apokrif
İncil
denilir. Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncillerinin dışındaki tüm
İnciller apokrif sayılır. Hıristiyanlar, özellikle III. y.y.da gizli
bazı İncillerin varlığına inanırlar. Meselâ, 1886 yılında eski bir Mısır
mezarında bu gizli İncillerden biri sayılan Petrus İncili’nin bir
parçası bulunmuştur. Apokrif İncil sayılan en önemli İncil Barnaba(s)
İncilidir.
Ariusçuluk-Arianizm:
Teslisi kabul etmeyip tevhide inanan eski hıristiyan
gruplardan biri. Muvahhid papaz Arius’un izinden giden tevhide inanan
hıristiyanlık. IV. Yüzyıl ve sonrası hıristiyanlığında büyük
tartışmalara yol açan ve katolik kilisesince sapıklık sayılan
İskenderiye’li papaz Arius’un, Hz. İsa’dan beri, papalığın ve sonraları
devletin tüm baskılarına rağmen devam edegelen tevhidî çizgideki
hıristiyanlık Ariusçuluk veya Arianizm diye isimlendirilir. Bu inanca
göre, Hz. İsa, kesinlikle bir tanrı değil; peygamberdir. İzmit’li
Eusebios da bu çizginin şiddetli savunucusudur.
Aslî günah:
Pavlus tarafından
hıristiyanlığa sokulmuş, insanın temiz fıtratını, Hz. Âdem’in Kur’an’da
affedildiği belirtilen şahsî ve küçük hatasını tüm insanlara bulaştıran
ve Hz. İsa’nın ülûhiyetine ve vaftiz törenine mesnet yapılan bâtıl
anlayış. İlk günah da denilen aslî günah anlayışına göre, ilk günah, Hz.
Âdem’in suçuyla başlamış ve bütün soyuna bulaşmıştır. Her doğan insan,
babası Adem’in günahının mirasından dolayı günahkâr olarak doğar. Tanrı,
kendi niteliğine sahip olan oğlu İsa’yı insanları bu suçtan, yani aslî
günahtan kurtarmak için yeryüzüne göndermiştir. Kıyamet gününde de
insanları diriltmek ve ilâhî bağışa kavuşturmak için yeryüzüne yeniden
inecektir, ruh da bu yüzden ölümsüzdür. Yine insanın aslî günahından
arınması için insanın kutsal kabul edilen suyla yıkanma zorunluğu vardır
ki buna vaftiz denilir.
Aziz (sint, saint):
Kutsallığına
inanılan kişi, ermiş insan. Hıristiyanlık tarihinde azizlik kurumu çok
büyük bir önem taşır. Aziz, önce halkın inancıyla azizleşir, sonra
kilise tarafından resmen aziz olarak tanınır ve açıklanır.
Hıristiyanlıkta otuz beş bin aziz bulunduğu tespit edilmiştir. Meşhur
hıristiyan araştırmacılarından Camille Jullian şöyle der: “Ancak
azizlerin mezarlarına sahip olduktan sonradır ki, hıristiyanlık halk
yığınlarınca kabul edilmiş ve tutulan bir inanç haline gelmiştir.” Hatta
ilk hıristiyanlar, Kelt kasabalarında kendi inançlarını yayabilmek için
onların kutsal saydıkları mezarların üstüne birer haç dikip benimsemek
zorunda kalmışlardır.
Barnaba:
Asıl adı
Yusuf olan Barnaba, Hz. İsa’nın havârilerinden/öğrencilerindendir. Bütün
hayatını hıristiyanlığı yayma uğrunda geçirmiştir. Kilise tarafından
apokrif/sahte sayılan İnciller içinde en önemli olanlardan biri Barnaba(s) İncilidir. Tarkçe’ye de çevrilen bu
İncil,
Hz. İsa’nın tanrılığını reddeder, çarmıha gerildiğini kabul etmez, Hz.
İsa’nın bir peygamber olduğunu açıkça zikreder. Bu İncil’in teslisi
reddedip ısrarla tevhidi vurgulaması, hıristiyanlarca yasak İncil
sayılmasının temel sebebidir. Barnaba, Markos’un hocası, Pavlus’un
önderi bir kişi olduğu halde, kilise, ona nisbet edilen İncil’i
reddetmektedir.
Bible:
(Baybıl
okunur) Yunanca kitaplar anlamındaki biblia kelimesinden gelir. Tevrat,
İnciller ve diğer kutsal kitaplardan meydana gelen Kitab-ı Mukaddese
denilir. İncillerin hiçbir yerinde, İncil anlamında bu kelime
kullanılmaz.
Cizvitlik:
Tutucu ve sofu hıristiyan
tarikatı. 16. y.y.da Fransa’da kurulmuştur. İsa derneği adıyla da
anılır. Hz. İsa’nın saf düşüncesine dönüş anlayışı içinde yoksulluk,
bekâret ve itaat ilkelerinden yola çıkmıştır. Özellikle dinden
saptıklarını iddia ettikleriyle savaşları ve siyasal etkileriyle öne
çıkar. Avrupanın hemen bütün soylularının, kralların ve prenslerin din
ve törelerinin öğretmenleri cizvitlerdi. Cizvitler, aşırı disiplin ve
bir üste körü körüne itaat ve bağlılıklarıyla meşhurdur. Fransa’da
1789’dan sonra yeniden ve gizlice örgütlenmeye çalışmışlardır. İtikat
konusunda farklı bir teslis anlayışı savunurlar. Hıristiyanlığın çoğu
mezheplerindeki teslis anlayışı; baba, oğul ve ruhu’l kudüsten meydana
gelen üçlü tanrı anlayışıdır. Cizvit teslisinde ise; İsa, Meryem ve
İsa’nın babası(!) Yusuf’tan oluşan üçlü tanrı inancı vardır.
