3 Eylül 2012 Pazartesi

Hristiyanlığın bozulması ve Luciferianizm

Her bölümde dile getirdiğim gibi bu bölümde de söylemek istiyorum. Bu satanist dediğimiz insanlar toplumun zihnindeki "SATANİST KİŞİLER" kavramından çok daha farklı... Şeytana bakış açıları da çok farklı... Bu konuda adamların bazı sırlar bildiğini de düşünüyorum... Ama şeytanın peşinden koşmalarının en büyük sebebi para, güç ve sonsuzluk inancı... Bu adamlar Lucifer'in yani şeytanın, Tanrı tarafından yanlış anlaşıldığına ve bu yüzden cennetten kovulduğuna inanıyorlar.

Şeytan bu kişiler için çok güzel bir varlık, nitekim Lucifer, "ışık getiren" (aydınlanma) manasına gelmektedir. Tıpkı Tevrat'taki Nuru Ziya gibi... (aydınlanma)Ya da Mısır'daki Horus gibi... Mısır'da Horus en büyük Tanrı'dır ve güneş (aydınlanma) ile birlikte anılır. Horus'un güneşi ise hiyerogliflerde yılan ile birlikte tasvir edilir. Herkesin bildiği gibi yılan sembolü sonsuzluk ve şeytanın sembolüdür...

Satanizm diyince insanların aklına çok saçma şeyler geliyor. Gerçek satanizm bildiğinizden çok ama çok daha farklı... Bu konuda size şu yazıyı okumanızı öneriyorum: Gerçek Satanizm(tıkla) Ne önermesi aq kibar olmaya gerek yok, okuyun lan işte :))) Okumıcam diyen götlerin sesini şimdiden duyuyorum...Göt herifler sizi... Vaktinizden 7-8 dakika ayırsanız ve okusanız ölür müsünüz? Amına koduklarım sizi... Porno sitesi versem anında damlardınız ama, demi lan? Olum bak bu zihniyetle ve bu sapkınlıkla ülkenin ağzına sıçtınız... Çok mu şey istiyorum la sizden? Atatürk'ün ölünceye kadar hiç durmadan öğütlediği gibi, OKUYUN... Kur'an'ın  ilk inen ayetinde emrettiği gibi, OKUYUN... Tek istediğim sadece Okumanız...

Ya da dur dur... Okuma lan... Valla bak... Çok ciddiyim... Okuma amina koyyim okuma... Demeyle okuyacaksan hiç okuma...

Sinirler tavan yaptı gene, neyse zaten içtenlikle beni takip eden ve okuyan 8-9 kişi anca var onlar için yazmaya devam ediyorum...

Şimdi gangiler, şeytan kavramı bu insanlar için çok değişik dedik. Hatta şeytana bu insanlar Nuru Ziya ve Lucifer diyorlar. Peki bu kültür onlara nereden geldi? Yani bu adamlar şeytanı niye ışık taşıyan, aydınlığa ulaştıran güzel bir varlık olarak görüyor?

Cevabı basit... Kabala... Evet, Eski Mısır öğretilerini içinde bulunduran Kabala'da bir sürü Tanrı vardır, doğanın efendisi ve bilimin Tanrısı ise Şeytandır. Kabala'da insanları bilime ve aydınlığa ulaştıran, güzel varlık şeytandır...Bu inanç önce Yahudilik'de sonra da Hristiyanlık'ta belirmiştir. Bu yüzden bu dinlerin Allah katında bir geçerliliği kalmamıştır. Bunu Kur'an'da söyler:
"Allah katında (gerçek) din, İslâm’dır." (Al-i İmran, 3/19) 

Şeytan dumansız ateşten yaratılmıştır bir cindir... Ve insan yaratılıncaya kadar Allah'a en çok ibadet eden bir varlıktır... Hatta bu yüzden Allah onu tüm meleklerin başı yapmıştır... Yani şeytan bir dönem için neredeyse Allah'tan sonra evrenin sahibidir. (Kabala şeytan için, evrenin sahibi ve ışığın taşıyıcısı derken bunu kastediyor olabilir...) Ancak şeytan- ateşten yaratıldığı için, topraktan yaratılan insanın üstünlüğünü kabul etmemiştir... Şeytan mantık olarak topraktan yaratılan insanlara göre üstün bir varlıktır. Ancak Allah insanı üstün tutunca, şeytan bunu kabul etmemiş ve Allah'a isyan etmiş cennetten kovulmuştur ve kıyamet sonrası da cehenneme hapsedilecektir.

Hatta şeytanın rakamı olduğuna inanılan 666 sayısı bu yüzden ateşle birlikte anılır. Şeytan ateşten yaratılmıştır ve cehenneme hapsedilecektir... 666 sayısı artık Luciferianizm'de (Satanizm) bir ritüel(ayin) haline gelmiştir.
Ateşin sizin bildiğiniz rengi ne? Kırmızı... Şeytan ateşten yaratılmıştı... Ateşinde parlak olma gibi bir özelliği zaten vardır. Şehvet de ateştir. Eğer harareti yüksekse ateşin rengi sarı değil parlak beyazdır. Yani çok yüksek sıcaklıkta ateş beyaz renk alır ki bu yüzden Güneş'ten daha sıcak yıldızlar beyaz renktedirler. Ateşin beyaz olması demek bilimsel olarak Güneşi, güneşten daha sıcak bir yerde yakmak demektir. Ancak o zaman beyaz bir renk elde edersiniz. "Hassssktir lan nasıl olcak o?" dedin de mi? Boş ver nasıl olacağını. Şunu bil yeter: eğer beyaz ışına(ateşe) bir madde atarsanız, duman çıkmadan yok olur o madde. Yani dumansız ateş demek beyaz ateş(ışın) demektir. Kur'an'ın dediği şey bu bence. Şeytanın dumansız ateşten yaratılması olayı bana bunu hatırlattı. 

Kabala'da şeytan çok güzel varlıktı. Lucifer'in manası "ışık getiren" di... Şeytanın ateşten yaratıldığını da biliyorsunuz ... Ateş çok yüksek ısıda neye benziyordu? Beyaz bir ışına... Heeee tamam o zaman gel şimdi.

Kabala hakkında bilgi edinmek isteyen şunu okusun "Yahudiliği Bozan bir Kitap Kabala (tıkla)"... Newton dahil bir çok bilim adamı Kabala ile haşır neşir olmuştur. Newton'un hayatı da Kabala'nın sırlarını çözmekle geçmiştir... 

Newton klasik (eposta yoluyla düzeltme xd xd) fiziğin kurucusu ve şu ışığın kırılmasını bulan ilk kişi... Hatırlayın şimdi ışığın kırılmasında beyaz bir ışık(lucifer=ışık getiren) üçgen prizmaya çarpar ve renkler oluşur (illuminate=aydınlanma) ... Kabala'da şeytana atfedilen "aydınlanma" ritüelidir bu... 

Bunu bize bilim olarak öğretmelerine asla karşı değilim, ancak bunu ders kitaplarında "Newton'un canı sıkıldı ışığı üçgen prizmaya yansıttı, böylece ışığın kırılmasını buldu" olarak öğretmelerine karşıyım... Hiç bir şeyi tarafsız öğrenemiyoruz... Birilerinin işine gelmiyor...

Çok mu saçma geldi? O zaman sandalyeyi ters çevirip otur... "La olum amına koyyim illuminati diye götünü yırtcan" diyenlere bir şey söylemiyorum... Durduk yere bir olay olunca yarım yamalak ağzıyla "ilminati yaptı" diyerek dalga geçen ben değilim... İlminati diye götünü yırtan yine ben değilim. Sizsiniz... 

Herşeyi dalgaya alarak kendisinin zeki olduğunu kanıtlamaya çalışan da ben değilim... 

Olum bunların hepsi gerçek... Ben Newton kafirdir,  her yerde illuminati var, bilim öğrenmeyelim demiyorum ki... Bilim öğrenelim ancak bize öğretilenin nereden geldiğini de öğrenelim, her şeyi bize anlattıkları gibi kabullenmeyelim... 

Bu illuminati dediğimiz akımı kim adam akıllı biliyo ki? Sizin illuminati diyince aklınıza gelen tek şey sadece Lady Gaganın götündeki piramit ve göz... Ulan şuna bak... Ne hale geldi toplum...

Atatürkçüyüz demi? İlericiyiz?... Heee tamam... Ok bay si yu leytır...

Neyse devam edelim. Şeytanın diğer adı İncil'de Lucifer diye geçer ve Luciferianizm, Satanizmin bir başka adıdır... Bu satanist dediğimiz, şeytanın güzelliğine inanan insanlar Luciferin yani Şeytanın, Tanrı tarafından yanlış anlaşıldığını bu yüzden cennetten kovulduğunu düşünüyorlar... Altta videoya bir göz atın: Ve Tamamını izleyin...

Bir önceki bölümde de anlattım ancak sizi bu sefer oraya yönlendirmeyeceğim. Burada bir kez daha anlatayım aynı konuyu... Kopyala Yapıştır yani :D:D:D

Bu videodaki adam Roger Morneau, kendisinin bir ruh çağırma seansına katıldığını anlatıyor... Bu emmi Evangelist bir kişi... Aynı zamanda satanist de... Evangelizm Hristiyanlığın bir mezhebidir. Yani bu adam hem Hristiyan, hem de satanist... "Bu nasıl iş la?" diyorsun değil mi? "Hem Hristiyan hem satanist nasıl olabilir, birinde Allah'a tapmak şart diğerinde şeytana?" diyorsun... O zaman gel şimdi...

Öhööm öhömmm... Burayı iyi dinle bak yavru kuş... Sonra yazının ortalarına geldiğimizde "BEN NERDEYİM LAN? BURASI NERESİ OLUM, ÇIKARIN BENİ" triplerine girme... Şimdi anlattıklarımı kavramazsan, ilerleyen kısımlarda beyin şase yapar. Siksen düzeltemezsin... Nerede olduğunu şaşırır sonra mal gibi yazının başına bir daha geri dönersin... Yani kısaca, üzüm üzüme baka baka kararır... 

Bu adam Fransız bir ailede doğuyor ve ailenin kökeni Hebron bölgesindeki Yahuda kavmine yani Kudüs'e dayanıyor... Kısacası bu adam Yahudi ... Daha doğrusu melezleşmiş bir Yahudi... Videoda anlattığı gibi kendisi, Luciferin güzel bir varlık olduğuna inanan satanistlerden... 

Kendisi bir kiliseye üye... Kilisenin adı: Seventh Day Adventist Church... Kiliseye evangelist dediğimiz kişiler gidiyor... 

Evangelizm Resmi verilerde Hristiyanlığın bir mezhebi olarak geçer. Ortodoksluk, Protestanlık, Katoliklik gibi...Yahudi ve Hristiyan inançlarının ikisini birden birleştiren bir inanç sistemidir... İkisinin ortak yanlarını ele alan bir sistem... Bu inanç biraz irdelenirse, özünde, videoda bahsettiği gibi Luciferin yattığını görürsünüz... Yani resmi olarak millete Hristiyanlık mezhebi olarak tanıtılan evangelizmin asıl ele aldığı varlık şeytandır... O kiliseye giden sıradan insanlar ve halk "İsa'nın yücü ruhu adına, Tanrı bizi korusun" demek için gidiyor. Yani yaşlı teyze ve amcaların hiç bir boktan haberleri yok... 

Evangelizmin özünde Roger Morneau'nun da bahsettiği gibi Lucifer inancı yatar... Yani satanizm... Nitekim BUSH ailesinin tüm üyeleri Evangelisttir... Hatta Skull and Bones adlı satanist cemiyete resmi olarak üye olan George W. BUSH bile Evangelisttir...

Skull and Bones tarikatı vikipedi dahil her yerden geçmişini okuyabileceğiniz, am kafalılarla dolu bir tarikat... Kendilerini hayatın karanlık ilimlerine atamış insan sürüsü… Şeytana taptıkları oldukça aşikar, üstelik bunu kendileri de zaten ritüelleriyle de belli ediyorlar. Buyrun vikipediye bir göz atın, bakalım ne kadar saçmalamış viki... http://asiye-utku.blogspot.com/2012/09/skull-and-bones.html

Hatırlatmakta fayda var. George W. BUSH vikipedi de yazdığı gibi resmi olarak Skull and Bones (kuru kafa ve kemikler) adlı satanist cemiyete üye... Yani bir satanist... 
Peki satanist olan yani Luciferin peşinden koşan biri, özünde Allah inancının yattığı Hristiyanlığın bir mezhebi olan, Evangelist olabilir mi? Birinde Allah'a tapmak var diğerinde Lucifer'e, yani şeytana... Nasıl iş olum bu??
BİR NİSAANNNNNNNN.... Hhahahhaha... Şaka olum bunlar şaka... Valla bak hepsi binlerce yıldır insanlığa yapılan şaka... Hem de göz göre göre, insanlığın masumiyetiyle oynanarak yapılan şaka.
Hristiyanlığın özünde Tanrı falan yatmıyor... Resmen satanizm yatıyor...
Teslis inancı Hristiyanlıkta sizin haç çıkarma diye bildiğiniz bir imge... Hristiyanlar, Teslis inancındaki Baba-oğul-kutsal ruh(ruhul kudüs) üçlemesiyle Hz. İsa'nın yüceliğine, Tanrı'nın oğlu olduğuna ve Tanrı'nın bedene bürünmüş hali olduğuna inanırlar. Bu tamamen bir sapkınlıktır, Hz. İsa'ya Tanrı demenin bir başka yoludur. 
Mesela dua ettiklerinde Hz. İsa ve Ruhul-Kudüs'ün adını anarlar, ancak Allah'ın adını anmazlar. Ulan aslında tüm Hristiyanlar bunu yaparken kendilerine sadece bir soru sorsa hakikatin farkına varacaklar. Hadi dua ettin, tamam, eyvallah... Peki dua ettikten sonra biz ne deriz? Allah'ım kabul eyle falan filan işte... Ancak bu adamlar Allah'ın adını anmıyorlar... Hz. İsa'ya dua ediyorlar... Ulan Hz. İsa Tanrı mı da ona dua ediyorsun bre gafil, melun, patlıcan sarması seniii... Bre zındık bunda bir ibnelik yok mu? 
Hadi hepsini geç, şu günah çıkarma ne iş lan? Hani Katoliklerdeki... Böyle iş mi olur... Akşam 2 kıza çak baba, sabahlara kadar alkolünü de al... iç iç iç iç iç iç... Yarasınn... iç iç iç... Ne içtik be amına koyyim, Sabah da kiliseye günah çıkarmaya gidelim. Oooohhhh gelsin karılar gitsin günahlar... Allah'a böyle mi inanılır lan? 
Bak şimdi niye birileri, tüm Hrisityan alemini Allah'a değil de Hz. İsa'ya dua ettiriyor, neden Hz. İsa'yı Tanrılaştırmışlar, neden Hz. İsa Tanrı gibi görülüyor, Hristiyanlık ne zaman ve nasıl bozulmuş anlatayım size...
Hristiyanlık doğduktan sonra yüzlerce Kutsal Kitap yazılmıştı. Yani orjinal İNCİL'in nerede ve kimde olduğu bilinmiyordu. Bu bir yana Orta doğu ve Anadolu'daki Hristiyanların sayısı da gitgide artıyordu... Hristiyanlık o dönem için Pagan bir İmparatorluk olan ROMA devletine de sıçramış, halk İsa adında birinin mucizelerini konuşuyordu. 
Yılar sonra Hristiyanlık ROMA devletinde bir tehdit haline geldi. Çünkü İmparator Bir Pagan dinine, halk ise İsa diye birinin getirdiği dine inanıyordu. Milattan sonra 325'te, yani Hz. İsa doğduktan 325 yıl sonra bugünkü İstanbul şehrini fetheden ve ona adını veren imparator Constantin, İznik'te bir konsül topladı. Konsülün toplanma amacı devleti ayakta tutmak için ortak bir inancı halka aşılamaktı. Nitekim bu konsülde yüzlerce İncil masaya yatırılmış, incelenmiş, elenmiş ve eklemeler yapılarak aralarından sadece 4 tanesi kabul edilmiştir... Diğer İncillere uyanların dinden çıkarılacağı belirtilmiştir... 
İznik konsülüne kadar İsa ne Tanrı ne de Tanrı'nın oğluydu... Normal bir peygamberdi... Konsülü düzenleyen Constantin, Hristiyanlık'taki İsa inancını değiştirmiş, ve İsa üzerinden Hristiyanlığın temel ilkeleri belirlemiştir... (dikkatinizi çekerim, Allah'a göre değil, İsa'ya göre) Bu sayede Konstantin kendi Pagan inancını da Hz. İsa'yı kullanarak halka aktarmış ve devleti uzun yıllar ayakta tutmuştu... 
Hristiyanlıktaki tüm imgeler pagan kültürü ve pagan inancına göre değiştirilmiştir. Hz. İsa Eski Mısır inancına ve Roma Paganlığına göre putlaştırılmıştır.
Horus çoğunuzun bildiği gibi Mısır'da Güneş Tanrısıdır... Horus'u doğuran Tanrıça İsistir. Horus İsis'in kucağında bir bebek olarak Tasvir edilir. (bu arada kafalarındaki Yılana(şeytan) dikkat)
Peki tek Tanrılı dinlerde annesi ile birlikte anılan, heykelleri resimleri yapılan, büyük uğraşlar sonucu İznik konsülünde putlaştırılan TEK peygamber kim? Hz. İsa... İsa, Meryemin kucağında olarak tasvir edilir. 
İznik konsülünde Pagan İmparator Constantin'in başkanlığında paskalya ve Noel dahil bir çok dini günler ve bayramlar belirlenmiştir... Hz. İsa'nın doğduğu günü  yani Noel'i 25 Aralık olarak kararlaştırmışlardır... Çoğu araştırmacıya göre Noel yaz aylarındadır. Nitekim Meryem Suresinde de bu konu hakkında biraz bilgi var...
Meryem Suresi Ayetler
23. Nihayet doğum sancısı onu, bir hurma ağacının kütüğüne götürdü. "Ah dedi, keşke daha önce ölseydim, keşke unutulup gitseydim."

