RESULLERE
KURULAN TUZAKLAR
Kuran'daki peygamber kıssalarının
büyük bir bölümünde, inkarcı kavmin önde gelenlerinin
Resullere karşı giriştikleri saldırılar,
düzenledikleri komplo ve iftiralar anlatılır. Öyle
ki, kavmin inkarcılarından bu tür tepkiler almayan
Resul yoktur.
Ancak önde gelenlerin
Resule karşı giriştikleri bu tür hareketlerin
ilginç bir yönü vardır: Önde gelenler, hiçbir zaman
"biz Allah'ı tanımıyoruz ve bu nedenle de
bizi O'nun hükümlerine davet eden Resulüne karşıyız"
demezler. Tam tersine, önde gelenlerin iddiası,
kendilerinin doğru sözlü, Resulün ise yalancı olduğu
şeklindedir: Kendilerinin gerçekte Allah'a inandıklarını
ama Resulün Allah'ın elçisi olmadığını,
dünyevi çıkarlar peşinde koşan bir sahtekar
olduğunu öne sürerler. Resule inananların "kandırılmış",
"büyülenmiş" insanlar olduklarını
iddia ederler ve toplumu "Resulden kurtarmak" için
harekete geçerler. Onlara göre sahip oldukları cahiliye düzeni
son derece doğru bir düzendir ve "nereden çıktığı
belli olmayan bir adam" bu düzeni bozup kendi menfaatleri
için karışıklık çıkarmaya çalışmaktadır.
Peygamberler gibi son
derece güzel ahlaklı, akıllı, her yönden çok
üstün ve değerli insanların kötülüğünü
isteyen bu kişilerin genel ruh hali de elbette oldukça
bozuktur. Öyle ki Resullere tuzak kuranların rahatça
cinayet işleyebilecek bir karakterde olduklarını
Kuran'da verilen örneklerden anlamamız mümkündür. Örneğin
Hz. Yusuf'u kıskandıklarından dolayı küçük
yaşta kendisini öldürme planları yaparak tuzak kuran
kardeşleri Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
"Öldürün
Yusuf'u veya onu bir yere atıp-bırakın ki babanızın
yüzü yalnızca size (dönük) kalsın. Ondan sonra
da salih bir topluluk olursunuz." (Yusuf Suresi, 9)
Ayetten anlaşıldığı
gibi bu tuzakları hazırlayanlar iyi insan olma iddiasıyla
ortaya çıkabilmektedirler. Toplumun iyiliğini isteyen
insanlar olduklarını iddia ederek kamuoyuna dürüst
ve güvenilir gözükmeye çalışmaları inkarcıların
çok önemli bir özellikleridir. Firavun da, kavminin önünde
Hz. Musa'yı ölümle tehdit etme nedeni olarak dine zarar
vermesinden ve fesat çıkarmasından çekindiği
iddiasını öne sürmüş, onca zalimliğine rağmen
kendisini bu değerlerin koruyucusu ilan etmiştir.
Firavun'un Kuran'da haber verilen sözleri şöyledir:
Firavun dedi ki:
"Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim de o (gitsin)
Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, sizin
dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat
çıkarmasından korkuyorum." (Mümin Suresi, 26)
Buna göre Firavun, kavmini
sözde Hz. Musa'dan "kurtarma"ya çalışmaktadır.
Bu iki yüzlü davranış, tüm önde gelen inkarcıların
ortak özelliğidir. Örneğin, Kuran'da, Hz. Nuh ile
kavminin önde gelenleri arasındaki diyalog şöyle
anlatılır:
Kendi kavminden,
inkar edip ahirete kavuşmayı yalanlayan ve
kendilerine, dünya hayatında refah verdiğimiz önde
gelenler dedi ki:
'Bu, sizin benzeriniz
olan bir beşerden başkası değildir,
kendisi de sizin yediklerinizden yemekte ve içtiklerinizden içmektedir.
Eğer sizin benzeriniz olan bir beşere boyun eğecek
olursanız, andolsun, siz gerçekten hüsrana uğrayanlar
olursunuz. O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz
zaman, sizin mutlaka (yeniden diriltilip) çıkarılacağınızı
mı va'dediyor?
Heyhat, size
va'dedilen şeye heyhat... O (bütün gerçek), yalnızca
bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan
ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler
değiliz. O ise, yalnızca bir adam (insan)dır,
Allah'a karşı yalan uydurmaktadır, bizler de
ona inanacak değiliz'." (Müminun Suresi, 33-38)
Görüldüğü gibi, önde
gelenler Resul hakkında oldukça şaşkınlık
verici bir aleyhte propaganda yapmaktadırlar. Resulün
insanlara bildirdiği ve dinin en büyük temellerinden biri
olan ahiret inancını reddetmekte, ancak yine de Allah'ı
inkar ettiklerini kabul etmeyip, Resulü "Allah adına
yalan uyduran" biri, yani bir "din sömürücüsü"
olarak tanıtmaya çalışmaktadırlar. Bir diğer
iddiaları da Resulün de "yemek yiyen, su içen"
normal bir insan olduğu, dolayısıyla ona tabi
olmanın hiç kimseye bir faydası olmadığı
şeklindedir. Oysa bu da son derece saçma bir iddiadır:
Resul de kuşkusuz bir insandır ve diğer insanlar
gibi yaşamaktadır, ancak Allah Resulü seçmiş ve
doğruya yöneltmiştir. Bu nedenle de Resule kayıtsız
şartsız itaat edenler, yeryüzündeki tek gerçek yol
göstericiye uymuş olurlar.
Kuran'da, insanların
Resullerin olağanüstü bir varlık olması
beklentisi içinde oldukları, ancak bunun yanlışlığı
haber verilmiştir. Allah bu kişiler için şöyle
buyurmaktadır:
Kendilerine hidayet
geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan
şey, onların: 'Allah, elçi olarak bir beşeri
mi gönderdi?' demelerinden başkası değildir.
De ki: 'Eğer
yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen
melekler olsaydı, biz de onlara gökten elçi olarak
elbette melek gönderirdik'."(İsra Suresi, 94-95)
İnkarcıların
Resule karşı çıkmalarının asıl
nedeni, kendi iddia ettikleri gibi kavimlerini onun sözde
"zararlı" düşüncelerinden korumak değildir.
Önde gelenler daha önce de belirttiğimiz gibi yalnızca
kendi çıkarlarını düşünmekte ve çıkarları
için büyük bir tehdit olarak gördükleri Resule düşmanlık
beslemektedirler.
Bu nedenle önde gelen
inkarcılar, ne yapıp-edip Resulün tebliğini
durdurmaları gerektiğini düşünürler.
Bu hedef doğrultusunda
ilk yaptıkları şey, Resul ve tebliği hakkında
toplumun geneline yönelik olumsuz propagandaya girişmektir.
Bu yönde kullandıkları bazı klasik iftira yöntemleri
vardır. Kuran'da bu yöntemler ayrıntılı
olarak anlatılır. Ancak burada çok önemli bir noktanın
hatırlatılmasında fayda vardır. İnkarcılar
Resulleri ve iman edenleri küçük düşürmek amacıyla
ne gibi yöntemler kullanırlarsa kullansınlar, ne gibi
iftiralar atarlarsa atsınlar bir sonuca ulaşamamışlardır.
