13 Mayıs 2011 Cuma

İ N C İ L
 

نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَأَنْزَلَ التَّوْرَاةَ وَالْإِنْجِيلَ
مِنْ قَبْلُ هُدًى لِلنَّاسِ وَأَنْزَلَ الْفُرْقَانَ إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَاللَّهُ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ

“(Rasûlüm!) O, sana Kitab’ı hak ile ve önceki kitapları tasdik edici olarak tedrîcen indirmiş; daha önce de, insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrât ile İncil’i ve hakkı bâtıldan ayırt eden hükümleri göndermiştir. Bilinmeli ki, Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah, cezâları vermede mutlak güç sahibidir.” (3/Âl-i İmrân, 3-4)


İncil; Anlam ve Mâhiyeti 
İncil; Allah tarafından Hz. İsa'ya gönderilen; Tevrat'ın aslını doğrulayan, Kur'ân-ı Kerîm tarafından tasdik edilen ve bir anlamı da "yol gösterici, aydınlatıcı" olan (5/Mâide, 46-48), dört büyük kitaptan birisidir. Yunanca "Evangelion"; iyi haber, müjde demektir. Esas itibariyle Hz. İsa'nın hayatını, mûcize ve faâliyetlerini, söylediği hikmetli sözleri, tebliğ etmiş olduğu şeriat hakkındaki peygamberane hakikatleri anlatmak için kullanılmıştır. Bu kelime ile ilk hristiyanlar; İsa'nın insanlara bildirisini, onları kötülük ve günahtan kurtarmağa ve selâmete götürmeğe geldiğine dair vaadini anlatmış ve adlandırmışlardı. Hz. İsa da onu; "Tanrı'nın Krallığı'nın müjdesini (iyi haberini) duyurma" olarak tanımlar (Kitâb-ı Mukaddes, Matta, I/1, 14; S.C.F.Brandon, A Dictionary of Comparative Religion, London, 1970, s. 310; Anne Merie Sechimmel, Dinler Tarihine Giriş, Ankara 1955, s. 210).
Her ne kadar Kur'an-ı Kerîm, Hz. İsa'ya gönderilen İncil'i tasdik ederse de, bugünkü İncillerin Hz. İsa'ya gönderilen İncil'in tahrif edilmiş şekilleri olduğuna âyetlerde şöyle işaret edilir: "İncil sahipleri Allah'ın onda indirdiği ile hükmetsinler. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fâsık olanlardır" (5/Mâide, 47). “Ey Kitab ehli! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabb'inizden size indirileni gereği gibi uygulamadıkça bir temeliniz olmaz’ de” (5/Mâide, 68). "Onların izleri üzerinden peygamberlerimizi ardarda gönderdik; Meryem oğlu İsa'yı da artlarından gönderdik ve ona İncil'i verdik; ona uyanların gönüllerine şefkat ve merhamet duyguları koyduk; üzerlerine bizim gerekli kılmadığımız fakat kendilerinin güya Allah'ın rızasını kazanmak için ortaya attıkları ruhbaniyete bile gereği gibi riayet etmediler; içlerinde inanmış olan kimselere ecirlerini verdik; ama çoğu yoldan çıkmışlardır" (57/Hadîd, 27).
Geçmiş peygamberlerde olduğu gibi, Hz. İsa'nın sağlığında da İncil, yazılı kitap hâline getirilmemiştir. Çünkü İsa (a.s)'nın tebliğ süresinin kısa oluşu ve yaşadığı devrin şartları buna elvermiyordu. En erken yazılan İncil, İsa'dan sonra 70'li yıllarda kaleme alınmıştır. Dolayısıyla Hz. İsa'nın tebliğ ettiği hakikatler ânında kaydedilememiş, sonradan yazılan İncillere insan sözü karışmış ve böylece kitabın aslı tahrife uğramıştır.
Bugün kilisece kabul edilmiş dört resmî İncil vardır: Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri. Bunların Havarilerden geldiği ve sahih olduğu kabul edilir. Bunlardan ilk üçü -birtakım ayrılıklara rağmen- ana mesele ve bölümlerinde birbirlerine yakındırlar. bunlara, "aynı bakış açısıyla yazılmış anlamında", "Sinoptik" İnciller adı verilir. Bu üç İncil, zaman bakımından dördüncü İncilden öncedirler (Maurice Bucaıller, Kitâb-ı Mukaddes Kur'an ve Bilim (trc. Suat Yıldırım, İzmir, 1981, s. 90 vd.; Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, İstanbul 1983, s. 206-207).
Bu dört incilden Markos'un incilinin en eskileri olduğu, Matta ve Luka incillerinin, hem bunun eski şeklinden, hem de kaybolan ve "o" denilen bir kaynaktan metinlerini aldıkları söylenmektedir. Bu incillerin dördüncüsü olan Yuhanna incili ise, oldukça geç yazılmış, mistik yönü ağır basan bir incildir (Schimmel a.g.e., s. 118; Bucaılle, a.g.e., s. 96).
Dört incil ve yazarları şunlardır:
Matta İncili: 28 babtır. Matta, Havarilerden biri olup, M. 70 yılında hristiyanlığı yaymak için yerleşmiş olduğu Habeşistan'da ölmüştür. İncilde Hz. İsa'nın Mesihliği üzerinde durur.
Markos İncili: Markos, Havarilerin reisi olan Petrus'un talebesidir. Hristiyanlığı yaymak için yerleşmiş olduğu Mısır'da M. 62 yılında ölmüştür. İncili 16 bab olup Hz. İsa'nın hayatından bahsetmektedir.
Luka İncili: Doktor veya ressam olduğu söylenen Luka, Pavlos'un talebesidir, Havari değildir. İncili M. 60 yıllarında yazmıştır. 24 babtır. İsa'nın hayatı ve tebliğ ettiği şeylerden bahsetmektedir.
Yuhanna İncili: 24 bab olan bu incili yazanın Yuhanna'nın talebesi olduğu sanılmaktadır. Bu İncil'de İsa'nın, Allah'ın oğlu olduğu tezi üzerinde ısrarla durulmaktadır. Aslında bugün elimizde bulunan Kitab-ı Mukaddes'te bu dört İncilin dışında 23 kitap daha olup toplam 27 kitaptan (bölümden) meydana gelmiştir. Halbuki Allah'ın Hz. İsa'ya indirmiş olduğu İncil birdir.
Bir ilim adamının tespitlerine göre bugünkü İncillerin gâyesi; Hz. İsa'nın sözlerini ve işlerini aktarmakla, onun yeryüzündeki risaletinin tamamlandığı sırada, insanlara bırakmak istediği tâlimatları onlara tanıtmak olmuştur. Talihsizlik İncil yazarlarının, bildirdikleri olayların görgü tanığı olmamalarından ileri gelir. Onlar, Hz. İsa'nın hayatı hakkında muhtelif Yahudi-Hristiyan cemaatlerinin, bugün kaybolmuş bulunan ve sözlü rivayetle nihai metinler arasında vasıta rolü oynamış olan, sözlü veya yazılı durumda korunan bilgilerin, o toplulukların sözcüleri tarafından anlatılmalarından başka bir şey değildir (Maurıce Bucaılle, a.g.e., s. 369). (1)
Hıristiyan inancına göre İnciller, Tanrı'nın yönetmesi ile, İncil yazarları tarafından hatasız olarak yazılmış olmak özelliğini korumaktadırlar. Havâriler ve İncil yazarları, konuşurken ve yazarken tamamıyla Tanrı'nın irâdesi ile konuşmuş ve yazmışlardır. Kutsal ruh'un Hz. İsa ile bütünleşmesiyle, Hz. İsa'da ortaya çıkan müjdeli haber ve vahiy için hiçbir sınırlama yoktur.
İslâm kaynaklarına göre İncil, Allah tarafından, Hz. İsa'ya vahyedilen kitabın adıdır (5/Mâide, 46-47). Nasıl diğer peygamberlere vahiy yoluyla kitaplar gönderilmiş ise, Hz. İsa'ya da kendisi dünyada olduğu sırada vahiy yoluyla İncil gönderilmiştir. İslâmî inanca göre Hz. İsa bir peygamberdir, İncil de ona vahyedilen kitabın ismidir.
Hıristiyan kaynaklar, Hz. İsa'ya vahiy yolu ile nâzil olmuş bir İncilin varlığını kabul etmemektedir. Kitap olarak bugün elde mevcut olan İnciller, Hz. İsa'nın herhangi bir emir ve direktifi olmadan, onun öğrencileri tarafından yazılmışlardır. Bunlar, Yahûdilikteki Tevrat ve İslâmiyetteki Kur'ân-ı Kerim gibi vahiy yoluyla nâzil olmuş kitaplar değildir. Matta, Markos, Luka ve Yuhanna tarafından yazılan dört kitaba İncil adı verilmekle beraber, bazen bu "İncil" sözü ile, bu kitapların yanı sıra Yeni Ahid'in diğer yirmi üç kitabı da kast edilmektedir. Hıristiyanlıkta hemen hemen her kavramda görülen karışıklık ve muğlaklık, İncil kelimesinde de görülmektedir. Bir yandan, yazılmamış durumda olan Hz. İsa'nın topyekün mesajının adı İncil, öbür yandan dört Evangelist'in yazmış olduğu dört ayrı hayat hikâyesinin isimleri İncil, diğer yandan bu dört hayat hikâyesiyle beraber, Resullerin İşleri, yirmi bir Mektup ve bir Vahiy'den müteşekkil yirmi yedi kitabın isimleri de İncil oluyor. (Yeni Yaşam Yayınları tarafından bir kurula hazırlatılan Yeni Ahidin tercümesinin tamamına "Müjde, İncilin Çağdaş Bir Çevirisi" adı verilmiş, böylece sadece Matta, Markos, Luka ve Yuhanna'nın yazmış olduğu eserlere değil; Yeni Ahid'in tamamına İncil adı verilmiştir. Bkz. Müjde, İncilin Çağdaş Bir Çevirisi, İstanbul, 1987). Dördüncü asrın ortalarından günümüze kadar intikal etmiş dört İncil metni bulunduğu ve bu dört ayrı metinde büyük farklılıklar görüldüğü halde, yine İncil'in bir olduğundan bahsedilebiliyor!
İslâm kaynaklarına göre İncil bir tanedir ve Hz. İsa dünyada olduğu sürece onu insanlara tebliğ etmiştir. Ancak bu İncilin, Hz. İsa zamanında yazılı halde bulunup bulunmadığı konusunda bir açıklık yoktur. Tevratın, Hz. Mûsâ zamanında levhalara yazılarak Ahid Sandığında muhâfaza edilmesi, Kur'an âyetlerinin vahiy kâtipleri tarafından yazılması ve Hz. Muhammed (s.a.s.)'in vefatından hemen sonra, onların toplanarak tasnif edilmesi gibi, acaba İncil de bu tarzda yazılmış ve toplanarak bir kitap halinde Hz. İsa zamanında tasnif edilmiş midir? Onun yazılı olarak muhâfazası yapılamamış ise, eksiksiz olarak hâfızalarda tutulabilmiş midir? Hz. İsa'nın, kavmi arasında çok kısa bir süre kalması (en iyimser bir tahminle üç yıl), bu dönemde mevcut olan baskı ve zulüm, İncilin sağlıklı bir şekilde yazılıp toplanmasını oldukça güçleştirmiş olmalıdır (Muhammed Ebu Zehra, Hristiyanlık Üzerine Konferanslar, Fikir Y. s. 32). En fazla üç sene süren tebliğ döneminde bir yandan, müstemlekeci putperest Roma yönetiminin baskısı, öbür yandan, hilekâr ve kıskanç yahûdi hahamlarının entrika ve jurnalleri, Hz. İsa ve havârilerine İncil âyetlerini yazma ve toplama hususunda büyük güçlük çıkarmış olmalıdır. O dönemde İncil âyetlerinin yazılması mümkün olmuşsa bile, bunların muhâfazası, toplanması ve yeni nüshalarının yazılması, gitgide artan zulüm ve baskı yüzünden âdeta imkânsız hale gelmiştir.
İlk dönem hıristiyan müelliflerin, sözler anlamına gelen "Logia" isimli İbranice-Aramice adlı İncilin varlığını haber vermelerinin yanı sıra, 18. yüzyıldan itibaren İnciller üzerinde araştırma yapmaya başlayan bazı Batılı bilim adamları, halen elde mevcut dört İncil daha ortaya çıkmadan önce, tek bir İncil'in mevcut olduğunu, mevcut İncillerin bu İncilden istifade edilerek yazıldığını haber vermektedirler. Bu araştırmacılardan Lessing, 18. yüzyılın sonlarına doğru ortaya attığı bir tez ile dört İncilden önce, aslî bir İncil'in var olduğunu, bunun dilinin Aramice olduğunu, Matta, Markos ve Luka'nın, İncillerini yazarken bundan istifade ettiklerini söylemiştir (Suat Yıldırım, Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık, Ankara, 1984, s. 94). J. G. Eichon da bu ilk aslî nüshanın varlığını haber vermektedir. J. Wellhausen'e göre, bu ilk aslî nüsha Markos'a aittir. Markos Aramice olarak bu ilk nüshayı yazmış, bilâhere bunu genişleterek Yunancaya çevirmiştir. Ona göre, Matta ve Luka İncilleri, bu Aramice aslî nüsha ile, bunun Yunancaya tercüme edilen nüshasından istifade edilerek yazılmışlardır. Zahn'a göre, bu aslî nüsha, Markos'a değil; Matta'ya aittir. Halen elde mevcut olan Matta ve Markos, bu aslî nüshadan istifade edilerek yazılmışlardır. L. Waganay ise, aslî nüshanın Markos'a ait olduğunu söylemekte ve Markos'un bunu, Petrus'un vaazlarından istifade ederek yazdığını ileri sürmektedir. Ona göre bu Aramice aslî nüshadan, Aramice olarak Matta İncili kopye edilmiştir. Yunanca yazmış olan Matta ile Luka, bu Aramice yazılı olan Markos ve Matta'ya dayanılarak kaleme alınmıştır. Yine bazı İncil araştırmacılarına göre, halen elde mevcut olan İncillerden önce Hz. İsa'nın sözlerini ve mûcizelerini ihtivâ eden yazılı küçük ve müstakil parçalar vardı. Mevcut İncillerin yazarları, eserlerini kaleme alırken bu parçalardan istifade etmişlerdir (S. Yıldırım, a.g.e.s. 94).
Bu bilgilerden daha da önemlisi, bizzat İncillerde bulunan bazı ifadelerdir. İncillerde ve Yeni Ahidin diğer kitaplarında, gerek Hz. İsa'nın ve gerekse havârilerin, tekil sığası ile bir İncil'in varlığından söz ettiklerini görmekteyiz. Bunlardan sunacağımız iki örnek, İncil kelimesinin, Hz. İsa'nın mesajı mânâsına gelmesinden çok, Allah'ın Hz. İsa'ya vahyettiği İncil kitabı mânâsına geldiğini ispatlar niteliktedir. Bunlardan bir tanesi, "Yahya ele verildikten sonra İsa, Allah'ın İncilini vazederek, Galile'ye gelip dedi: Vakit tamam oldu, ve Allah'ın melekûtu yakındır; tövbe edin, ve İncile iman eyleyin." (Kitab-ı Mukaddes, Markos, 1/14-15, s. 35) şeklindedir. Burada Hz. İsa, Allah'ın İncilini vaz etmektedir. Yani İncil Allah'ındır, İsa sadece vaz etmektedir. İkinci örnek, Yahya'nın adamlarının gelip Hz. İsa ile konuşmaları sırasında, Hz. İsa'nın onlara söylemiş olduğu şu sözdür: "Yahya'ya bildirin! Körlerin gözleri açılıyor, topallar yürüyor, cüzzamlılar temizleniyor, sağırlar işitiyor, ölüler kıyam ediyor ve fakirlere İncil vaz olunuyor." (Kitab-ı Mukaddes, Matta, 11/2-6, s. 11). Bu ifadede Hz. İsa'nın, İncili vaz ettiği açıkça görülüyor. Eğer İncil ile kast edilen mânâ, Hz. İsa'nın hayat hikâyesi ve sözleri ise, bu iki parçada böyle bir anlam çıkarmaya imkân yoktur. Bu ifadelere göre Hz. İsa, bir vâiz olup Allah'ın İncilini vaaz etmektedir, kendi hayat hikâyesini ve sözlerini değil; Allah'tan vahiy yoluyla aldığı İncil'i insanlara tebliğ etmektedir. "Allah'ın İncili" ifâdesi, bütün diğer anlamları ortadan kaldırmakta, sadece vahiy mahsulü olan İlâhî emir ve yasaklar mânâsını akla getirmektedir. Ayrıca bu ifade, Petrus ve Pavlos'un mektuplarında da yer almaktadır (Kitab-ı Mukaddes, Petrus'un Birinci Mektubu, 4/17; Romalılara Mektup, I/16). Şimdi hıristiyanlara sormak lâzım: "Hz. İsa, hangi İncili vaz ediyordu, kendisinden çok sonra ortaya çıkan Matta İncilini mi, Markos İncilini mi, Yoksa Luka veya Yuhanna İncilini mi? Allah'ın İncili hangisi? Hiçbiri ise, şimdikiler kimin İncili?"
Hıristiyanların inanış ve araştırmalarına göre, Hz. İsa, ruhul'kudüs ile doludur, onun varlığı ve hayatı bütünüyle vahiydir. O, ilâhlık mertebesinde olduğundan onun bir kitaba ihtiyacı yoktur. Kitap yazma görevi, ona şahit olanlara düşmektedir. Onunla beraber olanlar, hayatını müşâhede edenler, ondan vahiy alarak kitap yazma görevini yerine getirmişlerdir. Hz. İsa'nın mertebesi peygamberlik mertebesi değildir. O, ilâhlık mertebesinde olduğu için, onun kitap yazmaya ihtiyacı yoktur, kitap sahibi olma, peygamberlere ait bir sıfattır, bir tanrının buna ihtiyacı yoktur. Bu yüzden Hz. İsa, dünyada iken bir kitap yazmaya ve hazırlamaya ihtiyaç duymamış ve buna teşebbüs etmemiştir. Peygamberlik mertebesinde olan bazı havâriler ve onların öğrencileri, İncili yazma görevini ifa etmişlerdir. Onlar İncili yazarken, bizzat Hz. İsa'nın ilâhî gözetim ve denetimi altında yazmışlardır. Böylece bu araştırmacılar, Hz. İsa'nın İncili yazmama sebebini, havârilerin ve onların öğrencilerinin İncilleri yazma sebebini, dört farklı metnin bulunma nedenini kendilerince izah etmiş oluyorlar.
İncillerde geçen bazı ifadelere bakılırsa gerçeğin, hiç de bu hıristiyan araştırmacıların göstermek istedikleri mâzeretlere uygun olmadığı anlaşılır. Eğer Hz. İsa'nın bütün hayatı ve sözlerinin tamamı vahiy ise, onun çarmıha gerildiği sırada "Allah'ım, Allah'ım niçin beni bıraktın?" (Matta, 27/46, s. 33; Markos, 15/34, s. 54) diyerek isyan edişi de vahiy midir? Bu ne biçim bir vahiy ki, yaratıcısından gelen belâya, imtihana karşı isyanını haykırıyor? Hz. İsa, havârilerine şöyle hakaret ediyor: "Ey imansız nesil! Ne vakte kadar sizinle beraber olacağım? Ne vakte kadar size dayanacağım?" (Markos, 9/19, s. 45). Hz. İsa, havârilerin en büyüğü olan Petrus'a "Şeytan çekil önümden!" (Markos, 8/33, s. 44) diye hakaret ettiğine göre, bu hakaret ettiği kişi, nasıl hem peygamber, hem de şeytan olabiliyor? Onun gerekli mûcizeyi gösteremeyen bütün havârilerine "ey imansız nesil!" diye seslendiği ve onlara hakaret ettiği gözönüne alınırsa, bu imansızlar nasıl peygamber olabiliyorlar? Ferisîlere "Siz ey yılanlar, ey engerekler nesli!" (Matta, 23/33, s.27) şeklinde Hz. İsa'nın söylediği bu sözler nasıl Allah'ın kelâmı olabiliyor? Bir ilâhtan böyle küfür sözler sâdır olabilir mi? (Şaban Kuzgun, Dört İncil, Farklılıkları ve Çelişkileri, s. 123, 131)
İncil, "Hz. İsa'nın hayatı" veya Hz. İsa'nın verdiği vaazlar, "müjdeler" anlamına gelir. İncil yazarları, Hz. İsa'nın dolaşarak İncili vazettiğinden sık sık bahsederler: "Ve İsa, bütün şehirler ve köylerde, onların havralarında öğreterekve İncili vâzedip her türlü hastalığı ve her türlü zayıflığı iyi ederek dolaşıyordu." (Matta, 9/35, s. 10) ("İncili vâzedip" ifadesi, sonraki baskılarda değiştirilerek "melekûtun müjdesini vâzedip" şekline getirilmiş.) "Ve kim benim ve İncilin uğrunda canını zayederse, onu kurtaracaktır." (Markos, 8/35) "ve İncili vâzederken..." (Luka, 20/1, s. 83)
"İncil" İncillerde sık sık kullanılan bir kelimedir. Fakat acaba İsa Peygamber hangi İncili vâzediyordu? 27 Kitaptan oluşan Yeni Ahid'in (İncil'in) sadece ufak bir parçası Hz. İsa'nın sözleri kabul edilebilir. Hıristiyanlar, Matta'ya göre, Markos'a göre, Luka'ya göre ve Yuhanna'ya göre olan İncillerle övünürler. Ama bir tek İncil dahi yok ki, "Hz. İsa'ya göre" olsun! Biz müslümanlar, İsa'nın (a.s.) vâz ettiği her şeyin Allah'tan geldiğine içtenlikle inanırız. Allah'ın İsrail oğullarına gönderdiği müjde ve yol gösterici İncil idi. İsa (a.s.) hayatı boyunca ne bir kelime yazmıştır, ne de yazması için başkasına tâlimat vermiştir. Bugün İncil diye ortada bulunan kitap, meçhul ellerin yazdıklarından başka bir şey değildir.


Kur’ân-ı Kerim’de İncil Kavramı

İncîl” kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de 12 yerde geçer. Hıristiyan demek olan “Nasrânî” kelimesi bir yerde (3/Âl-i İmrân, 67), bu kelimenin çoğulu olan “nasârâ” kelimesi, 14 yerde kullanılır. Hıristiyanların çoğunluğunu teşkil ettiği “ehl-i kitab” 32 yerde, yine aynı anlamda, “ûtü’l-kitab” (kendilerine Kitap verilenler) 21 yerde geçer. “İsâ” 25 yerde, Hz. İsa’nın lakabı olan “Mesîh” de 11 yerde kullanılır. Hz. İsa’nın annesi “Meryem” 34 yerde geçer.
“O, sana Kitabı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti." (3/Âl-i İmrân, 3)
"Ona kitabı, hikmeti, Tevratı ve İncili öğretecek." (3/Âl-i İmrân, 48)
"Ey Kitap ehli, İbrahim konusunda ne diye çekişip tartışıyorsunuz? Tevrat da, İncil de ancak ondan sonra indirilmiştir. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?" (3/Âl-i İmrân, 65)
"Ey kendilerine kitap verilenler birtakım yüzleri silip de arkalarına çevirmeden ya da cumartesi adamlarını (o gün yasağı çiğneyenleri) lanetlediğimiz gibi onları da lanetlemeden evvel, yanınızdakini (Tevrat ve İncil'i) doğrulayıcı olarak indirdiğimize (Kur'an'a) iman edin. Allah'ın emri yapılagelmiştir." (4/Nisâ, 47)
"Onların (peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik." (5/Mâide, 46)
"İncil sahipleri Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasık olanlardır." (5/Mâide, 47)
"Ve eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve kendilerine Rablerinden indirileni (Kur'an'ı) ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (sayısız nimeti) yiyeceklerdi. İçlerinde aşırı olmayan (mutedil) bir ümmet vardır. Onlardan çoğunun yaptıkları ise ne kötüdür!" (5/Mâide, 66)
"De ki: "Ey Kitap Ehli, Tevrat'ı, İncil'i ve size Rabbinizden indirileni ayakta tutmadıkça hiçbir şey üzerinde değilsiniz." Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun tuğyanlarını ve inkârlarını arttıracaktır. Sen de kâfirler topluluğuna karşı üzüntüye kapılma." (5/Mâide, 68)
"Allah şöyle diyecek: "Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrailoğullarına apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkâra sapanlar, "Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir" demişlerdi (de) İsrailoğullarını senden geri püskürtmüştüm." (5/Mâide, 110)
"Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmî haber getirici (Nebî) olan elçiye (Rasûl) uyarlar; o, onlara mârufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helâl, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır." (7/A’râf, 157)
"Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk' budur." (9/Tevbe, 111)
“Muhammed, Allah'ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kâfirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rükû edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat'taki vasıfları budur. İncil'deki vasıfları ise: Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup boy atmış (ki bu,) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek,) Onunla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip sâlih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir vaad etmiştir.” (48/Fetih, 29)
“Sonra onların izleri üzerinde elçilerimizi birbiri ardınca gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik; ona İncil'i verdik ve onu izleyenlerin kalplerinde bir şefkat ve merhamet kıldık. (Bir bid'at olarak) Türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak Allah'ın rızâsını aramak için (türettiler), ama buna da gereği gibi uymadılar. Bununla birlikte onlardan iman edenlere ecirlerini verdik, onlardan birçoğu da fâsık olanlardır.” (57/Hadîd, 27)
“(İsa a.s:) Ben, benden önce gelen Tevrat’ı tasdik etmek, size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmak üzere gönderildim. Size Rabbinizden bir âyet/mûcize getirdim. Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Çünkü Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na ibâdet/kulluk edin. İşte bu, dosdoğru yoldur.” (3/Âl-i İmrân, 50-51)
“De ki: ‘Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müsâvi/anlamı eşit (ve âdil) bir kelimeye gelin, (şöyle diyerek): ‘Allah’tan başkasına tapmayalım; O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz, kimimizi rabler edinip ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse işte o zaman deyin ki: ‘Şâhid olun, biz muhakkak müslümanlarız.” (3/Âl-i İmrân, 64)
“Hiçbir beşerin, Allah’ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: ‘Allah’ı bırakıp da (gelin) bana kul olun’ demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle der:) ‘Okumakta ve öğrenmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olun.’ Ve size ‘melekleri ve peygamberleri ilâhlar/tanrılar edinin’ diye de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra, hiç size kâfirliği emreder mi?” (3/Âl-i İmrân, 79-80)
“Ey ehl-i kitab! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, hak/gerçek olandan başkasını söylemeyin. Mesih, ancak Meryem’in oğlu İsa’dır, (o) Allah’ın rasûlüdür; Meryem’e ulaştırdığı (‘kün=ol’) kelimesi (nin eseri)dir. Allah tarafından (gelen) bir ruhtur. Artık Allah’a ve peygamberlerine iman edin de ‘(İlâh) üçtür’ demeyin. Kendiniz için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter. Ne Mesih ve ne de Allah’a yakın melekler, Allah’ın kulu olmaktan çekinirler. O’na kulluktan çekinip büyüklenen kimselerin hepsini (Allah) yakında huzuruna toplayacaktır.” (4/Nisâ, 171-172)
“Gerçekten ‘Allah, Meryem oğlu Mesih’in kendisidir’ diyenler, andolsun ki kâfir olmuşlardır. De ki: ‘O halde, Allah, Meryem oğlu Mesih’i, anası (Meryem’i) ve yeryüzünde bulunanların hepsini öldürmek isterse, Allah’a karşı kimin elinden bir şey gelir?” (5/Mâide, 17)
“Meryem oğlu Mesih (İsa) gerçekten Allah’tır’ diyenler, andolsun kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesih (şöyle) demişti: ‘Ey İsrâiloğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Bilin ki kim Allah’a şirk/ortak koşarsa, hiç şüphesiz Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zâlimler için yardımcılar da yoktur.” (5/Mâide, 72)
“Andolsun ‘Allah üçün üçüncüsüdür (üç tanrının biridir)’ diyenler kâfir olmuştur. Halbuki bir tek ilâhtan başka hiçbir ilâh/tanrı yoktur. Eğer diyegeldikleri (bu sözden) vazgeçmezlerse içlerinden o kâfir olanlara çok acıklı bir azap vardır.” (5/Mâide, 73)
“Meryem oğlu Mesih (İsa), ancak bir rasûldür/peygamberdir (başka bir şey değildir). Ondan önce de (birçok) peygamberler gelip geçmiştir. Anası da çok doğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara delilleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl (haktan) yüz çeviriyorlar.” (5/Mâide, 75)
“De ki: ‘Ey ehl-i Kitap, dininizde haksız yere haddi aşmayın. Bundan evvel gerçekten hem kendileri sapmış, hem de bir çoğunu saptırmış ve (hâlâ da) dümdüz yoldan sapagelmiş bir kavmin hevâsına (ve hevesine) uymayın.” (5/Mâide, 77)
“Allah: ‘Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara: ‘beni ve anamı, Allah’tan başka iki ilâh/tanrı edinin’ diye sen mi dedin?’ diye buyurduğu zaman o, şöyle dedi: ‘Hâşâ! Seni tenzih ederim, Sen yücesin; Hakkım olmayan, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, şüphesiz Sen bunu bilirsin. Benim içimdekini Sen bilirsin; ben Senin zâtında olanı bilmem. Gaybları/gizlilikleri eksiksiz bilen yalnız Sensin, Sen! Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibâdet/kulluk edin’ dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şâhid/kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin, şâhidsin.” (5/Mâide, 116-117)
“Yahudiler, ‘Uzeyir Allah’ın oğludur’ dediler! Hıristiyanlar da, ‘Mesih (İsa) Allah’ın oğludur’ dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) önceden kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin. Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar!” (9/Tevbe, 30)
“Onlar Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını), râhiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i (İsa’yı) rabler edindiler. Halbuki hepsine de tek ilâh’a ibâdet/kulluk etmekten başka bir şey emrolunmadı. Ondan başka hiçbir tanrı yoktur. O, bunların şirk/ortak koştukları şeylerden uzaktır.” (9/Tevbe, 31)
İsa açık delillerle gelince, şöyle dedi: ‘Ben size hikmet getirdim ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Çünkü Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O’na ibâdet edin. İşte bu, doğru yoldur.’ Ama aralarından çıkan gruplar, birbirleriyle ihtilâfa düştüler. Acı bir günün azâbı karşısında vay o zulmedenlerin haline!” (43/Zuhruf, 63-65)
“Hani Meryem oğlu İsâ, ‘Ey İsrâil oğulları! Ben size Allah’ın peygamberiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamber’i de müjdeleyici olarak geldim’ demişti.” (61/Saf, 6)
“De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir (Hiçbir şeye muhtaç olmayan, aksine her şey kendine muhtaç olandır). O, baba değildir ve babası yoktur. Hiçbir şey O’na eş ya da denk değildir.” (112/İhlâs, 1-4)
“Allah katında hak din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur.” (3/Âl-i İmrân, 19)
Ve bir hadis-i Şerif: “Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övdükleri gibi beni övmeyin. Yalnız, ‘Allah’ın kulu ve rasûlüdür’ deyin.” (Buhârî, Enbiyâ 48; Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/23, 24, 47, 55)



Dört İncil; Yazılışı ve Elde Mevcut En Eski Nüshaları
Dört İncil, en iyimser bir tahminle M.S. 60 ile 100 yılları arasında yazılmıştır. Fakat bu yazılan ilk nüshalardan bugün bir tanesi bile ortada yoktur. Şu anda kilise tarafından sahih kabul edilen ve Yeni Ahidin başında yer alan dört İncilin orijinal el yazmaları ile, onlardan kopye edildiği söylenen elde mevcut en eski kopye nüshalar arasında en azında iki buçuk asırlık bir boşluk, zaman aralığı vardır. Bu, şu demektir: Şu anda en eski İncil yazması olarak elde bulunan nüshaların, İncil yazarlarının yazmış olduğu asıl orijinal metinden kopye edilimediğini tesbit etmek üzere herhangi bir karşılaştırma yapmaya imkânımız yoktur. Çünkü, asıl orijinal yazmalar kaybolmuştur, bunların hiçbiri ortada yoktur. En eski kopyelerle bu orijinal metinler arasındaki mesafe en az iki yüz elli yıl olduğuna göre, bu kadar uzun zaman aralığını aşıp ana metne ulaşabilmek için çok sağlam bir rivâyet silsilesine ihtiyaç vardır. Kopyeler kendilerine güven sağlayacak böyle bir rivâyet silsilesinden tamamen mahrumdur. Bu en eski kopyelerin, ana nüshalardan yapıldıklarını ortaya koyan başka herhangi bir delil de mevcut değildir, sadece kopye edenin kopyesini esas nüshadan kopye ettiğini belirten soyut iddiası vardır.
Halen elde mevcut olan İncillerin en eski nüshaları Yunancadır. Hıristiyan kaynaklar, Hz. İsa'nın İbranice-Aramice konuştuğunu ve vaazlarını bu dille yaptığını haber vermektedir. İncillerin dili konusu ele alındığı zaman, en azından Hz. İsa'nın sözlerinin onun ana dilinde yazılması ve muhâfaza edilmesinin gerekli olduğu sonucuna ulaşılır. İncil yazarlarının en azından Hz. İsa'nın sözlerini, onun ağzından çıkan kelimelerle zaptetmeleri ve bunları İbranî-Aramî diyalekti ile yazmaları gerekirdi. Çünkü tercümeler ne kadar mükemmel olursa olsun, asıl mânâyı yansıtmakta eksik kalabilirler.
İlk İncil müsveddelerinin İbranice yazılmalarına rağmen, bunların sonra kaybolmaları, İbranice yazılmış olan İncillerin de hemen Yunancaya çevrilmesi ve İbranice nüshaların kaybedilmesi, bütün İncillerin, Risâlelerin, Yeni Ahidin bütün kitaplarının, hatta Yeni Ahid ile beraber Eski Ahidin tamamının Yunancaya çevrilerek Kitab-ı Mukaddesin tamamının Yunanca yazılması, Yunan kültürünün gerçek hıristiyan kültürünü asimile ederek onu tahrif ettiği sonucunu doğurmaz mı? Hıristiyanlık öncesi Yunan felsefesi kadar, putperest Yunan kültürü de bu dini etkileyerek onu bozmuş olmaz mı?



Dört İncilin Muhtevâsı
Dört İncil, genel olarak Hz. İsa'nın hayatını, vaaz ve nasihatlerini ve göstermiş olduğu mûcizelerini anlatmaya çalışır. Bu İnciller, Hz. İsa'nın doğum öncesi döneminden başlayarak onun dünyaya gelişini, çocukluğunu, tebliğ faâliyetine başlamasını, üç yıl gibi çok kısa süren bu tebliğ döneminde söylemiş olduğu sözleri, yapmış olduğu vaaz ve nasihatleri, göstermiş olduğu mûcizeleri, çarmıha gerilişini, tekrar dirilerek göğe yükselişini, yeniden dirildikten sonra öğrencilerine görünüşünü kendilerine ait üslûplarla anlatırlar. İncillerde şer'î hükümler yok denecek kadar azdır. Evlenme ve boşanma ile ilgili olarak bulunan birkaç hükmün dışında, İncillerde şer'î ahkâm yoktur. Bu eksiklik dolayısıyla hıristiyanlar, yahûdi kutsal kitabı Tanah'ta bulunan şer'î hükümlerin büyük bir kısmını kabul etmek zorunda kalmışlardır.
Dört İncilin hepsi de hemen hemen aynı şeyleri anlatmaya çalışır. Ancak, yine aralarında üslûp farkından daha ileri derecede olmak üzere farklılıklar vardır. Matta, Markos ve Luka İncilleri, anlattıkları konular ve anlatım planları bakımından birbirlerine benzediğinden, bu üç İncile "Sinoptik İnciller" adı verilmiştir. Gerek anlattığı şeyler ve gerekse anlatım planı bakımından diğer üç İncilden hayli farklı olan Yuhanna İncili, öbür İncillerden apayrı bir görünüm arzetmektedir. Yuhanna İncili, yazılış hedefi ve gâyesi bakımından da diğer İncillerden daha farklıdır. Yuhanna, bir dâvâyı isbata çalışmış, ağırlığı Hz. İsa'nın ulûhiyetini açıklama konusuna tahsis etmiştir. Bu İncilin, diğer üç İncil ile müşterek noktaları çok azdır. O, bazı mûcizeler ve vaazlarla, Hz. İsa'nın çarmıha gerilişi ve göğe yükselişini anlatması bakımından diğer İncillere biraz benziyor görünse bile, yine diğer İncillerle bu İncil arasında köklü farkılılklar vardır.
Sinoptik İncillerin cümle cümle incelenmesi sonucu şu hususları tesbit etmek mümkündür:
1- Her üç İncilde (Matta, Markos, Luka) müşterek olarak bulunan cümleler vardır. Bu cümlelerin sayısı 330 tanedir.
2- Matta ile Markos'ta müşterek olarak bulunan, ama Luka'da bulunmayan cümleler vardır. Bunların sayısı 178 tanedir.
3- Matta ile Luka'da müşterek olarak bulunan, ama Markos'ta bulunmayan cümleler vardır. Bunların sayısı 230 tanedir.
4- Markos ile Luka'da müşterek olarak bulunduğu halde, Matta'da bulunmayan cümleler vardır. Bu cümlelerin sayısı 100 tanedir.
Bu rakamların yanı sıra, üç İncilin her birinde sadece kendi yazarlarına ait olan ve diğer iki İncilde bulunmayan cümleler vardır. Bunun dökümünü şöyle verebiliriz:
Sadece Matta'da bulunan, diğer iki İncilde bulunmayan cümle sayısı 330 tanedir.
Sadece Markos'ta bulunan, diğer iki İncilde bulunmayan cümle sayısı 53 tanedir.
Sadece Luka'da bulunan, diğer iki İncilde bulunmayan cümle sayısı ise 500 tanedir.
İncillerde birbirine benzeyen ve benzemeyen cümleler tek tek incelendiği zaman, bu kitapların İlâhî vahiy ürünü olmasının imkânsız olduğunu gösteren farklılıklar ve çelişkiler görülür.
İncillerde anlatılan şeyleri üç ana başlık altında toplayabiliriz. Bunlar, Hz. İsa'nın hayatı, gösterdiği mûcizeler, vaaz ve nasihatlerinde söylemiş olduğu sözler, anlattığı hikâye ve mesellerdir. Bu İncillerde Hz. İsa'nın gençliği hakkında, cinsel hayatı hakkında, evlenip evlenmediğine ve çocuk sahibi olup olmadığına, karşı cinsten birine herhangi bir alâka duyup duymadığına dair herhangi bir ifade yoktur. Onun mûcizeleri hakkında İncillerde şu bölümler bulunur: Hastaları tedavi etmesi, cinleri çıkarması veya kovması, gelecekte olacağını haber verdiği olaylar, Hz. İsa'nın sûretinin değişmesi, ölüleri diriltmesi, yiyecek ve içeceği arttırması ve malı bereketlendirmesi, su üstünde yürümesi, fırtınayı dindirmesi ve suyu şaraba çevirmesi. (2)




Kilise Tarafından Sahte (Apokrif) Sayılan İnciller ve Barnaba İncili
İncillerin sayılarının artmasından sonra, Yeni Ahidin kanonizasyonu neticesinde çok sayıda İncilden sadece döt tanesi seçilmiş, diğerleri sahte sayılarak atılmıştı. Kanonizasyon esnâsında kaç İncil vardı? Sahte sayılan bu İnciller hangileridir? Tam olarak bunların sayıları kaçtır, muhtevâları nedir? Bu konuda kaynakların araştırılması sonucu bazı bilgiler elde etmek mümkündür. Bîrûnî, el-Âsâru'l-Bâkıye isimli eserinde, diğer hıristiyan mezheplerinin ellerinde bulunan İncillerden farklı üç İncilin varlığını haber vermektedir. Bunlar, Mekîlerin (Marcioncuların) İncili, Deysanîlerin İncili ve Maniheistlerin İncilidir. Hıristiyan kaynaklarda isimleri geçen şu sahte İncillere tesadüf ediyoruz: Tomas İncili, yahûdilerin İncili, Marcion'un İncili, Gerçek İncil, Petrus'un İncili, Mısırlıların İncili, Logia veya İsa'nın Sözleri, Nasıralıların İncili, Havarilerin İncili, Matthias'ın İncili, Nikomediyos'un İncili, Küçüklerin İncili, Arapça İncil, Ermenîce İncil, Yetmişler İncili, Hatıra İncili, Barnaba İncili vb. İnciller.
Barnaba İncili: Kilise tarafından apokrif sayılan İnciller içinde en önemli olanlardan biri şüphesiz Barnaba İncilidir. Asıl adı Yusuf olan Barnaba, Hz. İsa'nın öğrencilerinden olup Pavlos'un hıristiyan cemaatine kabul edilmesinde büyük rol oynamış bir kimsedir. O, bütün hayatını, hıristiyanlığı yayma uğrunda geçirmiştir. Barnaba, Markos'un hocası, Pavlos'un önderi bir kişi olduğu halde, Kilise ona nisbet edilen İncili reddetmektedir. Kilisenin iddiasına göre Barnaba İncili, 14. asırda hıristiyanlıktan İslâmiyete geçen bir kimse tarafından, kendisinin İslâmiyet'e geçişinde kendisini haklı göstermek için yazılmıştır ve bu İncil apokrif İnciller arasında yer almaktadır. Halbuki, 5. asrın sonlarında M.S. 492 yılında tahta çıkan papanın, okunması yasak olan kitaplarla ilgili olarak çıkardığı emirnamesinde yasak kitaplar arasında Barnaba İncilinin de adı geçmekteydi. Bu durum, Barnaba İncilinin, 14. yüzyılda yazılmış olması ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Kilisenin bu İncili reddetmesinin arkasındaki gerçek sebep, bu İncilde Hz. İsa'nın ilâhlığının ve teslis inancının reddedilmesi, çarmıh olayının kabul edilmemesi, Hz. İsa'nın bir peygamber olduğunun açıkça zikredilmesi gibi, bugünkü resmî hıristiyan doktrinine aykırı şeylerin yer almasıdır.
Batılı hıristiyan araştırmacıların yaptıkları tesbitlere göre bu İncil, ilk olarak İslâmî bir muhitte değil, aksine Batıda hıristiyan bir çevrede ortaya çıkmıştır. Onun Batıda ortaya çıkışını, 15 ve 16. yüzyıla dayandıranlar vardır. Latin râhip Framinyo, hıristiyan müellif Aryanos'un (İrenaus) bir risâlesini ele geçirerek inceleyince, bu risâlede Pavlos'un mektuplarından ve Barnaba'nın İncilinden bahsedildiğini, Pavlos'un görüşlerinin çürütülerek Barnaba'nın görüşlerinin tasdik edildiğini görmüştür. Aryanos'un bu mektubunu iyice inceleyen Framinyo, Barnaba'nın İncilini bularak bu İncil üzerinde çalışmaya karar vermiştir. Adı geçen râhip, o dönemde (15. asrın sonları) papalık makamında oturan zatın yakınına sokularak onun güvenini sağlamayı başardıktan sonra, bu papa'nın kütüphanesine girmiş ve orada Barnaba'nın İncilini bulmuştur. Râhip Framinyo, Barnaba İncili üzerinde bir süre çalıştıktan sonra, hem İslâmiyet'i kabul etmiş, hem de bu İncili Hıristiyan dünyasına tanıtmak için çalışmıştır.
Bugün elde mevcut olan en eski Barnaba İncili nüshası, 1709 yılında Prusya Kralının sarayında danışman olarak çalışan Krimer'in elinde bulunmuştur. Bu nüsha, İtalyanca yazılmıştır. Bir süre sonra Viyana'daki krallık sarayına nakledilen bu nüsha, diğer nüshaların ana kaynağı kabul edilmektedir. Krimer'in bu nüshası, bir süre sonra meçhul bir kişi tarafından İtalyancadan İspanyolcaya tercüme edilmiştir. İngiliz müsteşrik Sayel, bu kitabı İspanyolcadan İngilizceye çevirmiş, daha sonra bu eserin başta Arapça olmak üzere çeşitli dillere tercümesi yapıldığı gibi, İtalyancadan İngilizceye tercümesi de yapılmıştır (ST. Barnaba The Gospel of Barnaba, Karachi).
Barnaba İncili Türkçeye de çevrilmiştir: “Barnabas İncili, Kültür Basın Yayın Birliği” ve “Barnaba İncili, Abdurrahman Aygün, Tekin Y.” Yine bu konuyla ilgili özel araştırma da yayınlanmıştır: “Barnaba İncili Araştırmalar, Muhammed Ali Kutub, Tekin Kitabevi Y.”
Barnaba İncilinin M.S. 5. asırda papalık tarafından yasaklanan kitaplar listesinde bulunmasının yanı sıra, bu kitabın İslâmî bir çevrede değil; aksine mutaassıp hıristiyanlar arasında ortaya çıkması, kilisenin sahtelik suçlamasını dayanaksız bırakmaktadır. Bu İncilin en eski nüshası, İtalyanca, yani Vatikan'ın ve papalığın konuştuğu dilde yazılı olarak bulunmuş, sonraları bu nüsha yine koyu hıristiyan bir çevrede İspanyolcaya çevrilmiş, daha sonra İngilizceye tercümesi yapılmış, yani her şey, hıristiyan dünyası içinde cereyan etmiş, olayın İslâm dünyası ile uzaktan yakından hiçbir alâkası olmamıştır. Kitabın hıristiyanlığın koyu bir taassup içinde bulunduğu bir muhitte bulunmuş ve tercümelerinin yine bu çevrede yapılmış olmasına rağmen hıristiyan araştırmacılar, latin râhip Framinyo'nun onu bulup inceledikten sonra İslâmiyet'i kabul etmesine bakarak bu İncili, Framinyo'nun yazdığına ve sahte olduğuna hükmetmişlerdir. Nedense hıristiyan bilim adamları, Framinyo'nun savunmasını göz ardı etmektedirler. Framinyo, Aryanos'un (İrenaus) risâlesinde bu İncilden bahsedildiğini söylüyor. İncili kendisinin yazmadığını, aksine Aryanos'un risâlesini okuduktan sonra yaptığı araştırmada bizzat Roma'da papalık kütüphanesinde bulduğunu ifade ediyor. Ayrıca, en eski nüsha elinde olan Prusya kırallığı sarayında danışman olarak çalışan bir hıristiyan râhiptir. O da kitabı saray kütüphanesinde buluyor. Bir müddet sonra bu kitap, diğer güçlü bir hıristiyan devlet olan Avusturya krallığı kraliyet kütüphanesine naklediliyor. İşin daha da önemlisi, bu İncil, Endülüslü müslümanları İspanya'dan çıkarmakla övünen mutaassıp hıristiyanlar tarafından kendi dillerine çevrilmiştir. Yine protestanlığın en yoğun olduğu İngiltere'de, İngilizceye tercümeleri yapılmıştır. Madem ki bu kitap sahte idi, niçin bunlar yapıldı? Bu koyu hıristiyanlar, kendi inançlarını çürütmek için yazılmış olan bu kitaba neden bu kadar önem verip onun üzerinde ciddî şekilde çalıştılar? Eğer bu kitap, müslümanlar tarafından uydurulmuş bir propaganda kitabı olsaydı, herhalde bu zahmetlere katlanmazlardı. Barnaba İncili, muhtemelen uzun yıllar gizli olarak elden ele dolaşmış ve iki dilde yazılı olarak 15. yüzyılda ortaya çıkmıştır.
Görüldüğü üzere Yeni Ahidin kanonizasyonundan sonra sayıları dört olarak tesbit edilen İncillerin dışında, bir kısmı bu İncillerden önce yazılmış yüzden fazla İncil vardı. Kilisenin iddia ettiği gibi bunların hepsi sahte miydi? Dört İncilin yazarları kendi İncillerini yazarlarken, bu İncillerden faydalanmadılar mı? Bunların, İncillerini kaleme alırken Logia'dan, Q metninden ve Markos'un ilk İncilinden faydalandıklarını açıkça görmekteyiz. Bu durumda Dört İncilin yazarları, sahte sayılan İncillerden istifade etmiş olmaktadırlar. Acaba bu sahte İncillerden, dört İncile sahtelik bulaşmadı mı? (3)

Kur’ân’a Göre Hıristiyanların İslâm’a Zıt Olan Bazı Temel İnançları
Hıristiyanlar, Dinlerinde Aşırı Giderler: Kur’ân-ı Kerim, ehl-i Kitabın ve özellikle hıristiyanların dinde aşırılıklarla hak dini bozduklarını ifade ederek, bundan vazgeçmelerini emreder: “Ey Kitap ehli, dininiz hususunda haddi aşmayın. Allah’a karşı hak olandan başkasını söylemeyin.” (4/Nisâ, 171) “De ki: ‘Ey ehl-i Kitap, dininizde haksız yere haddi aşmayın. Bundan evvel gerçekten hem kendileri sapmış, hem de bir çoğunu saptırmış ve (hâlâ da) dümdüz yoldan sapagelmiş bir kavmin hevâsına (ve hevesine) uymayın.” (5/Mâide, 77)
Hıristiyanlar ‘Allah İsa’dır’ Dediler: Kur’an’da, hıristiyanların dindeki aşırılıklarının bir sonucu olarak, Allah’a inanç konusunda tevhidden ayrılarak şirke düşmeleri vurgulanır ve gereken cevaplar verilir: “Gerçekten ‘Allah, Meryem oğlu Mesih’in kendisidir’ diyenler, and olsun ki kâfir olmuşlardır. De ki: ‘O halde, Allah, Meryem oğlu Mesih’i, anası (Meryem’i) ve yeryüzünde bulunanların hepsini öldürmek isterse, Allah’a karşı kimin elinden bir şey gelir?” (5/Mâide, 17) Doğumlu ve ölümlü olanların ilâh olamayacakları, bu âyette hatırlatılmaktadır. “Meryem oğlu Mesih (İsa) gerçekten Allah’tır’ diyenler, andolsun kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesih (şöyle) demişti: ‘Ey İsrâiloğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Bilin ki kim Allah’a şirk/ortak koşarsa, hiç şüphesiz Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zâlimler için yardımcılar da yoktur.” (5/Mâide, 72) “Onlar Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını), râhiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i (İsa’yı) rabler edindiler. Halbuki hepsine de tek ilâh’a ibâdet/kulluk etmekten başka bir şey emrolunmadı. Ondan başka hiçbir tanrı yoktur. O, bunların şirk/ortak koştukları şeylerden uzaktır.” (9/Tevbe, 31)
İsa Allah’ın Oğludur’ Dediler: “Yahudiler, ‘Uzeyir Allah’ın oğludur’ dediler! Hıristiyanlar da, ‘Mesih (İsa) Allah’ın oğludur’ dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) önceden kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin. Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar!” (9/Tevbe, 30). Beydavî’nin de belirttiği gibi, hıristiyanlar bunu, Hz. İsa’nın babasız dünyaya gelmesini imkânsız gördükleri için veya Hz. İsa’nın anadan doğma körü, alacalıyı iyileştirmesini, ölüleri diriltmesini insan olarak imkân dışı gördükleri için söylediler. Halbuki her peygamber, Allah’ın yaratması ve izniyle mûcizeler göstermiştir. Hz. İsa’nın durumu da, peygamberliğini isbat eden mûcizeden başka bir şey değildir.
Hz. İsa’nın, kendinden sonra Allah’a şirk koşulması konusunda, hiçbir suçu yoktur. O, tevhid dinini insanlara tebliğ etmiş, kendisinin de Allah’ın kulu ve peygamberi olduğundan başka bir iddiada bulunmamıştır. Kur’an, Hz. İsa’yı ve onun tebliğ ettiği dini temize çıkarır ve onun adına yalan ve iftira atıp dinde çirkin aşırılıklara gidenlerin maskesini düşürür: “Hiçbir beşerin, Allah’ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: ‘Allah’ı bırakıp da (gelin) bana kul olun’ demesi mümkün değildir. Bil’akis (şöyle der:) ‘Okumakta ve öğrenmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olun.’ Ve size ‘melekleri ve peygamberleri ilâhlar/tanrılar edinin’ diye de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra, hiç size kâfirliği emreder mi?” (3/Âl-i İmrân, 79-80). Âyet-i kerimeden net olarak anlaşılmaktadır ki Hz. İsâ, insanları İslâm’a davet etmiş, onları müslüman olmaya çağırmış; teslise, yani şirk ve küfre kesinlikle müsaade etmemiştir.
Hıristiyanlar Teslisi (Üçlü İlâh Anlayışını) Kabul Etmekle Kâfir Oldular: Bilindiği gibi, muharref hıristiyanlık inancında Baba, Oğul, Rûhu’l-Kudüs’ten oluşan teslis inancı başlıca akide esasıdır. Şimdiki tüm hıristiyanlara göre, teslisi kabul etmeyenler hıristiyan sayılmazlar. Halbuki teslis, açık bir küfürdür; buna inanan kimse kâfir ve müşrik olur: “Ey ehl-i kitab! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, hak/gerçek olandan başkasını söylemeyin. Mesih, ancak Meryem’in oğlu İsa’dır, (o) Allah’ın rasûlüdür; Meryem’e ulaştırdığı (‘kün=ol’) kelimesi (nin eseri)dir. Allah tarafından (gelen) bir ruhtur. Artık Allah’a ve peygamberlerine iman edin de ‘(İlâh) üçtür’ demeyin. Kendiniz için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter. Ne Mesih ve ne de Allah’a yakın melekler, Allah’ın kulu olmaktan çekinirler. O’na kulluktan çekinip büyüklenen kimselerin hepsini (Allah) yakında huzuruna toplayacaktır.” (4/Nisâ, 171-172)
Hıristiyanlar, bir türlü Allah’ın birliği (tevhid) inancına gelememiş, Allah ile peygamberin birbirinden farkını anlayamamışlardır. Hz. Mûsâ ve Hz. İsa, ehl-i kitaba tevhid inancını (İslâm’ı) getirdiği halde, sonradan sapan bu toplumlar Hâtemü’l-enbiyâ’nın sağlam ve aydınlatıcı açıklamalarına rağmen, çoğu tevhidi kabul etmemişlerdir. Hıristiyanlar: ‘baba, oğul ve rûhu’l-kudüs’ten ibaret olmak üzere Allah üçtür, yahut, ‘Allah üç unsurdan meydana gelmiştir, bunların üçü de birbirinin aynıdır, her biri tam ilâhtır ve üçü birden bir tek tanrıdır’ diyerek saçmalamışlardır. Yukarıdaki âyetler, onları, gerçek Allah inancı üzerinde aydınlatmak üzere gelmiştir. Âyette Hz. İsa için “Allah’tan bir ruh” ve “Allah’ın kelimesi” denilmiştir. Âl-i İmrân sûresinin 45-47. âyetlerinde ikinci vasıf açıklanmış, bundan maksadın Allah’ın “kün=ol” demesinden ibaret bulunduğu, Hz. İsa’nın mûcizevî bir şekilde yaratıldığı beyan edilmiştir. Meryem sûresinin 17. âyetinden itibaren de birinci vasıf açıklanmış, “Rûh”un, Cebrâil olduğuna işaret edilmiştir.
“Andolsun ‘Allah üçün üçüncüsüdür (üç tanrının biridir)’ diyenler kâfir olmuştur. Halbuki bir tek ilâhtan başka hiçbir tanrı yoktur. Eğer diyegeldikleri (bu sözden) vazgeçmezlerse içlerinden o kâfir olanlara çok acıklı bir azap vardır.” (5/Mâide, 73) Yüce Allah, bu âyetlerde teslise inananların kâfir olduklarını açıkça beyan etmiştir. Kâfirler ve müşrikler de cennete kesinlikle giremezler. Teslisi kabul etmeyenleri hıristiyan saymayan bugünkü hıristiyanların cennete gideceğini ileri süren bazı profesörler ve onların tilmizleri büyük bir yanılgının içindedirler; Allah’ın cenneti haram kıldığı müşrik ve kâfirlere cenneti ikram etmek, kimsenin cür’et edebileceği bir şey olmamalıdır.
Hz. İsa’yı ve Annesi Meryem’i İlâh Edindiler: Hıristiyan mezhepleri ve grupları arasında, Hz. Meryem’i tanrı olarak kabul edenler de vardır. Hz. İsa’yı tanrı kabul edenler, Hz. Meryem’i de tanrının annesi kabul etmekle onu da tanrı derecesine yükseltmiş oldular. “Allah: ‘Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara: ‘beni ve anamı, Allah’tan başka iki ilâh/tanrı edinin’ diye sen mi dedin?’ diye buyurduğu zaman o, şöyle dedi: ‘Hâşâ! Seni tenzih ederim, Sen yücesin; Hakkım olmayan, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, şüphesiz Sen bunu bilirsin. Benim içimdekini Sen bilirsin; ben Senin zâtında olanı bilmem. Gaybları/gizlilikleri eksiksiz bilen yalnız Sensin, Sen! Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibâdet/kulluk edin’ dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şâhid/kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin, şâhidsin.” (5/Mâide, 116-117) Âyetten açıkça anlaşılıyor ki, Hz. İsa, kendisini ve annesini ilâh olarak kesinlikle iddia etmemiş, insanları tek Allah’a kulluk yapmaya çağırmıştır. Dolayısıyla, hıristiyanların böyle büyük bir cinayet olan şirk ve küfür itikatları, Hz. İsa’dan sonra ortaya çıkmıştır.
Hz. İsa ve annesinin tanrı olamayacakları, akıl ve mantık açısından da sebepleriyle birlikte Kur’an’da belirtilir: “Meryem oğlu Mesih (İsa), ancak bir rasûldür/peygamberdir (başka bir şey değildir). Ondan önce de (birçok) peygamberler gelip geçmiştir. Anası da çok doğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara delilleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl (haktan) yüz çeviriyorlar.” (5/Mâide, 75) Yahudiler Hz. İsa’nın, namuslu ve bâkire bir hanımdan doğduğuna inanmayıp, onun anasına iftira eder, gayr-ı meşrû bir ilişkiden doğduğunu ileri sürerler. Kur’ân-ı Kerim, daha önce Hz. İsa’nın mûcizevî bir şekilde nasıl yaratıldığını anlatıp burada da anasının doğru, dürüst ve namuslu olduğunu zikretmek suretiyle bu iftirayı reddetmektedir. Bunun yanında, konumuzla ilgili olarak, hıristiyanların ona ve anasına tanrılık vasfı vermelerini de elle tutulur, gözle görülür bir delil ile reddedip çürütmektedir. Zira her ikisi de yemek yerlerdi, tanrı olsalardı yemeye, içmeye ihtiyaç duyarlar mıydı? İhtiyaç sahipleri ilah olamazlar.
Din Adamlarını Tanrı Edindiler: “De ki: ‘Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müsâvi/anlamı eşit (ve âdil) bir kelimeye gelin, (şöyle diyerek): ‘Allah’tan başkasına tapmayalım; O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz, kimimizi rabler edinip ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse işte o zaman deyin ki: ‘Şâhid olun, biz muhakkak müslümanlarız.” (3/Âl-i İmrân, 64)
Hıristiyan din adamları, bir şeyi helâl ve haram kılar, hıristiyanların günahlarını günah çıkararak affederler, insanları cennete koyacaklarını söylerler. Bu ve benzeri durumlar, din adamlarının kendilerini tanrı yerine koymaları, bunları kabul edenlerin de onları tanrı kabul etmeleridir: “Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini/hahamlarını, râhiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i (İsa’yı) rabler edindiler. Halbuki hepsine de tek ilâh’a ibâdet/kulluk etmekten başka hiçbir şey emrolunmadı. O’ndan başka hiçbir ilâh/tanrı yoktur. O, bunların şirk/ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.” (9/Tevbe, 31)
Tanrı için kullanılan “baba” tâbiri, çok alçaltıcıdır; zira insan toplumunda, kötü hâtıralar bırakan aile babaları vardır; aynı zamanda baba terimi, cinsel ilişkileri hatırlatır; ölümü ve kendisinden sonra bir vârisi düşündürür. Mecâzî ve temsilî manada bile olsa, hem Eski Ahid ve hem Yeni Ahid’de İsa’dan başka insanlar için “Tanrı’nın oğlu” tâbiri kullanılmıştır. Bu ise “biricik oğul” tâbiri ile tezat halindedir. Luka’ya göre (Luka 3/38), Âdem (a.s.) Tanrı’nın oğludur. “Seigneur” kelimesinden, İsa’nın Tanrı oğlu olduğu, yani ulûhiyete iştirak ettiği anlaşılıyor ki, bu da Allah’ın birliğine zıt düşmektedir.
“Tanrı’nın oğlu” tâbirinin kitabî manasından (mecaz olarak kullanılışından) söz etmiştik. Bunu açıklayalım: Tek Tanrı’ya inananlar diye yahudilerden bahseden Beşinci Sifir (14/1) onları şöyle tavsif eder: “Siz Tanrı’nız Ebedî’nin çocuklarısınız.” Hıristiyanlığa gelince, bizzat İsa, birkaç kez Tanrı’ya inananların Tanrı’nın oğlu olduğunu bugünkü İncillerde söyler, bunu açıklar, hatta tarif eder. Şöyle ki: “Barışı elde edenlere ne mutlu! Zira onlar Tanrı’nın çocukları diye çağrılacaklar.” (Matta, 5/9). Bu arada çok ilginç olan şu hususu hatırlatalım: İncil’in bu cümlesinde yer alan “pacificateur” yani, “uzlaştırıcı” veya “barışı elde edenler” tâbirleri, “müslüman” teriminin karşılığını ifade etmektedir. Bilindiği gibi müslüman kelimesinin bir anlamı, “barış içinde ve selâmette olan”dır. Meşhur bir hadis-i şerifte şöyle denmektedir: “Müslüman, müslümanların elinden ve dilinden emin oldukları kimsedir.” (Buhâri, İman 4; Müslim, İman 64, 65, 66; Tirmizî, Kıyâme 52; Nesâi, İman 8)
Yine Luka şöyle demektedir: “Fakat düşmanlarınızı sevin, iyilik yapın ve bir şey ümid etmeden ödünç verin. Ve sizin mükâfatınız büyük olacak ve siz Çok Ulu’nun oğulları olacaksınız, çünkü O, nankör ve kötüler için de iyidir.” (Luka, 6/35). Şayet “Tanrı’nın oğlu” tâbirinin mânâsı bu ise, bundan çıkan her türlü karışıklık ve tutarsızlıklara mâni olmak için, her şeyi açıkça söylemek lâzımdır.
Çok mânidardır ki, bu hıristiyan âmentüsü metninin dışında -ki, bu metnin İncil veya Hz. İsa’nın sözü olmadığını biliyoruz- Hz. İsa, Yeni Ahid (İnciller)’in hiçbir yerinde “ben Tanrı’yım” demiyor; bilakis tam zıddını söylüyor:İşte benim seçtiğim kulum...” (Matta, 12/18). Tanrı’nın kendisi için bu sözünü söyleyerek, bunu kendisine tatbik eden Hz. İsa, Tanrı’nın kulu ve kölesi olmaktan gurur duymaktadır. Yine Matta, 24/36 ve Markos, 13/32’ye göre, “dünyanın sonu ne zaman gelecek?” sorusuna, İsa şöyle cevap verir: “Fakat o gün ve saat hakkında, ne göklerin melekleri, ne de Oğul; yalnız Baba’dan başka kimse bir şey bilmez.” Aynı şekilde Yuhanna, 5/19’da şöyle demektedir: “Doğrusu ve doğrusu size derim: Baba’nın yapmakta olduğunu gördüğü şeyden başka Oğul kendiliğinden bir şey yapamaz.” Görüldüğü gibi bugünkü İncillerde bile İsa, Tanrı olmadığını açıkça söylemektedir.
Hıristiyanlıkta İbâdet: İncillere göre İsa Mesih dedi: “Bu şeytan, ibâdet ve oruçtan başka bir şeyle çıkmaz.” (Matta, 17/21; Markos, 9/29). Fakat her şeyden evvel şunu söyleyelim ki, hıristiyanlıkta hac’dan hiç söz edilmiyor; sâniyen ibâdet ve orucun zorunluluğuna dair en ufak bir açıklama yoktur. Vergilere gelince, bu konuda şu çarpıklık ve ilgisizlik vardır: “Sezar’ın hakkını Sezar’a; Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya ödeyin.” (Matta, 22/21; Markos, 12/17; Luka, 20/25). Bu ifade, laikliğe yol açmış ve böylece kilise ve devletin bu şekilde birbirinden ayrılışında, iktidarın dinsizleşmesi ve hatta dine karşı müsâmahasız bir tavır takınması gibi büyük bir tehlike doğmuştur.
Hıristiyanlarda ibâdet, Tanrı’nın şânı için meydana getirilmiş ilâhilerden müteşekkildir. Katoliklerde ise “communion” denilen ve ekmek, şarap gibi maddî vasıtalarla ulûhiyete ortaklık vardır.