24. Altından ona şöyle seslendi: "Tasalanma, Rabbin senin alt yanında bir su arkı vücuda getirdi."

25. "hurma ağacının kütüğünü kendine doğru salla, üzerine olgun, taze hurma dökülecektir."


Doğum yapmak üzere olan Hz. Meryem'i anlatan ayetlerde hurma ağacından olgun taze hurmaların dökülüyor olması dikkat çekicidir ve Hz. İsa'nın doğum gününün 25 aralık olamayacağını ortaya koymaktadır. Ortadoğu'da eylül-ekim aylarında hurmalar ağaçtan düşecek kadar olgunlaşır. Yani İsa'nın 25 Aralıkta doğması imkansız... Peki neden bu böyle belirlendi? Neden 25 Aralık???? 

Pagan(Putperest) dini olarak geçen Mısır inancında, Horus Güneşi yani aydınlığı ve Güneşin doğuşunu (yükselişi) temsil eder, artık bunu herkes ezberledi... 


Dünyada en uzun gece 21 Aralık’ta yaşanır . Bu tarihten itibaren güneş tam 3 gün daha ufuk çizgisinde kalır ve ilk defa 25 Aralık’ta yükselmeye başlar. Gündüz geceyi yener ve 25 Aralık'tan sonra gündüz (aydınlık) dünyaya hakim olmaya başlar. Yani 25 Aralık Horus'a atanmış bir gündür... Aynı zamanda 25 Aralık, Kur'an ne kadar inkar etse de, Hristiyanlarca Noel yani Hz. İsa'nın doğduğu gün olarak kutlanmaktadır...

Horus'un güneşi... Horus'un aydınlığı... 

Tıpkı Horus gibi Güneşin yükselişiyle ve Aydınlanmayla anılan tek peygamber kim? Hz. İsa... Hristiyanlık inancındaki Hz. İsa... Constantinin ve sonrakilerin göz göre göre putlaştırdığı Hz. İsa...


Hz. İsa, Pagan inançlarına göre tamamen putlaştırılmış bir peygamberdir. Kur'an gelecekte bu çelişkilerin doğacağını bilircesine ayetler içeriyor... Örneğin Meryem suresi, bilim adamlarının da söylediği gibi Hz. İsa'nın 25 Aralıkta doğmadığını söylüyor.

Hristiyanlar ne gün kiliseye giderler peki? Pazar günü... Yani Sunday SUN=GÜNEŞ... SUNDAY...

Hristiyanlık'ta Teslis (üçleme) inancının olduğunu söylemiştik... Bu inanca göre (baba-oğul-kutsal ruh=teslis) Hz. İsa'ya Tanrı'nın oğlu veya Tanrı'nın kendisi denmekte... Peki bu nereden geliyor? Hemen açıklayayım... Mısır inancında da Teslis yani üçleme vardır... HORUS-OSİRİS-İSİS... Üçü de yüce varlık olan Güneş'i yani Mısır Tanrısı'nı (şeytanı) temsil eder...
Dosya:Egypte louvre 066.jpg
İznik konsülünü düzenleyen Pagan İmparator Constantin Hristiyanlığı kendi inançları doğrultusunda değiştirmiştir...
Aynı zamanda Hristiyanlığın Kur'an'la çeliştiği bir nokta daha vardır ki bu Dan Brown'un Kutsal Kase masallarını yazmasına sebep olmuştur. O da şudur: Hristiyanlıkta Hz. İsa'nın çarmıha gerilerek öldürüldüğüne, gömüldüğüne ve yeniden dirildiğine inanılır. (Bkz. Paskalya bayramı) Çarmıha gerilme ve yeniden dirilme Hristiyanlıkta çok kutsal ve önemli bir yere sahip...

Halbuki Kur'an bunu kesinlikle ama kesinlikle reddeder...

Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiç bir bilgileri yoktur. Onu kesinlikleöldürmediler. Hayır; Allah onu kendine yükseltti..." (Nisa suresi 157-158. Ayet) 

Hristiyanlıkta çarmıha gerilme olayının yaşandığı yani İsa'nın çarmıha gerildiği, öldürüldüğü ve daha sonra dirildiği kabul edilir. İslam ise bunu kesinlikle reddeder.

"Allah Onu kendine yükseltti" ve onun yerine başkası çarmıha gerildi der... İsa'nın çarmıha gerilmesi ve dirilmesi 4 İncil'de de geçer ve Hristiyanlar için bu yeniden dirilmesi çok kutsaldır...
Hz. İsa Kur'an'da yazdığı gibi öldürülmemiş ve dirilmemiştir...

Peki bu İncilleri hazırlatanlar o dönem neden böyle bir şey yaptılar? Çünkü inançları Pagan(putperest) dinleriydi... Mısır'da Güneşin ve aydınlanmanın Tanrısı olan Horus ölmüş ve yeniden dirilmiştir. Bundan da önemlisi yine o dönemin en büyük Pagan Tanrılarından, şarap Tanrısı Dionysos da mitolojide öldürülür, gömülür ve yeniden dirilir. Hatta Romalı paganlar bu Dionysos'un ölüp, yeniden dirilmesini bir ritüel haline getirmişlerdir... Kısacası İncil yazarları da bu dirilme olaylarını yani kendi inançlarını Hz. İsa'ya ve Hristiyanlığa uyarladılar...

Yahudiliğin ve Tevrat'ın nasıl bozulduğunu anlatmıştık. İncil de sikimperest insanların saçmalıklarıyla yazılmış, insanlığa yapılmış büyük bir şakadır... Yani sizin anlayacağınız Kur'an'ın da dediği gibi Tek doğru din İslam ve tek doğru kitap Kur'an'dır...

"Allah katında (gerçek) din, İslâm’dır." (Al-i İmran, 3/19) 

Bir başka örnek verecek olursak  Hz. İsa'nın suyu şaraba dönüştürme saçmalığı vardır... Kur'an'da bu konu hakkında hiç bir ayet yok ki zaten Allah'ın yolladığı kitapların ana hedefi insanlara erdemi hatırlatmak ve iyi ahlaki öğretmektir... Yani Hristiyanlık'taki gibi sadece bir peygamber üzerinde durup onu putlaştırmaz...

Hz. İsa Yuhanna İncilin'de anlatıldığı üzere bir düğünde suyu şaraba çevirmiştir. Ve oranın halkına, ahalisine bu şarabı sunmuştur... (Yuhanna 2: 7.-8.-9. cümleler) Gelin size bir şey daha söyliyim... Hani şu pagan şarap Tanrısı vardı ya, ölüp dirilen ve Hz. İsa'nın benzetildiği Dionysos... Onun da hikayeleri var biliyor musun? Aynı Tanrı, ölüp dirildiği gibi suyu şaraba çevirmiştir...

"Allaa Allaaa şu işe bak... Nasıl olur yaafff??? Adamlar İsa ile Dionysos'u aynen benzetmişler hatta birbirinin aynısı" diyorsun de mi? Aferin sana o zaman, sende bir beyin olduğunu kanıtlamış oldun... İznik Konsulünde kabul edilen İncilleri yazanlar resmen Pagan inançlarını Hz. İsa ve İncil'e aktarmışlardır...

Ve artık Hz. İsa'nın putlaştırılması hakkında son darbeyi koyuyorum... Hz. İsa'nın Yuhanna İncil'inde şu sözleri yer almakta:

"İsa onlara şöyle dedi: «Size doğrusunu söyleyeyim, İnsanoğlu’nun bedenini yiyip kanını içmedikçe, sizde yaşam olmaz." (Yuhanna 6:53 )
"Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim. (Yuhanna 6:54 )  
"Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir." (Yuhanna 6:55 )
"Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda.” (Yuhanna  6:56 ) 

Yuhanna İncilinde geçen bu cümleler Hz. İsa'nın son akşam yemeğini anlatır. Hristiyan inancına göre Hz. İsa ölmeden bir önceki gece, yemek vermiştir ve insanlara Kutsal Kase'den şarap sunmuştur... Hatta bu olay o kadar meşhurdur ki Da Vincinin "son akşam yemeği" adlı tablosu bile vardır...
İşte komplo teorileri burada başlar... Dan Brown'un ve "Kutsal kan Kutsal Kase" kitabının yazarlarının öne sürdüğü "İsa'nın varisi" teorileri bu tablo üzerine ortaya çıkarılmıştır... 
 Hatta bu olaydan sonra yani Yuhanna İncilinde geçen, İsa'nın "bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir, bedenimi yiyip, kanımı içen, bende yaşar, ben de onla" sözlerinden sonra Hristiyanlar'da bir gelenek başlamıştır... Bu gelenek bir ritüeldir(ayin)... Bu ritüel özellikle katolik ve ortodokslarda sıkça yapılır. 
Ritüelde ekmek bölünür, İsa'nın eti ya da bedeni temsil edilerek yenir... Kırmızı şarabın ise gerçekten İsa'nın kanına dönüştüğüne inanılır ve  İsa'nın kanı diye içilir... Bu olay insanlarca ŞARAP-EKMEK diye bilinir... 
Hristiyanlarda müthiş bir önem taşır... 
Bu konuda onlarca şarkılar-türküler yazılmıştır... Hatta Hristiyanlarca çok meşhur bir ilahi vardır "One bread one body (bir ekmek bir vücut)" diye...Alttaki videoda Hristiyan ahali toplanmış aynı ilahiyi, Hristiyanlık inancını yansıtan kıyafetlerle, ilahiler eşliğinde, söylüyorlar. (açılmayanlar için video linki: http://www.youtube.com/watch?v=8n2HQNfWHV0&feature=related), 
Ve hatta bak bir video daha vereyim bu videoda rahiplerin aynı şeyi yaptığını görecekseniz: videoyu alta koydum linkini isteyenler için: http://www.youtube.com/watch?v=OshpSD0z1ts Şarap içip, ekmek yiyorlar. 
Yani tüm bunları götümden uydurmuyorum, gerçekten var olan şeyler bunlar... Heeeeee peki nereden geliyor bu gelenek? İsa ölmeden önce herkese şarap dağıtmış olabilir mi lan? Allah'ın peygamberi olan İsa sizce bunu yapmış olabilir mi? Elbette hayır... Bu ritüel, yani şarap-ekmek ritüeli ve Yuhanna İncil'i, İznik konsülünde Pagan İmparator Constantin'in gözcülüğünde kabul edilmiştir... Gel bakam bu şarap-ekmek nereden geliyormuş bir göz atalım...
Romalılarda Dionysos şarap tanrısıydı ve neredeyse çok kutsal bir Tanrı idi... Dionysoscular sembolik olarak (hatta bazen bir hayvanı kurban ederek onun etini sembolleştirip) Dionysos'un etini yiyip kanını içiyorlardı... Bu sembolik ayin ile Dionysos'un ruhuyla birleştiklerine, ölümsüz olduklarına, arınıp yeniden doğduklarına inanıyorlardı... 

Resmen Yuhanna İncil'ini yazanlar Pagan kültürlerini Hz. İsa'ya uyarlamışlar ve o dönemin halkına Hristiyanlık diye kakalamışlardır...
En can alıcı noktayı sonlara saklıyorum... Şimdilik devam edelim...

Babil paganizminde çok büyük önemi olan Dagon adında bir balık Tanrısı (Babylon fish God) vardır. Dagon hakkında detaylı bir bilgim yok ama Sami kültüründe ve Babil'de çok önemli bir yere sahiptir... Babil kültüründe Dagon ile ilgili birçok sikimtrak heykel ve hiyeroglifler mevcut...

Babil'deki Dagon kültürüne ait tarihi eserler

Hatta bir zamanlar Babil'de Dagon rahipleri, Dagon'a minnettarlıklarını sunmak ve onun yeryüzündeki temsilcileri olduğunu göstermek için balık ağzına benzeyen bir taç takarlardı...
Dagon rahipleri

Peki bu Hristiyan dünyasının liderleri konumundaki Papalar ve kardinaller başlarına ne takar? Hiç dikkat ettiniz mi?
Size bir şeyi hatırlattı mı?

Tıpkı Dagon rahiplerinin taktığı taçları takıyorlar... Balık ağzı şeklinde olan Taçları...

Pagan İmparator Constantin hayatı boyunca pagan ritüelleriyle(ayin) yaşadı, bu ritüeller sayesinde savaşlar kazandı ve mensup bulunduğu dinin, yani Roma Pagan dininin doğru din olduğunu düşünüyordu. Ancak İmparatorluğunda Hz. İsa ve onun dini Hristiyanlık git gide yayılıyor, imparatorun Pagan olması ise halkı rahatsız ediyordu, yani ROMA devleti gidiciydi... İmparator Constantin İsa'dan sonra 325'te İznik konsülünde tüm dini görüşlerini, yani Pagan ritüellerini Hz. İsa'nın üzerinden Hristiyanlığa dahil etti ve ülkeyi yıkılmaktan kurtararak uzun yıllar ayakta tuttu...

Konsülde Matta, Markos, Luka, Yuhanna hariç bütün İnciller reddedildi... Gerçek Hristiyanlığı yansıtan İncillerin hepsi "YANLIŞ KİTAP" olarak değerlendirildi ve bu kitaplara uyanların kafir olacağı belirtildi... Bu yüzden Hristiyanlığın yeryüzünde geçerliliği kalmadı...

Yani özünde gerçekten Allah inancının bulunduğu ve Hz. İsa'yı Tanrı değil, bir peygamber olarak ele alan gerçek İncil'ler konsülde reddedildi ve bu kitaplara uyanların dinden çıkarılacağı belirtildi... Tüm bunlar neticesinde İmparator çok zeki bir adam, bunu kabul ediyorum... Ancak Hristiyanlığın yıllarca insanlığa oynanmış bir oyun olduğu da bir gerçek... Bu yüzden Hristiyanlık, Musevilik gibi bozulmuş ve Allah'ın bir dini olmaktan çıkmıştır... Nitekim Kur'an da tek doğru dinin İslam olduğunu vurguluyor...
"Allah katında (gerçek) din, İslâm’dır." (Al-i İmran, 3/19) 

Tanrı eğer yeryüzünde doğru bir din varsa yenisini niye yollasın... Bu olayı bir para gibi düşünün. Eski paraların değeri geçtiğinde, yeni paralar piyasaya sürülür. Ve artık eski paralar kullanılmaz, kabul edilmez, geçersizdirler... Bu din meselesi de aynen öyle... Tanrı'nın kutsal kitapları bozuldukça, dinler değiştirildikçe Tanrı insanlara yeni bir din yollamıştır.


İşte can alıcı noktaya geldik... George W. BUSH'un ve bir kaç Amerikan başkanının üyesi olduğu Skull and Bones adlı Satanist cemiyeti hatırlıyorsunuzdur umarım. En başta bahsettik bu dangalaklardan... Bu satanist cemiyetin sembolünü tekrar hatırlatayım size...

Bu sembol yıllarca filmlerde, müzik ve giysi Endüstrisinde insanlara kakalanmaya çalıştı. Filmlerde korsanların bayrağında, motorcu ceketlerinde, çizgi filmlerde, takı ve giysilerde kendi öğretilerini insanlara aşılamak ve bunu yaparken de paranızı sömürmek isteyen bu pislik herifler, kendilerinin Lucifer'ın ışığında, hayatın karanlık ilimlerini aydınlattıklarını düşünüyorlar... Heeee oldu, biz de yedik... 

Skull and Bones üyeleri çoğu kişinin kafatasını öldükten sonra toplar ve bu kafatasının bir gizem içerdiğine inanırlar. Bilim ise kafatasının, beynin bulunduğu yer olduğu için, insanın bütün genetik şifrelerini içerdiğini söylüyor. Belki bununla ilgili bir gizem olabilir... Masonlar için büyük bir öneme sahip Mimar Sinan'ın da kafatasının çalındığı söyleniyor. Skull and Bones üyeleri, normal insanlara göre biraz sapıtmış durumdalar, tabi eğer bildikleri bir sır yoksa...

Kiliseye bakacak olursak, Papalar, BUSH ailesi ile içli dışlıdır. Nitkekim başa getirilen tüm papaların mason olduğu söylenir. Bu ne kadar doğru bilinmez ancak Papaların, satanist BUSH ailesi ile samimiyeti oldukça yüksek...

Şimdi bu neden böyle? Yani Hristiyanlık lideri olan papa, satanist biri olan BUSH ile neden içli dışlı olsun? Beni bundan sonra iyi dinleyin, zira anlatacaklarıma dayanamayabilirsiniz... +31 lik konulara giriyorum haberiniz olsun, 31 yaşından küçükler okumasın...

Şimdi bak panpiş, bu anlatacaklarımın sana hiç biri televizyonlarda anlatılmaz. Ancak sen benden duyduktan sonra olaylar kafanda şekillenmeye başlayacak o yüzden iyi oku bu yazılanları... Papa, bir satanist olan BUSH ailesi ile neden içli dışlı görelim hep beraber...

Hristiyanlıkta yüzyıllardır bir gelenek vardır. Bu gelenek özellikle Katoliklerde aksatılmadan devam edilir... 


Geleneğe göre bazı Kardinaller, azizler ve diğer din adamları, dini kıyafetleri ve kutsal eşyalarıyla birlikte, öldükten sonra bir çeşit yöntemle mumyalanıp, yüzleri maskeleniyor ve belli müzelere defnedilip çürümeye bırakılıyor. Bunu bazen ölüyü cam fanusun içinde bırakarak, bazen de havayla temas edecek şekilde belli ortamlara bırakarak yapıyorlar... Yani ölen kişilerin çürümesini bekliyorlar... 