Communion âyini:
(Komünyo vermek-almak) Hz. İsa’nın
eti ve kanı. Ekmek ve şarapla yapılan âyin. Ekmek ve şarap,
hıristiyanlara göre Hz. İsa’nın etini ve kanını simgeler. Her katoliğin
yedi yaşına kadar communio alması zorunludur. Uygulama olarak, yapılan
bir âyinde ‘hestia’ adı verilen bir parça mayasız ekmek, kutsal kabul
edilen şaraba batırılarak verilir; buna communio vermek; bu törene de
communio âyini denilir. Komünyo alan, tanrının bağışını kazanmış
sayılır. Hz. İsa, kendisinin öleceğini haber verdiğine inanılan, son
akşam yemeğine, Latince akşam yemeği anlamına gelen ‘cena’ denilir. Gerçekte bu yemek, bir yahudi geleneğiydi
ve her yıl Mısır’dan ayrıldıklarında yenen son yemeğin hâtırasını anmak
için kutlanıyordu. Hz. İsa’nın da bu geleneğe uyarak, son gece,
havârileriyle birlikte bu kutlama yemeğini yediğine ve bu yemekte,
kendisinin öleceğini haber vererek ‘eukharistia’ adı
verilen dinî âyin emrettiğine inanılır. İncillerdeki ifadeye göre, Hz.
İsa, havârilerine dağıttığı ekmeğe, “bu benim vücudumdur” ve dağıttığı
şaraba, “bu benim kanımdır” demiştir. Hıristiyanlar, her yıl, ‘kutsal perşembe’ adını verdikleri ‘cena’yı kutlarlar.
Ehl-i kitap:
İslâm’a göre Kitap ehli, inandıkları
peygamberlerin Allah’tan Kitap getirdiğini kabul edenler. Hıristiyan ve
yahûdilerin ehl-i kitap(tan) olduklarında ihtilâf yoktur.
Ekanim-i selâse:
Arapça olan bu deyim, üç uknum, üç esas anlamına
gelir. Tanrıyı hem üç, hem bir sayan teslis anlayışı. Tahrif edilmiş
Pavlus hıristiyanlığının temel ilkesi olan bu inanç, tanrı kavramını
baba, oğul ve kutsal ruh olarak bir üçlükte teklik anlayışı olarak kabul
ederler. Bu anlayışa Fransızca trinite, Arapça teslis adı verilir. Üçleme anlamına
gelen bu deyim, hıristiyanlığın temel inancı olan baba, oğul ve ruhu’l
kudüsten meydana gelir. Bu anlayışa göre, İslâm’a ve Hz. İsa’nın tebliğ
ettiğine ve hatta bugünkü Kitab-ı Mukaddes’in nice ifadesine göre tek
olan Allah’la birlikte, tahrif edilen hıristiyanlıkta kutsal ruh ve
oğul diye anılan Hz. İsa’nın da tanrı olduğu ileri sürülür.
Emmanuel: Hıristiyanların
kabullerine göre Hz. İsa’nın adlarından biri. Peygamber İşaya, Eski
Ahid’de “Tanrı bizimledir” anlamına gelen bu kelimeyi, geleceğin Mesih’i
için kullanmış. Matta İncilinde bunun İsa olduğu yazılıdır.
Engizisyon:
Eskiden hıristiyan
dünyasında farklı inanç taşıyanları cezalandırmak maksadıyla kurulan
mahkeme. Ateşte yananın suçlu olduğu inancına dayanan yargılama tarzına
engizisyon denilir. Ortaçağda din konusunda sapık kabul edilenlerin
cezalandırılması amacı ve bahanesiyle, kurulu düzeni korumak için
kurulan bu yargılama yöntemi, aklın kabul edemeyeceği inancın gereği
olarak ortaya çıkmıştır. Bu inanca göre, suçsuz olan, ateşte
yanmayacaktır. Bir sanığın suçlu olup olmadığını anlamak için böyle bir
uygulama yöntemi kullanılmıştır. Özellikle İspanyol engizisyonunun
gerçekleştirdiği bu akıl ve insanlık dışı yöntemler, 18. y.y.a kadar
olanca vahşetiyle sürmüştür.
Evlilik:
Romalıların
Diana adını verdikleri Yunan tanrıçası Artemis, evlilik düşmanıydı.
Peşinde gezdirdiği perilerden biri evlenecek olursa, yasalara karşı
geldiğinden ötürü onu şiddetle cezalandırırdı. Katolik hıristiyanlarda
görülen din adamlarının evlenmemeleri gerektiği inancı, Artemis
tapımından kalma bir gelenek sayılmaktadır. Hıristiyan Alman düşünürü
Schopenhauer, bir kadınla bir erkeğin birleşmesinin çok iğrenç bir şey
olduğunu, İsa’nın böylesine iğrenç bir ilişkinin ürünü olmamak için
babasız doğmuş bulunduğunu ileri sürer.
Haç:
Hıristiyanların
Hz. İsa’nın çarmıha gerilmiş halini temsil ettiğine inandıkları,
birbirini dik olarak kesen iki doğrudan meydana gelen t harfi
görünümündeki şekil; salîb ve istavroz da denilir. Haç, hıristiyanlığın
simgesi kabul edilir. Haç çıkarmak: Elleriyle haç işareti yapmak,
istavroz çıkarmak. Hıristiyanlıktan önce çoktanrıcı bazı dinlerde de
mutluluk simgesi kabul edilen haç, hıristiyanlıkta ilkin din uğruna
ölenlerin mezarlarına konulurdu. Daha sonra bütün hıristiyanların
mezarlarına konulmaya başlandı. Boyunlarda kolye olarak da takılır. Duâ
sırasında da belli yerlerde haç işareti yapılır: Sağ elin parmaklarıyla
göğse haç biçimi çizilerek bir çeşit kutsama yapılır. El önce alna,
sonra göğse, sonra sol omza ve en sonunda da sağ omza dokundurulur. Bu
işaret, aynı zamanda baba-oğul-kutsal ruh teslisini/üçlemesini de
simgeler. Yunan kilisesinde el önce sağ omza, sonra sol omza götürülür.
