1 Aralık 2011 Perşembe

YUNAN MİLLİYETÇİLİĞİ, MİSYONERLİK

YUNAN MİLLİYETÇİLİĞİ, MİSYONERLİK


Misyonerlik kelime anlamıyla "Her Hıristiyan tarafından dinin tebliği"dir.
Fakat Türkiye'de çoğunlukla "Ortodoks dininin Yunan millî hedeflerine ulaşmak amacıyla bir araç olarak kullanılması"dır.
Yunan milliyetçiliğinin hedefleri bütün Kıbrıs, bütün batı Anadolu, bütün Trakya, Argonotların altın postu aradığı Kaf (kas) dağlarına kadar Anadolu'nun Karadeniz sahilidir.
Yunanlıların bütün bu boyundan hayli büyük toprak parçalarını istemesi normal karşılanmaktadır ama bu saldırıya maruz kalan Türkiye'nin kendini savunmak amacıyla mesela Kıbrıs'ın yarısına çıkması, orada kalmak istemesi tepki görmektedir.
Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol hanıma, katıldığı her televizyon programında her sunucunun sormaktan büyük keyif duyduğu bir soru vardır;
"Hıristiyan olduğunuz halde misyonerliğe neden karşısınız?"
Sevgi Hanım da her seferinde hiç üşenmeden arkasına şöyle bir yaslanıp yutkunduktan sonra tane tane hep şu aynı cevabı vermekten büyük zevk duyar;
"Çünkü ben Türk'üm. Hıristiyan (Ortodoks) dininin genelde bütün batılılar, özelde Yunanlılar tarafından Türk Devletinin milli bütünlüğüne karşı sömürü amaçlı kullanıldığını gördüğüm için misyonerliğe karşıyım. Aynı nedenle AB'ye de karşıyım. Küreselleşmeye karşıyım, ABD emperyalizmine karşıyım. Misyonerlik emperyalizmin mızrak ucudur."
Bu cevap Türkiye üzerine oynanan büyük oyunu bütünüyle açıklamaya yeterlidir.
Cevabı herkes anlamakta, fakat zihni ve fikri devşirilmiş aydınlar ile mandacı ve bölücüler anlamamaktadır.
Etrafınıza şöyle bir bakarak anlamamakta israr edenlerin mütarekeci, mandacı ve bölücüler olduğunu kolaylıkla çözebilirsiniz.
Ben her programda Sevgi Hanım'a aynı sorunun sorulmasından, hemen arkasından da aldıkları cevaptan hoşlanmayanların suratlarının aldığı hali seyretmekten gizli bir haz duyuyorum.
Meşreplerini ifşa ettiklerinin farkında değiller.
Milli hedef" kavramı ile neyin ifade edilmek istenildiğini bir örnekle gösterelim:
Yunanistan ve İstanbul Rumları arasında çok değer verilen ve hala nesilden nesile dikkatle aktarılmakta olan bir Ayasofya Efsanesi vardır. Bu efsaneye göre İstanbul'un fethi esnasında Ayasofya'da bir rahip tarafından icra edilmekte olan kutsal kudas âyini-Türk köpeklerin-gelmesiyle yarıda kesilmiş ve rahip de orada bir sütuna dönüşmüştür. Rumların geri gelmesiyle beraber ışıl ışıl bir yüz ve elinde bir kadehle ortaya çıkacak ve ayine bıraktığı yerden devam edecektir. Aslında son imparator da ölmemiştir ve mermere dönüşmüş olarak muzaffer imparatorların geleneksel giriş noktası olan Altın Kapı'nın ardındaki bir mağarada uyumaktadır. Bir gün semadan bir çağrı duyarak hayata dönecek ve bir meleğin kendisine getireceği bir kılıç ve "kuzeyin sarışın insanları"nın yardımıyla Türkleri Acem sınırının ardındaki "Kızıl elma"ya sürecektir.(1) ("Konstantinopolis" Philip Mansel. Sabah Yay. Kasım 1996. Sayfa 24)(1)
"Kuzeyin sarışın insanları" sakın sarışın AB'liler olmasın?
İlgilenenler için bir not: "Altın Kapı" Türkler tarafından o tarihten sonra duvar örülerek kapatılmıştır.
Rumların milli hassasiyetleri bu kertede iken Türklerinki nasıldır dersiniz?
Kasım 2001 içinde Azerbaycan Meclis Başkanı Aleskerov, beraberinde bir heyetle İstanbul'a gelir. Ziyaret programında tarihi yerler vardır, Dolmabahçe'ye de gidilir. Dolmabahçe Saray Müdürlüğü kadrosunda tam 60 adet kadrolu rehber vardır. Azerbaycan heyetini gezdirmek görevi işte bu 60 rehberin içindeki Ermeni asıllı İlona Baytar'a verilir. Üstelik Baytar müzeyi gezdirirken Azerilere "Dolmabahçe Sarayı'nın inşaatını Kayseri asıllı Ermeni Balyan Ailesi yapmıştır" diyerek vurguda bulunur. Azeri heyeti tepki göstererek olayı protesto eder.
Bunun adı da en hafif deyimiyle herhalde "milli hassasiyetsizlik" olur.
"Hassasiyet" kelimesinin "haysiyetsizlik" ile müthiş bir ses uyumu taşıdığını fark ettiniz mi?
Bu bölümü; adalı olsun, kıt'alı olsun kadın erkek yaşlı bütün Rumların 400 yıl süren Türk egemenliğini protesto etmek için boyunlarına hala siyah mendil bağladıklarını ve kıyafetlerinde siyah rengi tercih ettiklerini belirterek bitirelim.(2) ("Girit'te Bir Şehrin Hikayesi". Pandelis Prevalikis. Belge yay. İstanbul 1997. Sayfa 17(2)
İnanmayan gitsin baksın Batı Trakya'ya, Kıbrıs'a... Bu ne bitmez tükenmez kinmiş?

Toplumsal bütünlüğü tehdit eden ve onu tehlikeye sokan unsurlardan biri de misyonerliktir.

Toplumsal bütünlüğü tehdit eden ve onu tehlikeye sokan unsurlardan biri de misyonerliktir.


Ülkemiz, 21. asrın ya da üçüncü bin yılın başlarında çeşitli ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve dini sorunlarla karşı karşıya hatta iç içe bulunmaktadır. Bütün bu sorunlar biri diğerinin sebebi olmakta ya da biri diğerini tetiklemektedir.

Hastalıklı bir beden nasıl ki mikroplarla mücadelede başarısız olursa, toplumlar da onun varlık sebebi olan değerlerin zayıflaması sonucu dayanma gücünü kaybederler. Milletler arası yarışta öne çıkmak isteyen toplumlar, rakip olarak gördükleri toplumları çökertebilmek için çeşitli araçları kullanarak, onlarda bir değerler erozyonu meydana getirirler ve çoğunlukla dıştan müdahalelerin zor ve pahalı olduğu düşünülerek daha kolay ve ucuz olması sebebiyle içten çökertme yöntemi uygulanmakta ve bundan da önemli ölçüde verim alınmaktadır.

Soğuk savaş dönemlerinde, toplumların rehavete düşmeleri ve bazı direnç noktalarının kırılması, dış güçlerin başarısını artırmaktadır. Zira geleceğe ait hesapları ve projeleri olmayan toplumlar, bu tür soğuk savaş dönemlerinde hazırlıksız yakalanmakta ve çoğunlukla da sıcak savaş şartlarından daha büyük bedeller ödemektedirler.

Toplumsal direnci zayıflatan, değerler erozyonunu hızlandıran etkenlerin başında lüks, moda, içki ve uyuşturucu bağımlılığı, ahlaki ve dini çöküntüler gelmektedir. Bu yüzden toplumlar gelecek konusunda kendilerini güvende hissedebilmeleri için kimliğini oluşturan değerleri koruma konusunda duyarlı ve dikkatli olmak zorundadır.

Milli değerler tarih süzgecinden geçerek, örf adet ve geleneklerle bütünleşerek, her çağ ve coğrafyada milleti ayakta tutarlar. Bir ırmağın sürüklediği kum tanecikleri gibi biri birilerini törpülerler ve belli bir uyum sağlayarak ortak kaderi paylaşırlar. Bir arada olmaları onları güven içinde mutlu kılar. Bu insicam her zaman dış etkenlerin müdaheleleriyle bozulmaya açıktır ve her zaman da böyle bozulmuşlardır. İşte toplumlar belli ülkü ve değerler etrafında mutlu bir varlık sürerek güçlerini korurlarken başkaları bu mutluluğu kendileri için bir dezavantaj olarak görerek bozmaya yeltenebilirler.