Bu gelenek yüzyıllardır var... Nitekim 1600'lü yıllarda ölen azize St. Rose, aynı yöntemle mumyalanmıştır... Geleneğe göre mumyanın yüzü özel bir maske ile kaplanıyor. Bu maske ölen kişinin yüz hatlarını tamamen örterek, onun yüzünün şeklini alıyor. Yıllar geçtikçe, insan derisi çürüyor, kafatası ortaya çıkıyor, ancak bu maske biraz yıpranmış olarak halâ ölen kişinin yüzünde kalıyor... Eğer maske uzun yıllar çürümemişse bu ölen kişinin şerefini ve günahını yansıtıyormuş... Yüzün çürümemesi ise onun iyi ve kutsal biri olduğunu gösteriyormuş...
Bu mumya, 1600'lü yıllarda ölmüş, St. Rose adında bir rahibeye ait... 400 yıl önce ölmüş olan bu mumyanın yüzü tamamen çürümüş halde... Yüzünün böyle hiç yıpranmamış gibi kalması maske sayesinde gerçekleşiyor... Yoksa gerçek yüzü çürümüş halde... Sadece kafatası ve kemikleri olduğu gibi duruyor.
Papa 16. Benedict azize St. Rose'yi ziyaret etmekte...
İşte tüm bu mumyalı bedenler zaman geçtikçe çürüyor ve geriye sadece azizin veya azizenin kemikleri ve kafatası kalıyor...
Bak mesala 1800'lü yıllarda ölen Aziz John Bosco diye bir rahip var... Bu adam 200 yıl önce ölüyor... Yüzü sanki hiç yıpranmamış gibi...

Hatta bu gelenekte Papalar ve din adamları, kendilerinden önceki ölenlerin mumyalanmış bedenini ziyarete giderler... Alttaki resimde afyonkeş rahibin biri, John Bosco'nun mumyasını gelenek gereği ziyaret ediyor...

Ve bu mumyalar çoğu godoman amcalar için ziyarete açıktır. Parayı basarsan sen de görebilirsin yani... Altta Don Bosco okulunun rektörü, okulun kurucusu aziz John Bosco'nun bedenini 2010 yılında 11 Eylül saldırılarını anarken ziyarete gidiyor... 

Azizin adını taşıyan okul 2010 yılında 11 Eylül-9 Ekim arası bu mumyayı Amerika turuna çıkardı ve mumya çoğu kişilerce ziyaret edildi... Mumya uçaklarla, gemilerle Amerika'nın neredeyse her eyaletine götürüldü ve halka tanıtıldı... 11 Eylül ve 9 Ekim arası... 9-11

11 Eylül'ün bir satanist ritüeli olduğunu bilmeyen kaldı mı? Sözde İslami terör örgütünün üzerine atılan bu olay tamamen satanist Yahudilerin tezgahıdır... Kabala'daki Sefirot şemasında 9-11 ritüelinin, Tanrı'yı yok sayma ve şeytana ulaşma ritüeli olduğunu açıklamıştım... (bkz: 11 Eylül ve Satanist Ritüeli
Sizce Aziz John Bosco adlı İbrani kökenli (Yahudi) adamın mumyasının, 2010'da, başbakanların sırasıyla YENİ DÜNYA DÜZENİNİ ilan ettikleri sırada, 11 Eylül ve 9 Ekim arasında, görücüye açılması bir tesadüf mü??? Bu adamlar sanmadığınız kadar piskopat...
Bazı mumyalar gerçekten yıllarca nasıl canlıymış gibi kalıyor ben de hayret ediyorum... Mesela 1463 yılında ölen İtalyalı bayan rahibe Catherine (Catherine of Bologna) 560 yıldır çürümeden duruyordu... Ve Papa dahil tüm Hristiyan alemi Tanrı'nın onun bedenini kutsadığını, bu yüzden çürümediğini söylüyorlardı... Katerin Vatikan için çok önemli bir unsur haline gelmişti... Hatta onun mumyasını Vatikan'da tahta otururken görmüş olanlarınız vardır... Bu adamlar tamamen pagan ve putperest öğretilerle yaşıyorlar...
Ne desem bilemedim ki? Ulan bizler ölünün bedenine yaklaşmaktan korkarız, adamlar onun ölüsünü soyuyor, giydiriyor, tahta oturtuyor, bakım yapıyor... Tamam ölüye değer verilir ancak bu kadar da değil mına koyyim... Bu ne lan???? Ritüelleri tamamen Paganlık ve Luciferianizm'den geliyor... Fotoğraflar feyk değil... İnanmayanlar şu koyu katoliklerin sitesini ziyaret etsin: http://curiousexpeditions.org/?p=57, hatta şuraya da bir göz atın http://www.catholic.org/saints/saint.php?saint_id=111 hatta buraya da bak da beyninin tatmin olmayan bir noktası kalmasın: http://www.marypages.com/CatherineofBologna.htm

Adamlar resmen ölünün bir gizeminin olduğuna inanıyorlar... Mumyayı tahta oturtmak ne lan? Neyin kafasında abi bunlar?

Zamanla bu mumyaların tamamen derisi çürüyor, geriye sadece kafatasları ve kemikleri kalıyor...
Gün gelince, deri tamamen çürüyünce, mumyalı maske çıkarılıp ölünün kalan kemikleri ve kafatası kilise tarafından muhafaza edilmek için alınıyor... Mesela altta Catherine of Bologna'nın (yani yukarıda tahtta oturan rahibenin) kafatası ve eli var...

İşte asıl gelenek burada başlıyor... Beden çürüdükten sonra ortaya çıkan kafatası ve kemikler (skull and bones) önce halka açık yerlerde gezdirilip, insanlara gösteriliyor sonra özel yerlerde, kiliselerde ve hatta Vatikan'da muhafaza ediliyor...
Kafatasının altın bir kafeste taşınmasının bir sebebi yok... Daha doğrusu ben bilmiyorum...
Abi bildiğin sokakta bir kafatası geçidi yapıyorlar lan... Kendilerinin Allah'a ibadet ettiğini sanan Hristiyan halk da bunu izliyor... Bilinçli ya da bilinçsiz olarak...
Romalı rahip ve kardinaller yalnız değiller... Bunu bilinçli olarak izleyen, altında neyin yattığını bilen, şeytana hizmet eden yüzlerce insan, Romalı Katolik rahiplere eşlik ediyor...
Bu kafatası Fransa'da bir kiliseye defnedildi... Altın bir kafesin içinde bekliyor... Yüzlerce insan sebebini bilmeden sadece Hristiyanlığın bir geleneği olduğu için bu kafatasına dua ediyorlar... Bir kafatasına dua mı edilir lan? Dua yalnızca Allah'a edilmez mi olum? 
Kafataslarının bir gizeminin olduğunu düşünerek onları muhafaza ediyorlar...
436kb jpg photograph of the skull of Saint Agnes of Rome, Saint Agnes in Agony Church, Piazza Navona, Rome, Italy; swiped with permission from the flickr account of Brother Lawrence Lew, OP
Sadece bununla yetindiklerini mi sandınız... Şimdi göstereceklerimi ilk kez görenler biraz şaşırabilirler...

Burası tamamen ölülerin kafatası ve kemikleriyle doldurulmuş bir Katolik mabedi
Burası Polonya'da bulunan bir Şapel... İçerisi tamamen kuru kafa ve kemiklerle donatılmış... Bu şapelin içinde yalnız 5 dakika kaldığını bir düşün... Sadece 5 dakika ve yalnız... Altına sıçacağına garanti veriyorum...
File:Poland - Czermna - Chapel of Skulls - interior 06.jpg
Seni bıraksalar donuna sıçarsın ama adamlar burada ibadetlerini yapıyorlar... Ulan burada Allah'a nasıl ibadet edebilir lan bir insan? Abi o mahzene girdiğini bir düşünsene... Allah'a(God) ve İsa'ya(Jesus-God's son) dua etmek için bu kadar kuru kafa ve kemiğe ne gerek var bre beyninin her bir kıvrımına döl akıttığımın papazları siziiiiii...

Image of Kaplica Czaszek: The Chapel of Skulls located in Czermna, Poland
Abi burada Tanrı'ya ibadet etmek imkansız... Öyleyse nasıl bir varlığa ibadet edilir sence? Şeytan olmasın sakın... "Yok yeeeaaaaa ne alakası var ehöhühöö"
Heeeee tamam bak ne alakası var gösteriyim şimdi sana... 
Gel bak şimdi adı  "Czermna Skull Şapel" diye geçen, içerisi tamamen kuru kafa ve kemiklerle doldurulan şapelin dışına bir bakalım...
"Ne var orda la piramit ve göz mü??? Yok yaaaa ne gözü ne piramidi? Lady Gaga'nın götü değil ki orası... Piramit ne arar la kilisede???"

Bak şimdi burası da "Santa Maria della Concezione dei Cappuccini"... Böyle isim mi olur amk... Neyse, burası 1626'da Papa VIII. Urban tarafından yaptırılan bir kilisenin altında yer almakta... 
Dosya: Cripta Cappuccini.jpg
Bu da aynı kilisenin başka bir odası...
Tam gaz devam edelim... Sırada çok ünlü bir kilise var... Kilise dünyaca meşhur olan İrlanda'daki St. Michan kilisesi... Ahanda vikipedi adresi http://en.wikipedia.org/wiki/St._Michan's_Church isteyen okusun entelleşsin...

Sadece bu kiliseler değil... Daha yüzlercesi mevcut... Ancak bir robot olmadığım için hepsini buraya yazacak değilim... Biraz araştırırsanız, kendinizde bulabilirsiniz...

İyi de kankeyta bu kafatası ve kemikler resmi bir satanist cemiyet olan Skull and Bones'un işareti değil mi? Bu kafatası ve kemikleri ilk başta belirttiğim gibi Skull and Bones üyeleri toplamıyor mu? Ayrıca tarikatın ismi ve amblemi de buradan gelmekte zaten: Skull(kafatası) and Bones(kemikler)
Bak bunlara hala teori diyen, her gün Nişe okuyan entel dallaması seniii... O kitabı alır götüne sokarım bok diye sıçarsın... Sizin derdiniz ne olum? İlla gerçekleri size anlatabilmek için Nişe mi olmak lazım? İlla Atayız mı olmak lazım? O zaman mı dediklerimize inanacaksınız???? Beyninize işiyim sizin... Görün lan artık gerçekleri... Hem bak bunları öğrenince daha da entel olursun merak etme... 

Yeni gelen arkadaşlar sizi arkalara alalım...

Ne hikmetse Skull and Bones adlı satanist cemiyetin öğretileri ile Kilise ve Hristiyanların öğretisi birbirine çok çok çok benziyor... Entel kardeşim bak şimdi aynı işaretler nerelerde de kullanılıyor...

Masonlukta en önemli etmen sembollerdir... Mason locaları tamamen sembollerle süslenir ve donatılır. Ancak bu sanat olsun diye yapılmıyor. Kabala'dan gelen bu kültürde, sembollerin insanlar üzerinde bir etki bıraktığına ve bazı güçleri irtibata geçirdiğine inanılıyor... Hristiyanlık da Masonluk da özünde satanizmi barındırıyor...

Satanizm diyince gine kıs kıs güldün demi piç... Kıs kıs gülüyorsun çünkü satanist diyince aklına saçını mora boyayan, rock müzik yapan ha bire sikişen gençler geliyor... Ama değil amına koyayım değil... Ön yargılarını siktiğimin evlatları anlayın lan artık.... Satanizm sizin sandığınız kadar çocuksu bir şey değil, komplo teorisi de değil...  Sandığınızdan çok daha farklı bir kavram... Satanizm... Satanistlere göre şeytan sizin korktuğunuz gibi varlık değil... Hatırlayın Roger Morneau'nun dediklerini...



Hazır olun şimdi uçuşa geçiyoz, dehşet bilgiler sunacam size... Van tu trii... lets gooo...

Bak şimdi Masonluk-Hristiyanlık ve satanist cemiyeti olan Skull and Bones arasındaki ilişkiyi daha iyi anlamak için şu videoya bir göz at: http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=GnYoocSfrzE
Altta da bir adet kopyasını koyuyorum videonun...
Videodaki adam Antony C. Sutton... Bu kuru kafa ve kemikler geleneği ve satanizm hakkında derin araştırmalar yapan bir adam... Konuşmalarında sık sık Secret Society kelimelerini duyarsınız. İşte bu Sikrıt Sosyeti'yi :D:D duyduğunuz yerde bir durun, biraz düşünün... Çünkü Secret Society (gizli topluluk) denilen yerde kastedilen ya masonlardır ya da satanisler... Bu emicenin başka videolarını da izlerseniz Skull and Bones adlı bir satanist cemiyetin Amerika'yı yönettiğini ve BUSH ailesinin bu örgütün kurucusu olduğunu söylüyor... America's Secret Establishment adlı kitabında bu örgütün masonluğu da kontrol ettiğini anlatıyor...

Mesela masonlarda TEFEKKÜR ODASI ve ÖLÜM ODASI denen yerler vardır... Buralar aşırı karanlık mabedlerdir. 
Yeni üye olan biri eğer locada Tefekkür odası varsa, orada bir süre yalnız bırakılır... Donuna sıçcak mı sıçmıcak mı diye test ediyorlar herhal... ehe

Tefekkür odaları tamamen Lucifer'e adanmış mabedlerdir... 

Buralara masonlukta V.İ.T.R.İ.O.L adı verilir... VITRİOL'ün açıklamasını sayfa sayfa anlatacak değilim. İnternette bir arkadaşımın yazdığı tanımlamayı paylaşayım kısaca: "Vitriol bir simya terimidir. Latince’de 7 sözcükten oluşan “Visita Interiora (Interiorem) Terræ (Tellus) Rectificando Invenies Occultum (Operae) Lapidem” cümlesindeki sözcüklerin baş harflerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş sembolik bir ifadedir. Bu cümle Türkçe’ye “Dünyanın derinliklerini (içini) ziyaret et, damıtırken (arıtırken) gizli taşı (felsefe taşı'nı) bulacaksın.” biçiminde çevrilir. Bu cümledeki yeraltına inme sembolizmiyle belirtilmek istenen, pek çok inisiyatik tradisyonda cehenneme iniş olarak ifade edilen deneyimdir. Bu cümlede simgelenen anlam “arınıp saflaşmak istiyorsan cehenneme iniş deneyimini yaşamalısın” olarak ifade edilir."

Bu Tefekkür odaları ya da VITRIOLLER masonlukta büyük öneme sahip. Masonluğun özünü oluşturuyor... Peki Mason biraderler ne yapıyormuş orada tekrar edeyim mi? "Arınıp saflaşmak için Cehenneme iniş" gerçekleştiriyorlarmış... 

Gelin bakalım bu şeytana adanmış mabedler nasıl bir yere benziyor???
V.I.T.R.I.O.L'lerde Dan Brown'un deyimiyle masonlar EVRENİN ULU MİMARI olan Tanrıya ulaşıyorlarmış... 
Alla Alla bak sen şu işe... Eeeeeee... 

Ulan edebiyat yapmaya ve her zaman konuları alttan alıp, ılımlı yaklaşmaya gerek yok... Tek doğru din ne? İslam değil mi olum? Peki İslam sence böyle bir şey ister mi? Daha doğrusu bu şeytana adanmış mabedlerde Allah anılabilir mi lan? Bunlar Evrenin Ulu Mimarı derken hangi Tanrı'dan bahsediyor??? Bizdeki Allah olmadığı kesin... Ulan illa Allah'ı bir mabedde anmak istiyorsan camiye git pezevenk... 

Noldu lan? İslam ve Allah diyince bir an öyle kusacakmış gibi baktın ekrana? 
Olum İslamın doğru din olduğunu söylemek ve savunmak neden bağnazlık oldu günümüzde? Niye korkuyorsunuz lan Allah'ın adını ağzınıza almaya? Merak etmeyin lan bişi olmaz... Millet ne gözle bakarsa baksın sana... Allah'a inanıyorsan korkusuzca söyle onun adını... Kim ne derse desin amk... İlla Allah'ın adını ağzına almak için Fetullah mı olmak lazım? Tayyip mi olmak lazım???? 

Tepem tasım attı gene... Neyse devam edelikk...

Bak şimdi yurt dışındaki bir mason locasına götüreceğim sizi...
Şimdilik damalı zemin ve 2 sütundan başka bir şey göremiyorsun değil mi?
O zaman aynı locanın birde başka bölümlerine bakalım... 
Hobbbbaaaa hemen kuru kafalar sırıtmaya başladı bize....

Burası da bir başka locanın duvarı 
En alttaki kafatası ve kemiği görmeyen kaldı mı???? Bunlara teori diyen orospu çocukları tatmin oldunuz mu şimdi??? Hala olmadıysanız bilgisayar fişinizi kıçınıza sokun...

Bak bu adam da bir mason, FEYZ DE BENİM ARKADAŞ KENDİSİ... ciddiyim lan

Aha bak adresi: http://www.facebook.com/Robert.Herd.198,
feyzbuka üye olan bir sürü mason var...

Abi bu işler küfürlük şakalık konular değil artık lan... Uyanın lan görün gerçekleri... Hristiyanlık da Yahudilik gibi şeytana hizmet ediyor... Masonluk-Hristiyanlık-Yahudilik... Hepsi ama hepsi satanist öğretilerle dolu...

Hz. İsa'yı öldüren Romalı Yahudilerdir... Ve Hristiyanlığı değiştirip, insanları yanlışa saptıranlar da onlardır... İsa'dan sonra 325'te İznik konsülünde Allah'ın dinini kendi inançlarınca değiştirmişler ve o günden bu güne dünyayı yönetmeye çalışmaktadırlar... 

İLLUMİNATİ (bunu siktir et çünkü herkes götünden anlıyor) ve MASONLUK ise günümüzdeki maşalarıdır...

Bak şimdi size bir kaç kilise gösteriyim, o zaman fişi kıçınıza sokmanıza gerek kalmadan ikna edebilirim belki sizi... Ahanda burası Polonya'daki bir katolik kilisesi: MOCNI NADZIEJA... Gogıl babada ara bak bakalım nasıl bir kiliseymiş neler yapıyormuş kendin gör...

Rahibin arkasındaki işaretleri kes haccciiiiii

Burası da başka bir kilise...