Protestanlıktaysa haç çıkarılmaz. Ortodokslar her yıl 6 Ocak günü haçı suya atma töreni yaparlar. Bu tören, onlara göre
İsa’nın
Yahya peygamber tarafından Ürdün nehrindeki vaftizini simgeler. Bu dinî
törende, üstünde İsa’nın resmi bulunan bir haç deniz, nehir, göl gibi
herhangi bir suya atılır; hıristiyanlar suya atlayarak haçı bulup
çıkarırlar. Haçı bulup çıkaran hıristiyan kutsanır.
Haramlar:
Hıristiyanlıkta
haram/yasak olan şeyler, Pavlus’un tenzilâtlarıyla 4 tanedir. Bunlar,
putlara kurban edilen şeyler, boğulmuş hayvan, kan ve zinadan ibarettir.
(Bkz. Rasüllerin İşleri, 15/28-29)
Havârî: Havâri kelimesi Kur’an’da geçer.
İncillerde,
bunun yerine daha çok şâkirt (öğrenci) kelimesi kullanılır. Havârî,
yardımcı demektir. Arapçaya Habeşçeden geçmiş olup aslı “havâryâ”dır;
“yardımcı” anlamına gelmektedir. Hz. İsa’nın tebliğ ettiği dine ve onun
peygamberliğine iman eden, müslümanlardan olan (3/Âl-i İmrân, 52) ve Hz.
İsa’nın tebliğ ettiği fikirleri yaymayı üstüne alan on iki kişiden her
birine havâri denir. Âl-i İmrân sûresi, 52. âyetinde Hz. İsa’ya ve
onun dinine yardımcı olmayı taahhüd edenlere bu adın verildiğini
görmekteyiz. Hz. Muhammed (s.a.s.)’e ilk inanan insanlar olan
“sahâbe”nin benzerleridir.
Havâriler, toplam 12 kişidirler. Bunlardan biri ihânet ederek kâfirlere Hz.
İsa’yı
ihbar etmiştir. İsimleri şunlardır: Simun (Petrus), Andreas, Yâkub
(Zebedi’nin oğlu -büyük-), Yuhanna (Boanerces), Filipus, Bartolomaeus,
Matta, Tomas, Yâkup (Alfeus’un oğlu -küçük-), Gayyur Simun, Yahuda
(Taddeus), Yahuda İskaryot (Matta, 10/2-4). Bunlardan Petrus,
havârilerin en büyükleri ve lideri, Yahuda İskaryot da Hz. İsa’ya ihanet
eden ve onu ihbar edip yakalatmaya çalışan kişidir. Hıristiyan
rivayetlerine göre otuz gümüş dinar karşılığında İsa’yı yakalattıran
İskaryot, sonradan vicdan acısı çektiği ve kendisini astığı söylenir.
İslâm âlimlerine göre, Hz. İsa’yı ihbar eden Yahuda, Hz. İsa görünümüne
dönüşmüş ve Hz. İsa yerine o çarmıha gerilmiş, Hz. İsa da göğe
yükseltilmiştir.
İncil(ler):
Kur’ân-ı
Kerim, Hz. İsa’ya vahyedilen İncil’den bahseder. Bu İncil, bir tek
İncil’dir. Bugünkü İnciller de, Hz. İsa’ya vahyedilen/vaz’edilen
İncil’den birçok yerde bahseder. Buna rağmen elde mevcut hiçbir İncil
için, hıristiyanlar tarafından bile “bu İsa’nın İncilidir” denilemez ve
ona atfedilmez; “Matta’ya Göre İncil, Markos’a göre İncil...” denilir.
Kilise tarafından birbirinden hayli farklı ve birbiriyle nice
çelişkileri olan dört farklı İncil yasal İncil sayılmıştır. Arapça
“Enâcil-i erbaa” denen bu dört İncil, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna
İncilleridir. Asıl yazıldıkları nüshaları elde bulunmayan bu dört
İncil’in tümü, Hz. İsa’dan çok sonra yazılmıştır. En eski nüsha olarak
yazıldıkları İbrânice ve Latinceden Yunancaya ve çok zaman sonraki
tercümeleri vardır. Bu dört İncil, kendisi de o zamanlar hıristiyanlığı
kabul etmemiş olan putperest imparator Konstantin tarafından 325 yılında
topladığı İznik konsilinde yüzlerce İncil yazması
arasından 2048 kişilik üyenin sadece 318’inin kararı ve imparatorun
tercih ve yönlendirmesiyle seçilmiş, özellikle tevhid içerikli İnciller
başta olmak üzere diğer tüm İnciller sahte kabul edilerek yakılmış ve
yaktırılmıştır.
Katolik:
Roma kilisesi, katolik mezhebinden olan hıristiyan demektir. Katoliklik, Roma kilisesine bağlı hıristiyan mezhebine denilir.
Keşiş:
Dünyayla ilişkisini kesip manastırda
yaşayan hıristiyan din adamı. Keşişler evlenmezler, dünyadan el etek
çekip bir inziva hayatı sürdürdüklerinden ötürü münzevîdirler. İlk
keşişler, Mısır’da azizliğe/ermişliğe ulaşmak için çöle çekilir, bir
çeşit çileci hayatı sürerlerdi. Manastırlar, bu bireysel çile çekmeyi
bir disipline sokmak amacıyla kurulmuştur. Hıristiyanlıkta çilecilik,
Hz. Âdem’in suçundan ötürü soyaçekim yoluyla aşağılanmış insanın kendini
cezalan-dırmasını dile getirir.