İşte toplumsal bütünlüğü tehdit eden ve onu tehlikeye sokan unsurlardan biri de misyonerliktir.

Misyonerlik, bir dinin insanlara tebliğini görev kabul etmiş olan insanların yani misyonerlerin yaptığı iştir. Tarihi süreçte Hıristiyanlıkla özdeşleşmiştir ve misyonerler onun sembolü haline gelmiştir. Değişik bir ifade ile "misyonerlik" denince Hıristiyanlık, Hıristiyanlık denildiğinde de misyonerlik akla gelmektedir.

Her ne kadar misyonerlik belli bir dini diğer bir din mensubuna tebliğ gibi anlaşılsa da bu, bir dinin masumane tebliğinden farklı bir şeydir. En azından bu faaliyetlerin tarihi geçmişi bu görüntüyü vermiştir. Zira misyonerlikte en azından iyi niyet ve masumiyet bulunmamaktadır. İnsanların inanma duyguları istismar edilmekte, zaaf ve beklentilerinden yararlanılmakta ve bu süreçte bazı empozeler yapılmaktadır. Hatta buna dayalı olarak imkanlar ölçüsünde karşı inanç ve düşünceleri karalama, tahrif ve aşağılama vardır.

Hıristiyanlıkta misyonerlik faaliyetlerinin kaynağı olarak kabul edilen Matta İncili 4. Bap 19. cümlesinde yer alan ve Hz. İsa'nın Petrus ve Andreas'a söylediği ifade edilen şu söz misyonerliğin iç dinamikleri bakımından bazı ipuçları vermektedir.

"İsa onlara dedi; Ardımca gelin, sizi insan avcıları yapacağım".

Bu cümle, Hz. İsa'ya inananların kendi inanç değerlerini insanları avlamada bir yöntem olarak kullanabilecekleri iznini vermekte ve yıllarca bu yöntem sayesinde insanlar içine düştükleri, sosyal, kültürel ve ekonomik şartların zorlaması sonucu Hıristiyan misyonerler tarafından avlanmaktadırlar. Aynı şekilde Matta İncili'nin 28. Bap 18-20. cümleleri, misyonerliğin bir emir gibi anlaşılmasına ve her türlü yolun meşrulaştırılmasına sebep olarak kabul edilmiştir.

"İsa yanlarına geldi ve onlara söyleyip dedi: Gökte ve yerde bütün hakimiyet bana verildi. İmdi siz gidip bütün milletleri şakirt edin, onları Baba ve Oğul ve Kutsal Ruh ismiyle vaftiz eyleyin. Size emrettiğim her şeyi tutmalarını onlara öğretin ve işte ben bütün günler, dünyanın sonuna kadar sizinle beraberim."

Her iki cümle her ne kadar Matta İncili'nde yer alsa bile bunların Hz. İsa'ya aidiyeti, incillerin bütünü üzerindeki genel İslami kanı çerçevesinde tartışılabilir. Ancak tarihin bütün dönemlerinde bu söz Hıristiyan misyonerliğin özünü oluşturmuş ve Hıristiyan misyonerlere hareket imkanı sağlamıştır.

Hıristiyanlık üzerinde büyük bir etkisi olan Pavlus'un yazdıkları Hıristiyan Kutsal Kitabında yer almış ve kendisi Hıristiyanlığı yaymayı görev edinenlere en önemli örnek olmuştur. Hıristiyan misyonerler çeşitli yönlerden onu taklit etmiş ve sözlerini kutsal vahiy metni olarak uygulamaya özen göstermişlerdir. İşte Pavlus'un Korintoslulara yazdığı mektup misyonerlere örnek teşkil eden ve misyonerliğin iç yüzünü bütün açıklığıyla ortaya koyan cümlelerinden bazıları:

"İmdi benim ücretim nedir? İncil'de olan salahiyetim ifratla istimal etmemek için, İncili vazederken, İncili meccanen arz etmektir. Çünkü herkesten azatken, daha çok adam kazanayım diye, kendimi herkese kul ettim. Ve Yahudileri kazanayım diye Yahudilere Yahudi gibi davrandım; kendim şeriat altında olmadığım halde, şeriat altında olanları kazanayım diye şeriat altında olanlara şeriat altında gibi davrandım; Allah'a karşı şeriati olmayanlardan değil, ancak Mesih'in şeriati altında olarak şeriati olmayanlara şeriati olmayan gibi davrandım. Zayıfları kazanayım diye zayıflara zayıf oldum; her suretle bazılarını kurtarayım diye zayıflara herkese her şey oldum. Ve hepsini incil için yapıyorum, ta ki onda hissedar olayım." (I. Korintoslulara, 9/18-23).

Bu cümlelerden etkilenen Hıristiyan misyonerleri, Hristiyanlığı yaymak için her yola başvurmuşlar,her fırsatı değerlendirmişlerdir. İşin en ilginç olan yanı ise bunu din adına yapmışlardır.

Katolik Kilisesinin Misyonerlik Çalışmaları

Katolik Kilisesinin Misyonerlik Çalışmaları

Katolik Kilisesi Ortaçağlarda çok sayıda haçlı seferi düzenlediği gibi Müslümanlığın önderi olarak kabul ettiği Türkleri yok etmek için Türk vergisi de toplamaya başlamıştır. Tuz vergisi diye anılan bu vergi, ekmek ve tuz gibi zorunlu ihtiyaçları gidermek için alış veriş yapıldığında bile alınmıştır. Bu da Batılılardaki Türk düşmanlığının korkunçluğunun boyutlarını bize anlatmaktadır.

1962-1965 yılları arasında yapılan II. Vatikan Konsilinin kararları arasında diyalog yer alıyor. II. Vatikan Konsilinin kararında şöyle deniliyor: “ Kilise, misyonerlerini göndermeye devam edecektir. Yeryüzünde her taraf Hıristiyan olmadıkça bu görev sona ermeyecektir" (Küçük, 1996)

Katolik Kilisesi, Türkiye ve Avrupa’da İslamiyet’i araştırmak için 1978 yılında SRI diye bilinen “İslami İlişkiler Dairesi”ni kurmuştur(Altındal, 1994). Prof. Dr. Mehmet Kaplan (1960)’a göre Avrupa’da İslamiyet ve Türkoloji alanındaki çalışmaların sayısı, Türkiye’deki ve İslam dünyasındakinden fazladır. Oysa Batı ülkelerinde yüksek lisans ve doktora yapan Türk ve İslam Dünyası öğrencilerinin Hıristiyanlık üzerine tez yapmalarına dahi izin verilmemektedir(Yıldız, 1974).

Vatikan ve Kiliseler Birliği Örgütü Lideri ve Dinlerarası Diyalog Komitesi Üyesi Louis Massignon misyonerler zirvesinde şu konuşmayı yapmıştır (Özfatura, 2003): “ Müslümanların her şeyini bozduk ve mahvettik. Onların milli ve manevi değerlerini Batı medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik. İslamiyet’ten uzaklaştırdık, İslamiyet’i öğrenmeyi, yaşamayı, Kur’an öğrenmeyi suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu hiçbir şeye inanmıyor. Son yıllarda Müslüman görünen bazı ilahiyatçılara 14. asırlık dinlerini itikatlarını, ibadetlerini tartışır hale getirdik. Derin bir boşluğa düşürdük. Bundan sonra siz misyonerlerin işi daha da kolaylaştı. Maaş bağlayarak, vize vaadi, yurt dışında iş imkanı hatta cinselliği kullanarak Müslümanları Hıristiyan yapınız.” Nitekim bununla ilgili olarak televole ilahiyatçılarının “horozdan kurban kesmek, cinsel ilişki ile oruç açmak” gibi Anadolu İslam anlayışı ile bağdaşmayacak konuları mütareke medyasında dile getirdiklerini biliyoruz.

Kendisi Lübnanlı Hıristiyan Arap bilim adamı olan ve ABD’de yıllarca öğretim üyeliği yaptıktan sonra 2003 yılında vefat eden Edward Sait de misyoner Massignon’un konuşmasını “Kültür ve Emperyalizm” adlı eserinin giriş kısmına almıştır. Bunun Hıristiyan bir bilim adamı tarafından da dile getirilmiş olması inandırıcı olması açısından önemlidir.