Hz. Mûsâ ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’in aksine; Hz. İsa’nın kendi risâletiyle ilgili yazılı bir metin bırakmamış olması üzücüdür. Bu sebeple tercüme mahiyetinde olan eldeki mevcut İnciller ile asıl İncil arasında mukayese yapma imkânı yoktur. Ayrıca Matta’nın yazmış olduğu Hz. İsa’nın Aramice olan hayat hikâyesinin aslına da sahip olmadığımızdan, Yunanca olan tercümesinin dahi asıl metne sâdık kalıp kalmadığını bilme imkânına da sahip değiliz. Şu halde, hıristiyanların dominikal duâlarındaki hatalar, İsa Mesih’e değil; Yunanlı mütercime veya İncil’i tahrif edenlere aittir.
Hıristiyanlarda oruç, hiçbir surette mecburi olmayıp, çok nâdir olarak oruç tutan papazlara da, hafif bir kahvaltı, tam bir öğle yemeği ve hafif bir akşam yemeği izni verilmiştir. Karem (careme) adı verilen oruç tutma süresince Pazar günleri hariç, 40 gün boyunca, yani 34 gün, oruç tutmak isteyenler bu tatbikatı yürütürler.



Muharref İncillerin Karanlık Yüzleri
Eldeki en eski İnciller Yunanca'dır. Halbuki Hz. İsa İbranice-Aramice konuşurdu ve İbranice konuşan yahûdilere İncil vâzediyordu. Eldeki dört İncilin % 90'ı Hz. İsa'nın hayat hikâyesinden ibârettir. İsa (a.s.) halka kendi hayat hikâyesini mi vâzediyordu? Soyundan, sopundan, doğumundan, şakirtlerinden, seyahatlerinden, çarmıha gerilip ölümünden, mezara konuluşundan mı bahsediyordu. İncillere baktığımızda İsa'nın İncil vâzettiğini görüyoruz: "Yahya ele verildikten sonra, İsa Allah'ın İncilini vâzederek Galile'ye gelip dedi: Vakit tamam oldu ve Allah'ın melekûtu yakındır; tövbe edin ve İncil'e iman eyleyin." (Markos, 1/14-15, s. 35). (İsa kıyam ettikten sonra, on birlere göründü) "Ve onlara dedi: Bütün dünyaya gidin, İncili bütün hilkate vâzedin." (Markos, 16/15, s. 55). "Ve vâki oldu ki, günün birinde mâbette halka öğretir ve İncil'i vâzederken..." (Luka, 20/1, s. 83). (Hz. İsa'nın İncili vâzetmesiyle ilgili diğer örnekler için bkz. Matta, 11/5, 24/14, 26/13, 9/135, 24/14, 4/23; Markos, 10/29; Pavlos'un Romalılara Mektubu, 1/10; I. Korintoslulara, 9/23). Peki, Hz. İsa'nın İncili nerede? Şimdiki dört İncilin hangisi? "İsa'ya Göre İncil" olmadığına göre, Hz. İsa hangi İncili vâzediyordu?
İlk İnciller İbrânice-Aramice olduğu halde, Yunanca'ya kim tercüme etti? Hiç olmazsa mütercim(ler)i tanısak, iyi olmaz mıydı? Hangi tarihte tercüme edildi? Tüm bunlar karanlıktır. En iyimser rakama göre Hz. İsa'dan 40-50 yıl sonra kaleme alınmaya başlandığı belirtilmektedir. Dört İncilin dışındaki İnciller niye korunmadı ve yasaklandı? Hangi İncilin daha doğru olduğuna dair hükmü tarih verseydi daha iyi olmaz mıydı? Üçüncü asırdan önce bu dört İncilin hiçbirinin mevcut olmadığını veya en azından makbul görülüp meşhur olmadıklarını yazan Batılı tarihçilerin sözü ne anlama gelmektedir?
Luka'nın havari olmadığı kesindir. Matta İncili'nin aslının İbranice ve Süryanice olduğu, Yunanca olmadığı kesin olduğuna göre, aslı nerede ve kim tercüme etti, bilinmiyor. Markos ve Luka İncillerinin Yunanca yazıldığı söyleniyor. Yuhanna İncili, İsa'nın tanrılığını ispat için yazılmıştır. Yuhanna en son yazılan İncildir; İsa'dan 100 yıl kadar sonra yazılmıştır. Demek ki üç İncil döneminde, yani üç İncil derlendiği zamanlarda, İsa'nın tanrılığıyla ilgili inanç yoktu. Bazı papazlar, İncillerden önce tevhide inanıyorlardı ve İsa'nın tanrılığı Yuhanna'dan sonra İncillere girdi. Tevrat'ın yahûdilerce mûteber sayılan bazı bölümleri hıristiyanlarca niçin reddedilmekte ve hıristiyanların mûteber kabul ettiği ve Kitab-ı Mukaddes'in ilk bölümlerini oluşturan Eski Ahit (Tevrat) ile yahûdilerin kutsal kitabı (Tevrat'ı) niye aynı değil? İncillerde yer alan akla, mantığa ters düşen, bilimle çelişen hususlar nasıl vahiy olabilir? Müstehcen ve çirkin ifadelerin kutsal metinde yer alması nasıl izah edilebilir? İncillerde gereksiz nice ayrıntılar yer alırken, Hz. İsa'nın hayatı ve mûcizeleri çok geniş anlatılırken; dinî hükümler niye çok azdır? Dinî hükümlerin de hemen hepsi evlenme ve boşanmayla ilgilidir. Haram ve helâllar niye bu kitaplarda hemen hiç yer almaz? Ve laiklik özendirilerek Sezarın hakkı ile Tanrının hakkı ayrı tutulur?
Hıristiyan mezheplerin bile, İncillerin mâhiyeti hakkında birbirleriyle ittifakı yoktur. Yani, hıristiyanların büyük çoğunluğunu teşkil eden Katoliklerin kabul ettiği İnciller ile, Protestanların kabul ettiği İnciller aynı değildir. Protestan İncilinde 7 kitap yoktur, onlar toplam 66 kitabı İncil (Yeni Ahit) olarak kabul ederlerken; Katolik İncilleri ayrıdır; onlar daha fazladır, toplam 73 kitap İncil olarak kabul edilmektedir.
İncillerde çok sayıda çelişkiler yanında, kelimesi kelimesine, hatta parantezlerde bile ortak cümleler vardır. Matta ile Markos'taki ortak cümlelerin sayısı 178'dir. Markos ile Luka'daki ortak cümleler 100 tane, Matta ile Luka'daki ortak cümlelerin sayısı 230'dur. Her üç sinoptik İncildeki ortak cümleler ise 330 tanedir. Meselâ Matta, 9/6, s. 9; Markos, 2/10-11, s. 36; Luka, 5/24, s. 63: Kelimesi kelimesine tekrardır; parantezler bile aynıdır. Kim, kimden kopye çekti, orası tam belli değildir. Matta, 3/7-11, s. 3; Luka, 3/7-10, s. 60: Aynı kelimeler tekrarlanır. Mattta, 3/3, s. 3; Markos, 11/3, s. 35; Luka, 3/4, s. 60) yine tümüyle aynıdır. Birbirlerinden iktibas ettikleri anlaşılmaktadır.
İncil'e şöyle bir göz atan kimse bile, İncillerin tahrif edildiğini hemen gözüne batacak şekilde görecektir: İncillerin bazı dipnotlarında bu tahrifin itiraf edildiği görülecektir. Meselâ, Matta, 17/21'in (s. 19) dipnotu: "Bazıları eski olan bir çok muteber metinlerde 21inci âyet ilâve olunmuştur: Fakat bu cins dua ve oruçtan başka bir şeyle çıkmaz."
Matta, 18/11'in dipnotu (s. 20): "Bazıları eski olan bir çok muteber metinlerde 11inci ayet ilâve olunmuştur: Zira İnsanoğlu kaybolmuş olanı kurtarmağa geldi."
Matta, 23/14 İncillerde yok (s. 26). 13'den sonra 15'e atlanmış ve 13'ün sonunda dipnot konmuş. Bu dipnotta şunlar yazılı: "Bazı muteber metinlerde 14üncü âyet buraya, yahut 12inci âyetten sonraya ilâve edilmiştir."
Markos, 9/44 ve 46. cümleler İncillerde yok, atlanmış (s. 46). Ve dipnotta şu açıklama var: "48inci âyetin ayni olan 44 ve 46ncı âyetler en muteber metinlerde bulunmuyor." Hemen devamında 9/49'un dipnotu: Bir çok eski metinlerde 'Ve her kurban tuzla tuzlanacaktır' ibaresi ilâve edilmiştir."
Yine, Markos, 11/26 (s. 48) atlanmış. 25'in bitiminde dipnotta şunlar yazılı: "Bir çok eski muteber metinlerde 26ncı âyet ilâve olunmuştur."
Aynı durum, Markos, 15/28 için de sözkonusudur. 28. cümle atlanmış ve dipnotta benzer açıklama yapılmıştır (s. 54).
Markos, 7/16'nın dipnotu (s. 43): Bir çok muteber eski metinlerde 16ncı âyet ilâve olunmuştur..."
Markos, 16/9-20 arası, hıristiyan araştırıcılara göre sonradan ilâve edilmiştir.
Luka, 17/36'nın dipnotu (s. 81): "Bazı muteber eski metinlerde 36'ıncı âyet ilâve olunmuştur..."
Luka, 23/17 (s. 88) atlanmış. 16'nın sonunda düşülen dipnotta: "Bir çok eski muteber metinlerde 17nci âyet ilâve olunmuştur..." denilir.
Yuhanna İncilinden Bir Dipnot: "Eski metinlerin ekserisinde 7:53'ten 8:11'in nihayetine kadar olan kısım yoktur. Bu kısmı hâvi olan metinler de birbirinden farklıdırlar." (Yuhanna, 8/11'in dipnotu, s. 102)
Yuhanna 5/4 de yoktur (s. 97). Dipnotta şunları okuyoruz: "Bir çok eski metinlerde tamamen veya kısmen ilâve edilmiştir..."
Yuhanna 9/35'de (s. 104) "... Sen insanoğluna..." diye geçen ifadede, "insanoğluna" kelimesinde dipnot düşülerek, aşağıda şu açıklama yapılmış: "Bir çok eski metinlerde, 'Allahın oğlunu' yazılmıştır."
Resullerin İşleri, 8/37 de yoktur (s. 128). Dipnotta şu açıklama yapılmıştır: Bazı eski metinler, tam olarak yahut kısmen 37'nci âyeti ilâve ediyorlar..."
Yine Resullerin İşleri, 15/34 de yoktur (s. 137). Dipnotta şöyle denir: Bazı eski metinler 34üncü âyeti bazı farklarla ilâve ederler..."
Yine Resullerin İşleri'nde, 24. bapta 7. cümle yoktur (s. 147); dipnotta benzer açıklama yapılır. Aynı durum, 28. bâbın 29'uncu cümlesi için geçerlidir (s. 153).
Pavlusun Romalılara Mektubu, 16/24 de yoktur. Dipnotta benzer açıklama vardır.

Bu tahrife, katma ve çıkarmalara karşı Kutsal Kitaptan bir beddua ve onları bekleyen âkıbet: "Bu kitabın peygamberlik sözlerini her işitene ben şehadet ediyorum: Eğer bir adam bunlara bir şey katarsa, Allah, bu kitapta yazılmış olan belâları ona katacaktır; ve eğer bir adam bu peygamberlik kitabının sözlerinden çıkarırsa, Allah bu kitapta yazılmış olan hayat ağacından ve mukaddes şehirden onun payını çıkaracaktır." (Kitab-ı Mukaddes, 22/18-19, s. 274)
Ve Kur'an'dan bir âyet: “Vay haline o kimselerin ki Kitab’ı elleriyle yazarlar, sonra o yazdıkları şeyi az bir para karşılığında satmak için ‘Bu Allah katındandır’ derler. Ellerinin yazdıklarından ötürü vay haline onların! Yine, kazandıklarından ötürü vay haline onların!” (2/Bakara, 79)
Matta İncili'ni yazan başka biri olmalı, Matta İncilini Matta'dan başka biri yazmış olmalı ki, şöyle denilmektedir: "Ve İsa oradan geçerken gümrük yerinde oturan ve Matta denilen bir adam görüp ona: Ardımca gel, dedi. O da kalkıp ardınca gitti." (Matta, 9/9, s. 9).
Luka, İncilini niçin yazdı? Ona ilham eden kimdi? Luka İncilinin ilk satırlarından anlaşılıyor ki, kendisi görmemiş, kimden rivâyet ediyor, belli değil: "Aramızda vâki olmuş şeylerin hikâyetini, başlangıcından gözlerile görenlerin ve kelâmın hizmetçisi olanların bizlere nakil ettiklerine göre tertip etmeğe birçok kimseler giriştiklerinden, ben de ta başından beri hepsini dikkatle araştırıp tahkik ederek, ey faziletli Teofilos, olduğu gibi sırası ile sana yazmağı münasip gördüm, ta ki, sana öğretilen kelâmın doğruluğunu bilesin." (Luka, 1/1-4, s. 56)
Yuhanna İncilinde, "o, bu, biz, ben" kimdir? "gören şehadet etti ve onun şehadeti doğrudur ve iman edesiniz diye kendisi doğruyu söylediğini bilir." (Yuhanna, 19/35, s. 116). "Bu şeylere şehadet eden ve bu şeyleri yazan şakirt budur ve biliriz ki, onun şehadeti doğrudur. İsa'nın yaptığı başka çok şeyler daha vardır, eğer birer birer yazılmış olsalar, yazılan kitaplar dünyaya bile sığmazdı sanırım." (Yuhanna, 21/24-25, s. 118)




Muharref İncillerdeki Yüzlerce Çelişkiye Örnekler
Hıristiyanlara göre Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri tümüyle vahiydir, Allah’a ait doğrulardır ve bu dört İncil, birbirlerini tamamlayıp takviye ederler. Ama, bu dört İncilde öylesine çok çelişki ve farklılılklar vardır ki, bunlar koca bir kitabın kapsamı içinde ancak değerlendirilebilir. Burada bu çelişkilerden bazı örnekler vermekle yetineceğiz:
Muharref İncillerde Hz.İsa’nın Nesebi Konusunda Görülen Çelişkiler:
Dört İncilden ikisi, Markos ile Yuhanna, Hz. İsa’nın nesebinden hiç bahsetmezler. Diğer iki İncil, yani Matta ile Luka, onun nesebinden bahsetmekle beraber, verdikleri soy kütüğü bakımından bu iki İncil arasında açık bir çelişki vardır.
Matta İncili, Hz. İsa’nın soy kütüğünü Hz. İbrâhim’e kadar götürmekte, ondan ileriye götürmemektedir. Luka İncili ise Hz. İsa’nın nesebini Hz. Âdem’e kadar ulaştırmaktadır. Matta’da Hz. İsa’dan Hz. İbrâhim’e kadar kırk kişi sayılırken, Luka’da elli beş kişi sayılmaktadır. Luka, Hz. İbrâhim’den Hz. Âdem’e kadar ayrıca yirmi kişi saymaktadır, bu kısım Matta’da yoktur. Luka’nın verdiği soy kütüğünde toplam isim sayısı yetmiş beşe ulaşmaktadır. Burada akla şöyle bir ihtimal gelebilir: Matta’nın vermiş olduğu listede bazı isimler unutulmuş olabilir; Luka, Matta’nın unutmuş olduğu isimleri listesine ilâve ederek sayıyı yetmiş beşe çıkarmış olabilir. Fakat gerçek böyle değildir. Matta’nın 1'den 40'a kadar saymış olduğu isimlerle, Luka’nın 1'den 55'e kadar saydığı isimler arasında büyük farklılıklar vardır. Matta’nın, Hz. İsa’nın atası olarak zikrettiği isimlerden yirmi üç tanesini Luka hiç zikretmiyor. Luka’nın, Hz. İsa’nın atası olarak zikrettiği isimlerden otuz sekiz tanesini de Matta hiç zikretmiyor. İki İncilde yer alan iki farklı ve ayrı soy kütüğü vardır ve bunların birbirini tamamlaması imkânsızdır. Bu durumu daha açık bir şekilde göstermek için her iki İncilde verilen soy kütüğünü karşılıklı olarak bir tablo halinde göstermemiz mümkündür:
Hz. İsa’nın Ataları:
Matta İnciline Göre Luka İnciline Göre
1- Yusuf Yusuf
2- Yakub Heli
3- Mattan Mattat
4- Eleazar Levi
5- Eliud Melki
6- Ahim Yannay
7- Sadok Yusuf
8- Azor Mattatya
9- Elyakim Amos
10- Abiud Nahum
11- Zerubbabel Esli
12- Şealtiel Naggay
13- Yekonya Maat
14- Yoşiya Mattatya
15- Amon Semein
16- Manasse Yoseh
17- Hizkiya Yoda
18- Ahaz Yoanan
19- Yotam Risa
20- Uzziya Zerubbabel
21- Yoram Şealtiel
22- Yehoşafat Neri
23- Asa Melki
24- Abiya Addi
25- Rehoboam Kosam
26- Süleyman Elmadam
27- Davud Er
28- Yesse Yeşu
29- Obed Eliezer
30- Boaz Yorim
31- Salmon Mattat
32- Nahşon Levi
33- Amminadap Simeon
34- Ram Yehuda
35- Hetsron Yusuf
36- Perets Yonam
37- Yehuda Elyakim
38- Yakub Melea
39- İshak Menna
40- İbrahim Mattata
41- Natan
42- Davud
43- Yesse
44- Obed
45- Boaz
46- Salmon
47- Nahşon
48- Amminadap
49- Aram
50- Hetsron
51- Perets
52- Yehuda
53- Yakub
54- İshak
55- İbrahim
Görüldüğü gibi iki listede yer alan isimlerin büyük bir çoğunluğu birbirine uymadığı gibi, uyan isimlerin sıradaki yerleri de hayli farklıdır (Kitab-ı Mukaddes, Matta, I/1-17, s. 1; Luka, 3/23-38, s. 60-61). Tabloda açıkça görüldüğü gibi Luka’nın ilâve ettiği isimler, Matta’nın eksik bıraktığı isimler değildir. İki İncil farklı farklı soy kütükleri vermişlerdir. Burada özellikle Matta’nın verdiği soy kütüğünde Hz. Süleyman, Hz. İsa’nın atası olarak zikredilirken, Luka’da Hz. Süleyman’ın kütükte yer almamakta olduğunu belirtmek gerekir.
Aslında her iki İncil, Hz. İsa’nın nesebini vermekle beraber, ayrıca onun babasız doğduğunu, annesi Meryem’in, Tanrı’dan hâmile kaldığını, Tanrı’nın onun rahmine ruhu üfürmesi ile İs’nın dünyaya geldiğini belirtmişlerdir. Yani bu iki İncile göre Hz. İsa’nın insan cinsinden babası yoktur. Öncelikle, böyle bir soy kütüğü belirleyip Hz. İsa’nın atalarını saymak, onun tanrılığı ile nasıl bağdaşır? Onu hem hâşâ Allah’ın bir tecessüdü, aynısı olduğunu belirtip hem de ona babalar ve dededeler atfetmek bir çelişki değil midir? Önce karar versinler, Hz. İsa, hâşâ Allah’ın oğlu mu, yoksa bu sayılan insanların oğlu mu? İsa’nın İncillerde sayılan bu baba ve dedeleri de ilâh mı, yoksa onlar birer insan mı? Bunların Tanrı ile akrabalık dereceleri nedir?
Buna rağmen İnciller, Hz. İsa’nın nesebini annesi Meryem tarafından değil de, üvey babası Yusuf tarafından yürütmektedirler; bu açık bir çelişkidir. Hz. İsa, Yusuf’un oğlu değilse, onun sülbünden meydana gelmemişse, Yusuf nasıl Hz. İsa’nın babası olabiliyor? Hz. İsa, Marangoz Yusuf’un sperminden hâsıl olmadığı halde bu iki İncilde Yusuf, onun babası sayılarak Hz. İsa’nın soy kütüğüne birinci sıradan katılıyor. Hz. İsa’ya bir soy kütüğü tesbit edilecekse, Bunun üvey baba Yusuf tarafından değil, annesi Hz. Meryem tarafından olması gerekirdi. Eğer ona bir soy kütüğü yazılması gerekli ise, bunun: İsa, Meryem’in oğlu; Meryem, İmran’ın kız, İmran, ...... oğlu gibi neseb; Meryem, İmran,... tarafından yürütülmeli idi. Kur’ân-ı Kerim, İmran’ın kızı Meryem’in Hz. İsa’nın annesi olduğunu ve onun hiçbir beşerin eli değmeden İsa’yı dünyaya getirdiğini belirtir. İsa (a.s.)’yı sık sık “Meryem’in oğlu İsa” (2/Bakara, 87, 253; 3/Âl-i İmrân, 45, 157, 171; 5/Mâide, 17, 46, 72, 75, 78, 110, 112 vd.) şeklinde tanıtır.
Dolayısıyla Matta ve Luka İncillerinin, Hz. İsa’ya üvey babası Yusuf tarafından yürütmüş oldukları neseb, gerçekte Hz. İsa’nın nesebi değildir. Bu İncillerin verdikleri soy kütüğü yanlış bir soy kütüğüdür. Bu iki İncildeki Hz. İsa’nın soy kütüğü listeleri, aynı İncillerin diğer yerlerindeki haberlerle de çelişmektedir (Kitab-ı Mukaddes, Matta, 1/18-25, s. 1; Luka, 2/1-7, s. 58).
Matta ve Luka İncillerinde yer alan soy kütüğü listelerinde Hz. İsa’dan Hz. İbrâhim’e kadar iki İncilin ittifak edebildiği sadece on sekiz isim vardır. Diğer isimler birbirinden farklıdır. Matta’da kırk isim varken, Luka’da bu isim listesi nasıl elli beşe varabiliyor? Bu İncil yazarları Allah’tan nasıl bir vahiy almışlar ki, birbirlerinden bu kadar farklı şeyler yazabilmişlerdir? Matta İncilinin birinci bâbının 1-17. cümleleri arasında verilen listede Yusuf’un, Hz. İsa’nın babası olduğu söyleniyor. Aynı İncilin aynı bâbının 18-25. cümleleri arasında Hz. Meryem’in Allah’tan nasıl hâmile kaldığı anlatılıyor. İnciller arasında çelişki olduğu gibi, bir İncilin aynı bâbındaki cümleler arasında, aynı bapta, aynı sayfada çelişkilere rast gelmekteyiz. Bundan sonra hıristiyan yazarlar dört İncilin, yazarlar tarafından Tanrı’nın vahyi ile yazıldığını ileri sürebiliyorlar.
Hz. İsa’nın doğum olayına bağlı olarak Matta ve Luka İncillerinde tesbit edilen diğer bir çelişki, o sırada Roma imparatoru olan kişi ile, Suriye ve Filistin bölgesi yöneticileri hakkında verilen haberlerdir. Matta’ya göre Hz. İsa’nın doğduğu sırada kral olan kişi Hirodes’tir. O sırada herhangi bir nüfus sayımı sözkonusu değildir. Hirodes, kâhinlerin kehâneti yüzünden yahûdilerden doğacak bir çocuğun kendi tahtını elinden alacağını öğrenmiştir. Doğudan gelen bu kâhinler, kral Hirodes’e “yahûdilerin kralı olarak doğan çocuk nerede?” diye sorunca, Hirodes kendi tahtını tehdit eden Hz. İsa’yı öldürmek için aramaya başlamış ve bu yüzden üvey babası, annesi ile birlikte onu Beytlehem’den Mısır’a götürmüştür. Bu habere göre Hz. İsa’nın doğum hâdisesi kral Hirodes zamanında cereyan etmiştir (Kitab-ı Mukaddes, Matta, 2/1-17). Halbuki Luka’ya göre Hz. İsa, Roma imparatoru Augustos zamanında dünyaya gelmiştir. Hz. İsa’nın üvey babası Yusuf, Yahudiye’nin Beytlehem şehrindendir. Augustos imparatorluğunun her tarafında nüfus sayımı yapılmasını emretmiş, Yusuf bunun üzerine nişanlısı Meryem’le beraber sayılmak üzere Beytlehem’e gelmiştir. Hz. İsa bu sırada dünyaya gelmiştir. O sırada Roma İmparatorluğunun Suriye valisi Kirinius’tur. Luka İncilinde Hirodes ismi hiç geçmemekte, dolayısıyla Hirodes yüzünden Mısır’a kaçıştan da bahsedilmemektedir. Aksine bu İncilde nüfus sayımı var, anne ile babanın çocuğu önce Kudüs’e, sonra kendi kentleri Galile’nin Nasıra şehrine götürmeleri var (Kitab-ı Mukaddes, Luka, 2/1-40, s. 58-59). Matta’da Yahudiye’den Mısır’a gidiş ve Mısır’dan Nasıra’ya dönüş varken, Luka’da Beytlehem’den Kudüs’e, Kudüs’ten de Nasıra’ya dönüş vardır. Matta’da kral Hirodes zikredilirken, Luka’da İmparator Augustos ve vali Kirinius isimleri geçmektedir.
Hz. İsa’nın doğumu olayında Hirodes’in ismini hiç ağzına almayan Luka, daha sonraki bölümlerde ondan bahsetmekte, İmparator Tiberius zamanında Hz. Yahya’nın vaftize başladığı sırada Hirodes’in, Galile’nin dörtte birini yönettiğini haber vermektedir. Bu noktada, sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Hz. İsa, Matta’ya göre imparator Tiberius zamanında Hirodes’in krallığı sırasında dünyaya gelmiştir; Luka’ya göre ise imparator Augustos zamanında vali Kirinius döneminde dünyaya gelmiştir. Acaba birbiri ile çelişen bu iki vahiyden(!) hangisi doğrudur? (Şaban Kuzgun, a.g.e. s. 305-311)
İncil yazarları, Eski Ahitte teferruatıyla anlatılan gayr-ı meşrû yahûdi atalarından bir nesli "Rab ve kurtarıcı" kabul edilen İsa'ya yakıştırmışlardır. İçlerinde altı zinâkâr erkek ve en yakın akrabalarıyla ilişkiler sonucu oluşan gayr-ı meşrû döller, İsa'nın ataları olarak açıklanmış. Kendi kanunlarına göre taşlanarak öldürülmeleri gereken (Kitab-ı Mukaddes, Levililer, 21/10, s. 120) ve Allah'ın evinden sürülmeye mahkûm kadın ve erkeklerden meydana gelen soykütüğü. Halbuki Kitab-ı Mukaddes'te şunları da vahiy kabul ediyorlar: "Nâmeşru çocuk Rabbin cemaatına girmeyecektir. Kendinden olanlardan hiçbiri, hatta onuncu nesle kadar Rabbın cemaatına girmeyecektir." (Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, 23/2, s. 200). Meselâ Peretz ve Zorah Hz. İsa'nın ataları olarak belirtilir (Matta, 1/3, s. 1). Bu kimseler ise Tamar'ın kayınpederiyle yaptığı zinâdan doğmuşlardır (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, 38/30, s. 39).
Hz. İsa'nın soykütüğü dört İncilden sadece ikisinde var. Allah, diğer iki İncil yazarına kendi oğlunun soykütüğünü niçin ilham etmedi, o da belli değildir. Matta'da Davud ile İsa arasında 26 nesil sayılırken, Luka'da Davud ile İsa arasında kırk bir nesil sayılır. Ve ikisi arasında tek ortak isim Yusuf'tur. Yusuf da, zannedilen bir babadır: "Ve zannedildiği üzre, Yusuf oğlu, Heli oğlu..." (Luka, 3/23, s. 60). Her iki İncil yazarı İsa'yı Davud'un oğlu diye göstermek için gayret sarfeder. Çünkü atası Davud'un tahtı üzerine oturması gerekir (Resullerin İşleri, 2/30, s. 121). Halbuki İncillere göre Davud'un tahtı üzerine İsa değil, Roma'lı putperest bir vali oturdu. Ve tahtın mirasçısını ölüme mahkûm etti.
Davud'un iki ayrı oğlundan nesil olarak İsa doğamaz. Bu akla ve hayale sığmaz. Halbuki Hz. İsa, Matta (1/6, s. 1): Süleyman yoluyla Davud'un oğludur. Luka (3/31, s. 60): Natan yoluyla Davud'un oğlu olarak gösterilir. Dolayısıyla Davud'un nesli olduğu daha ilk kalemde eline diline dolaştırılır; kendi kendilerini tekzip ederler. Bu çelişki için bazı hıristiyanlar, hiçbir delil olmadığı halde Matta'nın Yusuf'un soykütüğünü, Luka'nın ise Meryem'inkini anlattığını iddia ediyorlar. Halbuki Meryem'in ve babası İmran'ın isimleri kesinlikle soykütüğünde yoktur.
Hz. İsa (hâşâ) Lânetli miydi? İncili tahrif ederek, Hz. İsa sevgisinde aşırı giderek Tanrı'nın oğlu olarak niteleyen hıristiyanlar, çok büyük çelişkiye düşerek onu Allah tarafından lânetli kabul ederler. Bu son derece çirkin çelişki, İncillerin belki en büyük çelişkisidir: "Mesih bizim uğrumuza lânet olmuş olarak bizi şeriatin lânetinden kurtardı; çünkü yazılmıştır: Ağaç üzerine her asılan lânetlidir." (Kitab-ı Mukaddes, Galatyalılara, 3/14, s. 195). Tevrat'ta lânetlilerin bir grubu şöyle belirtilir: "çünkü asılmış olan adam Allah tarafından lânetlidir." (Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, 21/23, s. 198). İncillerin dördü de Hz. İsa'nın asıldığını, çarmıha gerildiğini ifade eder: Matta, 27/38; Markos, 15/27; Luka, 23/33; Yuhanna, 19/18. Kur'an, onun asılmadığını çok net olarak belirtir: 4/Nisâ, 157.
“Kötü adam salihin fidyesidir, Hain adam da doğruların.” (Kitab-ı Mukaddes, Süleymanın Meselleri, 21/18, s. 648). Demek ki, Hz. Âdem'den Hz. İsa’ya kadar bütün peygamberler ve tüm insanlık salih ve doğru olmamış sayılmalıdır ki, Hz. İsa, sâlih olarak o kötü adamların fidyesi olsun; veya onlar sâlih ve doğru iseler, Hz. İsa kötü ve hâin olmalı!
Yine, fidye olan biri, tüm insanlık için, güzel bir görev uğruna ölen kimse, asılırken: “Allah’ım, niçin beni bıraktın?” der mi? “Ve dokuzuncu saate doğru, İsa: Eli, Eli lama sabaktani? Yani: Allah’ım, Allah’ım, beni niçin bıraktın? diye yüksek sesle bağırdı.” (Matta, 27/46, s. 33; Markos, 15/34, s. 54)
Muharref İncillerde Havârilerle İlgili Çelişkiler:
Hz. İsa’nın havâriler ile karşılaşması ve onları öğrenci olarak yanına alması olayı, Sinoptik İncillerle Yuhanna İncilinde birbirinden çok farklı ve çelişkili olarak anlatılmaktadır. Matta, Markos ve Luka İncillerine göre Hz. İsa, Galile (Celile) gölü kenarında faâliyet gösterirken önce balıkçılık yapan Petrus ile onun kardeşi Andrea’yı, sonra Zebedi’nin oğulları Yakub ile Yuhanna’yı vaazları sırasında tanımış, onları öğrenci olarak yanına almış ve onlara “Sizi insan tutan balıkçı yapacağım” diyerek kendi peşinden gelmelerini onlardan istemiştir (Matta, 4/18-22; Markos, 1/16-20; Luka, 5/1-11).
Hz. İsa’nın bu ilk havârilerle karşılaşması Matta ve Markos’a göre Hz. Yahya’nın tutuklanmasından sonra olmuştur. Luka İncili bunun ne zaman olduğu konusunda herhangi bir tarih vermemektedir. Yuhanna İnciline göre Hz. İsa’nın havarilerle karşılaşması, Hz. Yahya’nın tutuklanmasından önce olmuştur. Yuhanna’ya göre bu ilk karşılaşma, diğer İncillerde belirtildiği gibi Galile gölü kıyısında İsa’nın vaazları sırasında olmamıştır. Bu İncile göre balıkçılık olayı hiç ortada yoktur. Yuhanna’nın anlattıklarına göre ilk havariler, Yahya’nın öğrencileri imişler. Petrus’un kardeşi Andreas, bir arkadaşı ile otururken, oturdukları yerin önünden Hz. İsa geçiyormuş; bu sırada Yahya, Hz. İsa’yı göstererek: “İşte Tanrı’nın Kuzusu” demiş. Bu sözü duyan Andreas ve arkadaşı Hz. İsa’nın peşinden giderek ona öğrenci olmuşlar. Andreas, daha sonra kardeşi Petrus’u da Hz. İsa’nın yanına götürerek ona öğrenci yapmış. Yuhanna’ya göre Beytanya’da gerçekleşen bu olayda, Hz. İsa’ya tâbi olan ilk öğrenciler: Andreas, Petrus, Filipus ve Natanyel imiş (Yuhanna, 1/35-51, s. 93). Bu durumda biz Sinoptik İncillerdeki bilgilere mi, yoksa Yuhanna’daki bilgilere mi inanalım? Hz. İsa havarilerle ilk olarak Galile gölü kıyısında mı, yoksa Beytanya’da mı karşılaştı? Bu karşılaşma, Hz. Yahya’nın tutuklanmasından önce mi, yoksa sonra mı oldu? İlk havarileri, Hz. İsa’ya Yahya mı gönderdi, yoksa onları Galile gölünde balık avladıkları sırada Hz. İsa kendisi mi buldu? Uzayıp giden bu sorulara bir soru daha ekleyebiliriz: İlk havariler Andreas, Petrus, Filipus ve Natanyel miydi, yoksa Petrus, Andreas, Yakub ve Yuhanna mıydı? Hepsi iki şıklı olan bu sorulardan birinci şıkları doğru kabul edersek, Yuhanna İncilinin yazdıklarını kabul etmiş ve Sinoptik İncillerin yazdıklarını reddetmiş oluruz. Yok, ikinci şıkları doğru kabul edersek bu defa Sinoptik İncillerin yazdıklarını benimsemiş ve Yuhanna İncilinin yazdıklarını kabul etmemiş oluruz. Yani, dört İncilin yazmış olduğu şeylerin tamamına birden inanabilmek imkânsızdır; birine inanınca mecburen öbürünü reddetmiş olursunuz. “Yuhanna doğru yazıyor” denildiği zaman, bu konularda “diğer üç İncil yanlış yazıyor” denilmiş olur.
Havarilerin Kimler Olduğu Konusunda Bile İttifak Yoktur: Sinoptik İnciller on iki havarinin ismini birlikte verirken, Yuhanna İncili bunların ismini (on iki olarak) birlikte vermez. Ayrıca Sinoptik İncillerde (Matta, Markos, Luka) verilen isimler konusunda tam bir mutabakat sağlanabilmiş değildir. Matta ile Markos’da şu isimler yer almaktadır: Petrus, Andreas, Zebedi oğulları Yakub ile Yuhanna, Filipus, Bartalamay, Tomas, Matta, Alfay oğlu Yakub, Taday, Yurtsever Simun, Yehuda İskaryot. Luka İncilinde sayılan isimlerden onuncu isimde farklı bir durum vardır. Matta ve Markos’da onuncu isim “Taday” iken, Luka’da bu onuncu isim Yakub oğlu Yehuda’dır (Matta, 10/2-4; Markos, 3/13-19; Luka, 6/12-16). Yuhanna’nın ilk havâriler arasında ismini zikrettiği Natanyel, Sinoptik İncillerde yer almamaktadır. Daha on iki havarinin ismi üzerinde bile bir ittifak sağlayamayan bu dört İncilin sıhhatine nasıl inanalım?
On iki havari ile ilgili olarak İncillerde dikkat çeken çok önemli bir husus daha vardır. On iki havarinin isimleri arasında, daha sonra Hz. İsa’yı ihbar edecek olan Yehuda İskaryot’un da ismi geçmektedir. İncillerde bu Yehuda’nın hâin ve günahkâr olduğu, Hz. İsa’nın dilinden onun, “İnsanoğlunu ele verenin vay haline! O adam hiç doğmamış olsaydı daha iyi olurdu” (Matta, 26/24, s. 30) diye belirtildiği halde, yine aynı İncillerde içlerinde bu hâin Yehuda’nın isminin de bulunduğu on iki havari için, Hz. İsa’nın şöyle söylediği zikredilmektedir: “İsa da onlara dedi: Doğrusu size derim: İnsanoğlu her şeyin yenilenmesinde, izzetinin tahtına oturacağı zaman, siz ki benim ardımca gelenlersiniz, siz de İsrailin on iki sıptına hükmederek on iki taht üzerinde oturacaksınız.” (Matta, 19/28, s. 22). Âhirette veya gelecekte on iki havari, on iki tahta oturup on iki İsrail kabilesini yargılayacağına göre ve bu on iki kişi arasında Yehuda’nın da adı zikredildiğine göre, tahtlardan birine oturup bir İsrail kabilesini yargılayacaklardan biri de bu hâin Yehuda olacaktır. Halbuki Hz. İsa, kendisini ihbar edecek olan bu kişi için “Doğmasa daha iyi olurdu” dememiş miydi? Bu açık bir çelişki değil midir? Bu konuda Matta İncilinin 19. bâbı ile ile 26. bâbı, açıkça birbirleriyle çelişkili durumdadır.
Havarilerden Petrus ile ilgili olarak Hz. İsa bir yandan, ona İlâhî bir pâye vererek “Ne mutlu sana Yunus oğlu Simun, bu sırrı sana açan insan değil, göklerdeki babamdır. Ben de sana şunu söyleyeyim, sen Petrus’sun ve ben babamın topluluğunu bu kayanın üzerine kuracağım... Göklerin egemenliğinin anahtarını sana vereceğim” (Matta, 16/17-19) diye ona hitap etmekte ve onu kendi yerine vekil bırakacağını haber vermektedir. Bu bapta yazılanlara göre Hz. İsa, Petrus’a İlâhî bir pâye verirken, aynı bâbın birkaç cümle sonrasında Petrus’un, konuşmaları yüzünden Hz. İsa’yı azarlaması sebebiyle Hz. İsa’nın ona, “Çekil önümden şeytan! Sen yolumda engelsin, senin düşüncelerin Tanrı’nın değil, insanın düşünceleridir” (Matta, 16/23; Luka, 12/9) dediği ileri sürülmektedir. Matta İncilinde yer alan bu çelişkili ifadeler, İncillerin ne kadar güvenilir ve sağlam olduklarını açıkça göstermektedir. Matta İncili 16. bâbın 19. cümlesinde “Bu sırrı sana göklerdeki babam açtı... Göklerin egemenliğinin anahtarını sana vereceğim” diye Petrus’a hitap eden Hz. İsa, nasıl oluyor da aynı bâbın 23. cümlesinde “Senin düşüncelerin Tanrı’nın düşünceleri değil... Çekil önümden şeytan” diye aynı Petrus’a hitap etmiş oluyor?
Hz. İsa, Matta ve Luka İncillerinde kendisini inkâr edenleri kendisinin de inkâr edeceğini ifade ederek şöyle söylemektedir: “İnsanların önünde beni açıkça kabul eden herkesi, ben de göklerde olan babamın önünde açıkça kabul edeceğim. İnsanların önünde beni inkâr edeni, ben de göklerde olan babamın önünde inkâr edeceğim” (Matta, 10/32-33). Halbuki daha önce ilâhî bir pâye verdiği Petrus’un tutuklandığı gece, kendisini inkâr edeceğini ona: “Bu gece horoz ötmeden önce sen beni üç kere inkâr edeceksin” (Matta, 26/34; Markos, 14/30; Luka, 22/34; Yuhanna, 13/38) diyerek haber vermişti. Buna göre Hz. İsa, bir yandan, kendisini inkâr edenleri, kendisinin de inkâr edeceğini söylerken, öbür yandan Petrus’a, “sen beni bu gece üç kere inkâr edeceksin” diyerek ona hitap etmektedir. İncillerin beyanına göre, gerçekten tutuklama gecesinde Petrus, Hz. İsa’yı üç kere inkâr etmiştir. Petrus Hz. İsa’yı inkâr ettiğine göre, Hz. İsa’nın da göklerdeki babasının önünde Petrus’u inkâr etmesi gerekmektedir. Madem ki Hz. İsa “Beni inkâr edeni ben de inkâr edeceğim” demiştir ve Petrus da onu insanların önünde inkâr etmiştir. Öyleyse onun da Petrus’u inkâr etmesi kaçınılmazdır. Halbuki İncillerde geçen diğer pasajlara göre Hz. İsa, Petrus’un kendisini üç kere inkâr etmesine karşılık, bırakın onu inkâr etmeyi, kendisine pâyelerin en büyüğünü vererek onu kendi yerine vekil bırakmaktadır.
İncillere göre Hz. İsa, tutuklanıp çarmıha gerildikten sonra yeniden dirilerek havarilerine görünmüş ve bu sırada Petrus’a, “Kuzularımı otlat” (Yuhanna, 21/15, s. 118) diyerek onu kendi yerine vekil bıraktığını açıklamıştır. Netice olarak “Beni inkâr edeni ben de inkâr edeceğim” diyen Hz. İsa, bu dediğinin aksine kendisini inkâr eden Petrus’u inkâr etmemiş oluyor.
Muharref İncillerde Petrus’un inkârıyla ilgili olarak bu belirttiğimizin dışında başka çelişkiler de vardır. Matta’ya göre, “Sen İsa ile birlikte değil miydin?” diye soru soranların birincisi bir hizmetçi kız, ikincisi başka bir hizmetçi kız, üçüncü olarak bu soruyu soran ise orada oturmakta olan bir grup insandır (Matta, 26/69-75, s. 31-32). Bu İncile göre üçüncü sorunun sorulmasından ve Petrus’un üçüncü inkârından sonra horoz bir kere ötmüştür. Markos İncili, diğer İncillerden farklı olarak, tutuklama gecesinde Hz. İsa’nın Petrus’a: “Bu gece horoz iki kere ötmeden önce sen beni üç kere inkâr edeceksin” (Markos, 14/30, s. 52) dediğini nakletmektedir. Diğer İncillerde horoz bir kere öterken Markos İncilinde iki kere ötmektedir. Markos İnciline göre, Petrus’a “Sen İsa ile birlikte değil miydin?” diye soru soran birinci şahıs, hizmetçi kızdır. Aynı soruyu ikinci olarak soran şahıs yine aynı kızdır. Soruyu üçüncü olarak soran, o sırada orada oturan gruptur. Bu İncile göre birinci inkârından sonra horoz birinci kere ötmüş, ikinci ve üçüncü inkârdan sonra ikinci olarak ötmüştür (Markos, 14/66-72, s. 53). Luka’ya göre Petrus’a soruyu soran birinci kişi hizmetçi kızdır. İkinci olarak soran ise “başka biri”dir. Bu “başka biri”nin erkek mi, kadın mı, hizmetçi mi, yoksa başka bir meslek sahibi mi olduğu Luka İncilinde açıklanmamıştır. Luka’da soruyu üçüncü olarak soran, oradaki oturan grup değil, o gruptan biridir (Luka, 22/56-60, s. 87). Yuhanna İnciline göre soruyu birinci olarak soran, kapıcı kızdır. Bu İncile göre soruyu ikinci olarak soran bir kişi değil, birkaç kişidir. Soruyu üçüncü olarak soran, diğer İncillerin aksine bir grup değil, başkâhinin kölelerinden biridir (Yuhanna, 18/17-27, s. 114).
Şimdi sormak gerekiyor: Petrus’un bu üç inkârı sırasında horoz bir kere mi, yoksa iki kere mi öttü? Petrus’a soruyu birinci olarak soranın, hizmetçi kız olduğunda dört İncilde ittifak sağlanabilmiş, ama ikinci ve üçüncü olarak soruyu soran, başka bir hizmetçi kız mı, yoksa birinci olarak soruyu soran aynı hizmetçi kız mı? Soruyu soran bir kişi mi, yoksa birden fazla kişiler mi? Soruyu üçüncü olarak soranlar orada oturan bir grup insan mı, yoksa o gruptan biri mi, yahut başkâhinin kölesi mi? Bir olay hakkında bu kadar farklı ve çelişkili bilgi veren bu İncillere nasıl güvenilebilir, bunların İlâhî vahiy ürünü olarak havariler tarafından hatasız olarak yazıldıkları nasıl kabul edilebilir?
Hz. İsa’nın “İnsanoğlu” ve “Allah’ın Oğlu” Olarak Anılması Konusundaki Çelişkiler:
Sinoptik İncillerde zaman zaman Hz. İsa’nın, kendisinden, âdeta ulûhiyetini yalanlarcasına “İnsanoğlu” diye bahsettiğine şâhit olmaktayız. Hz. İsa için "insanoğlu" deyimi, 4 İncilde toplam olarak 70 defadan fazla kullanılır. "İnsanoğlu" deyimi için örnek olarak bkz. Matta, 12/39, s. 13; Markos, 14/41, s. 52; Luka, 6/22, s. 64; Yuhanna, 9/35, s. 104. Fakat bu İncillerin diğer bazı yerlerinde “Allah’ın oğlu” tâbirinin geçtiğini de görmekteyiz (Matta, 16/16; Markos, 13/26-27; Luka, 9/20; Yuhanna, 1/14). Bir insan, hem Allah’ın oğlu, hem de insanoğlu olabilir mi? İnsanoğlunun Allah’ın oğlu olması mümkün müdür? Elbette mümkün değildir. Eğer mümkündür dersek, insan = Allah olması gerekir; bu ise imkânsızdır. Çünkü Allah yaratıcı, insan ise yaratılandır. Elbette yaratılan, yaratıcı olamaz. İncillerde bu iki ifâdenin (Allah’ın oğlu ve insanoğlu), Hz. İsa için kullanılması açık bir çelişkidir. Hz. İsa, ya insanoğludur veya Allah’ın oğludur. O, hem Allah’ın oğlu, hem de insanoğlu olamaz. Fakat İncillere göre olamaz diye bir kural yoktur ve herşey mümkündür.
Hz. İsa’nın ilâhlığının İncillerdeki delillerle çürütülmesi konusunda müstakil bir eser yazan İmam Gazâlî, bu konuda şunları söylemektedir: “İki ilmî esas vardır. 1) Eğer delillerin zâhirdeki mânâları akla uygun ise, bu deliller zâhirlerine terk edilir. Eğer delillerin zâhirleri akla aykırı ise, bunlar te’vil edilir ve bunlarla zâhirî mânâlarının murâd edilmediği, mecâzî mânâlarının kast edildiği anlaşılır. 2) Eğer deliller birbirlerine aykırı hükümler ihtivâ eder ve iki delil birbiri ile teâruz ederse (çelişirse), bunlardan biri, bir şeyin isbâtına, diğeri ise nefyine delâlet ederse, bu delilleri birbirleri ile çelişkili halde bırakamayız. Aksi halde iki zıddı bir arada toplama durumuna düşeriz; bu ise muhaldir/imkânsızdır. Bu noktada İncilleri ele aldığımız zaman, bir yandan Hz. İsa’nın ilâhlığına delâlet eden, öbür yandan onun insanlığını ifade eden pekçok söz buluruz. Meselâ: “Ben ve Allah biriz”, “Beni gören babayı görür. Ben babadayım, baba da bendedir” gibi sözler, onun ilâhlığına delâlet eden sözlerdir. Yuhanna İncilinde geçen bu sözlerin aksine, yine aynı Yuhanna İncilinde tamamıyla Hz. İsa’nın insanlığına delâlet eden şu sözler vardır: “Ey kutsal baba! Bana verdiğin kutsal isimle onları koru. Onlar seninle bir olsunlar diye. Tıpkı benim olduğum gibi.” (Ebû Hamid el-Gazzâlî, er-Reddu’l-Cemîl li İlâhiyyeti İsa bi Sarîh-i İncîl, Kahire, 1986, s. 100-105). İmam Gazâlî’nin tesbit ettiği gibi, Hz. İsa’nın ilâhlığına delâlet eden sözlerin zâhirî mânâları özürlüdür, bunların mecâzî mânâlarına mürâcaat etmek gerekir. İncillerde Hz. İsa’nın hem insanlığına, hem de ilâhlığına delâlet eden sözler bulunduğuna göre, burada birbirine zıt iki hüküm ortaya çıkmaktadır. Bu birbirine zıt iki hükmü birlikte kabul etmek mümkün değildir. Birinin hakiki mânâsını alıp diğerini te’vil etmek gerekir. İnsan sûretinde olan birinin ilâhlığı aklen mümkün olmadığına göre, “insanoğlu” tâbirinin zâhirî anlamını alıp “Allah’ın oğlu” tâbirini te’vil etmek gerekir. İncillerde geçen “Allah’ın oğlu” deyimi ile gerçekten Allah’ın oğlunun kast edilmediği, bu ifade ile mecâzen, Allah’ın biricik sevgili kulunun kast edildiği ortaya çıkmaktadır.
Hıristiyanlar, İncillerde geçen “Allah’ın oğlu” tâbiri ile Allah’ın, Hz. İsa’nın bedenine girerek oraya yerleştiğini ve İsa’nın vücudunda insanlara tecellî ederek göründüğünü, dolayısıyla Hz. İsa’nın ilâhlaştığını iddia etmektedir. Aslında İncillerde Hz. İsa için söylenen “Allah’ın oğlu”, “babanın oğlu” tâbirleri sadece Hz. İsa için değil; havariler için, hatta Hz. İsa’ya inanan bütün hıristiyanlar için de kullanılmaktadır. Meselâ: “Düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin. Öyle ki göklerde olan babanızın oğulları olasınız” (Matta, 5/44-45, s. 5). Demek ki babanın oğlu, Allah’ın oğlu olmak İncillere göre bile, sadece Hz. İsa’ya âit bir imtiyaz değildir; iman eden herkes Allah’ın oğlu olmaktadır. Bu tâbir, daha açık ve daha net bir şekilde Yuhanna İncilinde şöyle açıklanmaktadır: “(Yahya) Kendi yurduna geldi, ama halkı onu kabul etmedi. Ancak, kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine ‘Allah’ın oğlu’ olmak hakkını verdi. Onlar ne kandan, ne bedenin isteğinden, ne de insanın isteğinden doğdular; tersine, Allah’tan doğdular.” (Yuhanna, 1/11-13, s. 92). Yuhanna’nın bu beyanına göre Allah’ın oğlu olmak, sadece Hz. İsa ve ona iman edenlere mahsus değildir. Bu sıfat, Hz. İsa’dan önce gelen Hz. Yahya’ya ve ona iman edenlere de nisbet edilmektedir. Hz. Yahya’nın dâvetine inananlar, Allah’ın oğulları olarak, kandan, bedenden değil; bizzat Allah’tan doğmuşlardır, onlar Allah’ın oğullarıdır. Yuhanna’nın mantığına göre Hz. İsa, havariler, Hz. İsa’ya inanan bütün hıristiyanlar, hatta Hz. Yahya ve onun öğrencileri “Allah’ın oğulları” olduklarına göre, bunların hepsi birer ilâh olmaktadırlar. Allah’ın oğlu tâbiri ile kast edilen, gerçek bir baba-oğul ilişkisi değil; aksine baba ile oğul arasında mevcut olan münâsebete benzer bir sevgi ve muhabbet bağı olduğu şeklinde anlaşılmalıdır. Böyle anlamayan ve Allah’a oğul isnâd edenler, hak dinin en temel esası olan tevhidi terketmiş olup bu inançlarıyla apaçık küfre ve şirke düşmektedir (5/Mâide, 17, 72, 73; 9/Tevbe, 31).
Hz. İsa’nın Tutuklanma Gecesinde Meydana Gelen Olaylarla İlgili Olarak Görülen Çelişkiler:
Dört İncil, Hz. İsa'nın tutuklanma gecesinde meydana gelen olayları çok geniş bir şekilde anlatmasına rağmen, bu anlatımda büyük farklılıklar ve çelişkiler vardır. İnciller, Hz. İsa'nın tutuklandığı gece Yehuda tarafından ele verilişini farklı farklı anlatmaktadır. Hz. İsa'nın o gece havarileriyle konuşmasını ve vaazını Sinoptik İnciller çok kısa bir biçimde verdikleri halde, Yuhanna İncilinde bu konuşma ve vaaz dört bölüm halinde çok geniş biçimde veriliyor. Yuhanna'ya göre Hz. İsa'nın tutuklandığı yer, Kidron vâdisinin ötesinde bir bahçedir. Kidron vâdisi ismi, diğer İncillerde geçmez. Yuhanna'ya göre Hz. İsa'yı tutuklamaya gelen Yehuda'nın yanında bir bölük asker vardı. Hz. İsa, gelenlere kimi aradıklarını sorunca onlar: "Nasıra'lı İsa'yı" cevabını vermişler, İsa da onlara "İsa benim" cevabını vermiştir. Bu cevabı alan askerler, geri çekilip korkudan yere düşmüşlerdir. Diğer İncillerde bu yere düşme olayı yoktur. Bu sırada Petrus, üstünde taşıdığı kılıcı çekerek baş kâhinin kölesinin kulağını kesmiştir. Ancak, Hz. İsa Petrus'a müdâhale ederek, "Kılıcını kınına koy" demiş ve ona engel olmuştur (Yuhanna, 18/1-11, s. 113-114). Matta ve Markos İncillerine göre Hz. İsa, Getsemani bahçesinde tutuklanmıştır. Bu İncillere göre Hz. İsa, öğrencileri ile beraber Fısıh Yemeğinden sonra Getsemani bahçesine gitmiş ve orada tutuklanmıştır. Luka İncilinde Kidron vâdisi olmadığı gibi, Getsemani bahçesi de yoktur. Matta ve Markos'a göre İsa'yı tutuklamaya gelen kalabalık onu tanımamaktadır, onları getiren Yehuda, Hz. İsa'yı onlara tanıtmak için onlarla gizli bir anlaşma yapmıştır. Yehuda onlara, "kimi öpersem İsa odur, hemen onu tutuklayın" diye tenbih etmiştir. Olay da aynen bu şekilde cereyan etmiş, Yehuda, hemen İsa'ya sarılarak gelenlerin onu tanımalarını sağlamıştır. Bu olay Yuhanna'da hiç yoktur. Hz. İsa'nın tutuklandığı sırada onun öğrencilerinden, kılıcını çekip askerlere saldıran kişinin adı Yuhanna'da Petrus olarak geçer, diğer üç İncil'de isim verilmez. Hz. İsa, Dört İncile göre de tutuklandığı sırada kendi adamlarının gelenlere karşı kılıç kullanmasına mâni olmuştur. Ancak bu hususta Luka İncilinde diğer İncillerde bulunmayan bir haber mevcuttur. Bu İncile göre Hz. İsa, kulağı kesilen kölenin kulağına dokunmak sûretiyle onu tedavi etmiştir (Matta, 26/47-54; Markos, 14/43-47; Luka, 22/47-51).
Fısıh Yemeğinden sonra tutuklanacağını havarilerine haber veren Hz. İsa, diğer İncillere göre kendi tutuklanışını engellemek üzere hiçbir şey yapmamış, askerlere karşı hiç direnmemiştir. Ama Luka İnciline göre, tutuklanacağını bilen İsa, tutuklanmasını engellemek ve tutuklamaya gelenlere karşı direnmek için bazı tedbirler almıştır. Tutuklanacağını öğrencilerine haber verdiği konuşmasının sonunda o, öğrencilerine şöyle tâlimat vermiştir: "Şimdi kesesi olan onu yanına alsın, torbası olan onu da yanına alsın, kılıcı olmayan, abasını satıp bir kılıç alsın... Rab işte burada iki kılıç var dediler. O da onlara, 'yeter' dedi" (Luka, 22/36-38, s. 87). Luka'daki bu ifâdeye göre, Hz. İsa havarilere, kendisini korumaları için abalarını satıp kılıç almalarını emretmiştir. Nitekim kılıçlı öğrencilerden biri, tutuklamaya gelenlerden birine saldırarak onun kulağını kesmiştir. Madem ki Hz. İsa, havarilerine kendisini kılıçla korumalarını emretmiştir, öyleyse neden kendisini korumak üzere kılıçlarına davranan bu öğrencilerine engel olmuştur? Öğrencilerine "Abalarınızı satıp kılıç alın ve beni koruyun" dediği halde, niçin kulağı kesilen adamın kulağını tedavi etmiştir?
Diğer üç İncile göre Hz. İsa'yı tutuklamaya gelenler, Ferisîlerin ve baş kâhinlerin adamlarıdır; gelenlerin arasında Ferisîler ve baş kâhinler yoktur. Ama Luka İnciline göre tutuklamaya gelenlerin arasında, baş kâhinler, mâbedin koruyucularının komutanları ve ihtiyarlar vardı. Bu noktada da Luka İncili diğer üç İncil ile çelişkiye düşmektedir. Luka İncilinde görülen başka bir tenâkuz da Hz. İsa'yı tutuklamaya gelenlerin bizzat Ferisîler ve komutanlar olmalarına karşılık, bunların Hz. İsa'yı tanımadıkları, bu yüzden Yehuda'nın öptüğü kişinin Hz. İsa olduğunu anlamaları konusudur. Çünkü Hz. İsa, mâbedde vaaz etmekte ve sürekli Ferisîlerle münâkaşa etmekteydi. Bu yüzden Ferisîlerin, mâbedin koruyucularının ve komutanların onu tanımamaları imkânsızdı. Bu yüzden Yehuda'nın, onlara Hz. İsa'nın yerini gösterdikten sonra, onu öpmek sûretiyle onlara tanıtmasına ihtiyaçları yoktu.
Hz. İsa nerede tutuklandı, Getsemani Bahçesinde mi, Zeytin Dağında mı, yoksa Kidron Vâdisinin ötesinde bir bahçede mi? Onu tutuklamaya gelenler, Hz. İsa'yı karşılarında görüp onun İsa olduğunu anlayınca dehşete kapılarak geri çekilmiş ve yüzüstü yere düşmüşler mi, yoksa böyle bir olay meydana gelmeyip Yehuda, Hz. İsa'yı öpmek sûretiyle tutuklamaya gelenlere onu bu sûrette mi tanıtmıştır? Baş kâhinin kölesinin kulağını koparan kim, Petrus mu, yoksa başka bir öğrenci mi? Tutuklama gecesinde tutuklamaya gelenlere karşı koymak ve Hz. İsa'nın tutuklanmasına engel olmak için havariler abalarını satıp kılıç aldılar mı, almadılar mı? Eğer Hz. İsa onlara kılıç almalarını söylememişse niçin o anda orada kılıç bulundurmuşlardır? Eğer kılıç almalarını onlara emretmişse, o zaman oraya gelenlere kılıçla karşı koydukları sırada öğrencilerine Hz. İsa niçin engel olmuştur? Kulağı kesilen kölenin kulağını Hz. İsa, tedavi etmiş mi, yoksa etmemiş mi? Bütün bu sorular, "İncillerimiz vahiy ürünüdür ve bunlar hatasız olarak yazılmışlardır" diyen kimseler tarafından cevaplanması gereken sorulardır.
Hz. İsa’nın Muhakeme Edilmesi, Çarmıha Gerilmesi ve Yeniden Dirilmesiyle İlgili Çelişkiler:
Hz. İsa'nın tutuklanmasından sonra muhakeme edilişi, çarmıha gerilişi, mezara konuşu, mezardan kıyam ederek dirilişi, öğrencilerine görünüşü ve semâya çıkışı konularında muharref İncillerde yüzlerce farklı ve çelişkili bilgi vardır. Bunları maddeler halinde açıklamak mümkündür. Önce, tutuklamanın hemen arkasında cereyan eden olayların İncillerde verilişindeki farklılıkları ve çelişkileri şu şekilde tesbit edebiliriz:
1- Matta ve Markos İncillerine göre Hz. İsa'nın tutuklanmasından sonra, talebeleri oradan kaçmışlardır. Luka İncilinde bu konuda bir açıklık yoktur. Fakat Markos İncili, İsa tutuklandıktan sonra bir gencin onun arkasından gittiğini, onu yakalamak istediklerinde üzerindeki elbiseyi bırakarak Hz. İsa'nın peşinden koştuğunu ifade etmektedir. Diğer İncillerde bu gençten bahsedilmemektedir (Matta, 26/56; Markos, 14/50-52).
2- Hz. İsa tutuklandıktan sonra yapılan mahkeme, Matta, Markos ve Yuhanna'ya göre aynı gece yahûdi meclisinin önünde cereyan etmiştir. Luka'ya göre Hz. İsa, aynı gece değil; ertesi gün muhakeme edilmiştir (Matta, 26/57; Markos, 14/53; Luka, 22/66; Yuhanna, 18/19).
3- Yuhanna'ya göre Hz. İsa, kâhinlerin reislerinin sorularına cevap vermediği için reisin hizmetçisi tarafından dövülmüştür (Yuhanna, 18/22). Ancak diğer İncillerde bu konuda hiçbir bilgi yoktur.
4- Matta İnciline göre Hz. İsa'yı muhakeme eden Romalı hakim Pilatus'un karısı, rüyasında Hz. İsa'nın beraat ettiğini görmüş, bu yüzden onun beraat ettirilmesini kocasından istemiştir (Matta, 27/19). Diğer İnciller, bu olaydan bahsetmezler.
5- Luka'ya göre hakim Pilatus, Hz. İsa'yı muhakeme edilmek üzere Galile (Celile) hakimi Herodos'a göndermiştir (Luka, 23/7-11). Diğer İncillerde bu konuda herhangi bir bilgi yoktur.
6- Matta'ya göre Pilatus, Hz. İsa'nın beraat etmesi gerektiği kanaatine vardıktan sonra, ellerini su ile yıkamış ve "ben bu iyi insanın kanından berîyim" (Matta, 27/34) demiştir. Diğer İnciller bu konuda bilgi vermemektedir.
7- Matta'ya göre Pilatus, Hz. İsa'yı serbest bırakmaya karar verip bunu yahûdilere açıkladığı zaman yahûdiler, "Onun kanı bize ve çocuklarımıza borç olsun" (Matta, 27/25) demişlerdir. Bu husus diğer İncillerde bu şekilde yer almamaktadır.
Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi ile ilgili olarak İncillerde yer alan haberlerde başlıca şu farklılıkları ve çelişkileri tesbit etmekteyiz:
1- Hz. İsa'nın çarmıha gerildiği ağacı, çarmıha gerildiği yere, Yuhanna'ya göre bizzat Hz. İsa taşımış, Sinoptik İncillere göre ise Kirene'li Simun taşımıştır (Matta, 27/32; Markos, 15/21; Luka, 23/26; Yuhanna, 19/17).
2- Çarmıha gerilmeden önce askerler, Hz. İsa'ya içmesi için Markos'a göre acı karışık şarap verdiler. Matta'ya göre ise, ekşimiş sirke verdiler (Matta, 27/36; Markos, 15/23). İsa'ya verilen içecek şarap mı, yoksa sirke mi? İki İncil farklı farklı bilgi vermektedir. Diğer iki İncil ise bu konuda hiçbir bilgi vermiyor.
3- Hz. İsa, çarmıhta can çekişirken, Yuhanna İnciline göre "susadım" demiştir (Yuhanna, 19/28). Diğer İncillerde bu ifâde yoktur.
4- Muharref İncillere göre Hz. İsa, iki yanında birer hırsız bulunduğu halde çarmıha gerilmişti. Markos'a göre onunla beraber çarmıha gerilen iki hırsız, Hz. İsa'yı korkutuyorlardı. Luka'ya göre bu iki hırsızdan biri onu korkutuyordu, diğeri ise Hz. İsa'ya acıyordu (Markos, 15/32; Luka, 23/39).
5- Markos'a göre Hz. İsa, saat üçte çarmıha gerilmiştir. Yuhanna'ya göre ise saat altıdan sonra çarmıha gerilmiştir (Markos, 15/25; Yuhanna, 19/14).
6- Luka'ya göre, Hz. İsa çarmıhta iken "Ya rab onları affet, onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar" (Luka, 23/34) demiştir. Diğer İncillerde bu bilgi mevcut değildir.
7- Hz. İsa, çarmıha gerildiği sırada, Matta ve Markos'a göre "Allah'ım, Allah'ım! Niye beni terkettin" (Matta, 27/46; Markos, 15/34) demiştir. Bu ifâde diğer iki İncilde mevcut değildir.
8- Haça gerilince asılan yaftada ne yazıyordu? “Ve: YAHUDİLERİN KIRALI İSA BUDUR, diye başı üzerine cürüm yaftası koydular.” (Matta, 27/37, s. 33). “Onun üzerinde suç yaftası: YAHUDİLERİN KIRALI, diye yazılmıştı.” (Markos, 15/26, s. 54). “Onun üstünde de şu yazı vardı: YAHUDİLERİN KRALI BUDUR” (Luka, 23/38, s. 89). “Pilatus bir yafta yazıp onu haç üzerine koydu: NÂSIRALI İSA, YAHUDİLERİN KIRALI, yazılı idi.” (Yuhanna, 19/19, s. 115).
9- Hz. İsa, çarmıha gerildiği sırada, Yuhanna'ya göre onun yanında başta annesi Meryem olmak üzere, Mecdelli Meryem, diğer Meryem ve bir öğrenci bulunuyordu. Diğer İncillerin anlattığına göre, o çarmıha gerilirken kadınlar da, talebeleri de onun yakınında değildiler, onlar uzaktan olayı seyrediyorlardı (Matta, 27/55; Markos, 15/40; Luka, 23/49; Yuhanna, 19/25).
10- Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesinden sonra Matta'ya göre büyük mûcizeler olmuştur. Markos'a göre ise bu mûcizelerden sadece bir mûcize cereyan etmiştir. Bu da heykelin perdesinin yırtılması olayıdır. Luka'ya göre, daha Hz. İsa ölmeden önce güneş kararmış ve heykelin perdesi yırtılmıştır (Matta, 27/51-54; Markos, 15/38; Luka, 23/45).
Hz. İsa'nın kabre konulmasıyla ilgili olarak İncillerdeki farklılıklar ve çelişkiler kısaca şunlardır:
1- Çarmıhtan ölü olarak indirilen Hz. İsa'yı, Yuhanna'ya göre, Yusuf ve Nikodim isimli iki kişi defnetmiştir. Sinoptik İncillere göre sadece Yusuf defnetmiştir (Matta, 27/57-61; Yuhanna, 19/39-40)
2- Yusuf ve Nikodim, Hz. İsa'nın kefenine Yuhanna'ya göre hoş kokular sürmüşlerdir. Diğer İncillerde bu konuda herhangi bir bilgi yoktur (Yuhanna, 19/39; Markos, 15/42-47).
3- Sinoptik İncillerde Hz. İsa'nın defnedilmesi olayına kadınların şâhit oldukları yazılı olmasına rağmen, Yuhanna İncilinde bu konuda bilgi mevcut değildir (Matta, 27/56-61; Markos, 15/42-47; Luka, 23/50-56; Yuhanna, 19/38-42).
Hz. İsa'nın yeniden dirilerek mezarını terketmesi olayı Matta, bap 28, Markos, bap 16, Luka bap 24, Yuhanna bap 20-21'de anlatılmaktadır. Adı geçen İncillerin bu baplarında anlatılan olayda şu noktalarda farklılıklar görülmektedir:
1- Hz. İsa'nın kabre konulmasından sonra onun kabrini ilk ziyaret edenler, Matta'ya göre Mecdelli Meryem, Salome ve Yakub'un annesi Meryem'dir. Luka'ya göre mezarı ilk ziyarete gidenler bir grup erkek ve kadındır. Bu İncilde şahıs ismi verilmemektedir. Yuhanna İnciline göre kabri ilk ziyaret eden sadece Mecdelli Meryem'dir; o, gördüklerini bilâhere diğerlerine haber vermiştir.
2- Hz. İsa'nın kabrini ziyarete gidenler, kabirde ilk olarak Matta'ya göre melekleri görmüşlerdir. Markos'a göre kabirde bir genci görmüşlerdir. Luka'ya göre kabirde iki insan görülmüştür. Yuhanna'ya göre ise iki melek görülmüştür.
3- Yeniden dirildikten sonra Hz. İsa'yı ilk gören kişi, Matta'ya göre Mecdelli Meryem, Luka'ya göre Emayus'a giden iki öğrenci, Yuhanna'ya göre yine Mecdelli Meryem'dir.
4- Hz. İsa'nın, yeniden dirilerek zuhur ettiğini havarilere ilk olarak haber veren kişiler, Matta'ya göre iki Meryem, Markos'a göre Mecdelli Meryem ve iki öğrenci, Luka'ya göre sadece iki öğrenci, Yuhanna'ya göre saedce Mecdelli Meryem'dir.
5- Hz. İsa'nın dirilerek kabirden çıktıktan sonra öğrencilerine göründüğü yer, Matta ve Markos İncillerine göre Galile'dir. Luka'ya göre Hz. İsa öğrencilerine Kudüs'te görünmüştür. Yuhanna'ya göre ise, hem Kudüs'te, hem de Galile'de görünmüştür.
6- Hz. İsa, yeniden dirildikten sonra havarilere ve diğer öğrencilerine Sinoptik İncillere göre sadece bir kere görünmüş, ama Yuhanna'ya göre üç kere görünmüştür.
Hz. İsa'nın ne zaman tutuklandığı, ne zaman muhakeme edilerek çarmıha gerildiği, kabirde ne kadar kaldığı, öğrencilerine ne şekilde göründüğü ve onlara neler söylediği İncillerde farklı farklı anlatılmaktadır. Yuhanna'ya göre Hz. İsa'nın tutuklanması Fısıh gününden önce olmuştur. Sinoptik İncillere göre ise Fısıh yemeği gecesi olmuştur.
Matta İnciline göre Hz. İsa'nın, defnedildikten sonra kabirde üç gün kalacağı ısrarla belirtilmesine karşılık, aynı İncilde ve diğer İncillerde onun, sebt (cumartesi) gününü tâkip eden haftanın ilk gününde (pazar) kabirde görülmediği haber verilmek sûretiyle büyük bir çelişkiye düşülmektedir. Matta'ya göre Fısıh yemeği gecesi cuma günü akşamı Hz. İsa tutuklanmış, cumartesi günü saat üçte haça gerilmiş, pazar sabahı Mecdelli Meryem, tan yeri ağarırken kabrini ziyarete gidince onu kabrinde bulamamıştır (Matta, 12/38-40; 26/17-75; 27/1-55; 28/1-11). Hz. İsa bu durumda nasıl kabirde üç gün kalmış oluyor? Bırakın kabirde üç gün kalmasını, onun kabirde kaldığı süre tam bir gün dahi olmamaktadır. Markos ve Luka, olayı hemen hemen Matta'nın anlattığı şekilde nakletmektedirler. Onlar da tutuklamanın cuma günü akşamı olduğunu, cumartesi günü saat üçte çarmıha gerildiğini ve pazar günü kabirden çıktığını haber vermektedirler. Yuhanna İnciline göre Hz. İsa, cumartesi gecesi defnedilmiştir (Yuhanna, 19/31).
Hz. İsa’nın Kudüs’e Giderken Bindiği Hayvanın Mâhiyeti Konusundaki Çelişkiler: Hz. İsa'nın Kudüs'e gidişi dört İncilde farklı şekillerde anlatılmaktadır. Yuhanna, Hz. İsa'nın Kudüs'e gidişi sırasında herhangi bir hayvana binip binmediği konusunda bir açıklama yapmaz. Markos ve Luka İncilleri, Kudüs'e gitmek isteyen Hz. İsa'nın, iki öğrencisini karşıdaki köye gönderip oradan getirttiği sıpaya bindiğini, yani onun sıpa üstünde Kudüs'e girdiğini yazarlar. Matta İnciline göre ise, karşılıklı köye giden öğrenciler, oradan dişi bir eşek ile yanındaki sıpayı Hz. İsa'ya getirmişler ve Hz. İsa, sıpaya değil; eşeğe binerek Kudüs'e gitmiştir (Matta, 21/1-7; Markos, 11/1-11; Luka, 19/28-40; Yuhanna, 12/12-19).
Hz. İsa Kudüs'e yaya mı, yoksa hayvan üstünde mi gitti? Hayvan sırtında gitti ise bindiği hayvan dişi eşek mi, yoksa eşeğin sıpası mı? İnciller arasında bu konularda da bir ittifak sözkonusu değildir.