Kilise:
Yunanca topluluk anlamına
gelen ekklesia deyiminden türetilmiştir. Hıristiyan
mâbedi/ibâdethanesine, hıristiyanların ibâdet ettiği binaya kilise
denilir. Ayrıca, hıristiyan mezhebi için kullanılır: Katolik kilisesi,
ortodoks kilisesi şeklinde. Kilise, ilkin hıristiyan toplulukları
anlamında kullanılmıştı. İlk hıristiyanların bugünkü anlamda kilise
binaları yoktu. İlk dönem hıristiyanlığında kilise yapısı olmadığı gibi,
din adamları statüsü ve ruhban sınıfı da yoktu. İkinci y.y. dan sonra
kiliseler görülmeye başlamıştır. İlk kiliselerin din adamları, kilisenin
bakımı ve temizliğiyle görevli kilise hizmetçileriydi. Sonradan büyük
statü kazanan din adamlarına, piskopos denilmeye başlandı ve bunlar
kilisenin başına geçtiler. Birçok kilisenin piskoposları birleşince
evrensel kilise kurulmuş oldu ve bunun başına geçen piskopos papa adını
aldı. Katolik kavramı da evrensel kilise anlamındadır.
Kitab-ı Mukaddes:
Ahd-i Atîk ve Ahd-i Cedîd’den meydana gelen kitapların bütününe denir.
Kitab-ı
Mukaddes, tahrif edilmiş şekilleriyle Tevrat, Zebur ve İnciller
yanında, bazı peygamberlere atfedilen kitaplar, Pavlus’un 15 ayrı mektup
ve kitabından oluşmuş kitaplar kolleksiyonudur.
Konsil:
Hıristiyan
ruhanîler ve râhipler meclisi. Özellikle katolik kilisesi dogmaları ve
kilise disiplinini düzenleyen kurallar 2. y.y. dan itibaren toplanmaya
başlanan bu konsillerce tespit edilmiştir. 1869 yılına kadar değişik
aralıklarla toplanan konsillerin sayısı yirmidir. Hıristiyanların temel
inançları bu konsillerde kararlaştırılmıştır. 325 yılında toplanan İznik
konsili, Pavlus’un görüşünün temeli olan İsa’nın tanrılığını kabul
etti. Bu görüşe muhâlif olan İncilleri ve başka kitapları nerede olursa
olsun toplatıp yakmayı kararlaştırdı. Bu kararın alınmasında henüz
hıristiyanlığı kabul etmemiş olan putperest kral Konstantin’in büyük
etkisi oldu; bu kararla hıristiyanlığı putperestliğe yaklaştırmış oldu.
Yine, bu konsilde alınan kararların aksini savunanları konsil,
lânetlemekte ve aforoz etmektedir. 2048 Din adamının katıldığı bu
konsilde bu kararı alan din adamlarının sayısı sadece 318 idi. 1720
farklı görüşün iddiaları geçersiz kabul edildi. Daha sonra İnciller de
konsil tarafından değerlendirildi; Önemli bir kısmı teslisi değil de
tevhidi savunan yüzlerce İncil’in içinden 4 İncil (Matta, Markos, Luka
ve Yuhanna İncilleri) resmen kabul edilen İnciller oldu. Bunun dışındaki
kitaplar için, nerede olursa olsun toplattırılıp yatırıldı.
Kutsal Perşembe: Hıristiyanlar,
13 nisan Perşembe gününü kutsal Perşembe olarak nitelerler. Çünkü Hz.
İsa, son akşam yemeğini o gün yemiştir. Ayrıca, her yıl nisan ayının 14.
günü akşamı toplanıp topluca yemek yemek, eski bir İbrânî geleneğidir.
Kutsal kabir: Kudüs’te bulunan Hz.
İsa’ya
ait olduğuna inanılan mezar. Hıristiyanlarca, Yusuf tarafından gömülen
ve sonradan ermiş Helena tarafından bulunan bu mezar kutsaldır. Kur’an’a
göre, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmediği ve öldürülmediği (4/Nisâ, 157)
için bu mezar kesinlikle Hz. İsa’ya ait olamaz.
Kutsal Cumartesi: Katolik hıristiyanlar, paskalya arefesinde kutsal haftanın son günü olan Cumartesiyi kutsal Cumartesi sayarlar.
Luka:
Hıristiyanlarca
kabul edilen 4 İncil’den biri ve bu İncil’i yazan kişi. Hıristiyan
kaynaklarına göre de havâri olmayan Luka’nın asıl mesleği hekimlikti.
Yunan asıllı veya Pavlus’a yardımcı olan yahudi asıllı Antakya’lı bir
doktor olduğu rivâyetleri vardır. Aynı zamanda Yeni Ahid’deki
kitaplardan biri olan Rasüllerin İşleri kitabının yazarı olarak da
bilinmektedir. Luka İncili’nin aslı, büyük bir ihtimalle İbrânice veya
bazılarına göre Latincedir. Eldeki en eski nüsha ise Yunanca
tercümesidir. Bazı hıristiyanlar aslının da Yunanca yazıldığını
söylemektedir. Luka’nın bu İncili Yunanlılar için yazdığı
anlaşılmaktadır. Luka İncilinde tarih yanlışlıkları ve maddî hatalar
oldukça fazladır.
Markos:
Yasal dört
İncil’den biri ve bu İncil’in yazarı.
Hıristiyan kaynaklarına göre de Markos havâri değildir. Yeni Ahid’de
ikinci sırada yer alan bu İncil’in yazarının asıl adı Yuhanna’dır;
Markos onun lakabıdır.
Matta:
Yasal dört
İncil’den biri ve bu İncil’in yazarı.