Ayrıca 24 Aralık 1999’da Papa II. Paule bin yıl hedefini vermek üzere bir “milenyum mesajı” yayınlayarak şunları söyledi:
“ Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştı. Üçüncü bin yılda hedefimiz Asya’dır" (Demir, 2005).

Kardinal Achilli Silvestrini, Abdullah Öcalan’a siyasi sığınma hakkı tanınması gerektiğini açıkladı. Vatikan’da Doğu Kiliselerinden sorumlu Kardinal, “ Kendi bağımsızlığı için mücadele veren herkese siyasal sığınma hakkı tanınmalıdır” dedi. Kardinal, Kürt sorununun yalnızca Türkiye ile İtalya arasında bir sorun olmayıp Avrupa’yı ilgilendiren uluslar arası bir konu olduğunu vurguladı (Baş, 2000).

Öcalan, Papa’ya bir mektup yazarak şunları söylemiştir: “Aziz Peder, Hıristiyanlığa çok yakınım. Sizin şahsınıza ve dininize duyduğum saygı benim savaşımın ve düşüncelerimin merkezindedir” (Baş, 1996)..

Katoliklerin “La Documantation Catholic” adlı resmi yayın organında Türkiye topraklarının gerçekte Hıristiyan, Arap ve Kürtler ait olduğu dile getirildi (Baş, 2000). Demek ki Katolik Kilisesine göre, Anadolu herkesin ülkesi fakat Türklerin ülkesi değil.

Papalığın Doğu Kiliseleri Birliği Komisyonu Başkanı Achille Silvestrine bir açıklama yaparak “ Vatikan’nın PKK’yı ve onun başını desteklediğini” açıkladı (Baş,1996)

İslam bana değer verdiği için seçtim

İslam bana değer verdiği için seçtim

Müslüman olduktan sonra kurduğu radyo ile hayatını İslama hizmete adayan Liana Amira’nın müthiş ...
“İslam insana ve kadına çok büyük değer veriyor. İslam her şeye değer veriyor. Hayvana bitkiye canlıya ve cansıza her şeye değer veriyor ve saygıyı hürmeti kıymet bilmeyi emrediyor.”


Liana Amira Stanescu 30 yaşında İslamla şereflenerek hayatını İslama hizmete adayan genç bir hanım. İngilizce, Fransızca ve Romence bilen Liana Amira İslamı tanıdıktan sonra ibretlerle dolu bir hayat yaşamaya başladı. Aldığı yüksek eğitimden sonra 7 yıl boyunca Romanya’da televizyon spikerliği ve radyo programcılığı yapan ve aradığı mutluluğu bir türlü bulamayan Liana Amira ailesinin ve çevresinin bütün baskılarına rağmen İslamiyeti araştırarak Müslüman oldu. İslamı araştırarak Müslüman olduktan sonra Romanya’da radyo kuran Liana Amira “Bundan sonra tek işim tebliğ” diyor.

SAADETİ SADECE İSLAM’DA BULDUM

Kendisi gibi Müslüman olan ve Müslüman olduğu için ailesi tarafından bin bir türlü eziyete maruz bırakılan ve şimdi Türkiye’de yaşayan Maria Lavinia Kandilci ile beraber bir yıl önce Radyo İslam’ı kuran Liana Amira şimdi binlerce dinleyici kitlesiyle herkesi kendilerine hayran bırakıyor. Vakit’e hidayet öyküsünü anlatan Liana Amira sahip olduğu her şeye rağmen saadeti sadece İslam’da bulduğunu söylüyor. İşte Liana Amira’nın müthiş hidayet öyküsü ile Maria Lavinia Kandilcinin tebliğ çarpıcı tebliğ mücadelesi…