Çünkü inkarcıların beklediklerinin aksine iman
edenler üzerinde hakaret ve iftiraların, karalama
kampanyalarının da olumsuz bir etkisi olmaz. İman
edenler bütün bunların kendileri için önemli birer ecir
vesilesi olduğunun bilincindedirler. Bu iftiralara sabredip,
en güzel şekilde karşılık verdiklerinde ve
ne olursa olsun Allah yolundan ve din ahlakından taviz
vermediklerinde tüm bunların karşılığını
hem bu dünyada hem de ahirette alacaklarını ummanın
sevincini yaşarlar.
Resullere
Atılan İftiralar
Müminler kendilerine yöneltilen
iftiraların, eziyet amaçlı söz ve haberlerin özel
olarak Allah'ın kendileri için yarattığı
bir deneme vesilesi olduğunu bilirler. Çünkü tüm bunların
müminlerin başına mutlaka geleceği Kuran'da
haber verilmiştir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
Andolsun, mallarınızla
ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce
kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta
olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz.
Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu)
emirlere olan azimdendir. (Al-i İmran Suresi, 186)
Allah dünyada iman
edenlere yaşattığı bu gibi imtihanların
sonunda kendilerini temize çıkaracağını da
ayetlerinde vadetmiştir. Örneğin Hz. Musa'ya da kavmi
iftira ve kötü sözlerle eziyet etmeye yeltenmiş, ancak
Allah kendisini inkarcıların demekte olduklarından
temize çıkarmıştır. Ayette bu durum şöyle
bildirilir:
Ey iman edenler,
Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın; ki sonunda Allah onu,
demekte olduklarından temize çıkardı. O, Allah
Katı'nda vecihti. (Ahzab Suresi, 69)
Aynı şekilde Hz.
Yusuf'a da iffeti hakkında büyük bir iftira atılmış,
hiçbir suçu olmadığı, iffetini koruduğu
ortaya çıkmasına ve bu gerçek herkes tarafından
anlaşılmasına rağmen hapse atılmıştır.
Konuyla ilgili ayet şöyledir:
Sonra onlarda, (Yusuf'un
iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından,
mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü)
ağır bastı. (Yusuf Suresi, 35)
Hz. Yusuf hiçbir suçu
olmadığı halde kendisine atılan iftiradan,
hakkında oluşturulan şaibelerden ötürü yıllar
yılı zindanda tutulmuştur. Ancak sonunda gerçek
anlaşılmış, hakkındaki ithamlardan
temize çıkmıştır. Bu olay ayetlerde şöyle
haber verilir:
(Hükümdar topladığı
o kadınlara:) "Yusuf'un nefsinden murad almak istediğinizde
sizin durumunuz neydi?" dedi. Onlar: "Allah için,
haşa" dediler. "Biz ondan hiçbir kötülük görmedik."
Aziz (Vezir)in de karısı dedi ki: "İşte
şu anda gerçek orta yere çıktı; onun
nefsinden ben murad almak istemiştim. O ise gerçekten doğruyu
söylenlerdendir." (Yusuf aracıya şunu söyledi:)
"Bu, (itiraf Vezirin) yokluğunda gerçekten
kendisine ihanet etmediğimi ve gerçekten Allah'ın
ihanet edenlerin hileli-düzenlerini başarıya ulaştırmadığını
kendisinin de bilip öğrenmesi içindi." (Yusuf
Suresi, 51-52)
Suçsuz olduğunun anlaşılmasının
ardından Hz. Yusuf hükümdarın güvenini kazanmış,
kavminin başına geçmiş ve iktidar sahibi olmuştur.
Konuyla ilgili ayetlerde şöyle buyrulur:
(Yusuf) Dedi ki:
"Beni (bu) yerin (ülkenin) hazineleri üzerinde (bir yönetici)
kıl. Çünkü ben, (bunları iyi) bir koruyucuyum, (yönetim
işlerini de) bilenim."İşte böylece biz
yeryüzünde Yusuf'a güç ve imkan (iktidar) verdik. Öyle ki,
orada (Mısır'da) dilediği yerde konakladı
Biz kime dilersek rahmetimizi nasib ederiz ve iyilik yapanların
ecrini kayba uğratmayız. (Yusuf Suresi, 55-56)
Kaldı ki Resullerin
insanların karşısında temize çıkma
gibi bir endişeleri de yoktur. Herşeyden haberdar olan
Allah'ın, işlediklerini ve kalplerinde olanı
bilmesi yeterlidir.
Ancak Resullere ve müminlere
iftira atanlar için ahirette çok büyük bir azap olduğu
ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
Namus sahibi, bir
şeyden habersiz, mümin kadınlara (zina suçu)
atanlar, dünyada ve ahirette lanetlenmişlerdir. Ve onlar
için büyük bir azab vardır. O gün, kendi dilleri,
elleri ve ayakları aleyhlerinde yaptıklarına
dair şahitlikte bulunacaklardır. O gün, Allah hak
ettikleri cezayı eksiksiz verecektir ve onlar da Allah'ın
hiç şüphesiz hak olduğunu bileceklerdir. (Nur
Suresi, 23-25)
Mümin erkek ve mümin kadınları
işlemedikleri suçlar nedeniyle itham edenlerin durumu ise
başka bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Mümin erkeklere ve mümin
kadınlara irtikab etmedikleri (bir suç) sebebiyle eziyet
edenler ise, gerçekten bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir.
(Ahzab Suresi, 58)
Şimdi kavimleri ile
olan mücadeleleri sırasında Resullere atılan
iftiraları ve inkar edenlerin bu amaçla kullandıkları
karalama yöntemlerini sırasıyla inceleyelim:
Resulün
çıkar peşinde koştuğu iftirası
Önde gelenlerin en çok başvurduğu
yöntem, Resulü toplumun gözünde küçük düşürmeye çalışmaktır.
Resulün savunduklarında samimi olmadığını,
aslında kendi çıkarları için böyle bir tebliğ
işine giriştiğini iddia ederler. Bu çarpık
mantığa göre, Resul, dini kendi çıkarları
için kullanmaktadır. Bu iftiraya göre, Resulün
insanlardan itaat istemesinin ardında da "iktidar hırsı"
yatar.
Örneğin, Firavun ve
önde gelen çevresi, Hz. Musa'nın insanları Allah'ın
dinine davet etmeyi değil, "yeryüzüne büyüklüğe"
ulaşmayı istediğini iddia etmişlerdir.