Hıristiyan kaynaklara göre Filistin’li bir yahudi ailenin oğlu olan
Matta’nın ikinci adı Levi’dir. Kendisi gümrük memuru olarak görev
yaparken Hz. İsa ile tanışarak ona tâbi olmuştur. Yani hıristiyan
kaynaklarına göre Havâri sayılır. Fakat bazı araştırmacılar, halen elde
mevcut olan Matta İncilinin yazarının Havâri Matta olmadığını, bu İncili
aslında ismi meçhul Filistinli bir yahudinin yazdığını ileri sürmekte
ve deliller ileri sürmektedirler. Gerçekten bu İncil, yahudi hukukuna
çok saygılıdır. Ayrıca, bu İncilin yazarı, İncilini yazarken Havâri
olmayan Markos’tan geniş çapta istifade etmiştir. Havâri birinin havâri
olmayandan büyük çapta istifade etmesi pek gerçekçi değildir. Matta
İncili’nin İbrânice asıl nüshası ortadan kaybolmuş, elde en eski nüsha
olarak Yunanca tercümesi vardır, ancak bunu kimin tercüme ettiği belli
değildir. Bu tercümenin doğruluğunu anlayabilmek için asıl nüsha ile
karşılaştırılması gerekir ama ne ortada asıl nüsha vardır, ne de
tercümeyi yapanın ismi.
Mesih:
Üzerine kutsal sayılan yağ sürülmüş demek olan Mesih, Hz. İsa’nın lakabıdır. Kur’ân-ı Kerim’de Hz. İsa için, onun ismi yerine de kullanılmıştır.
Misyoner:
Misyon, bir şahıs
veya heyete verilen özel görev demektir. Misyoner: Kendini bir fikrin
yayılmasına adayan kimse demektir. Misyoner kelimesi daha çok
hıristiyanlar için, hıristiyanlığı yaymayı görev edinmiş kimse demektir.
Misyonerlik, hıristiyanlığı yayma yönündeki sistemli bir faaliyet ve teşkilattır. Misyonerlerin yaptığı işe de misyonerlik denilir.
Nasârâ:
Nasrânî kelimesinin çoğuludur. Nasrânî, hıristiyan; nasârâ da, hıristiyanlar demektir. Hıristiyanlık için de “nasrâniyye” kelimesi kullanılır.
Nasrânî:
Nasrâni ve Nasârâ kelimesinin anlamı
ve hıristiyanlar için kullanılması konusunda iki değerlendirme yapılır:
1- Kelime, Nâsıra veya Nasran adlı köyden olanlar anlamındadır ki, Hz.
İsa ve havârileri bu köye nispet edilirler. 2- Yardım ve destek
anlamındaki nusret veya nasr kökünden yardım edenler, yardımcılar
anlamındaki ensâr kelimesine nispet edilmiştir. Âl-i İmrân sûresi 52.
âyetinde Hz. İsa’nın yardım talebine havârilerin olumlu cevap vermeleri
sebebiyle havâriler için ensâr kelimesi kullanılır. Bu deyimden yola
çıkılarak havârilere ve tüm hıristiyanlara “yardım edenler” anlamında
nasârâ denmiştir.
Noel, Noel Baba:
Noel, hıristiyanların
Hz. İsa’nın doğduğu geceyi kutlamak için yaptıkları bayramdır. Noel
ağacı: Hıristiyanların noel için kesip süsledikleri çam. Noel Baba: Hıristiyanların
noel gecesi hediye getirdiğine inandıkları, inanmasalar da çocuklarını
kandırdıkları mitolojik ve hayâlî kişidir. Hıristiyanlarca Hz. İsa’nın,
Aralık ayının 25’inde doğduğu kabul edilir ve her yıl bu günde noel
kutlanır. Eskiden Ocak ayının 6. günü kutlanırdı. Hz. İsa’nın hangi yıl
doğduğu da hayli tartışmalıdır. Örneğin, Matta İncili’ne göre, bugün
İsa’nın doğum yılı olarak kabul edilen yıldan, yani milattan en az dört
yıl önce, Luka İncili’ne göre, milat diye kabul edilen yıldan 6 yıl
sonra doğmuştur.
Ermeni mitolojisinde yeni yıl
tanrısının adı Amanor’dur. Paganlık/putperestlik zamanlarında avlanan
hayvanlar, Amanor’un onuruna çam ağaçlarına asılırdı. Noel günü çam
ağacına çeşitli şeyler asılarak yapılan tören, hıristiyanlığa bu pagan
geleneğinden geçmiştir. Ayrıca, ağaçlara tapmanın yaygın olduğu
bölgelerde çam ağacına da tapılmıştır. Antik çağın ünlü Yunan ve Roma
mitolojileri, ağaç tanrılarla doludur. Ağaçlar, Yunanlılarla Romalılarda
tanrıların barınakları sayılıyor ve ağaçların bir ruhu olduğuna
inanılıyordu.
Ortodoks:
Hıristiyanlığın
üç büyük mezhebinden biri. Öteki iki mezhep katoliklik ve
protestanlıktır. 1054 yılında Roma’dan ayrılan ve onu tanımayan
Bizans’la ona bağlı olan doğu kiliseleri ortodoksturlar. Bu anlayış, 9.
y.y. dan sonra Slavlar arasında yayılmıştır. Ruslar, Bulgarlar, Sırplar
bu mezheptendirler. Ortodoksluk inancına göre yeryüzünde bulunan her
kilise bağımsızdır. Ortodoks baş patriği sadece bu bağımsız kiliseler
birliğinin başkanıdır. Bu mezhebin kuramsal inançlarının başında
baba’nın yaratılmadığı, oğul’un yaratıldığı ve baba-oğul-ruhu’l-kudüs
üçlemesindeki öz birliği gelir. İsa’nın ilâhî/tanrısal ve insanî
nitelikleri birbirinden ayrılamaz. Ruhu’l Kudüs’ün, sadece Babadan
doğduğuna inanan Katoliklerin tersine; hem baba ve hem oğuldan doğduğunu
kabul eden mezheptir. Kiliselere ikonalar, yani kutsal resim ve
heykeller konulmasını savunurlar ve kiliselerini bunlarla doldururlar.