Lânetlenen İncir Ağacı Konusunda Görülen Çelişkiler: Sinoptik İncillerden Matta ve Markos'ta haber verilen, İncir ağacının, Hz. İsa'nın lânetlemesinden sonra kuruması olayı, bu iki İncilde birbirinden farklı şekilde anlatılmaktadır. Matta'ya göre sabah erkenden kente dönen Hz. İsa, yürürken yolun kenarındaki bir İncir ağacını görmüş, onda incir var zannederek ağacın yanına gitmiş ve ağaçta incir olup olmadığını kontrol etmiştir. Onda meyve olmadığını görünce canı sıkılarak ağaca, "Sonsuza dek artık meyve vermeyesin" demiş ve bu sözü söyler söylemez ağaç kurumuştur. Markos ise olayı Matta'dan daha farklı anlatmaktadır. Markos'a göre Beytanya'dan çıkan Hz. İsa, yolda giderken uzaktan yaprakları yeşil bir incir ağacı görmüş, kendisi çok acıktığından meyve bulmak umudu ile ağacın yanına gitmiştir. Ancak meyve mevsimi olmadığı için ağaçta yapraktan başka bir şey bulamayınca "Artık senden hiç kimse bir daha meyve yemesin" diye ağacı lânetlemiştir. Markos'a göre bu sözün arkasından ağaç hemen kurumamıştır. Hz. İsa ve öğrencileri ertesi günü kentten geri dönerlerken aynı incir ağacının yanından geçmişler, o sırada ağacın kuruduğunu görmüşlerdir (Matta, 21/20-22; Markos, 11/22).
Hz. İsa'nın lânetlediği bu ağaç, yolun hemen kenarında mıydı, yoksa uzakta mıydı? Ağaç, Hz. İsa beddua ettiği gibi hemen mi kurudu, yoksa ertesi gün mü kuruduğu görüldü? Olayı nakleden iki İncil bu noktalarda çelişkiye düşmektedir.
Her iki ibâre arasında mevcut olan ihtilâfın dışında daha başka önemli bir husus vardır. O da şudur: İsa (a.s.), sahibinin izni olmadan ağaçtan incir yemezdi. Buna hakkı yoktu. Ağaca beddua ederek ağaç sahibini zarara sokması da mümkün değildir. Hele, mevsimi olmadığı için meyvesi bulunmayan ağaca kızması akıl kârı değildir. Halbuki onun peygamberliğine ve mûcizelerine uygun düşen davranış, ağaç için duâ ederek ağaçtan meyve yeşertmesi ve sahibinin izniyle de yemesiydi. Böylece ağaç sahibine de yararı dokunurdu. İncillerdeki bu ibâreler aynı zamanda, onun Rab olmadığını da isbat ediyor. Eğer İsa Rab olsa idi, mevsimi gelmeden bir ağacın meyve vermeyeceğini bilirdi ve ağaca kızmazdı."
Hz. İsa’nın Kendi Nefsi İçin Şehâdeti Konusunda Çelişkiler: Hz. İsa'nın kendi nefsi hakkındaki şehâdeti konusunda Yuhanna İncilinde açık çelişki vardır. Yuhanna İncilinin beşinci bâbında Hz. İsa'nın şöyle söylediği nakledilmektedir: "Ben kendiliğimden bir şey yapamam... Eğer ben kendim için şehâdet edersem bu şehâdetim doğru değildir." (Yuhanna, 5/30-31, s. 97). Aynı Yuhanna İncilinin bu defa yedinci bâbında Hz. İsa'nın, "Ben kendim için şehâdet ediyorsam da şehâdetim doğrudur" (Yuhanna, 8/14, s. 102) “Kendi için şehadet eden benim.” (Yuhanna, 8/18, s. 102) dediği ifâde edilmektedir. Bir şehâdet aynı anda nasıl hem doğru, hem de yanlış oluyor, hem hak, hem de bâtıl olabiliyor?
Hz. Yahya ile ilgili çelişkiler: Muharref İncillerin Hz. Yahya ile ilgili olarak verdikleri haberler çoğunlukla birbirleriyle çelişkilidir. Bu çelişkilerin başında Yahya'nın, İlya olup olmadığı hususunda verilen bilgilerdeki farklılıklardır. Matta İncilinde Yahya'nın İlya olduğu belirtilirken, Yuhanna İncilinde ise tam tersi söylenerek Yahya'nın İlya olmadığı ifade edilmektedir. "İsa, 'İlya gerçekten gelecek ve her şeyi yeniden düzene koyacak' diye cevap verdi. 'Size şunu söyleyeyim. İlya zaten gelmişti, ama onu tanımadılar, ona yapmadıklarını bırakmadılar... O zaman öğrenciler İsa'nın kendilerine vaftizci Yahya'dan söz ettiğini anladılar (Matta, 17/11-13; 11/12-15). Matta İncilindeki bu ifadeden, Yahya'nın İlya olduğu açıkça anlaşılıyor. Bir de Yuhanna'nın yazdıklarına bakalım: "Yahudiler Yahya'ya, 'sen kimsin?' diye sormak üzere Kudüs'ten kâhinlerle Levilileri gönderdikleri zaman, Yahya'nın tanıklığı şöyle oldu: 'Ben peygamber değilim' diye açıkça konuştu. Onlar kendisine, 'Öyleyse sen kimsin? İlya mısın?' diye sordular. O da: 'Değilim' dedi. 'Sen peygamber misin?' sorusuna da: 'hayır' cevabını verdi." (Yuhanna, 1/19-21). Görüldüğü gibi, Yuhanna'ya bizzat Yahya'nın kendisi, kendisinin İlya olmadığını söylüyor. Yahya İlya mı, değil mi? Hangi İncile inanalım ve nasıl karar verelim?
İncillerde Yahya ile ilgili olarak geçen çelişkili haberlerden bir diğeri de, onun Hz. İsa'yı baştan beri tanıyıp tanımadığı konusunda verilen haberlerdir. Yuhanna'ya göre Hz. Yahya, Hz. İsa'yı vaftiz ettiği günden itibaren tanımakta ve onun mesih olduğunu bilmektedir. Çünkü o, ruhun gökten Hz. İsa'nın üzerine bir güvercin biçiminde indiğini görmüş ve onun "Tanrı'nın oğlu" olduğuna o andan itibaren tanıklık etmiştir. Yuhanna İnciline göre Hz. Yahya şöyle söylemiştir: "Ben su ile vaftiz ediyorum, ama aranızda biri duruyor. Benden sonra gelen odur. Ben onun çarığının bağını bile çözmeye lâyık değilim... Yahya ertesi gün İsa'nın kendisine doğru geldiğini görünce şöyle dedi: İşte dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı'nın kuzusu... Benden sonra biri geliyor, o benden üstündür, çünkü o, benden önce vardı, dediğim kişi işte budur" (Yuhanna, 1/26-34). Yuhanna'da geçen bu ifadelere göre Yahya (a.s.), ilk gördüğü andan itibaren Hz. İsa'nın "Tanrı'nın oğlu" olduğunu bilmektedir. Diğer İncillerde ise bunun tersine, Hz. Yahya'nın, Hz. İsa'yı iyice tanımadığı, onun Mesih olup olmadığı konusunda tereddütlerinin bulunduğu, hatta bu tereddüdü gidermek için öğrencilerini Hz. İsa'nın bulunduğu yere gönderip işi tahkik ettirdiği haber verilmektedir. Luka ve Matta bu konuda şu bilgiyi veriyorlar: "Yahya'nın öğrencileri bütün bu olup bitenleri kendisine bildirdiler. Öğrencilerden ikisini yanına çağıran Hz. Yahya, 'Gelecek olan sen misin, yoksa başkasını mı bekleyelim?' diye sormaları için onları rabbe gönderdi" (Luka, 7/18-19; Matta, 11/2-3). Luka ve Matta'da verilen bu bilgiye göre Hz. Yahya, Hz. İsa'nın kim olduğunu tam bilmemektedir ve onun gelecek olan Mesih olduğundan emin değildir. Bu yüzden kendisine "Sen Mesih misin, değil misin?" diye sordurmaktadır. Halbuki Yuhanna İncilinde, Yahya'nın, Hz. İsa'yı daha vaftiz etmeden önce tanıdığı ve onun "Tanrı'nın oğlu" olduğunu bildiği haber verilmektedir.
Yahya konusundaki diğer bir çelişki, Hz. Yahya'nın, Hz. İsa'ya onun kim olduğunu öğrenmek üzere göndermiş olduğu öğrencilerin sayısı konusundaki çelişkidir. Matta'ya göre öğrencilerin sayısı belli değildir. Bu İncil, Hz. Yahya'nın Hz. İsa'ya kaç kişi gönderdiğini rakamla belirtmiyor. Luka İncilinde ise rakam verilmek sûretiyle iki öğrencinin gönderildiği belirtiliyor.

Dans Sahneleri: Hz. Yahya ile ilgili olarak İncillerde geçen çelişkili haberlerden biri de, onun öldürülmesiyle ilgili olarak verilen haberlerdir. Ancak, bu haberlerin çok dikkat çekici bir yanı daha vardır. O da, bu olaya bağlı olarak İncillerde anlatılan dansözün oynatıldığı doğum günü partisidir.
Yahya'nın öldürülmesi Matta ve Markos'ta çok geniş şekilde anlatılırken, Yuhanna İncilinde olaya hiç temas edilmez. Luka İncilinde ise olay çok kısa bir şekilde anlatılır (Luka, 9/7-9). Yahya'nın hapse atılarak öldürülmesini çok geniş bir şekilde veren Matta ve Markos İncillerinin, vermiş oldukları haberlerde birtakım çelişkiler vardır. Matta'ya göre olay şöyle cereyan etmiştir: O sırada Yahudiye'de kral olan Hirodes, kardeşi Filipus'un karısı Hirodiya ile evlenmek istemiş, ancak Yahya "Kutsal yasaya göre kardeşinin karısı ile evlenmen câiz değildir" diye onu ikaz etmiştir. Bu uyarıya çok öfkelenen Hirodes, Yahya'yı öldürtmek istemiş, ancak Yahya'yı çok sevmekte olan halkın tepkisinden korktuğu için onu öldürmemiş, fakat hapse attırmıştır (Matta, 14/1-5). Markos da Yahya'nın tutuklanışının, Matta'nın anlattığı gibi Hirodes'in, kardeşinin karısı Hirodiya ile evlenmesine Yahya'nın karşı çıkışı yüzünden olduğunu söylemektedir. Ancak Matta, Yahya'nın bu karşı çıkışına bizzat Hirodes'in öfkelendiğini ve bu öfkesi yüzünden Yahya'yı hapse attırdığını, Hirodes'in aslında onu öldürtmek istediğini, fakat Yahya'yı seven halktan korktuğu için onu öldürtmediğini söylerken; Markos, Yahya'nın bu itirazına Hirodes'in değil; Hirodiya'nın çok öfkelendiğini söylemektedir. Markos'a göre Hirodes Yahya'yı doğru ve kutsal bir adam olarak tanımakta, bu yüzden ondan korkmakta ve onu korumaktadır. Bu İncile göre Hirodes, zaman zaman Yahya'yı dinlemekte, dinlediği zaman büyük şaşkınlık içinde kalarak onun konuşmalarından zevk almakta idi. Özet olarak söylemek gerekirse, Matta'ya göre Yahya'ya öfkelenip onu tutuklatan Hirodes'tir. Markos'a göre ona öfkelenen ve onu tutuklatan Hirodes değil; Hirodiya'dır. Matta'ya göre Hirodes, Yahya'yı öldürtmek istiyordu, ancak halktan korktuğu için onu öldüremiyordu. Markos'a göre Hirodes, Yahya'yı öldürtmek istemiyordu; aksine onu seviyor ve koruyordu. Yahya'yı öldürmek isteyen Hirodiya idi.
Markos İnciline göre Hirodiya, uzun süre Yahya'yı öldürtmek için fırsat kollamış, sonunda beklediği fırsatı yakalayarak onu öldürtmüştür. Hirodiya, Hirodes'in doğum günü partisinde eline geçen bir fırsatı iyi değerlendirerek onu öldürtmüştür. Hirodes'in onuruna verilen doğum günü partisine sarayın ileri gelenleri, ordu komutanları ve Galile'nin eşrafı dâvetli olarak gelmişlerdi. Partide yemekler yenmiş, içkiler içilmiş, bundan sonra danslı müzikli eğlence faslı başlamıştı. Bu sırada Hirodiya'nın kızı sahneye çıkarak müthiş bir dans gösterisi yapmış, yaptığı bu dans ile herkesi büyülemişti. Dâvetliler onun dansından öylesine memnun kalmışlar ki, onların bu aşırı memnuniyetini gören Hirodes, üvey kızını çağırarak "dile benden ne dilersen" demiş ve ona her istediğini vereceğini vaad etmişti. Bunun üzerine kız, hemen annesine giderek Hirodes'ten ne istemesi gerektiğini ona sormuştur. Annesi Hirodiya, kızına "Yahya'nın başını iste" diye söyleyince, kızı Hirodes'e gelip "Yahya'nın başını isterim" demiş; Hirodes aslında istemediği halde yüksek rütbeli zevatın önünde vermiş olduğu sözden dönemeyerek Yahya'nın başını kestirmiş ve bir tepsi üzerinde onun başını kıza vermiştir. Kız da tepsiyi götürüp annesine vermiştir (Markos, 6/14-28; Matta, 14/1-12; Luka, 9/7-9).
Bu olayın Matta ve Markos İncillerinde bu kadar çelişkili olarak anlatılmış olması bir yana, bundan da önemlisi Kitab-ı Mukaddes adı ile anılan bir kitapta böylesine acayip bir sahnenin vahiy mahsülü kutsal sözler olarak nasıl yer alabildiği hususudur. Vahiy ürünü İncillerde bir doğum günü partisi; kanunlar izin vermediği halde kardeşinin karısı ile evlenen bir kişi için parti verilmiş, yenilmiş, içilmiş, sıra dans ve müziğe gelmiş, tam bu sırada onuruna parti verilen adamın üvey kızı, piste çıkarak öyle bir dansözlük gösterisi yapmış ki orada bulunan herkes, kızın bu gösterisi yüzünden üvey babayı tebrik etmiş. İşte vahiy ürünü İncillerden tam vahye uygun(!) manzaralar. Ayrıca, günümüzde de kutlanmakta olan doğum günlerinin kutlanış örneklerine ve kutlanış şekillerine hıristiyanlık öncesi dönemlerde, Roma İmparatorluğu dönemlerinde rast gelmekteyiz. İncillerin verdiği bilgilere göre içkili, danslı, müzikli bu âdet, Hz. İsa'dan önce putperest Romalılar tarafından icrâ edilmekte idi. (Şaban Kuzgun, a.g.e. s. 305-338)

Yunus’un Alâmeti: “O zaman yazıcılar ve Ferisîlerden bazıları: Muallim, senden bir alâmet görmek isteriz, diye cevap verdiler. İsa da cevap verip onlara dedi: Kötü ve zina işleyici nesil bir alâmet arar; ona Yunus peygamberin alâmetinden başka bir alâmet verilmiyecektir. Çünkü nasıl Yunus üç gün üç gece iri balığın karnında kaldı ise, insanoğlu da üç gün üç gece yerin bağrında öyle kalacaktır.” (Matta, 12/38-40, s. 13). Yunus’un balığın karnında kalması ve öncesi: Yunus 1 ve 2. bölümde anlatılır; sayfa: 874, 875. Özellikle, Yunus, 1/17 ve 2/1: “Ve Yunus, balığın karnından Allah’ı Rabbe dua etti” (Yunus 2/1, s. 874). Ölü müydü, diri miydi? Diri idi. Tekrar yukarıdaki Matta’ya bakalım: “Çünkü nasıl Yunus... insanoğlu da ... öyle kalacaktır.” Yunus diri idiyse, İsa’nın da kabirde diri kalmış bulunması gerekirdi. Hıristiyanlık 3 gün 3 gece İsa’nın ölü kaldığını iddia eder. Çünkü hıristiyanlık, kendisinin kurtuluşu için İsa’nın ölümünün ince ipine asılı durur (fedâ, fidye). Yunus diri, İsa öllü. Yunus’tan tamamen farklı. Fakat İsa; “Yunus gibi” demişti, Yunus’tan farklı dememişti. Farklı olur ve Yunus gibi alâmet göstermezse, aynı olmazsa bizzat İsa’nın ifadesine göre alâmet gösterememiş, dolayısıyla gerçek Mesih (Krist) olmamış olur.
Bazı hıristiyanlar, bu Matta’daki alâmetin sadece (dört defa tekrar edilen 3 kelimesinden dolayı) 3 gün 3 geceyi ifade için zamanı bildirdiğini söyler. Öyle kabul edelim: 3 gün + 3 gece = 72 saat. Tüm dünya hıristiyanları, Paskalya’nın Cuma günü genel bir bayram yaparlar. Güzel Cuma (Good friday); niçin güzel Cuma? Günahları temizlemek için ölümü (haça gerilmesi) bir Cuma günü oldu. İncillerde İsa’nın saat 6 civarında haça gerildiği ifade olunur. Zaten Sebt (Cumartesi) günü çarmıha gerilenler lânetli sayıldığından, ağaca asılı kalmalarına izin verilmez. Gece karanlığı basmadan mezara yerleştirdiler. Mecdelli Meryem’in İsa’nın mezarına gidip mezarı boş bulması 4 İncilde de yer alır ve hepsi mezarın boş bulunması zamanını gayet açık bir şekilde Pazar (haftanın birinci) günü, sabah, güneş yükselmeden önce olduğunu anlatır. (Bkz. Matta, 28/1, s. 34; Markos, 16/2, s. 54; Luka, 24/1, s. 89; Yuhanna, 20/1, s. 116). Buna göre:
Paskalya Haftası:
Mezarda Kaldı
Gündüz Gece
Cuma: #9; Yok Bir gece
Cumartesi: Bir gün Bir gece
Pazar (güneş doğmadan kaybolur) Yok Yok
Toplam: #9; Bir gün İki gece
Hani Hz. İsa, Yunus gibi, 3 gün 3 gece, yani 72 saat kalıyordu? Bu şemadan da gayet net görüldüğü gibi Hz. İsa, mezarda toplam bir gün ve iki gece geçirmiştir. Görüldüğü gibi, ne yönden bakılırsa bakılsın, Yunus’un alâmeti olarak İsa’nın mezarda kalışı konusunda, açık bir çelişki sözkonusudur. Hatta Matta'ya göre Hz. İsa, cumartesi günü saat 3'te haça gerilmiş, pazar sabahı Mecdelli Meryem, tan yeri ağarırken kabrini ziyarete gidince onu kabrinde bulamamıştır (Matta, 12/38-40; 26/17-75; 27/1-55; 28/1-11). Dolayısıyla Matta'ya göre Hz. İsa'nın bırakın kabirde 3 gün kalmasını, o mezarda bir tam gün dahi kalmamıştır.

Muharref İncillerde Görülen Diğer Çelişkilere Birkaç Örnek
Hz. İsa, Hz. Dâvud'un Oğlu mu, Değil mi? İncil, bir yanda Hz. İsa'nın baba tarafından nesebini Dâvud Peygambere dayandırırken ve Hz. İsa'yı "Davud oğlu İsa" diye tanıtırken, diğer yanda onun Davud oğlu olmadığını hem de kendi ağzıyla belirtmektedir: "İbrahim oğlu, Davud oğlu, İsa Mesihin nesebinin kitabıdır." (Matta, 1/1, s. 1). "Kör: Ey Davud oğlu İsa, bana acı! diye bağırdı." (Luka, 18/38, s. 82). Bir de şu ifadelere bakalım: "İmdi Ferisîler toplanınca, İsa onlardan sorup: Mesih hakkında ne düşünüyorsunuz? O kimin oğludur? dedi. Onlar da İsaya: Davudun oğlu, dediler. İsa onlara dedi: Öyle ise, Davud nasıl onu Ruh ile Rab diye çağırır ve der: 'Rab Rabbime dedi: Ben düşmanlarını senin ayakların altına koyuncaya kadar, Sağımda otur' Eğer Davud onu Rab diye çağırırsa, nasıl onun oğlu olur? Ve hiç kimse ona bir söz cevap veremedi; ve o günden sonra artık kimse kendisinden sormağa da cesaret etmedi." (Matta, 22/41-45, s. 25)
Davud'un Hangi Oğlu Hz. İsa'nın Atasıdır? Matta İncilinde Hz. İsa'nın nesebi sayılırken Hz. İsa'nın Süleyman oğlu Davud oğlu olduğu yazılıdır. Fakat Luka İncilinde Natan oğlu Davud oğlu olduğu belirtilmiştir: "Davud Uriyanın karısından olan Süleymanın babası idi." (Matta, 1/6, s. 1). "Natan oğlu, Davud oğlu..." (Luka, 3/31, s. 60).
Davud’un Tahtı İsa’ya Verildi mi, Verilmedi mi? “O büyük olacak, ona Yüce Allah’ın oğlu denecek; Rab Allah ona babası Davud’un tahtını verecek. Yakub’un evi üzerinde ebediyen saltanat sürecek ve onun melekûtuna (krallık, saltanat -dipnot-) hiç son olmıyacaktır.” (Luka, 1/32-33, s. 57). İsa’nın hayatına baktığımızda görüyoruz ki, Davud’un tahtına hiç oturamadı, krallık yapamadı. Tersine Yakup evlatları (yahûdiler) Hz. İsa’ya isyan edip onu öldürtmek için yakaladılar. Ayrıca: Matta’da İsa’nın ataları sayılırken Yoşiya’nın oğlu Yekonya, Davud’un 14. göbekten oğlu olarak sayılır (bkz. Matta, 1/11-12, s. 1). Yekonya, Eski Ahid’de Yehoyakim olarak ifade edilir; babasının adı da Yoşiya’dır. “Yehoyakim için Rab şöyle diyor: Davut tahtı üzerinde oturan kimsesi olmıyacak. (...) Ve fesatlarından ötürü kendisini ve zürriyetini ve kullarını yoklıyacağım. Kötülüğü kendi üzerlerine... getireceğim.” (Yeremya, 36/30-31, s. 762)
İsa'nın Dedesi Yakub mu, Heli mi? Yusuf'un babasının kimliği konusunda Matta ile Luka İncili arasında anlaşmazlık var. Matta, Yusuf'un babası Yakub derken; Luka, Heli demektedir: "Yakub Meryemin kocası Yusufun babası olup, Meryemden de Mesih denilen İsa doğdu." (Matta, 1/6, s. 1). "İsa, hizmetine başladığı zaman, otuz yaşlarında idi. Ve zannedildiği üzre, Yusuf oğlu, Heli oğlu." (Luka, 3/23, s. 60)
Unutulan Nesil: Babil sürgününden Mesih'e kadarki sürede 14 nesil geçtiğini belirten Matta, on üç nesil saymaktadır. "On dört" sayısının esrarlı olduğuna inanan Matta, bu hevesinin kurbanı olmuş ve bir eksik sayarak kendi kendisiyle çelişmiştir: "Yekonya Babile sürgünlükten sonra doğan Şealtielin babası idi; Şealtiel Zerubbabelin babası idi; Zerubbabel Abiudun babası idi; Abiud Elyakimin babası idi; Elyakim Azorun babası idi; Azor Sadokun babası idi; Sadok Ahimin babası idi; Ahim Eliudun babası idi; Eliud Eleazarın babası idi; Eleazar Mattanın babası idi; Mattan Yakubun babası idi; Yakub Meryemin kocası Yusufun babası olup Meryem'den de Mesih denilen İsa doğdu." (Matta, 1/12-16). Hemen devamındaki cümleye geçelim: "İmdi, İbrahimden Davuda kadar olan nesiller on dört nesildir; Davuddan Babile sürgünlüğe kadar on dört nesildir; ve Babile sürgünlükten Mesihe kadar on dört nesildir." (Matta, 1/17, s. 1)
Kim Yardım İstedi, Yüzbaşı mı, İhtiyarlar mı? Matta İncilinde, hizmetçisinin tedavisi için yüzbaşının bizzat Hz. İsa'ya gelip yardım istediğimi açıklanmıştır. Luka İncilinde ise, yüzbaşının gönderdiği ihtiyarların bu konuda Hz. İsa'ya yalvardıkları yazılmıştır: "Ve İsa Kafernahuma girdiği zaman, bir yüzbaşı ona yalvararak: Ya Rab, hizmetçim inme hastalığından çok ıstırap çekip evde yatıyor, diyerek geldi. Ve İsa ona dedi: Onu iyi etmeğe gelirim. Ve yüzbaşı cevap verip dedi: Ya Rab, benim değerim yok ki, damım altına giresin; fakat ancak bir söz söyle, hizmetçim iyi olur." (Matta, 8/5-8, s. 8). "Bir yüzbaşının kendisine kıymetli olan bir hizmetçisi ölüm derecesinde hasta idi. İsa hakkında işitince, gelip hizmetçisini kurtarsın diye rica için Yahudilerin ihtiyarlarını ona gönderdi. Onlar da İsaya geldikleri zaman, kendisine çok yalvarıp dediler: Bunu yapmana o lâyıktır; çünkü milletimizi sever, ve bize havrayı o yaptı." (Luka, 7/2-5, s. 65)
Çıkarken mi, Yaklaşırken mi? İki Kör mü, Bir Kör mü? "Ve onlar Erihadan çıktıkları zaman büyük bir kalabalık İsanın ardınca gitti. Ve işte, yol kenarında oturan iki kör, İsa'nın geçtiğini işitince; Ya Rab, bize merhamet eyle, sen, ey Davud oğlu! diye bağırdılar." (Matta, 20/29-30, s. 22-23). "Erihaya geldiler: İsa şakirtleri ve büyük kalabalık ile Erihadan çıkarken, Timeus oğlu Bartimeus adında kör bir dilenci yol kenarında oturuyordu." (Markos, 10/46, s. 47). "Ve vaki oldu ki, İsa Erihaya yaklaşırken, bir kör, yol kenarında dilenerek oturuyordu." (Luka, 18/35, s. 82)
Sıpa ile Beraber Eşek Var mıydı? Yeruşalim'e, yani Kudüs'e yaklaşırken Hz. İsa Tevrat'ın vermiş olduğu haber gerçekleşsin diye, iki şakirdini yakındaki bir köye göndererek, Matta'ya göre bir adet eşek ve bir adet sıpa getirmelerini ister. Markos ve Luka'ya göre ise, sadece bir sıpa getirmelerini ister: "Karşınızdaki köye gidin, ve hemen, bağlı bir eşekle yanında bir sıpa bulacaksınız; onları çözüp bana getirin. Ve eşekle sıpayı getirdiler; onların üzerine esvaplarını koydular, ve İsa üzerine bindi." (Matta, 21/2, 7, s. 23). "Karşınızdaki köye gidin. Hemen oraya girince, daha kimse üzerine binmemiş, bağlı bir sıpa bulacaksınız; onu çözüp bana getirin... Sıpayı İsaya getirdiler, üzerine esvaplarını koydular; İsa da üzerine bindi." (Markos, 11/2, 7, s. 47-48). "Karşınızdaki köye gidin; oraya girince şimdiye kadar üzerine kimsenin binmemiş olduğu bağlı bir sıpa bulacaksınız; onu çözüp getirin." (Luka, 19/30, s. 83)
Kızı İçin Yardım İsteyen Kadının Milliyeti ve Memleketi Neydi? İncillerde Hz. İsa’nın Sur ve Sayda bölgesine geldiği sırada cine tutulan kızını iyi etmesi için ondan yardım isteyen kadının milliyeti ve memleketi konusunda açık çelişkiler vardır. Bu kadının İsrail ırkından olmadığını, Hz. İsa’nın ona, “Çocukların ekmeğini köpeklere atmak iyi değildir” şeklinde söylediği sözden anlıyoruz. Yahûdi olmayan bu kadının milliyeti ve memleketi İncillerde farklı farklı gösterilmektedir. Matta’ya göre bu kadın, Kenanlı’dır. Markos’a göre ise bu kadın Yunanlı olup Suriyeli Fenike ırkındandır (Matta, 15/22; Markos, 7/26). Matta, kadının sadece Kenanlı olduğunu söylemekle yetiniyor, başka bir şey söylemiyor. Markos ise, Matta’nın söylediğinin zıddına olarak kadının Kenanlı değil; Yunanlı, Suriyeli fenike ırkından olduğunu söylüyor. O, kadının Kenanlı olmadığını açık bir şekilde dile getirirken; onun nereli olduğu konusunda dil ve mantık kurallarına aykırı bir cümle kurarak, onun “Yunanlı, Suriyeli Fenike ırkından olduğu şeklinde çok tuhaf bir ifade kullanıyor. Yunanlı, Suriyeli, Fenike ırkı şeklinde kelimelerin yan yana dizilmesi oldukça enteresan ve gariptir. Acaba Yunanlı, Suriyeli mi demektir? Suriyeli Yunanlılar var mı? Veya Yunanlı Suriyeliler var mı? Yunanlı Suriyeli veya Suriyeli Yunanlı olan bir insan, ayrıca nasıl Fenike ırkından olabiliyor? Belki Suriye’ye gelip yerleşmiş olan bir Yunanlı kast edilmiştir diyebiliriz. Ama bu durumda o, nasıl Fenike ırkından olabilir? Fenike ırkı ile Yunan ırkı aynı ırk mıdır? Bu kadın, Kenanlı mı, Yunanlı mı, Suriyeli mi, yoksa Fenike ırkından mı? Bu konuda İncillerden doğru bir fikir çıkarabilene madalya vermek gerekir.
Zebedi’nin Oğullarının Anası mı Rica Etti, Oğulları mı? “O zaman Zebedi’nin oğullarının anası, oğulları ile beraber onun yanına gelerek secde kılarak kendisinden bir şey diledi. Ve İsa kadına dedi: Sen ne istiyorsun? Kadın ona dedi: Emret ki, bu benim iki oğlum senin melekûtunda biri sağında ve biri solunda otursunlar.” (Matta, 20/20-21, s. 22). “Zebedi’nin oğulları Yakub ve Yuhanna ona yaklaşıp dediler: Muallim, senden her ne dilersek bize yapmanı isteriz. (...) Onlar da kendisine dediler (...) Birimiz sağında, birimiz solunda oturalım.” (Markos, 11/35-37, s. 47)
Haydutların Âkıbeti: İncillere göre Hz. İsa ile beraber iki haydut da çarmıha gerilmişti. Her iki haydudun da ona sitem ettiğini yazan Matta, ikisini de cehennemlik yapmaktadır. Luka İncili ise daha merhametli(!) davranarak haydutlardan birini cennete göndermektedir: "Onunla öylece eğlenerek dediler: Başkalarını kurtardı, kendisini kurtaramıyor. İsrailin Kıralıdır; şimdi haçtan insin, ona iman ederiz. Allah'a güveniyor; eğer Allah onu istiyorsa, şimdi kurtarsın; çünkü o: Ben Allahın Oğluyum, dedi. Ve onunla beraber haça gerilmiş olan haydutlar da ona aynı sitemi ettiler." (Matta, 27/41-44, s. 33). "Asılmış olan suçlulardan biri ona: Sen Mesih değil misin? Kendini ve bizi kurtar, diye sövüyordu. Fakat öteki cevap verdi, ve onu azarlıyıp dedi: Sen ayni hüküm altında olduğun halde, Allahtan kormuyor musun? Gerçi biz hak üzre, çünkü yaptıklarımıza lâyık cezayı çekiyoruz, fakat o, yolsuz hiçbir şey yapmadı. Ve: Ey İsa, sen melekûtunda geldiğin zaman, beni an, dedi. İsa da ona: Doğrusu sana derim: Bugün sen benimle beraber cennette olacaksın, dedi." (Luka, 23/39-43, s. 89)
Kabirlerden Çıkan Cinliler Kaç Kişiydi? Hz. İsa, gölün karşı yakasında Gadaralıların veya Gerasinilerin ülkesine varınca, Matta’ya göre cinlere tutsak olmuş iki deli ile karşılaşmıştır. Markos ve Luka’ya göre cinlere tutsak olmuş sadece bir deli ile karşılaşmıştır: "Ve İsa karşı yakada Gadarinilerin memleketine geldiği zaman, kabirlerden çıkan cine tutulmuş iki kişi onu karşıladı." (Matta, 8/28, s. 8). Karşı yakaya, Gerasinilerin memleketine geldiler. İsa kayıktan çıkınca murdar ruhu olan bir adam hemen kabirlerden çıkıp onu karşıladı." (Markos, 5/1-2, s. 39). "Galile karşısında olan Gerasinilerin memleketine vardılar. İsa karaya çıkınca, şehirden bir adam kendisini karşıladı, bu adamda cinler vardı; ve çoktan beri elbise giymiyordu, ve hiç evde kalmaz, kabirlerde kalırdı." (Luka, 8/26-27, s. 67)
İsa'yı Kaç Kişi Kefenledi ve Kabre Koydu? Yuhanna'ya göre İsa'yı Arimetealı Yusuf ile İsa'nın gizli havarisi Nikodimus beraberce kefenlediler ve kabre koydular. Diğer üç İncil ise bu işi sadece Yusuf'un yaptığını belirtmekte ve Nikodimus'u unutmaktadırlar (Matta, 27/59-60, s. 33; Markos, 15/46, s. 54; Luka, 23/53, s. 89; Yuhanna, 19/38-42, s. 116). Ortada iki ihtimal mevcuttur. Ya üç İncil Nikodimus'u unutmaktadır. Yahut da Yuhanna onu hayalinden uydurmaktadır. Halbuki Yüce Allah'ın kitaplarında ne unutkanlık, ne de uydurma bulunması mümkündür. Allah Teâlâ, her türlü kusurdan ve noksanlıktan münezzehtir.
Kurtarıcı Allah mı, İsa mı? “Benden başka Hak Allah ve kurtarıcı yok; benden başkası yoktur. Allah benim, ve başkası yoktur.” (Kitab-ı Mukaddes, İşaya, 45/21-22, s. 708) ."Ve Kurtarıcım Allah ile ruhum sevinir." (Luka, 1/47, s. 57). "Çünkü bedenin kurtarıcısı Mesih kilisenin başı olduğu gibi, erkek de kadının başıdır." (Pavlusun Efesoslulara Mektubu, 5/23, s. 201). Ayrıca, İsa kurtarıcı olsa idi, çarmıha gerildiği sırada, Allah'tan kendisini kurtarmadığı için sitem dolu şu ifadeyi kullanmazdı: "Allah'ım, Allah'ım! Niye beni terkettin" (Matta, 27/46; Markos, 15/34).
Mezarda Kaç Melek Gördüler? Hz. İsa'nın mezara konuluşundan bir gün ve iki gece sonra pazar sabahı erkenden Hz. İsa'nın anası Meryem ile bazı kadınlar mezara giderler ve mezarın girişini kapayan büyük taşın yuvarlanmış olduğunu hayretle görürler ve kayaya oyulmuş mezarın içine girerler. İşte burada İnciller arasında ihtilâf çıkmaktadır. Matta ve Markos, kadınların tek bir melekle karşılaştıklarını kaydederken, Luka ve Yuhanna ise iki melekten bahsetmektedir. Ayrıca, Yuhanna, hepsine muhâlif olarak, melekleri sadece Hz. Meryem'in gördüğünü ifade etmektedir: Matta, 28/1-3, s. 34; Markos, 16/5, s. 54; Luka, 24/4, s. 89; Yuhanna, 20/11-12, s. 111-112)
Yahûdi Şeriatı (Eski Ahit’teki Hükümler, Emir ve Yasaklar) Geçerli mi, Değil mi? Kitab-ı Mukaddes’te, Ahd-i Atik’deki şeriate uymayanlara lânet ediliyor: “Bu şeriatin sözlerini yapmak için onları tasdik etmiyen lânetli olsun. Ve bütün kavm: Amin, diyecek.” (Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, 27/26, s. 204). İncillerde de eski şeriatın tatbik edilmesine dair nice emir ve tavsiyeler vardır. “Çünkü hakikat bilgisine nail olduktan sonra kasten günah işlersek, artık günahlar için kurban kalmaz, fakat hükmün dehşetli bir intizarı, ve hasımları yiyip bitirecek olan şiddetli ateş kalır. Musanın şeriatini tahkir eden bir kimse iki veya üç şahidin sözü üzerine merhametsizce ölür.” (İbranilere Mektup, 10/26-28, s. 234). İncillere göre, İsa (a.s.) da bu şeriatı tatbik etme göreviyle gönderilmiştir: “(İsa:) Sanmayın ki, ben şeriati yahut peygamberleri yıkmağa geldim; ben yıkmağa değil, fakat tamam etmeğe geldim. Çünkü doğrusu size derim: Gök ve yer geçip gitmeden, her şey vaki oluncıya kadar, şeriatten en küçük bir harf veya bir nokta bile yok olmıyacaktır. Bundan dolayı bu en küçük emirlerden birini kim bozar ve insanlara öylece öğretirse, göklerin melekûtunda kendisine en küçük denilecektir; ve onları kim yapar ve öğretirse, göklerin melekûtunda kendisine büyük denilecektir. Zira size derim ki, salâhınız yazıcılar ve Ferisilerinkinden ziyade olmazsa, göklerin melekûtuna hiç girmiyeceksiniz.” (Matta, 5/17-20, s. 4-5).
İncillerde Hz. İsa’nın ağzından “körlerin kör kılavuzu” (Matta, 15/12-14, s. 17) oldukları için sakınılması gereken (Matta, 16/6, 11-12, s. 18) Ferisî olan Pavlus (Resullerin İşleri, 23/6, s. 146; 26/5, s. 150) eski şeriati iptal ederek dört şeyden başka herşeyi helâl kıldı: “Çünkü Ruhülkudüse ve bize iyi göründü ki, icap eden şu şeylerden fazla üzerinize yük koymıyalım: Putlara kurban edilen şeylerden, kandan, ve boğulmuş olanlardan, ve zinadan çekinin. Bunlardan sakınırsanız, iyi edersiniz. Selâmette olun.” (Resullerin İşleri, 15/28-29, s. 137)
İncillere bu dört yasak dışında herşeyin câiz olduğunu koyan zihniyet, bütün hıristiyanların da inanmak zorunda olduğu Kitab-ı Mukaddes’in domuz ve benzeri hayvanları yasak kılan şu hükümlerini görmezlikten gelirler: “Hiçbir mekruh şey yemiyeceksin. Yiyebileceğiniz hayvanlar şunlardır: sığır, koyun, ve keçi, geyik, ve ceylan, ve sığın, ve dağ keçisi, ve karaca, ve ahu, ve dağ koyunu. Ve hayvanlar arasında tırnağı yarık, ve tırnağı çatal olan ve geviş getiren her hayvanı yiyebilirsiniz. Fakat geviş getiren, yahut tırnağı yarık olanlardan şunları yemiyeceksiniz; deve, ve tavşan, ve kaya porsuğu, çünkü geviş getirirler, fakat çatal tırnaklı değildirler, onlar size murdardır; ve domuz, çünkü çatal tırnaklıdır, fakat geviş getirmez; o size murdardır; bunların etinden yemiyeceksiniz, ve leşlerine dokunmıyacaksınız.” (Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, 14/3-8, s. 191 ve bkz. devamı; yasak yiyecekler için yine bkz. Levililer, 11/1-8, s. 108). Hz. İsa’ya da insanın, yediği hiç bir şeyin insanı kirletemediği için haram olmadığı fikrini atfederler: “İnsanın dışından kendisine girip onu kirletebilecek bir şey yoktur; fakat insanı kirleten insandan çıkan şeylerdir. İnsana dışardan her ne girse, onu kirletemez? Çünkü yüreğine değil, fakat karnına girer, ve mecraya çıkar. Bunu demekle bütün yemekleri temiz etti.” (Markos, 7/15, 19, s. 8)
Hıristiyanlarda, kilise, Kitab-ı Mukaddes’te ne derse desin, haram ve helâl konusunda, ahkâm konusunda üstün tutulur, tercih edilir. Haç ve ikonların (kiliselerdeki kutsal kabul edilen resim ve heykellerin) kabul edilmesi, sabbath (sebt/cumartesi) günü ve sünnet olmanın ilgâsı, domuz etinin helâl kılınması ve bunun gibi yüzlerce, binlerce şey helâl kabul edilir. Bazen Pavlos’un şu sözüne atıf yapılır “Çünkü salâh için her iman edene şeriatin sonu Mesihtir.” (Pavlusun Romalılara Mektubu, 10/4, s. 162). Acaba Pavlos’un bu sözünün, bizzat İsa’nın sözünden üstün mü olduğu düşünülüyor? Tevrattaki bütün yasakların ilgâsı için de, Resullerin İşleri, 15/28-29’da (s. 137) bahsedilen dört yasaktan başka her şeyin helâl olduğuna dair Pavlos’un sözü yeterlidir. Şayet Kilise, İsa tarafından yapılan veya haber verilen şeriatı, Ahd-i Atik’teki hükümleri değiştirme selâhiyetine sahipse, Kutsal Kitabın ona bu hakkı vermesi gerekir. Halbuki Kitab-ı Mukaddes’te böyle bir ifade yoktur.
Bu mantığın bir uzantısı olarak, İncillere katılan ve Kilise tarafından yorumlanan şu ifadeler, iktidarın dinsizleşmesini, laikliğin uygulanışını teşvik eder: "O vakit İsa onlara: Öyle ise, Kayserin şeylerini Kaysere, ve Allahın şeylerini Allaha ödeyin, dedi." (Matta, 22/21, s. 25; Luka, 20/25, s. 84). İşte İncillerdeki bu ifade, kilise ve devletin birbirinden ayrılması, iktidarın dinsizleşmesi ve hatta dine karşı müsamahasız bir tutum içine girmesi gibi büyük bir tehlikeyi doğurmuştur.
İncillere göre, ibâdet etmek zorunlu değildir. Matta İncilinde 17. bapta, normal cümlelerin içinde bulunmayan, 20'den 22'ye atlanılan cümlelerin arasına dipnot düşülmüş ve dipnotta şu ifadeye yer verilmiştir: "Bazıları eski olan bir çok muteber metinlerde 21 inci âyet ilâve olunmuştur: 'Fakat bu cins dua ve oruçtan başka bir şeyle çıkmaz." (Matta, 17/21, s. 19; ve yine bakınız benzer ifade için; Markos, 9/29, s. 45). Kilise bu cümleleri ibâdet etme zorunluğu olmadığı şeklinde yorumlamıştır. Halbuki İslâm'a göre insanın yaratılış gayesi, Allah'a ibâdettir ve her peygamber insanları Allah'tan başka ilâhı reddetmelerini ve sadece O'na ibâdet etmelerini tebliğ etmiştir.
Hükmetmek: “Hükmetmeyin ki, hükm olunmıyasınız.” (Matta, 7/1, s. 7). “Siz bedene göre hükmedersiniz; ben hiç kimseye hükmetmem. Ve eğer ben hükmedersem bile, benim hükmüm doğrudur; çünkü yalnız değilim; fakat ben ve beni gönderen Baba...” (Yuhanna, 8/15-16, s. 102). “İsa doğrulup ona dedi: Kadın, onlar nerede? Kimse sana hükmetmedi mi? Kadın: Kimse, ya Rab, dedi. İsa: Ben de sana hükmetmem; git, bundan sonra artık günah işleme, dedi.” (Yuhanna, 8/10-11, s. 102) (Zina edip recm edilmek üzeri Ferisîler ve Yazıcılar tarafından İsa’ya getirilen ve İsa’nın “sizden günahsız olan önce taş atsın” dediği kadın hakkında, recm hükmü için bunlar gündeme gelir.). Ayrıca: “Hakkınızda söyliyecek ve hükmedecek çok şeylerim var.” (Yuhanna, 8/26, s. 102)
Barış-Kılıç: “Ben dünyaya ateş atmağa geldim; eğer şimdiden tutuşmuş ise, daha ne isterim? Dünyaya selâmet getirmeğe mi geldim sanıyorsunuz? Size derim ki: Hayır, fakat daha doğrusu ayrılık getirmeğe geldim; çünkü bundan sonra, bir evde beş kişi olacak, üçü ikiye, ikisi üçe karşı ayrılacaklar.” (Luka, 12/49, 51, 52, s. 75). “Yeryüzüne selâmet getirmeğe (sulh yapmak için) geldim sanmayın; ben selâmet değil, fakat kılıç getirmeğe geldim.” (Matta, 10/34, s. 11). “Göz yerine göz, diş yerine diş’ denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim: Kötüye karşı koma; ve senin sağ yanağına kim vurursa, ona ötekini de çevir. Ve eğer biri seninle mahkemeye gidip senin gömleğini almak isterse, ona abanı da bırak. Ve kim seni bir mil gitmeğe zorlarsa, onunla iki mil git.” (Matta, 5/38-41, s. 5). “Ne mutlu sulh edicilere; çünkü onlar Allah oğulları çağrılacaklar.” (Matta, 5/9, s. 4). İncillerin birçok yerinde İsa’ya Allah’ın oğlu denmektedir. Halbuki Matta 5/9’a göre İsa’ya “Allah oğlu” denilemez. Çünkü o, sulh etmeye gelmedi; kılıç getirdi. Ayrıca, “ne mutlu!” diye sulh ediciler övülürken, İsa bu mutluluktan hisse almamış oluyor. İsa’nın savaşçılığıyla ilgili ayrıca bkz. Luka, 14/26-27; Luka, 19/27-28.
Ana-Babaya Hürmet mi Gerekir, Buğz mu? “Babana ve anana hürmet et, ta ki, Allah’ın Rabbin sana vermekte olduğu toprakta ömrün uzun olsun.” (Kitab-ı Mukaddes, Çıkış, 20/12, s. 74). “Çünkü babasına, yahut anasına lânet eden her adam mutlaka öldürülecektir; babasına yahut anasına lânet etmiştir, kanı kendi üzerinde olacaktır.” (Kitab-ı Mukaddes, Levililer, 20/9, s. 120). “Babasını ve anasını hor gören lânetli olsun. Ve bütün kavm: Amin, diyecek.” (Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, 27/16, s. 204). Ve Markos İncilinden Hz. İsa’ya atfedilen bir ifade: “Zira Musa demiştir: Babana anana hürmet et; ve Babaya yahut anaya kötü söyliyen mutlaka öldürülsün.” (Markos, 7/10, s. 7; Çıkış, 20/12; Tesniye, 5/16; Levililer, 20/9)