KEMAL GÜMÜŞ / ROMANYASahip olduğu ekonomik özgürlüğü ve aldığı yüksek eğitime rağmen saadeti Hıristiyanlıkta ve sözde modern yaşam tarzında bulamayan Romanyalı Liana Amira İslamla şereflenerek Müslüman oldu. İslamı tanıyıp Allah’a teslim olduktan sonra kendisi gibi daha önce Müslüman olan Maria Lavinia Kandilci ile beraber İslam’a hizmet etmek için bir yıl önce Radyo İslam isimli bir radyo kuran iki arkadaş örnek bir davranışlarıyla herkesi kendilerine hayran bırakıyorlar.
Vakit’e neden yaşam tarzı olarak İslam’ı seçtiğini anlatan Liana Amira Stanescu ibretlerle dolu hidayet öyküsünü anlattı. Liana Amira maddi durumu iyi ve koyu bir Hıristiyan ailede büyüdü. Daha bir yaşındayken annesini kaybetti. Babası tekrar evlenen Liana Amira Müslüman olduğu için ailenin tek çocuğu olmasına rağmen kendisine büyük baskılar yapan üvey anne ve babası için “Allah onlara hak yolu göstersin.
Allah onlardan razı olsun. Şuanda inancımdan dolayı bana baskı yapsalar da onlar bana en güzel davranışı saygılı olmayı öğretti” diyor. Romanya Üniversitesi Dil ve Edebiyat Fakültesinden mezun olduktan sonra 7 yıl boyunca Romanya da çeşitli televizyon ve radyolarda spikerlik yapan 30 yaşındaki Liana Amira Stanescu, “Ben üniversiteyi bitirdikten sonra iş hayatıma basın yayın alanına girerek başladım. 7 yıl boyunca çeşitli televizyon kanallarında spikerlik ve bir gazete editörlük yaptım. Daha sonra İslam ile tanıştım ve eski işlerimi çevremi terk ederek Radyo İslamı kurdum. Şimdi Radyo İslam’da yöneticiyim” dedi.
HRİSTİYAN AİLEMDEN TEK BİR MÜCEVHER ALDIM ODA SAYGIMaddi durumu iyi olan Hıristiyan bir ailenin tek çocuğu olduğunu söyleyen Liana Amira, “Ben daha iki aylık iken annem vefat etti. Babam annesiz büyümeyeyim diye tekrar evlendi. Allah’a şükür ediyorum. Bu anneye mükemmel diyemem ama yine de Allah onları hak yola iletsin ve onlardan razı olsun. Çünkü benim için çabaladılar, iyi bir geleceğim olsun diye benim icin mucadele ettiler ve bana bir mücevher verdiler. Bana saygıyı öğrettiler. Saygı göster ki sen de saygıyı gör” diyor.
Kur’an-ı Kerim-i okuyup araştırdıktan sonra Müslüman olduğunu ifade eden Liana Maria, “Gerçekten neyde hayır ve şer olduğunu tam olarak bilmemiz mümkün değil. Allah bana öyle şartlarda İslamı sundu ki hem teorik hem de pratik olarak ruhuma işledi adeta. Allah kalbimi ve gözlerimi açtı. Ben Hıristiyandım ve Suriyeli bir Müslüman ile evlendim. Ancak Hıristiyanlıktan vazgeçmeyi aklımın ucundan bile geçirmiyordum.
Taki eşimin İslam’dan ne kadar uzak bir insan olduğunu fark edinceye kadar. Eşim Müslüman olmasına rağmen içki içer ve kumar oynardı. Evine ve ailesine karşı sorumluluklarını yerine getirmezdi. Bense o güne kadar İslam hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Eşimin bu tavırları beni İslamı araştırmaya itti. Kendi kendime bu nasıl bir din böyle acaba İslam mı bu adama böyle yapmasını emrediyor diye düşünüyordum. Ve bir gün Kur’an-ı Kerimi elime alıp okudun birkaç gün içinde bitirdim. Ancak daha da detaylı araştırdım ve gördüm ki İslam insana ve kadına çok büyük değer veriyor.
İslam her şeye değer veriyor. Hayvana bitkiye canlıya ve cansıza her şeye değer veriyor ve saygıyı hürmeti kıymet bilmeyi emrediyor. İşte o zaman eşimin sadece sözde Müslüman olduğunu anladım. Daha sonra Müslüman olmaya karar verdim. Eşimin de tekrar Müslüman olması için çok gayret sarf ettim. Tekrar Müslüman olması için diyorum çünkü onun sadece adı Müslümandı. Bütün gayretlerime rağmen İslam dışı alışkanlıklarından vazgeçmediği için boşanmak zorunda kaldım” dedi.
MÜSLÜMAN OLSANIZ BİLE HAYAT TOZPEMBE OLMUYOREşinden ayrıldıktan sonra kendini tamamen İslamı öğrenmeye adadığını ifade eden Liana Amira, “Müslüman olduktan sonra hayat tozpembe olmadı maalesef. Ailemden çok baskı gördüm çevremden de öyle. Öyle ki komşularımız bile bana eziyet etmeye üzmeye başlamışlardı. Ailem bak sen onun dinine girdin o ise seni bıraktı onun dininden çık diye baskı yapıyorlardı. Allah şükür, yaşadığım her şey Allahın birer imtihanıydı.
Bu imtihan ölünceye kadar devam edecek. Eşimle ayrıldıktan sonra Müslüman olduğum için ailem beni kabul etmedi. Ancak şanslıydım çünkü üç yıl kendime bir ev almıştım ve kendi evimde kalmaya karar verdim. Komsular ise sürekli beni rahatsız ediyorlar: ‘Madem boşandın Müslüman dan neden hala onun dininde duruyorsun?” diyorlar. Ama benim yolum bellidir artık, Allahın yoludur!” şeklinde konuştu.
En sert tepkiyi anne babasından gördüğünü içi burkularak anlatan Liana Amira, “Bu konu canımı yakıyor ama yine de cevaplayacağım. Ailem beni Müslüman olduğum için kabul etmedi ve her zaman eski eşimden dolayı Müslüman olduğumu sanıyorlar. Eski eşim Müslümandır. Ama onun için değil Allah için ben Müslüman oldum. Şimdi sadece annem kaldı babam bu sene öldü. Babam için vicdanım rahat çünkü o bana kızsa da ben her zaman onun yanında oldum ona karşı görevlerimi yerine getirdim. Her şeye rağmen babam benim için her şeydi en problemli günlerimde hep yanımda oldu ve destek cıktı” dedi.
RADYO İSLAMI 1 YIL ÖNCE KURDUKMüslüman olduktan sonra birçok Müslüman dâhil insanların gerçekten İslamı daha iyi tanımları gerektiği fikrinden hareketle arayışlar içine girdiğini anlatan Liana Amira, “Ben zaten basında 7 sene çalıştım ve şuanda Müslüman olduğum için mesleki tecrübemle benim gibi musulmanlar için de bir şeyler yapmalıyım dedim. Öylece bir kaç arkadaşıma danıştım. Bir radyomuz olsun dedim ve Radyo İslam isimli Romanya’nın ilk İslami radyosunu bir yıl önce kurduk. İlk başta bildiğim şeyi yaptım. Haber programı, Müslüman Komitesinin haberleri, haftalık haberler ve daha sonra çeşitli programlarla zenginleştirdik. Şuan da ekibimizde 4 kişi var, onlar da benim gibi sonra dan İslamla tanışan kardeşlerim” diyor.
CANLI YAYINDA 5 SAAT BOYUNCA İSRAİL TERÖRÜNÜ ANLATTI
Radyo projesinde en büyük desteği Türkiye’de yaşayan Maria Lavinia Kandilciden aldığını ifade eden Liana Amira sözlerini şöyle sürdürdü: “Lavinia benim en sevdiğim kardeşimdir. Lavinia bu ekipe birinci kisi oldugu ve bu projeye inandi ve yanima durdu. Lavinia bu projeye çok zaman ayırıyor ve çok çalışıyor çok güzel haberlere imza attı. Onu ilk tanıdığımda bu proje için uygun olduğunu tahmin etmiştim. Ben kötü bir editör değilim.
Yanlış anlamayın ama sadece radyo da seslerimiz çıksın diye olsun bir insani kabul etmem. Yani ben nasıl bir sorumluluk alıyorsam diğer arkadaşlarımın da bu sorumluluk sahibi olmasını isterim. Lavinia Kandilci sadece bir arkadan değil aynı zamanda kardeşim ve onunla bütün kararları paylaşıyorum. Ona danışmadan hiç bir karar almıyorum. Lavinia bir tek o canli yayina girdi saat 5 sabah ve Israil askeri nasil masum insanlari katleti anlattı.
Onun için gündüz gece fark etmiyor ve gerçek gazeteci o demek. Türkiye’de bulunan Müslüman Romenler ile ilgili haber yapıyor. Bir istatistik söyleyeyim size. Ortalama her ay internet sitemizi 110.bin kişi ziyaret ediyor. Romanya dışındaki Romen kardeşlerimiz radyomuzu www.radioislam.ro adresinden takip ediyorlar. Bizi sadece Müslümanlar değil buradaki Hıristiyanlarda dinliyor her gün onlar mail alıyoruz onlardan.

KADINA EN ÇOK HAK VEREN DİNLER VE {İSLAM'IN KADINLARA BAKIŞI}

KADINA EN ÇOK HAK VEREN DİNLER VE {İSLAM'IN KADINLARA BAKIŞI}


Eski Yunanlılar'da Kadın 

İnsan üzerinde bir yük Yegane amacı kadın hizmetçi olarak evde hizmet etmekl Kadın pisdir, şeytani varlıklardan biridir Yasal açıdan bir eşyadır, çarşıda alınıp satılabilinir Medeni haklardan yoksundur, hürriyeti elinden alımıştır Miras hakkı yoktur Erkeğin izni olmadan kadın kendi malını harcama yetkisi yoktur Boşama yetkisi yalnız erkeğe verilmiştir Yangın ve yılanın sokmasının bir çaresi vardır, fakat kadının kötülüğünün çaresi yoktur Eflatun, "Kadın elden ele orta malı olarak gezmeli" Aristo, "Kadın yaratılışta yarı kalmış bir erkektir." Yunan mitolojisinde ilk kadının ismi "Pandora"dır. Topraktan ve sudan yaratılmıştır. İnsanın başına gelen tüm bela ve felaketlerin sebebi bu kadındır. O, kötülüklerin kalpalı olduğu kağağı açmış ve bütün müsübet ve felaketleri dünyaya yaymıştır. Fahşelerin evleri siyaset, sanat ve edebiyat merkezleri halindeydi. Sanat adına çıplak heykeller ve aşk tanrıçaları yapılırdı.

 Roma'da Kadın

Babanın kendi kız ve erkek çocuklarını ailesine kabul etme mecburiyeti yoktu. Çocuk doğumdan sonra, babasının ayakları önüne bırakılır, baba eğer onu kucağına alırsa çocuğu kabul etmiş sayılırdı. Kaldırmazsa onu kabul etmediği anlamına gelirdi. Çocuk erkek ise isteyen onu alıp götürürdü, kız ise açlık ve susuzluktan ölüp giderdi. Aile reisi çocuklarından dilediğini satar, istediğini aileden ihraç ederdi Koca isterse karısını öldürebilirdi Boşanma sistemi 520 yılına kadar bilinmiyordu Kadınlar vatandaş değildir.

 Eski Hind'de Kadın

Kadın köledir Kadın kocası öldüğü zaman hayat hakkı yoktu, o gün ölmeliydi Kadın 17.yüzyıla kadar kocasının cesediyle beraber yakılırdı. Tanrıların hoşnut edilmesi için kadın kurban edilirdi Hind hukukuna göre felaket, tafun, ölüm, cehennem, zehir, ejderha, ateş hiç bir zaman kadından daha kötü değildir. Buda: "Eğer kadınları dinime kabul etmeseydim Budizm çok uzun zaman temiz bir şekilde devam ederdi. Bugün artık bu dinin uzun zaman yaşıyacağını zannetmiyorum. Zira bu dine kadın girmiştir."(Edyanu'l Hind 72)

 Eski Mısır'da Kadın

Firavular devrinde kız kardeşlerle evlenirdi. Firavunlar tahtlarını başkalrıyla paylaşmamak için çoğu kez kız kardeşleriyle evlenmişler. Mısır halkı da Firavunlar gibi yapmışlardır. Bâbil'de Kadın Kadın evcil hayvanlar mesabesindedir Biri bir adamın kızını öldürdüğü zaman o da kızını diğerine teslim ederdi. Teslim alan kişi kendi malı gibi kullanır isterse öldürürdü. Eski İran'da Kadın Mecusilerin devrinde kız kardeş ve anne gibi kan yakınlığının bir saygınlığı yoktu. Onlar kızkardeşleriyle evlenir ve bunuda teçvik ederlerdi. Eski Rusya'da Kadın


 Erkek ve kadına farklı hukuki muamele yapılırdı. Fuhuış yapan, zina eden kadına çok ağır ceza verilirdi .Cinsel organları oyularak çıkarılırdı. Erkeklere böyle bir ceza verilmezdi. Eski Çin'de Kadın Kadın insan değildir. Kadınlara isim verilmezdi, numara konulur, iki üç diye seslenilirdi. Kız çocukları uğursuzluk sebebidir.