Ayette şöyle buyrulmaktadır:
"Onlar: 'Siz
ikiniz, bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz
(yol)dan çevirmek ve yeryüzünde büyüklük sizin olsun
diye mi bize geldiniz? Biz, sizin ikinize inanacak değiliz'
dediler." (Yunus Suresi, 78)
Aynı suçlamanın
Hz. Nuh'a da yapıldığı ayetlerde şöyle
haber verilmektedir:
"Andolsun, biz
Nuh'u kendi kavmine (elçi olarak) gönderdik. Böylece
kavmine dedi ki: 'Ey Kavmim, Allah'a kulluk edin. Onun dışında
sizin başka ilahınız yoktur, yine de sakınmayacak
mısınız?' Bunun üzerine, kavminden inkara sapmış
önde gelenler dediler ki: 'Bu, sizin benzeriniz olan bir beşerden
başkası değildir. Size karşı üstünlük
elde etmek istiyor. Eğer Allah (öne sürdüklerini)
dilemiş olsaydı, muhakkak melekler indirirdi. Hem
biz geçmiş atalarımızdan da bunu işitmiş
değiliz'." (Müminun Suresi, 23-24)
Bu ayetler göstermektedir
ki, inkarcılar Resullerin de kendileri gibi sıradan
insanlar olduklarını zannetmektedirler. Hz. Musa ve diğer
tüm Resuller, insanları kendilerine itaate çağırmaktadırlar;
ama onlardan Allah rızası için kendilerine itaat
etmelerini istemektedirler. Yoksa istenen kişisel bir itaat
değildir. Resul de, ona iman edip itaat edenler de Allah'ın
kullarıdırlar. Dolayısıyla Resul, insanları
kendisine itaat etmeye davet ederken, gerçekte onları
Allah'a kul olmaya davet etmektedir. Bu gerçek ayetlerde şöyle
bildirilmektedir:
"Beşerden
hiç kimsenin, Allah kendisine Kitabı, hükmü ve
peygamberliği verdikten, sonra insanlara: 'Allah'ı bırakıp
bana kulluk edin' deme (hakkı ve yetki)si yoktur. Fakat
o, 'Öğrettiğiniz ve ders verdiğiniz Kitaba göre
Rabbaniler olunuz' (deme görevindedir.) O, melekleri ve
peygamberleri Rabler edinmenizi emretmez. Siz, Müslüman
olduktan sonra, size küfrü mü emredecek?" (Al-i İmran
Suresi, 79-80)
Oysa buna karşılık,
az önce gördüğümüz gibi, Firavun ve benzeri önde
gelen inkarcılar "ilah" (Rab) oldukları
iddiasındadırlar. İşte bu inkarcılar,
Resulle karşılaştıklarında, onun kendi
çıkarları için insanları kendisine tabi kılmaya
çalıştığını zannederler. Onların
gözünde Resul, kendi düzenlerini yıkmaya çalışan
bir "rakip"tir.
Delilik
iftirası
Önde gelen inkarcıların
sıkça kullandıkları iftira yöntemlerinden biri
de, Resulü ve bazen de onunla birlikte inananları "delilik"le
suçlamalarıdır. Bu suçlama, neredeyse tüm Resullere
yöneltilmiştir. Kuran'da, sık sık bu konuya
dikkat çekilmektedir. Örneğin Hz. Nuh'a "kendisinde
delilik bulunan bir adam" dendiği ayetlerde şöyle
haber verilmektedir:
"O, kendisinde
delilik bulunan bir adamdan başkası değildir,
onu belli bir süre gözetleyin." (Müminun Suresi, 25)
"Kendilerinden
önce Nuh kavmi de yalanlamıştı. Böylece
kulumuz (Nuh'u) yalanladılar ve 'delidir ' dediler. O
baskı altına alınıp engellenmişti."
(Kamer Suresi, 9)
Peygamber Efendimiz Hz.
Muhammed (sav)'e de aynı iftira atılmıştır.
Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
"Onlar: "Ey
kendisine kitap indirilen (Muhammed). Gerçekten sen cinlenmiş
(bir deli)sin," dediler."Eğer doğruyu söylüyor
isen, bizlere melekleri getirmeli değil miydin?" (Hicr
Suresi, 6-7)
"Onlar, yine de
o sözü (Kuran'ı) gereği gibi düşünmediler
mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir
şey mi geldi? Ya da kendi elçilerini tanımadılar
mı ki, şimdi onu inkar ediyorlar?
Yahut: "Onda bir
delilik var" mı diyorlar? Hayır, o, onlara hak
ile gelmiş bulunmaktadır ve onların çoğu
hakkı çirkin karşılıyorlar." (Müminun
Suresi, 68-70)
Aynı suçlama, Hz.
Musa'ya karşı da yöneltilmiştir:
"(Firavun) Dedi
ki: "Şüphesiz size gönderilmiş bulunan elçiniz,
gerçekten bir delidir." (Şuara Suresi, 27)
"Andolsun, biz
Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik;
Firavun'a, Haman'a ve Karun'a. Ama onlar: (Bu,) Yalan söyleyen
bir büyücüdür" dediler." (Mümin Suresi, 23-24)
Allah, genel olarak tüm
kavimlerin elçilerine bu tür bir suçlamada bulunmaya eğilimli
olduklarını da ayetlerde şöyle bildirir:
"İnkâr
edenler dediler ki: "Siz darmadağın olup dağıldığınızda,
gerçekten sizin yeni bir yaratılışta bulunacağınızı
size haber veren bir adamı gösterelim mi size? Allah'a
karşı yalan mı düzüp uyduruyor, yoksa
kendisinde bir delilik mi var?" Hayır, ahirete
inanmayanlar, azapta ve uzak bir sapıklık içindedirler."
(Sebe Suresi, 7-8)
"Onlar için öğüt
alıp-düşünmek nerede? Onlara, açıklayan bir
elçi gelmişti. Sonra, ondan yüz çevirdiler ve dediler
ki: "(Bu,) Öğretilmiştir, bir delidir." (Duhan
Suresi, 13-14)
İnkarcıların
önde gelenlerinin Resullere karşı sürekli olarak böyle
iftiralarda bulunmalarının en önemli nedeni, kuşkusuz
Resulleri karalamak istemeleridir. Ancak bunun yanı sıra,
böyle bir suçlamayı seçmelerinin ikinci bir nedeni daha
vardır: Önde gelen inkarcılar, Resulün nasıl
olup da tüm bir kavme karşı açıkça meydan
okuyabildiğini bir türlü anlayamazlar. Resulün kendi
hayatını tehlikeye atarak, çok büyük bir maddi güce
sahip olan önde gelenlerle karşı karşıya
gelmeyi göze almasını kavrayamazlar. Çünkü inkarcıların
tek kıstası çıkardır; yalnızca kendi
şahsi çıkarlarını gözetirler. Buna karşın,
Resul tüm şahsi çıkarlarını dini tebliğ
edebilmek için feda etmektedir. İnkarcıların gözünde
bu, son derece "dünyevi çıkarlara ters düşecek"
bir davranıştır, dolayısıyla bir tür
deliliktir.
Oysa Resul çıkarlarından
vazgeçerken, Allah'ın rızasını, rahmetini
ve cennetini kazanmaktadır ki, bunların değeri hiçbir
şeyle ölçülemez. Ancak inkarcılar kuşkusuz
bunu kavrayabilecek akla sahip değildirler.
Büyücülük
iftirası
Kuran ayetleri bize göstermektedir
ki, önde gelen inkarcıların geleneksel bir karakter
özelliği daha vardır: Bu kişiler, Resulün nasıl
olup da bazı kimseleri ikna edebildiğini bir türlü
anlayamazlar. Çünkü kavmin büyük bölümü Resule karşı
çıksa da, bazı kimseler -ki bunlar müminlerdir-
Resulün bildirdiği gerçekleri kavramış ve ona
bağlanmışlardır. İman edenler, Resulün
Allah'ın elçisi olduğunun, O'nun hükmüyle hükmettiğinin
bilincindedirler ve bu yüzden de ona karşı büyük
bir sadakat, saygı ve sevgi ile bağlıdırlar.