Papa:
Katolik kilisesinin en büyük ruhanî reisi, Roma piskoposu. Papalık: Papa yönetimi, papanın
başında bulunduğu devlet, İtalya topraklarında bulunmasına rağmen, ayrı
devlet kabul edilen dünyanın en küçük devleti Vatikan, papa tarafından
yönetilen teokratik bir papalıktır.
Papaz:
Hıristiyan ruhanî reisi, din adamı, râhip, keşiş.
Paskalya: Hıristiyanların
Hz. İsa’nın dirildiğine inandıkları gün yaptıkları bayram. Her yıl Mart
ayının 14. gününü izleyen Pazar günü, hıristiyanlara göre Hz. İsa’nın
dirildiği gündür. Bugün, İsa’nın yeniden yaşama geçtiğine inanılır ve
büyük bayram yapılır. İlkbahara doğru kutlanan bu bayram, her yıl
sonbaharda ölüp ilkbaharda dirilen Sümerlerin Temmuz, Eski Anadolunun
Attis ve Agdistis, Yunanlıların Adonis inançlarından gelmedir. Bu bayram
da hıristiyanlığın putperestlere verdiği tâvizlerden biridir. Yahûdi
geleneğiyle de irtibat kurulabilir. Şöyle ki, Yahûdiler de her yıl, aynı
adla, dinsel gök ayının –ki bu, dinî takvimlerinin birinci ayıdır- 14.
gününde Mısır’dan çıkışlarını kutlamak için bayram
yaparlar. Hıristiyanlar, paskalyayı baş bayram saymışlar ve bir çeşit
bayramlar takviminin temeli olarak tespit etmişlerdir. Katolik
takviminde bayram günleri her yıl aynı güne düşmediğinden bütün katolik
bayramları paskalyaya göre hesaplanır. Paskalya çöreği: Paskalya günü yapılan bir cins tatlı çörek. Paskalya yumurtası: Paskalya günü hıristiyanların kırmızıya boyadıkları haşlanmış yumurta.
Patrik:
Ortodoks kiliselerinin başkanlarına
patrik denir. Bazı doğu kiliselerinde ve ortodokslarda en büyük ruhanî
reis demektir. Patriğin kaldığı yere, makamına patrikhane denir.
Pavlus (Paulus, Paul, Saint Paul -Sen Pol-): Milâdî 5-67 yıllarında
yaşayan yahudi asıllı, hıristiyanlığı aslî ve tehvid çizgisinden
çıkarıp, teslis gibi temel dogmaları oluşturmuş, kiliseler kurmuş ve
hıristiyanlığı teşkilâtlandırmış kişidir. Bugünkü muharref hıristiyanlık
onun ürünüdür. Pavlus, Hz. Musa’nın yasa ve yasaklarını yürürlükten
kaldırmış ve yeni bir anlayış geliştirmiştir. Mektupları, Kitab-ı
Mukaddes’ten sayılmış, İnciller seviyesinde görülmüştür. Tevhid yerine
teslisi, Hz. İsa’nın peygamber değil; tanrının oğlu ve tanrı olduğunu
hıristiyanlara kabul ettirmiştir. İlk günah, aslî günah anlayışını da o
icat etmiştir. Buna göre, ilk günah, Hz. Âdem’in suçuyla başlamış ve
bütün soyuna bulaşmıştır. Her doğan insan, babası Adem’in günahının
mirasından dolayı günahkâr olarak doğar. Tanrı, kendi niteliğine sahip
olan oğlu İsa’yı insanları bu suçtan, yani aslî günahtan kurtarmak için
yeryüzüne göndermiştir. Kıyamet gününde de insanları diriltmek ve ilâhî
bağışa kavuşturmak için yeryüzüne yeniden inecektir, ruh da bu yüzden
ölümsüzdür. Bu Pavlos dogmalarının hiçbiri yahudilikte de, Hz. Musa
şeriatında da yoktur (Tabii ki, Hz. İsa’nın tebliğ ettiği dinde de
bulunmamaktadır). Bu açıdan, Pavlus’un öğretileri, hıristiyan
dogmalarıyla birlikte yahudi şeriatının da yürürlükte bulunduğunu
savunan Petrusculuk’a karşı, yepyeni bir hıristiyanlık anlayışıdır.
Bugünkü hıristiyanlık, hemen tümüyle Pavlus’un temel itikad ve
hükümlerini belirlediği, Pavlus’un merkezde olduğu bir dindir.
Paulcanien’ler:
Paul de Samosate taraftarları, şimdi bağlıları kalmayan muvahhid hıristiyan gruplarından biri.
Petrus:
Hz.
İsa’nın baş havârisidir. Matta İncilinde
yazıldığına göre Hz. İsa, ona, Petrus’ un kelime anlamı olan ‘taş’
anlamında: “Sen Petrus’sun, ben kilisemi senin üstüne kuracağım” (Matta,
16/18) demiştir. Bununla beraber Hz. İsa’nın tutuklanması sırasında
peygamberini terkettiği ve onu inkâr ettiği de bilinir. Ne var ki daha
sonra hıristiyanlığı yaymaya çalışmış, dine ilk katılan çoktanrıcılar
onun tarafından vaftiz edilmiştir. Pavlus’la karşılaşmış ve onunla
anlaşamamıştır. Bu anlaşmazlık, Pavlus’un Galatyalılara Mektubunda
açıklanır.
Piskopos:
Yunanca bir kelime olup, kelime anlamı
gözeten demektir. Başpapaz, bir piskoposluk bölgesinde başpiskopostan
sonra gelen papaz, metropolit anlamında kullanılır. Dinsel bir bölge
olan piskoposluğu yöneten en üst rütbedeki papaza piskopos denir. Katolik kilisesinin başkanı olan papa, bir piskoposlar piskoposudur.