 YAHUDİLİKTE KADIN

 Devamlı günah işleme eyilimi olan bir yaratık olarak görülür, kadın aldatıcı bir put olarak adlandırılır. Yahudiler Hz.Adem veHavva'nın hikayesini anlatırlar. Onlara göre Hz.Adem Allah'a itaat ettiği için cennette mesut bir şekilde yaşıyordu. Fakat karısı Havva yasak meyveye yemesi için Onu tahrik etti, onu kandırdı ve cennetten çıkardı. Sonra Alllah Havva'ya şöyle dedi: "Sana hamilelik acısı vereceğim. Sancılanarak bebek doğuracaksın. Sen daima kocana karşı eğilimli olacaksın. O sana hükmedecek. Yahudiler, bu efsaneden dolayı kadını lanetlemiş bir yaratık olarak kabul ediyorlardı. Yunan ve Hristiyan mitolojisinde de böyle bir olay geçer. Eski Yahudi toplumları kızı hizmetçi sayarlardı. Babasının onun utancından dolayı satma hakkına sahip olduğunu kabul ederlerdi. Kız miras alamazdı. Ancak babasının hiçbir erkek çocuğu yoksa o zaman alırdı. Her yahudi sabah duasında şöyle der: "EZELİ İLAHIMIZ, KAİNATIN KRALI BENİ KADIN YARATMADIĞIN İÇİN SANA HAMDOLSUN.

[ HRİSTİYANLIKTA KADIN]

Hristiyanlığın kadınlara karşı davranışı Yahudulikten daha kötü olmuştur. Hristiyanlığa göre kadın şeytanca kötülüklere kapı açar, erkeği yasak ağaca götürür, Allah2ın emirlerini çiğner ve erkeğin ahlakını bozar. kadın günahın anası; fesat ve fitnenin kaynağıdır. Onun mevcut olması utanılacak bir durumdur.Kadın, günahın, ahlaksızlığın, ruhi ve manevi alçaklığın canlı bir heykeli olarak görülür. Hristiyan aziz Tertolyan diyor ki: Kadın, şeytanın insan nefsine giriş kapısıdır. Allah2ın yasalarını iptal eden Allah'ın çehresini bozan iğrenç bir mahluktur. Diğer bir Hristiyan azizi Saint Paul'da şöyle der: Her erkeğinn başı İsa idi, her kadının başı da erkekti. İsa'nın başı ise Tanrıydı. Erkek Tanrının şânı ve çehresidir. Fakat kadın erkeğin şanıdır. Çünkü erkek kadına bağlı değildir. Kadın ise erkeğe bağlıdır. Erkek kadın için doğmadı, fakat kadın erkek için doğdu. Mesih adına kadın kendini köleliğin sembolü saymalıdır. Hristiyan azizler "Hz.İsa'nın annesi dışında kalan tüm kadınların cehennem azabından kurtulamıyacağını" söylerler.

                                                            İSLAM'IN KADINLARA BAKIŞI



1- Kadın insan olma açısından erkek gibidir : Daha önce, diğer toplumlarda "Kadın insanmıdır, değilmidir?" tartışması yapılmaktaydı. Kimisi akıllı hayvan, kimisi yarım kalmış bir erkektir diyordu. İslam'ın kadınlar hakkında getirdiği temel islahatlardan biri budur. Cenab-ı Hak buyuruyor . "Ey insanlar sizi tek bir nefisten yaratan Rabbinizden korkun"(Nisa süresi 24) Allah resülü buyuruyor : "Muhakkak kadınlar erkeklerin bir parçasından başka bir şey değildir" 2- Daha önceki din adamlarının kadına yapıştırdıkları lanetlik durum bertaraf edildi 3- Kadın dindar olmaya, iman ve ibadete ehliyetlidir : Eğer iman edip ibadet yaparsa cennete girer. Küfredip isyan ederse cezalandırılır. Bu konuda erkekten hiçbir eksik yönü yoktur. Cenab-ı Hak buyuruyor : "Erkek ve kadından kimi inanmış olarak bir iyilik yaparsa onu hoş bir hayatla yaşatırız. Ahirette ise onların ücretini yaptıklarının en güzeliyle veririz." (Nahl Suresi 97) "Rableri onlara karşılık verdi : Ben sizden erkek kadın, hiçbir çalışanın işini zayi etmiyeceğim. Hep birbirinizdensiniz." (Al-, İmran Suresi 195) Bu temel esas Kur'an-ı Kerimin birçok ayetinde vurgulanmıştır. " Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, itaata devam eden erkekler ve itaate devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar. Allah'a gönülden saygılı erkeler ve saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar, işte bunlar için bağış ve büyük bir mükafat hazırlanmıştır." (Ahzab Suresi 35) 4- İslam, kadına miras hakkı tanımıştır : Küçük olsun, büyük olsun, evli olsun bekar olsun, isterse annesinin karnında bir kız çocuğu olsun, ona her durumdamiras hakkı vermiştir. 5-İslam eşler arasında hakları tanzim etmiştir : Kadına da erkeğin hakları gibi haklar tayin etmiştir. Cenabı Hak Buyuruyor: "Erkeklerin kadınlar üzerinde bulunan hakları gibi kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları bir derece daha fazladır." (Bakara Suresi 228) 6- İslam Boşanma Meselesini düzene Koydu : Erkeğin bunu oyuncak haline getirmesi ve bu konuda diktaya başvurması engellenmiş oldu. Boşanmaya bir sınır koydu bu sınır talaktır. Önceden araplarda bunun sınırı yoktu. İslam talakın meydana gelmesi için belli bir zaman tayin etmiştir. Boşanmanın tesiri için bşr iddet müddeti vardır. Bu zaman kadın ve erkek için yeniden düşünüp taşınma imkanı sağlar. 7- İslam evlenilecek kadınların sayısına sınır koydu : Bu sınırı dört kadınla belirledi. İslam'dan önce araplarda ve çok evliliği kabul eden milletlerde daha önce, herhangi bir sınır yoktu. 8- İslam kadında bulunduğu söylenen uğursuzluğu nehyetti : İslam öncesi arapların ve diğer milletlerin kadında bulunduğuna inandıkları uğursuzluk telakkilerini kökünden kazıdı. Cenab-ı Hak buyuruyor : "Onlardan birine kız müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir, kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı milletinden gizlenirdi. Onu utana utana tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün! Ne kötü hükmediyorlar."(Ahzab Suresi 58-59) 9- İslam Kız Çocukların Katlini Yasakladı : İslam'dan önce diğerv toplumlarda kız, ya diri diri toprağa gömülüyor veya putların önüne bırakılıyor, ölünceye kadar orada kalıyor yahut da herhangi bir dilek için kurban ediliyordu. Kızının ileride birinin karısı olmasından kendince ar duyan, bunun için de kızını diri diri gömen babaya Kur'an sert bir biçimde tenkit eder: "Kız çocuğun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman" (Tekvir suresi 8-9) "Beyinsizlikleri yüzünden, körü körüne çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği nimetler, Allah'a iftira ederek haram sayanlar mahvolmuşlardır; onlar sapıtmışlardır, zaten doğru yolda da değillerdi." (Enam Suresi 140) 10- İslam, kadın erkek arasında yargı eşitliği getirdi : İslam hukuku ister bir erkek, ister bir kadın katil olsun, öldürene ölüm cezası verir. Hz.Ömer zamanında bir kadını erkeler birlikte öldürmüşlerdi. Katil erkeklerin öldürülmeleri için Hz.Ömer emir verdi ve hepsi öldürüldü. İslam zina için, erkekle kadına aynı cezayı getirdi. Kadına karşı işlenen suçlar, ister şahsına, ister malına, ister şerefine karşı olsun erkeğe karşı işlenelerle aynı seviyeye getirildi. Htta bazı konularda kadın hakkına daha çok önem verilmiştir. "Bir erkek iffetli bir kadına zina isnad eder de, sonra dört şahid getiremeyenlere seksen değnek vurun, ebeddiyen onların şahitliğini kabul etmeyin."(Nur Suresi 4) 11- İslam kadına mülkiyet hakkı verdi: İslam, kadına mülkiyet hakkı, aynı zamanda sorumluluk vermiştir. Avrupa 1882'de çıkarılan bir kanunla ancak evli kadınlara mülk edinme hakkı tanıdı. Kur'an bu husuta şu hükmü koyar: "Erkeklere kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır."(Nisa Suresi 32) 12- İslam, kadınında eğitimine önem verdi :İslam, kadını cehaletten kurtarmış ve onun durumunu yükseltip şerefli kılmıştır. İslam tarihinde bunun örnekleri çoktur. Eğitilmiş müslüman kadınlar eğitim ve öğretime büyük yardım yapmışlardır. 13- İslam, kadına ikram edilmesini emretmiştir : İslam kadına, kız olsun, eş olsun, anne olsun hep ikram edilmesini emretmiştir. "Biz insana, ana babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu." (Ahkaf Suresi 44) Bir adam Resullulah'a gelerek, ben Allah yolunda cihad etmek istiyorum, dedi. Resulullah ona dedi ki: "Anan sağ mıdır?" Adam evet dedi. Allah Resulü: "Onun ayağına dikkat et cennet oradadır" BUYURDU