Bratislava'daki "Blue Chuch" kilisesi

Sırada Budapeşte var... St. Anne kilisesi...

Olum bunların hepsi ama hepsi tezgah... Hristiyanlık da şeytana hizmet ediyor... 1994'te yayımlanan illuminati kartlarını bilmeyeniniz var mı???? Bak şimdi o kartlardan bir tanesini göstereyim size...
Papa: "İsa'nın yüce ruhu adına, Tanrı sizi korusun" 
Halk: "Ameeeeeeeeeeeennnnnn!.."

Papa: "Lan lucifer seni Tanrı gibi gösteriyoz lan halka, bu kıyağımızı unutmazsın ilerde de mi lan?"
Lusifer: Yok la kanki ne unutcam... Dünyayı ele geçirek, sonra konuşuruz bunları
Papa: OK BAY, Sİ YU LEYTIR
Lusifer: Tamam panpiş, öptüm...

Olay aynen bundan ibaret... 

Hristiyanlık İznik konsülünde Pagan inancına ve Pagan Tanrılarına göre değiştirildi... Bu pagan Tanrıları ise şeytanı temsil ediyordu... İlerleyen çağlarda kilise ve Hristiyanlık tamamen güç ve para peşinde olan Luciferianistlerin eline geçti... Günümüzde de bütün Hristiyan gelenekleri (örneğin şarap-ekmek, haç çıkarma, üçleme, kafatası ve kemik toplama ve onlara dua etme) satanist ritüeller içerir...

Şeytan sanmadığınız kadar zeki bir varlık... Onu üstat olarak kabul eden insanlar da... 


Size yılanın, şeytanı ve onun sonsuzluğunu temsil ettiğini söylemiştim değil mi???
Hristiyan din adamları ve Yılanalar... 
Hmmmm entrasan değil mi???
Ulan sığır, ne entrasanı? Hristiyanlığın özünde de satanizm yatıyor... Kavra artık gerçekleri...
Bunu açık açık dile getirmek isteyen insanlar gün gelince Skull and Bones adlı satanist Cemiyeti kurmuşlardır...

Şu papazlar hakkında bir kaç resim daha var... Resimler hakkında yorum yapmayacağım... Yorum size kalmış...
Duydunuz mu zilin sesini? İşte o beyninize vuran gerçeklerin sesi...
Haaa şu İsa tasvirlerine gelelim şimdi... Şeytanın temsili resmi Baphomettir... 
Baphomet zıtlıkların oluşturduğu bir Lucifer, yani şeytandır... Memesi ve Siki olduğu için ne erkek ne dişidir... Başı keçi başı, vücudu insan gibi olduğu için ne insan ne hayvandır... Bir eli yukarıyı bir eli aşağı gösterir vb... Baphomet Skul and Bones üyelerine göre Lucifer'i temsil etmekte... Yani şeytanı...
 BAPHOMETTTT
Nisa suresi 117.’ci ayet: Onlar, O(Allah) 'nu bırakıp da (birtakım) dişilere taparlar. Onlar o her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar.


Solda Estonya'da bir kilise var... Sağdaki Amerika'nın kurucusu aynı zamanda bir mason olan: Washington... Ortadaki de Baphomet...


Burda da İsa'nın başka bir tasviri var... Şeytan ile aynı...

Hristiyan önderleri İsa'yı değil, Deccal'i yer yüzüne indirmek istiyorlar... Nitekim BUSH (evangelist) gibi satanist aileler konuşmalarında "Biz de Hristiyanız babacım, çaktırma, kaynayalım... " gibisinden konuşmalar yapıyorlar...

Deccal ne diye sorarsanız, çoğu kişi onun tek gözlü bir varlık olduğunu söylese de ben biraz farklı yorumluyorum... Deccal bir sistem olabilir... Hz. Muhammed "insanlığın başına gelecek en felaket şey" diye bahseder... Bir gözünün kör olmasını direk tek gözlü olarak yorumlamamak lazım...

Nitekim Kur'an'da Güneş batıdan doğunca kıyamet kopacak denir. Çoğu kişi bunu direk mealinde geçtiği gibi yorumluyor ancak Kur'an çok gizemli bir kitap olduğu için bana göre buradaki Güneş, ilmi ve bilimi temsil ediyor... Tarihte bilim devamlı Doğu'da gelişmiştir ancak dünyanın şu uzatma dakikalarını oynadığı devirde Bilim Batı dünyasına ait... Bana göre kıyamet alameti bu olabilir... Yani bir gün uyandığınızda Güneş Doğu'dan doğarken kıyamet kopuyorsa şaşmayın derim ben... 

Tabisiki benimki sadece yorum... En doğrusunu Allah bilir...

19 Ağustos 2012 Pazar

Şarabın dünyada haram kılındığı halde neden Cennet'te bir ikram olarak sunulduğudur.

  Bir kısım akılsızların Kuran'da, güya çelişki olarak göstermeye çalıştıkları konulardan biri, şarabın dünyada haram kılındığı halde neden Cennet'te bir ikram olarak sunulduğudur. Tartışma konusu yapmak istedikleri ayet ise şöyledir:

Takva sahiplerine va'dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükafaatlanan bir kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını 'parça parça koparan' kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu? (Muhammed Suresi, 15)

Daha önceki bölümlerde de bahsettiğimiz gibi bu tür bir anlayış eksikliği Kuran'ın geneline hakim olmamak, akledememek, art niyetli ve ön yargılı bir bakışa sahip olmaktan kaynaklanmaktadır. Şimdi böyle akılsızca bir iddianın niçin mantıksız ve geçersiz olduğunu birkaç yönden inceleyelim:

Birincisi, Cennet'te ikram edilen şarapla dünyadaki şarabın farklı özelliklere sahip olduğunu aşağıdaki ayetlerden anlıyoruz:

Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler ki bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir. (Vakıa Suresi, 18-19)

Görüldüğü gibi, Cennet'te sunulan içki dünyadaki şarabın olumsuz etki ve özelliklerinden arındırılmış bir içki türüdür. Ayette belirtildiği gibi ne baş ağrısı verir ne de aklı çeler. Yani keyif ve lezzet verici olmasına rağmen sarhoş edici ve rahatsızlık verici bir niteliği yoktur. Bu özelliklere sahip bir şarabın da Cennet nimetlerinden bir nimet olmasında en ufak bir çelişki yoktur.

Dünyadaki içki pek çok yönden Kuran'da kötülenmiş, olumsuzlukları belirtilmiş zararlı bir içkidir. İçkinin zarar ve kötülüklerini anlatan ayetlerden bazıları şöyledir:

Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi? (Maide Suresi, 90-91)

Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür." (Bakara Suresi, 219)

Elbette ki bu dünyada haram kılınan içkinin Kuran'da kınanmış kötü özelliklerinin Cennet'teki içkilerde bulunması düşünülemez. Nitekim Allah bir başka ayetinde de Cennet içkisini tarif ederken bu içkinin dünyadaki içkinin kötü özelliklerine sahip olmadığını bir kez daha vurgulamaktadır:

Kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır. Bembeyaz; içenlere lezzet (veren bir içki). Onda ne bir gaile vardır, ne de kendilerinden geçip, akılları çelinir. (Saffat Suresi, 45-47)

Allah'ın açıkca belirttiği bu konuyu kendince çelişkili gören bir kimsenin anlayışından şüpheye düşülmesi kaçınılmazdır. Cehalet ve sapkın bir amaçla Kuran'a yaklaşan bir kimsenin aklının bu derece kapanması, en açık konuları dahi anlayamayacak bir acizliğe düşmesi de Kuran'ın mucizelerindendir. Allah bir ayetinde akledemeyenlerin düştüğü bu durumu şöyle tarif eder:

Allah'ın izni olmaksızın hiç kimse için iman etme (imkanı) yoktur. O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar. (Yunus Suresi,100)

İkincisi, Kuran'ın Arapça metninde, bildiğimiz şarap ve her türlü alkollü içki anlamına gelen "hamr" sözcüğünün Cennet içkisi anlamında kullanıldığı tek ayet yukarıdaki Muhammed Suresi'nin 15. ayetidir. Bunun dışında, Cennet'teki içecekler için kullanılan "şarap" kelimesi Arapça'da herhangi bir içecek anlamına gelir. Türkçe'de şarap kelimesi bildiğimiz alkollü içki için kullanılsa da gerçekte Arapça'da içmek anlamına gelen "şerebe" kökünden türemiştir ve her türlü alkolsüz içecek için kullanılabilir. Buradan da cennet içkisinin farklı bir içki olduğu anlaşılmaktadır. Yani Kuran'daki Cennet ayetlerinde geçen "şarap" kelimesinin Türkçe'de kullandığımız şarapla bir ilgisi yoktur. Bu kelimenin geçtiği ve içecek anlamında kullanıldığı ayetlerden bazıları şöyledir:

İçinde yaslanıp-dayanmışlardır; orda birçok meyve ve şarap istemektedirler. (Sad Suresi, 51)

Onlara mühürlü, katıksız bir şaraptan içirilir. (Mutaffifin Suresi, 25)

ŞARAP KONUSUYLA İLGİLİ BİR BAŞKA YANLIŞ YORUMLAMA

Nahl Suresi'nin 67. ayetinde şöyle buyrulur: "Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden kurdukları çardaklarda hem sarhoşluk verici içki, hem güzel bir rızık edinmektesiniz..."

Akledemeyen bazı cahil kişiler burada kendilerince şarabın övüldüğünü, haram olan bir şeyin övülmesinin de çelişkili olduğunu söylerler. Herşeyden önce, dikkatli bakıldığında ayette şarabın övülmesi gibi bir durum yoktur. Ayette övülen kısım hurmaların ve üzümlerin bizzat kendilerinin güzel rızıklar olduklarıdır. Ayetin birinci bölümünde bahsedilen ise insanların bunlardan elde ettikleri sarhoşluk verici içkidir ki zaten Kuran'ın pek çok yerinde bu içkinin zararları sayılmış ve kötülenmiştir. Ayetin ifadelerinden şarap içmeye, sarhoş olmaya bir teşvik, bir övgü olduğunu çıkarmak da ortada kasıtlı bir yaklaşım ya da önemli bir anlayış ve muhakeme bozukluğu olduğunu göstermektedir.

Bu ayette önemli bir gerçeğe dikkat çekilmektedir: Allah'ın rızık olarak verdiği bir nimet, istendiğinde olumlu ve faydalı bir yönde değerlendirilebilir, istenildiğinde de suistimal edilerek zararlı işlerde kullanılabilir. Yani aynı nimet, amaca göre hayır ya da kötülük haline getirilebilir, helal ya da haram yönde kullanılabilir. Burada da imtihan dünyasının bu temel gerçeği üzüm ve şaraptaki tezat örneğiyle vurgulanmaktadır. Allah'ın nimet olarak yarattığı üzüm, sağlık açısından ne kadar faydalı, besleyici, lezzetli bir ürünse, bundan o derece zararlı, insan vücudu üzerinde kalıcı ve olumsuz etkileri olan şarap da üretilebilir. Aynı gerçek mal, para, güzellik, zeka, makam, mevki, güç, iktidar gibi pek çok nimet içinde geçerlidir. Bu nimetler Allah'ın beğendiği hayırlı işlerde değerlendirilebileceği gibi, Allah'ın razı olmadığı, zararlı, olumsuz amaçlar için de kullanılabilir.

Görüldüğü gibi, Allah aynı nimeti pek çok hikmet dahilinde farklı yaratılışlara çevirebilir. Bu gerçeği de aynı üstün hikmetle tek bir ayette ifade edebilmektedir. Düşünüp akleden kimseler de Allah'ın ayetlerindeki hikmetleri görür ve anlarlar. Nitekim aynı ayetin devamındaki, "... şüphesiz aklını kullanabilen bir topluluk için, gerçekten bunda bir ayet vardır." (Nahl Suresi, 67) ifadesinde de buna dikkat çekilmektedir.

Kısacası, ayet açık bir şuur ve dikkatle okunduğunda ortada herhangi bir çelişki olmadığı rahatlıkla görülür. Artık bu derece açık konularda çelişki aranmaya çalışılması da inkar edenlerin Kuran karşısında düştükleri çaresizliği göstermeye yeterlidir.

"DOMUZ ETİ BUGÜNKÜ SAĞLIK KOŞULLARINDA YENEBİLİR" DENMESİ

Domuz etinin Kuran indirildiği dönemde yenmesinin sağlığa zararlı pek çok yönleri olduğu gibi bugün de yenmesinin sağlığa zararlı olan çeşitli yönleri vardır. Bir kere domuz, her ne kadar temiz çiftliklerde, bakımlı ortamlarda yetiştirilirse yetiştirilsin, kendi pisliğini yiyen bir hayvandır. Gerek pislikle beslenmesi gerekse biyolojik yapısı nedeniyle domuzun bünyesi diğer hayvanlara oranla çok fazla miktarlarda antikor üretir. Yine domuzun vücudunda diğer hayvanlara ve insana oranla çok yüksek dozda büyüme hormonu üretilir. Doğal olarak bu yüksek dozdaki antikorlar ve büyüme hormonu dolaşım yoluyla domuzun kas dokusuna da geçerek birikir. Bunun yanı sıra domuz eti çok yüksek oranlarda kolesterol ve lipid içerir. Bunların sonucunda tüm bu aşırı düzeydeki antikorlar, hormonlar, kolesterol ve lipidlerle yüklü olan domuz etinin insan sağlığı açısından önemli bir tehdit olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

Bugün domuz etinin yoğun olarak tüketildiği ABD, Almanya gibi ülkelerin nüfuslarının önemli bir bölümünü oluşturan normalin çok ötesinde aşırı şişman kimselerin varlığı, artık alışılmış bir manzara olmuştur. Domuz etine dayalı bir beslenme sonucunda aşırı büyüme hormonuna maruz kalan insan bünyesi önce aşırı kilo toplamakta, sonra da vücudu deformasyonlara, şekil bozukluklarına uğramaktadır.

Bunların dışında domuz etindeki sağlığa zararlı maddelerden biri de "trişin" mikrobudur. İnsan vücuduna girdiğinde doğrudan kalp kaslarına yerleşerek ölümcül tehlike oluşturan trişin mikrobuna domuz etinde sıklıkla rastlanmaktadır. Günümüz teknolojisiyle trişinli domuzları teknik olarak tesbit etmek mümkünse de önceki asırlarda böyle bir yöntem bilinmiyordu. Bu nedenle domuz eti yiyen herkes için trişin mikrobunu kapma ve ölümle karşı karşıya kalma riski vardı.

Görüldüğü gibi tüm bu sebepler domuz etinin Müslümanlara yasaklanmasının ne kadar çok hikmeti olduğunu göstermektedir. Her koşulda sağlığa zararlı etkilerini sürdüren, denetimsiz üretiminde ise ölümcül bile olabilen domuz etinin yenmesi yasaklanarak böyle bir tehlikeye karşı en başından köklü ve keskin bir önlem alınmıştır.

Ne var ki burada çok önemli bir noktayı hatırlatmakta fayda vardır. Bir şeyin haram kılınması için mutlaka sağlığa ya da insanlığa zararlı olması gerekmez. Bu konu pek çok kimsenin dikkatinden kaçan, art niyetlilerin de insanların bilgisizliklerinden faydalanarak bununla akıllarını karıştırmayı denedikleri bir konudur. Yani, "bunun ne sakıncası var da, şunun ne zararı var da Kuran yasaklıyor" şeklindeki, düşünüp akledilmeden ortaya atılan cahilce iddialar gerçekte Kuran'ın hükümlerindeki hikmet ve amaçtan habersiz olmaktan kaynaklanmaktadır. Akledemeyen kişiler konuları dar ve sınırlı kalıplar içinde algılamaya çalıştıklarından, daha geniş dairede yer alan hikmetleri ve bunların mantıklarını kavrayamazlar.

Allah çok daha farklı nedenlerle de herhangi bir şeyi insanlara yasaklayabilir. İnsanları denemek için, Kendisi'nden gerçekten korkan ve Kendisi'ne samimi olarak itaat edenlerin anlaşılması, sahtekarların da ortaya çıkması için zararı olmayan bir şey de yasaklanabilir. Ceza ve ibret kastıyla ya da nimetlerin kıymetinin hatırlanması ve şükre vesile olması için de bir konuda yasak konabilir.

Allah Kuran'da, Allah'tan başkası adına kesilmiş hayvanı yemeyi de haram kıldığını belirtmiştir:

O, size ölüyü (leşi)- kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Bakara Suresi,173)

Allah'tan başkası adına kesilmeyen hayvanın yenmesinden sağlık yönünden bir sakınca olmadığı açıktır. Aynı otlakta büyüyen iki sığırdan biri Allah adına kesilirse yenmesi helal, diğeri Allah'tan başkası adına kesilirse yenmesi haram olur. Bu hükmün bir hikmeti de insanlar için bir deneme vesilesi olmasıdır.

Kuran'da önceki dönemlerde Yahudilere konulan, "Cumartesi günü iş yapma yasağı"nın onların imtihanı için olduğu ise şöyle bildirilmektedir:

Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri(n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar Cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. 'Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında', balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, 'cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında' ise, gelmiyorlardı. İşte biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk. (Araf Suresi, 163)

Oysa bir dönem Yahudilere yasaklanan Cumartesi günü iş yapmak, Kuran'da Müslümanlara yasaklanmamıştır. Bu da, yasağın herhangi bir toplumsal sakıncadan ya da özellikle o gün şehre akın eden balıkların sağlığa zararından ötürü değil, deneme kastıyla konulduğunu göstermektedir. Nitekim, söz konusu kavmin yasağı çiğneyerek imtihanı kaybettikleri de ayette belirtilmiştir. Böyle bir yasakla o kavmin insanlarının imanlarındaki samimiyetsizlik ve Allah'tan gereği gibi korkup sakınmadıkları ortaya çıkmış oluyordu.