Bu önde gelen inkarcılar
için anlaşılması zor bir durumdur. Onların
bakış açısına göre, Resulün anlattıkları
"eskilerin uydurma masallarından" (Müminun
Suresi, 83) başka bir şey değildir. Oysa "masal"
saydıkları bu gerçeklere müminler büyük bir bağlılıkla
bağlanmaktadırlar. Bu durumu anlayamayan önde gelen
inkarcılar, Resulün sahip olduğu bu ikna yeteneğini,
onu büyücülükle itham ederek açıklamaya çalışırlar.
Sık sık kullandıkları bu iddiaya göre,
Resul etrafındakilerin beynini yıkamakta, onları
büyülemektedir.
Kuran'da inkar edenlerin bu
iftirası şöyle vurgulanır:
"İçlerinden
bir adama: 'İnsanları uyar ve iman edenlere,
muhakkak kendileri için Rableri katında 'gerçek bir
makam' olduğunu müjde ver' diye vahyetmemiz, insanlara
şaşırtıcı mı geldi? İnkâr
edenler: 'Gerçekten bu, açıkça bir büyücüdür'
dediler." (Yunus Suresi, 2)
"İçlerinden
kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar.
Kafirler dedi ki: 'Bu, yalan söyleyen bir büyücüdür.
İlahları bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu
bu, şaşırtıcı bir şey'."
(Sad Suresi, 4-5)
Aynı suçlama Hz.
Musa'ya karşı da yapılmıştır. Bunu
haber veren ayetler şöyledir:
"Musa (olayın)da
da (düşündürücü ayetler vardır). Hani Biz onu açık
bir delille Firavun'a göndermiştik; Fakat o, 'bütün kişisel
ve askeri gücüyle' yüz çevirdi ve: "(Bu,) Ya bir büyücü
veya bir delidir" dedi." (Zariyat Suresi, 38-39)
"Firavun
kavminin önde gelenleri dediler ki: 'Bu gerçekten bilgin bir
büyücüdür'." (Araf Suresi, 109)
Kuran'da bu "büyücülük"
suçlamasının inkarcılar arasında neredeyse
gelenekselleşmiş olduğu da şöyle
bildirilmektedir:
"İşte
böyle; onlardan öncekiler de bir elçi gelmeyiversin,
mutlaka: 'Büyücü ve cinlenmiş' demişlerdir. Onlar
bunu (tarih boyunca) birbirlerine vasiyet mi ettiler? Hayır;
onlar, 'azgın ve taşkın (tağiy)' bir
kavimdirler." (Zariyat Suresi, 52-53)
Yalancılık
iftirası
Tüm bu üstteki iftiralara
paralel olarak, Kuran'da dikkat çekilen bir başka iftira
da, önde gelenlerin Resulü "yalancılık"la
suçlamalarıdır.
Önde gelenlerin en büyük
endişesi, Resulün anlattığı gerçeklerin
kabul görmesi, teklif ettiği ahlak sisteminin kavim tarafından
benimsenmesidir. Bu durumda kendi batıl (boş, temelsiz,
sahte, yalana dayalı) sistemleri çökecek ve kendi güç
ve iktidarları da yıkılacaktır.
Üstte saydığımız
iftiralar da (Resulü çıkar peşinde koşmakla suçlamak,
delilik ve büyücülük iftiraları), aslında Resulü
yalanlamaya yöneliktir. Yapmak istedikleri, Resulün Allah'ın
elçisi olduğunu ve dolayısıyla tüm
bildirdiklerinin de gerçeğin ta kendisi olduğunu
gizlemektir. Aksi halde, hiç kimse "ben Allah'ın elçisine
karşı geliyorum" diyerek Resule açıktan düşmanlık
yapamaz.
Kuran'da, Resullere yapılan
"yalancılık" suçlamalarına da şöyle
dikkat çekilmektedir:
"Kavmin önde
gelenlerinden inkar edenler dediler ki gerçekte biz seni akli
bir yetersizlik içinde görüyoruz. Ve doğrusu biz senin
yalancılardan olduğunu da sanıyoruz." (Araf
Suresi, 66)
"Kavimden ileri
gelen inkarcılar biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden
başkası görmüyoruz... Ve sizin bize bir üstünlüğünüzü
de görmüyoruz. Aksine biz sizi yalancılar sanıyoruz
dedi." (Hud Suresi, 27)
"Semud (kavmi)
de uyarıları yalanladı. Dediler ki: "Bizden
biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu durumda
gerçekten biz bir sapıklık (delalet) ve çılgınlık
içinde kalmış oluruz. Zikr (vahy) içimizden ona mı
bırakıldı? Hayır, o çok yalan söyleyen,
kendini beğenmiş bir şımarıktır'."
(Kamer Suresi, 23-25)
Resule ve onunla birlikte
iman edenlere karşı kullanılan yöntemler yalnızca
bunlarla sınırlı değildir. İnkar
edenler, Kuran'da haber verilen, "Andolsun,
senden önce geçmiş topluluklara da elçiler gönderdik.
Onlara herhangi bir elçi gelmeye görsün, mutlaka onunla alay
ederlerdi." (Hicr Suresi, 10-11) hükmü gereği
müminlerle alay etmeye, kendi akıllarınca onları
küçük düşürmeye çalışırlar. Bunun yanında,
Resulü ve iman edenleri "sapkınlık"la,
hatta "ahlaksızlık"la suçlarlar. Hz. Yusuf
ve Hz. Meryem inkar edenlerin bu "ahlaksızlık"
iftirasıyla karşılaşmıştır.
Ancak kuşkusuz tüm bu
iftiralar ne Resulü ne de onunla birlikte iman edenleri asla yıldıramaz.
Çünkü iman edenlerin asıl hedefi Allah'ın rızasını,
rahmetini ve cennetini kazanmaktır. Bu nedenle de önlerine
çıkan engeller samimi iman edenleri hiçbir şekilde yıldırmaz
veya gevşekliğe sürüklemez. Zaten Allah ayetlerinde
iman edenlere ne gibi zorluklarla karşılaşabileceklerini
bildirmiştir.
Kuran'daki, "Andolsun,
mallarınızla ve canlarınızla imtihan
edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve
şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler)
işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız
(bu) emirlere olan azimdendir" (Al-i İmran Suresi,
186) ayeti gereği, mümin bilir ki, inkar edenler
kendisine karşı her türlü "eziyet verici"
sözü söyleyeceklerdir. Ama Resul ve yanındaki iman
edenler, Kuran'da müminler için bildirilen, "...Allah
yolunda cehd eden ve kınayıcının kınamasından
korkmayan..." (Maide Suresi, 54) vasfına uygun
olarak, bu iftira ve karalamalara aldırmazlar.
Kuşkusuz inkarcı
önde gelenler de bir süre sonra bu durumu fark edecek, Resule
ve müminlere attıkları iftiraların bekledikleri
sonucu oluşturmadığını göreceklerdir.
Bu durumda önde gelenlerin klasik tavrı, daha "etkili"
yöntemlere başvurmaktır: Resulü "baskı altına
almaya" karar verirler.
Resule
Yöneltilen Fiili Saldırılar
Resul Allah'ın dinini
insanlara anlattıkça, kavmin önde gelenlerinden aldığı
tepkinin şiddeti de gittikçe artar. Önde gelenler, Resulün
liderliğindeki hak dinin önü alınamaz bir biçimde büyüdüğünü
ve kullandıkları iftira ve benzeri yıpratma yöntemlerinin
işe yaramadığını gördüklerinde tuzak
kurmak gibi kendilerince daha "etkili" yöntemlere başvurmaya
karar verirler.