Protestanlık:
Katoliklikten ayrılma reformcu hıristiyan mezheplerine verilen ad. Protestan: Reformist hıristiyan mezhebinden olan, reform taraftarı. 16. y.y. da Roma kilisesini protesto eden Alman papaz Martin Luther’in reformuyla oluşan bir mezheptir. Protestan kiliseleri bağımsız
ve ulusaldır; katolik kiliseleri gibi bir papa otoritesine bağlı ve
uluslararası nitelikli değildir. Protestanlara göre ilâhî bağış
karşılıksızdır ve o yüzden günah çıkarmak mecburi değildir. En üst hakem
ve yetkili olarak Kitab-ı Mukaddes kabul edilmeli ve bir hıristiyan,
sorularının karşılığını papadan değil; ondan öğrenmelidir. Papazlar
evlenebilirler. Cehennem diye bir yer yoktur; sadece Tanrı’nın bağışını
elde eden hıristiyanlar için ölüm ötesinde mutlu bir hayat vardır.
Bununla birlikte çeşitli protestan kiliseleri arasında görüş ayrılıkları
da hayli fazladır. Almanya ve İskandinav ülkelerinde Luther’ci, Fransa
ve İsviçre’de Calvin’ci, İngiltere’de Anglikan, İskoçya’da
Presbiteryen kiliseler protestandır.
Râhip:
Hıristiyan din adamı. Kadın din adamlarına da râhibe denir. Papaz deyimiyle eş anlamda kullanılan
bu deyim, genel olarak İslâm dışındaki diğer din adamları için de
kullanılmıştır. Ama daha çok manastırda oturan hıristiyan din adamlarına
râhip, oralarda yaşayan keşiş kadınlara da râhibe denilir.
Ruhbanlık:
Râhiplik, papazlık, keşişlik. Râhiplerin hayat tarzı, manastır yaşayışı. Ruhbanlıkla ilgili Kur’an’da şöyle buyrulur: “Sonra bunların
izinden ardarda peygamberlerimizi gönderdik Meryem oğlu İsa’yı da
arkalarından gönderdik, ona İncil’i verdik ve ona uyanların yüreklerine
bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu Biz yazmadık.
Fakat kendileri Allah rızâsını kazanmak için yaptılar. Ama buna da
gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını
verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.” (57/Hadîd, 27) Ruhbanlık,
hıristiyanların ihdas ettiği bir yaşayış ve anlayış tarzıdır.
Rivâyetlere göre Hz. İsa’dan sonra muvahhid hıristiyanlar, yani
mü’minler inkârcı zorbalarca yok edilmeye çalışılmış, girişilen üç
savaşta mü’minler ağır kayıplar vermişler, sağ kalan iman ehli,
kendilerinin de ölümü halinde dine dâvet edecek kimsenin kalmayacağı
gerekçesiyle savaş yapmama kararı almış, sadece ibadetle meşgul olmaya
başlamışlar. İşte bu suretle fitneden kaçarak, dinlerinde ihlâs ve
samimiyet gösteren bu insanlar dünyanın bütün zevklerinden, fazla yiyip
içmekten ve evlenmekten vazgeçmişler, dağlar, mağaralar, oyuklar ve
hücrelerde ibadetle meşgul olmuşlardır. Ama birçoğu bu râhib hayatına
riayet etmeyerek, Hz. İsa’nın tevhid dinini bırakıp teslis akidesini
ortaya attılar veya hükümdarlarının dinine girdiler. Hz. İsa’nın tevhid
yolundan ayrılan bu hıristiyanlar, Hz. Muhammed (s.a.s.)’i de kabul
etmediler sapıklıklarına devam ettiler.
Rûhu’l-Kudüs:
Hz.
İsa’ya üflenen ilâhî ruh. Hıristiyanların
inancına göre ruhu’l kudüs (kutsal ruh) insan yüzlü bir devdir, bütün
nesnelerin başlangıcından beri sular üstünde kımıldayan, tûfandan sonra
toprağı kurutan odur. Baba-oğul-rûhu’lkudüs, İsa’nın vücudunda toplanmış
üç ilâhî kişidir. Tümü ilksiz ve sonsuzdur ve birbirlerine üstünlükleri
yoktur. Bu, onların iddiasına göre tevhidde teslis, ya da teslisde
tevhiddir (üçlükte teklik veya teklikte üçlük).
Sinoptik İnciller: Matta, Markos ve Luka
İncilleri,
birbirlerine çok benzediğinden ve aynı terimlerle yazıldıklarından
sinoptikler denilir. Yuhanna İncili ise, hem konuları ve hem
üslûbu/anlatım biçimi yönüyle diğerlerinden ayrılır. Örneğin, sinoptik
İncillerde Hz. İsa’nın, dini bir yıl süreyle tebliğ ettiği anlatılırken;
Yuhanna İncilinde bu süre üç yıldır. İlk üç İncilde gösterilen dâvet ve
tebliğ yerleri ile Yuhanna’da gösterilen yerler de birbirinden çok
farklıdır. Bununla beraber sinoptik İncillerin arasında da çok önemli
oranda ve büyük sayıda farklılıklar ve çelişkiler vardır.
Tahrif:
Tahrif, aslında bir kelimedeki harflerin yerini değiştirerek manayı bozma demektir. Terim olarak kullanılışı
ise, bir metni, ilâve ve çıkarmalarla farklı manaya gelecek şekle sokma
demektir. Kutsal kitabı olduğu gibi, dini bozmaya ve değiştirmeye de
tahrif denilir.
Tecessüd:
Arapça bir kelimedir. Vücutlanma, bedene girme, insan vücuduna dönüşme demektir. Hıristiyanlığa göre Tanrı, insanın aslî günahını bağışlamak için İsa’da tecessüd ederek insan şeklinde dünyaya gelmiştir.