Kuran'da müminler için konulan bir yasak da benzer bir hikmet, bir deneme amacı taşımaktadır:

Ey iman edenler, Allah görünmezlikte (gaybte) kendisinden kimin korktuğunu ortaya çıkarmak için ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği avdan bir şeyle andolsun sizi deneyecektir. Artık kim bundan sonra haddi aşarsa, onun için acı bir azab vardır. Ey iman edenler, siz ihramlıyken avı öldürmeyin. Sizden kim onu kasıtlı olarak (taammüden) öldürürse, cezası, hayvandan öldürdüğünün bir benzeridir. Buna da, Kabe'ye ulaşmış bir kurbanlık olarak içinizden adalet sahibi iki kişi hükmedecektir. Veya yoksulları doyurmak veya onun dengi oruç tutmak olan bir keffaret vardır. Böylelikle işlediğinin vebalini tadmış olsun. Allah geçmişte olanı bağışladı. Ama kim tekrarlarsa, Allah ondan öç alacaktır. Allah üstün ve güçlü olandır, öç sahibidir. Deniz avı ve onu yemek size ve (yeryüzünde) dolaşanlara bir yarar olarak helal kılındı. İhramlı olduğunuz sürece kara avı ise size haram kılınmıştır. O'na (götürülüp) toplanacağınız Allah'tan korkup-sakının. (Maide Suresi, 94-96)

Ayette bu yasağın hikmeti açıkça belirtilmiştir: "Allah görünmezlikte Kendisi'nden kimin korktuğunu ortaya çıkarmak için..." Ellerin ve mızrakların bu ava rahatlıkla erişebilmesi de bu imtihanın bir parçasıdır.

Kavimlere getirilen ilahi yasakların bir diğer hikmeti de onların tavır ve davranışlarındaki bozukluk, sapkınlık nedeniyle cezalandırılmaları ve tevbe edip doğru yola dönmelerinin sağlanmasıdır. Geçmiş dönemlerde Yahudilere konulan bazı yasaklar da bunun bir örneğidir:

Yahudi olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık. 'Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları' nedeniyle onları böyle cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru olanlarız. (Enam Suresi, 146)

Buraya kadar anlaşılacağı gibi Allah'ın haram kıldığı şeylerin yasaklanmasında pek çok hikmet ve amaç bulunur. Bu hikmeti yalnızca yasaklanan şeyin zararlı ya da sağlıksız olmasıyla kısıtlamak Kuran'ı gereği gibi bilip anlamamaktan, düşünmemekten kaynaklanır.

Domuz etinin yasaklanmasının da birden fazla hikmeti vardır. İçinde yaşadığımız asra değin domuz etinin insan sağlığını doğrudan tehdit eden zararları olduğunda kuşku yoktur. Bugünkü tıbbi cihazlarla, biyolojik testlerle somut biçimde ortaya konmuş bu zarara karşı, daha kimsenin mikrop, bakteri, trişin, hormon, antikor gibi kavramlardan haberi olmadığı 14. yüzyılda indirilen Kuran'da kesin önlem alınması da aynı zamanda bu ilahi Kitabın mucizelerindendir. Bugün de domuz üretiminde alınan her türlü önlem ve denetime rağmen, domuz etinin fizyolojik olarak insan vücuduna uygun bir besin türü olmadığı, insan sağlığına kesin zararı olan bir et çeşidi olduğu bilinmektedir. Buna rağmen üretiminin kolaylığı ve maliyetinin düşüklüğü nedeniyle dünya çapında yaygın olarak tüketilmektedir. Aslında, dikkat edildiğinde domuz üretiminin bu derece cazip olmasının, geçmişte Yahudilere çalışma yasağı olan Cumartesi günü balıkların akın etmesinden farkı yoktur. Yeryüzünde kuzu, koyun, tavuk, sığır eti, sayısız kuş çeşidi, av hayvanı ve daha pek çok türde yenebilecek, son derece lezzetli hayvan eti dururken Allah'ın haram kıldığı domuz etine tamah etmenin maksatlı bir tutum olacağı açıktır.

Kuran'da belirtilen gerekçeler dışında her ne suretle olursa olsun domuz etini yemek Kuran'ın geçerli olduğu kıyamete kadar haramdır. Bundan 100 yıl sonra, bütünüyle zararsız bir hale getirilse dahi, domuz eti yememek yine müminler için bir ibadet vesilesi olacaktır. O zaman da bunu yiyip yememek yine inkar eden akılsızlar için bir fitne -deneme konusu- olacaktır.

KISSALARIN MASAL SANILMASI

Kuran'ın üslubunun en önemli özelliklerinden biri de çeşitli konuları örnek ve benzetmelerle açıklamasıdır. Bu örnek ve benzetmeler de çoğunlukla önceden gelmiş peygamberlerin, veya elçilerin hayatlarından, ya da Kuran'ın indirilmesinden önce yaşanmış çeşitli olaylardan aktarılan bilgiler içinde geçer. Dolayısıyla Kuran'da yer alan bu tür kıssalar insanlar için pek çok ibret, örnek, işaret ve mesajlar taşırlar.

Bu ilahi hikmeti kavrayamayan kimselerin her devirde Kuran hakkındaki cehaletlerini sergileyen sözleri yine Kuran'da aktarılır:

Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman; "İşittik" dediler. "İstesek, biz de bunun bir benzerini söyleyebiliriz. Bu, eskilerin efsanelerinden başkası değildir." (Enfal Suresi, 31)

Onlara "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Eskilerin masalları" dediler. (Nahl Suresi, 24)

Oysa akledemeyenlerin masal sandıkları kıssalar, müminlere yol gösteren sayısız değerli bilgi ve örneklerle doludur. Allah her devirde müminlerin başlarına gelebilecek her türlü olay ve şartı geçmiş peygamberler ve kavimlerin yaşadıklarından çeşitli örnekler ve kesitler vererek açıklamaktadır.

Elbette ki Kuran'daki kıssaların ve örneklerin hikmeti yalnızca insanlara tarih bilgisi vermek değildir. Bu kıssalar sayısız ilahi hikmet içerirler; bunlardan birkaçını şöyle sayabiliriz:

- Allah'ın müminlerin ve inkar edenlerin üzerinde işleyen ve dünya kurulduğundan beri değişmeyen kanunlarını göstermek;

- Müminlerin her devirde karşılaşabilecekleri olaylar, imtihanlar, sıkıntılar karşısında ne yapacaklarını, nasıl davranacaklarını, ne tür tepkiler vermeleri gerektiğini, nasıl bir ruh ve ahlak yapısı sergileyeceklerini, Allah'a karşı nasıl bir tavır ve üslup içinde olmaları gerektiğini tarif edip açıklamak. Her konuda müminlere yol göstermek.

- Müminlerin şevklerini artırmak.

- İnkar edenleri uyarıp doğru yola davet etmek ve bu davete uymayanların hüsranla biten sonlarını hatırlatmak.

- Kıyamete kadar Kuran'a uyan müminleri dünyada ve ahirette bekleyen güzel sonu müjdelemek...

Elbette bunları algılayacak akıl ve kavrayıştan yoksun olan kişiler de Kuran'ı bir hikaye kitabı gibi görür, kıssalardaki hikmetlere erişemezler. Bu kişilerin her türlü öğüt ve açıklamaya kapalı, sabit fikirli, algıları kitlenmiş kimseler oldukları ayetlerde şöyle belirtilir:

Onlardan seni dinleyenler vardır; oysa biz, onu kavrayıp anlamalarına (bir engel olarak) kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık. Onlar, hangi 'apaçık-belgeyi' görseler, yine ona inanmazlar. Öyle ki, o inkâr etmekte olanlar, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek: "Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir" derler. (Enam Suresi, 25)

Bu tür kişiler bu davranışlarıyla Kuran'a ya da İslam'a bir zarar veremezler. Kendileri her ne kadar Kuran'a zarar vermek, insanları dinden saptırmak ya da alıkoymak isteseler de, gerçekte yegane zararı farkında olmadan kendilerine verirler. Bu gerçek yukarıdaki ayetin devamında şöyle bildirilir:

Onlar, hem ondan alıkoyarlar, hem kendileri kaçarlar. Onlar, yalnızca kendi nefislerinden başkasını yıkıma uğratmazlar ama şuurunda değildirler. (Enam Suresi, 26)

İçinde bulundukları yanılgının farkına vardıklarında ise iş işten geçmiş, çok geç kalmışlardır, artık geri dönüş ve telafi imkanı yoktur:

Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve mü'minlerden olsaydık." (Enam Suresi, 27)

KURAN'I DİĞER İLAHİ KİTAPLARIN BİR KOPYASI, TAKLİDİ SANMA

Kuran, Allah'ın tüm insanlara uyarıcı ve öğüt verici olarak indirdiği, kıyamete kadar geçerli olan tek hak kitaptır. Kuran'dan önce gönderilen kitaplar insanlar tarafından tahrif edilmiştir. Ancak Kuran, Allah tarafından korunmuştur. Bu gerçek "Hiç şüphesiz, zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz." (Hicr Suresi, 9) ayetiyle haber verilmiştir.

Kuran hakkında akılsızların öne sürdükleri asılsız iddiaların en yaygınlarından birisi de, Hz. Muhammed'in, Kuran'ı Kitab-ı Mukaddes'ten (Tevrat ve İncil) esinlenerek yazdığı yalanıdır. Bu, tamamen hayali ve hiçbir dayanağı olmayan iddianın temeli ise Kuran ile Kitab-ı Mukaddes arasındaki bazı benzerliklerdir.

Benzerliklerin bulunması son derece doğal bir durumdur. Çünkü sonuçta hepsi (Tevrat ve İncil'in tahrif edilmiş bölümleri ayrı tutarsak) Allah'ın sözüdür, hepsinin mesajı aynıdır. Allah'ın varlığı, birliği, Allah'ın sıfatları, ahiret inancı, iman edenlerin, inkar edenlerin, münafıkların özellikleri, geçmiş ümmetlerin durumu gibi temel konular, öğütlenen ve sakındırılan hususlar, ahlaki ölçüler hiçbir devirde köklü olarak değişmeyen evrensel gerçeklerdir. Dolayısıyla önceki kitaplarda yer verilen bu konularla Kuran'da anlatılanlar arasında benzerlik ve paralellik bulunması hiç de yadırganacak bir durum değildir. Zaten Kuran'da da İslam dininin diğer dinlerden apayrı bir din olduğu iddiası yoktur. Benzerlik Kuran ayetlerinde de belirtilir:

Ve hiç şüphesiz, o (Kur'an), geçmişlerin kitaplarında da vardır. İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi onlar için bir delil (ayet) değil mi? (Şuara Suresi, 196-197)

Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Andolsun, biz sizden önce kitap verilenlere ve sizlere: "Allah'tan korkup-sakının" diye tavsiye ettik... (Nisa Suresi, 131)

Dahası Kuran'ın kendisinde, gerçek Tevrat ve İncil'i doğrulayıcı bir kitap olduğu bizzat bildirilmektedir:

Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona 'bir şahid-gözetleyici' olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. (Maide Suresi, 48)

Kendinden önceki kitapları doğrulama özelliği sadece Kuran'a değil, diğer hak kitaplara da verilmiştir. Hz. İsa'ya gönderilen İncil de, kendisinden önce Hz. Musa'ya indirilen Tevrat'ı doğrulamaktadır. Bu gerçek Kuran'da şöyle haber verilir:

Onların (peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik. (Maide Suresi, 46)

Bu, Allah'ın bir kanunudur ve bu kanun elbette ki Kuran için de geçerlidir. Kuran'da, diğer semavi dinlerin kitaplarında yer alan ortak konuların bir kısmından bahsedilmiştir. Hac Suresi'nin 26. ve 27. ayetlerinde hac ibadetinin Hz. İbrahim'le başladığı, Enbiya Suresi 72. ve 73. ayetlerinde namaz ve zekatın Peygamberimizin döneminden önce de farz olduğu, Mü'minun Suresi 51. ayette diğer elçilere de salih amellerde bulunmalarının emredildiği bildirilmiştir:

Hani biz İbrahim'e Evin (Kabe'nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) "Bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve sücuda varanlar için Evimi tertemiz tut." "İnsanlar içinde haccı duyur; gerek yaya, gerekse uzak yollardan (derin vadilerden) gelen yorgun düşmüş develer üstünde sana gelsinler." (Hac Suresi, 26-27)

Ona İshak'ı armağan ettik, üstüne de Yakub'u; her birini salihler kıldık. Ve onları, kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayrı kapsayan-fiilleri, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet edenlerdi. (Enbiya Suresi, 72-73)

Ey elçiler, güzel ve temiz olan şeylerden yiyin ve salih amellerde bulunun; çünkü gerçekten ben yapmakta olduklarınızı biliyorum. (Mü'minun Suresi, 51)

Buraya kadar anlattıklarımızdan, niçin Kuran'la önceki kitaplar arasında birtakım konu ve içerik benzerliklerinin bulunduğu ve bunun ne kadar doğal bir durum olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu benzerliklerin bulunması Kuran'ı Peygamberimizin yazdığını değil, tam tersine bütün semavi dinlerin kitaplarının aynı kaynaktan geldiğini, yani Allah'ın sözü olduğunu kanıtlar. Bu da hem Kuran'ın bildirdiği, hem de akıl ve mantığın tasdik ettiği bir gerçektir.

Allah, Kuran'ın kendi katından indirilmiş hak kitap olduğunu ve bu gerçeği anlayamayan insanların durumunu ayetlerinde şöyle haber vermiştir:

Bu Kur'an, Allah'tan başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak bu, önündekileri doğrulayan ve kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur, alemlerin Rabbindendir. Yoksa: "Bunu kendisi yalan olarak uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Bunun benzeri olan bir sûre getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüyseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi çağırın." Hayır, onlar ilmini kuşatamadıkları ve kendilerine henüz yorumu gelmemiş bir şeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Zulmedenlerin nasıl bir sonuca uğradıklarına bir bak. (Yunus Suresi, 37-39)

Ayrıca, konunun bir diğer yönü daha vardır: Hz. Muhammed, hayatında Tevrat'ı veya İncil'i okumuş ya da araştırmış, onlar hakkında bilgi sahibi olmuş bir kimse değildi. Peygamberimizin daha önce bu kitapları okumaması, yazmaması, bir inceleme, hazırlık ya da çalışma yapmaması, kavminin de yakından şahit olduğu bir gerçekti. Bu konuda hiç kimsenin bir şüphesi yoktu. Öyle ki Kuran'da, inkarcılar için de çok açık ve bilinen bir gerçek olan Peygamberimizin bu özelliği, onlara karşı bir kanıt olarak belirtilmiştir:

Bundan önce sen hiç kitap okuyan değildin ve onu sağ elinle de yazmıyordun. Böyle olsaydı, batılda olanlar kuşkuya kapılırlardı. (Ankebut Suresi, 48)

Hz. Muhammed'in bu özelliğinden dolayı, önceki ilahi kitaplar hakkında bilgisi olmayan ve bu dinlere mensup olmayan kimseler için kullanılan "ümmi" terimi Kuran'da, Peygamber Efendimiz için de kullanılmıştı. Ayet şöyledir:

Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar... (Araf Suresi, 157)

Ümmi kelimesinin Kuran'da, Hıristiyan veya Yahudi olmayanlar anlamında kullanıldığı aşağıdaki ayetten anlaşılmaktadır:

Eğer seninle çekişip-tartışırlarsa, de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte, kendimi Allah'a teslim ettim." Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki: "Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. (Al-i İmran Suresi, 20)

Görüldüğü gibi "ümmi" terimi ayette, kendilerine kitap verilenlerin dışında kalan kimseler hakkında kullanılmıştır. Buradan anlaşıldığı gibi Kuran'da, ümmi kelimesinin klasik yorumdaki, "okuma yazma bilmeyen" anlamında kullanılmadığı açıktır.

TEZAT VE FARKLILIKLAR

Buraya kadar Kuran ile tahrif edilmiş ilahi kitaplar arasında benzerlikler bulunmasının mantığını açıkladık. Ancak, biraz inceleyen bir kimse için Kuran'la önceki kitapların tahrif edilmiş nüshaları arasındaki tezat ve farklılıklar, benzerliklerden çok daha fazla göze çarpar. Benzerlikleriyle olduğu kadar, önceki kitapların tahrif edilmiş yönleriyle olan farklılıkları ve bu tahrifatları düzeltmesi de Kuran'ın her kelimesiyle ilahi kitap olduğunun bir başka delilidir.

Önceki dinlerin kitapları pek çok yönden tahrif edilmiş ve orjinalliklerini kaybetmiş olduklarından, bu kitaplarda Kuran ayetleri ile çok farklı, çelişkili, hatta bazen Kuran ayetlerinin tam zıttı ifade ve mantıklar da bulunmaktadır. Kıssalarda da, çeşitli yerlerde Kuran'ın aktardığı bilgilerden farklılıklar vardır.

Bu kitaplar bilgi, mantık ve öğreti açısından tahrif edildikleri gibi, üslup ve kurgu olarak da tahrif edilmişler ve ilahi kitaptan çok mistik hava taşıyan birer dinler tarihi kitabı şekline sokulmuşlardır. Örneğin, Tevrat'ın ilk kitabı olan Tekvin, yaratılışın başlangıcından Hz. Yusuf'un ölümüne kadar İsrailoğulları'nın tarihini anlatır. Bu tarihsel anlatım Tevrat'ın diğer kitaplarında da genel olarak hakimdir.

Aynı şekilde resmi dört İncil'in (Matta, Markos, Luka, Yuhanna) giriş kısımlarına dikkat edildiğinde temel konunun Hz. İsa'nın hayat hikayesi olduğu dikkat çeker. Dört İncil'de de Hz. İsa'nın hayatı, söylediği sözler ve yaptığı fiiller hakimdir.