Kuran'da, Resule hazırlanan
bir "tuzak" bildirilirken şöyle haber
verilmektedir:
"Hani o inkar
edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek
amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı
tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık)
kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına
karşılık verenlerin) hayırlısıdır."
(Enfal Suresi, 30)
Buna göre, inkarcıların
hedefi, Resulü tutuklayabilmek, öldürmek ya da sürgün
etmektir. Ayette geçen "tuzak" kelimesi de dikkat çekicidir:
İnkar edenler Resule açıktan açığa müdahale
etmek yerine, "tuzak" yani komplo kurarak onu
durdurmak isterler. Bu komplo, Resulün tutuklanmasına, öldürülmesine
ya da sürülmesine neden olabilecek bir komplodur.
Ancak yine ayette
bildirildiği üzere, inkar edenler Resule bu şekilde
asla zarar veremezler. Resulü Allah görevlendirmiştir ve
görevini tamamlayana kadar da Allah onu koruyacaktır. Ve
asıl hüsrana uğrayanlar, ayette bildirildiği
gibi, Resule tuzak kuranlar olacaktır.
Kuran'da daha pek çok
ayette Resullere karşı girişilen fiili saldırılardan
söz edilir. Hemen hemen tüm Resuller, önde gelenler tarafından
ölümle, hapis ya da işkence ile tehdit edilmişler ve
çoğu kez de bunlar tehditle kalmamış, fiili saldırıya
dönüşmüştür.
Resulleri
sürgün etmeye çalışmaları
Allah’ın Kuran'da
bildirdiğine göre, inkar edenlerin Resulleri etkisiz hale
getirmek için kurdukları düzenlerden biri de onları
sürgün etmektir. İnkar edenler Resulü ve beraberindeki müminleri
bulundukları ortamdan, yaşadıkları yerden sürüp
çıkarınca dağılmalarını sağlayabileceklerini,
güçten düşürüp yok edebileceklerini sanırlar.
Onlardan bu yöntemle kurtulacaklarını hesaplayan
inkarcıların, peygamberleri ve yanlarında bulunan
müminleri sürgün etmeleri ya da buna teşebbüs etmeleri
pek çok ayette haber verilir. Sapkın kavimlerinin içinde
temiz ve iffetli yaşamak istedikleri için yurtlarından
sürülmek istenen Hz. Lut ve ailesi ayetlerde örnek verilen Müslümanlardan
yalnızca bir tanesidir. Hz. Lut'un tebliğine karşılık
kavminin verdiği alaycı cevap Kuran'da şöyle
haber verilmiştir:
Kavminin cevabı:
"Lut ailesini şehrinizden sürüp çıkarın.
Temiz kalmak isteyen insanlarmış" demekten başka
olmadı. (Neml Suresi, 56)
Hz. Lut kavmine ahlaksızlığa
yaklaşmamalarını, Allah'ın sınırlarını
aşmamayı, ahlaksızlığı, çirkin
utanmazlıkları terk etmeyi öğütlemiştir.
Azgın Lut kavmi bu nedenle Hz. Lut'u ve ailesini şehirlerinden
çıkarmak istemiştir. Ancak, Allah'ın emriyle Hz.
Lut'un yaşadığı şehri terk etmesinin
hemen ardından Allah o şehri yerle bir etmiş, altını
üstüne çevirmiş, bu değerli insana ve diğer müminlere
inkarcıların kurdukları düzeni geri püskürtmüştür.
Bu gerçek ayetlerde şöyle bildirilmektedir:
Böylece emrimiz
geldiği zaman, üstünü altına çevirdik ve üzerlerine
balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar
yağdırdık. Rabbinin Katı'nda 'belli bir biçime
sokulmuş, damgalanmış' olarak. Bunlar
zalimlerden uzak değildir. (Hud Suresi, 82-83)
Allah'ın varlığını
ve birliğini tebliğ ettiği, Kuran'a davet ettiği
ve kötülükten menettiği için Peygamber Efendimiz ve
O'na uyan müminler de kendi kavimleri tarafından yurtlarını
terk etmeye yani hicrete mecbur bırakılmışlardır.
Allah, Resullerini yurtlarından
sürüp çıkaranların akibetlerinin yıkım
olduğunu bir ayetinde şöyle haber vermektedir:
Seni sürüp-çıkaran
memleketinden kuvvet bakımından daha üstün nice
memleketler vardı ki, biz onları yıkıma uğrattık
da kendileri için hiçbir yardımcı yoktu. (Muhammed
Suresi, 13)
Bu, Allah'ın her
devirde süregelen bir kanunudur. İnsanları,
dinlerinden dolayı yurtlarından sürenlerin
kendilerinin de orada fazla barınmaları mümkün değildir.
Zira inkar edenlerin müminlerin aleyhinde kurdukları bütün
tuzak girişimleri her dönem bozulmuştur.
Peygamberimiz Hz. Muhammed de terk etmek zorunda bırakıldığı
Mekke'ye daha sonra beraberindeki müminlerle birlikte geri dönmüş
ve inkar edenlere karşı mutlak bir üstünlük sağlamıştır.
Mekke'den kendilerini sürgün edenlerin beklentilerinin aksine
ayrılıp dağılmamışlardır. Tam
tersine daha çok güçlenip kaynaşmışlar ve
Allah'ın izniyle inkarcılara galip gelmişlerdir.
Bu da müminler aleyhine kurulan hiçbir ittifakın başarılı
olamayacağını göstermesi açısından çok
önemlidir.
Tutuklamak
ve hapse atmak istemeleri
Resulleri Allah'ın
yolundan alıkoymak, onları yıldırmak ve
etkisiz hale getirebilmek için inkarcıların önde
gelenleri tarafından uygulanan sindirme metodlarından
biri de onları tutuklamak ve hapsetmektir. Gerçekte, inkar
edenlerin ileri gelenleri, Resulleri ve diğer iman edenleri
tamamen ortadan kaldırmak, yok etmek isterler. Çünkü
varlığından en çok rahatsızlık ve
tedirginlik duydukları kimseler onlardır. Bu nedenle
her ne pahasına olursa olsun gayrı meşru çıkar
ve düzenlerini korumak ve devam ettirebilmek için Resulleri
etkisiz hale getirmeye çalışırlar.
Örneğin Firavun
kendisinden çekindiği Hz. Musa'yı, kendisine tabi
olmadığı takdirde hapse atmakla tehdit etmiştir.
Çünkü onu kontrol altında tutmanın en iyi yolunun
hapsetmek olduğunu düşünmüştür. Firavun'un bu
tehdidi ayette şöyle haber verilmektedir:
(Firavun) dedi ki:
"Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek
olursan, seni mutlaka hapse atacağım." (Şuara
Suresi, 29)
İslam tarihi incelendiğinde,
Allah yolunda mücadele eden insanların sürekli olarak
inkar edenlerin baskısına, zulmüne ve engellemelerine
maruz kaldıkları görülür. Peygamberlerin izinden
giden samimi müminler de onların başına gelen
zorluk ve sıkıntıların benzerleriyle denenmişlerdir.