Tekfir (Keffâret, Fidye –Redemption): Hıristiyanlığın
esaslarından biri de, Tanrı’nın bütün insanların günahlarına keffâret
olmak üzere, onların affı için insan şekline girip yaşadıktan sonra
ıstırap çekerek ölmesi, yani tekfir/keffâret, fidye inancıdır. Bu
inancın, üç temel uzantısı vardır: Hz. İsa’nın tanrılığı, bütün
insanlığın günahkâr olduğu ve insanlığın affı için fidye (kurban)
anlayışı.
Teslis:
Arapça üç demek olan selâse kelimesinden türetilmiştir. Üçleme, üçe çıkarma
demektir. Hıristiyanlıkta Tanrı’nın üç unsurun birleşimi olduğuna
inanma haline denir. Üç tanrılık gücün tek tanrıda birleşmesi demek olan
teslis, baba (tanrı) – oğlu (İsa) – rûhu’l kudüs’ü hıristiyanlar,
tanrının üç ayrı görünümü sayarlar ve üçlükte tekliğe inanırlar; yani
Tanrı hem tektir, hem de üç. Bu yüzden hıristiyanlara ehl-i teslis de
denir. Kur’ân-ı Kerim, teslisin açık bir küfür olduğunu ve teslisi kabul
edenlerin kâfir olduğunu (5/Mâide, 73) vurgulayarak, bundan vazgeçilip
Allah’a yalan uydurulmamasını ve Hz. İsa’ya iftira atılmamasını (4/Nisâ,
171-172) emreder.
Uknum-akanim:
Uknum, Arapça unsur, esas, temel demektir. Akanim de onun çoğuludur. Akanim-i selâse: üç uknum, yani teslisin üç temel unsuru demektir ki, bunlar baba-oğul-ruhu’l kudüstür.
Vaftiz:
Yunancadan geçmiştir. Hıristiyanların
küçük çocuklara ve dinlerine girenlere uyguladıkları suya sokma veya su
serpme töreni demektir. Hıristiyanlara göre, doğuştan, babası Âdem’in
suçuna ortak olarak dünyaya gelen insan, ancak kutsal kabul edilen
kilisedeki su ile yıkanarak günahlarından arınabilir. Yoksa hıristiyan
kabul edilemeyeceği gibi, günahlarından da arınmamış olur ve cehennemi
hak eder.
Yahuda:
Hz. İsa’yı yakalatan havâri. İsa’nın on iki havârisinden biridir. İskaryot da denilir. Otuz gümüş dinar karşılığında İsa’yı ihbar ederek yakalattırmıştır. Sonradan vicdan azabı çektiği ve kendini astığı da rivâyet edilir.
Yahova:
Kitab-ı Mukaddes’in ilk bölümü olan Ahd-i Atik’de Tanrı için kullanılan bir lafızdır. Yahudilerin kendi Tanrılarına verdikleri addır. Yehova veya Yahve biçiminde de yazılıp söylenir. Elohim lafzı da yine benzer şekilde kullanılır. Yalnız Yahova, yahudi ırkının özel tanrısı olup, başkalarının tanrısı değildir.
Yahova şâhitleri:
Yahova/Yahve (Tanrı)’nın
şâhitleri anlamında olan bu tâbir, hıristiyanlığı kendilerine göre
yorumlayan, merkezî, otoriter bir teşkilâta bağlı misyoner grubunun
kendilerine verdikleri addır. Yahova şâhitleri, yılbaşında Noel Baba
adına yapılan âdetleri kabul etmezler. Yeryüzünü ebedî kabul ederler ve
bu anlamda bir kıyamete de inanmazlar. Gayelerini dünya üzerinde
gerçekleştirmek dâvâsıyla çok çeşitli dernekler, örgütler kurmuşlar, bu
maksatla dergiler, kitaplar, broşürler yayımlamışlar, her çeşit araç ve
propaganda yoluyla evden eve dolaşarak faâliyetlerini sürdürmüşlerdir ve
hâlâ da bu çalışmalarına devam etmektedirler. Her ülkede, askerliğe
karşı çıkarlar. Savaşlara, kan vermeye ve kan nakline karşıdırlar,
barışçı ve iyiliksever portre çizmeye çalışırlar.
Yuhanna:
Yeni Ahidi oluşturan
dört İncil’den biri ve bu İncil’in yazarının adıdır. Mesleği balıkçılık
olan Yuhanna, havârilerden biridir. Ancak, bazı hıristiyan
araştırıcılar, İncil yazarı Yuhanna’nın, havâri Yuhanna’dan farklı kişi
olduğunu, eldeki Yuhanna İncilindeki ifadelerden delillendirerek
belirtirler. Gerçekten Yuhanna İncili, Yunan felsefesini çok iyi bilen
biri tarafından yazılmış olmalıdır. Yuhanna İncili, diğer üç İncilden
çok farklı kaleme alınmıştır. Diğer üç İncile, ortak konuları ve benzer
üslûpları sebebi ile sinoptik İnciller denilir. Esas gayesi
bakımından da diğer İncillerden hayli farklı olan Yuhanna
İncili’nin
asıl amacı teolojiktir. Onda Hz. İsa, Nâsıralı bir peygamber olarak
karşımıza çıkmaz; insan şekline girmiş bir ilâh olarak takdim edilir.
Yusuf:
Hıristiyanlara
göre, Hz. Meryem’in nişanlısı ve bazı mezheplere göre kocasıdır.
İsa’nın babası sayılır ve Kitab-ı Mukaddeslerin soy kütüğüne göre,
isa’nın atalarından biri ve ilkidir. Hem “Bâkire Meryem” anlayışı, hem
de Meryem’in nişanlısı, hatta kocası ve Hz. İsa’ nın babası kabul
edilmesi, tüm hıristiyanlar için olduğu gibi, elimizdeki İncillerin de
büyük çelişkilerinden biridir. Hıristiyanlara göre ilk aziz (ermiş,
evliya) sayılır. Peygamber Dâvud’un soyundan olduğuna inanılır. Marangoz
olduğundan ötürü marangozların, dülgerlerin duayeni/piri ve koruyucusu
kabul edilir.