Oysa Kuran'ı açtığımızda bunlardan bambaşka bir üslup karşımıza çıkar. Daha ilk sure olan Fatiha'dan itibaren dosdoğru olan bir dine davet vardır. Kuran baştan sona incelendiğinde de en temel konu olarak, Allah'ın tüm noksan sıfatlardan tenzih edildiği ve insanların şirkten arınarak sadece Allah'a teslim olmalarının emredildiğini görürüz.

Fakat bugün mevcut olan tahrif edilmiş Tevrat'ta, Allah'a birçok noksan sıfat, insani vasıf (Allah'ı tenzih ederiz) isnad edilir. Örneğin Tevrat'taki Hz. Nuh kıssasında Allah'ın sıfatları hakkında inanılmaz hezeyanlar bulunur. Yorulmak, pişman olmak, sükun bulmak gibi ve burada tekrar etmeyi dahi uygun bulmadığımız birçok beşeri özellik Tevrat'ta Allah'a isnad edilmiştir. Yine Tevrat'ta, (Allah'ı tenzih ederiz) insan gibi gezen, dolaşan, kavga eden, öfke duyan bir varlık olarak tasvir edilerek, Allah'a büyük bir iftirayla iftira edilmiştir.

Bu nedenle, Yahudilerin Allah hakkında bu tür yalan ve iftira uydurmaları konusunda Kuran'da açık uyarılar yer alır. Bu iftiralardan birisi de Allah'ı (Allah'ı tenzih ederiz) cimrilikle itham etmeleridir. Kuran'da bu tavır şöyle kınanmıştır:

Yahudiler: "Allah'ın eli sıkıdır" dediler. Onların elleri bağlandı ve söylediklerinden dolayı lanetlendiler. Hayır; O'nun iki eli açıktır, nasıl dilerse infak eder." (Maide Suresi, 64)

Genel olarak ele alındığında yine Kuran, Tevrat'ın aksine sadece bir milletin değil, birçok kavmin çeşitli devirlerde çöküşünü, yükselişini ele alması ve kendisine tebliği ulaşan tüm insanları ayetlerinden sorumlu tutması açısından da diğerlerinden farklı, evrensel bir kitaptır. Diğer kitaplar ise zaman içinde insanlar tarafından tahrif edilmiş, asıllarından uzaklaştırılmış oldukları için bu özelliğe sahip değillerdir.

Kuran'a kaynak teşkil ettiği iddia edilen İncil'deki Hıristiyanlığın birtakım temel inançları da Kuran'da açık bir şekilde reddedilmiştir. Bunların en başında, Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğu (teslis) inancı gelir. Bu inanç Kuran'da, Allah'a karşı yapılan açık bir iftira olarak değerlendirilmiştir:

"Rahman çocuk edinmiştir" dediler. Andolsun, siz oldukça çirkin bir cesarette bulunup-geldiniz. Neredeyse bundan dolayı, gökler paramparça olacak, yer çatlayacak ve dağlar yıkılıp göçüverecekti. Rahman adına çocuk öne sürdüklerinden (ötürü bunlar olacaktı.)

Rahman'a çocuk edinmek yaraşmaz. Göklerde ve yerde olan (herkesin ve herşeyin) tümü Rahman'a, yalnızca kul olarak gelecektir. (Meryem Suresi, 88-93)

Yine Hıristiyanlığın temel inançlarından olan Hz. İsa'nın Yahudiler tarafından çarmıha gerilerek öldürüldüğü iddiası, Kuran'da tamamen reddedilir. Yahudilerin Hz. İsa'yı öldüremedikleri, onun yerine ona çok benzeyen birini öldürdükleri, Hz. İsa'nın ise göğe yükseltildiği bildirilir.

Sonuç olarak genel bir kıyaslama yaparsak; Kuran'ın insanları davet ettiği önemli gerçek, Allah'ın birliği, Allah'tan başka ilah olmadığı ve O'nun bütün olumsuz ve eksik vasıflardan uzak olduğudur. Kuran'ın her kıssasında, her haberinde, her ayetinde bu önemli gerçekler insanlara hatırlatılır. Aynı şekilde Kuran'daki her kıssada Müslümanlar için bir öğüt, ibret ya da haber niteliği taşıyan ifadeler ve bilgiler vardır.

Bütün bunlar Kuran'ın, her ayetiyle, saf ilahi vahiy olduğunun açık birer göstergesidir.

KURAN'DAKİ BİLİMSEL GERÇEKLERİN ESKİ MEDENİYETLERİN BİLGİLERİNDEN DERLENDİĞİ YANILGISI

Kuran'ı akılsızca değerlendirenler tarafından öne sürülen bir diğer iddiaya daha değinmek gerekir. Kuran'da yer alan bilimsel konulardaki haberlerin, dönemin bilim anlayışından yüzyıllarca ileride olduğunu önceki bölümlerde de ifade etmiştik. Bu başlı başına Kuran'ın çok büyük bir mucizesidir. Bu gerçeği açıkça görmelerine rağmen inkarda ısrar edenler, bu ilahi mucizeyi insanlardan saklama çabasıyla Peygamber Efendimiz'in Kuran'daki bilimsel bilgileri dönemin ileri medeniyetlerinin kaynaklarından derlediğini öne sürerler.

Söz konusu iddiaya göre Peygamberimiz, Kuran içinde bahsedilen astronomi, embriyoloji, tıp gibi kavramları eski medeniyetlerin bilgilerinden almıştır. Örneğin astronomi ile ilgili bilgileri Sümer kayıtlarında bulmuş, tıp bilgisini ise eski Mısır papirüslerinden alarak Kuran'a geçirmiştir.

Bu iddianın birçok yönden geçersiz olduğu açıktır. Öncelikle, Hz. Muhammed'in tüm hayatı boyunca böyle bir araştırmaya girmediği herkesçe bilinmektedir. Bunun aksini iddia eden de çıkmamıştır. Peygamberimizin tarihteki gelişmiş uygarlıkların lisanlarını bilmediği bellidir.

Öte yandan, o dönemde böyle bir araştırmanın içine girmek isteyen herhangi bir kişi, büyük zorluklarla kaşılaşırdı. Şüphesiz ki 7. yüzyıl Arabistanı'nda büyük kütüphaneler, yazılı basın, kitapçılar veya internet ağı gibi bilgiye erişimi kolaylaştıran imkanlar mevcut değildi. Bugünün şartlarında bile, örneğin eski Mısır'ın embriyoloji bilgisini araştırmak isteyen bir insanın işi kolay değildir. Mısır uygarlığının kuruluşu günümüzden yaklaşık 5000 yıl öncelerine dayanır. Eski zamanlardan bugüne ulaşan yazılı kaynaklar kısıtlıdır, üstelik bunların hepsinin tercümeleri de mevcut değildir. Tercüme edilebilenler ise, son derece özel bilgiler içerdiklerinden her yerde bulunmazlar. Ayrıca bu tercümeleri kavrayabilmek ve yorumlayabilmek için çok detaylı bir tarih bilgisine de vakıf olmak şarttır. Kısacası böyle bir araştırma günümüz şartlarında bile son derece zordur.

Kaldı ki, eski medeniyetlerden miras kalan tüm bilgilerin hepsinin doğru ve sağlıklı oldukları gibi bir durum da söz konusu değildir. Aralarında pek çok yanlış bilgiler, batıl inanışlar, hurafeler de bulunmaktadır. Eğer akılsızların iddia ettikleri gibi Kuran'ın bilimsel ayetlerinin eski medeniyetlerin kültürlerinden derlenmesi gibi bir durum olsaydı, elbette aralarında yanlış ya da tutarsız bilgilerin de bulunması gerekirdi. Oysa, Kuran bu tür eksikliklerden münezzehtir. İçindeki bilimsel ayetlerin hepsinin modern bilim tarafından yüzde yüz doğru oldukları ortaya konmuştur. Bu gerçek, "Onlar hâlâ Kur'an'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı." (Nisa Suresi, 82) ayetinde de vurgulanmaktadır.

Bu nedenle Kuran'daki bilimsel ayetlerin, Peygamber tarafından başka medeniyetlerin kaynaklarından alındığı iddiası da, diğer iddialar gibi tamamen dayanaksızdır. Böyle insanların varlığı ve onlara verilmesi gereken cevap Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

İnkar edenler dediler ki: "Bu (Kur'an) olsa olsa ancak onun uydurduğu bir yalandır, kendisi düzüp uydurmuş ve ona bir başka topluluk da yardımda bulunmuştur." Böylelikle onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler. Ve dediler ki: "Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır." De ki: "Onu, göklerde ve yerde gizli olanı bilen (Allah) indirmiştir. Doğrusu O, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Furkan Suresi, 4-6)

KURAN ARAPLARA İNDİRİLMİŞTİR YANILGISI

İnkarcıların, insanları Kuran'dan koparmak ve uzaklaştırmak için öne sürdükleri hezeyanlardan biri de Kuran'ın sadece Araplar'a indirildiği ve Kuran'a uymaktan sorumlu olanın yalnızca Araplar olduğu iddiasıdır. Kuran'ı bir kez okumuş kimse bile böyle bir iddianın ne kadar saçma ve yersiz olduğunu rahatlıkla fark edecektir.

Hz. Muhammed'in tüm insanlığa gönderilmiş bir peygamber olduğu ve Kuran hükümlerinden kıyamete kadar tüm insanların sorumlu olduğu pek çok ayette vurgulanmıştır. Bunlardan birkaçını burada vermemiz üstteki iddianın anlamsızlığını göstermek için yeterlidir:

Biz seni ancak bütün insanlığa bir müjde verici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar. (Sebe Suresi, 28)

De ki: Ey insanlar, ben Allah'ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisi (Peygamberi)yim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnızca O'nundur. (A'raf Suresi, 158)

İnkarcılar, bilgisiz insanların kafalarını karıştırmak ve fitne çıkarmak için uydurdukları bu iddiayı aşağıdaki Kuran ayetine dayandırmaya çalışırlar:

Biz her elçiyi, kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, onlara apaçık anlatsın. Böylece Allah dilediğini şaşırtıp saptırır, dilediğini hidayete erdirir. O üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (İbrahim Suresi, 4)

Ayet çok açıktır. Elçinin gönderildiği toplum hangi dili konuşuyorsa elçi de aynı dili konuşmaktadır. Bu tarih boyunca böyle olmuştur. Ancak bu şekilde elçiler Allah'ın vahyini çevrelerindeki insanlara eksiksiz ve kusursuzca aktarabilirler. Bu sebeple elçiye vahyedilen kitap da elçinin ve kavminin dilinde gönderilmektedir. Bundan daha doğal bir şey olamaz.

Ancak inkarcılar her ne olursa olsun dine uymamak için bu tür bahaneler öne sürerler. Onların bu ters mantıkları Kuran'da, şöyle haber verilmiştir: Eğer biz onu Acemi (Arapça olmayan bir dilde) olan bir Kur'an kılsaydık, herhalde derlerdi ki: "Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, Acemi (Arapça olmayan bir dil)mi?" De ki: "O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur'an), onlara karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir." (Fussilet Suresi, 44)

İlahi vahyin kusursuz ve eksiksiz olarak insanlığa aktarılması ayrıca dinin temellerinin sağlam olarak atılmasını güçleştirecek iletişim sorunlarının doğmaması açısından peygamber, kavmi ve kitabı arasında böyle bir uyum olması zorunludur. Elbette ki bu durum başka kavimlere mensup kimselerin Kuran'dan sorumlu olmadıklarını göstermez. Kuran'ın anlamı her milletin kendi dilinde rahatlıkla tefsir edilebilir, açıklanabilir ve hükümleri anlaşılabilir. Nitekim öyle de olmuştur. Bu durum dinin öğrenilmesini ve uygulanmasını engelleyen bir durum değildir.

ALLAH'IN KENDİ ZATI İÇİN "BİZ" HİTABINI KULLANMASINI YANLIŞ YORUMLAMA

Allah Kuran'ın birçok yerinde Kendi Zatı için "Biz" tabirini kullanmaktadır. Buna örnek birkaç ayet şöyledir:

Andolsun, Biz Musa'ya kitabı verdik ve ardından peşpeşe elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudüs'le teyid ettik. Demek, size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz, öyle mi? (Bakara Suresi, 87)

Kendi nefsini aşağılık kılandan başka, İbrahim'in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, Biz onu dünyada seçtik, gerçekten ahirette de O salihlerdendir. (Bakara Suresi, 130)

Akledemeyen bazı kimseler, Kuran'da Allah'ın Kendi Zatı için kulandığı "Biz" hitabının çoğul anlamda kullanıldığını sanarak, kendilerince bu sözcüğün kullanılmasının Allah'tan başka ilah olmamasıyla çelişki gösterdiğini iddia ederler. Böylece kendilerince çok büyük bir gerçeği tesbit ettiklerini zannederler. Halbuki, son derece yüzeysel ve cahilce bir yaklaşımdan kaynaklanan bu yanılgının açıklaması çok basittir. Arapça'da "biz" zamiri yalnızca çoğul anlamı vermek için değil, büyüklük, heybet, azamet, yücelik, üstün makam ve mevkiyi vurgulamak amacıyla tekil şahıslar için de kullanılır. Kuran'da Allah için kullanılan "Biz" sözcüğü de bu anlamda kullanılmıştır.

"Biz" sözcüğünün Arapça'daki bu kullanımındaki mantık, Türkçe'de ve diğer birçok yabancı dilde "siz" sözcüğünün, çoğunluk belirtmek için değil, karşıdaki bir kişi için nezaket maksadıyla kullanılmasına benzer bir mantıktır.

Kuran'ın en önemli ve temel mesajı Allah'tan başka hiçbir ilahın olmadığı ve yalnızca O'na kulluk edilmesi gerektiğidir. Kuran'ın pek çok ayetinde Allah'tan başka ilah olmadığı gerçeği defalarca vurgulanır, bu ayetlerden bazıları şöyledir:

Şüphesiz bu, gerçek bir olayın haberidir. Allah'tan başka ilah yoktur. Ve şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Al-i İmran Suresi, 62)

De ki: "Ben, yalnızca bir uyarıcıyım. Bir olan, kahreden Allah'tan başka bir ilah yoktur." (Sad Suresi, 65)

Şu halde bil; gerçekten, Allah'tan başka ilah yoktur... (Muhammed Suresi, 19)

Dolayısıyla, Kuran'ın birçok yerinde Allah'ın Zat'ı için kullanılan "Biz" sözcüğünün çoğul anlamda kullanılmadığı, yüceltmek, saygınlık ve kudsiyet ifade etmek için kullanıldığı açıktır.

Gerçekte bu sözcüğün kullanılmasındaki hikmeti anlamak için Arapça'daki bu özel kullanımı bilmeye dahi gerek yoktur. Biraz akletme ve düşünme kabiliyeti olan herkes bu kelimenin seçilmesindeki inceliği kolaylıkla görebilir. Bunu kendilerince bir açmaz, itiraz konusu olarak görenlerin durumu, Kuran ayetleri hakkında tartışanların akıl, kavrayış ve zeka seviyelerinin düşüklüğünü göstermesi açısından önemli bir örnektir.

KURAN'DA VERİLEN ÖRNEKLERİ ANLAYAMAMA

Kuran, ancak akleden, düşünen, samimi insanların anlamını kavrayabileceği bir kitaptır. Bu özelliklere sahip olmayan, yani akledemeyen, düşünmeyi bilmeyen, art niyetli insanlar Kuran'ı bir türlü idrak edemez, sırlarına, inceliklerine erişemezler. Kuran'da öğüt ve ders amacıyla verilen örnekler için de aynı durum söz konusudur. Bir ayette inkar edenlerin Kuran'da verilen örnekleri kavrayamadıkları, hatta bu tür örneklerin onlar için bir sapma vesilesi olduğundan bahsedilir:

Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkâr edenler ise, "Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?" derler. Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara Suresi, 26)

İman eden bir kimse ayette konu olan sivrisinek örneğinin,    Allah'ın yaratmasındaki üstünlüğün bir kanıtı olarak verildiğini hemen anlar. Bu bir santimetrelik küçücük böcek, Allah'ın kusursuz ve eşsiz yaratışının bir örneğidir. En gelişmiş teknolojik cihazlardan, bilgisayarlardan çok daha kompleks sistemlere, mekanizmalara ve yapılara sahiptir. (Detaylı bilgi için bkz. Sivrisinek Mucizesi, Harun Yahya) Yaratıldığından bu yana hiç değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Allah, bu mucizevi canlıyı Kitabı'nda Kendi yaratmasının üstünlüğüne örnek vermektedir. Müminler de bu örnekten tek bir sivrisineğin dahi Allah'ın sonsuz ilmini ve gücünü hissetmeye, düşünmeye açılan bir kapı olduğunu anlarlar. Etraflarındaki her yaratığa aynı hikmet gözüyle bakmayı öğrenirler. İnkar eden akılsızlar ise ayetin ifadesiyle, "Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?" diyerek şaşırıp kalırlar.

KURAN'DAKİ TEKRARLARI ANLAYAMAMA

Kuran'daki tekrarlar da akıl erdiremeyen kimselerin hikmetini kavrayamadıkları konulardandır. Kuran'ın çeşitli yerlerinde aynı veya benzer ayetlerin ya da konuların tekrarlandığı görülür. Farklı kıssaların, misallerin, öğütlerin arasında, Allah'ın varlığı, birliği, tevekkül, teslimiyet, dünya hayatının geçiciliği, Allah'ı zikretmenin önemi, şükür, infak gibi dinin temel konularına sık sık değinilir. Kimi zaman, bu konularla ilgili bir ayetin, kelimesi kelimesine aynen başka bir yerde geçtiği bile görülür.

Bunun birçok hikmeti vardır. Sık sık vurgulanması gereken önemli konuların değişik vesilelerle tekrarlanması, hatırlatılması insanların zihinlerinde, kalplerinde daha sağlam yer etmelerini, kalıcı etki yapmalarını sağlar. Ayrıca bu hayati konuların birbirinden farklı örnekler, kıssalar içinde tekrarlanması da konuların her yönüyle, çok boyutlu ve derinliğine algılanmasına yardımcı olur.