Hayatlarını Allah'ın rızasını
aramaya adamış müminleri, inkar edenler sürekli
olarak kendi çarpık yaşam biçimleri için tehdit
olarak görmüşlerdir. İnkarcıların önde
gelenlerinin sürekli gözetim ve takibi altında olmak,
onlar tarafından hapsedilmek tarih boyunca Allah yolunda mücadele
eden insanların karşılaştıkları
olaylardır.
Ancak unutulmamalıdır
ki, dışarıdan bakıldığında
son derece sıkıntılı ve eziyetli görünen
bu tür durumlar, Allah'a tam bir teslimiyetle teslim olmuş,
yalnızca O'na dayanıp güvenen müminler için manevi
bir eğitim ortamıdır. Allah'ın rızasını,
rahmetini ve cennetini uman müminler için bu tür zorluklar
gerçekte bir sevinç ve ferahlık kaynağı, bir arınma
vesilesidir. Allah'a daha fazla yakınlaşma ve O'nun
ayetlerine şahit olma ve müminler üzerindeki yakın
takibini izleme fırsatıdır.
Nitekim iman edenlerin
cesareti ayetlerde şu şekilde belirtilmiştir:
"… De ki:
"Ortak koştuklarınızı çağırın,
sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana göz bile açtırmayın.
Hiç şüphesiz, benim velim Kitabı indiren Allah'tır
ve O salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini) yapıyor."
(Araf Suresi, 195-196)
Baskı
uygulamaları, sindirme ve korkutma çabaları
Allah müminlerin sabır,
tevekkül, bağlılık ve kararlılıklarını
denemek, onların manevi makam ve ecirlerini artırmak için
belli zamanlarda onları çeşitli şekillerde
imtihan edebilir. Bunun örneklerinden biri ayette şöyle
haber verilmektedir:
Hatırlayın;
hani sizler sayıca azdınız ve yeryüzünde zayıf
bırakılmıştınız, insanların
sizi kapıp-yakalamasından korkuyordunuz.
İşte O, sizi (yerleşik kılıp) barındırandı,
sizi yardımıyla destekledi ve size temiz şeylerden
rızıklar verdi. Ki şükredesiniz. (Enfal Suresi,
26)
Ne kadar zayıf bırakılmış
görünseler de Allah'ın rahmeti ve yardımı her
zaman müminlerle birliktedir. Başka ayetlerde de Allah'ın
müminleri desteklemek için gönderdiği ordulardan şöyle
bahsedilir:
Ey iman edenler,
Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın.
Hani size ordular gelmişti; böylece biz de onların
üzerine, bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik.
Allah, yaptıklarınızı görendir. Hani
onlar, size hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan
gelmişlerdi; gözler kaymış, yürekler hançereye
gelip dayanmıştı ve siz Allah hakkında (birtakım)
zanlarda bulunuyordunuz. İşte orada, iman edenler sınanmış
ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsıntıya
uğratılmışlardı. (Ahzab Suresi, 9-11)
Tarihin her döneminde
inkar edenler çeşitli düzenlerle iman edenler üzerine
korku salmaya, onları yıldırmaya çalışmışlardır.
En yoğun olarak da saldırılarını
Resullere yöneltmişlerdir. Fakat müminler bütün gücün
Allah'a ait olduğunu bildiklerinden, inkar edenlerin bu
saldırılarından dolayı bir yılgınlığa
ya da ümitsizliğe düşmemişlerdir.
Müminler bu tür zorluk
anlarıyla karşılaştıklarında,
bunların Allah ve Resulünün önceden haber verdiği
olaylar olduğunu bildiklerinden vakar ve tevekküllerinden
bir şey kaybetmemişler, aksine imanları artmıştır.
Müminlerin bu kararlı tavırları bir ayette
şöyle tarif edilir:
Müminler (düşman)
birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan)
dediler ki: "Bu, Allah'ın ve Resûlü'nün bize
vadettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir."
Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve
teslimiyetlerini arttırdı. (Ahzab Suresi, 22)
Öldürmeye
kalkışmaları
İnkar edenlerin
Resullere yönelttiği en zalimce baskı yöntemlerinden
biri de dünyanın en üstün ve en güzel ahlaklı
insanlarını öldürmeye çalışmaktır.
İnkar edenlerin önde gelenleri hemen her devirde bu yola
başvurmuşlardır. Resulü ve onunla birlikte
Allah'a iman etmiş kimseleri yollarından döndürmek için
içlerinden bir kısmını öldürmüş ya da öldürmeye
teşebbüs etmişlerdir. Özellikle Resulleri öldürerek,
Allah’ın dinini yok edebileceklerini, diğer iman
edenleri de bu şekilde dinlerinden döndürebileceklerini
sanmışlardır. Kavminin Hz. Şuayb’ı taşa
tutup öldürme arzusu, inkar edenlerin Allah yolunda olan
kimselere karşı beslediği büyük kin ve düşmanlığın
çarpıcı bir örneğidir. Ayette şöyle
buyrulmaktadır:
"Ey Şuayb"
dediler. "Senin söylediklerinin çoğunu biz 'kavrayıp
anlamıyoruz'. Doğrusu biz seni içimizde zayıf
biri görüyoruz. Eğer yakın-çevren olmasaydı,
gerçekten seni taşa tutar-öldürürdük. Sen bize karşı
güçlü ve üstün değilsin." (Hud Suresi, 91)
Firavun ve yakın çevresi
de Hz. Musa'yı öldürmek için planlar kurmaktayken Hz.
Musa Allah'ın yardımıyla onların bu tuzaklarından
haberdar olmuş ve kurtulmuştur:
Şehrin öbür
yakasından bir adam koşarak gelip dedi ki: "Ey
Musa, önde gelenler, seni öldürmek konusunda aralarında
görüşmektedirler, artık sen çık git; gerçekten
ben sana öğüt verenlerdenim." (Kasas Suresi, 20)
İnkarcıların
Resulleri etkisiz hale getirebilmek için başvurdukları
kaçırma ve bir yerde yalnız hapsetme ile öldürme
gibi yöntemleri de vardır. Örneğin daha önce de
bahsettiğimiz gibi Hz. Yusuf, kardeşleri tarafından
kuyuya bırakılarak çevre şartları, açlık
veya susuzluktan ölmeye terk edilmiştir.
Hz. İbrahim'in kavmi
ise, onların putlarını kıran ve aşağılayan
bu kutlu peygamberi ateşe atacak kadar azgınlık göstermişlerdir.
Ancak Allah elçisini bu ümitsiz gibi görünen durumdan
mucizevi bir biçimde kurtarmıştır. Ayette Hz.
İbrahim'le ilgili olarak şöyle haber verilmektedir:
Bunun üzerine
kavminin (İbrahim'e) cevabı yalnızca: "Onu
öldürün ya da yakın" demek oldu. Böylece Allah
onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman
eden bir kavim için ayetler vardır. (Ankebut Suresi, 24)
Yukarıdaki ayette de
bildirildiği gibi, inkarcıların Hz. İbrahim'i
"yakma" çabaları boşa çıkmış
ve Allah onu kurtarmıştır. Çünkü Resuller, "...Allah
seni insanlardan koruyacaktır..." (Maide Suresi, 67)
hükmüyle Allah'ın koruması altındadırlar.
İnkar edenler, Allah'ın
dilemesi dışında, ne müminlere ne de Resule hiçbir
zarar veremezler.