Bir tarafta bu hükümler, öbür tarafta Hz. İsa’nın ana-babaya buğzu emretmesi: “Eğer bir kimse bana gelir, ve kendi babasına, anasına, karısına, çocuklarına, kardeşlerine, kızkardeşlerine, evet hattâ kendi canına buğzetmezse, benim şakirdim olamaz.” (Luka, 14/26, s. 77). “Yeryüzüne selâmet getirmeğe (sulh yapmak için) geldim sanmayın; ben selâmet değil, fakat kılıç getirmeğe geldim. Çünkü ben adamla babasının, ve kızla anasının, ve gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymağa geldim ve adamın düşmanları kendi ev halkı olacaktır.” (Matta, 10/34-36, s. 11). “Ben dünyaya ateş atmağa geldim; eğer şimdiden tutuşmuş ise, daha ne isterim? Dünyaya selâmet getirmeğe mi geldim sanıyorsunuz? Size derim ki: Hayır, fakat daha doğrusu ayrılık getirmeğe geldim; çünkü bundan sonra, bir evde beş kişi olacak, üçü ikiye, ikisi üçe karşı ayrılacaklar. Baba oğula karşı, oğul babaya karşı; ana kıza karşı, kız anasına karşı; kaynana geline karşı, gelin kaynanasına karşı olacaklar.” (Luka, 12/49, 51, 52, 53, s. 75).
Anasına itaat konusunda Hz. İsa’nın davranışlarında da benzer çelişki vardır: “Onlarla beraber indi; Nasıra’ya geldi ve onlara itaatli oldu.” (Luka, 2/51, s. 59). Burada Hz. İsa’nın ana-babasına(!) itaatli olduğu ifade edilirken, başka yerde, hiç de bu itaat gözükmez. İsa (a.s.) anasına saygısız davranır: “İsa ona dedi: Kadın, benden sana ne?” (Yuhanna, 2/4, s. 93). “İsa halka henüz söylemekte iken, işte, anası ve kardeşleri, onunla söyleşmek istiyerek dışarda durdular. Ve biri İsaya dedi: İşte, anan ve kardeşlerin seninle söyleşmek istiyerek dışarda duruyorlar. Fakat İsa cevap verip kendisine söyliyene dedi: Benim anam kimdir? Ve kardeşlerim kimlerdir? Ve elini şakirtlerine doğru uzatıp dedi: İşte, benim anam ve kardeşlerim. Çünkü göklerde olan Babamın iradesini kim yaparsa, benim kardeşim, kızkardeşim ve anam odur.” (Matta, 12/46-50, s. 13-14)
İsa’nın Bir Cüzzamlıyı İyileştirmesi: Dağ vaazından sonra, “Ve dağdan inince, büyük kalabalıklar onun ardınca gittiler ve işte bir cüzzamlı gelip... Ve İsa ona dedi sakın kimseye söyleme.” (Matta, 8/1-4, s. 8). Aynı olayın Dağ vaazından sonra değil, başka bir zaman olduğu anlatılıyor (Markos, 1/40-44). Matta’ya göre: Bu olay, hem büyük kalabalıklar içinde oluyor, hem sakın kimseye söyleme deniyor. Bir çelişki var. Ayrıca, kalabalık içinde cüzzamlı biri düşünülemez. Çünkü cüzzamlı, Mûsâ şeriatinde murdar sayılır; yalnız başına oturur ve meskeni ordugâhın dışında olur (Levililer, 13/43-46, s. 111).
Ölü Kızın Diriltilmesi: “Bir reis geldi ve kızım şimdi ölmüştür, fakat gel, üzerine elini koy, yaşıyacaktır diyerek...” (Matta, 9/18, s. 9). “...Kızcağızım son nefesindedir, gelip ellerini üzerine koy, ta ki kurtulup yaşasın... İsa henüz söylemekte iken, havra reisinin evinden adamlar gelip dediler: Kızın öldü.” (Markos, 5/22-23, 35, s. 40). İlkinde kızın öldüğünü ilk konuşmasında reis söylüyor. Diğerinde kız hasta, sonradan başkaları öldüğünü haber veriyor.
İsa, Havârilerinin Değnek Almalarına İzin Veriyor mu, Vermiyor mu? “Ne yolculuk için torba, ne iki gömlek, ne çarık, ne değnek alın.” (Matta, 10/10, s. 10). “Kendilerine dedi: Yol için bir şey almayın, ne değnek, ne torba...” (Luka, 9/3, s. 68). “Onlara yol için bir değnekten başka, hiçbir şey... almamalarını tenbih etti.” (Markos, 6/7, s. 41)
Murdar Ruhun (Cinlerin) Domuzlara Girmesi: İsa kayıktan çıkınca murdar ruhu olan bir adam hemen kabirlerden çıkıp onu karşıladı... Çünkü ona: Ey murdar ruh, bu adamdan çık diyordu. Ondan adın ne? diye sordu; ve ona dedi: Benim adım Lejiyondur (Bir Roma askerî fırkası, takriben 6 bin nefer -dipnot-) zira biz çokluğuz. Kendilerini o diyardan dışarı çıkarmasın diye, ona çok yalvardı. Orada dağın yanında, büyük bir domuz sürüsü otluyordu. Ona yalvarıp dediler: Bizi o domuzlara gönder, içlerine girelim. İsa da onlara izin verdi. Murdar ruhlar da çıkıp domuzlara girdiler ve iki bin kadar olan o sürü uçurumdan aşağı denize atıldı, denizde boğuldu. Onları güdenler kaçıp şehirde ve çiftliklerde haberi yaydılar.” (Markos, 5/2, 8, 11-14, s. 39). Sorular:
1- Niçin, domuzlara kötü ruhların zarar vermesine İsa müsaade ediyor? Domuz kötü mü? Halbuki İncillerden yola çıkarak hıristiyanlar domuzun helâl olduğuna inanıyorlar.
2- Ahd-i Atik’de kesin haram kabul edildiği için yahûdiler domuz yemez ve ticaretini yapmazlardı. Nasıl oluyor da iki bin kadar domuzu orada güdüyorlar?
3- Bir peygamber, iki bin domuzu olan bir kimsenin veya kimselerin bu kadar domuzuna zarar verir mi? Verirse bu adâlet midir?
İsa’ya Ölürken Sirke mi Verdiler, Şarap mı? Matta ile Yuhanna’ya göre sirke verdiler, İsa’ya içirdiler (Matta, 27/48, s. 33; Yuhanna, 19/28-29, s. 116). Markos sirkeden hiç bahsetmez, şarap sunulduğunu söyler: “Ona mür ile karışık şarap verdiler, fakat almadı.” (Markos, 15/23, s. 54)
Yusuf’un Sülâlesi Kaç Kişi İdi? “Yusuf da gönderip babası Yakub’u ve bütün akrabası yetmiş beş canı çağırdı.” (Resullerin İşleri, 7/14, s. 126) (İki de Yusuf ile Bünyamin, toplam 77 kişi). “Mısır’a gelen bütün canlar altmış altı idi ve kendisine Mısır’da doğan Yusuf’un oğulları iki candır; Yakub’un evinin Mısır’a gelen bütün canları yetmiş idi.” (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, 46/27, s. 48)
İsa, Kendisi mi Vaftiz Ediyordu, Şakirtleri mi? “...Ve orada İsa onlarla kalıyor ve vaftiz ediyordu.” (Yuhanna, 3/22, s. 95). “İsa kendi değil, fakat şakirtleri vaftiz ediyordu.” (Yuhanna, 4/2, s. 95)
Baba ile Oğul Bir mi, Değil mi? “Ben ve Baba biriz.” (Yuhanna, 10/30, s. 105). “Fakat o gün yahut o saat hakkında, ne gökteki melekler, ne de Oğul, Babadan başka kimse bir şey bilmez.” (Markos, 13/32, s. 51). “Ey Davud oğlu İsa, bana acı!” (Luka, 18/38, s. 82). “Hiçbir zaman Allahı kimse görmemiştir.” (Yuhanna, 1/18, s. 92) “Ben Alllah’ım ve insan değilim, senin ortanda olan kuddûsüm.” (Kitab-ı Mukaddes, Hoşea, 11/9, s. 862) “Benden başka Hak Allah ve kurtarıcı yok; benden başkası yoktur. Allah benim, ve başkası yoktur.” (Kitab-ı Mukaddes, İşaya, 45/21/22, s. 708)
Galile’den mi, Galile’ye mi?İsa Galile’den Erden’e geldi...” (Matta, 3/13, s. 3). “İsa Galile’ye döndü... Nasıra’ya geldi...” (Luka, 4/14, s. 61). Aynı olay anlatılıyor, fakat hem ifadeler, hem gidilen yerler birbiriyle çelişiyor.
Yakup Var mı, Yok mu? “Petrus denilen Simun ile kardeşi Andreas’ı denize ağ atarken gördü. (...) Yakub ve kardeşi Yuhanna’yı... ağlarını onarmakta iken gördü.” (Matta, 4/18-21, s. 4) Aynı olay; fakat farklı anlatımlar ve Yakup yok: Yuhanna, 1/35-40, s. 93)
Sağır ve Peltek Birini mi Getirdiler, Kalabalığı mı? “Ve İsa oradan gidip Galile denizi yakınına geldi ve dağın üzerine çıkıp orada oturdu. Ve ona büyük kalabalıklar, beraberlerinde topallar, körler, dilsizler, çolaklar, daha başka bir çokları olarak geldiler ve onları İsa’nın ayaklarının yanına bıraktılar ve İsa onları iyi etti.” (Matta, 15/29-30, s. 17). “Yine Sur sınırlarından çıkıp Sayda içinden Dekapolis sınırları ortasından Galile denizine geldi. Ona sağır ve peltek birini getirdiler.” (Markos, 7/31-32, s. 43)
İbrâhim ile Âdem Arasında Kaç Nesil Vardı? 19 mu, 20 mi? Kainan Fazla mı, Unutuldu mu? Şela oğlu, Kainan oğlu, Arfakşad oğlu...” (Luka, 3/35-36, s. 60). “Ve Arpakşad otuz beş yıl yaşadı ve Şelah’ın babası oldu.” (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, 11/12, s. 10) Şela, Tekvin’e göre Arpakşad’ın oğlu; Luka’ya göre Şela Kainan’ın oğlu, Kainan Arfakşad’ın oğlu.
Tekvin’in 5 ve 11. baplarında İbrâhim ile Âdem arasında 19 nesil sayılırken (Kainan yok); Luka İncil’inde 20 nesil sayılmıştır (Kainan var). Kainan’ı Tevrat mı unuttu, yoksa İncil mi imal etti?
Hadımlık İyi mi, Kötü mü? “Göklerin melekûtu uğrunda kendilerini hadım edenler de vardır. Bunu kabul edebilen kabul etsin.” (Matta, 19/12, s. 21). “Husyesi ezilmiş, yahut uzvu kesilmiş olan adam Rabbın cemaatına girmeyecektir.” (Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, 23/1, s. 200)
Şarap İyi mi, Kötü mü? Şarap aklı alır.” (Hoşea, 4/11, s. 858). “Zina, ve eski şarapla yeni şarap aklı alır.” (Hoşea, 5/11, s. 858). “(Yahya) Çünkü Rabbın sözünde büyük olacak, şarap ve içki içmeyecek” (Luka, 1/15, s. 56). “Kırallar için değildir, ey Lemuel! Şarap içmek kırallar için değildir; Ve içki aramak emîrler için değildir. Ta ki, içip de şeriati unutmasınlar, Ve bütün düşkünlük oğullarının hakkını saptırmasınlar.” (Süleymanın Meselleri, 31/4-5, s. 657). Buna rağmen, Yuhanna’ya göre, İsa, düğünde şarabı biten kimsenin sularını şaraba çeviriyor ve çokça şarap içilmesine yardım ediyor (Yuhanna, 2/1-11, s. 93). İncillere göre şarap kutsal: Komünyon (Matta, 26/26-29, s. 30). Nuh sarhoş: Tekvin, 9/20-22, s. 8; Lut sarhoş: Tekvin, 19/30-36, s. 17)

Dört İncil dikkatle incelendiği zaman, yukarıda örnekleri gösterilen çelişki ve farklılıkların yanı sıra, onlarda daha başka birçok farklılık ve çelişkilere de rastlamak mümkündür. Bu kadar çelişki ve farklılığın bulunduğu, tutarsızlıklarla dolu bu dört İncil, nasıl oluyor da Ruhu’l-Kudüs kendilerine tecellî etmiş ve vahye mazhar olmuş kimseler tarafından hatasız, eksiksiz ve birbirini tamamlar mâhiyette yazılmış kitaplar olarak kabul edilebiliyorlar? Bu çelişkiler, farklılıklar ve tutarsızlıklar, yoksa hata kabul edilmiyor mu? Bunlardan bir tanesi dahi, içinde yer aldığı kitabın güvenilirliğini zedelemeye yeterken, İncillerde bu tür yüzlerce eksik ve hatanın bulunması, İncillerin senet ve metin yönünden sahih, kutsal kitaplar olarak değerlendirilmesinin imkânsızlığını ortaya koymaz mı?
“Çünkü doğrusu size derim: Gök ve yer geçip gitmeden, her şey vaki oluncıya kadar, şeriatten en küçük bir harf veya bir nokta bile yok olmıyacaktır. Bundan dolayı bu en küçük emirlerden birini kim bozar ve insanlara öylece öğretirse, göklerin melekûtunda kendisine en küçük denilecektir.” (Matta, 5/18-19, s. 4-5)
Kitab-ı Mukaddes’in son cümleleri şöyle biter: “Bu kitabın peygamberlik sözlerini her işitene ben şehadet ediyorum: Eğer bir adam bunlara bir şey katarsa, Allah, bu kitapta yazılmış olan belâları ona katacaktır; ve eğer bir adam bu peygamberlik kitabının sözlerinden çıkarırsa, Allah bu kitapta yazılmış olan hayat ağacından ve mukaddes şehirden onun payını çıkaracaktır.” (Vahiy, 22/18-19, s. 274)
Ve Kur’an’dan iki âyet meâli:
“Vay haline o kimselerin ki Kitab’ı elleriyle yazarlar, sonra o yazdıkları şeyi az bir para karşılığında satmak için ‘Bu Allah katındandır’ derler. Ellerinin yazdıklarından ötürü vay haline onların! Yine, kazandıklarından ötürü vay haline onların!” (2/Bakara, 79)
“Hâlâ Kur’an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok ihtilâf/tutarsızlık bulurlardı.” (4/Nisâ, 82)

Ahd-i Cedid'deki bu ve benzeri çelişkiler yanında, birbirinden tümüyle kopye, daha doğrusu % 100 plagiarizm, yani çalmalar da vardır. Meselâ Matta, 9/6, s. 9; Markos, 2/10-11, s. 36; Luka, 5/24, s. 63: Kelimesi kelimesine tekrardır; parantezler bile aynıdır. “Fakat İnsanoğlunun yeryüzünde günahları bağışlamak kudreti olduğunu bilesiniz diye (o vakit inmeliye dedi): Kalk, yatağını kaldır da evine git.” (Matta, 9/6, s. 9; Markos, 2/10-11, s. 36; Luka, 5/24, s. 63). Yine üç İncilde şu benzerliklere bakalım: “Çünkü İşaya peygamber tarafından: ‘Çölde çağıranın sesi: Rabbin yolunu hazırlayın, Onun yollarını düz edin.’ Diye kendisi için söylenmiş olan budur.” (Matta, 3/3, s. 3) “İşaya peygamberde: ‘İşte, senin yüzün önünde habercimi gönderiyorum, O, senin yolunu hazırlıyacaktır; Çölde çağıranın sesi: Rabbin yolunu hazırlayın, Onun yollarını düz edin’ diye yazıldığı üzre...” (Markos, 1/2-3, s. 35) “Nasıl ki, İşaya peygamberin sözleri kitabında yazılmıştır: ‘Çölde çağıranın sesi: Rabbin yolunu hazırlayın, Onun yollarını düz edin. Her dere doldurulacak, Her dağ ve tepe alçaltılacaktır; İğri olan doğrulacak, Sarp yollar düz olacaktır; Ve bütün beşer Allahın kurtarışını görecektir.” (Luka, 3/4-5, s. 60). (Halbuki dipnot çıkılarak gösterilen ‘İşaya, 40/3-4, s. 702, alıntılarla tümüyle aynı değil!).
Şu ifadeler de iki İncilde kelimesi kelimesine aynıdır: “Fakat Ferisiler ve Sadukilerden bir çoğunun vaftiz için geldiklerini görünce, onlara dedi: Ey engerekler nesli, gelecek öfkeden kaçmağı size kim gösterdi? İmdi, tövbeye yakışır semere çıkarın, ve: Babamız İbrahimdir, diye içinizden düşünmeyin; çünkü ben size derim ki, Allah İbrahime şu taşlardan evlât kaldırabilir. Zaten balta da ağaçların kökü dibinde yatıyor; imdi, iyi meyva vermiyen her ağaç kesilir ve ateşe atılır.” (Matta, 3/7-10, s. 3) “İmdi kendisi tarafından vaftiz olunmak için çıkıp gelen kalabalıklara dedi: Ey engerekler nesli, gelecek öfkeden kaçmağı size kim gösterdi? İmdi tövbeye lâyık semereler çıkarın, ve: Babamız İbrahimdir, diye içinizden söylemeğe başlamayın; çünkü size derim ki, Allah şu taşlardan İbrahime evlât kaldırmağa kadirdir. Zaten balta da ağaçların kökü dibinde yatıyor; imdi iyi meyva vermiyen her ağaç kesilir, ve ateşe atılır.” (Luka, 3/7-10, s. 60). Hem de, iki İncilde de, 3. bölüm, 7-10. cümlelere nasıl denk gelmiş? ‘Bu cümlelerin aynı olması normal, ikisi de aynı hakikati yazıyor’ denilecek olursa; peki, o zaman bu bir-iki örnek aynı cümlelerin dışında İncillerin diğer yerleri niye farklı? Sorusuna cevap bulmak gerekiyor. Halbuki bu İnciller, farklı zamanlarda yaşayan farklı kişiler tarafından yazılmıştır. İki İncil yazarından biri diğerinden çalmıştır. Ama, hangileri, kimden çalmıştır, bu belli değil. Bu hırsızlığı Allah'a, Allah'ın değiştirilmemiş vahyine yakıştırabilir miyiz?


Muharref İncillere Göre Barış ve Savaş Anlayışı
Başta müsteşrikler/oryantalistler olmak üzere hemen hemen tüm hıristiyan batılıların ve batı mukallitlerinin İslâm’a saldırmak için ileri sürdükleri iddia ve ithamlardan biri, İslâm’ın kılıç zoruyla yayılan, kutsal savaş taraftarı, savaşçı bir din olduğudur. O yüzden de müslümanlara barbar demekten çekinmeyen, İslâm hâkim olduğunda gayri müslimleri kıtır kıtır keseceklerini vehmeden veya insanlara böyle gösteren tipler çıkagelmiştir. İslâm’ın kelime anlamının bile selâmet ve barış demek olduğunu, savaşın sebep ve şeklini, cihadın kendi haçlı savaşı kültürlerinin benzeri kutsal savaş anlamında olmadığı, İslâm’ın öldürme ve hücuma dayalı bir savaş anlayışını ne derece değiştirdiğini... anlatmak, konu/kavram dışına çıkmak olacak ve sözü uzatacaktır. Biz batının temel kültürlerinden biri/birincisi olan Kitab-ı Mukaddes’teki savaş ve barış anlayışına kısa bir değinme yapacağız.
Hz. İsa, İncillerde insan sevgisinden, fedâkârlık ve aftan, her peygamber gibi elbette çokça bahsetmiştir. Ama İslâm’ın savaş anlayışına yanlış ithamlarla saldırırken, İncillerdeki Hz. İsa’ya veya vahye atfedilen savaş, öldürme ve hatta katliâm teşviklerini niye görmek istemiyor ve her iki dindeki ve Kitap’taki hükümleri mukayese etme gereği duymuyorlar diye sorma hakkımız vardır diye düşünüyoruz. Bu konu da göstermektedir ki, bazılarının derdi üzüm yemek değil, bağcı dövmektir: Yani, hakkı arayıp bâtıla tavır almak değil; hakkı bâtıl, bâtılı da hak göstermektir. Luka İncili, Hz. İsa’dan şu sözü nakleder: “Lâkin üzerlerine kral olmamı istemeyen o düşmanlarımı buraya getirin ve önümde öldürün!” (Luka, 19/27, s. 83). Hz. İsa’ya isnat edilen bu ifade, onun kan dökme pahasına olsa bile, kral olmak istediğini gösteriyor.
İncillerde tanıtılan İsa, maddî imkânlara sahip bulunsa veya Hz. Dâvud veya Hz. Süleyman’ın oğlu ve vârisi olsaydı ne yapardı, bilmiyoruz. Aynı anlamdaki ifadeyi Pavlus da belirtiyor: “Çünkü bütün düşmanları kendi ayakları altına koyuncaya kadar, onun saltanat sürmesi lâzımdır.” (Pavlus’un Korintoslulara 1. Mektubu, 15/25). İsa’nın diğer bir sözü, daha dikkat çekicidir: “Yeryüzüne selâmet getirmeğe geldim sanmayın; ben selâmet değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben adamla babasının, kızla anasının ve gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymaya geldim. Adamın düşmanları kendi ev halkı olacaktır.” (Matta, 10/34-36)
Kur’ân-ı Kerim’de şu hükmü görüyoruz: “Dinde zorlama yoktur.” (2/Bakara, 256). “De ki: ‘Sizin dininiz size, benim dinim banadır.” (109/Kâfirûn, 6). Peygamber, dini tebliğle mükelleftir; birini dini kabule zorlamaya değil. Savaşa gelince, Kur’an şöyle emrediyor: “Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, aşırı gitmeyin; doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.” (2/Bakara, 190). Savaşla Hz. Muhammed (s.a.s.) hiçbir zaman devlet kurma, kral olma veya bir başka dünyevî çıkar sağlama gayesi gütmemiştir. İslâm’da savaş sadece Allah için yapılır, bu da hakkı/dini müdâfa halidir. Bu âyeti takip eden âyet ve dinsizleri öldürmeye cevaz veren âyetler, sadece kendilerine karşı harp ilân edilmiş ve savaş açılmış düşmanlara, yani savaşçılara karşıdır ki, savaşa katılmayanlar bunun dışında tutulmuştur. Haksız yere bir cana kıyanın bütün insanları öldürmüş gibi olacağını Kur’an belirtir (5/Mâide, 32).
İslâm, kesinlikle ve hiçbir şekilde katliâma ve mecbur olunmadığı (müdâfa özelliği olmayan) hallerde öldürmeye cevaz vermez. Bir de Kitab-ı Mukaddes’teki şu ifadelere bakalım: “Ancak Tanrı’nın Rabbin miras olarak sana vermekte olduğu bu kavimlerin şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın; fakat onları, Hittîleri ve Amorîleri, ve Kenanlıları ve Perizzîleri ve Hivîleri ve Yebusîleri Tanrın Rabbin sana emrettiği gibi tamamen yok edeceksin.” (Tesniye, 20/16-17) “Orduların Rabbi şöyle diyor: Amalek’in İsrail’e yaptığını, Mısır’dan çıktığı zaman yolda ona karşı nasıl durduğunu arayacağım. Şimdi git, Amalek’i vur ve onların her şeylerini tamamen yok et ve onları esirgeme ve erkekten kadına, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür.” (1. Samuel, 15/2-3) Görüldüğü gibi, katliâm için gösterilen tek sebep, intikam duygusunu tatmindir. Bunun gibi daha birçok örnek verilebilir.



Muharref İncillere Göre Hz. İsa’nın Kölelik Anlayışı
Hıristiyan yazarlar tarafından sürekli olarak tekrarlanan ve her vesile ile örnek diye gösterilen “Biri bir yanağına vurursa ona karşılık verme, sen öbür yanağını da çevir” mealindeki Hz. İsa’ya atfedilen sözün, sosyolojik ve psikolojik yönden tahlilini yapmak gerekir. Bu ifadeyi psikolojik yönden ele alırsak; bu sözün insanlara kendilerini savunma, kim ne yaparsa yapsın karşılık vermemek sûretiyle kendini ezdirme, hatta yok olma duygusunu aşıladığını görürüz. Eğer bir toplumda zâlimler, insanların mallarını haksız yere gasbedenler, insanlara eziyet edenler hiç karşılık görmeyip her istediklerini istedikleri zaman yapabilirlerse, yaptıklarına hiç ceza verilmez ve yaptıkları sürekli olarak yanlarında kâr kalırsa elbette bu çeşit hareketler yaygınlaşır, sonunda toplumda huzur ve sükûn kalmaz. Haksızlığın ve zulmün ceza görmediği bir toplumun ayakta durması ve varlığını sürdürmesi imkânsızdır. Muharref İncilllere göre Hz. İsa, zina ve hırsızlık gibi suçları işleyenleri dahi cezalandırmamak eğilimindedir (Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna, 8/1-11). Böyle olunca hukukî kuralların hiç uygulanmadığı, zâlimlerin serbestçe zulmettiği ve mazlumların haklarını aramadıkları bir toplum ayakta kalabilir mi?
Yukarıda aktardığımız Hz. İsa’nın sözleri, haksızlığa ve zulme uğrayan insanlarda pısırıklık, miskinlik ve tam teslimiyet fikrini aşılamakta, insanları kaderciliğe doğru sürüklemektedir. İnciller, Hinduizmin kendi kast sisteminde alt tabakalardaki insanlara aşıladığı kaderci ve teslimiyetçi zihniyetin aynısını, işçilere ve kölelere aşılamaya çalışmaktadır. Hz. İsa’ya nisbet edilen şu sözden, başka nasıl bir mânâ çıkarılabilir? “Ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin, sağ yanağınıza bir tokat atana, öbürünü de çevirin. Size karşı dâvâcı olan mintanınızı almak isteyene abanızı da verin. Sizi bin adım yol yürümeye zorlayanla iki bin adım yürüyün.” (Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna, 8/1-11)
Muharref İncillere göre Hz. İsa, verdiği örneklerin çoğunda kölelik motifini kullanmakta ve köleliği râzı olunması gereken bir kader gibi takdim etmektedir. Hz. İsa, insanın Allah’a itaatini, kölenin efendisine itaati ile sürekli olarak mukayese etmektedir. Onun köleliğe bakışı şu sözlerinde açıkça görülebilir: "Hangi birinizin çif süren, ya da çobanlık eden bir kölesi olur da, tarladan dönüşünde ona, ‘çabuk gel, sofraya otur’ der. Tersine ona, ‘yemeğimi hazırla, kuşağını bağla ve ben yeyip içerken bana hizmet et. Ondan sonra da sen yeyip içersin’ demez mi? Kendisine verdiği buyrukları yerine getirdi diye köleye teşekkür eder mi hiç?” (Kitab-ı Mukaddes, Luka, 12/42-44). Hz. İsa’nın İncillerde verdiği örneklerdeki köleliğe bakışı bu tarzdadır. İncillere göre Hz. İsa, kölelerin herhangi bir hakka sahip olduklarını kabul etmemektedir. Ona göre kölelerin görevi her durumda efendilerine hizmet etmektir, onların efendilerine karşı hiçbir hakları yoktur.
Hz. İsa’nın muharref İncillerde geçen teslimiyetçi, kaderci ve tam itaat esasına dayanan kölelik anlayışına, Yeni Ahidin diğer kitaplarında da rastlamaktayız. Bu kitaplarda köleliğin mâhiyeti daha net olarak görülür. Özellikle Pavlos’un Mektuplarında köleliğin bir kader olduğu, onun bütün vecibelerinin yerine getirilmesinin gerekli olduğu tekrar tekrar anlatılır. Pavlos bu konuda şunları söylemektedir: “Boyunduruk altında olan kulların hepsi kendi efendilerini tam hürmete lâyık saysınlar, ta ki Allah’ın ismine ve talime küfrolunmasın ve iman etmiş efendileri olanlar, kardeş oldukları için onları hor görmesinler, fakat daha ziyade hizmet etsinler, çünkü bu hizmetten istifade edenler iman eyliyen sevgililerdir.” (Kitab-ı Mukaddes, Timoteos’a I. Mektup, 6/1-2)
Pavlos gibi Petrus da, yazdığı risalelerinde kölelerin efendilerine kayıtsız şartsız itaat etmelerini şu şekilde emretmektedir: “Ey hizmetçiler! Efendilerinize, yalnız iyilere ve mülâyimlere değil; fakat ters huylu olanlara da tam korku ile itaat edin. Çünkü eğer biri haksız yere elem çekerek Allah’a karşı vicdanından ötürü hüzünle dayanırsa bu makbuldür... İyilik işleyerek elem çekip sabrederseniz, Allah nezdinde bu makbuldür.” (Kitab-ı Mukaddes, Petrus’un I. Mektubu, 2/18-20)
Gerek Petrus’un ve gerekse Pavlos’un mektuplarındaki bu sözler, daha çok köle sahibi zenginlerle üst tabakadan insanların işlerini kolaylaştırmak için kaleme alınmış olmalıdır. Biz, M.S. birinci ve ikinci yüzyıllarda hıristiyanlığın daha çok fakir, işçi ve köleler arasında yayıldığını, zenginlerin ve nüfuzlu insanların bu dine pek rağbet etmediklerini, zengin ve üst tabakadan insanların bu dine üçüncü asırdan itibaren girmeye başladıklarını biliyoruz. Böyle olunca biraz önce aktarmış olduğumuz pasajların M.S. birinci veya ikinci asırda yazılmış olması uzak bir ihtimaldir. Bu pasajlar, muhtemelen üçüncü asırdan itibaren Hıristiyanlığa girmeye başlayan zenginlerin ve köle sahibi kişilerin işlerini kolaylaştırmak üzere başka yazarlar tarafından kaleme alınmış ve bunlar Petrus ve Pavlos’un ifadeleri imiş gibi onların risalelerine sokulmuştur.
İmparator Kostantin’in dördüncü yüzyılın birinci yarısında hıristiyanlığı kabul etmesi, imparatorlukta gitgide çoğalan hıristiyan nüfusun, kendisine bu din kanalı ile bağlanmasını sağlamak ve böylece tahtını sağlama almak gayesini taşıyordu. Kostantin, hıristiyanlık vâsıtası ile bir yandan imparatorlukta dinî bir birlik sağlamayı hedef edinirken, öbür yandan topladığı konsiller vâsıtası ile o sırada hıristiyanların ellerinde bulunan bütün İncilleri ve Risaleleri imhâ ettirmiş, bu kitaplardan sadece şu anda hırisitiyanların ellerinde mevcut olan kitapları yeniden yazdırtmıştır. Ancak onların da asıllarını imha ettirmiştir. Kanunî kabul edilerek yeni nüshaları kaleme alınan bu eserlerin yeni yazmalarına, devlet adamlarına, hükümetlere itaat fikrini ilâve ettirerek kendi yönetimine bu yolla destek sağlama cihetine gitmiştir. Bu ilâvelerin en canlı örneği Pavlos’un Titus’a yazdığı mektupta görülmektedir. Bu mektupta şöyle bir ifadeye rastgelmekteyiz: “Reislere ve hükümetlere tâbi olmayı, itaat etmeyi... onlara ihtar et.” (Kitab-ı Mukaddes, Titus’a Mektup, 3/1-2, s. 225). Bu ifadenin, birinci asırda hükümetin ve reislerin zulüm ve işkencesi altında inleyen ve sonunda öldürülen Pavlos tarafından söylenmiş olması imkânsızdır. Eğer o dönemde Pavlos, hıristiyan mü’minleri mevcut hükümete itaat etmeye çağırmış olsa idi, hükümet onu elbette öldürtmez, aksine korurdu. Pavlos bu sözleri söylemiş olsaydı Roma yönetimi tarafından baştacı edilirdi. Kostantin ve daha sonra gelen imtaparatorlar özellikle bu vb. ifadeleri, Yeni Ahid’in kanonizasyonundan sonra bu kitapta yer alan eserlerin yeniden yazılması sırasında bunlara ilâve ettirmiş olmalıdırlar.
Bugün elde mevcut olan en eski Yeni Ahit yazmasının, M.S. dördüncü yüzyılın ortalarında yazılmış olan bir yazmadan kopye edildiği söylenen bir yazma olduğunu biliyoruz. Kanunî kabul edilen kitapların dahi bu tarihten önce yazılmış olan bütün nüshaları yok edilmiş ve ortadan kaldırılmıştır. Bugün sahih olduğu kabul edilen kitapların ilk nüshalarında yukarıda aktarmış olduğumuz pasajlar muhtemelen mevcut değildi. Bunlar bu kitaplara eklendikten sonra, yapılan bu ilâvelerin anlaşılmaması için daha önce yazılmış olan bütün nüshalar devlet eli ile kasden yok edilmişlerdir.
Hıristiyanların, hıristiyan olmayan toplumlar üzerinde devamlı olarak hâkimiyet kurmaya çalışmaları ve bu milletlerin en meşrû haklarını dahi gasbetmeyi olağan saymalarının temelinde İncillerde ve Risalelerde geçen bu pasajların büyük tesiri vardır. Hıristiyan mentalitesinde hıristiyan olmayanların hiçbir hakları yoktur, onlar hıristiyanların köleleri mesabesindedirler. Hz. İsa’ya nisbet edilerek İncillere alınan pasajlarda belirtildiği gibi, köle itaat etti diye ona teşekkür edilmez. Hıristiyan olmayan milletler ve devletler, hıristiyanlarla yaptıkları anlaşmalara ne kadar riâyetkâr olurlarsa olsunlar onlara teşekkür dahi gerekmez; zaten onlar böyle yapmak zorundadırlar. Sonradan hıristiyanlığı benimseyen milletler ve devletler de daha önce hıristiyan olmuş devletlerin köleleri olmak durumundadırlar. Bunlar hıristiyan olmakla kölelik statüsünden hemen çıkamazlar. Dolayısıyla efendi durumunda olan devletler, yeni hıristiyan olmuş bu devletleri kendi çıkarları doğrultusunda istedikleri gibi kullanabilirler. Yeni hıristiyan olmuş bir devletin veya milletin ortaya çıkarak “biz de hıristiyanız, eşitlik istiyoruz” demeye hakkı yoktur. Bu yeni hıristiyan olmuş devletlerin görevi, efendilerine itaat ve onların söylediklerine bir köle zihniyeti ile harfiyyen riâyetten ibârettir.
Hıristiyan misyonerlerinin hıristiyanlığı yaydıkları yerlerde kurulan kiliselerin işleyiş tarzı konusunda hıristiyan dünyasında ihtilâflar çıkmış; yeni hıristiyanlığı kabul edenler, merkezî Kilise otoritesine tam olarak tâbi olmayan mahallî kiliselerin kurulmasını ve bu şekilde faâliyet gösterilmesini isterlerken, bazıları mahallî kiliselerin tehlikelerine işaret ederek bunlara tam bir serbestlik verilmesinin doğru olmayacağını, bunların ne olursa olsun, merkezî bir otorite tarafından denetlenmesinin daha uygun olacağını söylemişlerdir. Bu merkezî otoriteyi tesis etme fikrinin temelinde ise sömürgeci, köle kullanıcı ve başkalarının haklarını gasbetmeyi meşrû gören ve gösteren Yeni Ahit mantığı vardır. (4)





Muharref İncillere Göre Hz. İsa’da Irk Ayrımı
Muharref İnciller iyice incelendiği zaman, bu kitaplarda hıristiyanlığın bir taraftan cihanşümul/evrensel bir din olduğunu gösteren ifadeler görülürken, öbür taraftan onun sadece İsrail ırkına tahsis edilmiş bir din olduğunu gösteren ibârelere de rastlanır. Bu ifâdelerde İsrâil ırkı yüceltilmekte, diğer ırklar ise aşağılanmaktadır.
Hıristiyanlar, yahûdilerin kutsal kitabı “Tanah”ı, Eski Ahit adı ile kabul ettiklerinden, Tanah’ta geçen bütün ırkçı ifadeleri aynen benimserler. Başta Tevrat olmak üzere Tanah’ta yer alan diğer kitapların tamamı, ırkçı ve siyonist fikirlerle doludurlar. Diğer ırklar bu kitaplarda ikinci sınıf insanlar olarak târif edilirler. İşte Eski Ahide paralel olarak Yeni Ahidde, özellikle İncillerde aynı anlayış ve zihniyet devam etmektedir. Muharref İncillere göre Hz. İsa, kendisi bir İsrailli yahûdi olarak İsrailli olmayanları köpeklerle eşit tutmaktadır. İsrail ırkının üstünlüğünü ve kendi dâvetinin sadece İsrail oğullarına tahsis edilmiş olduğunu gösteren şu pasaj konuyu açık bir şekilde ortaya koymaktadır: “İsa oradan çıkıp Sur ve Sayda taraflarına çekildi. İşte Kenanlı bir kadın o sınırlardan geldi ve “Ya rab bana merhamet eyle, sen ey Davud oğlu! Kızım çok kötü bir halde cine tutulmuştur’ diye bağırdı, fakat İsa ona bir söz cevap vermedi. Şakirtleri gelip ‘onu uzaklaştır, çünkü arkamızdan bağırıyor’ diyerek ona yalvardılar. İsa cevap verip dedi: ‘Ben İsrail evinin kaybolmuş koyunlarından başkasına gönderilmedim.’ Fakat kadın geldi ve ‘Ya rab, bana yardım et!’ diye ona tapındı. İsa cevap verip dedi: ‘Çocukların ekmeğini alıp onu köpeklere atmak iyi değildir.’ Fakat kadın dedi: ‘Evet ya rab, zira köpekler de efendilerinin sofrasından düşen kırıntılardan yerler.” (Kitab-ı Mukaddes, Matta, 15/21-27; Markos, 7/24-30). Hz. İsa’ya nisbet edilen bu ifadeye göre İsrail halkı, yani yahûdiler koyundurlar, İsrail ırkından olmayanların hepsi köpektirler. Dolayısıyla Kenanlı kadın da köpektir. İnciller İsrail ırkından olmayanları sadece köpeğe benzetmez, bazen de onları domuza benzetirler. Matta İncilinde bu konuda şöyle söylenmektedir: “Mukaddes olanı köpeklere vermeyin ve incilerinizi domuzların önüne atmayın; ki onları ayakları altında çiğnemesinler” (Kitab-ı Mukaddes, Matta, 7/6-8).
Yukarıda nakledilen birinci pasaja göre cin çıkarmakla ün yapmış olan Hz. İsa, yolda yürürken kızı cinlere tutulmuş olan Kenanlı bir kadınla karşılaşıyor, kadın ondan kızını cinlerden kurtarmasını isteyince Hz. İsa ona, “Ben sadece İsrail evinin kaybolmuş koyunlarına gönderildim” diye cevap veriyor. Yani kadın ona geliyor, dâvetine inandığını, mûcizelerini tasdik ettiğini belirterek kızı için kendisinden yardım istiyor, onu cinlerden kurtarmasını istiyor. Hz. İsa ise yardım teklifini reddediyor, dolayısıyla kadının kendisine iman etmesini de kabul etmemiş oluyor, görevinin sadece İsrail kavmine mahsus olduğunu, başka kavimlerden insanlarla ilgilenemeyeceğini ifade ediyor. Bu nasıl bir vahiydir ki, belli bir ırktan olanlara sunuluyor, başka ırktan olanlara sunulamıyor? Yoksa Allah “Şu ırkın insanlarına yardım et, onları imana dâvet et, şu ve şu ırkın insanlarını imana dâvet etme” mi buyuruyor? Kadının yardım istemedeki ısrarı üzerine Hz. İsa’nın ona vermiş olduğu ikinci cevabı çok daha enteresandır. O, ikinci cevabında şöyle söylüyor: “Sofradaki çocukların ekmeğini alıp köpeklere atmak câiz değildir.” Bu nasıl bir tebliğ anlayışıdır. O, kendisine iman etmiş birine “Sen köpeksin” diye nasıl söyleyebiliyor. “Şayet sana yardım eder, kızını iyileştirirsem yahûdi kavminin hakkı olan bir şeyi sana vermiş ve yahûdi kavmine haksızlık etmiş olurum” şeklinde konuşan bir kişi, nasıl ilâhlık mertebelerine çıkarılıyor, bunu anlamak mümkün değildir. İnsan sûretinde yeryüzüne tecellî etmiş olan bir ilâh, yarattığı kulları arasında ayrım yapıp kendisine iman eden bir kuluna “sen köpeksin, sana yardım edemem” diye hitap edebilir mi?
Burada akla başka bir husus daha gelmektedir. İncillerde yer alan bu pasajdaki teşbihte bir hata olmalıdır. İsrail ırkından olmayan birine yardım edilmesini, sofrada oturan yahûdi çocuklarının ekmeklerinin alınıp köpeklere atılmasına benzetilmesinde teşbih kuralları açısından hata vardır. Sofrada oturan çocukların ekmeklerinin alınıp köpeklere verilmesi halinde çocukların ekmekleri eksilir ve onlar aç kalabilir. Ama Kenanlı kadının kızının tedavi edilmesi halinde, yahûdi çocuklarına sunulan dâvette bir eksilme ve onların zarara uğraması sözkonusu olamaz. Muharref İnciller Hz. İsa’ya böyle söylettirdiklerine göre, acaba Hz. İsa’nın Kenanlı kadının kızını tedavi etmesi halinde dâvet ve tebliğ enerjisinin bir kısmı eksilecek miydi? O kızı tedavi edince yahûdi çocuklarını tedavi edemez hale mi gelecekti? Yoksa onun bir tedavi kontenjanı vardı da kız çocuğunu tedavi etmesi halinde bu kontenjan mı doluyordu? İncillerin naklettiğine göre sonunda Hz. İsa, yine bu kızı tedâvi etmiş olduğuna göre, sofradaki çocukların ekmeğini köpeklere atmış olmuyor mu? Bu, kendi mantığına göre bir suç değil mi?
Hz. İsa’nın Kenanlı kadına vermiş olduğu ikinci cevaptan sonra kadının ona söylemiş olduğu söz de çok önemlidir. Muharref İnciller, kadına “köpekler de efendilerinin sofralarından düşen kırıntıları yerler” dedirtmek sûretiyle yahûdi ırkının üstünlüğünün herkes tarafından kabul edilmesinin gerekli olduğunu zımnen empoze etmektedirler. Bu cevaba göre, yahûdi olmayanlar tıpkı bu kadın gibi yahûdiler karşısında ikinci sınıf insanlar olduklarını kabul etmelidirler. Bu durum onların kaderidir ve onlar kaderlerine râzı olmalıdır. Böyle yahûdi asıllı olmayan hıristiyanlar, yahûdi ırkının üstünlüğünü otomatik olarak kabul etmeli ve buna itiraz etmemelidir. Günümüzde hemen hemen bütün hıristiyan dünyasının İsrail devletine kayıtsız şartsız destek vermesinin temelinde yatan esas faktör İncillerde sunulan bu fikirdir.
Geçmişte yapılmış olduğu iddia edilen yahûdilere yönelik katliamların büyük çoğunluğu, yahûdi yazarlar tarafından ortaya atılmış abartmalı haberlerdir. Gerçekten orta çağlarda zaman zaman hıristiyan devletlerin yahûdilere yönelik katliamlar yaptıkları ve yahûdilere zulüm ve işkenceler yaptıkları güvenilir kaynaklarda müşâhede edilmektedir. Ancak bu haberler, günümüzde ana kaynaklarda bulunanlardan çok daha mübâlağalı şekilde abartılarak yazılmaktadır. Bu abartmalı haberlerin arkasında gizli bir niyet vardır; o da, bütün dünyaya yahûdi ırkını sürekli zulüm gören, mazlum ve himayeye mazhar bir ırk olarak göstermek, diğer milletlerin merhamet duygularını istismar ederek yahûdilere sempati duyulmasını sağlamaktır. İkinci Dünya savaşından bu yana bütün dünyada sinema, tiyatro, radyo, televizyon, gazete, dergi vb. bütün basın ve yayın organlarında yürütülmekte olan yahûdilere acındırma, onların düşmanlarına kin duydurtma programlarının esas gayesi işte budur.
Muharref İncillere göre, kendisi ırkçı bir mantıkla hareket eden ve konuşan Hz. İsa, öğrencilerine de aynı mantık çerçevesinde hareket etmelerini emretmiş ve yahûdi ırkından olmayanları tedavi etmemelerini, onlara vaat etmemelerini tenbih etmiştir. Hz. İsa, irşâda gönderdiği öğrencilerine şöyle hitap etmektedir: “Milletler yoluna gitmeyin ve Samiriyelilerin şehirlerinden hiçbirine girmeyin; fakat daha ziyade İsrail evinin kaybolmuş koyunlarına gidin” (Kitab-ı Mukaddes, Matta, 10/5-6). Kendisi başka milletlerden insanları imana dâvet etmeyen Hz. İsa, Havârilerden de aynı şekilde hareket etmelerini istemektedir.
Yukarıdaki paragrafa göre Hz. İsa, ırkçılıkta o kadar ileri gitmektedir ki, kavmiyetçilikten kabileciliğe dönerek, dâvetinden yahûdi ırkından olan Samiriyelileri dahi mahrum bırakmakta; Havârilere, Samiriyelilere gitmemelerini, onların hiçbir şehirlerine uğramamalarını, sadece ve sadece hâlis yahûdilere hizmet vermelerini emretmektedir.
Yahûdi kavmiyetçiliğinde bütün yahûdiler aynı derecede eşit olarak kabul edilmezler; bunlar kısım kısımdır ve hepsi aynı seviyede değildir. En üst mertebede Harun soyundan gelen Levililer, en alt seviyede ise Samiriyeliler yer almaktadırlar. Samiriyeliler tarih boyunca kardeşleri olan diğer yahûdi kabileleri tarafından sürekli olarak horlanmışlar ve ikinci sınıf vatandaş muâmelesi görmüşlerdir. İşte muharref İncillere göre Hz. İsa, bu yahûdi geleneğini olduğu gibi devam ettirerek Havârilerden, onları imana dâvet etmemelerini istemiştir.
Dört İncilin birçok yerinde sanki Hz. İsa, ırkçı bir siyonist gibi davranan, her şeyi yahûdiler ve yahûdilik için yapan bir kimse olarak takdim edilmektedir. Ancak İncillerin son baplarında onun ırkçılıkla hiçbir ilgisinin olmadığı, öğrencilerini yahûdi olmayan ırklara da göndererek İncili onlara tebliğ ettirdiği (Kitab-ı Mukaddes, Markos, 16/15) haber verilerek çelişkiye düşülmektedir. Yine bazı İncillere göre o, yahûdi ırkı içinde kabilecilik yaparak Samiriyelilere düşmanlık eden ve onları imana dâvet etmeyen bir kişi iken, diğer İncillere göre o, Samiriyelilerin köylerine öğrencilerini gönderen, onların hastalarını tedavi eden bir kimsedir. İncillerin pasajlarına göre o, Samiriyelileri horlayıp onlara düşmanlık ederken (Matta, 10/5-6), diğer bazı pasajlarına göre, iyi Samiriyelilerden örnekler vermektedir (Luka, 10/25-37). Özellikle Yuhanna İncilinde bir bapta o, Samiriyeli olmayan bir yahûdi olarak takdim edilirken (Yuhanna, 4/9), diğer bir bapta “Cin çarpmış bir Samiriyeli” (Yuhanna, 8/48) şeklinde tanıtılmaktadır. Bütün bu çelişkilerin yer aldığı İnciller, bu tesbitlerden sonra nasıl vahiy mahsûlü, hatasız ve eksiksiz yazılmış eserler olarak kabul edilebiliyorlar? (5)



Muharref İncillere Göre Hadım Olmak ve Evlenmenin Güzel Görülmemesi
İncillerde Hz. İsa’nın evlenip evlenmediğine ve kadınlarla ilişkisine dair açık bir bilgi yoktur. Gençliği hakkında hiç bilgi olmaması gibi. Ancak İncillerde verilen bilgiler bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilince onun hiç evlenmemiş olduğu sonucuna varılabilir. Hz. İsa evlenmeyle ilgili olarak Havârilerle konuşurken onlar Hz. İsa’ya “Eğer erkeğin karısı ile hali bu ise, evlenmek iyi değil” derler. Bunun üzerine Hz. İsa onlara, “Bütün adamlar bu sözü kabul edemez, ancak kendilerine verilmiş olanlar kabul edebilir. Çünkü anadan doğma hadım vardır, insanlar tarafından yapılmış hadım vardır, göklerin melekûtu uğrunda kendilerini hadım edenler de vardır. Bunu kabul edebilen kabul etsin” (Kitab-ı Mukaddes, Matta, 19/10-12, s. 21) diye cevap vermiştir. Hz. İsa’nın bu sözlerinde açıkça evlenmemek teşvik edilmekte, evlenmenin bir ruhsat olduğu işaret edilmektedir. Ayrıca pasajın sonunda evlenmeye karşı istek duymamak için göklerin melekûtu uğruna insanın kendi kendini hadım etmesi öğütlenmektedir.
Kilise, İncillerde geçen bu ve benzeri ifadelere dayanarak râhiplere evlenme yasağı koymuştur. Aslında evliliğe karşı tavır koyan ve râhiplere evlenme yasağı koyan başka dinler de vardır. Maniheizm ve Budizm gibi dinler, hıristiyanlıktan önce bu yasağı uygulamışlardır. Hıristiyanlık, bu fikri muhtemelen Budizmden almış görünmektedir.
İncillerin yanısıra Yeni Ahidin diğer kitaplarında da evlenmemeyi açıkça teşvik eden pasajlara rastlamaktayız. Pavlos’un Korintoslulara yazmış oluğuu birinci mektupta geçen şu ifadeler, hıristiyanlığın evlilik kurumana bakış açısını açıkça ortaya koymaktadır: “İmdi yazdığımız şeylere gelince: Adam için kadına dokunmamak iyidir. Fakat zinalardan dolayı herkesin kendi karısı olsun, ve her kadının kendi kocası olsun.” (Kitab-ı Mukaddes, Korintoslulara I. Mektup, 7/1-2, s. 173). Pavlos burada erkeklerin kadınlardan uzak durmalarını, yani evlenmemelerini tavsiye etmektedir. O, bu tavsiyeyi sadece erkeklere yapmakla kalmıyor, kadınlara da aynı şeyi tavsiye ederek onları evlenmekten men etmeye çalışıyor. “Evlenmemişlere ve dul kadınlara diyorum: Benim gibi kalsalar onlar için iyidir.” (Kitab-ı Mukaddes, Korintoslulara I. Mektup, 7/8, s. 173). Burada Pavlos, evvelâ kendisinin evlenmemiş olduğunu açıklıyor, sonra hiç evlenmemiş bâkire kızlarla, evlendikten sonra dul kalmış kadınların kendisi gibi bekâr kalmalarını, onların evlenmemelerinin kendileri için daha iyi olacağını izah ediyor.
Pavlos, mektuplarında sadece evlenmemeyi teşvik etmekle kalmıyor, aynı zamanda evlenmenin sakıncalarını da ortaya koyuyor: “Kızlar hakkında rabden emrim yoktur; fakat itimada lâyık olmak için rab tarafından merhamete nâil olmuş bir adam olarak rey veriyorum: İnsanın olduğu gibi kalması iyidir. Kadına bağlı mısın? Çözülmeyi arama. Kadından çözülmüş müsün? Kadını arama. Fakat eğer evlenirsen günah etmezsin, eğer bir kız evlenirse günah etmez. Fakat böyle kimselerin bedende sıkıntısı olacaktır. Ben sizi esirgiyorum. Ey kardeşler! Vakit kısalmıştır, bundan böyle karıları olanlar hoşnut etsin diye rabbin şeyleri için kaygı çeker. Fakat evlenmiş olan adam nasıl karısını hoşnut etsin diye dünya şeyleri için kaygı çeker... Evlenmemiş olan kadın ve kız, hem bedence, hem de ruhça mukaddes olsun diye rabbin şeyleri için kaygı çeker, fakat evlenmiş olan kadın nasıl kocasını hoşnut etsin diye... kaygı çeker... Kendi kızını evlendiren iyi eder, evlendirmeyen daha iyi eder.” (Kitab-ı Mukaddes, Korintoslulara I. Mektup, 7/25-38)
Pavlos’un evlenmemeyi teşvik edişi bir yana, onun kadınlara bakış tarzı da çok tuhaftır. Özellikle dul kalmış kadınlarla ilgili olarak verdiği fetvâsında Timoteos’a, altmış yaşından aşağı dul kadınları cemaate kaydetmemesini söylemektedir: “İyi işler için hakkında şehâdet olunan, bir erkeğin karısı olup altmış yaşından aşağı olmayan dul kadın, eğer çocuklar büyütmüş, eğer misafir kabul etmiş, eğer mukaddeslerin ayaklarını yıkamış, eğer sıkıntıda olanlara yardım etmiş, eğer her iyi işin ardınca gitmişse kaydolsun. Fakat daha genç dul kadınları reddet. Çünkü Mesih’e muhâlif olarak nefsânî heveslerine düştükleri zaman evlenmek isterler... Bununla beraber evleri gezerek aylak olmayı da öğrenirler; ancak, yalnız aylak değil, fakat üzerlerine düşmeyen şeyleri söyleyerek başkalarının işlerine karışan boşboğaz olurlar (Kitab-ı Mukaddes, Timoteos’a I. Mektup, 5/9-15).
“(İsa:) İmdi, Allahın birleştirdiğini insan ayırmasın. Şakirtler evde bunun için yine kendisinden sordular. Onlara dedi: Kim karısını boşar, ve başkası ile evlenirse, ona karşı zina eder; ve kadın kocasını boşar ve bir başkası ile evlenirse, zina eder.” (Markos, 10/9-12, s. 46). “Ve ben size derim: Kim zinadan ötürü olmayıp karısını boşar ve başkası ile evlenirse, zina eder; boşanmış olanla da evlenen zina eder.” (Matta, 19/9, s. 21). “Fakat evli olanlara ben değil, ancak Rab emrediyor: Karı kocasından ayrılmasın, fakat eğer ayrılırsa da, kocasız kalsın, yahut kocası ile barışsın; ve koca karısını bırakmasın.” (Pavlusun Korintoslulara Birinci Mektubu, 7/10-12, s. 173). Hıristiyanlıkta eşlerin ölümü dışında dulluk yoktur. Hıristiyanlar boşanmayı kabul etmediklerinden, bu dinde boşanma yolu ile dulluk sözkonusu değildir. Böyle olunca özellikle kadın için dul kalmak tamamıyla kendi irâdesi dışında gerçekleşen bir olaydır. Toplumda en çok himâyeye muhtaç olan insanların başında yetimler ve dul kadınlar geldiği halde, Pavlos’un, dul kadınlar hakkında aylaklar ve boşboğazlar tâbirlerini kullanması, onları tahkir ederek cemaatin dışına atması, Hıristiyanlığın kadın haklarına verdiği değeri açıkça ortaya koymaktadır.
İncillerde ve Yeni Ahidin diğer kitaplarında takdim edilen bu bilgilere göre, insanların cinsî hayattan uzak durmaları gerekmektedir. Özellikle Hz. İsa’ya nisbet edilen sözlere göre, insanlar, cinsî arzulardan kendilerini uzaklaştırıp tam olarak ibâdete yönelebilmek için kendilerini hadım edebilirler. Yaratılıştan insanlarda var olan cinsî arzuların kökten yok edilmesi, insan neslinin imha edilmesi sonucunu doğurmaz mı? İnsanlarda mevcut olan bu gücün, aile hayatı şeklinde bir düzenleme ve evlilik yoluyla tatmin edilmesi ve bu yolla insan neslinin devamının sağlanması esas iken, İnciller, erkekleri kadınlardan uzaklaşmaya ve kendilerini hadım etmeye, kadınları da erkeklerden uzaklaşmaya teşvik etmektedir. Dolayısıyla bu telkinler, hıristiyan toplumlarda çeşitli türden cinsî sapıklıkların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.
Bunların yanında Hz. İsa’nın evliliğe karşı olmadığı, 5 kızla evleneceği, tüm hıristiyanların veya insanların yarısıyla, akıllılarla düğüne güvey gireceğinden bahsedilir: “O zaman göklerin melekûtu, kandillerini alıp güveyi karşılamaya çıkan on kıza benziyecektir... Güvey geldi; hazırlıklı kızlar onunla beraber düğüne girdiler; ve kapı kapandı...” (Matta, 25/1-13, s. 28).