Kur'an'ın Tahrifi İftirası


TAHRİFİN ANLAMI

Râgıb-ı Isfahânî, “Müfredât” kitabında şöyle diyor:

“Bir kelimeyi tahrif etmek, o kelimeyi iki farklı anlam ve mânâ verebilecek şekilde söylemektir.”

Yukarıdaki ifade, kelime yapısı üzerinde gerçekleşen tahriften ziyade mânâsındaki tahrife değinmektedir.

Allah (c.c.), Kur’an-ı Kerîm’de mânevî tahrife (anlam tarifine) değinerek şöyle buyurmaktadır:

“Yahudilerin bir bölümü, kelimeleri (Allah’ın sözlerini) asıl mânâlarından saptırırlar.”[1]

Bu ayet, Yahudilerin, kelimelerin zahirini korumalarına rağmen, onları asıl mânâlarından uzaklaştırıp başka mânâlara yorumladıklarını bildiriyor.

“Tahrif” kelimesi, mânâdaki tahrif anlamına gelmesine rağmen, kelime yapısındaki tahrif mânâsında da kullanılmıştır. Bu açıklamaya göre; tahrif, mânevî ve lafzî olmak üzere iki kısma ayrılır:
1. MÂNEVÎ TAHRİF:

Kur’an-ı Kerim üzerinde mânevî tahrif teşebbüsleri maalesef olmuştur. Bu tür tahriflerin en yaygın olan şekli, ayetleri asıl mânâsından çıkarıp başka bir anlama yapılan yorumlarlardır. Bu gibi yorumlar, genelde birtakım mezhebî görüşleri desteklemek amacıyla yapılmıştır.

İmam Muhammed Bâkır aleyhisselam, bu gibi tahrifler hakında şöyle buyurmaktadır:

“Onlar, Kur’an’ın harflerini korudular, ama mânâsını tahrif ettiler; lafzını başkalarına aktardılar, ama mânâsına dikkat ve riayet etmediler.”
2. LAFZÎ TAHRİF:

Bu tür bir tahrifin olduğu, sadece bazı zayıf rivayetlerde yer almıştır. Bu rivayetler, genelde Ehl-i Sünnet yoluyla, bazen de Şia yoluyla nakledilmiştir.

Bu rivayetler, parmakla sayılacak kadar azdır ve bazı Şii veya Sünni muhaddislerinin dışında herkes tarafından reddedilmektedir.
KUR’AN’IN TAHRİF EDİLMEDİĞİNE DAİR KUR’AN’DAN DELİLLER

Bazı müfessirler, Kur’an’ın tahrif edilmediğini ayetlerle ispatlamışlardır:

Şimdi bu konuyla ilgili bazı ayetleri nakledelim:



BİRİNCİ DELİL

“Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik ve do?rusu onun koruyucusu da biziz.”[2]

Allâme Tabatabaî (r.a), bu ayet hakkında şöyle diyor:

“Kur’an hayat dolu ebedî bir zikirdir. Yok olmak, eksilmek ve fazlalaştırılmaktan korunmuştur. Kur’an’ın muhtevasında herhangi bir değişikliğin meydana gelmesi sonucu, hakikatleri ve ilahî maarifi açıklayıcı olma özelliğini kaybetmesi ve böylece Allah’ın zikri olmaktan çıkması mümkün değildir. Bu ayet, Kur’an-ı Kerim’in zikir olduğunu ve nazil olduktan sonra çeşitli tahriflerden sonsuza dek korunacağını bildiriyor.”[3]

Zemahşerî, mezkur ayet hakkında şöyle diyor:

“Geçmiş kitapların aksine, Kur’an’ı tahrif olmaktan koruyan Allah’ın kendisidir. Yüce Allah’ın, Kur’an’ı tüm değişim ve tahriflerden mahfuz kılması ve buna özel bir önem vermesi, Kur’an’ın bir mucize olduğunu gösterir. Aksi takdirde, Allah kelâmı olmayan sözlerde eksilme ve fazlalık olduğu gibi, Kur’an’da da eksilme ve fazlalıklar meydana gelirdi.”[4]

Ayetullah Hoî (r.a) ise, bu konuda şöyle diyor:

“Bu ayet, Kur’an’ın tüm tahriflerden korunduğunu ve hainlerin pis elleriyle Kur’an’da herhangi bir değişikliği ve tahrifi meydana getiremediklerini ve hiçbir fitnecinin oyuncağı olamayacağını vurguluyor.”[5]

Fahr-i Râzî, bu ayeti açıklarken şöyle diyor:

“Yani, biz Kur’an’ı her çeşit eksilme ve fazlalaşma tahrifinden koruyacağız.”[6]

Feyz-i Kaşanî (r.a) şöyle diyor:

“Yani, biz Kur’an’ı her çeşit eksilme, fazlalaşma ve değiştirilme tahrifinden koruyacağız.”[7]

Ebu Ali Tabersî (r.a) şöyle diyor:

“Yani, biz Kur’an’ı her çeşit eksilme ve fazlalaşma tahrifinden koruyacağız. Bu ayet hakkında Hasan’dan şöyle nakledilmiştir: Allah (c.c.) Kur’an’ı nazil ettiği şekilde koruyacağını üstlenmiş, İslam ümmetini bu Kur’an’ı nesilden nesile aynen aktarmakla görevlendirmiştir; Peygamber’in davetini kabul edenlerin hepsine hücceti tamamlamaları için bu durumun kıyamete dek devam etmesini emretmiştir.”[8]
BU DELİL HAKKINDAKİ SORULAR VE CEVAPLAR:

BİRİNCİ SORU: Bu ayet, Kur’an’ın her zaman, her yerde ve herkesin yanında tüm tahriflerden mahfuz kaldığına delalet etmez. Kur’an’ın yalnız bir kısım insanların yanında mahfuz olarak kalması, ayetin geçerliliği için yeterlidir, herkesin yanında mahfuz olması gerekmez. Ayet, böyle bir mânâyı ifade etmiyor.

CEVAP: Bu ayetin bu mânâya geldiğini düşünmek doğru değildir. Zira yüce Allah, Kur’an’ı evrensel ve tüm insanları doğru yola hidayet etmek gayesiyle nazil etmiştir. Dolayısıyla, Kur’an’ın yalnız bazı şahısların yanında tahriflerden mahfuz kalması, bu gaye için yeterli değildir. Eğer Kur’an’ı halkı hidayete eriştirmek gayesiyle nazil etmeseydi, onu “Levh-i Mahfuz”da[9] koruması yerterli olurdu. Ama Kur’an’ı hidayet amacıyla indirdiği için onu her zaman, her yerde ve herkesin yanında tüm tahriflerden koruması gerekir.