İnkarcıların
Resullere Kurduğu Tuzaklar Baştan Bozulmuş Olarak
Kurulur
İnkar edenler birtakım
fiziksel tedbirler alarak, kendilerince Resullerin tebliğini
durdurabileceklerini sanmışlardır. Çünkü
Allah'ın herşeyi kaderde tespit etmiş olduğunu,
her zaman müminlerin yardımcısı olduğunu
akledememişlerdir. Resullerin mücadelesini engellemek amacıyla
çeşitli yollara başvurmuşlardır, ne var ki
bu tuzakları kurarken daha en başından bozulacak
ve kendi aleyhlerine dönecek bir biçimde kurmuşlardır.
Ne kadar kapsamlı ve zekice tasarlanmış olursa
olsun inkarcıların tuzakları kesinlikle bozulmaya
mahkumdur. Çünkü bu, Allah'ın Kuran'da haber verdiği
bir vaaddir.
İnkar edenlerin kurduğu
tuzakların ve hileli düzenlerin boşa çıkacağı
ve kendi aleyhlerine döneceğinin haber verildiği
Kuran ayetlerinden bazıları şunlardır:
...Gerçekten Allah,
kâfirlerin hileli-düzenlerini boşa çıkarıcıdır.
(Enfal Suresi, 18)
... Ancak kafirlerin
hileli-düzeni boşa çıkmakta olandan başkası
değildir. (Mümin Suresi, 25)
Onlar hileli bir düzen
kurdu. Biz de (onların hilesine karşı) onların
farkında olmadığı bir düzen kurduk. Artık
sen, onların kurdukları hileli-düzenin uğradığı
sona bir bak; Biz, onları ve kavimlerini topluca yerle
bir ettik. (Neml Suresi, 50-51)
Yoksa hileli-bir düzen
mi kurmak istiyorlar? Fakat (asıl) 'o inkâr edenler
hileli-düzene düşecek olanlardır. (Tur Suresi, 42)
... Ancak onlara bir
uyarıcı-korkutucu geldiğinde (bu,)
nefretlerinden başkasını artırmadı.
Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü
tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi
sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz.
Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını
mı gözlemektedirler? Sen, Allah'ın sünnetinde
kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen,
Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de
bulamazsın. (Fatır Suresi, 42-43)
Resuller aleyhinde inkar
edenler tarafından hazırlanan ve şer gibi gözüken
her türlü hile, tuzak, düzen, iftira ve komplo kesinlikle çok
büyük bir hayra dönüşür. Çünkü Allah'tan ayrı
bir güç yoktur. Her tuzağı Allah yaratır. Allah
kaderde, inkarcıların müminlere karşı
kurdukları tuzakları, mutlaka bozulacak ve müminlerin
faydasına, inkarcıların ise zararına olacak
biçimde planlamıştır. Müslümanlara karşı
tuzak hazırlayan kişi bunu kendi aklıyla yaptığını
zanneder. Halbuki bu kişi de Allah'a boyun eğmiştir.
En ufak bir değişiklik olmaksızın aynısıyla
Allah’ın emrettiği tuzağı kurar, mümin de
yine Allah’ın emrettiği şekilde hiçbir değişiklik
olmaksızın tuzağın bozulmasına şahit
olur. İnkar edenlerin kurdukları tuzağın
kendilerine zarar vereceği Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
Onlardan öncekiler
de hileli-düzenler kurmuşlardı; fakat düzen
kuruculuğun (tedbirlerin, karşılık
vermelerin) tümü Allah'a aittir. Her bir nefsin ne kazandığını
O bilir. Bu yurdun sonu kimindir, inkâr edenler pek yakında
bileceklerdir. (Rad Suresi, 42)
Böylece Biz, her ülkenin
önde gelenlerini -orada hileli- düzenler kursunlar diye -oranın
suçlu- günahkarları kıldık. Oysa onlar,
hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna
varmazlar. (Enam Suresi, 123)
Kuran'da inkar edenlerin
kurdukları tuzağın, büyüklüğü ve şiddeti
ne olursa olsun Allah'ın kurduğu düzenin karşısında
bir sonuca varamayacağı belirtilir. Resullere karşı
kurulan hileli düzenler, dışarıdan zahir gözle
bakanlar için onların güç duruma düştükleri
olaylar gibi görünebilir. Ancak Allah'ın tuzak kuranlar için
hazırlanmış bir düzeni vardır ve Allah elçilere
olan vaadini kesinlikle yerine getirir. Bu, Allah'ın değişmez
bir kanunudur. Bu kanun birçok Kuran ayetinde haber verilmiştir.
Bunlardan bazıları şöyledir:
Andolsun, (peygamber
olarak) gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz
geçmiştir: Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım
ve zafer) bulacaklardır. Ve hiç şüphesiz; bizim
ordularımız, üstün gelecek olanlar onlardır.
(Saffat Suresi, 171-173)
Andolsun, biz Musa'ya
ve Harun'a lütufta bulunduk. Onları ve kavimlerini o büyük
üzüntüden kurtardık. Onlara yardım ettik, böylece
üstün gelenler oldular. (Saffat Suresi, 114-116)
Allah, yazmıştır:
"Andolsun, ben galip geleceğim ve elçilerim
de." Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü
ve üstün olandır. (Mücadele Suresi, 21)
Kim Allah'ı,
Resulünü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe
yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.
(Maide Suresi, 56)
Resullerin hayatı
inkar edenlerin tuzaklarına karşı kazanılan
galibiyet örnekleriyle doludur. Örneğin; Firavun bütün
erkek çocukları öldürmüş, caydırıcı
tedbirler almış, inananlara eziyet etmiş, ancak
Hz. Musa'yı engelleyememiştir.
Kavmi, Hz. İbrahim'e
tuzak kurarak ateşe atmış, fakat Allah ateşi
esenlik kılarak onu kurtarmıştır.
Hz. Yusuf'u kardeşleri
kuyuya atarak yok etmek istemişler ancak Allah bütün
tuzaklarını tersine çevirerek Hz. Yusuf'u oradan
kurtarıp hazinelerin başına getirmiştir.
Hz. İsa'ya da tuzak
kurulmuş, onu öldürmek isterlerken de Allah Hz. İsa'yı
göğe yükseltmiş, yine hiç ummadıkları bir
şekilde inkarcıların tuzaklarını bozmuştur.
Allah dilediğini dilediği şekilde yaratan ve
Resullerini mutlaka galip getirendir.