Muharref İncillere Göre Kadın Hakları ve Boşanma
Hıristiyan bilim adamları, devamlı olarak kendi dinlerinin kadın haklarını koruduğunu, kadınları erkeklerle eşit tuttuğunu ileri sürer dururlar. Ancak, muharref İncillerin incelenmesi neticesinde durumun hiç de onların dediği gibi olmadığı kolayca anlaşılır.
Hıristiyanlıktan önce ortaya çıkan yahûdilik vb. bazı dinler, erkeklerin kadınları boşamalarına, boşanan erkek ve kadınların başkalarıyla evlenmelerine izin vermekteydi. Ancak hıristiyanlık, erkeklerin kadınları boşamalarına müsâade etmemekte, boşanma olmaksızın birbirinden ayrılan eşlerin, ayrıldıkları eşleri sağ olduğu sürece başkalarıyla evlenmelerine izin vermemektedir.
Galile (Celile)’den ayrılıp Yahûdiye’ye gelen Hz. İsa’ya Ferisîler, bir erkeğin karısını boşayıp boşayamayacağını sormaları üzerine; "İsa onlara dedi: Yüreklerinizin katılığından ötürü karılarınızı boşamanıza Musa müsaade etti; fakat başlangıçtan böyle olmamıştır. Ve ben size derim: Kim zinadan ötürü olmayıp karısını boşar ve başkası ile evlenirse zina eder; boşanmış olanla da evlenen zina eder." (Matta, 19/8-9, s. 21) demiştir. Muharref İncillerin naklettiğine göre Hz. İsa, ölüm dışında erkekle kadının ayrılmasını kabul etmemektedir. Eşler boşanma olmaksızın birbirlerinden ayrılsalar dahi başkalarıyla evlenemezler. Bir kadın geçimsizlik yüzünden kocasından ayrılacak, fakat kocası sağ olduğu müddetçe bir başkasıyla evlenemeyecek. Bu, kadına bir hak vermek midir, yoksa kadının hakkını gasbetmek midir?
Aslında diğer bazı dinlerin tek yanlı olarak sadece erkeğe tanıdıkları eşi boşama hakkını hıristiyanlık, erkekle birlikte kadına da tanısa idi, belki de kadın hakları konusunda söz söylemeye hakkı olabilirdi. Ancak, Hz. İsa’ya nisbet edilen yukarıdaki ifadeye göre, başka dinlerde erkeklere tanınan boşama hakkı, hıristiyanlıkta erkekle birlikte kadına da tanınmış değil; aksine kadına verilmeyen ve erkekler için mevcut olan bu hak, erkeklerden de geri alınmak sûretiyle diğer bazı dinlerin sınırlı olarak verdiği boşanma hakkı tamamen ortadan kaldırılmış olmaktadır. Daha önce kocalarının boşamaları halinde hiç değilse yeniden evlenme hakkına sahip olan kadın, hıristiyanlığın bu hükmü ile o hakkından da mahrum bırakılmaktadır. Belki ortada bir kadın-erkek eşitliği sözkonusu olabilir, ancak bu eşitlik, kadına boşama hakkı verilerek kadını erkeğin seviyesine getirerek değil; aksine, erkeğin elinde olan boşanma hakkını elinden alarak onu kadının seviyesine indirmek sûretiyle olmuştur. Yani eşitlik, pozitif yönde değil; aksine negatif yönde gerçekleşmiştir. Hıristiyanlıktaki bu uygulama, bir hak verme değil; aksine tek taraflı olarak verilmiş olan bir haktan her iki tarafı tamamıyla mahrum etmektir. Bu kadın-erkek eşitliği, olsa olsa boşanamama eşitliği olabilir. Bu bir hak alma eşitliği değil; haksızlıkta eşitliktir. Hıristiyanların yaptıkları şey, hayatının başında bir hata yaparak kendine uygun olmayan bir eşle evlenen kişiye, bu hatasının cezasını bir ömür boyu çektirmek, onu zorla, sevmediği ve nefret ettiği biriyle yaşamaya zorlamaktır. (6)
“Ferisiler geldiler, ve onu deniyerek: Adama karısını boşamak caiz mi? diye kendisinden sordular. O da cevap verip onlara dedi: Musa size ne emretti? (Tesniye, 24/1, 3 -dipnot-) Onlar da dediler: Musa bir boş kâğıdı yazmağa ve kadını boşamağa müsaade etmiştir. Fakat İsa onlara dedi: Yüreklerinizin katılığından dolayı size bu emri yazdı. Fakat hilkatin başlangıcından Allah onları erkek ve dişi yarattı. Bunun için bir adam babasını anasını bırakacak, karısına yapışacaktır; ikisi de bir beden olacaktır; şöyle ki, onlar artık iki değil, fakat bir bedendirler. İmdi, Allah’ın birleştirdiğini insan ayırmasın. Şakirtler evde bunun için yine kendisinden sordular. Onlara dedi: Kim karısını boşar, ve başkası ile evlenirse, ona karşı zina eder; ve kadın kocasını boşar ve bir başkası ile evlenirse, zina eder.” (Markos, 10/2-12, s. 46). “Ve: Kim karısını boşarsa, ona boş kâğıdını versin, (Tesniye, 24/1, 3 -dipnot-) denilmiştir. Fakat ben size derim ki, zinadan başka bir sebeple karısını boşıyan adam onu zaniye eder; ve kim boşanmış kadınla evlenirse, zina eder.” (Matta, 5/31-32, s. 5)
Ey kadınlar, kendi kocalarınıza Rabbe tâbi olur gibi tâbi olun. Çünkü bedenin kurtarıcısı Mesih kilisenin başı olduğu gibi, erkek de kadının başıdır. Fakat kilise Mesihe tâbi olduğu gibi, kadınlar da böylece her şeyde kocalarına tâbi olsunlar.” (Pavlusun Efesoslulara Mektubu, 5/22-24, s. 201). “Kendi bedeni üzerine karının değil, ancak kocasının hakimiyeti vardır; ve böylece de kendi bedeni üzerine kocanın değil, ancak karısının hakimiyeti vardır.” (Pavlusun Korintoslulara Birinci Mektubu, 7/4, s. 173). “Kiliselerde kadınlar sükût etsinler; çünkü onlara söylemek için izin yoktur; ancak şeriatin de dediği gibi, tâbi olsunlar. Ve eğer bir şey öğrenmek isterlerse, evde kendi kocalarına sorsunlar; çünkü kadına kilisede söylemek ayıptır. Yahut Allahın kelâmı sizden mi çıktı? Yahut yalnız size mi erişti? (Pavlusun Korintoslulara Birinci Mektubu, 14/34-36, s. 180). “Ayni suretle yaşlı kadınlar tavırlarında iftiracı ve çok şaraba esir olmayıp, hürmetli, iyilik muallimleri olsunlar; ta ki, Allahın kelâmına küfrolunmamak için, genç kadınları kocalarını seven, çocuklarını seven, temkinli, iffetli, evde işliyen, iyi, kendi kocalarına tâbi olmak üzre terbiye etsinler.” (Pavlusun Titusa Mektubu, 2/3-5, s. 225)
“Fakat bilmenizini isterim ki, her erkeğin başı Mesih, ve kadının başı erkek, ve Mesihin başı Allahtır. Başı örtülü olarak dua eden, yahut peygamberlik eden her erkek, başını küçük düşürür. Fakat başı örtüsüz olarak dua eden her kadın, başını küçük düşürür; çünkü tıraş edilmiş olmakla bir ve ayni şeydir. Çünkü eğer kadın örtünmiyorsa, saçı da kesilsin; fakat kadına saç kesmek, yahut tıraş olmak ayıp ise, örtünsün. Çünkü erkek, Allahın sureti ve izzeti oğlduğu için, başını örtmemelidir; fakat kadın erkeğin izzetidir. Çünkü erkek kadından değil, fakat kadın erkektendir; çünkü erkek de kadın için değil, fakat kadın erkek için yaratıldı. Bunun için melekler sebebinden kadın, başı üzerinde hâkimiyet alâmetine malik olmalıdır. (...) Siz kendi nefsinizde hükmedin; kadının örtüsüz Allaha dua etmesi yakışır mı? Tabiat bile size öğretmiyor mu ki, erkeğin uzun saçlı olması kendisi için hürmetsizlik, fakat kadının uzun saçlı olması kendisine izzettir? Çünkü saçı kendisine örtü olarak verilmiştir.” (Pavlusun Korintoslulara Birinci Mektubu, 11/3-10, 13-15, s. 177)
Aşağıdaki alıntıda görüleceği gibi, kadının suçlu olduğu için, erkeğe hâkim olmasına giden bir yol olduğu düşünülerek öğretmesi, öğretmenliğini Kitab-ı Mukaddes yasaklar. Bunlar, aynı zamanda Pavlos’un hıristiyanlığa soktuğu kadını aşağılayan düşünceler arasındadır: “İmdi isterim ki erkekler her yerde tahir eller kaldırarak gazapsız ve nizasız dua etsinler. Ayni surette kadınlar, saç örgüleri, ve altın yahut inciler yahut çok pahalı libasla değil, sade kıyafette, hicap ve vekar ile, ve takva sahibi olduğunu iddia eden kadınlara yakışır surette iyi işlerle kendilerini tezyin etsinler. Kadın tam tabiiyetle sessizce olarak öğrensin. Fakat kadının öğretmesine, ve erkeğe hâkim olmasına izin vermem, ancak sükûtte olsun. Çünkü önce Âdem, sonra Havva yaratıldı; ve Âdem aldanmadı, fakat kadın aldanarak suça düştü; fakat iman ve sevgi ve takdiste vekar ile dururlarsa, çocuk doğurması ile kurtulacaktır.” (Pavlusun Timoteosa Birinci Mektubu, 2/8-15, s. 218)
“(Rab Allah) Kadına dedi: Zahmetini ve gebeliğini ziyadesiyle çoğaltacağım; ağrı ile evlât doğuracaksın; ve arzun kocana olacak, o da sana hâkim olacaktır. Ve Âdeme dedi: Karının sözünü dinlediğin ... için, toprak senin yüzünden lânetli oldu.” (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, 3/16-17, s. 3)
Kitab-ı Mukaddes’in Eski Ahid bölümünde şu ifadeler, putperestlerin bile taptıkları putlar hakkında bu kadar pervasız söyleyemeyeceği cinstendir: “Çünkü kocan seni Yaratandır; onun ismi orduların Rabbıdır; ve seni fidye ile Kurtaran İsrailin Kuddûsüdür; ona bütün dünyanın Allahı denecektir.” (Kitab-ı Mukaddes, İşaya, 54/5, s. 714). Bu söz, ne kadar mecaz diye değerlendirilirse değerlendirilsin, çok çirkin bir benzetmedir. Bu ifadeyi Allah açısındandan değerlendirdiğimizde çok büyük bir şirk, kadının kocası şeklinde bir değerlendirme olduğu için bırakın dillendirilmesi, düşünülmesi bile mümkün olmayan fecaattir. Kadın ve koca açısından değerlendirilirse, kocanın Yaratan Tanrı’ya benzetilmesi, karının da onun kulu olarak düşünülmesi kadını ne kadar aşağıda ve kocayı ne kadar yukarıda görmenin en rezilcesidir. Ya şu ifadelere ne demeli: “Ve o gün vaki olacak ki, RAB diyor, bana işi (kocam) diyeceksin... Ve seni ebediyen kendime nişanlıyacağım; evet, seni doğrulukla ve hakla, ve inayetle, ve rahmetlerle kendime nişanlıyacağım. Ve seni sadakatla kendime nişanlıyacağım, ve RABBİ tanıyacaksın.” (Kitab-ı Mukaddes, Hoşea, 2/16, 19-20, s. 857). Bu ifadelerin vahiy olması mümkün olmadığı gibi, bunları eleştirilemeyecek doğrulukta gören hıristiyanların da kadın haklarından bahsetmesi çok gülünç olmaktadır.



Ana-Babaya Buğz
“Eğer bir kimse bana gelir, ve kendi babasına, anasına, karısına, çocuklarına, kardeşlerine, kızkardeşlerine, evet hattâ kendi canına buğzetmezse, benim şakirdim olamaz.” (Luka, 14/26, s. 77). “Yeryüzüne selâmet getirmeğe (sulh yapmak için) geldim sanmayın; ben selâmet değil, fakat kılıç getirmeğe geldim. Çünkü ben adamla babasının, ve kızla anasının, ve gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymağa geldim ve adamın düşmanları kendi ev halkı olacaktır.” (Matta, 10/34-36, s. 11). “Ben dünyaya ateş atmağa geldim; eğer şimdiden tutuşmuş ise, daha ne isterim? Dünyaya selâmet getirmeğe mi geldim sanıyorsunuz? Size derim ki: Hayır, fakat daha doğrusu ayrılık getirmeğe geldim; çünkü bundan sonra, bir evde beş kişi olacak, üçü ikiye, ikisi üçe karşı ayrılacaklar. Baba oğula karşı, oğul babaya karşı; ana kıza karşı, kız anasına karşı; kaynana geline karşı, gelin kaynanasına karşı olacaklar.” (Luka, 12/49, 51, 52, 53, s. 75).
İsa (a.s.) anasına saygısız davranır: “İsa ona dedi: Kadın, benden sana ne?” (Yuhanna, 2/4, s. 93). “İsa halka henüz söylemekte iken, işte, anası ve kardeşleri, onunla söyleşmek istiyerek dışarda durdular. Ve biri İsaya dedi: İşte, anan ve kardeşlerin seninle söyleşmek istiyerek dışarda duruyorlar. Fakat İsa cevap verip kendisine söyliyene dedi: Benim anam kimdir? Ve kardeşlerim kimlerdir? Ve elini şakirtlerine doğru uzatıp dedi: İşte, benim anam ve kardeşlerim. Çünkü göklerde olan Babamın iradesini kim yaparsa, benim kardeşim, kızkardeşim ve anam odur.” (Matta, 12/46-50, s. 13-14)


Servet Düşmanlığı ve Tembellik
“Size diyorum: Ne yiyeceksiniz, yahut ne içeceksiniz diye hayatınız için, ne giyeceksiniz diye bedeniniz için kaygı çekmeyin.” (Matta, 6/25, s. 6). Bir lokma bir hırka felsefesinin temeli muharref İncillerdeki Hz. İsa’nın şu sözlerine dayanmaktadır: “İsa şakirtlerine dedi: Ne yiyeceksiniz diye hayatınız için, ne giyeceksiniz diye bedeniniz için kaygı çekmeyin. Çünkü hayat yiyecekten ve beden giyecekten daha üstündür. Kargalara bakın, onlar ne ekerler, ne de biçerler, ne kilerleri ve ne de ambarları var, Allah onları besler, sizler kuşlardan ne kadar daha değerlisiniz.” (Luka, 12/22-24, s. 74). İnciller, kaderci, tevekkülcü, dünyadan tamamıyla el etek çekmeye dayalı bir görüşü insanlara telkin etmektedir. Hıristiyanlığa göre dünya için çalışmak, mal mülk sahibi olmak kâmil insan olmaya engeldir. Bu konuda muharref İncillere göre Hz. İsa şöyle söylüyor: “Eğer kâmil olmak istersen git, neyin varsa sat ve fakirlere ver, göklerde hazinen olacaktır ve gel, benim ardımca yürü.” (Matta, 19/21, s. 21)
Hz. İsa zenginlik hakkında şunları söylemektedir: “Yine size derim: Devenin, iğne deliğinden geçmesi, zengin adamın Allah’ın melekûtuna girmesinden daha kolaydır.” (Matta, 19/24, s. 21). Bu sözleriyle o, zenginler cennete giremez, cennete girmek isteyenler fakir olsunlar, mallarını mülklerini terketsinler demek istemektedir. Bir başka konuşmasında Hz. İsa insanlara: “Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin ki, orada güve ve pas yeyip bozar ve orada hırsızlar delip girerler ve çalarlar. Fakat kendinize gökte hazineler biriktirin ki, orada ne güve, ne de pas yeyip bozar ve hırsızlar orada ne deler ve ne de çalarlar.” (Matta, 6/19-20, s. 6). Bu sözlerin mânâsı, açıkça “mal mülk biriktirmeyin, hazinelerinizi, kiler ve ambarlarınızı doldurmayın, dünya için çalışmayın” demek değil midir? Muharref İncillerin bu şekilde konuşturduğu Hz. İsa, bize göre bu gibi sözleri asla söylemiş olamaz. (Şaban Kuzgun, Dört İncil, Farklılıkları ve Çelişkiler, s. 295-296)



Muharref İncillerde Sömürü ve Faiz Anlayışı
İncillerde hemen hemen her sahada görülen çelişki ve tutarsızlıklar mal ve mülk konusunda da görülmektedir. İncillere göre Hz. İsa, bir yandan çalışmamayı, mal ve mülk edinmemeyi tavsiye ederken, diğer taraftan vaazları esnâsında parayı fâize vermenin meşrû olduğu mânâsına gelecek benzetmeler yapmaktadır. Hz. İsa, benzetmeler esnâsında konuşturduğu efendinin ağzından, tam bir kapitalist ve sömürücü düzen modeli çizmektedir. Matta İncili, 25/14-30’da anlatılan bir benzetmede Hz. İsa, öğrencilerine mallarını kölelerine emanet eden bir adamı örnek olarak göstermekte ve bu adamla köleleri arasında geçen konuşmalardan ders alınmasını istemektedir. Hz. İsa’nın öğrencilerine anlattığı bu benzetmeye göre, kendisinin semâya alınışı, yolculuğa çıkmak üzere olan bir adamın, kölelerini çağırıp malını kendilerine emânet etmesine benzemektedir. Hz. İsa’nın örnek olarak gösterdiği bu adam, kölelerinden birine beş talant, diğerine iki talant, öbürüne ise bir talant vermiştir. Beş talant alan köle ile, iki talant alan köle, paralarını çalıştırarak efendilerinin dönüşünde aldıkları parayı iki misli olarak geri vermişler, ancak, bir talant alan köle, efendisinin dönüşünde sadece kendisine verilen bir talantı geri vermiş ve efendisine, “Efendim senin sert bir adam olduğunu biliyordum, senden korktuğum için aldığım parayı kaybetmiyeyim diye toprağa gömdüm, şimdi sana olduğu gibi iade ediyorum” diyerek parayı iade etmiş. İki kölenin aksine parasını çalıştırmayan bu üçüncü köleye çok öfkelenen efendi, ona “Kötü ve tembel köle! Mademki benim sert bir adam olduğumu biliyordun, öyleyse benim paramı faizcilere vermeliydin. Ben de geri gelince onu faizi ile beraber geri alırdım” dedikten sonra, elinde bir talant olan kölenin elindeki bir talantının alınıp, elinde on talant olan köleye verilmesini emretmiştir. Benzetmenin son kısmında mal sahibi efendinin, bu icraatının gerekçesi de şöyle açıklanmıştır: “Çünkü her kimin varsa, ona verilecektir ve ona arttırılacaktır; kimin yok ise, elinde olanı bile alınacaktır.” (Matta, 25/14-30, s. 28-29)
Hz. İsa, teşbihte örnek verdiği insanı konuştururken, öğrencilerinin onun söylediklerinden ders almaların istemektedir. Matta’da anlatılan bu benzetme biraz değişik bir biçimde Luka, 19/11-26’da (s. 82-83) aynen anlatılmaktadır. Luka’da paranın, parayı çalıştırmayan köleden alınıp çalıştıran köleye verilmesini emreden efendiye, etraftan “Efendim zaten onun parası var, niye ona vereceğiz?” diye sorulunca, efendi “Kimde varsa ona daha çok verilecek. Ama kimde yoksa, kendisinde olan da elinden alınacak” diye cevap vermiştir. Hz. İsa’nın örnek olarak anlattığı adam, kölesine “Niye benim paramı faize verip iki misli para kazandırmadın?” diyerek faizi teşvik etmiştir. Ayrıca “Elinde olana, daha çok verilecek, elinde olmayanın, elinde olan da ondan alınacak ve elinde olana verilecek” denilmek sûretiyle, hak ve hukuk bir kenara bırakılıp sadece para kazanma kurnazlığının mârifet olduğu şeklinde bir fikir empoze edilmiştir.
Muharref İncilleri okuyan hıristiyanlar, Hz. İsa’nın örnek olarak gösterdiği adamın bu sözlerini okuyunca, parayı faize vermenin en uygun kazanç yolu olduğunu anlamaktadırlar. Bugün Batıda önemli olan, paranın helâl veya haram olarak kazanılmış olması değil; ne olursa olsun kazanılmış olmasıdır. Parayı kazanmak için her yola ve çareye başvurulabilir. Ayrıca Markos, 4/25’de (s. 39) Hz. İsa, “Zira kimin varsa ona verilecektir; fakat kimin yoksa, onda olan da kendisinden alınacaktır” demek sûretiyle sömürü anlayışını, sadece örnek gösterdiği kişiye söyletmekle kalmamakta, bizzat kendisinin de bu görüşe iştirak ettiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Asırlardan beri Batı emperyalizmini besleyen ana kaynak, muharref İncillerdir. İncillerde yazılı olan “Kimde varsa ona daha çok verilecek, kimde yoksa, kendisinde olan da onun elinden alınacaktır” felsefesi, para kazanmada Batılılara hak ve hukuku bir tarafa bıraktırmakta, onların zihnine sadece para kazanmanın önemli olduğu fikrini yerleştirmektedir. Bu fikirlerle beslenen hıristiyan Batı dünyası, parayı ve serveti elde etmek için her türlü vâsıtayı mubah görmekte ve onu elde etme uğruna her çareye başvurmaktadır.
Yüzyıllardan beri kilise râhiplerinin önderliğinde köle ticareti yapan, Afrikalı milyonlarca zenciyi Amerika ve Avrupa’ya taşıyıp köle olarak satan Avrupalılar, ticaretini yaparak üzerinden para kazandıkları bu insanlara karşı, Hz. İsa’nın benzetmesinde geçen efendinin, kölesine davrandığı gibi davrandıklarını düşünmekte ve bunda herhangi bir haksızlık görmemektedirler. Başta Asya ve Afrika olmak üzere dünyanın birçok yerinde, geri kalmış ülkelerin toprak altı ve toprak üstü zenginliklerini işleten hıristiyan Batı dünyası, bu ülkeleri sömürürken, “onlar fakirdir, fakir olarak kalmalıdır, hatta daha da fakirleştirilmelidir, çünkü onlar servetlerini değerlendirmeyi bilmiyorlar, bu işi biz biliyoruz, öyleyse bu serveti onlardan almak bizim en doğal hakkımızdır” diye düşünmektedirler.
Görüldüğü gibi İncillerde, bir yandan komünizme model teşkil edecek ifadeler yer alırken, öbür yandan faizi ve her türlü gayri meşrû kazancı mubah sayan, emperyalist düzeni özendirecek pasajlara da rastlanmaktadır. (7)



Muharref İncillere Göre Hz. İsa’nın Suyu Şaraba Çevirmesi
Sinoptik İncillerde bulunmayan ve sadece Yuhanna İncilinde anlatılan bir mucize, Hz. İsa’nın, bir düğünde düğün sahibinin şarabının bitmesi üzerine küplere su doldurarak onları bir anda şaraba çevirmesi hikâyesidir. Yuhanna’ya göre, Hz. İsa öğrencileri (havârileri) ile beraber Kana şehrinde bir düğüne dâvet edilir, düğünde annesi Meryem de hazır bulunmaktadır. Bir ara düğün sahibinin misafirlere ikram ettiği şarap biter. Bunun üzerine Hz. İsa’nın annesi Meryem ona “şarapları yok” der. Bu sözle herhalde oğlundan düğün sahibine yardım etmesini ve mûcize göstermesini istemiş olmalı ki, Hz. İsa annesine: “Kadın, benden sana ne? Saatim daha gelmedi” diye cevap verir. Yani annesini bir nevi azarlar, ama nedense yine orada bulunan hizmetçilere küpleri su ile doldurmalarını emreder. Küplere doldurulan sular, o anda şarap olur ve misafirlere ikram edilir. Bir mûcize ile suyu şaraba çeviren Hz. İsa, bu mûcizesi ile öyle kaliteli bir şarap üretir ki, düğündeki bazı misafirler, bu şarabın düğünün başında ikram edilen şaraptan daha kaliteli olduğunu itiraf ederler (Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna, 2/1-10).
Yuhanna İncilinin naklettiği bu olay, acaba bir mûcize mi, yoksa bir kötülük ve günah mı? Çünkü mûcizede insanların hayrına olan bir şeyin ortaya konması gerekir. Halbuki Hz. İsa burada suyu şaraba çevirmek sûretiyle alkollü içki üretmekte ve insanların zararına hareket etmiş olmaktadır. Bu hâdisenin iyice tetkiki neticesinde, aslında Hz. İsa’ya nisbet edilmesi mümkün olmayan şu noktaları tesbit ediyoruz:
1- Hz. İsa ve öğrencileri, şarap ikram edilen bir düğüne gitmişlerdir. Alkoliklerin çokça bulunduğu, herkesin şarap içerek sarhoş olduğu bir toplantıya Hz. İsa ne diye katılıyor ve orada bulunmakta ne fayda umuyor?
2- Hz. İsa ve öğrencileri böyle bir toplantıya katıldıklarına göre, herhalde burada şarap da içmiş olmalıdırlar. Zaten İncillerin diğer bölümlerinde onun düğünlere gidip şarap içtiği, dolayısıyla insanların kendisine “ayyaş” dediklerine dair ifadeler de yer almaktadır.
3- Hz. İsa’nın annesi, düğüne iştirak etmiş, oğlundan şarap üretmesini istemiştir. Burada Hz. İsa’nın, annesine bu isteğine verdiği cevap çok kırıcıdır, âdeta annesine hakaret etmiştir, ama nedense yine onun isteğini yerine getirmiştir. Hz. İsa’nın annesine karşı bu kırıcı sert tavrı, diğer İncillerde de değişik şekillerde belirtilir. Bu konuda bir örnek için bkz. Matta, 12/46-50; Markos, 3/31-35; Luka, 8/19-21). (Kur’ân-ı Kerim, Hz. İsa’nın dilinden ve daha bebek iken annesine karşı tavrını şöyle anlatır: “O (Allah) beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı.” (19/Meryem, 32)
4- Alkollü içkiler ve özellikle şarap, insanlara zarar veren bir şey olduğu halde Hz. İsa, insanların sarhoşluklarını arttırmak için suyu şaraba çevirmektedir. Bu, onun tebliğ görevinin özü ile bağdaşır mı? Hz. İsa’nın gösterdiği bu mûcizede onun tebliğine yardımcı olacak ne vardır?
Yuhanna’nın, Kana düğününde mûcize gösteren bir kişi olarak takdim ettiği Hz. İsa, bu takdime göre aslında, şarap içilen, sarhoşların kendinden geçtiği, kadın erkek herkesin beraber eğlendiği bir yere gitmiş ve orada muhtemelen şarap içerek sarhoş olmuş, bunlara ilâve olarak şarap bitince suyu şaraba çevirerek oradakilerin daha fazla içki içmesini ve sızmasını temin etmiş bir insan görünümündedir. Bu hal, bir tanrı için değil; herhangi bir sâlih insan için dahi uygun olmadığı halde, Yuhanna, Hz. İsa’yı bu şekilde takdim ediyor. Onlara göre İlâhî vahiy ile hatasız yazılmış olan İncillerde bu ifadeler yer alabiliyor. (8)
Hıristiyanlıktaki “ekmek şarap âyini”, şaraba kutsallık verirken, aynı zamanda hıristiyanların şuur altlarına gizli bir sadizm ve kan dökücülük duygusunu yerleştirir. Şarabın Hz. İsa’nın kanını, ekmeğin de onun etini temsil ettiğini İnciller haber verir (Markos, 14/22-24, s. 52). Bu ekmek şarap âyininde bir yandan bir insanın veya tanrının etinin yendiği, bir yandan da onun kanının içildiği duygusunu yıllarca hissederek büyüyen hıristiyan çocuklar, insan öldürmekten ve kan dökmekten korkmaz hale gelmektedir.

Bir İslâm Peygamberi; Hz. İsa
Ülü’l azm, yani kendilerine kitap verilmiş büyük peygamberlerden biri olan Hz. İsa, batılı tarihçilere göre, yanlış olarak kendi doğum yılı kabul edilen “milât”tan dört veya beş sene kadar önce dünyaya gelmiştir. Bazı araştırmacılara göre ise milâttan 3 yıl sonra doğduğu kabul edilir. Kudüs yakınlarındaki Nâsıra’da dünyaya gelmiştir. Kur’an’a göre Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem’dir. İmran’ın kızı Hz. Meryem, Beytü’l Makdis’te (Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksâ) zikir ve ibadetle hayatını geçiriyordu. Allah, ona Cebrail’i bir beşer suretiyle gönderdi. Cebrâil, ona bir oğlan çocuk bağışlaması için Allah tarafından gönderilen bir elçi olduğunu söyledi. Hz. Meryem’in, kendisine bir insan eli değmediği ve iffetsiz olmadığı halde nasıl çocuğu olabileceğini hayretle sorduğunda melek, bunun Allah için kolay olduğunu ve insanlara bir delil, bir mûcize olsun diye Allah’ın böyle hükmettiğini bildirdi. Çocuk doğunca kavmindeki bazı insanlar onu ayıplayacak oldu. Hz. Meryem, bebeğe işaret etti. Çocuk İsa kundakta şöyle dedi: “Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitab’ı verdi ve beni peygamber yaptı...” (Bkz. 19/Meryem, 16-37)
Hz. İsa’nın, babasız olarak mûcizevî bir şekilde doğuşu, Allah’ın dilemesinden ibaretti. Hatta Allah katında, oluş itibariyle Âdem (a.s.) ile İsa (a.s.) arasında fark yoktu: “Gerçekten İsa’nın babasız dünyaya geliş hali de Allah katında Âdem’in hali gibidir. Allah, Âdem’i topraktan yarattı, sonra da ona ‘ol’ dedi; o da hemen (insan) oluverdi.” (3/Âl-i İmrân, 59)
Hz. İsa, otuz yaşında, Romalıların elinde bulunan Yahudiye’de Romalılardan Tiberius iktidarı döneminde peygamberlik görevi aldığında bunu İsrâiloğullarına bildirdi. Önce Celile (Galile)’de, sonra Kudüs’te insanları hak dine dâvet etti. Kendisine İncil verildi (3/Âl-i İmrân, 48; 5/Mâide, 46; 57/Hadîd, 27). İnsanları, tek ilâh olan Allah’a ibâdet ve kulluğa çağırmış, O’ndan başka tanrı olmadığını ilân ve tebliğ etmiştir: “Ben, benden önce gelen Tevrat’ı tasdik etmek, size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmak üzere gönderildim. Size Rabbinizden bir âyet/mûcize getirdim. Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Çünkü Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na ibâdet/kulluk edin. İşte bu, dosdoğru yoldur.” (3/Âl-i İmrân, 50-51). Havârilerine ve tüm insanlığa Hz. Muhammed’in geleceğini müjdelemiştir (61/Saf, 6).
Yahudiler Hz. İsa’yı, dönemin Romalı Kudüs valisi Pontus Pilatus’a şikâyet ettiler. Havârilerden sayılan Yahuda Hz. İsa’ya ihanet etti ve hıristiyanların inancına göre Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürüldü. Kur’an ise şöyle der: “Halbuki onlar İsa’yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler.” (4/Nisâ, 157). Allah, Nûh’u tûfandan, İbrâhim’i Nemrut’tan ve ateşten, Mûsâ’yı Firavun’dan ve boğulmaktan, Muhammed Mustafa’yı müşriklerin tuzaklarından koruyup kurtardığı gibi İsa’yı da, onu öldürmek isteyen yahudilerin elinden kurtarmış, Hz. İsa’ya ihanet ederek bulunduğu yeri askerlere gösteren kişiyi İsa’ya benzeterek onu öldürtmüştür.
Onu kendi katına kaldırmıştır. Ancak bunun şekli ve zamanı üzerinde farklı açıklamalar ve anlayışlar vardır. Âlimlerin çoğunluğuna göre, Allah onu kudretiyle manevî semâlardaki hususi mevkiine kaldırmıştır, kıyametten önce tekrar dünyaya gönderecektir (Bkz. 43/Zuhruf, 61). Bu değerlendirmeye göre, cisim ve rûhuyla göğe yükseltilen Hz. İsa, Kıyâmet vaktine yakın yeryüzüne inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek ve İslâm şeriatıyla hükmedecektir (Bkz. Buhâri, Büyû 102).
Bir başka anlayışa göre Allah onu yahudilerden korumuş, eceli gelince onu vefat ettirmiş ve rûhunu semâdaki yerine kaldırmıştır. Kıyametten önce gelecek olan da onun rûhudur. “Allah buyurmuştu ki: ‘Ey İsa, seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım...” (3/Âl-i İmrân, 55). “Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibâdet/kulluk edin’ dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.” (5/Mâide, 117).İsa şöyle dedi: ‘Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitab verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.” (19/Meryem, 30-31). Hz. İsa’yı ve annesini tanrılaştırıp teslis akidesini oluşturan hıristiyanlarla Hz. İsa, Kıyâmet gününde yüzleştirilecek ve böylece hıristiyanların uydurdukları yalan ve iftiralar tümüyle ortaya çıkacaktır (Bkz. 5/Mâide, 117).

Unutulmamalıdır ki, yeryüzündeki bütün dinlerden, sadece İslâmiyet, hıristiyanlığın temel inançlarından olan Hz. İsa’nın babasız olarak, iffetli ve dindar bir bâkireden doğduğunu kabul etmiştir. Yalnız müslümanlar, Hz. İsa’nın peygamber, hem de vahy ürünü olan, içinde hikmet ve nur olan İncil’i getiren büyük peygamber olduğunu kabul ederler. Hıristiyanların, kendilerine müslümanlardan çok yakın kabul ettikleri yahudiler, bütün bu konularda inançsızdırlar ve de Hz. İsa’yı kendilerinn öldürdüklerini ileri sürerek bununla iftihar bile ederler. Yahûdiler, Hz. İsa’nın peygamberliğine de, İncil’in vahy ürünü kutsal bir kitap olduğuna da inanmazlar.
Hz. İsa, ancak üç yıl tebliğini sürdürme fırsatı bulmuş, 33 yaşında, gençlik döneminde tevhidi hâkim kılmaya çalıştığı toplumunun arasından ayrılmak mecburiyetinde bırakılmıştır. Hz. İsa’nın tebliğ ettiği tevhid dini, Hz. İsa’dan çok kısa bir zaman sonra tanınmayacak kadar şirk ve küfür unsurları katılarak hak din vasfını kaybetmiştir. Dinin bu tebdil ve tahrifinde en büyük pay ve en büyük vebal, Hz. İsa’nın yoluna ihanet eden Pavlus’un ve ona körü körüne uyan papazlarındır.



İncillere ve Hıristiyanlara Göre Hz. İsa
Hıristiyan kaynaklarına göre Hz. İsa, yaklaşık 30 yaşına geldiği zaman, Vaftizci Yahya insanları şu tarzda uyarmaya başlamıştı: “Tevbe edin, çünkü göklerin saltanatı yakındır.” (Matta, 3/1). Vaftizci Yahya’nın Yahûdiye çölündeki bu irşad hareketine Hz. İsa da katılmış ve diğer insanlarla beraber o da vaftiz edilmişti. Bir gün duâ ederken gökler açılmış ve kendisine “Rûhu’l-Kuds” aracılığı ile ilk “ses” gelmiştir (Luka, 3/21). Hz. İsa’nın söyledikleri halkı sevindirmiş ve onun etrafında kümelenmelerine yol açmıştır. Ancak yahûdilerin önderleriyle okumuşları onu devrimci bulmuş ve öğrettiklerini tehlikeli saymışlardır. Önceleri ses çıkarmamışlarken, sonraları amansız düşman kesilmişlerdir. Bundan sonra Hz. İsa “şâkirtler” (Kur’an’da “Havârîler”) diye anılan 12 öğrenci ile daha çok meşgul olmuş ve onları eğitmiştir. Baştan kendisinden hoşlanan halk, karşı telkinlerin de etkisiyle onu reddetmiş, hatta ailesi bile bu harekete sıcak bakmaz olmuştur. Kudüs’teki dinî otoritelerin İsa (a.s.)’yı tutuklatmalarından önce onun aktif bir çalışma içinde olduğu anlaşılmaktadır (bkz. Rasullerin İşleri, 10/37-38; İşaya, 61/1-2; Luka, 4/16-19). Tutuklanan Hz. İsa, yahûdi yüksek mahkemesince ölüme mahkûm edilmiş, bu mahkûmiyet Roma valisince çarmıha germe şekline dönüştürülmüştür.
İsa (a.s.)’nın askerlerce götürülmesi ve tutuklanması üzerine bütün öğrencileri ve sevenleri kendisini yalnız bırakmışlardır. Belki de pek çoğu ümitleri tamamen sönmüş vaziyette evlerine çekilmişlerdir. Haçta ölen ve mezarı kapatılan Hz. İsa’nın kabrinin iki gün sonra boş bulunduğu söylenmektedir (Markos, 16/2-6; Rasullerin İşleri, 2/23-24; Luka, 24/44-51). Hz. İsa’nın mezarından kıyam etmiş olduğuna kendi öğrencileri (Havâriler) bile önceden güçlükle inanmışken, sonradan, onun yaşadığı kanaatini benimsemişlerdir (Bkz. Luka, 24/44-51).
Hıristiyanların temel inançlarından biri, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesiyle ilgilidir. Hz. Âdem, yasak meyveyi yiyerek Allah'a âsi olunca onun bu günahı soyunda devam edegeldi. Âdem soyundan gelen bütün insanlar, atalarının işlediği, kendilerine miras kalan bu günah yüküyle doğarlar. İnsanlar, hem kendi işledikleri günahlarından ve hem de babaları Âdem’in günahından ötürü cezaya müstahak oldular. Adâlet ve merhamet sahibi Allah için, Âdem ve soyunda ortaya çıkan bu günah yüzünden bir problem ortaya çıktı: Âdemoğullarını cezalandırması rahmetine aykırı olacak, cezalandırmaması da adâletine aykırı düşecekti. İşte Allah, düşündü; nihayet günümüzden yaklaşık iki bin sene önce, bu iki sıfatını bağdaştırmanın yolunu buldu: Kendi nefsi olan oğlunu, çocuk şeklinde bir kadının karnına koyacak, tam bir insan olarak dünyaya gelecek, insanlar gibi yiyip içecek, yaşayacak ve sonunda düşmanların zulmüne uğrayarak asılacak, böylece kendi nefsi olan oğlunu fedâ ederek insanlığı ezelî günahından kurtaracaktı. Öyle yaptı. İşte İsa’nın asılması, Allah’ın oğlunun, insanları ezelî günahtan kurtarmak için kendini fedâ etmesidir.
Eldeki 4 İncillerin hepsinde Hz. İsa’nın haça gerildiği belirtilirken, aynı zamanda haça gerilen kimsenin lânetli olduğu da belirtilir. Güya Hz. İsa, tüm insanlık uğruna kendini feda ederken, lânete müstahak da olmuş, ödül yerine ceza almıştır. Kitab-ı Mukaddes’te bu konu şöyle ifade edilir: “Mesih, bizim uğrumuza lânet olmuş olarak bizi şeriatın lânetinden kurtardı; çünkü yazılmıştır: ‘Ağaç üzerine her asılan lânetlidir.” (Pavlus’un Galatyalılara Mektubu, 3/14). Bu konu, Ahd-i Atik’te (Tevrat’ta) şöyle yer alır: “...Asılmış olan adam Allah tarafından lânetlidir.” (Tesniye, 21/23). Hem tanrı ve hem de lânetli olmak! Tam dalâlet ehlinin/sapıkların, aklını kullanmayan, kitaplarını tahrif ve dinlerini oyuncak edenlerin anlayışı...
Allah’ın Hz. İsa’nın doğumuna dek bu kadar yıl -hâşâ- kullarını kurtaracak bir yol bulamaması, Hz. Âdem’den binlerce yıl sonra ancak çare bulabilmesi, -hâşâ- bu uzun süre içinde câhil ve âciz kalması, Hz. İsa’dan önce yaşamış insanların günahkâr ve cehennemlik olarak ölmesi, içlerinde peygamberlerin de bulunduğu bu insanların kendi işlemedikleri suçtan mahkûm olmalarının adâletle nasıl bağdaşacağı, Allah’ın bir günahı direkt bağışlamaya gücünün yetip yetmemesi, İsa’nın asılmasından başka çarenin niçin olmadığı, kendi oğlunun haça gerilmesinin ayrıca bir suç teşkil edip edilmemesi, Allah’ın âciz ve zayıf bir çocuk şekline girip anne karnında kalan zavallı biri olarak görülmesinin ilâhî azametle/yücelikle nasıl bağdaşacağı, haça gerilenin İncillere göre mel’ûn kabul edilmesiyle (bkz. Pavlus’un Galatyalılara Mektubu, 3/14; Tesniye, 21/23) bu olayın bağdaştırılması gibi nice sorular sorulabilir; ama hıristiyanlardan pek mantıklı cevap alınamaz. Çünkü, aklı bırakmadan hıristiyan olunamayacağı belirtilir.
Hemen tüm hıristiyanlara göre İsa, Tanrı’dır, Tanrı’nın oğludur. Tanrı, hem birdir, hem üçtür; üçlü koalisyon olarak insanları gökten yönetmektedirler. Hz. İsa, insanların doğuştan sahip oldukları aslî günahın keffâreti olarak kendini insanlık için fedâ etmiştir.
Hz. İsa’nın Çarmıha Gerilmesiyle İlgili İncillerdeki Kuşkular: Kur’an, Hz. İsa’nın haça gerilmediğini, idam edilmediğini kesin bir dille belirtirken, bu olayın şâhitlerinin de kuşkularını dile getirir: “Onlar bu konuda derin bir kuşku içindedirler, sözleri kesin bilgiye değil; zanna dayanmaktadır. Onu kesin biçimde öldürmediler.” (4/Nisâ, 158) İncillerde Hz. İsa’nın şâkirtlerine: “Bu gece hepiniz benim hakkımda kuşkuya düşeceksiniz” dediği belirtiliyor. İsa’nın bizzat öğrencileri, onun hakkında kuşkuya düşeceklerine göre, olayı sisleyen zaman aşımından sonra gelenlerin kuşkuya düşmeleri gayet doğaldır. Bugünkü 4 İncil’de İsa (a.s.)’nın çarmıha gerilip daha sonra göğe kaldırıldığı, birbiriyle hayli çelişik biçimlerde anlatılmaktadır. (Bu çelişkiler için karşılaştırın: Matta, 26-27. Bap; Markos, 13; Luka, 23-24; Yuhanna, 13. baplar)


İncillere Göre Hz. İsa’nın Beşerî Yönleri
Hz. İsa’nın normal bir insan olduğuna dair 4 İncil’in hemen her sayfasında satırlara veya bunu ifade eden anlatımlara rastlanmaktadır. “Çocuk büyüyor, kuvvetleniyor ve hikmetle doluyordu; Allah’ın inâyeti de onun üzerinde idi.” (Luka, 2/40-43. 48, 51). “İsa, hikmette ve kamette (boy ve bosca), Allah ve insanlar yanında terakkî ediyordu.” (Luka, 2/52). “Yemlikte yatan, kundağa sarılmış bir çocuk bulacaksınız.” (Luka, 2/12).
İncillere göre Hz. İsa, bir çocuk olarak konuşmaya son derece arzulu idi ve özellikle dine karşı büyük bir ilgi duymakta idi. Fazlaca seyahat etmiş ve bu gezilerinden yorgun düşmüştü. Susayan, yiyip içen, uyuyan, neşelenen, dertlenen bir insandı. Bilgisi ve gücü sınırlı idi. Dostluklardan hoşlanır, kişisel dikkatli davranışları takdir ederdi. Memleketini ve halkını seviyor, dertleriyle dertlenip ilgileniyordu. Doğaya, çiçeklere, kuşlara düşkündü. İncillerde 26 yerde Allah'a duâ ettiği bildirilmektedir. Ondan fazla yerde onun, Allah’ın irâdesini aradığı belirtilmiş; şuurlu bir şekilde Allah'a bağlı olduğu açıklanmıştır. Hz. İsa’nın, kendisi için kullandığı deyim, bir “insan oğlu” olduğudur. Bu deyim, 4 İncil’de en az 70 defa geçmektedir. Bu ifade, Hz. İsa’nın kendisini normal bir insan saydığını en açık bir şekilde göstermektedir. "İnsanoğlu" deyimi için örnek olarak bkz. Matta, 12/39, s. 13; Markos, 14/41, s. 52; Luka, 6/22, s. 64; Yuhanna, 9/35, s. 104. Fakat bu İncillerin diğer bazı yerlerinde “Allah’ın oğlu” tâbirinin geçtiğini de görmekteyiz (Matta, 16/16; Markos, 13/26-27; Luka, 9/20; Yuhanna, 1/14).
Bunun yanında İsa, İncillere göre aynı zamanda peygamberdir de. İncillerde tam 37 yerde Hz. İsa, kendisinin Allah tarafından peygamber olarak gönderildiğini belirtir. “Ve kalabalıklar: Galile’nin Nâsıra şehrinden İsa peygamber budur, dediler.” (Matta, 21/11). Hz. İsa’nın bir mûcizesi anlatılırken Luka İncili’nde şunları görüyoruz: “Herkesi korku aldı ve aramızda büyük bir peygamber çıktı ve Allah kendi kavmini ziyaret etti, diyerek Allah’a hamd ediyorlardı.” (Luka, 7/16). (Hz. İsa'nın peygamber olduğuna dair başka örnekler için, meselâ bkz. Matta, 13/57, s. 15; Matta, 21/46, s. 24, Luka, 24/19, s. 90; Yuhanna, 4/19, s. 95; Yuhanna, 6/14, s. 98, Yuhanna, 9/17, s. 104 vd.). Hz. İsa, kendisini Allah’ın gönderdiğini söyler: “Ben kendiliğimden bir şey yapamam; işittiğim gibi hükmederim ve benim hükmüm doğrudur. Zira ben kendi irâdemi değil; fakat beni gönderenin irâdesini ararım.” (Yuhanna, 5/30). Hz. İsa, Allah'a ibâdet eder, duâ (namaz kılar) eder: Markos, 14/39, s. 52; Luka, 6/12, s. 64.. Bunları yapan ve bu sözleri söyleyen birinin tanrı olması veya kendini ilâh diye tanıtması, hatta bu konuda en küçük bir îmada bulunmuş olması düşünülemez. “Bir kimse, aynı zamanda hem tanrı, hem de peygamber nasıl olur?” demeyin. “Akıl ve mantığı bırakmadan hıristiyanlık anlaşılmaz” der papazlar. Hem yaratılmış, ölümlü âciz ve muhtaç bir insan; hem de her şeye kudreti yeten bir tanrı nasıl olunuyorsa o da öyle oluyor.

Hıristiyanlıkta Allah’tan, daha ziyade “Baba” diye bahsedilmektedir (Luka, 23/46). Dört İncil’de çeşitli vesilelerle Hz. İsa’nın 150 defa “baba” kelimesini kullandığı belirtilmekte ve aynı kelimenin Yeni Ahid’de 300 kez geçtiği görülmektedir. Belki de şefkat, bağışlama, güven ifadesi olarak mecâzi anlamda kullanılan “baba” kelimesi, sonradan Hz. İsa’nın babası olarak karşımıza çıkmıştır. Tabiatıyla İsa da -hâşâ- Allah’ın oğlu olmuştur. Zamanla “Allah’ın oğlu”nun alelâde bir insan olarak görülmesiyle yetinilmemiş, ona önce ilâhlıkta bir pâye verilmiş ve daha sonra da ilâh olarak karşımıza çıkmıştır ve işin sonu, tesliste karar kılınmıştır.

Bugünkü bilinen en eski İncil bile, orijinal İncil’in latince çevirisidir. Hz. İsa’ya indiği dilde bir İncil elde mevcut değildir. Orijinalinde ne olduğunu bilmediğimiz kelimeler latinceye “baba” ve “oğul” şeklinde çevrilmiştir. Fakat bu latince tercümelerde bile “oğul” kelimesi sırf Hz. İsa için değil; Allah’ın tüm sevgili kulları için kullanılır. Aynı şekilde “baba” kelimesi de, sadece Hz. İsa’nın babası anlamında değil; tüm kulların babası manasında kullanılır: “Siz göklerde olan Babanızın oğulları olasınız.” (Matta İncili, 5/45). “... Benim Babamın ve sizin Babanızın, benim Allah’ımın ve sizin Allah’ınızın yanına çıkıyorum.” (Yuhanna İncili, 20/17). Yani mevcut İncil’i şu andaki tercümesiyle eline alan bir kişi bile, şu andaki anlatımıyla “Allah’ın oğlu tanrı İsa”yı İncil’de bulamaz. Çünkü bu tâbirin tüm insanlar için kullanılması, bu kavramın mecazî anlamda kullanıldığını gösterir. Büyük bir ihtimalle İncil’in orijinalinde “kul” manasına yakın bir kelime “oğul”; Yaratıcı anlamına yakın bir kelime de “baba” diye (cahilce veya kasıtlı tahrif gereği) çevrilmiştir. Fakat her şeye rağmen, İncil’in her yerinde bu kelime, bu tarzda çevrildiği için, kelimenin tüm insanlık için kullanılmış olmasından, ne mana kasdettiği anlaşılabilir. Problem, kutsal kitabın tahrifi kadar; belki ondan da büyük yanlış olarak, Kitab’ın müteşâbihat cinsinden olan kelime ve kavramlarını tahrif etmek, beşerî yorumları vahyin önüne geçirmek, Kitab’a göre inanılması gerektiği halde; yanlış kabullere göre Kitab’ı te’vil etmektir. İbret alınmadığı müddetçe, bu problemin müslümanlara yansıması da kaçınılmazdır.
Hıristiyanlara göre teslisin asıl unsuru Baba’dır. Allah’ın özü, Baba Tanrı, Oğul Tanrı ve Rûhu’l-Kuds Tanrı olarak görünse de, yine o birdir. Kitab-ı Mukaddes’te Allah’ın bir olduğunu kesin şekilde belirten tevhidle ilgili ifadeleri tümüyle atamayan hıristiyanlar, bunu te’vil etmişler, aklın almayacağı izahlarla olayı geçiştirmişlerdir. Onlara göre Allah, hem birdir hem üçtür. Kutsal üçlük’ün üç şahsının her biri Tanrı’dır. Bunlar, bir olan Tanrı’nın değişik tezâhürleri, sıfatları olarak izah edilmeye çalışılmaktadır. Hıristiyanlarca bu üçlük, “izahı zor, fakat inanılması gerekli bir sır” olarak formüle edilmiştir. Hıristiyan inancına göre Baba olarak nitelendirilen Tanrı, nurdur; İsa da O’nun oğludur. Tanrı, İsa’nın şahsında insan ile birleşmiştir. İsa’nın bedeni insan, ruhu tanrıdır. Onda tanrılık bir öz vardır. Bu görüşler, nasıl te’vil edilirse edilsin Kur’an’a göre “şirk”tir, Allah’a eş koşmaktır (5/Mâide, 17, 72-73; 9/Tevbe, 30-31). Kur’an’a göre Hz. İsa, bir tevhid peygamberi olarak bunlardan münezzehtir (5/Mâide, 72).

Hemen tüm hıristiyanlara göre İsa, Tanrı’dır, Tanrı’nın oğludur. Bunun yanında İsa, İncillere göre aynı zamanda peygamberdir de. “Ve kalabalıklar: Galile’nin Nâsıra şehrinden İsa peygamber budur, dediler.” (Matta, 21/11). Hz. İsa’nın bir mûcizesi anlatılırken Luka İncili’nde şunları görüyoruz: “Herkesi korku aldı ve aramızda büyük bir peygamber çıktı ve Allah kendi kavmini ziyaret etti, diyerek Allah’a hamdediyorlardı.” (Luka, 7/16). “Bir kimse, aynı zamanda hem tanrı, hem de peygamber nasıl olur?” demeyin. “Akıl ve mantığı bırakmadan hıristiyanlık anlışılmaz” der papazlar. Hem yaratılmış, ölümlü âciz ve muhtaç bir insan; hem de herşeye kudreti yeten bir tanrı nasıl olunuyorsa o da öyle oluyor.
Aslında İncillere göre de İsa bir kuldur; Allah’ın kulu:İşte, benim seçtiğim kulum; Canımın kendisinden râzı olduğu sevgilim; Rûhumu onun üzerine koyacağım, Ve milletlere hükmü ilân edecektir.” (Matta, 12/18). “Ve dokuzuncu saate doğru, İsa: ‘Eli, Eli lama sabaktani?’ , yani ‘Allah’ım, Allah’ım, beni niçin bıraktın?’ diye yüksek sesle bağırdı.” (Matta, 27/46 ve Markos, 15/34) Bu ifadeye göre, İsa Allah’a kendisine niçin yardım etmediğini sorarken “Allah’ım, Allah’ım!” demektedir. Hiç kendisi tanrı olan biri böyle söyler mi?
İsa, devamlı olarak, hatta bütün gece boyunca Allah’a ibadet ederdi: “Ve İsa, şâkirtleri kayığa binmeğe ve halkı salıverinceye kadar kendisinden önce karşı yakaya geçmeğe zorladı. Ve halkı salıverdikten sonra, duâ etmek için dağa ayrıca çıktı; akşam olunca, orada yalnız başına idi.” (Matta, 14/22-23) “Onları uğurladıktan sonra, duâ etmek için dağa gitti.” (Markos, 6/46) “Ve vâki oldu ki, o günlerde İsa dua etmek için dağa çıktı; bütün geceyi Allah’a duâ ile geçirdi.” (Luka, 6/12)

“Ve vâki oldu ki, İsa yalnız başına duâ ederken, şâkirtleri yanında idi; onlara sorup dedi: Halkın dediğine göre ben kimim? Onlar da cevap verip dediler: Vaftizci Yahya’dır; başkaları: İlya’dır; ve başkaları da; Eski peygamberlerden biri kıyam etti, diyorlar. Onlara dedi: Ya siz ben kimim dersiniz? Petrus cevap verip dedi: Allah’ın Mesihisin. İsa da bunu kimseye söylemesinler diye onlara tenbih ederek emretti.” (Luka, 9/18-21)