Ayetullah Hoî (r.a) bu şüphenin cevabında şöyle diyor:

Bu ayetteki “zikir”den maksat, Peygamber’e (s.a.a) nazil olan Kur’an-ı Kerim’dir ve “onu korumak”, onu başkalarının oyuncağı olmaktan ve zayi olmaktan korumak ve bütün insanların o ilahî mesaja ulaşabilmesini mümkün kılmak demektir. Nitekim, halk dilinde; “Filan kasidenin her hakkı mahfuzdur.” denildiği zaman, o kasidenin korunmasına rağmen, herkesin elinin ona ulaşabileceği kastedilir.”[10]

İKİNCİ SORU: Bazı Müslüman ve Müslüman olmayan ülkelerde basılan Kur’an’larda bazı ayet ve kelimeler yanlışlıkla eksik veya yerleri değişik düşecek şekilde basılmaktadır. Acaba bu, bir nevi tahrif değil midir? Ve eğer mezkur ayet, Kur’an’ın tüm tahriflerden korunmuş olduğunu ifade ediyorsa, bu soruyu nasıl cevaplandırıyorsunuz?

CEVAP: Bazen matbaa hatası olarak Kur’an’larda meydana gelen eksiklikler veya değişikliklerin, Kur’an’ın Allah tarafından mahfuz kalmasıyla hiçbir çelişkisi yoktur. Zira böyle yanlışlıklar, Kur’an’ın yeniden doğru ve hatasız basılmasıyla ortadan kaldırılır, böylece bu yanlışlıklar düzeltilir ve Allah’ın ayeti ile Allah’ın ayeti olmayan bir şey birbirine hangisinin ayet olduğu anlaşılmayacak bir şekilde karışmaz.

ÜÇÜNCÜ SORU: Kur’an’ın tahrif olmadığına dair Kur’an’dan delil getirmek doğru değildir. Zira, delil olarak getirdiğiniz ayetin kendisi de tahrif olmuş olabilir. Öyleyse mezkur ayette de tahrif olmaz ihtimali olduğuna göre, bunu delil olarak getirmek doğru değildir.

CEVAP: Bütün İslam alimleri, bu ayetin tahrif olmadığına dair ittifak etmişlerdir. Hiç kimse de bu ayetin tahrif edildiğini iddia etmemiştr. Kaldı ki, tahrif yapmak isteyen şahsın da, ilk önce bu ayeti tahrif etmesi gerekirdi. Çünkü bu ayet, tahrif konusunda kilit bir ayettir ve bu ayeti bu halinden çıkarmadığı müddetçe, yapacağı her türlü tahrif bu ayetle reddedileceği için, faydasız olacaktır. Öyleyse, tahrif yapmak isteyen birinin, böyle bir ifadeyi Kur’an’a sokmuş olması düşünülemez. Çünkü böyle bir ifadeyi Kur’an’a eklemekle, kendi tahrifinin önünü almış olur ve daha sonra tahrifte bulunmak isteyenin önüne engel koymuş olur. Her halde Kur’an’ı tahrif etmek isteyen, Kur’an’ın tahrif edilmesinin önüne, böyle bir ifade artırarak, set çekmek istemez.
İKİNCİ DELİL :

“O aziz bir kitaptır; bâtıl ona önünden de, ardından da gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen (Allah) tarafından indirilmiştir.”[11]

Bu ayet, Kur’an’ın tahrif edilmediğine dair delil getirilen ayetlerden biridir. Kur’an’a bâtıl sözün ulaşması ve hiçbir değişikliğin meydana gelmesi, bu ilahî deliller ışığında mümkün değildir. Buna göre tarif, bâtıl sözün en açık numunelerinden olduğuna göre, hiçbir zaman Kur’an’ın sınırlarından içeriye giremez. Bu konuda Allâme Tabatabaî (r.a) şöyle diyor:

“Bâtıl demek, Kur’an’ın hakikatlerinin tümünün veya bir bölümünün hak olmayan şeylere dönüşmesidir. Veya şeriatın hükümleri ve ahlakî değerlerinin bazılarının uygulanamayacak derecede iptalidir. Bu ayet ise, Kur’an’da böyle şeylerin oluşmasını kesin bir dille reddediyor.”[12]
KUR’AN’IN TAHRİF EDİLMEDİĞİNE DAİR HADİSLERDEN DELİLLER:
BİRİNCİ DELİL

Şii ve Sünni alimler yoluyla Hz. Peygamber ve Mâsum İmamlardan nakledilen mânâ yönünden mütevatir olan çok sayıda hadislerde şu mânâ ifade edilmiştir: “Müslümanların Hz. Peygamber’den ve İmamlardan ulaşan hadisleri Kur’an’a sunmaları gerekir. Kur’an’a uygun olan hadisleri kabul edip, uymayanları reddetmeleri gerekir.”

Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.a)’den şu hadis nakledilmiştir:

“Benden sonra sizlere birçok hadis nakledeceklerdir. Sizler, benden size ulaşan hadisleri Kur’an’a sunun; ona uyanı kabul edin, uymayanı reddedin.”

Yine şöyle buyurmuştur:

“Her hakkın bir hakikati ve her doğrunun da bir nuru vardır. Sizler, Kur’an’a uyanını kabul, uymayanını ise reddedin.”

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Kur’an’a muhlif olan her hadis bâtıldır.”

Bütün hadislerin doğru ve yanliş olmasındaki ölçü Kur’an oldu?una göre, Kur’an’ın kendisinin tüm tahriflerden korunmuş olması gerekir.

Bu hadislerle iki şekilde istidlâl edilmiştir:

1- Kur’an, sağlamliğı ve delil olarak başvurulmada ana kaynak olma açısından, hadislerden öncelik taşır. Bu yüzden, tüm hadislerin doğru olup olmadığını anlama açısından Kur’an ölçü olmuştur. Eğer Kur’an tüm tahriflerden mahfuz olmasaydı, hadisleri ona sunmak mantıksız ve anlamsız olurdu.[13]

2- Bazı ayetler, Kur’an’ın tahrif olmadığını açıkça bildirdiği halde, Kur’an’ın tahrif olduğuna dâir bazı hadisler vardır. Ancak bu hadisler, Kur’an’ın tahrif olmadığını bildiren ayetlere muhalif olduğu için, Kur’an’a uymayan hadislerin kenara atılması ve saf dışı bırakılması yönünde Hz. Peygamber (s.a.a) ve Mâsum İmamlar (a.s)’dan nakledilen mütevtir hadisler gereğince, onlara itina edilmemelidir.

Bu konunda Feyz-i Kaşanî (r.a) şöyle diyor:

“Hz. Peygamber (s.a.a) ve İmamlar (a.s), kendilerinden mütevatir olarak nakledilen rivayetlerde, kendilerine isnat edilen hadislerin onlara ait olup olmadığını anlamamız için, o hadislerin Kur’an’a sunulmasını emretmişlerdir, “Kur’an’a uyanı kabul, uymayanı reddedin.” diye buyurmuşlardır. Buna göre, elimizde mevcut olan Kur’an’ın tahrif edildiğini kabul edersek, hadisleri ona sunmanın ne gibi bir yararı olabilir ki? Bu yüzden, Kur’an’ın tahrif edildiği yönündeki hadisleri, Kur’an’a aykırı ve muhalif olduğu için, ret veya tevil etmemiz gerekir.”[14]

Kur’an’ın mânâları ve hükümlerine zarar vermeyecek derecedeki eksilme ve tahrifin olabileceği şüphesine karşı vereceğimiz cevap ise şudur: Hadislerin Kur’an’a sunulması hakkındaki hadislerin anlamıyla ilgili olarak yaptığımız açıklamaya dikkat edilirse, bu şüphenin de cevabı anlaşılmış olur. Kaldı ki, böyle bir tahrifin münafıklara ve dalâlet ehline hiçbir yararı olmayacağından, kimse böyle bir işe yeltenmez. Ayrıca, Müslümanların, özellikle de alimlerin, Kur’an’dan bir noktanın dahi azalmaması ve ona bir noktanın dahi artırılmaması yönündeki büyük çabaları ve titizlikleri dikkate alınırsa, bu derecedeki tahrifin de mümkün olmadığını herkes teslim eder.
İKİNCİ DELİL

Kur’an’ın tahrif olmadığını bildiren hadislerden biri de Müslümanlar arasında tevatürler nakledilen “SAKALEYN” hadisidir. Resulullah (s.av) şöyle buyurmuştur:

“Ben aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; Biri hidayet ve nur ile dolu olan Allah’ın kitabıdır. sizler ona sarılın ve amel ediniz. (Burada Kur’an hakkında birçok tavsiyelerde bulunmuştur.) Diğeri ise Ehl-i Beytimdir. Sizi Allah’a yemin veriyorum Ehl-i Beytimin haklarını koruyunuz (Bu cümleyi üç kez tekrarladı.)[15]

Kur’an’a sarılmanın anlamı, Kur’an’dan nur ve hidâyet almaktır. Hz. Emir’ül-Müminin Ali (a.s) bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“Sana Allah’ın kitabını amel etmeni tavsiye ediyorum. Zira O, sağlam bir ip, yanan (nurlu) bir meşâle, kesin şifa veren, suyu tatlı bir kaynak, ona sarılanları tüm kötülük ve tehlikelerden koruyan ve kurtaran, düzeltilmesi gerekmeyen, kendisinde yanlış olmayan, onu çok dinlemek ve ona çok başvurmakla eksilmeyen bir kitaptır.