Kuran'daki ayet tekrarlarının en belirginlerinden birisi de Rahman suresindeki, "Şu halde Rabbiniz'in hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?" ayetidir. Bu ayet, 78 ayetli surede, yaklaşık bir veya iki ayet arayla tam 31 kere tekrarlanır. Allah'ın, cennetteki güzellikleri sıralarken, bunun çok büyük bir lütuf ve nimet olduğunu insanların hakkıyla idrak edebilmeleri, Allah'ın sonsuz ikramı karşısındaki kayıtsız kalmayıp gereken şükür ve tefekkür boyutuna girmeleri açısından son derece hikmetli bir tekrardır bu. Her tekrar kalpteki saygı dolu hayranlığı ve heybeti bir kat daha pekiştirir. Böylece, samimi ve vicdanlı bir kimsenin kalbine verilmek istenen his en mükemmel bir biçimde aktarılmış olur.

KURAN'IN ÜSLUBUNU ANLAYAMAMA (MÜMİNLERİN DUALARI, MELEKLERİN SÖZLERİ...)

Kuran'daki her ayet Allah'ın sonsuz hikmetinin bir tecellisi olduğu için içerdiği her konu, olabilecek en özlü ve en mükemmel biçimde açıklanmıştır. Kimi yerde bir konu en ayrıntılı ve detaylı biçimde açıklanmış, kimi yerde ise en anlaşılabilecek, kısa ve sade anlatım kullanılmıştır. Örneğin bazı ayetlerde müminlerin, meleklerin ya da başka üçüncü şahısların aktarılan sözleri veya duaları kimi zaman herhangi bir giriş ifadesi kullanılmadan doğrudan verilir. İman edenler de bu sözlerin aktarılmasındaki hikmeti görür ve anlarlar.

Ne var ki, Kuran'daki bu üslup bazı akledemeyen kişilerin anlamakta güçlük çektikleri bir üsluptur. Kuran Allah'ın sözü olduğuna göre onda başkalarının sözlerinin yer almasının kendilerince çelişkili bir durum olduğunu düşünürler. Oysa bütün bu sözler müminler için bir ders, örnek ibret niteliği taşır. Kuran'da yer alan bu ifadeleri aktaran da Allah'tır. Dolayısıyla hepsi Allah'ın sözüdür.

Örneğin, Kuran'ın ilk suresi olan Fatiha suresinin son dört ayeti müminlerin duasıdır:

Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Sen'den yardım dileriz.

Bizi doğru yola ilet;

Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna,

Gazaba uğrayanların ve sapmışlarınkine değil. (Fatiha Suresi, 4-7)

Bu suretle, Allah müminlerin yapabilecekleri en güzel dua şeklini doğrudan Kuran'ın başında aktarmıştır. Bu duanın başında, "aşağıdaki gibi dua edin" şeklinde veya benzeri bir giriş açıklaması yer almaz, çünkü durum son derece açıktır. Benzer bir başka örnek Bakara Suresi'nin son ayetindeki müminlerin duasıdır:

Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. "Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara Suresi, 286)

Akıl sahibi her insan bu ayetlerde Allah'ın müminler için örnek bir dua şekli aktardığını rahatlıkla görür ve anlar, ona göre de dua eder. Akledemeyen ise bu inceliği göremez ve rahatlıkla şeytanın telkinlerine kapılır bir hale gelir.

HAMAN İSMİ HAKKINDAKİ SPEKÜLASYONLAR

Kuran'da kendilerince tutarsızlık bulmaya çalışanların öne sürdükleri iddialardan biri de, ayetlerde Firavun'un adamlarından biri olarak geçen "Haman" hakkındadır.

Tevrat'ta Hz. Musa'nın hayatını anlatan bölümde, Haman'ın adı hiç geçmez. Fakat Haman ismi İncil'de, Hz. Musa'dan yaklaşık 1100 sene sonra yaşamış ve Yahudiler'e zulmetmiş bir Babil kralının yardımcısı olarak geçmektedir.

İşte Kuran'ı Peygamberimizin Tevrat ve İncil'den bakarak yazdığını iddia edenler, Hz. Muhammed'in bu kitaplarda anlatılan bazı konuları Kuran'a yanlış aktardığı gibi bir safsatayı ortaya atarlar.

Oysa bu iddianın tümüyle dayanaksız olduğu Mısır hiyeroglifinin bundan yaklaşık 200 yıl önce çözülüp, Eski Mısır yazıtlarında "Haman" isminin bulunmasıyla ortaya çıkmıştır.

O zamana kadar Eski Mısır dilinde yazılmış kitabeler ve yazılar okunamıyordu. Eski Mısır dili hiyeroglifti ve çağlar boyunca bu dil varlığını sürdürdü. Fakat MS. 2. ve MS. 3. yüzyılda Hıristiyanlığın yayılması ve kültürel etkisiyle Mısır, dinini olduğu gibi dilini de unuttu, yazılarda hiyeroglif kullanımı azaldı ve sona erdi. Hiyeroglif yazısının kullanıldığı bilinen en son tarih MS. 394 yılına ait bir kitabedir. Bundan sonra bu dil unutuldu ve bu dilde yazılmış yazıları okuyabilen ve anlayabilen kimse kalmadı. Ta ki bundan yaklaşık iki yüzyıl öncesine dek...

Eski Mısır hiyeroglifi 1799 yılında, Rosetta Stone adı verilen MÖ. 196 tarihine ait bir kitabenin bulunmasıyla çözüldü. Bu tabletin özelliği üç farklı yazıyla yazılmış olmasıydı: hiyeroglif, demotik (hiyeroglifin el yazısı şekli) ve Yunanca. Yunanca metinin de yardımıyla tabletteki Eski Mısır yazısı çözülmeye çalışıldı. Tabletin tüm çözümü, Jean-Françoise Champollion adlı bir Fransız tarafından tamamlandı. Böylece unutulan bir dil ve bu dilin anlattığı tarih aydınlanmış oldu. Bu sayede Eski Mısır uygarlığı, onların dinleri ve sosyal yaşantıları hakkında birçok şey öğrenildi.

Hiyeroglifin çözümüyle konumuzu da ilgilendiren çok önemli bir bilgiye daha erişilmiş oldu: "Haman" ismi gerçekten de Mısır yazıtlarında geçiyordu. Viyana'daki Hof Müzesi'nde bulunan bir anıt üzerinde bu isimden söz ediliyordu. Aynı yazıtta Haman'ın Firavun'a olan yakınlığı da vurgulanıyordu. (Walter Wreszinski, Aegyptische Inschriften aus dem K.K. Hof Museum in Wien, 1906, J C Hinrichsche Buchhandlung)

Tüm yazıtlara dayanılarak hazırlanan, "Yeni Krallıktaki Kişiler" sözlüğünde ise Haman'dan "Taş ocaklarında çalışanların başı" olarak bahsedilmektedir. (Hermann Ranke, Die Ägyptischen Personennamen, Verzeichnis der Namen, Verlag Von J J Augustin in Glückstadt, Band I,1935, Band II, 1952)

Gerçekten de ortaya çıkan sonuç müthiş bir gerçeği ifade ediyordu. Haman Kuran'a karşı çıkanların aksine aynen Kuran'da geçtiği gibi Hz. Musa zamanında Mısır'da yaşayan bir kişiydi ve Kuran'da bahsedildiği gibi o Firavun'a yakın ve inşaat işleriyle ilgili bir kişiydi.

Nitekim Kuran'da, Firavun'un kule yapma işini Haman'dan istemesini aktaran ayet de bu arkeolojik bulguyla tam bir mutabakat içindeydi:

Firavun dedi ki: "Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa'nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum." (Kasas Suresi, 38)

Sonuçta, Eski Mısır yazıtlarında Haman'ın adının bulunması Kuran aleyhinde birtakım zorlama iddialar getirenlerin bir iddiasını daha boşa çıkarmakla kalmayıp Kuran'ın gerçekten Allah katından olduğunu da bir kez daha ortaya koyuyordu. Zira Kuran Peygamber devrinde ulaşılması ve çözülmesi mümkün olmayan bir tarihi bilgiyi mucize şeklinde bize aktarmaktaydı.

NUH TUFANI HAKKINDAKİ SPEKÜLASYONLAR

Kuran'da aktarılan Nuh Tufanı da inkar edenlerin akıl erdiremedikleri ve dolayısıyla reddettikleri konular arasındadır. Nuh Tufanı'nın varlığını inkar edenler, bu iddialarına delil olarak dünya çapında bir tufanın gerçekleşmesinin teknik olarak imkansız olduğunu söylerler. Buradan da yola çıkarak, böyle bir olayı doğrulayan Kuran'ın Allah sözü olamayacağını iddia ederler.

Oysa bu iddia, Allah'ın indirdiği ve tahrif edilmemiş tek kutsal kitap olan Kuran-ı Kerim için geçerli değildir. Çünkü Kuran'da Tufan olayı, Tevrat'ta ve çeşitli kültürlerde geçen Tufan anlatımlarından çok daha farklı bir biçimde ele alınır.

Tahrif edilmiş olan Tevrat'ta bu tufanın evrensel olduğu ve tüm dünyayı kapladığı söylenir. Oysa Kuran'da Tufan'ın evrensel olduğu şeklinde bir ifade yoktur. Aksine ilgili ayetlerden Tufan'ın yöresel olduğu ve tüm dünyanın değil, sadece Hz. Nuh'u yalanlayan kavmin cezalandırıldığı anlaşılmaktadır.

Tıpkı Ad kavmine gönderilen Hz. Hud (Hud Suresi, 50) veya Semud Kavmi'ne gönderilen Hz. Salih (Hud Suresi, 61) ve diğer peygamberler gibi Hz. Nuh da yalnızca kendi kavmine gönderilmiştir ve Tufan da Hz. Nuh'un kavmini ortadan kaldırmıştır:

Andolsun, Biz Nuh'u kavmine gönderdik. (Onlara) 'Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıp korkutucuyum. Allah'-tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size (gelecek olan) acıklı bir günün azabından korkarım' dedi. (Hud Suresi, 25-26)

Helak olanlar Hz. Nuh'un tebliğini hiçe sayan ve isyanda direten kavimdir. Bu konudaki ayetler hiçbir tartışmaya meydan vermeyecek kadar açıktır:

Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları da suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi. (A'raf Suresi, 64)

Böylece onu ve onunla birlikte olanları katımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayarak inanmamış olanların da kökünü kuruttuk. (A'raf Suresi, 72)

Görüldüğü gibi Kuran'da tüm dünyanın değil, sadece Nuh kavminin helak edildiği bildirilmektedir. Ayetler bu kadar açıkken hala Kuran'da Nuh Tufanı'nın evrensel olarak geçtiğini iddia etmenin cahil kesimleri aldatmaya, onların aklını karıştırmaya çalışmaktan başka amacı yoktur.

Tahrif edilmiş ve insanlar tarafından içlerine pek çok hikaye ve efsane karıştırılmış olan Tevrat ve İncil'deki mantıksızlıkların, hurafelerin hiçbirinin Kuran'da yer almaması, hatta bunların düzeltilmiş gerçek hallerinin aktarılması da Kuran'ın bütünüyle Allah katından gönderilen bir Kitap olduğunu kanıtlamaktadır.

Kuran'da Tufan olayından evrensel olarak bahsedilmesi bir diğer açıdan da mümkün değildir: Çünkü Allah, herhangi bir kavme elçi gönderilmedikçe, o kavmin helak edilmeyeceğini söylemektedir. Helak için, kavmin kendisine uyarıcı-korkutucu gelmiş olması ve bu uyarıcının yalanlanmış olması gerekmektedir. Kasas Suresi'nde şöyle denilir:

Senin Rabbin, 'ana yerleşim merkezlerine' onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve Biz, halkı zulmeden şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz. (Kasas Suresi, 59)

Yine bir başka ayette de "Kim hidayete ererse, kendi nefsi için hidayete erer; kim de saparsa kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Biz, bir elçi gönderinceye kadar (hiçbir topluma) azab edecek değiliz." (İsra Suresi, 15) denilmektedir.

Ayetlerden anlaşılacağı üzere kendisine uyarıcı gönderilmeyen bir kavmin helak edilmesi, Allah'ın kanununa aykırıdır. Bir uyarıcı olan Hz. Nuh ise sadece kendi kavmine gönderilmiştir. Bu sebeple Allah, uyarıcı gönderilmemiş olan kavimleri değil, sadece Hz. Nuh'un kavmini helak etmiştir.

Tufan hakkındaki bir başka tartışma konusu ise, suların bölgedeki bütün yükseltileri, dağları kaplayacak kadar yükselip yükselmediği konusundadır. Bilindiği gibi Kuran'da, geminin Tufan sonrası "Cudi"ye oturduğu bildirilmektedir. "Cudi" kelimesi kimi zaman özel bir dağ ismi olarak alınır, oysa kelime Arapça'da "yüksekçe yer, tepe" anlamına gelmektedir.

Ayrıca "cudi" kelimesinin bu anlamından, suların ancak belirli bir yüksekliğe eriştiği, karayı bütünüyle kaplamadığı anlaşılmaktadır. Yani Tufan'ın muharref Tevrat'ta ve diğer efsanelerde anlatıldığı gibi tüm yeryüzünü ve yeryüzündeki tüm dağları yutmadığı, sadece belirli bir bölgeyi kaplamış olduğunu Kuran'dan öğrenmekteyiz.

Ayrıca Tufan'ın gerçekleştiği düşünülen arkeolojik bölgede yapılan kazılar da, Tufan'ın tüm dünyayı kaplayan evrensel bir olay değil, Mezopotamya'nın bir bölümünü etkisi altına almış olan çok geniş bir afet olduğunu göstermektedir. (Geniş bilgi için yazarın, "Kavimlerin Helakı" isimli kitabına başvurulabilir.)     http://www.harunyahya.org/kitaplar.htm

                                                                
                                                              KUR'AN'DA  CELİŞKİ  YOKTUR

Firavun boğuldu:
Pharaoh drowned. (Surah 17:103, 28:40, 43:55)

17:103- Derken Firavun, Musa'yı ve İsrailoğullarını Mısır'dan sürmek istedi. Biz de onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk.

28:40- Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bir bak, zalimlerin sonu nice oldu!

43:55- Nihayet bizi gazaplandırdıkları zaman onlardan intikam aldık. Hepsini suda boğduk.



Firavun boğulmadı:
Pharaoh did not drown. (Surah 10:92)

10:92- Biz de bugün senin bedenini arkandan gelenlere bir ibret olsun diye kurtaracağız. Bununla beraber, insanların birçoğu âyetlerimizden yine de gafildirler.

Yine burada kasıtlı bir yaklaşım görmekteyiz, fravunun boğulduktan sonra, secde eder halde bulunup müzelerde teşhir edilmesi, gözardı edilmiş, burada bu kurtarılan firavunun bedenin canlı olarak olması gerektiği gibi bir yaklaşımla, ortaya komedi boyutunda, işte size bir çelişki denebilek bir yaklaşımdır. Ortada olan gerçek firavunun cesedi kurtarılmıştır.


Nuh'un tüm Oğulları gemiye bindi:
All of Noah's sons were aboard the ark. (Surah 21:76-77)

21:76- Nuh da daha önceleri bize yalvarmıştı; biz de onun duasını kabul ettik, kendisini ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtardık.
21:77- Âyetlerimizi yalanlayan kavminden onun öcünü aldık. Şüphesiz onlar kötü bir kavimdiler. Biz de hepsini (suda) boğduk.



Nuh'un tüm oğulları gemiye binmedi:
Not all of Noah's sons were aboard the ark. (Surah 11)

11:42- Gemi içindekilerle birlikte, dağlar gibi dalgalar arasında akıp gidiyordu. Nuh ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna bağırdı: "Yavrucuğum, gel, bizimle beraber bin! Kâfirlerle beraber olma!"

11:43- O, dedi ki; "Ben, beni sudan koruyacak bir dağa çıkacağım". Nuh da "Bu gün Allah'ın merhamet ettiğinden başkasını, Allah'ın bu emrinden koruyacak kimse yoktur." dedi. Derken dalga aralarına giriverdi. O da boğulanlardan oldu.

ikinci örnekte ayet numarası verilmesede sanırım bahsedilmek istenen ayetler bunlardır. Burada yine meseleye taraflı yaklaşılmıştır, olaya dış çerceveden baktığımızda 21:76'de Nuh'un '' kendisini ve ailesini '' n bu sel felaketinden kurtarılmış olduğunu görmekteyken, 11:43'e baktığımızda Oğullarından birinin boğulduğunu görmekteyiz, burada hani tüm ailesinin kurtarılması sözü verilmişti ve kurtarılmış olduğu belirtilmiştirde diye bir soru oluşmakta gibiysede, alakası yoktur, tarafsız yaklaşıp bu ayetlerin birazcık altına bakarsak,

11:45- Nuh Rabbine niyaz edip dedi ki: "Ey Rabbim! Oğlum benim ehlimdendi senin vaadin de elbette haktır ve gerçektir. Ve sen hakimler hakimisin."

11:46- Allah: "Ey Nuh! O kesinlikle senin ehlin (âilen)'den değildir. Çünkü o salih olmayan bir amelin sahibidir. Hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben, seni, cahillerden olmaktan sakındırırım."

gördüğümüz gibi Allah-ı Teala Nuh'un o oğlunu 21:76'de geçen ailesinden bir fert katogorisine koymamıştır. Kısaca ortada bir çelişki yok, hatta kimlerin aileden sayılacağı ile bir öğreti vardır. Allah-ı Teala'ya göre fiziksel bağın haricinde, aile fertlerin salih kişiler olması, yani müslüman kişiler olması gerekmektedir, bu anlamdan yola çıktığımızda da, tüm salih 'müslüman' kişileri kardeşimiz olarak kabul etmemiz gerektiği ortaya çıkmaktadır. ve bundan da tüm müslümanların bir aileyi teşekkül ettiğini söyleyebiliriz. Huzur ve barış içinde yaşamamız için hatırlamamız gereken güzel bir örneği teşkil etmektedir bizce.