“O zaman İsa onlarla beraber Getsemani denilen bir yere gelerek, şakirtlerine dedi: Ben şuraya gidip dua edinceye kadar siz burada oturun.” (Matta, 26/36) (Ve yine bkz. Luka, 11/1) Duâ bir ibâdettir. Zaten özel yere çıkıp duâ etmesi, namaz kıldığını gösterir. Kur’an’a göre bütün peygamberler gibi Hz. İsa da tabii ki namaz kılıyordu (19/Meryem, 31). İbadet etmek, kulluk alâmetidir; ilâhlık özelliği değildir. Ama gel bunu hıristiyanlara anlat!
Hz. İsa'nın ilâhlığı: Hıristiyanların, Hz. İsa'nın ilâhlığına inanmaları konusunda İbn Kayyim el-Cevziye'nin şu sözlerini burada nakletmek uygun olacaktır: "Hıristiyanlar, başkalarına 'puta tapanlar' sözünü söylemek sûretiyle kendilerini gülünç duruma düşürmektedirler. Nasıl oluyor da yeri göğü yaratan, âlemlerin rabbi olan Allah, azamet kürsüsünden inerek bir kadının hayız mahalline, rahmine giriyor, orada aylarca kalıyor, sonra oradan küçük bir çocuk olarak çıkıp anasının memesine yapışıyor, onu emiyor, ağlıyor, yavaş yavaş büyüyor, yiyor, içiyor, def-i hâcet ediyor, hastalanıyor, iyileşiyor, seviniyor, üzülüyor, zevk alıyor, acı duyuyor, sonr adüşmanı olan İblis'e karşı hîle düzenliyor, yahûdilerin tuzaklarından kurtulmak için bazı tedbirler almasına rağmen onlar tarafından yakalanıyor, onu asacakları iki odun parçasını yahûdiler ona taşıtıyorlar, eziyet ediyorlar, sonra onu bu odunlara bağlıyorlar, haça geriyorlar, sağında ve solunda reziller, hırsızlar var, o esnâda ağlamaya başlıyor ve yardım istiyor, daha sonra başına dikenden bir taç koyuyorlar, başına vurarak işkenceye başlıyorlar, ellerini ve ayakalarını çiviliyorlar. Sözüm ona işte olay, İblise karşı Hz. İsa'nın bir hîlesi imiş. Çünkü İblis, zamanında Hz. Âdem'e karşı bir hîle yaparak ona yasak meyveden yedirmiş, böylece ona günah işleterek onu cennetten çıkarmış. Şeytan, Âdem'e işlettiği bu günahla Âdem'i ve onun soyundan gelecek olan bütün insanları ebedî günaha mahkûm etmişti. Hz. İsa da İblis'in, atası Âdem'e ve onun soyundan gelen bütün insanlara kurmuş olduğu tuzağı boşa çıkarmak için ona karşı bu hileyi düzenleyerek kendi nefsini fedâ etmiş, onun kendi nefsini fedâ edişine karşılık, Hz. Âdem ve bütün insanlık bu ebedî ve aslî günahtan kurtulmuş." (İbn Kayyim el-Cevziyye, Hidâyetu'l-Hayârâ fî Ecvibeti'l-Yehûd ve'n-Nasârâ, s. 15)
İbn Kayyim'in veciz bir şekilde dile getirdiği gibi, kurtarıcı İsa, bir yandan yaratıcı Allah olurken, öbür yandan elleri, ayakları, kafası çivili ve "Allahım, Allah'ım! Niçin beni terkettin?" diye isyan ediyor, susadığı için etraftan su dileniyor ve inleyerek can veriyor. Âdem'in günahı, niçin ondan sonra gelen insanlara geçsin? İnsanlığın kurtuluşu için onun acı çekmesine ne gerek var? İnsanları affedecek olan o değil mi? Şayet insanları affedecek o ise, affederken niye ayrıca kendisi acı çekme ihtiyacı duymuştur? Baba Tanrı adına kâinatı yönetme görevini yüklenen oğulun Tanrı olarak ona, acı çekmesini acaba baba Tanrı mı emretmiştir, yoksa ortada mazoşist duyguların tatmini mi var?
Hıristiyan inancına göre Hz. İsa'nın bizzat varlığı ve mevcûdiyeti bir vahiy olduğu gibi, havârilerin sözleri de vahiy sayılır. Bu dine göre havârilerin öğrencilerin de vahiy aldığı kabul edilir. Onlardan sonra gelen bazı azizler de bu inanca göre vahye mazhar olabilmektedir. Hıristiyanlıkta vahiy alanların kimler olduğu kesin çizgilerle tesbit edilmemiş olmakla beraber, vahiy hâdisesi bütün hıristiyanları bağlayıcı niteliktedir. Bugüne kadar pekçok kimsenin ortaya çıkarak kendilerine vahiy geldiğini, Ruhu'l-kudüs'ün kendilerine hulûl ettiğini ve Hz. İsa'dan tâlimat aldıklarını iddia ettikleri sık sık görülmüştür. Bir kimsenin vahiy alabilmesinin hıristiyanlıkta bir ölçüsü olmadığından, bu tür iddialarla ortaya çıkan herkes bunu bir silâh olarak kullanabilmekte ve insanları kendilerine inanmaya zorlayabilmektedir. Bunun en canlı örneği Pavlos'tur. Hayatında Hz. İsa'yı hiç görmediği ve roma yönetiminin emrinde hıristiyanları takip ve cezalandırmakla görevli bir memur olduğu halde o, bir gün birdenbire Hz. İsa'nın kendisine göründüğünü, kendisini havârileri arasına kattığını iddia ederek ortaya çıkıvermiştir. Bu olaydan sonra o, Hz. İsa'dan ilham aldığını, onunla Şam yolunda konuştuğunu, dolayısıyla dediklerine inanılmasını ve emirlerine itaat edilmesini istemiştir. Daha önceleri koyu bir hıristiyan düşmanı olan Pavlos gibi bir kişi bile, bu iddia ile ortaya çıkabiliyor ve insanların kendisine inanması için onları zorlayabiliyorsa, bu dine giren herkesin bu tür iddialarla ortaya çıkması mümkün demektir.
Vahiy, ilâhî menşeli olduğu için onda bir yanlışlık veya bir çelişki söz konusu olamaz. Eğer olursa, vahyi alanın değil; aksine vahyi verenin yanlışlık yapması veya çelişkiye düşmesi sözkonusu olur. Bu, vahyi veren olarak Allah için düşünülemez. Hıristiyanlıkta olduğu gibi, eğer bir dinde birden fazla vahiy alan bulunursa, bunların aldıkları vahiylerin muhtevâ bakımından birbirinden farklı olmaması, aralarında çelişki olmaması lâzımdır. Rastgele, sıradan herkes vahiy alamaz. Vahyi, ancak ilâhî bir görevle memur olanlar, yani peygamberler alır. Peygamberliğini kabul ettiğimiz kişilere gelenlerin vahiy olduğunu kabul ederiz. Eğer böyle bir sınırlama olmaz ve rastgele herkes vahiy alabilirse, pekçok kişi "vahiy alıyorum" diyerek ortaya çıkar ve biz bu kişilerin dediklerine itaat etmek zorunda kalırız. Herkes vahiy alabilir mi? Şayet herkesin vahiy alması mümkün ise, gerçekten vahiy alanlarla sahte vahiy alıcılarını nasıl ayıracağız? Vahiy aldığını iddia eden kişi, bunu ne ile ispat edecek? Kişi vahyi doğrudan doğruya Allah'tan aldığını iddia ettiğine göre, bunu ispatlayacak bir delile ihtiyaç yok mu? Eğer böyle bir delile ihtiyaç yoksa, dünyadaki insan sayısınca vahiy alıcısının ortaya çıkması mümkün olabilir. Bu ise, vahiy kavramının esprisi ile bağdaşmaz. Birtakım nefsânî, şehevânî arzular, şahsî ihtiraslar, vahiy kisvesine bürünerek gerçekleştirilmek istenirse bu hangi tedbir ve yaptırım ile önlenebilecektir?
Hıristiyanlıktaki sınırsız vahiy anlayışı, bu dinde büyük bir kaos ortaya çıkarmıştır. Bu dine göre Hz. İsa'dan başka havâriler, Hz. İsa'nın diğer öğrencileri, havarilerin öğrencileri, daha sonra ortaya çıkan azizler, papalar hepsi vahiy almaktadırlar. Kitap yazarlarının hepsi vahiy alıcıdır. Burada özellikle İncil yazarları üzerinde durmak gerekir. Dört İncilin yazarları, eserlerini vahiy alarak yazdıkları halde, bazen bir İncilde bulunan, diğer İncillerde bulunmuyor. Acaba diğer İncil yazarları bu hususu unuttuklarından mı kitaplarına almadılar? Vahiy alan, aldığı vahyi unutabilir mi? Bir İncilde herhangi bir sayı, meselâ "iki" olarak verilirken, diğer İncil'de onun "dört" olarak verilmesi açık biryanlış değil mi? Aynı dönemde iki kişiye aynı hususta gelen vahiy nasıl birbirinden farklı olabilir? İki veya daha fazla vahiy alıcısı arasında, aldıkları vahiyde farklılığın ne ile izah edilebileceği bir problem olarak dururken, İncillerde ve Yeni Ahidin diğer eserlerinde bazen bir kitabın ayrı baplarında veya cümlelerinde farklılıklar görülmektedir. İleride İncillerin çelişkileri konusunda çeşitli örnekler vereceğiz. Biz burada İncillerin dışından bir vahiy örneği sunalım:
Biraz önce Pavlos'un Hz. İsa ile konuştuğunu ve ondan vahiy aldığını iddia ettiğini zikretmiştik. Pavlos'un bu vizyon olayı, Yeni Ahidin "Resullerin İşleri" isimli kitabında üç yerde anlatılıyor. Resullerin İşleri'nin yazarı, üçüncü İncilin yazarı Luka'dır. Bu kitapta üç yerde anlatılan aynı hâdisenin, ne kadar birbirinden farklı olarak anlatıldığını gördükten sonra, vahiy alıcısı Luka'nın, aynı konuda aldığı vahiylerden ne kadar çelişkiye düşğütüğünü açıkça görürüz. "Resullerin İşleri"nde bu olay iki yerde Pavlos'un ağzından, bir yerde ise Luka'nın ağzından anlatılıyor. Evvelâ hâdiseyi Luka şöyle hikâye ediyor: "Ve yolda giderken, Şam'a yaklaştığı zaman vâki oldu ki, gökten bir nur ansızın çevresinde parladı ve yere düşüp bir sesin kendisine 'Saul, Saul! Niçin bana eziyet ediyorsun?' dediğini işitti. O da, ya rab sen kimsin? Dedi. Ve o da ben eziyet ettiğin İsa'yım, fakat kalk ve şehre gir ve ne etmen gerektiği sana söylenecek. Onunla yolculuk eden adamların nutku tutulup durdular; sesi işitiyorlar fakat kimseyi görmüyorlardı ve Saul yerden kaltı; gözlerini açınca bir şey görmüyordu. Onlar da kendisini yederek Şam'a götürdüler ve üç gün görmez olup ne yedi, ne de içti." (Kitab-ı Mukaddes, Resullerin İşleri, 9/3-9, s. 129). (Bu ifâdelerin düzmece olduğu nasıl da belli! Yere düşüp kendisine seslenildiğini duyunca Pavlos, hemen: "Ya Rab" diyor. İncilllerden anlıyoruz ki, bu kelimeyi Hz. İsa'ya sadece şâkirtler diyordu. İnanmayan biri, kendisine seslenenin Hz. İsa olduğunu biliyor, hemen "ya Rab" diyor. Hem de kim olduğunu bilmiyor?! Kim olduğunu bilmiyor ki, "Sen kimsin?" diye soruyor. Peki nasıl "ya rab" diyor?) Bu bapta anlatıldığına göre vizyon olayı Şam'a yaklaştıkları zaman meydana geliyor, yer veriliyor, zaman yok, yani günün hangi saatinde olduğu açıklanmamış, gökten inen nur sadece Pavlos'un çevresinde parlamış, bu nuru onun yanındakiler görmemişler, onlar sadece İsa'nın sesini işitmişler, işitenlerin dilleri tutulmuş. Pavlos'un nuru gören gözleri, bu nurun etkisi ile kör olmuş, sonra üç gün yememiş ve içmemiş.
Aynı kitabın 22. babında olay, bu sefer direkt olarak Pavlos'un ağzından tekrar anlatılmış, ancak bu defa birinci anlatıma bazı ilâveler yapılmış. Bu anlatıma göre vizyon, öğleye yakın meydana gelmiş, yani zaman verilmiş, yer verilmiş, Şam'a yaklaştıkları sırada gökten inen nur, Pavlos'un çevresinde parlamış ve sesi işitmiş. Ancak, buradaki anlatıma göre, onunla birlikte seyahat eden arkadaşları bu defa nuru görmüşler, ama sesi işitmemişler. Bu bâba göne hunu gören Pavlos'un gözleri, nurdan kör olmuş ama yanındakiler nuru gördükleri halde gözlerine hiçbir şey olmamış olmalı, ki, onlar Pavlos'u Şam'a götürmüşler. Bu bapta Pavlos'un Şam'da ne kadar kaldığı yazılı değil (Kitab-ı Mukaddes, Resullerin İşleri, 22/6-11, s. 145). Aynı kitabın 26. babında aynı olay, yine Pavlos'un ağzından çok daha değişik bir biçimde anlatılıyor. Bu bâba göre vizyon, yine Şam yakınında öğle vakti meydana gelmiş. 22. bapta öğleye yakın dendiği halde, bu defa öğle vakti diyor. Bu bâba göre, gökten inen nur, bu sefer sadece Pavlos'un değil; onunla beraber seyahat eden arkadaşlarının da etrafını sarmış, sadece Pavlos değil, bütün arkadaşları hep beraber yere düşmüşler. Bu son bapta, nurdan dolayı gözü kör olan kimse yok, onların nuru görüp görmedikleri sesi işitip işitmedikleri açıklanmamış, sadece çevrelerine inen nurun etkisi ile yere düştükleri zikredilmiş, acaba nuru gördüklerinden mi, yoksa nur onları çarptığından mı, bu belli değildir (Kitab-ı Mukaddes, Resullerin İşleri, 26/13-14, s. 150).
Resullerin İşleri kitabının üç ayrı bâbında anlatılan vizyon olayının vakti, 9. bapta hiç zikredilmemiş, 22. bapta öğleye yakın denmiş, 26. bapta ise öğle vakti denmiş. Gökten inen nur, 9 ve 22. baplarda sadece Pavlos'un, hem de arkadaşlarının çevresinde parlamış oluyor. 9. bâba göre Hz. İsa'nın Pavlos'a hitâbını Pavlos'un arkadaşları işitmişler, 22. bâba göre ise işitmemişler. Gökten inen nuru, 9. bâba göre ise görmüşler. 9. Bâba göre Pavlos'un arkadaşları sesi işitmişler, ama nuru görmemişler. 22. Bâba göre bunun tam tersi olmuş, arkadaşları sesi işitmemişler, ama ışığı görmüşler. 9 ve 22. baplara göre, olay olduğu sırada sadece Pavlos yere düşmüş, yanındakiler yere düşmemişler. 26. Bâba göre ise, hem Pavlos, hem de arkadaşları birlikte yere düşmüşler. 9. Bâba göre sesi işitince pavlos'un yanındakilerin dilleri tutulmuş. Bu bapta Pavlos'un, ışığı gördüğü için gözleri kör olurken, 22. bapta aynı nuru gören arkadaşlarının gözleri kör olmamış. Pavlos'un gözünü kör eden nur, neden arkadaşlarının gözlerini kör etmemiş, yoksa onların gözleri daha mı dayanıklıydı? İşte Hz. İsa'dan altı sene sonra meydana geldiği ileri sürülen bu vizyon olayı ile, Pavlos vahiy alıcı olarak ortaya çıkıyor, kendisine bizzat Hz. İsa'nın vahyettiğini söylemek sûritiyle ortaya yeni bir dâvâ atıyor. Bu Dâvânın başlangıç hâdisesinin tamamen vahiy ürünü olması gerekiyor ama, bu ne biçim vahiydir ki, bir kitabın üç ayrı bâbında büyük çelişkiler ortaya çıkıyor. Pavlos'un sözleri ise şöyle: "Çünkü ey kardeşler, size bildiriyorum ki, benim tarafımdan vaz olunan İncil insana göre değildir. Çünkü ben onu insandan almadım, ve öğretilmedim; fakat İsa Mesihin vahyiyle aldım." (Kitab-ı Mukaddes, Galatyalılara Mektup, I/ 11-12, s. 193). Böylesine çelişkili bir haber vahiy ürünü olabilir mi? Elbette olamaz, aksi takdirde vahiy veren, vahiy alanı yanıltmış olur veya vahiy verici hata etmiş olur. İşte bir kitabın üç ayrı bâbında dahi verdiği haberi kontrolden âciz bir yazar olan Luka, üçüncü İncilin yazarı olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Luka'nın "Resullerin İşleri" isimli kitabında görülen çelişkiler ve tutarsızlıklar, onun İncilinin değerini de ortaya koymaktadır. Madem İncil yazarları vahiy alıyorlardı ve aldıkları bu vahiyle kitaplarını hatasız yazıyorlardı, İncil yazarı Luka'ya ne oldu da bu büyük hataları yaptı? (9) Peki, kimdir bu Pavlus?

Körlerin Kör Kılavuzu Pavlus
Pavlus, milâdî 5-67 yıllarında yaşayan yahudi asıllı, hıristiyanlığı aslî ve tehvid çizgisinden çıkarıp, teslis gibi temel dogmaları oluşturmuş, kiliseler kurmuş ve hıristiyanlığı teşkilâtlandırmış kişidir. Bugünkü muharref hıristiyanlık onun ürünüdür. Pavlus, Hz. Musa’nın yasa ve yasaklarını yürürlükten kaldırmış ve yeni bir anlayış geliştirmiştir. Mektupları, Kitab-ı Mukaddes’den sayılmış, İnciller seviyesinde görülmüştür.
Pavlus Bir Ferisîdir: Bu, herhangi bir başka din mensubunun, meselâ müslümanların bir iddiası ve ithamı değil; bütün hıristiyanların kabul ettiği bir gerçektir. Çünkü, Pavlus’un Ferisî olduğu Kitab-ı Mukaddes’te, hem de kaç yerde, hem de Pavlus tarafından belirtilir. Bir iki tanesine göz atalım: Pavlus; “Ben Ferisi oğlu Ferisîyim.” (Rasüllerin İşleri, 23/6) “Eğer şehâdet etmek isterlerse, öteden beri beni bilirler ki, dinimizin en sıkı fırkasına göre Ferisî olarak yaşadım.” (Rasüllerin İşleri, 26/5)
Vay Ferisîler! Peki, kimdir bu Ferisîler? Kitab-ı Mukaddes, hem de Hz. İsa’ya atfederek Ferisîler hakkında bakın neler diyor? “O zaman şâkirtler gelip ona dediler: Biliyor musun ki Ferisîler bu sözü işitince gücendiler? Fakat İsa cevap verip dedi: Semâvî Babamın dikmediği her fidan kökünden sökülecektir. Onları bırakın; onlar körlerin kör kılavuzlarıdır. Eğer kör körü yederse, her ikisi de çukura düşer.” (Matta, 15/12-14) “Ve İsa onlara dedi: Sakının da Ferisîler ile Sadukîler hamurundan kaçının.” (Matta, 16/6; 11-12) “Lâkin vay başınıza yazıcılar ve Ferisîler, iki yüzlüler!” (Matta, 23. bap’ta baştan sona Ferisîlerin Hz. İsa diliyle kötülükleri anlatılmaktadır; özellikle 13-15; 23-36. cümleler) Yine bu konuyla ilgili olarak Luka, 11/39-44, 12/1-2; Matta, 3/7-10, 5/20, 7/15-23’e bakılabilir. Bu son bölümde Hz. İsa, yalancı peygamberleri bir örnekle açıklar ve “benim ismimle peygamberlik yapanı ben tanımayacağım!” der. Pavlus, tüm hıristiyanlara göre, Hz. İsa’nın ismiyle, onun gönderdiği ve kendisine vahiyler verdiği peygamberi olarak kabul edilir.
“Ferisî oğlu Ferisî” olan Pavlus’a rağmen bugünkü İncillerde bile muhâfaza edilen ifadelere göre Hz. İsa, nice sert eleştirilerle uyardığı Türkçe Kitab-ı Mukaddesteki ifadeyle “iki yüzlü”, yani “münâfık” ve dine kötülük bulaştıran “müfsid” diye damgaladığı Ferisîlerin tehlikesi konusunda şu değerlendirmeyi yapar: “Vay başınıza yazıcılar ve Ferisîler, iki yüzlüler! Zira bir mühtedî yapmak için denizi ve karayı dolaşırsınız ve olunca siz onu kendinizden iki kat cehennem oğlu edersiniz!” (Matta, 23/15) Nasıl, tam Pavlus’u ve ona inanan mühtedî hıristiyanları bekleyen âkıbeti anlatmış olmuyor mu Hz. İsa; hem de elimizdeki İncillerde.
Peki, “Pavlus’un kimliği ile hıristiyanlığın ne ilgisi var?” diye, herhalde hıristiyanlığı kısmen de olsa bilen veya en zayıf bir hıristiyan olan birisi soramaz. Çünkü hıristiyanlık, hem itikad ve hem de şeriat olarak, yani hükümler, haram ve helâller konusunda, yorum ve dogmalar konusunda baştan sona Pavlus öğretilerinden ibarettir. Pavlus’u yıktığınızda hıristiyanlığı ayakta tutacak hiçbir şey kalmaz. Kitab-ı Mukaddes’teki tam 15 kitap, Pavlus’a aittir; onun mektupları ve konuşmalarından oluşan bu kitapların tümünün yazarı odur. Kitab-ı Mukaddes’teki Hz. İsa’nın kesin emir ve yasaklarını bile resmen değiştiren, ona ters hükümler koyan, hükümlerini geçersiz ilân eden kimsedir Pavlus. Bir örnek verelim:
“Sanmayın ki ben, şeriati yahut peygamberleri yıkmağa geldim; ben yıkmağa değil, fakat tamam etmeğe geldim. Çünkü doğrusu size derim: Gök ve yer geçip gitmeden, her şey vâki oluncaya kadar, şeriatten en küçük bir harf veya bir nokta bile yok olmayacaktır. Bundan dolayı bu en küçük emirlerden birini kim bozar ve insanlara öylece öğretirse, göklerin melekûtunda kendisine en küçük denilecektir. Ve onları kim yapar ve öğretirse, göklerin melekûtunda kendisine büyük denilecektir. Zira size derim ki salâhınız yazıcılar ve ferisîlerinkinden ziyade olmazsa göklerin melekûtuna hiç girmeyeceksiniz.” (Matta, 5/17-20) Hz. İsa, Kitab-ı Mukaddes’in ilk bölümü olarak tüm hıristiyanlarca kutsal kabul edilen Tevrat’ta belirtili Mûsâ şeriatının korunması ve ona uyulması konusunda böyle kesin ifadelerle uyulup itaat edilmesini emrettiği şeriatı bakın Ferisî Pavlus ne hale getirdi?
“Çünkü Ruhu’l-Kudüse ve bize iyi göründü ki, icap eden şu şeylerden fazla üzerinize yük koymayalım: Putlara kurban edilen şeylerden, kandan ve boğulmuş olanlardan ve zinadan çekinin. Bunlardan sakınırsanız, iyi edersiniz. Selâmette olun.” (Rasüllerin İşleri, 15/28-29) Pavlus’a ait bu ifadelerden anlaşıldığı gibi Pavlus, 4 yasağın dışında Kitab-ı Mukaddes’te belirtilmiş tüm yasakları ve eski şeriatın tüm hükümlerini kaldırmıştır. Tabii, bundan daha büyük cinayeti, İsa’yı tanrılaştırmak ve tevhidi teslisle değiştirmekle işlemiş, hıristiyanlar da kilisenin ve papazların etkisiyle Hz. İsa’ya ve Kitab-ı Mukaddes’teki hükümlere itaati değil; ona uymayı tercih etmişlerdir. Bu Pavlus dogmalarının hiçbiri yahudilikte, Hz. Musa şeriatında yoktur (Tabii ki, Hz. İsa’nın tebliğ ettiği dinde de bulunmamaktadır). Bu açıdan, Pavlus’un öğretileri, hıristiyan dogmalarıyla birlikte yahudi şeriatının da yürürlükte bulunduğunu savunan Petrusculuk’a karşı, yepyeni bir hıristiyanlık anlayışıdır. Bugünkü hıristiyanlık, hemen tümüyle Pavlus’un temel itikad ve hükümlerini belirlediği, Pavlus’un merkezde olduğu bir dindir.
Pavlus Tarafından Hıristiyanlığa Geçen Hususlar:
Aslî günah inancı: Bu inanca göre, insanlar doğuştan günahkâr olarak dünyaya gelirler. Çünkü babaları Âdem suç işlemiş, onun günahı, tüm insanlara tevârüs edip geçmiştir. Eski ahidde de 4 İncil’de de aslî günah inancı bulunmadığı halde, Pavlus tarafından bu bâtıl anlayış, hıristiyan itikadına geçirilmiştir.
İsa’nın, beşer/insan ve peygamber değil; tanrı olduğu,
Tanrı’nın İsa şeklinde tecessüdü, insan bedenine girip insan yapısında olması,
İnsanların günahlarını kurtarmak için Tanrı’nın oğlunu göndermesi, insan şeklinde bedenlenen oğul tanrının insanlığı kurtarmak için kendini çarmıhta asılarak fedâ etmesi,
Teslis inancı,
İsa’nın ölüler arasından dirilerek kalkması ve insanları idare etmek için göğe çekilip babasının (Baba Tanrının) sağına oturması,
Günahların papazlar önünde itiraf edilerek onlar tarafından günah çıkarılıp, günahkârın bu şekilde affı,
Kitab-ı Mukaddes’te ve şeriatte ısrarla yasaklanan domuz etinin helâl kabul edilmesi,
Hz. Mûsâ şeriatında önemli şekilde emredilen Hz. İsa’nın da devam ettirdiği “sünnet olma”nın gereksiz olduğu anlayışı,
Suyun, abdest ve guslün gereksizliği; hatta kötü olduğu,
Haftalık ibâdet gününün Cumartesi yerine güneş gününe (Pazar) gününe değiştirilmesi,
Dinî törenlerde ve âyinlerde Mitra dininden etkilenerek çokça mum vb. yakılarak mâbedin fazlaca aydınlatılması, bütün bunlar Pavlus tarafından hıristiyanlığa geçirilmiştir.
Kilise tâlimleri ve hıristiyan kaynaklarının hemen hepsi Pavlus’a, onun görüşlerine veya onun yakınlarına dayanmaktadır. Hz. İsa’dan çok kısa bir zaman sonra, hıristiyanlık, Hz. İsa’nın getirdiği tevhid dini olmaktan çıkmış, Pavlus’un yorumları ile hak din vasfını kaybedip teslis dinine dönüşmüştür. Günümüzün hıristiyanlığı, Hz. İsa’nın getirdiği nizamdan, hak tevhid dini vasfından çok, Pavlus’un ve bu çizgideki kilisenin yorumlarıdır.




Hıristiyanlıkta Aslî Günah ve Bunun Keffâreti İçin Oğul’un Çarmıha Gerilmesi Anlayışı
Aslî günah inanç ve anlayışının, Hz. İsa’nın tebliği ettiği tevhid akidesinde olmadığı kesindir. Buna rağmen, Pavlus tarafından hıristiyanlığa sokulmuş, insanın temiz fıtratını, Hz. Âdem’in Kur’an’da affedildiği belirtilen şahsî ve küçük hatasını tüm insanlara bulaştıran ve Hz. İsa’nın ülûhiyetine ve vaftiz törenine mesnet yapılan bâtıl anlayıştır aslî günah inancı. (Bkz. Korintoslular’a 2. Mektup, 5/21; Romalılar’a Mektup, 5/12).
İlk günah da denen aslî günah anlayışına göre, ilk günah, Hz. Âdem’in suçuyla başlamış ve bütün soyuna bulaşmıştır. Her doğan insan, babası Adem’in günahının mirasından dolayı günahkâr olarak doğar. Tanrı, kendi niteliğine sahip olan oğlu İsa’yı insanları bu suçtan, yani aslî günahtan kurtarmak için yeryüzüne göndermiştir. Kıyamet gününde de insanları diriltmek ve ilâhî bağışa kavuşturmak için yeryüzüne yeniden inecektir, ruh da bu yüzden ölümsüzdür. Yine insanın aslî günahından arınması için insanın kutsal kabul edilen suyla yıkanma zorunluğu vardır ki buna vaftiz denilir.
Hıristiyanlığın esaslarından biri de, Tanrı’nın bütün insanların günahlarına keffâret olmak üzere, onların affı için insan şekline girip yaşadıktan sonra ıstırap çekerek ölmesi, yani tekfir/keffâret, fidye inancıdır. Bu inancın, üç temel uzantısı vardır: Hz. İsa’nın tanrılığı, bütün insanlığın günahkâr olduğu ve insanlığın affı için fidye (kurban) anlayışı.
Kur’an’a göre, “Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü taşımaz.” (35/Fâtır, 18). Kaldı ki, Hz. Âdem, bütün insanlara taksim edildiği halde tükenmeyecek büyük bir suç işlemiş değildir. Hz. Âdem, beşer olarak küçük bir hata yaptı ve sonunda da affedildi ve peygamber seçildi. “Adem, Rabbinin buyruğuna karşı geldi de şaşırdı. Sonra Rabbi onu seçkin kıldı; tevbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti.” (20/Tâhâ, 121-122). İslâm, Hz. Âdem’in bu fiiline terim manasıyla ma’sıyet/günah demez, bu konudaki Kur’an tâbiri olan “zelle” (2/Bakara, 36) diye değerlendirir ve insan türünün imtihanla yücelmesi, düşmanını tanıması ve yeryüzünün halifesi olması gibi nice hikmetlere dayanan ilâhî irâde olarak değerlendirir. Hz. Âdem’e de, Hz. Havvâ’ya da suçlu gözüyle bakılıp, onlara kızılmaz.
Günahın şahsîliği Kur’an’da olduğu gibi, Kitab-ı Mukaddes’te Eski Ahid’de de vardır. Hezekiel peygamber: “Suç işleyen can, ölecek olan odur; babanın fesadını oğul taşımaz ve oğlun fesadını baba taşımaz; sâlihin salâhı kendi üzerinde olur, kötünün kötülüğü de kendi üzerinde olur. Ve kötü adam, işlemiş olduğu suçların hepsinden döner ve bütün kanunlarını tutar ve hak olanı, doğru olanı yaparsa, elbette yaşayacak, ölmeyecektir. Yapmış olduğu günahlardan hiçbiri ona karşı anılmayacaktır. İşlediği salâhda yaşayacaktır.” (Hezekiel, 18/20-22)
Kitab-ı Mukaddes’teki şu ifadeyi, İsa’nın insanın aslî günahına fidye olarak çarmıha gerilmesi anlayışıyla birlikte bir değerlendirin: “Kötü adam, sâlihin fidyesidir. Hâin adam da doğruların.” (Süleyman’ın Meselleri, 21/18) Hz. Âdem ve tüm insanlık sâlih ve doğru olmamış sayılmalı veya sâlih ve doğrularsa Hz. İsa kötü ve hâin olmalı. Yine, fidye olan, tüm insanlık için faziletli bir fedâkârlık için ölen kimse, asılırken ‘Allah’ım, niçin beni bıraktın?’ der mi? “Ve dokuzuncu saate doğru, İsa: ‘Eli, Eli lama sabaktani?’ , yani ‘Allah’ım, Allah’ım, beni niçin bıraktın?’ diye yüksek sesle bağırdı.” (Matta, 27/46 ve Markos, 15/34)
Bu anlayışa göre, İsa’dan önce ölen insanlar, hıristiyanların da nübüvvetlerini kabul ettikleri peygamberler, hep günahkâr olarak öldüler ve cehennemi hak ettiler. İsa’nın keffaretinden, fidyesinden önce ve vaftiz yapılmadan öldüler, hepsi affedilmeyen ve affedilmeyecek günahla öbür dünyaya gittiler. Farzedelim ki insanlık, güzel fıtratla değil de doğuştan günah yükü ile hayata geliyor. Onların sonsuz merhametli ve dilediği her şeyi yapan Rabbi, kendilerini direkt olarak affedemez mi? Tanrı, insanı kurtarmak için, insan kılığına girmekten başka çare bulamadı mı?
Çarmıha gerilip birkaç insan tarafından öldürülen biri, hiç tanrı mı olur? İnsanların günahlarını affetmek için başka çare mi bulamadı? Hıristiyanların en büyük âyinlerinden biri, Communion âyinidir. Bu âyin, ekmek ve şarapla yapılır. Ekmek ve şarap, hıristiyanlara göre Hz. İsa’nın etini ve kanını simgeler. Kitab-ı Mukaddes’e göre, Hz. İsa, havârilerine dağıttığı ekmeğe, “bu benim vücudumdur” ve dağıttığı şaraba, “bu benim kanımdır” demiştir. Günahı affetmek için, onları daha beter günahkâr haline getirmek, Tanrı katili yapmak hangi akla sığar? İnsanlar, ellerini mâbudlarının kanına bulayarak mı affa nâil olacaklar? Hz. Âdem’e atfedilen Allah’ın bir emrini yerine getirmemek mi, yoksa Tanrı’yı/İsa’yı öldürmek mi daha büyüktür? Hangisi insanı daha suçlu yapar? Bir tek kişinin (insan veya Tanrı) ıstırap çekmesi ile bütün insanların kurtuluşunu temin etme tuhaf olmaz mı?

Bilindiği gibi, Hz. İsa, âhir zaman denilen, insanlık tarihinin sona yaklaştığı zamanlarda dünyaya gelmiştir. Yüce Allah, bunu insanları kurtarmak için yapsaydı, başlangıçta yapması gerekmez miydi? İnsanlığın büyük çoğunluğunu aftan mahrum etmesi, az bir kısmını (İsa’dan sonra gelenleri) bağışlamasının izahı başka nasıl yapılabilir? Yaratılıştan gelen mevhum ve uydurma bir günah. Sonra, her şeye kaadir ğafûr olarak inanılan Allah’ın onu affetmesinin binlerce yolu varken, bunları bırakarak ana karnına girip en âciz bir şekilde çocukluğunu geçirmesi, sonra perişanlık ve tazyik görmesi, sonunda da onları katil yaparak affetmesi...

Bunların masalda, efsane ve mitolojide yeri olabilir ama, dinde, hakikatte ve akılda yeri olmaz. Sonra olaya ahlâkî yönden bakalım: Günahtan kurtulduğuna inanan hıristiyana ne kalıyor? Kötü arzularına karşı nasıl mücadele ve mücahede edebilecektir? Çalışanla çalışmayanın, ibadet yapıp günahtan sakınanla bunları önemsemeyenin arasında fark kalmaz, hepsi İsa’nın çarmıha gerilmesiyle, komünyonla, vaftizle bağışlanıp eşit hale getirilmiyor mu?
Hz. İsa, hiçbir şekilde kendisinin insanların günahlarına keffâret için, onların aslî günahlarına karşılık öldürüleceğini söylemedi. Bugünkü İncillerde de Hz. İsa’ya atfen böyle bir söz geçmez. Dinin temeli olacak esasları, en yakınlarına, Petrus gibi halifelerine söylemedi. Halbuki o, emaneti tebliğ etmiş, görevini yapmıştı. Bu olay bile, bu inançların sonradan uydurulduğunu isbat etmeye kâfidir.
Bu anlayış, ucuzculuktur, başkası seni kurtarsın, sen bir şey yapmadan bedavadan kurtul. İnsanlığa işlemediği günahı yüklemek kadar bedavadan affolma anlayışı da saçmadır. Aynen kiliselerde günah çıkarma ve cennet satın alma gibi. Hıristiyanların büyük çapta etkilendiği Yunan mitoloji kahramanı Promete’nin insana ateş/ışık getirmek için ezalara katlanarak fedai olması gibi efsaneler Hz. İsa’ya monte edildi. Kahramanların sadece ismi değişerek putperestlik, hıristiyanlık maskesi taktı. Ve bu fedâkârlığın bedeli de en az Promete’ninki kadar trajik: “Mesih, bizim uğrumuza lânet olmuş olarak, bizi şeriatın lânetinden kurtardı, çünkü yazılmıştır: ‘Ağaç üzerine her asılan lânetlidir.” (Pavlus’un Galatyalılara Mektubu, 3/14) Bir peygambere bu kadar büyük iftiraya pes doğrusu; hem tanrı, hem de lânetli!
Hâlâ affedilmeyen günah kaldıysa, veya bir hıristiyan çeşitli haramlara dalıyorsa ne gam? Papazlar ne güne duruyor? Absolüsyon imdada yetişecektir. Absolüsyon: Günah bağışlama demektir. Hıristiyanlıkta günahlarını papazlara açıklayıp itiraf edenlerin papaz tarafından günahlarının bağışlanabileceğine inanılır. Günahları papazlar tarafından affedilenler, böylelikle
günahlardan arınmış olurlar. Bu affetme, papazlar tarafından tanrı adına yapılmaktadır. Katolik mezhebinde, eski ve imtiyazlı olan günah çıkarma kurumu, ibtidâî şeklinden uzaklaşsa da hâlâ varlığını sürdürmektedir. İslâm’da ise, bilindiği gibi, doğrudan doğruya, aracısız ve formalitesiz olarak Allah’tan istenen aftan başka tevbe ve af dileme, günah çıkarma şekli yoktur.



Tefsirlerden İktibaslar
Elmalılı diyor ki: Hakka ve iyiliğe sevgi duymanın derecesi, bâtıla ve şerre karşı duyulan nefretin derecesiyle orantılıdır. Zaten afv ve bağışlama, ceza vermeye ve intikam almaya gücü yetenlerden sâdır olduğu takdirde bir değer ve anlam taşır. Afv denilen şey, hüküm giymiş ve sâbit olmuş olan bir cezayı uygulamaya koymamak veya cezayı gerektiren bir suçu hiç işlenmemiş saymak demektir. Suça ceza vermeye gücü yetmeyen bir zavallının "haydi seni affettim" demesi pek gülünç bir şey olur. Affedebilen her halükârda intikama gücü yetebilendir. Bunun aksi çelişki olur. Hak Teâlâ hayır ile şerrin bütün ilkelerine hâkim, hayır ve hidâyeti rahmetiyle himaye eden, kötülük ve hıyâneti de izzet ve intikamıyla gideren, izâle eden bir hayy ve kayyûm olduğundan dolayıdır ki, her hakkın himâyecisi, her hayırlı ümidin mercii olan bir hak ma’buddur. Binâenaleyh ma’budları zelil olanların kendileri de zelil olurlar. Üzülerek ve esefle söylemek gerekirse bazı kimseler bilmediklerinden veya şirkin mağlup olmasını istemediklerinden, "Biz şerre karşı intikama kaadir olan tanrı istemeyiz" diye hakkı inkâr ve bâtıla ilân-ı aşk ederler de kendi ma’budlarını âciz ve zelil, harîm-i ismetine ve hakkına tecâvüz olunabilir, hakkını ve hukukunu müdafaa edemez duruma düşürürler. Kötülükleri önleyemediği için insanların keyfi nasıl isterse, kendi isteğine göre sevilebilir, bazı sıkıntılı zamanlarda okşanıp o zavallı güzelliğinden bir ilham, bir teselli alınabilir bir bebek veya bir zavallı tanrı görmek isterler. Putperestlerin fetişleri ve putları böyle olduğu gibi, sonraki hıristiyanların Hz. İsa'yı böyle bir bebek, anası Meryem'i böyle bir sevimli bâkire, Cenâb-ı Allah'ı da, hayatta olduğu müddetçe yarattığı Âdemoğullarını, ataları Âdem'den kalma ilk günahtan kurtarmaya, arındırmaya bir türlü çare bulamamış ve nihayet oğlunun bedenine girerek bizzat kendisi gelmiş, kendini ve oğlunu fedâ edip kâfirlere kurban ettirmiş, ancak bu kurban ve bu fidye karşılığında kendisine tapınanları kurtarmış, sonra birkaç gün içinde önce oğlunu tekrar diriltip göklere kaldırmış ve işte böyle bir iyilik etmek için nelere katlanmış; kendisini ve oğlunu feda etmeye râzı olmuş, çaresizlik ve zorunluluklar karşısında fedakârlığın en büyük örneğini göstermek için, en büyük iyiliği oğlu ile birlikte kendini de fedâ ve yok etmekte bulmuş, var yok, yok var olmuş durumunda ihtiyar bir baba farz ederek bir inanç ortaya çıkmıştır.
Buna göre, O bir var, aynı zamanda yok; fânî, aynı zamanda bâkî; âciz, aynı zamanda kaadir; bir, fakat aynı zamanda üç; üç, fakat aynı zamanda bir ma'bûd olmak üzere "Ekanim-i selâse," üç ögeden mürekkep üçlü bir tanrı inancına sahiptirler. O ilk günahtan kurtulup selâmete ermek için aklı ve nefsi bu teslis inancına feda etmek gerektiğini ve bu fedakârlığı yapmanın bu imanın şartı ve necat sebebi olduğunu iddia ederler ki, bütün bunlar ma’bûd ve kulluk fikrini hafife almaktan öte bir şey değildir ve aklen ve naklen zâhir ve bâhir olan Hakk'ın delillerine karşı saygısızlıktır, küfürdür. Her şeyden önce insanlar için günahı ve günah işlemeyi yaratılıştan kaynaklanan bir zarûret kabul ederek, onu mutlaka işlemek gerektiğine karar vermek, sonra da o günahın her ne olursa olsun sonuçta affedilmesi mümkün değilmiş veya cezalandırılması kabil değilmiş de büyük bir felâketi gerektiriyormuş olduğunu itiraf eylemektir. Ayrıca bu cezâdan ve felâketten kurtulmak için yegâne çare olmak üzere, esasen ona ceza verecek olan ve zaten vermek hakkına ve yetkisine sahip bulunan en yüce makamı, son mercii de yok edip ortadan kaldırmak ve böylelikle ceza korkusundan da büsbütün kurtulmak ve ondan sonra doya doya günah işleyip, kendi yaptığı günahların cezasını da başkasına, daha doğrusu yaratıcıya yükletmek demektir.
İşte Hıristiyanlıktaki teslis (üçlü ilâh) inancının bütün sonuçlarıyla ve ayrıntılarıyla anlamı, böyle bir nefiydir, yani hak ma’bûd olan Allah'ın bazı önemli sıfatlarını ve özelliklerini inkârdan veya birbirine karıştırmaktan doğan bir inanç muammâsıdır. Hz. İsa hiçbir zaman Allah hakkında böyle bir inanca dâvet etmemiştir, ancak babasız bir çocuğun peygamberliğe mazhar kılınmış olarak bir kutsal ruhla birlikte mûcizeler göstermesi, akılları ve teknikleri âciz ve hayran bırakacak şekilde ölüleri diriltip, hastalara şifâ vermesi, sadece onun hak peygamberliğine ve temiz yaratılışına delil sayılan açıklamaları ve öğretileri, hakikat kabul edilip, ilk hıristiyanların yaptığı gibi, onun tâlimâtına uyulacak ve Allah'ın birliği inancı üzere yürünecek yerde, bir müddet sonra bu mûcizeler ve bu hârikalar şüphelerle dolu esrârengiz ve içinden çıkılmaz bir muammâ haline sokularak ve İncil'de "merhametli yaratıcı" mânâsına gelen “eb” (baba) eşanlamlı ve müteşâbih isminin “vâlid” (gerçek baba) mânâsına te’vil edilip bunun arkasına düşülerek ve bu anlama hulûl ve ruhun ölmezliği nazariyeleri ilâve olunarak, İsa'nın insanüstü ve tanrı oğlu tanrı olduğu ve onun bedenine giren babası ile beraber fânî olup gittiği ve bu sebeple insanların da kurtulduğu ve binâenaleyh yoklukta birleşen bu ekanim-i teslisin ruhları ancak bundan dolayı takdis edilmek gerektiği tarzında dinin temel ilkesi sayılmıştır. İşte bu yola sapılması, Hıristiyanlığı gizlice ta temelinden değiştiren, ters yüz eden bir tahrif olmuştur ki, bunun başlangıcı gizli toplantılara ve ilk İncil tercümelerindeki tahriflere, sonu da meşhur İznik konsilinde alınan kararlara dayanır. Yani teslis inancı, Hıristiyanlığın kaynağından gelen öz inanç ilkesi değildir, müteşâbihata uymak sûretiyle ictihâda bağlı olarak tahriften kaynaklanan bir batıl inancıdır. Bundan dolayı Hıristiyanlar İncil'in metnine ve âyetlerine önem vermezler de "biz onun ruhunu, özünü gözetiyoruz" diyerek İncil nüshalarını her zaman ve sürekli olarak yeniler ve değiştirirler. Durmadan onun müteşabihâtıyla oynarlar.
İncil'de Cenâb-ı Allah'a "baba" denildiği bilinmeyen bir şey değildir. Fakat İncil de dâhil olmak üzere bütün semâvî (ilâhî) kitapların ve semavî dinlerin üzerinde ittifak edip birleştikleri bir husus vardır ki, o da ilk sebep olan Allah Teâlâ'nın "Yaratan" olması ve maddeye muhtaç olmaksızın kâinatı sırf kendi kudretiyle yoktan halketmesi inancıdır. Hatta Avrupa felsefesi tarihleri bu inancın felsefeye ancak Hıristiyanlıktan girmiş olabileceği görüşündedirler. Bu ise gerçek illiyet ve sebebin ancak üreme ve sudûr yoluyla olması nazariyesinin tamamen zıddıdır. Gerçekten de üreme nazariyesi, başlangıcında bir çelişkiden kurtulmak ihtimali bulunmayan bir nazariyedir. Tevlid denilen üreme olayı âdi illetler için geçerli olabilirse de, gerçek anlamda illiyet yaratma ve ibdâ' etme demektir. Bundan dolayı İncil'de Cenab-ı Allah için kullanılmış olan "eb" kelimesi, gerçek anlamıyla "vâlid" (baba) demek olamayacağı için “hâlik ve mükevvin” (yaratan ve var eden) demek olduğu her din mensubu gibi Hıristiyanlar için de her türlü şüphe ve tereddütten uzak bir inanç olması gerekirdi. Elbette düşmanları tarafından durmadan ve sürekli olarak "babasız" diye itham edilmek istenen Hz. İsa'ya, bu kelimenin kullanılmasına müsâade buyurulması onun hakkında Allah'ın bir rahmeti ve özel bir iltifatı olduğunda nasıl şüphe yoksa, Hz. İsa'nın "babam" dediği zaman "rahim olan Rabbim, halikim" demiş olduğunda da hiç şüphe yoktur. Binâenaleyh Hıristiyan babaların, müteşabihâta uyarak bu kelimeyi bu kadar engel bulunmasına rağmen lügat anlamıyla alıp gerçek "baba" mânâsına te'vil etmeye çalışmaları da yaratılış inanç ve nazariyesiyle bağdaştırılması mümkün olmayan bir çelişkidir.
İşte Kur'ân, Allah'ın zatı ve sıfatları hakkında aklen ve naklen sâbit ve apaçık bulunan ve bu meseleyi temelden çözüme kavuşturacak olan temel gerçekleri, Bakara Sûresi'nden özetleyerek bir belge halinde ortaya koyduktan sonra buna aykırı olan bâtıl görüşleri ayıklamak ve bu arada hıristiyanların böyle Allah'a ve Allah'ın âyetlerine karşı revâ gördükleri tecâvüzkâr tutumlarını, bütün incelikleriyle ve temeldeki yanlışlarıyla reddetmek ve geçersiz kılmak ve bunları, red ve iptal gayesiyle de olsa tek tek sayılıp dökülmesinin Kur'ân ahlâkının nezâhet ve vakarıyla bağdaşmayacağını anlatmak ve aynı zamanda irşadın faydasını daha da geniş tutmak için hepsinin de ilâhî âyetleri inkâr anlamı taşıdığını ve küfür kavramı altında birleştiğini özetle göstererek “Lehum azâbun şedîdun. Vallahu azîzun zu’ntikam” şeklinde uyarıda bulunmuş ve işin varacağı sonucu açıklamıştır.
Ma’bûd, kelimesinin anlamını çirkin ve yakışıksız bir yorumla tefsir etmek, muhkemâtı inkâr eylemek, ilk günahı bağışlamaya gücü yetmemek, tevlîd, yani çocuk edinmek, tecessüd yani bedene bürünüp görünmek, kendini feda etmek, ancak böyle inanıldığı takdirde kurtuluşa erileceğini ummak gibi teslis inancı ile ilişkili olan küfür şekillerinin hepsine karşı hakkın bir kılıç darbesi olan “Vallahu azîzun zu’ntikam” furkanı, hakkı alçaltmaya cüret edenlerin sonuçta mutlaka yenilgiye uğrayacaklarını ilan eden bir ilâhî furkandır. Fakat şu da iyi bilinmeli ki, hayy ve kayyûm olan, kitap indiren, akıllara hidâyet veren ve mutlak anlamda güçlü olan Allah'ın intikamı, sizin bildiğiniz cinsten aşağılık, ahlâksızca, çirkin, câhilâne, hâince bir intikam değil, savunması yapılabilir cinsten bir intikam da değildir. Bütünüyle hakikat, hikmet ve izzet olan ve sonsuz bir kudretin ve irâdenin gereği bulunan ve hiçbir noktada cehâletle ilişkisi bulunmayan, çok hakîmâne bir intikamdır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Y. c. 2, s. 299-301)

Seyyid Kutub diyor ki: Hıristiyanların sapık düşüncelerine gelince, Kur'an onların bu inançlarından; "Allah, üç ilâhın üçüncüsüdür", "Allah Meryem oğlu Mesih'tir" sözlerinin yanında, Mesih'i ve annesi Meryem'i Allah'ın dışında iki ilâh olarak benimsediklerini, keşişleri ve râhiplerini de kendilerine Rab'ler olarak kabul ettiklerini haber vermektedir.
T.V. Arnold'un İslâm'a Çağrı adlı eserinde de bu düşüncelerin bir kısmına rastlanmaktadır: "Jüstinyen, İslâm'ın ortaya çıkışından yüz yıl önce Roma İmparatorluğu'nda halkın birliğini bir dereceye kadar sağlamayı başarmıştı. Fakat onun ölümünden sonra bu birlik hemen dağıldı. Bunun üzerine devletin başkenti ile diğer vilayetler arasında bir bağın kurulmasını sağlayacak ulusal ortak bir bilince şiddetle ihtiyaç duyuldu. Bu amaçla birtakım çalışmalar yapmasına rağmen Herakliyüs Şam'ı tekrar merkezî hükümete bağlamayı tam anlamıyla başaramadı. Birliği sağlamaya yönelik benimsenen tüm vasıtalar bölünmeleri yok edeceği yerde bu anlaşmazlıkları daha da arttırıyordu. Ortalıkta dinî duyguların dışında ulusçuluk bilincinin yerine geçebilecek başka bir şey de yoktu. Bu yüzden inancı; gönülleri huzura kavuşturacak, birbiriyle kıyasıya savaşan ve birbirine kin besleyen gruplar arasındaki düşmanlık ateşini söndürecek şekilde yorumlamaya yöneldi. Dine karşı çıkanlarla Ortodoks kilisenin arasını bulmaya ve daha sonra da onlarla merkezi hükümetin birliğini sağlamaya çalıştı.
Miladi 451 yılında Halkadonya'da (İznik) toplanan Konsül'de şu karar alınmıştı: "Mesih'in, birbirine karışmayan, değişmeyen, bölünmeyen ve ayrılmayan iki tabiata sahip olduğu kabul edilmelidir. Bu iki tabiatın birleşmesi nedeniyle onların ayrı ayrı olduğunu iddia etmek mümkün değildir. İşin doğrusu, her iki tabiat kendi özelliklerini muhâfaza ederek bir tek bedende birleşmiştir. İki parçanın tek bir cesette birleşmesi sonucunda Oğul Allah ve Ruh'ul Kuds meydana gelir." Yakubiler (Bunlar, Yakub el-Barazii'ye tâbi olanlardır ki hıristiyanlıkta tek Allah nazariyesini savunurlar -er-Râid, s. 1634-) bu toplantıda alınan kararları reddettiler. Onlar Mesih'te yalnız bir tabiatın varlığını kabul ediyorlar ve: "Mesih, tüm unsurları kendisinde toplamıştır; hem İlâhî hem de beşerî tüm niteliklere sahiptir. Fakat bu nitelikleri taşıyan madde ikilik kabul etmez, aksine unsurların toplandığı bir bütünlük arz eder" diyorlardı. Herakliyüs'ün Mesih'i "Üçten biri" olarak kabul ettiği mezhebi halka benimsetmeye çalıştığı bu dönemde, Ortodokslarla, özellikle Mısır, Şam ve Bizans İmparatorluğu sınırları dışında yaşayan Yakubiler arasında yaklaşık iki asır sürecek bir mücadele başladı. Jüstinyen'in benimsediği mezheb ise, bir yandan iki tabiatın varlığını kabul ederken diğer yandan da bu iki tabiatın Mesih'in bedeninde, tek bir varlığa dönüştüğünü ileri sürüyordu. Onlara göre Allah'ın oğlu olan Mesih ilâhî ve beşerî kuvvetleri kendinde toplamış bulunan tek bir varlıktı. Bu ise, beden halinde somutlaşan bu şahsın içinde tek bir irâde olduğu anlamına geliyordu. Fakat Herakliyüs de, barışın temellerini atmaya çalışan pek çok ıslahatçının âkıbetine uğramaktan kurtulamadı. Çünkü iki mezhep arasındaki mücadeleyi bir an olsun durduramadığı gibi, bu savaşı daha da şiddetlendirmiş ve bizzat kendisi de üçüncü bir taraf olup diğer iki grubun öfkesini üzerine çekmiş ve Allahsız olarak damgalanmıştı."
Aynı şekilde Hıristiyan bir araştırmacı olan Canon Taylor İslâm'ın ortaya çıktığı sırada doğu hristiyanlarının durumunu şöyle ifade ediyor: "O dönemde insanlar gerçekten müşrikti; Azizlerden, keşişlerden ve meleklerden bazılarına tapıyorlardı "(Hasan İbrahim ve iki arkadaşı tarafından yapılan tercüme sayfa 52-53). Müşriklerin inançlarındaki sapıklıklara gelince; Kur'an, onların cinlere, meleklere, güneşe, aya ve putlara taptıklarını bildiriyor. Onların inançlarında en hafif sapıklık olarak değerlendirilebilecek sözleri şöyledir: "Biz, putlara ancak bizleri Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz."
İşte birkaç örnekle değindiğimiz bu bozuk ve sapık düşüncelere İslâm şiddetle karşı çıkmış ve onların tutarsızlığını açık ve kesin bir biçimde ortaya koymuştur: "...O, kendinden başka bir ilâh bulunmayan, diri ve yarattıklarını gözetip yöneten Allah'tır." İşte bu, hem düşünce ve hem de inançta yol ayrımı olduğu gibi yaşam biçimi ve ahlâkta da yol ayrımıdır. Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan tek Allah'a inanan ve gerçek hayatın tek sahibi; Hayy olan, her varlığın, her canlının kendisiyle ayakta durup O'nunla varlığını sürdürdüğü Kayyum olan bir Allah bilincine eren bir insan düşünün. Bu varlığın bilincinde olan bir insanın yaşam biçimi ve hayat düzeni ile, tüm duygularını sözü edilen çarpık ve tutarsız düşüncelerle bulandırmış, vicdanında hayatına hükmeden ve onu yönlendiren ulûhiyet hakkında hiçbir his kalmamış bir insanın yaşam biçimi ve hayat tarzı temelde ayrı olması gerekmektedir.
Apaçık ve tertemiz Tevhid inancının yanında Allah'tan başkasına kulluğa yer yoktur. Ne hukuk ve düzende, ne eğitim ve ahlâkta, ne de ekonomik ve sosyal alanda Allah'tan başkasından yardım dilemeye ve O'na şirk koşmaya yer yoktur İslâm'da. Kısaca ne bu dünya için ne de ahiret hayatı için Allah'tan başkasından yardım dileme yoktur bu dinde. Gerçeğinden saptırılmış, doğru ve açık olmayan temeller üzerine kurulmuş bulunan düşüncelerde ise, ne hukuk ve düzende, ne eğitim ve ahlâkta ve ne de sosyal ve ekonomik alanda... Bunların tamamında... Ama tamamında ne bağlanılacak taraf ve ne de durulabilecek bir yerden söz edilebilir. Bu düzenlerde ne helâl ve haramın, ne de doğru ve yanlışın sınırı belirlenmiştir. Emirlerin kendisinden alındığı, yönelmenin kendisine doğru olduğu, itaat, kulluk ve teslimiyetin yalnız kendisine yapıldığı otorite açıklık kazanıp tek olarak kabul edildiğinde her şey netleşir ve âhenk kazanır. Bu nedenle bu yol ayrımında kesin bir tavırla karşılaşıyoruz: "O, kendinden başka bir ilâh bulunmayan, diri ve yarattıklarını gözetip yöneten Allah'tır."
Onun için bu yalnız bir inanç ilkesi değil, İslâmî hayatın yapısını ortaya koyan, Onu diğer yaşam biçimlerinden ayıran temel ilke olmuştur. İslâmî hayat, bütün ilke ve kurallarıyla İslâm düşüncesinin bu net ve kesin olan Tevhid inancından kaynaklanır. Tevhid, pratik hayata tesiri olmadığı sürece gönüldeki inanç olarak da gerçekleşemez. Allah'tan gelen hukuk düzeni ve Tevhid inancı hayatın her alanında kendini gösterdiği an, Tevhid, anlam kazanır. Allah'ın zatı ve sıfatlarında tek olduğu ilan edilip diğer hayat düzenleriyle bu dinin ayrılış noktaları açıklandıktan sonra, bütün insanlık tarihi boyunca beşerî hayatın düzenlenmesi için gönderilen peygamberlerin, kitapların ve dinlerin de bu tek kaynaktan geldiği açıklanıyor:
"...Sana daha önceki semavi kitapları onaylayan hakk içerikli kitabı indirdi. Daha önce de insanlara doğru yolu göstermek için Tevrat'ı ve İncil'i indirmişti. Doğru ile eğriyi birbirinden ayıran bu kitabı da aynı amaçla indirdi. Allah'ın âyetlerini inkâr edenleri ağır bir azap beklemektedir. Hiç kuşkusuz Allah üstün irâdeli ve intikam alıcıdır." Bu âyetin birinci bölümü, İslâm inancının temel ilkelerinden bir kısmını kapsaması yanında, Hz. Muhammed'in peygamberliğini ve O'nun Allah tarafından getirdiği gerçekleri reddeden ehl-i kitab ve diğer inkârcıların iddialarını da çürüten ifadeleri içeriyor.
Peygamberlere gönderilen kitapların tek bir kaynaktan gönderildiği bildirilen âyet-i kerimede şöyle deniliyor: "Daha önce de Mûsâ'ya Tevrat'ı, İsa'ya da İncil'i indiren kendisinden başka ilâh olmayan, hayatın ve kudretin yegâne kaynağı yüce Allah'tır sana bu Kur'an'ı indiren." O halde ulûhiyet ve ubûdiyeti birbiriyle karıştırma veya aynı bedende birleştirmeden söz edilemez. Ortada, kulları arasından seçtiği bazı kimselere kitap veren tek bir ilâh ve bir de o kitapları teslim alıp kabul eden Allah'ın kulları vardır. Sonuçta onlar Nebi de olsalar Resul de olsalar Allah'ın kullarıdırlar.
Âyet-i kerime, Allah katından indirilen kitaplarda yer alan dinin ve hakkın da aslında bir olduğunu açıklıyor. "Sana daha önceki semavi kitapları onaylayan hakk içerikli kitabı indirdi." Bu kitapların her biri aynı ortak amacı hedef almaktadır; "İnsanlara doğru yolu göstermek". Daha önce hıristiyan bir yazar olan S.W. Arnold'un "İslâm'a Çağrı" adlı kitabından yaptığımız alıntıda örneğini gördüğümüz gibi, bu kitap, aynen kendinden önce indirilen kitaplardaki Hakkı içeren ve insanların hevâ ve heveslerinin ürünü olan düşünce ekolleri ve siyasal akımların etkisiyle bu kitaplara karıştırılan saptırmaları ve şüpheleri gerçek olandan ayrıştıran "Furkan"dır.
Âyet-i kerimede kapalı bir üslûpla ehl-i kitabın yeni gelen peygamberi ve peygamberliği yalanlamasının tutarlı bir yanı olmadığı belirtilmekte. Zira bu yeni Risalet de kendisinden önceki Risâletlerin metoduna bağlı kalmakta; getirdiği kitap da daha önceki kitaplar gibi Hakk ile indirilmektedir. Bundan önceki kitaplar insanların arasından bir elçiye indiği gibi bu kitap da insanlardan bir elçiye indirilmiştir ve bu yeni Risâletin kitabı Allah'tan gelen kendisinden önceki kitapları doğrulamakta; diğer kitapların kanat gerdiği Hakkı bu kitap da koruma altına almaktadır. Üstelik bu yeni kitabı da kitap indirmede tek yetki sahibi olan Allah indirmiştir. İşte bu kitap, insanların inanç hakkındaki düşüncelerini, hayat düzenlerini, ahlâk, eğitim ve yasalarını belirleyen ve elçisine indirdiği kitap doğrultusunda temelden kurma hakkına sahip olan Allah tarafından indirilmiştir.
Ayetin ikinci bölümü ise, Allah'ın ayetlerini inkâr edenlere korkunç bir tehdit yöneltmekte, Allah'ın kudretini, üstünlüğünü, azap ve intikamının dehşetini onlara göstermektedir. Allah'ın ayetlerini kabul etmeyenler bu tek gerçek dini bütünüyle reddedenlerdir. Daha önce kendilerine indirilen Allah'ın kitabından sapmış olan ve bu hareketlerinin sonucu olarak, Hakk'ı batıldan apaçık bir şekilde ayıran, bu yeni kitabı da yalanlama yoluna sapan ehl-i kitab, burada küfürle nitelendirilmekte; Allah'ın dehşet verici azabı ve kaçıp kurtulmanın mümkün olmayacağı intikamıyla tehdit edilenlerin başında yer almaktadırlar. Bu azap ve intikam tehdidinin hemen ardından da kendisinden hiçbir şeyin gizli kalmadığı, hiçbir sırrın gizlenip kaçırılamadığı Allah'ın sınırsız bilgisi vurgulanmaktadır: "Hiç şüphesiz, ne yerde ve ne gökteki hiçbir şey Allah için gizli değildir." Burada, Allah'ın hiçbir şeyin kendisinden gizli kalmadığı sınırsız ilim sıfatıyla vasıflandırılması, sûrenin başında yer alan ulûhiyet ve otorite birliği kavramlarıyla uyum arz ettiği gibi bir önceki âyette dile getirilen korkunç tehditle de âhenk içindedir. "Ne yerde ne de gökte" tüm genişliğine ve sınırsızlığına rağmen hiçbir şey Allah'ın bilgisinden kurtulamayacaktır. Öyleyse niyetleri O'ndan gizli tutmak mümkün olmadığı gibi, tuzakları örtbas etmek de mümkün olmayacaktır. O'nun o şaşmaz cezasından, her şeyi en ince ve gizli yönlerine varıncaya kadar kuşatan engin bilgisinden kaçma imkânı yoktur.
Ne yerde, ne de gökte hiçbir şeyin kendisine gizli kalmadığı, her şeyin en ince ve gizli taraflarına varıncaya kadar bilinen kapsamlı bilginin ışığı altında insanların duygularına hassas ve engin bir şekilde temas edilmekte; gayb âleminin bilinmezliği ve ana rahminin karanlığında insanın hiçbir bilgisi, gücü, kavrayışı olmadığı mahiyeti bilinmeyen yaratılışa değinilmektedir: "Size döl yataklarında dilediği biçimi veren O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. O üstün iradeli ve hikmet sahibidir." Böyle "şekillendiriyor sizi". Allah insanı kendi mutlak iradesi ve isteğiyle beşerî vasıflar doğrultusunda şekillendiriyor, o dilediğini yapar; O'ndan başka ilâh yoktur; Aziz'dir; yaratma ve şekil vermede güç ve kudret sahibidir; Hakim'dir; yarattığı ve şekil verdiği mahlûkatının işlerini kendi hikmetiyle hiçbir yardımcı ve ortağa ihtiyaç duymaksızın idare edendir.
Bu noktaya temas edilmekle hıristiyanların, Hz. İsa'nın (selâm üzerine olsun), yaratılışı ve doğumu hakkında yaydıkları şüpheler aydınlanmaktadır. Buna göre; İsa'ya "dilediği" şekli veren Allah'tır. Yoksa Hıristiyanların ileri sürdüğü gibi İsa; Rabb, Allah, Oğul ya da beşerî ve ilahî nitelikleri aynı anda üzerinde toplayan üç varlıktan biri değildir. Aynı zamanda O, zihinlerin rahatça kavrayabildiği apaçık Tevhid düşüncesinin karşısına çıkan saptırılmış ve gizemli bir nitelik kazandırılmış düşüncelerin ileri sürdüğü gibi anlaşılması zor bir şahıs da değildir. (Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l Kur’an)