Bu öyle bir kitaptır ki ona uygun olarak konuşan doğru söyleyen ve onunla amel eden kimse herkesin öncüsüdür[16] ve yine şöyle buyurmaktadır:

“Bu Kur’an aldatmadan nasihat eden, sapıklığa düşürmeden hidayet eden ve doğruyu söyleyen bir kitaptır. Onunla oturan şahıs hidayete yaklaşır, sapıklığa düşmekten uzaklaşır. Kur’an’la olan kimse hiçbir şeye ihtiyaç duymaz. Ama ondan uzaklaşan kimse, her şeye bir o kadar muhtaç olur, kendi dertlerinizi Kur’an’la tedavi edip zorluklarda ondan yardım dileyiniz. Zira Kur’an, küfür nifak ve sapıklık gibi büyük hastalıklara şifa verendir.”[17]

Ve yine şöyle buyuruyor:

“Kur’an’ın zahiri güzel, bâtını ise derindir. Hayret edilecek mucizeleri tükenmez ve yeniliği asla sona ermez. Karanlıklar yalnız onunla aydınlığa kavuşur.[18]

Diğer bir hadiste şöyle buyuruyor.

“Kur’an’da geçmişlerin haberi, geleceklerin mukadderatı ve sizin aranızda uygulayacağınız hükümler mevcuttur.”[19]

Hz. Resulullah (s.a.a) de şöyle buyuruyor:

“Siz Kur’an’a sarıldıkça (bağlı oldukça), sapıklığa düşmeyeceksiniz.”[20]

Bütün bu hadislerden, açıkça Kur’an’ın tahrif olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü tahrif olunmuş ve yanlışla dolu olan bir kitabın başkasını doğruya iletebilmesi anlamsızdır.

KURAN'DA REENKARNASYON YOKTUR, ÖLÜM VE DİRİLME BİR KEREDİR:

KURAN'DA REENKARNASYON YOKTUR, ÖLÜM VE DİRİLME BİR KEREDİR:
Reenkarnasyon hiçbir ilahi kaynağa dayanmayan batıl bir inançtır.Tahrif edilmiş,Tevrat ve incildede, reenkarnasyonla ilgili batıl düşünceler vardır.zira tahrifdir. Ama, son ilahi din,KUR’AN bu inancı inkar eder ve yalanlar. Ancak sadece Hint dinlerinde değil, dünyanın her yerinde reenkarnasyona inanan, daha doğrusu reenkarnasyonun doğru olmasını isteyen insanlar bulunmaktadır. Bunun nedeni, dine inanmayan, ahiretin varlığını inkar eden, ölümden sonra yok olmaktan veya sonsuza kadar cehennemde kalmaktan korkan insanların, reenkarnasyonu, bu korkularını yenmek için bir çıkar yol olarak görmeleridir. Çünkü reenkarnasyon inancının temelinde de ölümden korkmamak gerektiği ve insanın yeniden doğuşlarla arzularına ulaşabileceği yönünde gerçek dışı bir telkin yatmaktadır.
Oysa Kuran'da ölümün ve dirilişin bir kez olduğu bildirilmektedir. Her insan dünyada sadece tek bir hayat yaşar, bu hayatından sonra ölür ve ölümünden sonra tekrar diriltilerek, dünyada tüm yapıp ettiklerine göre sonsuza kadar cennette veya cehennemde kalmayı hak eder. Yani insanın bir dünya hayatı, bir de sonsuza kadar yaşayacağı ahiret hayatı vardır. İnsanların öldükten sonra dünya hayatına geri dönemeyecekleri Kuran'da çok açık olarak bildirilmektedir:
Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler. (Enbiya Suresi, 95)
Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: "Rabbim, beni geri çevirin. Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde bulunayım." Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır. (Mü'minun Suresi, 99-100)
Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır
ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir...
(Al-i İmran Suresi, 185)
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi, insanların bir bölümü ölüm ile karşılaşınca, tekrar dirilme ümidi içinde olacaklardır. Ancak, kendilerine bunun kesinlikle mümkün olmadığı o an açıklanacaktır. Allah bir başka ayetinde insanların ölümü ve diriltilmesi ile ilgili şunları bildirir:
Nasıl oluyor da Allah'ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi o diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O'na döndürüleceksiniz. (Bakara Suresi, 28)
Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi, insan başlangıçta ölüdür, yani yaratılışının temeli başlangıçta, toprak, su, çamur gibi cansız maddelerden oluşmaktadır. Daha sonra Allah bu cansız yığına "bir düzen içinde şekil verip" diriltir. Bu dirilişten belli bir süre sonra insan, yaşamı sona erince tekrar öldürülür ve toprağa geri döner, çürüyüp-ufalanıp toz haline gelir. Bu da insanın ikinci defa ölü haline geçişidir. Geriye ise son kez diriltilmesi kalmıştır. Bu da ahiretteki dirilmesidir. Her insan ahirette diriltilecek ve bir daha geri dönüşün mümkün olmadığını anlayarak, dünyada yaptığı herşeyin hesabını verecektir.
Diğer ayetlerde de insanın dünyaya geldikten sonra tek bir ölümden başka ölüm tadmayacağı şöyle bildirilir:
Orda, ilk ölümün dışında başka ölüm tadmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem azabından korumuştur. Senin Rabbinden, bir fazl ve (lütuf) olarak. İşte büyük 'mutluluk ve kurtuluş' budur. (Duhan Suresi, 56- 57)
Yukarıdaki ayetler, ölümün sadece bir kez olduğunun görülmesi açısından son derece açık ve kesindir. İnsanlar her ne kadar ölüm ve ahiret korkularını yenmek ve kendilerini teselli etmek için reenkarnasyon gibi batıl inançları kabul etmek isteseler de, gerçek olan, öldükten sonra bir daha dünyaya gelmeyecekleridir. Her insan sadece bir kez ölecektir ve bu ölümünden sonra, Allah'ın takdiri olarak sonsuza kadar yaşayacağı ahiret hayatı başlayacaktır. Allah her insanı dünyada yaptığı iyilik veya kötülüklere göre, cennetle ödüllendirecek veya cehennemle cezalandıracaktır. Allah, sonsuz adalet sahibi, sonsuz merhametli ve şefkatli olandır ve herkese yaptığının karşılığını eksiksiz olarak verendir.
Ölümden veya cehenneme gitme ihtimalinden korkarak, batıl inançlarda teselli aramak ise, hiç şüphesiz insana çok büyük bir yıkım getirir. Akıl ve vicdan sahibi bir insan, bu yönde bir korkusu varsa, cehennem azabından kurtulup cenneti umabilmek için samimi bir kalple Allah'a yönelmeli ve insanlar için tek hidayet rehberi olan Kuran'a uymalıdır.
Böyle bir iddia açıkça Allah'a şirk koşmak anlamına gelmektedir. Oysa açıktır ki, hiçbir insan ilah olamaz; tek bir İlah vardır ve O, doğurmamış ve doğurulmamıştır. Tüm kainatın ve canlıların sahibi, yaratıcısı, koruyucusu ve ilahı Allah'tır. O'nun eşi ve benzeri yoktur. Rabbimiz olan Allah, bu gerçeği Kuran'ın İhlas Suresi'nde şöyle bildirir:
De ki: O Allah, birdir. Allah, Samed'dir (herşey O'na muhtaçtır, daimdir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır). O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey O'nun dengi değildir. (İhlas Suresi, 1- 4)
Bunun dışında bir inanca sahip olanlar doğru yoldan sapmışlardır ve dünyada da ölümden sonraki hayatta da zarardadırlar.

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...