Meryem'e bir Melek konuştu:
One angel spoke to Mary. (Surah 19:17-21)

19:17- Sonra ailesiyle kendisi arasına bir perde koymuştu. Biz ona meleğimiz (Cebrail)i gönderdik de ona tam bir insan şeklinde göründü.
19:18- Meryem: "Ben senden Rahmân (olan Allah) a sığınırım. Eğer Allah'dan korkuyorsan (dokunma bana)" dedi.
19:19- Melek: "Ben, sana temiz bir oğlan bağışlamak için, Rabbinin gönderdiği bir elçiyim" dedi.
19:20- Meryem: "Benim nasıl çocuğum olabilir? Bana hiçbir insan dokunmamıştır. Ben iffetsiz de değilim" dedi.
19:21- Melek: "Bu, dediğin gibidir. Ancak Rabbin buyurdu ki: Bu (babasız çocuk vermek), bana pek kolaydır. Hem biz onu nezdimizden insanlara bir mucize ve rahmet kılacağız. Hem, bu önceden (ezelde) kararlaştırılmış bir iştir." dedi.



Meryem'e birden fazla Melek konuştu:
Several angels spoke to Mary. (Surah 3:42-45)

3:42 - Hani melekler: "Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz yarattı ve seni dünya kadınlarına üstün kıldı.
3:43- Ey Meryem! Rabbine divan dur ve secdeye kapan ve rüku' edenlerle beraber rüku' et" demişlerdi.
3:44- İşte bu, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. (Yoksa) "Meryem'i kim himayesine alıp koruyacak?" diye kalemlerini (kur'a için) atarlarken sen yanlarında değildin. (Bu hususta) Tartışırlarken de yanlarında bulunmadın.
3:45- Melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih'dir; dünyada da ahirette de itibarlı, aynı zamanda Allah'a çok yakınlardandır.

Yine burada bir gerçek gözardı edilerek ortaya çelişki gibi bir durum yaratılmaya çalışılmıştır. Şayet Meryem'in hayatı boyunca kendisine bu müjdenin verilmesinin haricinde herhangi bir Melek görmedi penceresinden bakarsanız, evet ortaya böylesi bir çelişki çıkarabilirsiniz. Fakat meseleyi derinlemesine araştırdığımızda Meryem'in tabiri müsaitse melekler nerdeyse arkadaşca beraber bir hayat yaşadığı, kısaca onları birden fazla defa gördüğü şu ayetle ortaya çıkmaktadır.

Ali İmran (37) Bunun üzerine Rabbi, onu hoşnutlukla kabul buyurdu, onu güzel bir biçimde yetiştirdi ve Zekeriyya'nın himayesine verdi. Zekeriyya, onun yanına mihraba her girdikçe yeni bir yiyecek bulur ve: "Ey meryem, bu sana nereden?" derdi. O da: "Allah tarafından" derdi. Şüphe yok ki, Allah dilediğine sayısız rızık verir.

görüldüğü gibi Zekeriyya Meryem'in her yanına girdiğinde yeni bir yiyecek bulmakta olduğunu görmekteyiz, anlaşılan Allah-ı Teala tarafından O'na bu yiyecekleri getirenler Meleklerdir, kısaca, Meryem'in İsa'nın doğumuyla ilgili 19:17'de geçtiği gibi Cebrail'in haricinde diğer Meleklerlede konuşmuş olduğudur. Fakat ortada olan gerçek 19:17'e olan gerçek o haber verilmesinde yanlızca konuşmuş olduğunun Cebrail olduğunu görmekteyiz, 3:42-45'de geçen örnekte ise bir başka Melekler tarafından gerçekleşen ziyarette birden fazla Melek tarafından da O'na bu müjdenin hatırlatıldığıdır.


Cennetin bir bahcesi var:
Paradise has one garden. (Surah 39:73, 41:30, 57:21, 79:41)

39:73- Rablerinden korkanlar da bölük bölük cennete sevk edilmektedir. Nihayet oraya vardıkları zaman kapıları açılır ve bekçileri onlara: "Selâm sizlere, ne hoşsunuz! Ebedî olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya!" derler.

41:30- "Rabbimiz Allah'tır" deyip, sonra da doğrulukta devam edenlere gelince, onların üzerine melekler iner ve derler ki: "Korkmayın, üzülmeyin, size vaad edilen cennetle sevinin."

57:21. Rabbinizden bir mağfirete; Allah'a ve peygamberine inananlar için hazırlanmış olup, genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşuşun. İşte bu Allah'ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.

79:41- Kuşkusuz onun varacağı yer cennettir.



Cennetin birden çok bahcesi vardır:
Paradise has many gardens. (Surah 18:31, 22:23, 35:33, 78:32)

18:31- İşte onlara Adn cennetleri vardır; altlarından ırmaklar akar, orada altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyerek koltuklar üzerine dayanıp kurulacaklar. O ne güzel karşılık ve ne güzel kalma yeri!

22:23- Şüphesiz Allah iman edip yararlı iş işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere koyacak, orada altın bilezikler ve inciler takınacaklar. Oradaki elbiseleri de ipektendir.

35:33 - Onlara Adn cennetleri vardır. Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir. Orada elbiseleri de ipektir.

78:32- Bahçeler var, bağlar var.

Yine olay dar bir çerceveden ele alınılıp, sanki Allah-ı Teala vermiş oldukları 39:73, 41:30, 57:21, 79:41 ayet örneklerinde, bir cennet ve cennette olan bir bahce vardır gibi bir yaklaşımdan yola çıkılıp 18:31, 22:23, 35:33, 78:32'de de bu cennetin birden fazla bahçesi olduğu ile ilgili kendilerincede bir çelişki ortaya çıkarmaya çalışılmaktadır, zavallıca bir denemedir. Öncelikle şu ayetlere bakalım:

Bakara (25) İman edip iyi amel işleyenleri müjdele! Kendileri için altlarından ırmaklar akan cennetler var. Onlara her hangi bir meyveden bir rızık yedirilince onlar, her defasında: "Bu bizim önceden yediğimiz şeydir." diyecekler; oysa ona benzer olarak sunulacaklar. Kendileri için orada tertemiz zevceler de var. Onlar orada ebedi kalacaklar.

Ali İmran(15) De ki: "Size o istediklerinizden daha hayırlısını haber vereyim mi? Korunan kullar için Rablerinin yanında altından ırmaklar akan, içlerinde sonsuza kadar kalacakları cennetler vardır. Ayrıca orada kendilerine tertemiz eşler ve hele bir de Allah'ın hoşnutluğu vardır. Allah o kulları görür."

Ali İmran(136) İşte bunların mükafatı Rablerinden bir bağışlama ve sonsuza dek kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetlerdir. İyi iş yapanların mükafatı ne de güzeldir!

bu ayetlerin bize gösterdiği gerçek, cümlelerden gecen anlatımla cennetin bir tek olmadığı cennetler belirtisinden anlamaktayız, anlaşılan ortada Allah-ı Tealanın çömertliği zenginliği vardır, fakat '' 39:73- Rablerinden korkanlar da bölük bölük cennete sevk edilmektedir....'' bu örneğe baktığımızda bunun çoğul olarak belirtilmediğinden ortaya bir çelişki çıkmakta sanılsa bile değildir, böylesi anlatımlarda, belirtilmek istenen hedeftir o da cennet olarak belirtilmiştir. Bu kazanmış olduğunuz bir parayla değişik şeylere sahip olmanız gibi bir olaydır, örneğin, araba, ev vs. Kısaca şayet size paraya sahip olacaksınız dediğimde, bundan tüm bu dünyavari zenginliklere de sahip olacağınızın anlaşılması gerekmektedir.  şimdi siz cennetlik olduğunuzda sizi bekleyen cennetler vardır. Görüldüğü gibi ortada birden çok cennet varken ben size bunu cümleye uygun olarak ancak öyle bildirebilirim, veya şöylesi demem ne kadar mümkündür ki '' siz cennetlerlik olduğunuzda ''  gibi. Fakat hiç bir ayet Allah-ı Tealanın bir cenneti ve bu cennetin bir bahçesi olduğundan bahsetmez, ayetlerin bahsettiği, bir çok cennet ve bahçelerdir, '' 79:41- Kuşkusuz onun varacağı yer cennettir. '' işte burası varmanız gereken bitiş çizgisidir ve bu bitiş cizgisinin sonunda o cennete vardığınızda da sizi cennetler beklemektedir, mesele budur.

7 Ağustos 2012 Salı

Noel

Noel




Hz. İsa’nın doğum günü olduğu iddia edilerek 25 Aralıkta kutlanan Hıristiyan yortusu (bayramı). Latincede doğumla ilgili olan anlamına gelen bu yortuyu, bir kısım Hıristiyanlar 6 Ocakta kutlamaktadır.



Hazret-i Îsâ’nın doğumundan çok önce güneşe tapan putperestler, tanrı saydıkları Güneş’in her gün biraz daha erken kendilerini terk etmesine üzülürlerdi. 25 Aralıkta günler tekrar uzamaya başlayınca, Güneş’in kendileriyle kalmaya râzı olduğuna sevinerek kutlamalar yaparlardı. Bu kutlamalar sırasında dans, içki, ışıklandırma, yaparlardı. Ayrıca hindi kesme, domuz başı, kaz kızartması yemeyi de gelenek hâline getirmişlerdi. Bir de aralarında çeşitli hediyeler verirlerdi. Ayrıca güneşe tapan ve kurtarıcı tanrılarının kış başlangıcında doğduğuna inanan diğer putperest milletler de vardı. Bunlar da Julian takvimine göre kış başlangıcı olarak kabul edilen 25 Aralıkta özel kutlama törenleri yaparlardı.



Hazret-i Îsâ’nın doğum günü kesin olarak bilinmediği için ilk Hıristiyanların hazret-i Îsâ’nın doğumu için kutladıkları özel bir gün yoktu. Bu sırada Roma İmparatorluğunun her yerinde güneşe ve putlara tapılıyordu. Roma İmparatoru Büyük Konstantin, putperestken mîlâdın 313. senesinde Hıristiyanlığı kabul etti. Putperestlikten birçok şeyleri de Hıristiyanlığa soktu. Güneş tanrısının doğum günü kabul edilen 25 Aralığı yılbaşı kabul etti. Îsâ aleyhisselâmın kurtarıcı tanrı olduğuna inanan Hıristiyanlar da, hazret-i Îsâ’nın 25 Aralıkta doğduğunu kabul ettiler.Sonunda bu geceyi Mîlad ve Noel olarak her sene kutlamaya başladılar.



Efsânevî Hıristiyan inanışına göre; mîlâdî 4. yüzyılda (M. 350 yıllarında) Anadolu’da Myra (bugünkü Demre-Antalya) yöresinde yaşamış olan Aziz Nikolaos adındaki Hıristiyan azizi, Roma İmparatoru Konstantin’in rüyâsına girdi ve îdâma mahkum edilen üç subayı kurtardı. Bu olaydan sonra ünü gittikçe yayılan Nikolaos, zamanla Rusya ve Yunanistan gibi ülkelerin, hayır kurumlarının, loncaların, çocukların, denizcilerin ve bâzı şehirlerin koruyucu azizi olarak benimsendi. Adına Avrupa’da pekçok kilise yapıldı. Çocuklara özel armağanlar getirdiğine inanılan ve Noel Baba olarak anılmaya başlayan Aziz Nikolaos efsânevî bir kişiliğe büründü.



Aziz Nikolaos’un Noel Baba hâline sokulması ilk önce Almanya’da görüldü. Bu efsânevî gelenek zamanla Protestan kiliselerin çoğunlukta olduğu Avrupa ülkelerinde yayıldı. Sonra ABD’nin New York şehrine gelip yerleşen Hollandalı Protestanların Aziz Nikolaos’u iyiliksever bir kimse olarak anmaları da çok sevilmesine yol açtı. Ayrıca ABD ve İngiltere’de kutlanan çocuk bayramlarında da yer verilmeye başlandı. Geleneksel âile ve çocuk bayramı olarak kutlanan Noel yortusunun koruyucusu olarak kabul edildi.


Noel Baba’nın şişman, neşeli, kırmızı ve beyaz piskoposluk giysileri içindeki tasvirleri Amerikalılar tarafından gündeme getirildi. Noel Baba olarak bilinen Aya Nikola (Aziz Nikolaos)nın bâzan yalnız, bâzan yardımcısıyla ata binerek, bâzan da sekiz ren geyiğinin çektiği arabasıyla evlerin damlarında dolaştığı efsânesi yaygınlaştı.



Noel Baba yortusu daha ziyâde mîlâdî senenin Aralık ayının 24. gününün gecesi kabul edilmiştir. Bununla berâber 24 Aralık ile 6 Ocak arasında olduğunu kabul eden Hıristiyanlar da vardır. Ermeni kiliseleri hiçbir zaman Noel’i kabul etmeyip, hazret-i Îsâ’nın doğumunu hep 6 Ocakta kutlamayı sürdürdüler.



Efsânevî inanış doğrultusunda Noel Baba yortusunu kutlayan Hıristiyanlar bu kutlamalar sırasında, ışık ve çeşitli maddelerle yaprak dökmeyen ağaçları süslerler. Bu da umûmiyetle çam ağacıydı. Bu âdet, eski Mısırlıların, Çinlilerin, Yahûdîlerin ve putperest milletlerin yaprak dökmeyen ağaçları ölümsüzlük simgesi saymalarından kaynaklanmaktadır. Günümüzdeki Noel gelenekleri arasındaki ağaç süslemesinin Almanya’nın batı tarafında ortaçağda hüküm sürmüş olan eski putperestlikten alındığı rivâyeti hâkimdir.



Noel Baba bayramının (yortusunun) safsata ve efsâne olduğu İngiliz Durkan Başpiskoposu Dr. David Jenkis’in 21 Aralık 1993 Milliyet, 24 Aralık 1993 Türkiye gazetelerinde çıkan beyânâtında; İncil’de geçen Noel’le ilgili sözlerin birer peri masalı ve efsâne olduğu açıklandı. Dr. David’in bu sözlerini diğer ünlü İngiliz din adamlarından St. Albans Başpiskoposu John Taylor, Anglikan Çevre Bakanı John Gummer; “Kilisenin öğrettikleri çok açık. Dünyâdaki milyonlarca insan, İncil’deki masallarla uyutulmaya çalışılıyor.” sözleriyle desteklediler. Bugün Çin’de, Hollanda’da ve İngiltere’de Noel Baba ile kutlamalar ve reklamlar yasaklanmıştır (1993).



New York Üniversitesinde târih profesörü olan Waelangi Ferguson diyor ki: “Hıristiyanların yortuları putperest yortularıyla aynı târihlere rastlar Meselâ Noel târihi İran ve Roma’da güneş tanrısı Mitharas’ın doğum târihiydi. Ayrıca bu târih çok eskiden beri putperest dünyâsında önemli bir yortu günüydü.



Kudüs civârında dünyâya gelen hazret-i Îsâ’nın doğumu hakkında, o zamânın edip ve münevverlerinin eserlerinde hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır. En küçük vak’aları bile yazanRoma târihçilerinin, hazret-i Îsâ gibi büyük peygamber hakkında derin bir sükûnet göstermesi ayrıca dikkate şâyândır. Yunanca, İbrânice eser yazanlar da, aynı lâkaydlik ve ilgisizlik içindedirler



Hıristiyanların mukaddes kitabı bugünkü İncil, bir tâne değildir. Bütün İncil’lerde hazret-i Îsâ’nın hangi gün doğduğuna dâir en küçük bir bilgi de yoktur. Doğduğu sene hakkında ise kapalı, tahminler yapılacak mâlumâtlar vardır. İncil’in birinde hazret-i Îsâ’nın Yahûdî kralı Büyük Herodos’un zamânında doğdunu yazıyor. Roma kaynakları ise bu kralın mîlâddan önce öldüğünü bildiriyor. İki İncil’de ise hiçbir kayıt yoktur.



Mîlâdî târih 6. yüzyıla kadar hiç kullanılmadı. Mîladdan sonra 525 târihinde Denys adında bir râhip, ilk defâ mîlâdî târihi kullandı. Târihçiler uzun müddet ya Roma’nın kuruluşunu, yâhut dünyânın kuruluşu olarak Tevrat’ta tahmin edilen târihi, başlangıç yaptılar. On sekizinci asra kadar eser yazanlar böyle hareket ettiler. Sarbon Üniversitesi profesörlerinden Gungnebert hazret-i Îsâ’nın mîlâdî târihinde doğduğu kesin olmadığı gibi on beş sene önce veya sonra doğduğu da ispat edilemez diyor. Doğum senesi tahmin edilemeyince doğduğu gün elbette hesaplanamaz.



Eflâtun’un, Îsâ aleyhisselâm zamânında yaşadığı bâzı İslâm kaynaklarında belirtilmektedir. Avrupa kitaplarında ise Eflâtun’un mîlâttan yâni Îsâ aleyhisselâmın dünyâya gelmelerinden 347 sene önce öldüğü yazılıdır. Mîlâdî sene kat’î olmayıp günü ve senesi şüpheli olup, yanlıştır. Büyük âlim İmâm-ı Rabbânî rahmetullahi aleyh ve Burhan-ı Katı’ lugat kitabının bildirdiklerine göre, Îsâ aleyhisselâm ile Peygamberimiz arasındaki zaman, bin seneden az değildir.



Îsâ aleyhisselâmın doğum günü belli olmayınca noelin mânâsı efsâneden öteye gidememektedir. İslâmiyette, güneş yılının ayları içinde sayılı bir mübârek gün yoktur. Meselâ, Martın yirminci Neyruz veya Nevruz denilen gün ve Mayısın altıncı Hıdrellez günü ve Eylülün yirminci Mihrican günü, bâzı ülkelerde mübârek sayılır. Bu günlerin Müslümanlıkta bir değeri yoktur.Noel günü ve gecesi de böyledir.

Mutlu Yıllar



Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...