İncil ve Hıristiyanlıkla İlgili Bazı Kavramlar
Ahd-i Atik: Ahd sözleşme; Ahd-i Atîk, eski sözleşme demektir. Kitab-ı Mukaddes’in ilk bölümü olan, hem yahudilerce ve hem de hıristiyanlarca kutsal kabul edilen kitaplara bu ad verilir. Toplam 39 kitaptan meydana gelir. Üç bölümdür. Birinci bölüm, beş kitaptır. Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye adlı bu beş kitap Tevrat adını alır, Yahudilerin asıl kutsal kitabı olan bu bölüme Musa’nın beş kitabı da denir. İkinci bölüm, peygamberler adını taşır ve Hz. Musa’dan sonra gelen yahudi peygamberlerinin kitaplarını kapsar. Üçüncü bölüm, Ketubim adıyla anılır ve Dâvud’un mezmurları/şiirleri, Süleyman’ın meselleri/özdeyişleri, Eyyub’un öyküsü gibi metinlerden meydana gelmiştir.
Ahd-i Cedid: Hıristiyanların kutsal kitaplarına denilir. Yahudilerce sapıklık sayılan ve hıristiyanlarca benimsenen bu inanca göre yahudiler eski ahidle Tanrı’ya verdikleri sözü tutmamışlar ve vatanlarından sürülmekle cezalandırılmışlardır. Sonra Tanrı onlara acımış ve Ahd-i Cedîd’le yeni bir anlaşma önermiştir. Bu yeni sözleşmeye uyarlarsa arz-ı mev’ut (Filistin) onlara tekrar verilecektir. Yeni sözleşme anlamındaki Ahd-i Cedîd, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleriyle, Rasüllerin İşleri adlarını taşıyan ve değişik yerlere yazılan mektuplardan meydana gelmiştir. Toplam 27 kitaptır.
Apokryphos İnciller: Varlığı kabul edilen gizli ve kilise tarafından sahte kabul edilen İncillere apokrif İncil denilir. Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncillerinin dışındaki tüm İnciller apokrif sayılır. Hıristiyanlar, özellikle III. y.y.da gizli bazı İncillerin varlığına inanırlar. Meselâ, 1886 yılında eski bir Mısır mezarında bu gizli İncillerden biri sayılan Petrus İncili’nin bir parçası bulunmuştur. Apokrif İncil sayılan en önemli İncil Barnaba(s) İncilidir.
Ariusçuluk-Arianizm: Teslisi kabul etmeyip tevhide inanan eski hıristiyan gruplardan biri. Muvahhid papaz Arius’un izinden giden tevhide inanan hıristiyanlık. IV. Yüzyıl ve sonrası hıristiyanlığında büyük tartışmalara yol açan ve katolik kilisesince sapıklık sayılan İskenderiye’li papaz Arius’un, Hz. İsa’dan beri, papalığın ve sonraları devletin tüm baskılarına rağmen devam edegelen tevhidî çizgideki hıristiyanlık Ariusçuluk veya Arianizm diye isimlendirilir. Bu inanca göre, Hz. İsa, kesinlikle bir tanrı değil; peygamberdir. İzmit’li Eusebios da bu çizginin şiddetli savunucusudur.
Aslî günah: Pavlus tarafından hıristiyanlığa sokulmuş, insanın temiz fıtratını, Hz. Âdem’in Kur’an’da affedildiği belirtilen şahsî ve küçük hatasını tüm insanlara bulaştıran ve Hz. İsa’nın ülûhiyetine ve vaftiz törenine mesnet yapılan bâtıl anlayış. İlk günah da denilen aslî günah anlayışına göre, ilk günah, Hz. Âdem’in suçuyla başlamış ve bütün soyuna bulaşmıştır. Her doğan insan, babası Adem’in günahının mirasından dolayı günahkâr olarak doğar. Tanrı, kendi niteliğine sahip olan oğlu İsa’yı insanları bu suçtan, yani aslî günahtan kurtarmak için yeryüzüne göndermiştir. Kıyamet gününde de insanları diriltmek ve ilâhî bağışa kavuşturmak için yeryüzüne yeniden inecektir, ruh da bu yüzden ölümsüzdür. Yine insanın aslî günahından arınması için insanın kutsal kabul edilen suyla yıkanma zorunluğu vardır ki buna vaftiz denilir.
Aziz (sint, saint): Kutsallığına inanılan kişi, ermiş insan. Hıristiyanlık tarihinde azizlik kurumu çok büyük bir önem taşır. Aziz, önce halkın inancıyla azizleşir, sonra kilise tarafından resmen aziz olarak tanınır ve açıklanır. Hıristiyanlıkta otuz beş bin aziz bulunduğu tespit edilmiştir. Meşhur hıristiyan araştırmacılarından Camille Jullian şöyle der: “Ancak azizlerin mezarlarına sahip olduktan sonradır ki, hıristiyanlık halk yığınlarınca kabul edilmiş ve tutulan bir inanç haline gelmiştir.” Hatta ilk hıristiyanlar, Kelt kasabalarında kendi inançlarını yayabilmek için onların kutsal saydıkları mezarların üstüne birer haç dikip benimsemek zorunda kalmışlardır.
Barnaba: Asıl adı Yusuf olan Barnaba, Hz. İsa’nın havârilerinden/öğrencilerindendir. Bütün hayatını hıristiyanlığı yayma uğrunda geçirmiştir. Kilise tarafından apokrif/sahte sayılan İnciller içinde en önemli olanlardan biri Barnaba(s) İncilidir. Tarkçe’ye de çevrilen bu İncil, Hz. İsa’nın tanrılığını reddeder, çarmıha gerildiğini kabul etmez, Hz. İsa’nın bir peygamber olduğunu açıkça zikreder. Bu İncil’in teslisi reddedip ısrarla tevhidi vurgulaması, hıristiyanlarca yasak İncil sayılmasının temel sebebidir. Barnaba, Markos’un hocası, Pavlus’un önderi bir kişi olduğu halde, kilise, ona nisbet edilen İncil’i reddetmektedir.
Bible: (Baybıl okunur) Yunanca kitaplar anlamındaki biblia kelimesinden gelir. Tevrat, İnciller ve diğer kutsal kitaplardan meydana gelen Kitab-ı Mukaddese denilir. İncillerin hiçbir yerinde, İncil anlamında bu kelime kullanılmaz.
Cizvitlik: Tutucu ve sofu hıristiyan tarikatı. 16. y.y.da Fransa’da kurulmuştur. İsa derneği adıyla da anılır. Hz. İsa’nın saf düşüncesine dönüş anlayışı içinde yoksulluk, bekâret ve itaat ilkelerinden yola çıkmıştır. Özellikle dinden saptıklarını iddia ettikleriyle savaşları ve siyasal etkileriyle öne çıkar. Avrupanın hemen bütün soylularının, kralların ve prenslerin din ve törelerinin öğretmenleri cizvitlerdi. Cizvitler, aşırı disiplin ve bir üste körü körüne itaat ve bağlılıklarıyla meşhurdur. Fransa’da 1789’dan sonra yeniden ve gizlice örgütlenmeye çalışmışlardır. İtikat konusunda farklı bir teslis anlayışı savunurlar. Hıristiyanlığın çoğu mezheplerindeki teslis anlayışı; baba, oğul ve ruhu’l kudüsten meydana gelen üçlü tanrı anlayışıdır. Cizvit teslisinde ise; İsa, Meryem ve İsa’nın babası(!) Yusuf’tan oluşan üçlü tanrı inancı vardır.
Communion âyini: (Komünyo vermek-almak) Hz. İsa’nın eti ve kanı. Ekmek ve şarapla yapılan âyin. Ekmek ve şarap, hıristiyanlara göre Hz. İsa’nın etini ve kanını simgeler. Her katoliğin yedi yaşına kadar communio alması zorunludur. Uygulama olarak, yapılan bir âyinde ‘hestia’ adı verilen bir parça mayasız ekmek, kutsal kabul edilen şaraba batırılarak verilir; buna communio vermek; bu törene de communio âyini denilir. Komünyo alan, tanrının bağışını kazanmış sayılır. Hz. İsa, kendisinin öleceğini haber verdiğine inanılan, son akşam yemeğine, Latince akşam yemeği anlamına gelen ‘cena’ denilir. Gerçekte bu yemek, bir yahudi geleneğiydi ve her yıl Mısır’dan ayrıldıklarında yenen son yemeğin hâtırasını anmak için kutlanıyordu. Hz. İsa’nın da bu geleneğe uyarak, son gece, havârileriyle birlikte bu kutlama yemeğini yediğine ve bu yemekte, kendisinin öleceğini haber vererek ‘eukharistia’ adı verilen dinî âyin emrettiğine inanılır. İncillerdeki ifadeye göre, Hz. İsa, havârilerine dağıttığı ekmeğe, “bu benim vücudumdur” ve dağıttığı şaraba, “bu benim kanımdır” demiştir. Hıristiyanlar, her yıl, ‘kutsal perşembe’ adını verdikleri ‘cena’yı kutlarlar.
Ehl-i kitap: İslâm’a göre Kitap ehli, inandıkları peygamberlerin Allah’tan Kitap getirdiğini kabul edenler. Hıristiyan ve yahûdilerin ehl-i kitap(tan) olduklarında ihtilâf yoktur.
Ekanim-i selâse: Arapça olan bu deyim, üç uknum, üç esas anlamına gelir. Tanrıyı hem üç, hem bir sayan teslis anlayışı. Tahrif edilmiş Pavlus hıristiyanlığının temel ilkesi olan bu inanç, tanrı kavramını baba, oğul ve kutsal ruh olarak bir üçlükte teklik anlayışı olarak kabul ederler. Bu anlayışa Fransızca trinite, Arapça teslis adı verilir. Üçleme anlamına gelen bu deyim, hıristiyanlığın temel inancı olan baba, oğul ve ruhu’l kudüsten meydana gelir. Bu anlayışa göre, İslâm’a ve Hz. İsa’nın tebliğ ettiğine ve hatta bugünkü Kitab-ı Mukaddes’in nice ifadesine göre tek olan Allah’la birlikte, tahrif edilen hıristiyanlıkta kutsal ruh ve oğul diye anılan Hz. İsa’nın da tanrı olduğu ileri sürülür.
Emmanuel: Hıristiyanların kabullerine göre Hz. İsa’nın adlarından biri. Peygamber İşaya, Eski Ahid’de “Tanrı bizimledir” anlamına gelen bu kelimeyi, geleceğin Mesih’i için kullanmış. Matta İncilinde bunun İsa olduğu yazılıdır.
Engizisyon: Eskiden hıristiyan dünyasında farklı inanç taşıyanları cezalandırmak maksadıyla kurulan mahkeme. Ateşte yananın suçlu olduğu inancına dayanan yargılama tarzına engizisyon denilir. Ortaçağda din konusunda sapık kabul edilenlerin cezalandırılması amacı ve bahanesiyle, kurulu düzeni korumak için kurulan bu yargılama yöntemi, aklın kabul edemeyeceği inancın gereği olarak ortaya çıkmıştır. Bu inanca göre, suçsuz olan, ateşte yanmayacaktır. Bir sanığın suçlu olup olmadığını anlamak için böyle bir uygulama yöntemi kullanılmıştır. Özellikle İspanyol engizisyonunun gerçekleştirdiği bu akıl ve insanlık dışı yöntemler, 18. y.y.a kadar olanca vahşetiyle sürmüştür.
Evlilik: Romalıların Diana adını verdikleri Yunan tanrıçası Artemis, evlilik düşmanıydı. Peşinde gezdirdiği perilerden biri evlenecek olursa, yasalara karşı geldiğinden ötürü onu şiddetle cezalandırırdı. Katolik hıristiyanlarda görülen din adamlarının evlenmemeleri gerektiği inancı, Artemis tapımından kalma bir gelenek sayılmaktadır. Hıristiyan Alman düşünürü Schopenhauer, bir kadınla bir erkeğin birleşmesinin çok iğrenç bir şey olduğunu, İsa’nın böylesine iğrenç bir ilişkinin ürünü olmamak için babasız doğmuş bulunduğunu ileri sürer.
Haç: Hıristiyanların Hz. İsa’nın çarmıha gerilmiş halini temsil ettiğine inandıkları, birbirini dik olarak kesen iki doğrudan meydana gelen t harfi görünümündeki şekil; salîb ve istavroz da denilir. Haç, hıristiyanlığın simgesi kabul edilir. Haç çıkarmak: Elleriyle haç işareti yapmak, istavroz çıkarmak. Hıristiyanlıktan önce çoktanrıcı bazı dinlerde de mutluluk simgesi kabul edilen haç, hıristiyanlıkta ilkin din uğruna ölenlerin mezarlarına konulurdu. Daha sonra bütün hıristiyanların mezarlarına konulmaya başlandı. Boyunlarda kolye olarak da takılır. Duâ sırasında da belli yerlerde haç işareti yapılır: Sağ elin parmaklarıyla göğse haç biçimi çizilerek bir çeşit kutsama yapılır. El önce alna, sonra göğse, sonra sol omza ve en sonunda da sağ omza dokundurulur. Bu işaret, aynı zamanda baba-oğul-kutsal ruh teslisini/üçlemesini de simgeler. Yunan kilisesinde el önce sağ omza, sonra sol omza götürülür. Protestanlıktaysa haç çıkarılmaz. Ortodokslar her yıl 6 Ocak günü haçı suya atma töreni yaparlar. Bu tören, onlara göre İsa’nın Yahya peygamber tarafından Ürdün nehrindeki vaftizini simgeler. Bu dinî törende, üstünde İsa’nın resmi bulunan bir haç deniz, nehir, göl gibi herhangi bir suya atılır; hıristiyanlar suya atlayarak haçı bulup çıkarırlar. Haçı bulup çıkaran hıristiyan kutsanır.
Haramlar: Hıristiyanlıkta haram/yasak olan şeyler, Pavlus’un tenzilâtlarıyla 4 tanedir. Bunlar, putlara kurban edilen şeyler, boğulmuş hayvan, kan ve zinadan ibarettir. (Bkz. Rasüllerin İşleri, 15/28-29)
Havârî: Havâri kelimesi Kur’an’da geçer. İncillerde, bunun yerine daha çok şâkirt (öğrenci) kelimesi kullanılır. Havârî, yardımcı demektir. Arapçaya Habeşçeden geçmiş olup aslı “havâryâ”dır; “yardımcı” anlamına gelmektedir. Hz. İsa’nın tebliğ ettiği dine ve onun peygamberliğine iman eden, müslümanlardan olan (3/Âl-i İmrân, 52) ve Hz. İsa’nın tebliğ ettiği fikirleri yaymayı üstüne alan on iki kişiden her birine havâri denir. Âl-i İmrân sûresi, 52. âyetinde Hz. İsa’ya ve onun dinine yardımcı olmayı taahhüd edenlere bu adın verildiğini görmekteyiz. Hz. Muhammed (s.a.s.)’e ilk inanan insanlar olan “sahâbe”nin benzerleridir.
Havâriler, toplam 12 kişidirler. Bunlardan biri ihânet ederek kâfirlere Hz. İsa’yı ihbar etmiştir. İsimleri şunlardır: Simun (Petrus), Andreas, Yâkub (Zebedi’nin oğlu -büyük-), Yuhanna (Boanerces), Filipus, Bartolomaeus, Matta, Tomas, Yâkup (Alfeus’un oğlu -küçük-), Gayyur Simun, Yahuda (Taddeus), Yahuda İskaryot (Matta, 10/2-4). Bunlardan Petrus, havârilerin en büyükleri ve lideri, Yahuda İskaryot da Hz. İsa’ya ihanet eden ve onu ihbar edip yakalatmaya çalışan kişidir. Hıristiyan rivayetlerine göre otuz gümüş dinar karşılığında İsa’yı yakalattıran İskaryot, sonradan vicdan acısı çektiği ve kendisini astığı söylenir. İslâm âlimlerine göre, Hz. İsa’yı ihbar eden Yahuda, Hz. İsa görünümüne dönüşmüş ve Hz. İsa yerine o çarmıha gerilmiş, Hz. İsa da göğe yükseltilmiştir.
İncil(ler): Kur’ân-ı Kerim, Hz. İsa’ya vahyedilen İncil’den bahseder. Bu İncil, bir tek İncil’dir. Bugünkü İnciller de, Hz. İsa’ya vahyedilen/vaz’edilen İncil’den birçok yerde bahseder. Buna rağmen elde mevcut hiçbir İncil için, hıristiyanlar tarafından bile “bu İsa’nın İncilidir” denilemez ve ona atfedilmez; “Matta’ya Göre İncil, Markos’a göre İncil...” denilir. Kilise tarafından birbirinden hayli farklı ve birbiriyle nice çelişkileri olan dört farklı İncil yasal İncil sayılmıştır. Arapça “Enâcil-i erbaa” denen bu dört İncil, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleridir. Asıl yazıldıkları nüshaları elde bulunmayan bu dört İncil’in tümü, Hz. İsa’dan çok sonra yazılmıştır. En eski nüsha olarak yazıldıkları İbrânice ve Latinceden Yunancaya ve çok zaman sonraki tercümeleri vardır. Bu dört İncil, kendisi de o zamanlar hıristiyanlığı kabul etmemiş olan putperest imparator Konstantin tarafından 325 yılında topladığı İznik konsilinde yüzlerce İncil yazması arasından 2048 kişilik üyenin sadece 318’inin kararı ve imparatorun tercih ve yönlendirmesiyle seçilmiş, özellikle tevhid içerikli İnciller başta olmak üzere diğer tüm İnciller sahte kabul edilerek yakılmış ve yaktırılmıştır.
Katolik: Roma kilisesi, katolik mezhebinden olan hıristiyan demektir. Katoliklik, Roma kilisesine bağlı hıristiyan mezhebine denilir.
Keşiş: Dünyayla ilişkisini kesip manastırda yaşayan hıristiyan din adamı. Keşişler evlenmezler, dünyadan el etek çekip bir inziva hayatı sürdürdüklerinden ötürü münzevîdirler. İlk keşişler, Mısır’da azizliğe/ermişliğe ulaşmak için çöle çekilir, bir çeşit çileci hayatı sürerlerdi. Manastırlar, bu bireysel çile çekmeyi bir disipline sokmak amacıyla kurulmuştur. Hıristiyanlıkta çilecilik, Hz. Âdem’in suçundan ötürü soyaçekim yoluyla aşağılanmış insanın kendini cezalan-dırmasını dile getirir.
Kilise: Yunanca topluluk anlamına gelen ekklesia deyiminden türetilmiştir. Hıristiyan mâbedi/ibâdethanesine, hıristiyanların ibâdet ettiği binaya kilise denilir. Ayrıca, hıristiyan mezhebi için kullanılır: Katolik kilisesi, ortodoks kilisesi şeklinde. Kilise, ilkin hıristiyan toplulukları anlamında kullanılmıştı. İlk hıristiyanların bugünkü anlamda kilise binaları yoktu. İlk dönem hıristiyanlığında kilise yapısı olmadığı gibi, din adamları statüsü ve ruhban sınıfı da yoktu. İkinci y.y. dan sonra kiliseler görülmeye başlamıştır. İlk kiliselerin din adamları, kilisenin bakımı ve temizliğiyle görevli kilise hizmetçileriydi. Sonradan büyük statü kazanan din adamlarına, piskopos denilmeye başlandı ve bunlar kilisenin başına geçtiler. Birçok kilisenin piskoposları birleşince evrensel kilise kurulmuş oldu ve bunun başına geçen piskopos papa adını aldı. Katolik kavramı da evrensel kilise anlamındadır.
Kitab-ı Mukaddes: Ahd-i Atîk ve Ahd-i Cedîd’den meydana gelen kitapların bütününe denir. Kitab-ı Mukaddes, tahrif edilmiş şekilleriyle Tevrat, Zebur ve İnciller yanında, bazı peygamberlere atfedilen kitaplar, Pavlus’un 15 ayrı mektup ve kitabından oluşmuş kitaplar kolleksiyonudur.
Konsil: Hıristiyan ruhanîler ve râhipler meclisi. Özellikle katolik kilisesi dogmaları ve kilise disiplinini düzenleyen kurallar 2. y.y. dan itibaren toplanmaya başlanan bu konsillerce tespit edilmiştir. 1869 yılına kadar değişik aralıklarla toplanan konsillerin sayısı yirmidir. Hıristiyanların temel inançları bu konsillerde kararlaştırılmıştır. 325 yılında toplanan İznik konsili, Pavlus’un görüşünün temeli olan İsa’nın tanrılığını kabul etti. Bu görüşe muhâlif olan İncilleri ve başka kitapları nerede olursa olsun toplatıp yakmayı kararlaştırdı. Bu kararın alınmasında henüz hıristiyanlığı kabul etmemiş olan putperest kral Konstantin’in büyük etkisi oldu; bu kararla hıristiyanlığı putperestliğe yaklaştırmış oldu. Yine, bu konsilde alınan kararların aksini savunanları konsil, lânetlemekte ve aforoz etmektedir. 2048 Din adamının katıldığı bu konsilde bu kararı alan din adamlarının sayısı sadece 318 idi. 1720 farklı görüşün iddiaları geçersiz kabul edildi. Daha sonra İnciller de konsil tarafından değerlendirildi; Önemli bir kısmı teslisi değil de tevhidi savunan yüzlerce İncil’in içinden 4 İncil (Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri) resmen kabul edilen İnciller oldu. Bunun dışındaki kitaplar için, nerede olursa olsun toplattırılıp yatırıldı.
Kutsal Perşembe: Hıristiyanlar, 13 nisan Perşembe gününü kutsal Perşembe olarak nitelerler. Çünkü Hz. İsa, son akşam yemeğini o gün yemiştir. Ayrıca, her yıl nisan ayının 14. günü akşamı toplanıp topluca yemek yemek, eski bir İbrânî geleneğidir.
Kutsal kabir: Kudüs’te bulunan Hz. İsa’ya ait olduğuna inanılan mezar. Hıristiyanlarca, Yusuf tarafından gömülen ve sonradan ermiş Helena tarafından bulunan bu mezar kutsaldır. Kur’an’a göre, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmediği ve öldürülmediği (4/Nisâ, 157) için bu mezar kesinlikle Hz. İsa’ya ait olamaz.
Kutsal Cumartesi: Katolik hıristiyanlar, paskalya arefesinde kutsal haftanın son günü olan Cumartesiyi kutsal Cumartesi sayarlar.
Luka: Hıristiyanlarca kabul edilen 4 İncil’den biri ve bu İncil’i yazan kişi. Hıristiyan kaynaklarına göre de havâri olmayan Luka’nın asıl mesleği hekimlikti. Yunan asıllı veya Pavlus’a yardımcı olan yahudi asıllı Antakya’lı bir doktor olduğu rivâyetleri vardır. Aynı zamanda Yeni Ahid’deki kitaplardan biri olan Rasüllerin İşleri kitabının yazarı olarak da bilinmektedir. Luka İncili’nin aslı, büyük bir ihtimalle İbrânice veya bazılarına göre Latincedir. Eldeki en eski nüsha ise Yunanca tercümesidir. Bazı hıristiyanlar aslının da Yunanca yazıldığını söylemektedir. Luka’nın bu İncili Yunanlılar için yazdığı anlaşılmaktadır. Luka İncilinde tarih yanlışlıkları ve maddî hatalar oldukça fazladır.
Markos: Yasal dört İncil’den biri ve bu İncil’in yazarı. Hıristiyan kaynaklarına göre de Markos havâri değildir. Yeni Ahid’de ikinci sırada yer alan bu İncil’in yazarının asıl adı Yuhanna’dır; Markos onun lakabıdır.
Matta: Yasal dört İncil’den biri ve bu İncil’in yazarı. Hıristiyan kaynaklara göre Filistin’li bir yahudi ailenin oğlu olan Matta’nın ikinci adı Levi’dir. Kendisi gümrük memuru olarak görev yaparken Hz. İsa ile tanışarak ona tâbi olmuştur. Yani hıristiyan kaynaklarına göre Havâri sayılır. Fakat bazı araştırmacılar, halen elde mevcut olan Matta İncilinin yazarının Havâri Matta olmadığını, bu İncili aslında ismi meçhul Filistinli bir yahudinin yazdığını ileri sürmekte ve deliller ileri sürmektedirler. Gerçekten bu İncil, yahudi hukukuna çok saygılıdır. Ayrıca, bu İncilin yazarı, İncilini yazarken Havâri olmayan Markos’tan geniş çapta istifade etmiştir. Havâri birinin havâri olmayandan büyük çapta istifade etmesi pek gerçekçi değildir. Matta İncili’nin İbrânice asıl nüshası ortadan kaybolmuş, elde en eski nüsha olarak Yunanca tercümesi vardır, ancak bunu kimin tercüme ettiği belli değildir. Bu tercümenin doğruluğunu anlayabilmek için asıl nüsha ile karşılaştırılması gerekir ama ne ortada asıl nüsha vardır, ne de tercümeyi yapanın ismi.
Mesih: Üzerine kutsal sayılan yağ sürülmüş demek olan Mesih, Hz. İsa’nın lakabıdır. Kur’ân-ı Kerim’de Hz. İsa için, onun ismi yerine de kullanılmıştır.
Misyoner: Misyon, bir şahıs veya heyete verilen özel görev demektir. Misyoner: Kendini bir fikrin yayılmasına adayan kimse demektir. Misyoner kelimesi daha çok hıristiyanlar için, hıristiyanlığı yaymayı görev edinmiş kimse demektir. Misyonerlik, hıristiyanlığı yayma yönündeki sistemli bir faaliyet ve teşkilattır. Misyonerlerin yaptığı işe de misyonerlik denilir.
Nasârâ: Nasrânî kelimesinin çoğuludur. Nasrânî, hıristiyan; nasârâ da, hıristiyanlar demektir. Hıristiyanlık için de “nasrâniyye” kelimesi kullanılır.
Nasrânî: Nasrâni ve Nasârâ kelimesinin anlamı ve hıristiyanlar için kullanılması konusunda iki değerlendirme yapılır: 1- Kelime, Nâsıra veya Nasran adlı köyden olanlar anlamındadır ki, Hz. İsa ve havârileri bu köye nispet edilirler. 2- Yardım ve destek anlamındaki nusret veya nasr kökünden yardım edenler, yardımcılar anlamındaki ensâr kelimesine nispet edilmiştir. Âl-i İmrân sûresi 52. âyetinde Hz. İsa’nın yardım talebine havârilerin olumlu cevap vermeleri sebebiyle havâriler için ensâr kelimesi kullanılır. Bu deyimden yola çıkılarak havârilere ve tüm hıristiyanlara “yardım edenler” anlamında nasârâ denmiştir.
Noel, Noel Baba: Noel, hıristiyanların Hz. İsa’nın doğduğu geceyi kutlamak için yaptıkları bayramdır. Noel ağacı: Hıristiyanların noel için kesip süsledikleri çam. Noel Baba: Hıristiyanların noel gecesi hediye getirdiğine inandıkları, inanmasalar da çocuklarını kandırdıkları mitolojik ve hayâlî kişidir. Hıristiyanlarca Hz. İsa’nın, Aralık ayının 25’inde doğduğu kabul edilir ve her yıl bu günde noel kutlanır. Eskiden Ocak ayının 6. günü kutlanırdı. Hz. İsa’nın hangi yıl doğduğu da hayli tartışmalıdır. Örneğin, Matta İncili’ne göre, bugün İsa’nın doğum yılı olarak kabul edilen yıldan, yani milattan en az dört yıl önce, Luka İncili’ne göre, milat diye kabul edilen yıldan 6 yıl sonra doğmuştur.
Ermeni mitolojisinde yeni yıl tanrısının adı Amanor’dur. Paganlık/putperestlik zamanlarında avlanan hayvanlar, Amanor’un onuruna çam ağaçlarına asılırdı. Noel günü çam ağacına çeşitli şeyler asılarak yapılan tören, hıristiyanlığa bu pagan geleneğinden geçmiştir. Ayrıca, ağaçlara tapmanın yaygın olduğu bölgelerde çam ağacına da tapılmıştır. Antik çağın ünlü Yunan ve Roma mitolojileri, ağaç tanrılarla doludur. Ağaçlar, Yunanlılarla Romalılarda tanrıların barınakları sayılıyor ve ağaçların bir ruhu olduğuna inanılıyordu.
Ortodoks: Hıristiyanlığın üç büyük mezhebinden biri. Öteki iki mezhep katoliklik ve protestanlıktır. 1054 yılında Roma’dan ayrılan ve onu tanımayan Bizans’la ona bağlı olan doğu kiliseleri ortodoksturlar. Bu anlayış, 9. y.y. dan sonra Slavlar arasında yayılmıştır. Ruslar, Bulgarlar, Sırplar bu mezheptendirler. Ortodoksluk inancına göre yeryüzünde bulunan her kilise bağımsızdır. Ortodoks baş patriği sadece bu bağımsız kiliseler birliğinin başkanıdır. Bu mezhebin kuramsal inançlarının başında baba’nın yaratılmadığı, oğul’un yaratıldığı ve baba-oğul-ruhu’l-kudüs üçlemesindeki öz birliği gelir. İsa’nın ilâhî/tanrısal ve insanî nitelikleri birbirinden ayrılamaz. Ruhu’l Kudüs’ün, sadece Babadan doğduğuna inanan Katoliklerin tersine; hem baba ve hem oğuldan doğduğunu kabul eden mezheptir. Kiliselere ikonalar, yani kutsal resim ve heykeller konulmasını savunurlar ve kiliselerini bunlarla doldururlar.
Papa: Katolik kilisesinin en büyük ruhanî reisi, Roma piskoposu. Papalık: Papa yönetimi, papanın başında bulunduğu devlet, İtalya topraklarında bulunmasına rağmen, ayrı devlet kabul edilen dünyanın en küçük devleti Vatikan, papa tarafından yönetilen teokratik bir papalıktır.
Papaz: Hıristiyan ruhanî reisi, din adamı, râhip, keşiş.
Paskalya: Hıristiyanların Hz. İsa’nın dirildiğine inandıkları gün yaptıkları bayram. Her yıl Mart ayının 14. gününü izleyen Pazar günü, hıristiyanlara göre Hz. İsa’nın dirildiği gündür. Bugün, İsa’nın yeniden yaşama geçtiğine inanılır ve büyük bayram yapılır. İlkbahara doğru kutlanan bu bayram, her yıl sonbaharda ölüp ilkbaharda dirilen Sümerlerin Temmuz, Eski Anadolunun Attis ve Agdistis, Yunanlıların Adonis inançlarından gelmedir. Bu bayram da hıristiyanlığın putperestlere verdiği tâvizlerden biridir. Yahûdi geleneğiyle de irtibat kurulabilir. Şöyle ki, Yahûdiler de her yıl, aynı adla, dinsel gök ayının –ki bu, dinî takvimlerinin birinci ayıdır- 14. gününde Mısır’dan çıkışlarını kutlamak için bayram yaparlar. Hıristiyanlar, paskalyayı baş bayram saymışlar ve bir çeşit bayramlar takviminin temeli olarak tespit etmişlerdir. Katolik takviminde bayram günleri her yıl aynı güne düşmediğinden bütün katolik bayramları paskalyaya göre hesaplanır. Paskalya çöreği: Paskalya günü yapılan bir cins tatlı çörek. Paskalya yumurtası: Paskalya günü hıristiyanların kırmızıya boyadıkları haşlanmış yumurta.
Patrik: Ortodoks kiliselerinin başkanlarına patrik denir. Bazı doğu kiliselerinde ve ortodokslarda en büyük ruhanî reis demektir. Patriğin kaldığı yere, makamına patrikhane denir.
Pavlus (Paulus, Paul, Saint Paul -Sen Pol-): Milâdî 5-67 yıllarında yaşayan yahudi asıllı, hıristiyanlığı aslî ve tehvid çizgisinden çıkarıp, teslis gibi temel dogmaları oluşturmuş, kiliseler kurmuş ve hıristiyanlığı teşkilâtlandırmış kişidir. Bugünkü muharref hıristiyanlık onun ürünüdür. Pavlus, Hz. Musa’nın yasa ve yasaklarını yürürlükten kaldırmış ve yeni bir anlayış geliştirmiştir. Mektupları, Kitab-ı Mukaddes’ten sayılmış, İnciller seviyesinde görülmüştür. Tevhid yerine teslisi, Hz. İsa’nın peygamber değil; tanrının oğlu ve tanrı olduğunu hıristiyanlara kabul ettirmiştir. İlk günah, aslî günah anlayışını da o icat etmiştir. Buna göre, ilk günah, Hz. Âdem’in suçuyla başlamış ve bütün soyuna bulaşmıştır. Her doğan insan, babası Adem’in günahının mirasından dolayı günahkâr olarak doğar. Tanrı, kendi niteliğine sahip olan oğlu İsa’yı insanları bu suçtan, yani aslî günahtan kurtarmak için yeryüzüne göndermiştir. Kıyamet gününde de insanları diriltmek ve ilâhî bağışa kavuşturmak için yeryüzüne yeniden inecektir, ruh da bu yüzden ölümsüzdür. Bu Pavlos dogmalarının hiçbiri yahudilikte de, Hz. Musa şeriatında da yoktur (Tabii ki, Hz. İsa’nın tebliğ ettiği dinde de bulunmamaktadır). Bu açıdan, Pavlus’un öğretileri, hıristiyan dogmalarıyla birlikte yahudi şeriatının da yürürlükte bulunduğunu savunan Petrusculuk’a karşı, yepyeni bir hıristiyanlık anlayışıdır. Bugünkü hıristiyanlık, hemen tümüyle Pavlus’un temel itikad ve hükümlerini belirlediği, Pavlus’un merkezde olduğu bir dindir.
Paulcanien’ler: Paul de Samosate taraftarları, şimdi bağlıları kalmayan muvahhid hıristiyan gruplarından biri.
Petrus: Hz. İsa’nın baş havârisidir. Matta İncilinde yazıldığına göre Hz. İsa, ona, Petrus’ un kelime anlamı olan ‘taş’ anlamında: “Sen Petrus’sun, ben kilisemi senin üstüne kuracağım” (Matta, 16/18) demiştir. Bununla beraber Hz. İsa’nın tutuklanması sırasında peygamberini terkettiği ve onu inkâr ettiği de bilinir. Ne var ki daha sonra hıristiyanlığı yaymaya çalışmış, dine ilk katılan çoktanrıcılar onun tarafından vaftiz edilmiştir. Pavlus’la karşılaşmış ve onunla anlaşamamıştır. Bu anlaşmazlık, Pavlus’un Galatyalılara Mektubunda açıklanır.
Piskopos: Yunanca bir kelime olup, kelime anlamı gözeten demektir. Başpapaz, bir piskoposluk bölgesinde başpiskopostan sonra gelen papaz, metropolit anlamında kullanılır. Dinsel bir bölge olan piskoposluğu yöneten en üst rütbedeki papaza piskopos denir. Katolik kilisesinin başkanı olan papa, bir piskoposlar piskoposudur.
Protestanlık: Katoliklikten ayrılma reformcu hıristiyan mezheplerine verilen ad. Protestan: Reformist hıristiyan mezhebinden olan, reform taraftarı. 16. y.y. da Roma kilisesini protesto eden Alman papaz Martin Luther’in reformuyla oluşan bir mezheptir. Protestan kiliseleri bağımsız ve ulusaldır; katolik kiliseleri gibi bir papa otoritesine bağlı ve uluslararası nitelikli değildir. Protestanlara göre ilâhî bağış karşılıksızdır ve o yüzden günah çıkarmak mecburi değildir. En üst hakem ve yetkili olarak Kitab-ı Mukaddes kabul edilmeli ve bir hıristiyan, sorularının karşılığını papadan değil; ondan öğrenmelidir. Papazlar evlenebilirler. Cehennem diye bir yer yoktur; sadece Tanrı’nın bağışını elde eden hıristiyanlar için ölüm ötesinde mutlu bir hayat vardır. Bununla birlikte çeşitli protestan kiliseleri arasında görüş ayrılıkları da hayli fazladır. Almanya ve İskandinav ülkelerinde Luther’ci, Fransa ve İsviçre’de Calvin’ci, İngiltere’de Anglikan, İskoçya’da Presbiteryen kiliseler protestandır.
Râhip: Hıristiyan din adamı. Kadın din adamlarına da râhibe denir. Papaz deyimiyle eş anlamda kullanılan bu deyim, genel olarak İslâm dışındaki diğer din adamları için de kullanılmıştır. Ama daha çok manastırda oturan hıristiyan din adamlarına râhip, oralarda yaşayan keşiş kadınlara da râhibe denilir.
Ruhbanlık: Râhiplik, papazlık, keşişlik. Râhiplerin hayat tarzı, manastır yaşayışı. Ruhbanlıkla ilgili Kur’an’da şöyle buyrulur: “Sonra bunların izinden ardarda peygamberlerimizi gönderdik Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik, ona İncil’i verdik ve ona uyanların yüreklerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu Biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızâsını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.” (57/Hadîd, 27) Ruhbanlık, hıristiyanların ihdas ettiği bir yaşayış ve anlayış tarzıdır. Rivâyetlere göre Hz. İsa’dan sonra muvahhid hıristiyanlar, yani mü’minler inkârcı zorbalarca yok edilmeye çalışılmış, girişilen üç savaşta mü’minler ağır kayıplar vermişler, sağ kalan iman ehli, kendilerinin de ölümü halinde dine dâvet edecek kimsenin kalmayacağı gerekçesiyle savaş yapmama kararı almış, sadece ibadetle meşgul olmaya başlamışlar. İşte bu suretle fitneden kaçarak, dinlerinde ihlâs ve samimiyet gösteren bu insanlar dünyanın bütün zevklerinden, fazla yiyip içmekten ve evlenmekten vazgeçmişler, dağlar, mağaralar, oyuklar ve hücrelerde ibadetle meşgul olmuşlardır. Ama birçoğu bu râhib hayatına riayet etmeyerek, Hz. İsa’nın tevhid dinini bırakıp teslis akidesini ortaya attılar veya hükümdarlarının dinine girdiler. Hz. İsa’nın tevhid yolundan ayrılan bu hıristiyanlar, Hz. Muhammed (s.a.s.)’i de kabul etmediler sapıklıklarına devam ettiler.
Rûhu’l-Kudüs: Hz. İsa’ya üflenen ilâhî ruh. Hıristiyanların inancına göre ruhu’l kudüs (kutsal ruh) insan yüzlü bir devdir, bütün nesnelerin başlangıcından beri sular üstünde kımıldayan, tûfandan sonra toprağı kurutan odur. Baba-oğul-rûhu’lkudüs, İsa’nın vücudunda toplanmış üç ilâhî kişidir. Tümü ilksiz ve sonsuzdur ve birbirlerine üstünlükleri yoktur. Bu, onların iddiasına göre tevhidde teslis, ya da teslisde tevhiddir (üçlükte teklik veya teklikte üçlük).
Sinoptik İnciller: Matta, Markos ve Luka İncilleri, birbirlerine çok benzediğinden ve aynı terimlerle yazıldıklarından sinoptikler denilir. Yuhanna İncili ise, hem konuları ve hem üslûbu/anlatım biçimi yönüyle diğerlerinden ayrılır. Örneğin, sinoptik İncillerde Hz. İsa’nın, dini bir yıl süreyle tebliğ ettiği anlatılırken; Yuhanna İncilinde bu süre üç yıldır. İlk üç İncilde gösterilen dâvet ve tebliğ yerleri ile Yuhanna’da gösterilen yerler de birbirinden çok farklıdır. Bununla beraber sinoptik İncillerin arasında da çok önemli oranda ve büyük sayıda farklılıklar ve çelişkiler vardır.
Tahrif: Tahrif, aslında bir kelimedeki harflerin yerini değiştirerek manayı bozma demektir. Terim olarak kullanılışı ise, bir metni, ilâve ve çıkarmalarla farklı manaya gelecek şekle sokma demektir. Kutsal kitabı olduğu gibi, dini bozmaya ve değiştirmeye de tahrif denilir.
Tecessüd: Arapça bir kelimedir. Vücutlanma, bedene girme, insan vücuduna dönüşme demektir. Hıristiyanlığa göre Tanrı, insanın aslî günahını bağışlamak için İsa’da tecessüd ederek insan şeklinde dünyaya gelmiştir.
Tekfir (Keffâret, Fidye –Redemption): Hıristiyanlığın esaslarından biri de, Tanrı’nın bütün insanların günahlarına keffâret olmak üzere, onların affı için insan şekline girip yaşadıktan sonra ıstırap çekerek ölmesi, yani tekfir/keffâret, fidye inancıdır. Bu inancın, üç temel uzantısı vardır: Hz. İsa’nın tanrılığı, bütün insanlığın günahkâr olduğu ve insanlığın affı için fidye (kurban) anlayışı.
Teslis: Arapça üç demek olan selâse kelimesinden türetilmiştir. Üçleme, üçe çıkarma demektir. Hıristiyanlıkta Tanrı’nın üç unsurun birleşimi olduğuna inanma haline denir. Üç tanrılık gücün tek tanrıda birleşmesi demek olan teslis, baba (tanrı) – oğlu (İsa) – rûhu’l kudüs’ü hıristiyanlar, tanrının üç ayrı görünümü sayarlar ve üçlükte tekliğe inanırlar; yani Tanrı hem tektir, hem de üç. Bu yüzden hıristiyanlara ehl-i teslis de denir. Kur’ân-ı Kerim, teslisin açık bir küfür olduğunu ve teslisi kabul edenlerin kâfir olduğunu (5/Mâide, 73) vurgulayarak, bundan vazgeçilip Allah’a yalan uydurulmamasını ve Hz. İsa’ya iftira atılmamasını (4/Nisâ, 171-172) emreder.
Uknum-akanim: Uknum, Arapça unsur, esas, temel demektir. Akanim de onun çoğuludur. Akanim-i selâse: üç uknum, yani teslisin üç temel unsuru demektir ki, bunlar baba-oğul-ruhu’l kudüstür.
Vaftiz: Yunancadan geçmiştir. Hıristiyanların küçük çocuklara ve dinlerine girenlere uyguladıkları suya sokma veya su serpme töreni demektir. Hıristiyanlara göre, doğuştan, babası Âdem’in suçuna ortak olarak dünyaya gelen insan, ancak kutsal kabul edilen kilisedeki su ile yıkanarak günahlarından arınabilir. Yoksa hıristiyan kabul edilemeyeceği gibi, günahlarından da arınmamış olur ve cehennemi hak eder.
Yahuda: Hz. İsa’yı yakalatan havâri. İsa’nın on iki havârisinden biridir. İskaryot da denilir. Otuz gümüş dinar karşılığında İsa’yı ihbar ederek yakalattırmıştır. Sonradan vicdan azabı çektiği ve kendini astığı da rivâyet edilir.
Yahova: Kitab-ı Mukaddes’in ilk bölümü olan Ahd-i Atik’de Tanrı için kullanılan bir lafızdır. Yahudilerin kendi Tanrılarına verdikleri addır. Yehova veya Yahve biçiminde de yazılıp söylenir. Elohim lafzı da yine benzer şekilde kullanılır. Yalnız Yahova, yahudi ırkının özel tanrısı olup, başkalarının tanrısı değildir.
Yahova şâhitleri: Yahova/Yahve (Tanrı)’nın şâhitleri anlamında olan bu tâbir, hıristiyanlığı kendilerine göre yorumlayan, merkezî, otoriter bir teşkilâta bağlı misyoner grubunun kendilerine verdikleri addır. Yahova şâhitleri, yılbaşında Noel Baba adına yapılan âdetleri kabul etmezler. Yeryüzünü ebedî kabul ederler ve bu anlamda bir kıyamete de inanmazlar. Gayelerini dünya üzerinde gerçekleştirmek dâvâsıyla çok çeşitli dernekler, örgütler kurmuşlar, bu maksatla dergiler, kitaplar, broşürler yayımlamışlar, her çeşit araç ve propaganda yoluyla evden eve dolaşarak faâliyetlerini sürdürmüşlerdir ve hâlâ da bu çalışmalarına devam etmektedirler. Her ülkede, askerliğe karşı çıkarlar. Savaşlara, kan vermeye ve kan nakline karşıdırlar, barışçı ve iyiliksever portre çizmeye çalışırlar.
Yuhanna: Yeni Ahidi oluşturan dört İncil’den biri ve bu İncil’in yazarının adıdır. Mesleği balıkçılık olan Yuhanna, havârilerden biridir. Ancak, bazı hıristiyan araştırıcılar, İncil yazarı Yuhanna’nın, havâri Yuhanna’dan farklı kişi olduğunu, eldeki Yuhanna İncilindeki ifadelerden delillendirerek belirtirler. Gerçekten Yuhanna İncili, Yunan felsefesini çok iyi bilen biri tarafından yazılmış olmalıdır. Yuhanna İncili, diğer üç İncilden çok farklı kaleme alınmıştır. Diğer üç İncile, ortak konuları ve benzer üslûpları sebebi ile sinoptik İnciller denilir. Esas gayesi bakımından da diğer İncillerden hayli farklı olan Yuhanna İncili’nin asıl amacı teolojiktir. Onda Hz. İsa, Nâsıralı bir peygamber olarak karşımıza çıkmaz; insan şekline girmiş bir ilâh olarak takdim edilir.
Yusuf: Hıristiyanlara göre, Hz. Meryem’in nişanlısı ve bazı mezheplere göre kocasıdır. İsa’nın babası sayılır ve Kitab-ı Mukaddeslerin soy kütüğüne göre, isa’nın atalarından biri ve ilkidir. Hem “Bâkire Meryem” anlayışı, hem de Meryem’in nişanlısı, hatta kocası ve Hz. İsa’ nın babası kabul edilmesi, tüm hıristiyanlar için olduğu gibi, elimizdeki İncillerin de büyük çelişkilerinden biridir. Hıristiyanlara göre ilk aziz (ermiş, evliya) sayılır. Peygamber Dâvud’un soyundan olduğuna inanılır. Marangoz olduğundan ötürü marangozların, dülgerlerin duayeni/piri ve koruyucusu kabul edilir.

12 Mayıs 2011 Perşembe

TEVRAT'TAN ESKİ AHİT'TEN İŞARETLER



Kendilerine kitap verdiklerimiz, O'nu, çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen içlerinden bir bölümü bilmelerine rağmen gerçeği gizlerler.
2 Bakara Suresi 146
Kitabımızın bu bölümünde   Eski Ahit'te muhtemelen Peygamberimiz'in çıktığı bölgeye ve getirdiği mesaja işaret ettiği kanaatinde olduğumuz bölümleri inceleyeceğiz. Eski Ahit, Hz. Musa ve Harun'a verilen Tevrat'la beraber, Hz. Davud'a verilen Zebur'u ve diğer bazı Peygamberlere verilen sayfaları da içermektedir.
Kitabımızın en uzun kısmını doğa bilimleri (fizik, kimya, jeoloji, biyoloji gibi) ile ilgili Kuran mucizelerinin oluşturduğunu biliyorsunuz. Bu mucizelerin ardından dört bölümde incelediğimiz felsefi konuların ayrı bir kategori, arkeolojik araştırmalara dayanan sonraki dört bölümün ise apayrı bir kategori olduğunu belirttik. Aynı şekilde kitabımızın Eski Ahit'ten işaretleri içeren bu bölümü ve bundan sonraki İncil'den işaretleri içeren bölümü ise değişik bir kategori olarak düşünülebilir. Bir kategoride deneye, gözleme dayanan doğa bilimlerinin açıklamaları, bir kategoride akılcı spekülasyonlar, bir kategoride incelenmesi kılı kırk yarmayı gerektiren kısıtlı tarihsel veriler, bu iki bölümde ise dikkatlice değerlendirilmesi gereken Tevrat ve İncil'in işaretleri söz konusudur. Kuran, Yahudilerin, kelimelerin yerlerini ve anlamlarını saptırmak suretiyle dinlerinde tahrifat yaptığını söylemektedir. Bu yüzden Peygamberimizle ilgili işaretler, Yahudiler tarafından başka anlamlara çekilmek ve değiştirmek istenmiştir. Kelimelerin anlamını çarpıtarak var olan anlamı bozan ehli kitap; böylece Peygamberimize, dinimize işaret eden izahların anlaşılmasını zorlaştırmışlardır. Konuya işaret eden Kuran ayetleri şöyledir:
Yahudilerin bir kısmı kelimeleri yerlerinden kaydırırlar ve dillerini eğip, bükerek...
4 Nisa Suresi 46
Onlar yerlerine konulmuş kelimeleri saptırırlar ve "Size bu verilirse alın, verilmezse sakının" diyorlar...
5 Maide Suresi 41
Dinimizi inkâr etmeye çalışan Yahudi din adamlarının, Eski Ahit'te dinimizle ilgili var olan işaretleri yanlış anlamlandırmaya çalışmaları, Peygamberimiz'in döneminden beri süregelen bir olgudur. Bu bölümün başında alıntıladığımız ayette kitap verilenlerin (Yahudi ve Hıristiyanların) bir kısmının, Peygamberimiz'in Peygamberliğini anlamalarına rağmen gerçeği gizledikleri söylenmektedir. Yine Kuran'da, Tevrat ve İncil'in Peygamberimize işaret ettiği söylenmektedir. Bize düşen Tevrat'ı ve İncil'i incelememiz sonucunda var olan işaretleri bulmaya çalışmaktır. Bu iki bölümde Tevrat'ın ve İncil'in en eski nüshalarının dilini bilen araştırmacıların araştırmalarını değerlendirmemiz ve kendi incelememizi eklememiz sonucunda Peygamberimize işaret ettiğini tahmin ettiğimiz Eski Ahit ve İncil açıklamalarını size sunacağız.
BÜTÜN PEYGAMBERLER İSLAM'I ANLATMIŞTIR
Kuran, Hz. Adem'den beri gelen bütün Peygamberleri müslüman (müslüman İslam olan demektir. Arapçada başa gelen "mü" takısıyla "İslam" kelimesinden türemiştir) olarak tanıtır. Müslüman kelimesi Allah'a teslim olmayı ifade eder. Ayrıca bu kelime barışta, emniyette olmayı da ifade eder. Sami dil alimlerinin vardığı kanaate göre İbranice "Şalom" kelimesi, Arapça "İslam" (Selam da aynı kökten gelir) kelimelerinin hepsi Samice'deki tek ve aynı kökten, yani "Şlama" kelimesinden türerler ve aynı anlama sahiptirler. Türkçe'de biz yanlış olarak Müslüman, İslam ifadelerini sadece Peygamberimize uyanlar için kullanıyoruz. Bu kelimeler Türkçe'ye anlamları daralarak girmişlerdir. Oysa bu kelimeler bütün Allah'ın gönderdiği dinlere uyanları ifade eder. Kuran'ın kullandığı bu kavramlara Eski Ahit'te şöyle rastlıyoruz.
Selametle (İslam'la) gelen Peygamberin söylediği eğer çıkarsa onun gerçekten Efendinin gönderdiği Peygamber olduğu anlaşılır. Eski AhitYeremya 28, 9
Tercümede "Selametle" diye çevrilen bu kelimenin Eski Ahit'in orijinal dilinde "İslamla" aynı anlama geldiğini gördük. Tarihsel olarak Hz. Musa'dan sonra gelip de 1 Allah'ın varlığını, 2 Allah'tan başkasına tapmamayı, 3 Bütün Peygamberlerin onaylanmasını, 4 Ahiret gününe inanmayı, 5 Güzel ahlâkı savunmayı; öldürmeye, çalmaya karşı durmayı ve zayıfların, yetimlerin gözetilmesini söyleyen ve bunu dünya çapında yerleştiren iki Peygamberden biri Hz. İsa, diğeri Peygamberimiz Hz. Muhammed'dir. Eski Ahit'te geçen ifade, bir Peygamberin söylediklerinin çıkmasının ve Peygamberin İslam'la gelmesinin; O Peygamberin doğruluğunu göstereceğini söylüyor. Peygamberimiz'in söyledikleri sonucu milyarlarca insan, Allah'ı sevmiş, Allah'ın kudretinin sonsuzluğuna inanmış; Allah'ın, Peygamberimize verdiği kitapta tüm söylenenlerin doğruluğu ise tarihin ilerlemesi ve bilimin gelişmesiyle anlaşılmıştır. Eski Ahit'in hiçbir yerinde ise Hz. Musa'dan sonra Peygamber gelmeyeceğine dair bir açıklama yoktur. Hz. Muhammed'in Peygamberliğinin doğruluğunu Eski Ahit'e inanan bir kişi, sırf bu ifadeden bile anlayabilir. üstelik Eski Ahit, bir Peygamberin selametle (İslam'la) gelmesini şart koşarken, İslam ismi en çok Hz. Muhammed ile  bütünleşmiştir.
MUHAMMED İSMİNE İŞARET
6 Her şeye Egemen Efendiniz diyor ki; "Bir kere daha, vakit azdır ve Ben göklerle yeri, denizle karayı sarsacağım.
7 Ve bütün milletleri sarsacağım ve bütün milletlerin Himada'sı gelecek ve bu mabedi şanla, şerefle dolduracağım der.
8 "Gümüş de, altın da benimdir" diyor her şeye Egemen Efendiniz.
9 Benim bu son evimin şöhreti ilkinden daha büyük olacak der kalabalıkların Efendisi. Ve bu yerde Selam (Şalom) vereceğim der kalabalıkların Efendisi
Eski Ahit Haggay2, 6-9.
Haggay 7'de orijinal metinde geçen “Himada” kelimesi, Arapça'da geçen Muhammed ismiyle aynı köklerden "HMD" gelmektedir ve genel olarak aynı anlamları taşımaktadır. Böylece Hz. Muhammed'in ismi veya isminin anlamını veren kelime gelecekte oluşacak görkemli bir olay ile beraber anılmaktadır. Eski Ahit'ten sonra gelen ve Allah'ın varlığını milyarlara yayan Muhammed Peygamberin gelişinden daha görkemli ne olabilir! üstelik Haggay 9'da geçen "Şalom" kelimesinin İslam ile aynı anlama geldiğini, aynı köke sahip olduklarını gördük. "Himada" kelimesinin Türkçe'ye "değerli eşyalar" anlamında çevrilmesi yüzünden Eski Ahit'i İbranicesinden takip etmeyenler bu inceliği görememektedirler.
MUSA GİBİ PEYGAMBER
18 Onlar için kardeşleri arasından senin gibi bir Peygamber çıkartacağım. Ve sözlerimi onun ağzına koyacağım. Ve kendisine emrettiklerimin tümünü onlara bildirecek.
19 Ve vaki olacak ki; benim ismimle söyleyeceği sözlerimi dinlemeyecek olan kişiyi Ben cezalandıracağım.
Eski AhitTesniye18, 18-19
Tevrat'ın Tesniye bölümünde ileride gelecek bir Peygambere işaret edilmektedir. Hıristiyanlar bu ifadenin Hz. İsa'yı işaret ettiğini söylemektedirler. Fakat birçok açıdan Hz. Musa'ya Hz. İsa'dan daha çok benzeyen Peygamberimiz'in de bu ifadeyle kastedilmiş olması mümkündür. Belki de hem Hz. İsa'ya, hem Hz. Muhammed'in ikisine birden işaret vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Hz. İsa'nın israiloğullarından olması sebebiyle ayete daha uygun olduğu düşünülebilir. Fakat israiloğullarının ve Arapların ortak atadan geldiği, yani kardeş toplumlar oldukları bilimsel incelemelerin de sonucudur. Tucson Arizona üniversitesi'nden Michael Hammer ve İsrail üniversitesinden birkaç meslektaşı 1371 kişinin Y kromozomlarındaki 18 bölümü incelediler. 29 farklı topluluktan gelen bu insanlar içinde, yedi Yahudi (Avrupa); Latin, Kuzey Afrikalı, Kürt, Iraklı, İranlı, Yemenli ve Etyopyalı, beş Arap; Filistinli, Lübnanlı, Suriyeli, İsrail Drüz, Suudi ve 16 Sami olmayan grup vardı. çalışma, farklı bölgeden gelen Yahudilerin ve Arapların birbirleriyle yakın akraba olduklarını gösterdi. Bu çalışma Hz. İbrahim'in hem israiloğullarının hem Araplar'ın ortak atası olduğuna dair inançla uyum içindeki bilimsel bir veridir.
Tevrat'ın Tesniye bölümündeki ifadeye dönersek, Hz. Muhammed'in Hz. Musa'ya, Hz. İsa'dan daha çok benzeyen birçok yönünü gösterebiliriz. Hz. Musa'nın da Peygamberimiz'in de kendi yaşamları içinde kendi toplumlarında bir hakimiyet kurdukları, bir yapı oluşturdukları bilinmektedir. Hz. İsa'nın vefatından sonra Hıristiyanlar böyle bir yapı oluşturabildiler.
Peygamberlerin ortak mesajı taşıyan insanlar olduklarını bilen bizler için, Hz. İsa ile Hz. Muhammed'den hangisinin daha çok bu ayete uyduğunu söylemek zordur. Fakat Hz. İsa'yı teslis (üçleme) inancıyla ilahlaştıran kiliselerin, Tesniye bölümündeki bu ifadenin Hz. İsa'ya Peygamberimizden çok uyduğunu söylemeleri büyük bir çelişkidir. çünkü kiliseler Hz. İsa'yı tanrılaştırarak, tüm insanların günahları için öldüğünü söyleyerek, Hz. İsa'yı tüm diğer Peygamberlerden farklı bir konuma sokarlar. Bu tavrı benimseyen bir Hıristiyanın, Hz. Musa'ya Hz. İsa'nın Hz. Muhammed'den daha çok benzediğini söylemesine imkan yoktur.
Ayrıca Tesniye 18'deki ve 19'daki bir ifadeye özellikle dikkat çekmek istiyoruz: “Bu gelecek Peygamberin Tanrı'nın ismiyle sözler söyleyeceği” vurgulanmaktadır. Peygamberimize gelen Kuran'ın en ilginç ve diğer kitaplarda görünmeyen özelliklerinden biri her surenin (114 surenin 113'ü) Besmele ile yani "Bismillahirrahmanirrahim" (Merhametli, Şefkatli Allah'ın ismiyle) diye başlamasıdır. Peygamberimize verilen Kuran'ın bu özelliği, gelecek Peygambere Allah'ın sözlerinin verileceğini ve O Peygamberin "Allah'ın ismiyle" bu sözleri söyleyeceğini belirten ifadelerle büyük bir uyum oluşturmaktadır.
PEYGAMBERİMİZİN ÇIKTIĞI YERE İŞARET
1 Ve Allah adamı Musa'nın ölümünden önce İsrailoğullarına okuduğu hayır dua şudur.
2 Ve dedi: Efendiniz Sina'dan geldi. Ve onlara Seir'den doğdu. Paran dağından parladı. Ve mukaddeslerin on binlercesinin içinden geldi. Onlar için sağ elinde alev alev yanan ateş vardı.
Eski AhitTesniye 33, 12
Vefatından önce Hz. Musa'nın duası gerçekten de ilginçtir. Bu ifadede geçen 1. yer olan Sina Dağı, Hz. Musa'nın çıktığı bölgedir. 2. yer Seir olup, Hz. İsa'nın çıktığı bölgedir. 3. yer ise Peygamberimiz Hz. Muhammed'in çıktığı bölgeyi ifade eden Paran Dağlarıdır. Böylelikle Hz. Musa'nın duasında söyledikleriyle; insanların tek Allah inancına inanmasını sağlayan, insanlığın geleceğinde yaygın şekilde kabul görecek, Allah'ın gönderdiği 3 din bir arada anılmaktadır. Bu ifade aynı zamanda Tevrat'ın kendisinden sonra gelen Hz. İsa'yı ve Hz. Muhammed'i onayladığının bir delilidir. Kuran nasıl sonda diğer Peygamberleri; Hz. Musa'yı ve Hz. İsa'yı onayladıysa, Tevrat da bunu başta gerçekleştirmiştir. Tesniye 332'de Peygamberimiz'in onbinlerin içinde geleceğinin söylenmesi, daha yaşarken Peygamberimize onbinlerce insanın uyması bakımından, oluşmuş olan gerçeklikle tamamen uyumludur.
PUTLARI KIRACAK, KEDAR HALKINDAN OLAN SEÇKİN KUL
Eski Ahit İşaya bölümü 42'de geçen gelecek ile ilgili anlatımlar Peygamberimizle büyük bir uyum göstermektedir. Hz. Muhammed gerçekten de hem putları yok etmesiyle (8), hem daha sağken yeryüzüne hakim olup adaleti sağlamasıyla (3 ve 4) hem Ruh'tan (Cebrail) vahiy almasıyla (1) hem üstün ahlâkıyla (2 ve 3) hem insanlara ışık olup, körelmiş gönülleri iyileştirmesiyle (6 ve 7) hem Kuran gibi yeni bir vahyi insanlara duyurmasıyla (10) ve hem Hz. İbrahim'in oğlu, İsmail'in oğlu Kedar'ın soyundan olan bir toplumun üyesi olmasıyla (11) bu alıntılayacağımız Eski Ahit'ten bölümlere tam bir uygunluk göstermektedir.
1 İşte kendisine destek olduğum, gönlümün kendisinden razı olduğu seçtiğim kulum. Ru humu (Cebrail'i) onun üzerine koydum. Milletler için adaleti meydana çıkaracaktır.
2 Bağırıp çağırmayacak. Sokakta sesini yükseltmeyecek
3 Ezilmiş kamışı kırmayacak ve tüten fitili söndürmeyecek. Adaleti sadakatle ulaştıracak
4 Yeryüzünde adaleti sağlayana dek cesaretini yitirmeyecek ve kıyı halkları O'nun ka nunlarını bekler.
5 Gökleri yaratıp, onları yayan, yeryüzünü ve ürününü seren, Dünya'daki insanlara soluk, orada yaşayanlara ruh veren Efendiniz Allah diyor ki:
6 "Ben Efendin. Seni doğrulukla çağırdım. Elinden tutacak, seni koruyacağım, seni hal ka antlaşma ve uluslara ışık yapacağım.
7 öyle ki kör gözleri açasın, zindandaki tutsakları ve cezaevi karanlığında yaşayanları özgür kılasın
8 Ben Efendinim. Adım budur. Onurumu bir başkasına, övgülerimi putlara bırakmayacağım.
9 Bakın önceden bildirdiklerim gerçekleşti. Şimdi de yenilerini bildiriyorum, bunlar ortaya çıkmadan önce size duyuruyorum.
10 Ey denizlere açılanlar ve denizlerdeki her şey. Kıyılar ve kıyı halkları. Efendinize yeni bir ilahi söyleyin. Dünya'nın dört bucağından onu ezgilerle övün.
11 çöl ve onun şehirleri, Kedar'ın oturduğu köyler seslerini yükseltsinler. Selada oturanlar terennüm etsinler, dağların doruklarından bağırsınlar.
Eski Ahit İşaya 42, 1-11
İşaya'daki bu bölümleri okuyanlar, Hz. Muhammed'le, bu anlatımların uyumunu anlayacaklardır. Bu olayların ileride olacağının söylenmesi (9) de önemlidir. Demek ki bu müjde Hz. Musa zamanında ve daha önce açığa çıkmamıştır. İşaya 42. bölümün devamında 17'de, putperestlerin utandırılmasından bahsedilmesi de ilginçtir.
Dikkatli bir incelemeyle Eski Ahit'te daha birçok işaretler bulunabilir. Kuran'ın söylediklerini embriyolojiden astronomiye, jeolojiden arkeolojiye birçok bilim dalı onayladığı gibi, Eski Ahit'in işaretleri de desteklemektedir.
70 Ey Kutsal Kitabın bağlıları! Tanık olduğunuz halde, neden Allah'ın delillerini inkâr ediyorsunuz?
71 Ey Kutsal Kitabın bağlıları! Neden gerçeği yalanla örtüyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?
3 Ali İmran Suresi 70-71

İncil'in İç Tutarsızlıkları

İncil ve gerçekler

Hemen bütün Evanjelik Hıristiyanlar İncil’in kutsal bir şekilde esinlenildiğine ve Tanrı’nın insanlığa olan ana mesajını gösterdiğine inanırlar. Aynı zamanda, İncil’in kutsal esininin kanıtlarını oluşturan özel nitelikleri içerdiğine inanırlar. Bu özel nitelikler de İncil’in, kitabın özelliklerinin (açık fikirli) skeptiklerce bile kanıtlanabilir farz edilmesinden dolayı, Tanrı’nın varlığının açıklamalı teolojiden çok doğal teoloji içinde kanıtlanması şeklinde bir kullanılışı daha olacağı anlamına gelecekti. Dahası, kutsal esinli bir eser doğru olmak zorunda olduğuna göre, bu nitelikler aynı zamanda İncil’in doğruluğunun da kanıtlarıdır ve böylece Hıristiyanlığın tek gerçek din olduğunu desteklemek üzere kullanılabilir. Bu şekilde belirtildiğinde, bu usa vurma hem Tanrı’nın varlığı, hem de İncil’in sözde özel niteliklerinin ortaya koyduğu kutsal mesajların gerçekliğinin argümanı olarak yorumlanabilir. Bu argümana “İncil Argümanı” diyebiliriz. Bunu bir sınıra kadar hemen bütün Evanjeliklerin kabul etmesine rağmen, bu argüman profesyonel din filozofların büyük kısmı tarafından görmezden gelinir. Bu kayıtsızlığın bir nedeni de, argümanın kolayca çürütülebilir olmasıdır. Bu makalede, birçoklarının korkuluğa saldırdığımızı sanmasına rağmen, böyle bir çürütmenin nasıl düzenlenebileceğini göstermeye çalışacağız. (İnanıyorum ki dışarıda böyle milyonlarca korkuluk var!)
  • 1- Argümanın Düzenlenmesi
İncil Argümanı genelde bir çeşit ‘birikimli durum’ argümanı olarak görülür. Şöyle düzenlenebilir:
  1. İncil gelecekteki birçok gerçekleşmiş olayın olağanüstü bir şekilde yerine geldiği gelecekle ilgili kehanet içerir.
  2. İncil gerçekleşmemiş herhangi kehanet içermez.
  3. Yukarıdaki gerçekleri açıklayabilmek için geçerli tek mantıklı açıklama Tanrı’nın öngörüsünü kehanetler için kullandığı ve İncil yazarlarına onları kaydetmesi için esin verdiğidir.
  4. İncil, Nasıra’lı İsa’nın dirilişinin ve sonraki ortaya çıkışlarının doyurucu görgü tanığı açıklamaları içerir.
  5. Yukarıdaki gerçeğin tek mantıklı açıklaması ise, İsa kutsal bir varlıktı ve halen de öyledir, ki bu İncil’in gerçek ve asıl mesajının doğruluğunu gösterir.
  6. İncil çelişkiler içermez.
  7. İncil dünya gezegeni hakkında çağdaş bilimle uyumlu bilgiler – ki bunlar eski çağlarda bilinmiyordu - içerir. Ayrıca İncil, çağdaş bilimle çelişki veya fiili yapıda hata içermez.
  8. İncil mükemmel bir ahlak içerir, etik kusurlar içermez.
  9. Yukarıdaki 6-8. maddelerdeki gerçekler için tek mantıklı açıklama, İncil’in esas yazarının Tanrı’nın kendisi olmasıdır.
  10. 3,5,9 nolu sonuçları birleştirirsek, diyebiliriz ki; İncil, sadece insan ürünü olmayan bir eser değil, Hıristiyanlığın doğruluğunu tespit eden ve onun asıl mesajını anlatan kutsal bir esindir. Henry M. Morris
Bazen bu argümanın düzenlenmesinde başka önermelere de başvurulmuştur. Mesela, Henry M.Morris (İncil’den esinlenip Büyük Sel teorisini ortaya atan yaratılışçı) İncil’in benzersizliği üzerine çok vurgu yapmıştır. Ayrıca, içindeki çarpıcı sayısal tasarımlardan bahsetmektedir. Fakat bizim amaçlarımız için yukarıdaki düzenleme yeterli olmalı, çünkü İncil Argümanında ana etken addedilenleri içermektedir.

3, 5, ve 9. varsayımları verilen dataya alternatif açıklamalar öne sürerek itiraz edebiliriz. Örneğin 3 nolu madde için; ESP(extra sensory perception - altıncı his, veya özel telepatik yetenek) veya bazı insanlardaki öntanı olasılığı, 5 nolu madde için bazı insanların spontane geri dönme ve yeniden diriliş fenomeni, 9. madde için; İncil yazarlarının aşırı yüksek zekaya sahip oldukları iddia edilebilir. Fakat buradaki amaçlarımız açısından bu karşılıkları göz ardı edeceğiz ve sadece argümanın temel önermelerine odaklanacağız, ki bunlar 1,2,4,6,8. maddelerdir. Eğer bu adımlar hatalı ve gerçeği ifade etmiyorsa, o zaman 3, 5 ve 9. önermeler gerçek olarak adlandırdıkları halde gerçek değil de yanlışlardır ve bu bazda aleyhlerinde konuşulabilir. Şimdi ortaya koyduğum sadece bir taslaktır. Taslağı dolduracak detaylar başka yerde verilmiştir. (Örneğin; C. Dennis McKinsey, The Encyclopedia of Biblical Errancy (Amherst, NY: Prometheus, 1995) ve A. J. Mattill, Jr. The Seven Mighty Blows to Traditional Beliefs, Second Edition (Gordo, AL: The Flatwoods Free Press, 1995).
  • 2. Gerçekleştiği iddia edilen kehanetler
Çoğunluğu Eski Ahit’te olmak üzere İncil’de olağanüstü bir şekilde güya gerçekleştiği ve bu yüzden de yazılardaki kutsal esini gösterdiği sanılan yüzlerce sözde kehanet vardır. Bunlardan birkaçına burada bakmak istiyoruz.
(I) Beytüllahim

Önce Mesih’in Beytüllahim’de doğacağına güya kehanet eden Mika (5:2) ‘yi inceleyelim. Yeni Ahit’e göre İsa, Beytüllahim’de doğmuştur (Mt2:1) ve bu Mika kehanetinin doğrulamasıdır (Mt 2:5-6, Yu 7:42). Yalnız bununla ilgili çok problem bulunmakta:
(1) Mika’daki ayet bir kasabadan değil de bir klandan bahsediyor olabilir. Davud eski zamanlardan beri Beytüllahim’den Efratlı’nın oğlu olarak tanımlanır. (1sa 17:12) Mika ise der ki ‘Sizden (Beytüllahim Efratlı klanından) benim adıma İsrail’in yöneticisi olacak kişi gelecek.” Mika’nın bütün demek istediği Mesih’in Davud’un soyundan olacağını anlamak olabilir.
(2) İsa’nın maddeten veya kan bağıyla Davud’un soyundan olduğu iddia edilmiştir (Ro: 1:3), ama bu nasıl olabilir belirsizdir. Hem Luka’ya, hem de Matta’ya göre, Meryem’in kocası Yusuf, Davud’un soyundandır (her ne kadar ikisi de aşağıda tartışıldığı gibi tam soy da anlaşamasa da). Ancak her ikisi de Yusuf’un İsa’nın babası olduğunu yadsırlar, öyleyse Yusuf’un soy tetkiki, İsa’nın soy tetkiki olarak itibar edilmemelidir. Bunu açıklamakla Matta yanılmıştır (Mt 1:1)
(3) Kehanet, bundan da öte İsa’ya uygulanmaz görünüyor, çünkü “Mesih’in İsrail’in yöneticisi olacağını söylüyor. İsa, İsrail’in yöneticisi değildi. Aslında, kendisinin bu dünyanın krallığını yadsıdığı sanılıyor (Yu 18:36). Ayrıca, yönetici İsrail’i güvenli bir yer yapar (Mika 5:4), bu elbette olmadı. Bu nedenle, Yahudilerin Mika’yı okuduktan sonra hala Mesih'lerinin gelmediğine inanmaları anlaşılabilir.
(4) Hatta kehanetin Beytüllahim kasabasını işaret ettiğini kabul edilse bile, İsa’nın gerçekten orada doğduğunda da şüpheye yer var. Matta ve Luka’daki doğum anlatıları birçok açıdan birbiriyle tutarsız. Dahası, iki öyküde de şüpheli unsurlar bulunuyor. Matta’nın bir yıldızı izleyen maguslar[1] öyküsü dayanaksız görünüyor. (2:1- 10). Ayrıca Luka 2:1-5 te Meryem ve Yusuf’un Nasıra’dan Beytüllahim’e Romalıların nüfus sayımına katılmak için yaptığı yolculuk hikayesi zoraki geliyor. Tarihçilere göre, Romalılar Luka’nın tarif ettiği gibi insanların atalarının doğduğu yere gitmesini zorunlu kılan bir nüfus sayımı hiçbir zaman yapmamıştır, ne de böyle bir gereksinimin anlamı olurdu.

Bu nedenlerle, Mika kehanetinin İsa tarafından sözde yerine getirilmiş olması çok şüphelidir. Bu kehanet, kesinlikle İncil’in kutsal esininin kanıtı olarak algılanamaz.
1 - Maguslar: Hıristiyan geleneğinde 3 Kral veya 3 Bilge adam veya Doğudan gelen krallar. Bazen de Zoroaster rahipleri sanılmıştır. Matta’ya göre sonradan Beytüllahim Yıldızı diye bilinen bir yıldızı izleyerek İsa’yı bulmaya Kudüs’e gelmişler. Kelime karşılığı; büyücü, sihirbaz veya Eski İran papazı anlamındadır. (Ç)
(II) Bakireden Doğum

Matta1:22 ve 23 ‘te İsa tarafından yerine getirilen başka bir sözde kehanet ise, İşaya 7:14'e dayandırılan bakireden doğum öngörüsü. Fakat bununla ilgili çok problem bulunmakta:
(1) İşaya ayetinde geçen İbranice “almah” kelimesi “bakire” değil, “genç kadın” anlamına gelmektedir. Tanah, Revize İngiliz İncili, Revize Standard İncil ve Yeni Kudüs İncil’inde doğru çevrilmiş, yalnız, Kral James sürümü, ve Yeni Amerikan İncil’inde yanlış
Hristiyanlığa göre, Meryem figürü.
çevrilmiştir. Matta da muhtemelen Septuagint’in yanlış çevirisine dayandığı için bu kelimeyi yanlış çevirmiştir. İbranice’de tam anlamıyla “bakire” demek olan başka bir kelime “bethulah”dır. Bakireden doğum öyle olağanüstü bir olay ki, İşaya eğer gerçekten kadının bakire olduğunu vurgulamak isteseydi herhalde bu diğer kelimeyi kullanırdı.
(2) İşaya’da bahsedilen işaret, belirsiz bir hamile kalacak olan bir kadından çok, hem konuşmacı hem de dinleyici tarafından bilinen (çoğu tarihçi tarafından İşaya’nın karısı olduğunu inanılmaktadır), zaten hamile olan bir kadına aittir. Doğru tercüme(Tanah’tan) “Bak, genç kadın çocuklu ve bir oğlan doğurmak üzere..” Bu milattan önce 8. yüzyılda gerçekleşen ve o zamana göre yakın gelecekteki bazı olaylarla ilgigli olarak Yahuda Kralı Ahaz’a verilen bir işaretti. Mesih’le ve uzak gelecekteki olaylarla bir ilgisi yoktu.
(3) Kral Ahaz’a verilen alametin bir kısmında çocuğun adının “Immanuel” olacağı belirtilir. Bu ad “Tanrı bizimle” demek olduğundan, Ahaz’a Tanrının onun yanında olduğunu gösterdiği sanılıyor. Ama Matta’nın İsa’nın ‘Immanuel’ diye adlandırıldığını anlattığı mantıksız iddiasına (Mt 1:23) rağmen biliyoruz ki Matta’nın da sonra belirttiği gibi kendisi “İsa” olarak adlandırılmıştır.(Mt 1:25)
(4) Kavramın İsraillilere tamamen yabancı olmasından dolayı İşaya’nın bir bakireden doğuma atıfta bulunmak istemesi olası görünmüyor. Yahudi teolojisinde veya Yahudi kavramsal yapısında hiçbir yerde bu görünmez. Eğer Işaya böyle bir fikri ortaya çıkarmaya niyetlenseydi, bu İsrail halkının tüm tarihinde ilk olacaktı. Büyük olasılıkla böyle bir durumda ‘almah’ kelimesi yerine daha belirgin olan ‘bethullah’ ı kullanacaktı; dahası, böyle dikkate değer bir olaydan çok daha fazla bahsedecekti. Bakireden doğum daha çok Romalılar ve Yunanlılar da dahil olmak üzere bazı başka antik gruplarda çok rastlanan bir kavramdır. Çoğu ünlü insan ve mistik kahramanın bir grup veya başkasınca, bakire bir anneden doğmuş olduğu anlatılır. Jül Sezar, Avgustus, Büyük İskender, Platon, Cyrus, Yaşlı Scipio, bazı Mısırlı firavunlar, Buda, Hermes, Mitra, Herkül, Kibele, Demeter, ve Volkan bunların arasındadır. Bu nedenle Matta’nın ve Septuagint’in Yunan çevirmenlerinin bakireden doğum kavramını İşaya’da fark etmelerinden çok, bunu metne geçirmeleri daha olasıdır. 20. yüzyılın başında, daha sonra “köktendinciler” olarak adlandırılacaklar tarafından bunun Hıristiyan inancının 5 esasından biri yapılması tamamen cehalettir.
(III) Eşek

Zekeriya 9:9’a göre Mesih Yeruşalim’e bir eşeğin sırtında geleceği varsayılmıştı ve İsa’nın bu kehaneti yerine getirdiği iddia edilmiştir. (Mt 21:1-7, John 12:14-15). Yeruşalim’e yapılan bu yolculuk ‘Zafer girişi’ olarak adlandırılır. Burada ufak bir problem var.
Diğer 3 İncil tek bir eşekten bahsederken, Matta iki eşekten bahseder. (Matta Zekeriya 9:9’u yanlış anlamış olabilir. Ayrıca, Matta “İsa onların üzerinde oturuyordu” derken, İsa’nın iki hayvanı da aynı anda sirk usülü sürdüğünü mü kastediyordu belli değil.) Fakat, sayılarla ilgili çelişkilere gömülmeyelim. Aşağıdaki izleneceği gibi, sözde kehanette daha ciddi sıkıntılar var:
(1) Zekeriya eşeği sürecek kişiyi “Siyon”un kızının ve Yeruşalim’in kızının kralı” olarak tanımlıyor. (Tanah’daki Siyon ve Yeruşalim’in kralı). İsa, Yahudilerin çoğunluğu tarafından reddedildiği ve kendisinin de onların kralı olmak gibi hiç bir iddiası olmadığı için, böyle bir ünvanın ona yakıştırılmasını anlamak zor.
(2) Sonraki ayet, Zec 9:10’da (Tanah’ta), eşeği süren kişinin Efrayim’den savaş arabaları, Yeruşalim’den atları ve savaşçı yaylarını uzaklaştıracağı, halkları teslim olmaya çağıracak ve egemenliği bir denizden diğerine, okyanustan yeryüzünün ucuna yayılacaktır. Bunlardan herhangi birisinin Nasıra’lı İsa’ya nasıl kapsayabildiğini fark etmek zor.
Bazıları, İsa’nın getireceği büyük huzur ve yöneteceği krallığın geleceğe ait bir şey olduğunu söylüyorlar, ama bu şu anki bağlamdan – ki zaten gerçekleştirilmiş kehanetlerin meselesidir – farklı bir konudur. Açıkça görülüyor ki, İncil yazarlarının İsa’yı Yeruşalim’e eşek üzerinde giren kral olarak yansıtma çabaları en azından Eski Ahit kehanetinin yerine gelmesiyle ilgili olarak, tümüyle sunidir ve başarısızlığa uğramıştır. Bu da İncil Argümanın birinci önermesine herhangi destek vermez.
(IV) İhanet

Birçoklarına göre, Eski Ahit’te Mesih’in 30 parça gümüş karşılığında – ki bu para daha Tanrı’nın evine atılacak ve bir çömlekçi tarlası1 satın almakta kullanılacaktır.- sadakatsiz bir arkadaşının ihanetine uğrayacağı kehanetinde bulunulmuştur. (Mezmur 41:9, Zekeriya 11:12 -13) ve bu da tam olarak İsa’nın başına gelmiştir. Söylenildiğine göre Yahuda, İsa’ya 30 gümüş için ihanet etmiş, daha sonra pişmanlık duyarak parayı mabede fırlatarak iade etmiş, ve o para bir kimsesiz mezarı satın alınmasında kullanılmıştır (Mt 26:15, 27:3-10) Fakat, aşağıda görüleceği gibi bununla ilgili bir çok problem bulunmaktadır;
(1) Eski Ahit’teki konuyla alakalı olan hiçbir pasaj Mesih’le alakalı değildir. Zekeriya’daki pasajda, tamamıyla Yahuda’nın durumunda olanın aksine 30 gümüş iyi kişilerce iyi iş karşılığı olarak yazarın kendisine verilmiştir. Ne de Mezmur‘daki ayette Mesih’in kendisine herhangi bir atıf bulunmaktadır. Aslında, daha önceki bir ayette (Mezmur 41:4) ihanet edilen kişinin (yani yazarın – Davud’un) kendisinin de bir günahkar olduğu belli edilmiştir, dolayısıyla bu hiç de İsa’ya uygulanamaz.
(2) Matta 27:9 -10‘da çömlekçi tarlası satın alınmasının Yeremya tarafından kehanet edildiğini iddia eder. Fakat, Yeremya kitabında kesinlikle bu konu hakkında hiçbir şey yoktur, ve bunun yerine Zekeriya’daki pasajın başvurulmasının sebebi budur. Belki de Matta’nın kalemi sürçmüştür.

(3) Tanah’daki Zekeriya 11:13 deki kısmın ilgili kısmının çevirisinde ise şöyle denilmektedir: “30 gümüş alıp onu Tanrı’nın evindeki hazineye yatırdım.” Oraya paranın atılmasına veya bir çömlekçiye veya çömlekçinin tarlasına dair hiçbir atıf yoktur. Dolayısıyla Matta’daki sözde kehanete Zekeriya’da da rastlanmaz. Matta’nın imgeleminin bir uydurmasına benziyor.
1 – Çömlekçi Tarlası: Kimsesiz ve yoksul kişilerin gömüldüğü yer, kimsesiz mezarı. Terim, Yahudi papazlarının pişman olmuş Yahuda’dan aldıkları 30 gümüşle yabancılar için gömme yeri olarak “çömlekçi’nin tarlasını” satın almalarından gelir. Bunun geleneksel konumu Hinnom vadisidir. Burada toprak zengin kil içerir ve önceleri çömlekçiler tarafından kullanılırdı. Daha sonra 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Yahudi olmayanlar için mezar yeri olarak kullanılmıştır. (Ç)
(V) Vaftizci Yahya

Bazı başka Eski Ahit ayetlerinin sözde mesihe ait kehanetlerle ilintili olduğu sanılıyor. Mt 3:3, 11:10 ve 17:10-13 (ve diğer İncillerdeki paralel ayetler) aynı sıraya göre Isa 40:3, Mal 3:1 ve Mal 4:5’i Vaftizci Yahya’nın kehanetleri olarak alırlar. Ama, bununla ilgili
sorunlar vardır:
İsa nın Yahya tarafından vaftiz edilişini gösteren figür.
(1) Isa 40:3’ü, büyük olayları (dağların düzleştirilmesi ve Tanrının ününün tüm insanlıkça görülmesi) anlatan ayetler izler, ve bunlar elbette Vaftizci Yahya zamanında olmamıştır.
(2) Mal 3:1’de Tanrının konuştuğu ve önünde ona yolu açan bir habercinin gönderileceğini söylediği farz edilmektedir. Ama Mt 11:10 ayeti, Tanrıyı başka birinden önce haberciyi göndereceği şeklinde söyletmeye çabalayarak, yanlış belirtmiştir. Dolayısıyla ayet gerçekte Matta’nın savladığını söylemez. Özgün ayetin bir mantıklı yorumu, Malaki’nin İbranice’de “habercim” demek olmasından ötürü, Malaki’nin kendisine işaret ediyor olmasındadır.
(3) Mal 4:5 “Size Peygamber İlyas’ı göndereceğim” derken Mt 17:12-13 bunu Vaftizci Yahya’ya atfetmek için alır. Bununla beraber, Vaftizci Yahya İlyas olmayı reddeder (Yu 1:21). Ayrıca, bir sonraki ayet (Mal 4:6) İlyas’ın gelişini takiben babalar ve çocukların uzlaşacaklarını, aksi takdirde Tanrı’nın “gelip bir lanetle ülkeyi darp edeceği”ni belirtir. Ama Vaftizci Yahya’yı takiben iki olay da olmamış, sözde kehanetin bir kısmı da yerine gelmemiştir. İsa kendisi Mal 4:6 aksine, aile üyelerini birbirlerine karşı kurmuştur (Mt. 10:21, 35-36, Lu 14:26).
Bu geçerli nedenlerden, Eski Ahit’in herhangi bir ayetinin Vaftizci Yahya’ya herhangi bir şekilde atfettiği görünmüyor. Bir kere daha, Nasıra’lı İsa zamanında gerçekleşmiş herhangi İncil kehanetinin kanıtı burada yoktur. *
(VI) Istırap çeken kul

Sözde Mesih kehanetleri arasında Yeşaya 53’deki “Istırap çeken kul”un tarifinde kapsananlar vardır. O kısımda kapsanan ve İsa tarafından yerine getirildiği savlanan bazı sözde kehanetler [Yeşaya 53’ün ayet numaraları işaretli olarak] aşağıdadır:
(1) Mesih’in mesajına inanılmayacaktı, sözde İsa tarafından Yu 12:37-38’de yerine getirildi.
(3) Mesih hor görülecek ve reddedilecekti, Yu 1:11 ve 7:5’e göre kendi halkı da ana inanmadığı için İsa tarafından güya yerine getirildi.
(5) Mesih yaralanacaktı, Mt 27:26’da İsa’nın kamçılanması ile sözde gerçekleşti.
(7) Mesih kendisini suçlayanlar karşısında sessiz kalacaktı, Mt 27:12 (ve Elçilerin İşleri 8: 32-35)’de sözde gerçekleşti.
(9) Mesih’in zengin bir adam tarafından sağlanan bir mezarı olacaktı, sözde İsa için Aramatya’lı Yusuf tarafından yerine getirildi (Mt 27: 57-60).
(12) Mesih bir suçlu olarak tutuklanacaktı (belki de İsa’nın Lu 22:37’deki kendi yorumu) veya suçlularla beraber çarmıha gerilecekti, güya Mt 27:38, Mk 15:27 (Mk 15:28daha sonra eklenmiştir) ve Lu 23:32’ye göre İsa tarafından yerine getirildi.
(12) Mesih işkencecileri için yalvaracaktı, Lu 23:34’te güya bu yerine gelmiştir.
Ama Yeşaya 53’ü bu şekilde ele almanın aşağıdaki gibi pek çok zorluğu vardır:

(1) Tanah’ta Yeşaya 53:3’e göre ıstırap çeken kul “insanlar tarafından hor görülmüş ve kaçınılmıştır”. Bunun İsa tarafından yerine getirilmiş olması, kendi insanlarının onu kabul etmemesi olgusu dolayısıyla kuşkuludur, çünkü görünen o ki, başka yerde sıradan
Temsili bir İsa resmi
insanlar onu geniş çapta kabul etmişlerdir. Lu 4:15’e göre sinagoglarda hitap etmiş ve herkes onu övmüştür. Sonra , büyük kalabalıklargüya onu izlemiş ve Yeruşalim’e sanki “Zafer Girişi” yapar gibi tanımlanmıştır. (Mt 21:8-11, Yu 12:12-13, 17-19)
(2) Tanah’daki üçüncü ayet ıstıraptaki kulun “hastalığa tanıdık” olduğunu ve dördüncü ayet ise onun “Tanrı tarafından felakete uğramış (stricken)” olduğunu söyler. İbranice’de (stricken) “felakete uğramış” kelimesi İbrani kutsal kitaplarında geçer ve sadece cüzam karşılığıdır (2 Krallar 15:5, *Levililer 13:3, 9, 20). Ama İsa’nın cüzam veya herhangi başka hastalıktan muzdarip olduğu bilinmiyor. Dolayısıyla bu ayetler ona uygulanamaz. Hatta bazı Hıristiyan doktrinlerinin bir kısmında İsa’nın “kurbanlık kuzu” rolünü yeterli bir şekilde oynaması için (kuzunun yasaya göre kusursuz olması gereklidir) tam sağlıklı olmasına gerekli olabilir. Belli ki Yeşaya 53’ün ıstırap çeken kulu böyle bir rolü hakkıyla yapamazdı.
(3) Suçlayıcılarının karşısında İsa’nın sessiz olmasına (dolayısıyla 7. ayeti sağlamasına) gelince, bu da çalışmıyor. 7. Ayet *(2 kere) “Ağzını açmadı” diyor. Ama Yuhanna 18:33-37 19:11’e göre Pontius Pilatus’a çok şey söylemiştir. Dört İncil’in her birinde İsa suçlayıcıları karşısında ağzını açarak bir şeyler söylemiştir. Böylece İsa aslında kehanetin bu kısmını yerine getirmemiştir.
(4) 9. Ayette ıstırap çeken kul için ”mezarı kötüler arasına hazırlandı, ölümünde ise zenginler arasında” denir. İsa’nın cesedi mezarına yerleştirildiğinde yanında başka ceset olmadığı için bunun İsa’ya nasıl uygulanır belirsizdir. Ayet kesinlikle kulun zengin birisi tarafından sağlanan bir mezarı olacağını söylemiyor. Dolayısıyla sözde kehanetin bu kısmı tümüyle uydurmadır.
(5) 10. Ayete göre “Tanrı onu hastalıkla ezmeyi seçti, kendisini suçlu olarak sunarsa dölünü görebilir ve daha uzun yaşayabilir …” Bu da tamamen İsa’ya atfedilemez. Çünkü İsa bir illet tarafından ezilmedi, herhangi çocuğunu görmedi ve uzun yaşamadı. *
(6) Yeşaya 53 aslında Mesih’ten bahsetmiyor. Gerçekten, konuya yakından baktığımızda, ne (Yahudi) Mesih’i, ne de İsa hakkında herhangi bir şey bulmak zordur. Ayet 1 aslında kulun mesajına inanılmayacağını söylemez, ama sadece “İşittiğimize kim inanabilir?” diye sorar. *Burada hiçbir kehanet gözükmüyor. Ne de kulun suçlu olarak tutuklanacağı veya kırbaçlanacağı veya suçlularla birlikte çarmıha gerileceği veya suçlayıcıları için af isteyeceği hakkında bir ip ucu var. Bunun hiçbirisi orada yok. 6. Ayet “Tanrı hepimizin günahlarını ona yükledi” der ama bunun Hıristiyan dışı yorumları da var.
(7) Yeşaya 53’ün mantıklı görünen bir Yahudi yorumu da var. Istırap çeken kul, Kral Uzziya - ki cüzamdan ölmüş ve Yeşaya zamanında kral olmuştur - *tarafından temsil edilen İsrail halkıdır. Shmuel Golding’e göre, Yeşaya’nın mesajı “İşte, siz kötü yola sapmış İsrail kulları için Tanrı nezdinde adınıza ıstırap çeken cüzamlı kralınız” olabilirdi (ki 6.ayeti açıklıyor). Uzziya kraliyet sarayından cüzam kapışı dolayısıyla alınır ve geri kalan ömrünü tecritte geçirir, ki bu da 8. ayete uyar. Golding şu açıklamayı yapar:
“İsrail, cüzama tutulmuş olan seçilmiş liderinden dolayı ıstırap çeken kul olarak betimlenmektedir. İsrail, cüzamlı gibi, Tanrının acı çeken kuludur. Her ikisi de dostları eliyle küçük düşürüldüler; cüzamlı çirkin görünüşüyle; İsrail, Babillilere yenilmesiyle. Mesajın özü, İsrailin cüzamlı gibi acı çekmiştir, ama bununla beraber kimliğini sürgündeki Yahudi formunda muhafaza edecek ve bir gün bu formla gelişecektir.”
Yukarıdaki (1)-(6) arası dezavantajlardan zarar görmediği için Yeşaya 53’ün bu yorumu, Hıristiyan yorumuna göre yeğlenebilir. Ayrıca bu bölümdeki pek çok kip (zaman) değişikliklerini de daha iyi açıklar. Ve İsrail gerçekten “Tanrının kulu” olarak belirlenir (Yeşaya 49:3). Bununla beraber Yeşaya zamanında İsrail’in durumunun açıklanması ile verilen yorum, bölümü kehanet haline getirmiyor. En azından Yeşaya 53’ün İncil’de gerçekleştirilmiş kehanetlerden (veya kehanet takımı) olması açısından iyi bir örnek değildir. Dolayısıyla önerme (1) İncil argümanı için iyi bir destek değil.
(VII) Sur

İsa ile ilgili sözde kehanetler alanını bırakarak, tarihle ilgili olan bir kaçına bakabiliriz. Bunlar kehanetlerin yerine gelmesi açısından daha umut verici. Kitabın 5. bölümünde söylediğim gibi, eğer Tanrı İncil’e etkileyici kehanetler koymak isteseydi, misyonerlerce kutsal mesajı vazedildiği kişilerin de hakkında bildiği seküler tarihin parçası olmuş gerçekleşmeleri kullanırdı.

Tarihsel tipte kehanetlerden bahseden yazarlardan biri Josh McDowel’dır. Yıkılacağı kehanetinde bulunulan 12 şehri tartışır. Bunlardan ilki Sur şehridir, yıkılacağı Ezekiel 26:3-21’de kehanet edilmiştir. Babil kralı Nebukadnezzar tarafından yıkıldıktan sonra Sur tekrar inşa edilmeyecek ve bulunmayacaktı. (Ezekiyel 26:14, 21, 27:36, 28:19). MCDowel’a göre, Sur’la ve diğer şehirlerle ilgili bütün kehanetler tarihte yerine gelmiştir. Şunu da söylemeyi sürdürür:
“Dolayısıyla bir sonuç çıkarabiliriz, bu kehanetlerin yazılmasını Tanrı esinlemiştir… Gelecekte olacak yığınla olayı öngörmüştür. Bazılarının gerçekleşmesi için binlerce yıl geçmişse de tam olarak öngörüldüğü şekilde yerine gelmiştir. Tanrı bizim doğaüstü Tanrımız olduğunu bütün bilgeliği ile kanıtlamıştır. İnanmaktan başka seçeneğimiz yoktur.”
Burada Sur şehri dışında McDowel’ın bahsettiği bütün kehanetlerle uğraşmayacağım. Ama benzer düşüncelerin hepsiyle ilgili olarak ortaya konabileceğini düşünüyorum. Sur’la ilgili kehanetin bazı sorunlarına göz atalım:
(1) Sur’un iki tarafı vardı, ada ve kara. Nebukadnezzar sadece kara tarafını yıkmayı başardı. Tarihçilere göre, 13 yıllık (M.Ö. 585 – 572) kuşatmaya rağmen ada şehrini almayı başaramamıştır. Ezekiyel 29:18’de belirtildiği gibi bu yüzden Nebukadnezzar askerlerine ödeme yapamamıştır. [Bu kendi içinde kehanetin çürütülmesidir. Ezekiyel aslında başarısızlığını kabul etmektedir. Kitabını bitirmeden önce o kısmı çıkarıp atmalıydı.] Sur’un ada tarafının da yok edilmesi ancak 200 seneden fazla bir zaman sonra Büyük İskender’in saldırısı ile olmuştur. Ama Ezekiyel, İskender’den değil de sadece Nebukadnezzar’dan bahsettiğinden bu sonraki saldırının kehaneti ne derece yerine getirdiğini görmek zordur.
(2) Tarihçilere göre Sur, İskender’in saldırısından sonra çabucak kendine gelmiştir. M.Ö. 64’te Roma İmparatorluğunun dahil olmuş ve gelişmiştir. Yeni ahit’te ondan bahsedilirken şimdiki zaman kullanılmaktadır. Hıristiyan binaları orada M.S. 4. yüzyılda ve Haçlı Seferleri sırasında yapılmış, ama daha sonra Müslümanlar onları yıkmışlardır.
(3) Sur, bugün hala mevcuttur. Lübnan sahilinde, Lübnan’ı gösteren herhangi bir haritada bulunabilecek bir sahil şehridir. Son sıralarda Lübnan’da İsrail kuvvetlerinin Hizbullah’a karşı yaptığı misilleme baskınlarda adı geçmektedir.
Ezekiyel’in kehanetlerinin böylelikle gerçekleştiği görülmüyor. Sur’un “bir daha olmayacağını” söylemişti ama bu olmadı. McDowel ve diğerlerinin gerçekleştiğini iddia ettiği diğer şehirler hakkındaki kehanetler için de benzeri karşılıklar ortaya çıkarılabilir.
(VIII) İsrail Halkı


McDowel’ın bahsetmemesine rağmen Henry Morris İsrail halkının 20. yüzyıldaki yeniden yerleşmesini Eski Ahit kehanetinin yerine gelmesi olarak yorumluyor. Ezekiyel 37:21’de Tanrının söylediklerini anımsatıyor:
İsrail halkını, gittikleri ulusların arasından alacağım ve her yerde bir araya toplayarak kendi topraklarına getireceğim. (Tanah)
Bariz itiraz Ezekiyel’in burada 20. yüzyıldan değil de Yahudilerin (M.Ö. 8 ve 7. yüzyıllarda) Asur’lular ve (M.Ö. 7 ve 6. yüzyıllarda) Babil’liler tarafından esaret, sürgün ve dağıtılmalarından geriye dönüşünü kehanet etmesidir. Bu geriye dönüş M.Ö. 537’de, Ezekiyel Kitabının yazılmasından kısa süre sonra olmuştur. Bu, kendi içinde gerçekleşmiş bir kehanettir, ama özellikle dikkate değer değil. Kitap sürgündeyken yazılmıştır ve sürgünün yakında sona ereceğine dair Ezekiyel’e görünen iyi kanıtlar olabilir. Geriye dönen Yahudilerin Tanrının yasalarına sadakatle uyacakları ve sonsuza değin iade edilmiş vatanlarında yaşayacakları (Ezekiyel 37:24-28) gibi kehanetin diğer kısımları yerine gelmemiştir. Misyonerler tarafından bugünlerde bahsi geçmekle beraber, McDowel’in bu sözde kehanetin dışında kalması anlaşılıyor. Yeterli bir şekilde savunulabilseydi, 2500 yıllık bir olayı önceden görmek cidden etkileyici olurdu.

Morris yılmadan Yeşaya 11:11-12’den aktarıyor:
O günde, Tanrım tekrar elini uzatarak, halkının geri kalanlarını Asur, Mısır, Patros, Elam, Şinar ve Hama ve deniz kıyılarından ’dan kurtaracak. Uluslara bir bayrak kaldıracak ve sürülmüş İsraillileri bir araya getirecek, dağılmış Yahudalıları dünyanın dört bir tarafından toplayacak. (Tanah)
Moris Yeşaya’daki “tekrar” sözcüğünün yirminci yüzyıla işaret ettiğini “birinci kezin” Babil esaretinden geriye dönüş olduğunu savlamaktadır. Ama daha mantıklı bir yorum var: “tekrar”, o sırada (Yeşaya’nın yazıldığı zaman) gelecekte olan Asur ve Babil sürgünleridir ve “birinci kez” ise Eksodüs'tür (Mısır'dan yüzyıllarca önceki çıkış).

Tüm sözde olağanüstü gerçekleşmiş kehanetlere bakmadım ama vardığım sonuç hiç birinin savunucularının söylediği gibi olmadığıdır. Çoğu hiç de kehanet değildir. Kehanet olanların hemen hepsi yerine gelmemiştir. Birkaç gerçekleşenin ise olağanüstü bir tarafı yoktur. Dolayısıyla İncil Argümanının 1. önermesi yeterli desteğe sahip değildir ve mantıklı olarak kuşkulanılabilir.
  • 3 – Gerçekleşmemiş Kehanetler
“İncil Argümanı”nın 2. önermesine göre İncil’de gerçekleşmemiş kehanet yoktur. Ama bu iddiaya karşıt örnekleri zaten gördük. Daha çok İncil’in çelişkilerine ilişkin bir tiple başlayarak başka birkaç tanesine daha göz atalım:
(1) Yaratılış 2:17’ye göre Adem meyveyi yediği günde ilecekti, ama bu olmamıştır, çünkü yaratılış 5:5’e göre Adem 930 yaşına kadar yaşamıştır. [Aynı İbrani’ce “ölmek” kelimesi, Eski Ahit’te başka yerde de fiziksel ölüm anlamında kullanılmıştır]
(2) Yaratılış 4:12, 14’e göre Kayin kaçak ve aylak olacak ve sürekli öldürülmeyle karşı karşıya olacaktı, ama bu olmadı, çünkü Yaratılış 4:16-17’ye göre Kayin’in bir karısı ve ailesi vardı ve bütün yaşamı boyunca aynı yerde yaşadı ve bir şehir kurdu.
(3) Yeşu 17:17-18’e göre Manaşşa ve Efrayim, Kenanlılar’ı kovacaklardrı, ama Hakimler 1:27-29’a göre kovmadılar.
(4) Yeremya 34:5’te Sidkiya’nın barış içinde öleceği kehanet edilmiştir, fakat Yeremya 52:10 ve 2 Krallar 25:7’ye göre bu olmadı. Bunun yerine gözünün önünde oğulları çldürüldü, gözleri kör edildi, zincire vuruldu ve sonunda hapishanede öldü.
(5) Amos 7:17 Amatsya’nın oğullarının kılıçla öldürüleceği kehanetinde bulunmuştu, ama 2 Tarihler 26:1 ve 21’e göre Amatsya’nın oğlu Uzziya cüzamdan ölmüştür.
(6) Yunus 3:4’e göre Ninova 40 günde yıkılacaktı, ama sonra Tanrı Ninova’nın yıkılması hakkındaki fikrini değiştirdi
(7) Matta 12:40’a göre İsa 3 gece gömülü kalacaktı, ama bir Cuma günü öldü ve Pazar günü mezarı boştu. Cuma ile Pazar arasında 3 değil 2 gece vardır.
(8) Luka 22:30 ve Matta 19:28’e göre 12 havarinin hepsi yargıç olarak 12 tahtta oturacaklardı. Ama aslında 12 havarinin tümü hüküm süremedi, içlerinden biri olan Yahuda dışlanmıştı.
(9) Matta 26:34 ve Luka 22:34’te Petrus’un İsa^yı horoz ötmeden önce 3 kere inkar edeceği kehaneti vardır. Ama Markos 14:66-68’e göre Petrus horoz ötmeden önce sadece bir kez İsa’yı inkar etmiştir.
(10) Luka 23:43’e göre hırsız o gün İsa ile cennette olacaktı. Ama İsa’nın cesedi o gün gömüldü ve Elçilerin İşleri 2:27-31’e göre onun ruhu da cennete değil cehenneme gitti.
İncil çelişkileri için aşağıda D4 ve D5 bölümlerinde daha fazla bahsedilecektir. Bazı başka, daha fazla gerçekleşmemiş kehanet gibileri aşağıdadır:
(11) Yaratılış 15:18, 17:3,8 ve Yasanın Tekrarı 1:7-8’e göre İbrahim’den gelenlerNil ve Fırat nehirleri arasındaki bütün toprağın sahibi olacaklardı. Ama bu hiç olmadı. Asla bütün toprağa sahip olmadılar. Elçilerin İşleri 7:5 ve İbraniler 11:13’de itiraf edildiği gibi Tanrı sözünü tutmadı.
(12) Yaratılış 49:13’e göre Zevulun kabilesi deniz kıyısında yaşayacaktı. Ama bunun yerine, sonraki pek çok ayetten olduğu kadar İncil dışı kaynaklara göre de, içerde karada yaşadılar
(13) Yeşu 8:28’e göre Ay şehri sonsuza değin yok olacaktır. Gerçekte Ay’ın sdonradan da sakinleri olmuştur.
(14) Mısırdan Çıkış 3:8’e göre İsrailliler süt ve bal akan geniş bir toprakta yaşayacaklar ve 2 Samuel 7:10’a göre bir daha rahatsız edilmeyecekler. Ama, İsrail ve çevresinin tarihi durumu itibariyle göreceli olarak küçük ve çıplak bir toprak olduğu ve her taraftan taciz edilmektedir.
(15) Pek çok ayet Davut’un tahtının sonsuzluğa değin süreceğini ve bu tahtta birisinin olmadığı bir süre asla olmayacağı kehaneti yapılmıştır. Ama tarihsel gerçekler bakımından Davut soyundan sonuncu kral Sidkiya olmuştur. 450 Yıl sonra Maccabean’ların kısa bir hükümranlığı olmuştur. Ama 200 yıldır Davut soyundan kral olmamıştır.
(16) Babil Yeşaya 14:23’e göre su içinde kalacak, Yeremya 51:36’ya göre de tamamen kuruyacaktı. Bunlar olmamıştır. Başka ayetlere göre Babil’de insanlar asla ikamet etmeyeceklerdi. Ama gerçekte sürekli olarak ikamet edilmiştir (Bk. 1 Petrus 5:13), şimdi de Irak sınırları içindedir.
(17) Yeşaya 17:1’e göre Şam yıkılacaktır. Ama gerçekte hiç yıkılmamış birkaç antik kentten birisidir. Pek çoğunun yıkılmış olması antik kentlerin gelecekteki yıkımlarının kehanetini artık sıradan yapmaktadır.
(18) Yeşaya 19:5, Hezekiel 30:12 ve Zekeriya 10:11’e göre Nil nehri kuruyacaktır, ve Hezekiel 29:9-12’ye göre de Mısır, Mısır’lılar dağıtılmış olarak, hiçbir insan ve hayvanın geçmeyeceği şekilde 40 yıl süreyle ıssız kalacak. Ancak Nil nehri asla kurumadığı gibi bütün Mısır tarihinde de böyle felaketli olaylar olmamıştır.
(19) Yeşaya 19:18’e göre beş Mısır kenti Kenan dili konuşacaktır, ama dilbilimci ve arkeologlar Mısırlıların hiçbir zaman Kenan dili konuşmadığını söylüyorlar.
(20) Yeşaya 29:17’ye göre Lübnan meyvelik bir alan olacaktır, ama bu Lübnan’da hiç olmadı.
(21) Yeşaya 34:9-10’a göre Edom, Ölü Deniz ile Akabe Körfezi arası, yanan zift haline gelecek, bir daha kimse oradan geçmeyecektir. Ama bu Edom’da hiç olmamıştır, binlerce senedir insanlar oradan geçmektedir.
(22) Yeşaya 52:1’e göre sünnetsizler ve murdarlar asla yeruşalim’e girmeyecekler, ama böyle insanlar binlerce senedir sürekli Kudüs’e giriyor.
(23) Yeremya 42:17’ye göre Mısır’da yaşamayı seçen Yahudilerin hepsi ölecek ve kalan olmayacak. Ama tarih Yahudilerin orada asırlardır yaşadığını, sonra da İskenderiye’de Kültür Merkezi kurduklarını gösteriyor.
(24) Sefanya 3:13’e göre İsraillilerden geride kalanlar günah işlemeyecek, yalan söylemeyecekler ve onları korkutan olmayacak, ama gerçekte hiç öyle ahlaklı ve korkusuz olmadılar.
(25) Pek çok ayet İsa’nın ikinci gelişinin yakın olduğunu kehanet ederler. *Bazıları özellikle bunun *kız kardeşlerinin yaşam süresinde, yani o nesil (İsa ile aynı zamanda) yok olmadan olacağını söyler. Ama gerçekte o zamandan beri 19 yüzyıl geçti ama bu olmadı.Bütün gerçekleşmemiş kehanetler içinde en fazla bu beni en açık ve güçlü oluşuyla etkiliyor.

Bütün bu gerçekleşmemiş kehanetler, İncil Argümanının 2. önermesinin hatalı olduğunu açıkça gösteriyor. Bazı gerçekleşmiş kehanet olsaydı bile, gerçekleşmemiş kehanetlerle bunlar birbirini götürürdü. Olasılık yasaları, çoğu doğru çıkmadığı takdirde bazı kehanetlerin rastlantı sonucu doğru çıkmasını hesaba katar. Böylece, İncil Argümanının savunucusu için 2. önermeyi eklemek önemlidir. Bu sözde çarpıcı gerçekleşmiş kehanetlerin hiç birisi öyle çıkmadığına göre, yukarda geçen gerçekleşmemiş kehanetler bir fazlalıktır ve aksi yönde götürmede kullanılabilirdi, ama buna hiç gerek kalmamıştır.
  • 4. Diriliş
İncil Argümanı’nın 4. önermesine göre, İncil Nasıra’lı İsa’nın dirilişinin ve sonraki ortaya çıkışlarının doyurucu görgü tanığı açıklamaları içerir. Kutsal kitaplar İsa’nın infazını ve arkasından gömülüşünü tarif ederler ve sonra mezarının boş bulunduğunu ve İsa’nın müritlerine bedensel şekli ile göründüğünü savlarlar. Görgü tanığı adlandırmasındaki ana neden Luka 1:2’ye göre “bunlar bize başlangıçtan beri görgü tanığı olanlar tarafından iletildi”. Ancak birkaç sorun var.
Önce, genellikle sözde dirilişin meydana gelmesinden otuz yıldan daha fazlasına kadar diriliş açıklamalarının yazılmadığı ve aslında bunların yazılmaları öncesinde bölgede yayılmış öykü ve dedikoduların olduğu itiraf edilmektedir. Bu şekildeki şayiaların zamanla süslenip bezeneceği bellidir. İletenler ne denli hassas aktarmaya çalışsalar da, sözlü iletiler değişikliklere yatkın olur. Dolayısıyla, her ne kadar diriliş açıklamaları için görgü tanıklığı beyanları temel alınmış olsa da kuşku duyulacak çok nokta vardır. Bunun geçmişteki bir benzetmesi 1937’de Lakehurst NJ üzerinde Hindenburg Zeplininin patlayıp yanması gibi bir haber olabilirdi. Eğer bu olayın en erken yazılı belirtisi, örneğin 1967’de yayınlanmış olsaydı, tarihçiler sözde görgü tanığı beyanlarına rağmen gene de gerçekten olup olmadığı hususunda oldukça kuşkulu olurlardı. Sonra, eldeki olay karakter olarak doğa üstü veya mucizevi idi. Bu kendi içinde de olayı birkaç sözde görgü tanığının beyanından fazla desteği gerektirir. Benzetme olarak, eğer Hindenburg Zeplininin patlayıp yanmasından sonra, sözün gelişi, ertesi gün mucizevi bir şekilde gözden kayboluşu izleseydi, o zaman tarihçiler böyle bir olayı (beyan edilmiş değil de gerçek bir olay olarak) tarih kitaplarına sokmadan önce, sadece bazı sözde görgü tanıklarının beyanlarından fazlasına gereksinim duyarlardı. Hatta sözde görgü tanıkları tüm içtenliklerini yalan makinesine girerek gösterseler dahi, tarihçileri bu da etkilemezdi. Olay hala bir çeşit kütlesel bir sanrı veya telkin gücünün sonucu (Portekiz’de 1917’de Fatima astronomik mucizesinde telkin edildiği gibi) olabilirdi.
Üçüncü olarak, İsa’nın diriliş mucizesini yazanlar ne tarihçi ne de beyanda bulunanlardı. Onlar sadece yeni dinlerine dönenleri kazanmak için – o zamanlarda Yahudilikten kalma bir kült - motive edilmişlerdi. Hatta “ben her şeyi başından beri araştırdım” diyen Luka bile yansız araştırıcı bir haberci değil de Hıristiyanlığa döndürücüdür. Bu da yazıların tarafsızlığı ve hassasiyeti üzerinde kuşku toplayan başka bir olgudur.
Dördüncüsü, sözde diriliş görüntüleri sadece İsa’nın müritlerine olmuştur, karşıtlarına değil. Eğer dirilişin tüm amacı Mt 12:38-40’da belirtildiği gibi Tanrının kutsal mesajın doğruluğunu dünyaya iletmek olsaydı, veya aziz Paul tarafından 1 Korintliler 15:12-19 de belirtildiği gibi en azından ahret gibi bir durum olduğu bilgisi olmuş olsaydı, o zaman olay çok kötü bir şekilde sahneye konmuş olurdu. Daha fazla insanın çarmıha gerilişe tanıklık etmiş ve İsa’nın gerçekten öldüğünü belirtmiş olması gerekirdi. Ve kuşkusuz birkaç müridinden çok daha fazlası ölümden geri dönüşün tanıklığını yapmış olmalıydı.
Beşinci olarak, İncil’deki diriliş açıklamaları uyumlu değildir ve bu da onların üzerine kuşku toplanmasına yol açıyor. Aşağıdaki konularda birbirleri ile çelişirler: İsa’nın mezarına kaç kadının gittiği; dışarısının hala karanlık olup olmadığı; Mecdelli Meryem’in mezar hakkında insanlarla konuşup konuşmadığı ve onlarla geriye dönüp dönmediği; bir mi yoksa iki mi melek olduğu; meleklerin mezarın içinde mi yoksa dışında mı olduğu, oraya kadınlardan ve havarilerden önce mi geldikleri, neye benzedikleri; mezarda muhafızların olup olmadığı; Petrus’un oraya yalnız gidip gitmediği; İsa’nın önce ona görünüp görünmediği (1 Korintliler 15:3-5), Mecdelli Meryem’e görünüp görünmediği, ona mezarda mı göründüğü ve Mecdelli Meryem’in yalnız olup olmadığı ve onu hemen tanıyıp tanımadığı, havarilere konuşulduktan sonra mıydı; Petrus mezara diğerleri ile konuşulduktan önce mi sonra mı gitmişti ve yalnız mıydı; İsa özellikle iki havarisine mi gözükmüştü, onlar İsa’yı hemen tanımışlar mıydı, bu ikisi konuşurken mi yoksa daha sonra mı diğerlerine gözükmüştü, havarilere bir kere mi yoksa üç kere mi gözükmüştü, ilk görünüşü Cilie’de miydi, onu hepsi hemen tanımışlar mıydı, hemen sonra mı göğe yükselmişti, Yeruşalem’den mi (Markos) Beytanya’dan mı (Luka) yoksa Zeytin Dağı’ndan mı (Elçilerin İşleri) göğe yükselmişti ve 12 havariye mi, 500’den fazlasına mı sonra da özel olarak Yakup’a mı (1 Korintliler 15:5-7) görünüp görünmediği…

Barnaba İncili i gerçeği

Barnaba İncili i gerçeği Barnabas İncili son peygamberin geleceğini ve allahın bir olduğunu bildirmekte ve teslisi yalanlamaktadır. bugünkü İncillerde ve ahd-i atikte de, bütün tahriflere rağmen, İsadan sonra bir peygamber geleceği yazılıdır.yuhanna İncilinin bu yazısı, 1886da İstanbulda boyacıyan agob matbaasında basılan kitab-ı mukaddesin türkçe tercümesinin s.885de, (o, gelince dünyayı günah, salah ve hüküm hususlarında ilzam edecektir) deniyor. buradaki "o" nun latince aslında, (paraclet) yazılıdır.
bu kelime, "teselli edici" demektir. papazlar her şeye rağmen, (benden sonra bir teselli edici gelecektir) ibaresini İncilden kaldıramadı. pavlosun yazdığı ve hıristiyanların kitab-ı mukaddesten kabul ettikleri mektublardan "korintoslulara 1.mektub"un, 13. babının 8. ayetinde, (peygamberler sona erecek, diller de kaybolacak [latince gibi], ilim iptal olacak [ortaçağ ilmi gibi], fakat, o kâmil gelince, yarım kalan ve kusurlu olan bilgiler ortadan kalkacaktır.) deniliyor.
Hıristiyan dünyasının taassub bulutlarıyla gölgelendiği kara günlerde, her gücün üstünde kabul edilen ruhban sınıfı, mukaddes kitap İncil’i tahrif etmek için adeta büyük bir yarış halindedirler.

Her önüne gelen yeni bir İncil yazmakta ve mukaddes kitap, şahsî fikirlere göre değişmektedir. Sayısı yüzleri bulan birbirinden farklı olan İndilere, her geçen gün bir yenisi katılır.

Fakat, yazarının adı ile zikredilen bu İndilerin sayısı o kadar çoğalır ki, tedbir almak kaçınılmaz hale gelir. Ve İznik’te toplanan bir heyetin uzun süren bir çalışması
sonucunda, o ana kadar yazılmış bulunan İncillerden dört tanesi hariç diğerleri yasaklanır.

Ancak bu yasaklanan İncillerden bir tanesi üzerinde özellikle durulur ve bunu okuyanların şiddetle cezalandırılacağı ilan edilir.

Papa 1. Celasyüs tarafından yasaklanan bu İncil Havarilerin en eski talebelerinden biri olan Barnaba’ya aittir ve diğer İncillerde bulunmayan bir özelliği sahip olduğu için yasaklar listesine alınmıştır.

Yasaklanan İnciller, büyük bir hızla toplatılır. Bir kısmı ise çok ağır cezalardan korkan halk tarafından imha edilir.

Ancak bu arada dindar bir papaz, herşeyi göze alarak Barnaba İncillerinden bir tanesini kaçırmaya muvaffak olur. Bu İncil daha sonra Viyana’daki imparatorluk kütüphanesine
ulaştırılarak İngilizceye çevrilir.

Fakat kilise, Barnaba İncilinin izini tekrar bulmuştur. Bir hafta içinde bu İncilin bütün nüshaları, imha edilmek üzere toplanır. Ancak kilisenin bütün gayretleri boşa gidecektir.
Çünkü İnciller imha edilirken 2 tanesi tekrar kaçırılır. Bunlardan biri Britanya Müzesi’ne,diğeri Amerikan Kongresi kütüphanesine götürülür.

İnciller gönderildikleri yerlerde her nedense askerî sır gibi büyük bir titizlikle saklanarak halka kapalı tutulur.

Bu sırrın ortaya çıkarılması ise, bir Müslüman generale nasip olacaktır. Amerika Birleşik Devletleri’nde askerî ateşe olarak görev yapan Pakistanlı general Abdurrahim, bu İncil’in mikrofilmlerini gizlice çekerek, Pakistan’a kaçırmaya muvaffak olur.

Mikrofilmler daha sonra Pakistan’daki Begüm Aisha Bawany Vakfı (173) tarafından kitap haline getirilerek İslâm dünyasına kazandırılır.
Mikrofilmler banyo edilince, Barnaba İncili’nin geçirmiş olduğu bu büyük maceranın hikmeti anlaşılır.
Çünkü bu İncil, Peygamber (a.s.m) Efendimizin geleceğini çok öncesinden müjdelemekte ve kainatın onun için yaratıldığını mübarek ismiyle ilan etmektedir.

Batı dünyasının Asr-ı Saadet münafıklarına has olan bir inat ve gayretle bu İncil’i yok etmeye çalışması, gerçekten de son derece ibret vericidir.

Barnaba İncil’i tahrip edilmiş olmasına rağmen, hakikatlerin bir kısmını muhafaza etmektedir.

Yazımızın bundan sonraki bölümlerini, Barnaba İncilinden aynen alınan paragraflarla sürdürüyor ve Peygamber (a.s) Efendimizin hakkaniyetini, bir de bu eserden dinliyoruz.
Eserin 44. sayfasında Hz. İsa (a.s) kendisinden sonra gelecek olan peygamberi, havarilerine şöyle tarif etmektedir:
“Size söylüyorum, Allah’ın Resulü bütün mahlukata rahmettir. O, anlayışlı ve tesellici,hikmetli ve kudretli, Allah aşkı ve korkusuyla dolu dakik ve yumuşak ruhludur.Rahmet ve yardımseverlik ruhu ile, adalet ve acıma hissi ile,nezaket ve sabır ruhu ile hareket eder.
Cenab-ı Hak, bütün yaratıklarına verdiğinin üç katını ona vermiştir. O, bu dünyada geldiğinde saadet devridir. Buna inanınız. Bütün peygamberlerin, Allah’ın onlara verdiği
nübüvvet gözü ile gördüğü gibi, ben de onu gördüm. Onu görünce ruhum teselli ile doldu.

“Ey Muhammed, Allah seninle beraber olsun ve beni senin ayakkabının bağı olmak şerefi,ile şereflendirsin. Eğer ben bu muradıma erersem, Allah’ın mübarek bir kulu ve büyük bir peygamberi olacağım. Ve Hz. İsa (a.s) bunu söyledikten sonra Allah’a şükretti.”

Hz. Peygamber çok önceleri ona “Ey Muhammed” diye hitap ederek peygamberliğini tasdik
ile haber veren Hz. İsa (a.s) ve Barnaba İncil’i O’nu en büyük peygamber olduğunun inkar
edilmez bir delilidir.

Yine aynı eserde Hz. İsa (a.s) bir kadının “Beklenen mesih sen değil misin?” sorusuna şu cevabı vermektedir. ”Ben yalnız İsrail oğullarına gönderilmiş bir kurtarıcı bir
peygamberim. Lakin benden sonra Allah tarafından bütün aleme Muhammed âdında bir resul gönderilecektir. Allah, bu kainatı, onun için yaratmıştır” (274) demiştir.

Yine Barnaba İncil’inde Hz. İsa (a.s): “Ben bütün yeryüzündeki kabilelerin beklediği mesih değilim” (275) demektedir.

Yine Hz. İsa (a.s), Peygamber (s.a.v) Efendimizin bizzat mübarek ismini söyleyerek “Hz. Muhammed (s.a.v) Arap yarımadasında zuhur edecek. Putları ve putlara tapanları te’dip edecektir” (276) demektedir.

“Ey mualim, dünyaya geleceğinden bahsettiğiniz o zat kimdir?” sualine Hz. İsa (a.s): “O,Muhammed Resululllahtır” (277) cevabını vermiştir.

“Bununla beraber ben size kati olarak söylüyorum. Benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü, gitmezsem tesellici size gelmez.” (278)

Tahrif edilmiş, yani kasıtlı olarak değiştirilmiş olan İncillerden alınan yukarıdaki ifadeler, bu mukaddes kitabın tahrif edilmeden önce Peygamber (s.a.v) Efendimize ait delillerle dolu olduğunu isbat etmektedir. Evet,Peygamberimizin (s.a.v) hakkaniyetine bazan ay,
bazen güneş şehadet etmiş, bazen ise taşlar ve ağaçlar delil olmuştur. Elbette Kur’an’ın haricindeki mukaddes kitaplar da o Zattan (s.a.v) bahsedecek ve bu gerçeği göstermek
istemeyen münafıklar, ne kadar tahrif ederlerse etsinler, o muhteşem hakikatleri gizleyemeyeceklerdir. (279)

* Barnaba İncil’inde ne Hz. İsa (a.s)’in ilahlığından söz edilmekte, ne de onun çarmıha gerildiğinden bahsedilmektedir.

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...