Allah
Tüm Tuzaklardan Haberdardır
Allah’ın gücünün
farkında olmayan inkarcılar Resullerin aleyhinde
tasarladıkları tuzakları aralarında gizli
gizli görüşürlerken bunlardan kimsenin haberi olmadığını
düşünürler. Kapalı kapılar ardında olmanın
da getirdiği rahatlıkla zalimce ve adaletsiz kararlar
alırlar. İnkarcıların, bu planları
yaparken kendilerini kimsenin görmediğini düşünmeleri
aslında çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü
gizlinin gizlisini bilen Allah, bu planlardan en ince ayrıntısına
kadar haberi olandır. Allah her yerdedir. Her sözü duyar,
herşeyi eksiksiz görür. Allah bu çok önemli gerçeği
bir ayetinde şöyle bildirmiştir:
Allah'ın göklerde
ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu
görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar
düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden
dördüncüleri mutlaka O'dur; beşin altıncısı
da mutlaka O'dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede
olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını
kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz
Allah, herşeyi bilendir. (Mücadele Suresi, 7)
Kötülükleri örgütleyen,
iyilerin aleyhinde planlar yapan, güçlerini birleştiren
inkarcıların, kötülüklerini gizleme çabalarının
ne kadar boş ve faydasız olduğu Kuran'da pek çok
ayette haber verilmiştir:
Onlar, insanlardan
gizlerler de Allah'tan gizlemezler. Oysa O, kendileri, sözden
(plan olarak) hoşnut olmayacağı şeyi 'geceleri
düzenleyip kurarlarken,' onlarla beraberdir. Allah, yaptıklarını
kuşatandır. (Nisa Suresi, 108)
Sizden sözü saklı
tutan da, onu açığa vuran da, geceleyin gizlenen de
ve gündüzün ortaklıkta gezen de (O'nun Katı'nda
bilme bakımından) birdir. (Rad Suresi, 10)
(Ey Muhammed,) Allah'ı
sakın zulmedenlerin yapmakta olduklarından habersiz
sanma, onları yalnızca gözlerin dehşetle
belireceği bir güne ertelemektedir. (İbrahim Suresi,
42)
Hileli düzenleri kuranlar
yaptıklarının karşılığını
bazen hemen görmedikleri için büyük bir aldanışa
kapılırlar. Allah’ın elçisinin tüm uyarılarına
rağmen öğüt almayarak yaptıkları kötülüklere
hız kesmeden devam ederler. Halbuki Allah onların
zarar vermek amacıyla kurduğu her plandan haberdardır.
Sadece onlara belli bir süre vermektedir. İşte
Rabbimizin bu vaadini bilen müminler de tevekkül ve sabırla
zalimleri bekleyen sonu gözlerler. Ayetlerde şöyle
buyrulmaktadır:
Ben, onlara süre tanıyorum.
Elbette benim düzenim (cezalandırmam) sapasağlamdır.
(Kalem Suresi, 45)
Doğrusu onlar,
hileli bir düzen planlayıp kuruyorlar; Ben de bir düzen
kurup hazırlıyorum. Sen kafirlere bir mühlet ver,
az bir süre tanı. (Tarık Suresi, 15-17)
İnkar edenler,
kaçıp-kurtulduklarını sanmasınlar; gerçek
şu ki, onlar (bizi) aciz bırakamazlar. (Enfal Suresi,
59)
Gemiyi yapıyordu.
Kavminin ileri gelenleri kendisine her uğradığında
O'nunla alay ediyordu. O: "Eğer bizimle alay
ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay edeceğiz"
dedi. "Artık, ilerde bileceksiniz. Aşağılatıcı
azab kime gelecek ve sürekli azab kimin üstüne çökecek."
(Hud Suresi, 38-39)
Andolsun, senden önceki
elçilerle de alay edildi, bunun üzerine Ben de o inkara
sapanlara bir süre tanıdım, sonra onları (kıskıvrak)
yakalayıverdim. İşte nasıldı sonuçlandırma?
(Rad Suresi, 32)
Allah’ın Kuran'da
kesin olarak vaat ettiği gibi müminlere kurulan tüm
tuzaklar bozulmaya mahkumdur. Allah'ın bu gerçeği müjdelediği
ayetlerden bazıları şöyledir:
Ona bir düzen (tuzak)
kurmak istediler, fakat biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar
kıldık. (Enbiya Suresi, 70)
Kim izzeti istiyorsa,
artık bütün izzet Allah'ındır. Güzel söz
O'na yükselir, salih amel de onu yükseltir. Kötülükleri
tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli
biz azab vardır. Onların tasarladıkları 'boşa
çıkıp bozulur'. (Fatır Suresi, 10)
Yoksa hileli-bir düzen
mi kurmak istiyorlar? Fakat (asıl) o inkar edenler
hileli-düzene düşecek olanlardır. (Tur Suresi, 42)
http://www.harunyahya.org/imani/RMucadelesi4.html
Resulün
ve Müminlerin Saldırılara Karşı Tavırları
Kuşkusuz Resule ve müminlere karşı
yapılan saldırılar, iman etmeyen insanları yıldırıp
korkutacak kadar ciddi saldırılardır. Örneğin
Firavun, önce kendi tarafında olup da, Hz. Musa'nın gösterdiği
mucizeler sonucunda Hz. Musa'ya iman eden kişileri şöyle
tehdit etmiştir:
(Firavun) Dedi ki: "Ben size izin
vermeden önce O'na inandınız öyle mi? Şüphesiz
o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. O
halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı
çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarında
sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin
azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş
öğrenmiş olacaksınız." (Taha Suresi,
71)
Elbette bu, çoğu insan için oldukça caydırıcı
bir tehdittir. Ancak iman eden bu kişiler, Firavun'un bu
tehdidinden kesinlikle etkilenmemişlerdir. Bu durum
ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
"Dediler ki: "Bize gelen apaçık
delillere ve bizi yaratana seni asla 'tercih edip-seçmeyiz."
Neyde hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü
yürüt; sen, yalnızca bu dünya hayatında hükmünü
yürütebilirsin. Gerçekten biz Rabbimize iman ettik; günahlarımızı
ve sihir dolayısıyla bizi kendisine karşı
zorlayarak-sürüklediğin (suçumuzu) bağışlasın.
Allah, daha hayırlıdır ve daha süreklidir."
(Taha Suresi, 72-73)
Görüldüğü gibi müminler Allah'a olan
tevekküllerinden dolayı, inkarcıların
tehditlerine karşı son derece cesur, son derece güvenli
bir tavır sergilemektedirler. Resullerin ve müminlerin bu
özelliğini haber veren ayetlerden bazıları da
şunlardır:
"Kavminin önde gelenlerinden büyüklük
taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: "Ey Şuayb,
seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız
veya mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz." (Şuayb:)
"Biz istemesek de mi?" dedi. "Allah bizi ondan
kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin dininize dönmemiz
Allah'a karşı yalan yere iftira düzmemiz olur.
Rabbimiz olan Allah'ın dilemesi dışında,
ona geri dönmemiz bizim için olacak iş değildir.
Rabbimiz, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır.
Biz Allah'a tevekkül ettik. 'Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında
'Sen hak ile hüküm ver,' Sen 'hüküm verenlerin' en hayırlısısın."
(Araf Suresi, 88-89)
"Onlara Nuh'un haberini oku. Hani
kavmine demişti ki: "Ey kavmim, benim makamım
ve Allah'ın ayetleriyle hatırlatmalarım eğer
size ağır geliyorsa ben, şüphesiz Allah'a
tevekkül etmişim. Artık siz ortaklarınızla
toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın
da işiniz size örtülü kalmasın (veya tasa konusu
olmasın), sonra hakkımdaki hükmünüzü -bana süre
tanımaksızın- verin." (Yunus Suresi, 71)
Nitekim Kuran'da Resullere inkarcılara karşı
son derece kararlı ve güvenli olmaları emredilmiştir.
Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
"İman etmeyenlere de ki: "Yapabileceğinizi
yapın; elbette biz de yapacağız." (Hud
Suresi, 121)
Resulün inkarcılardan korkup-çekinmesi
asla söz konusu olamaz. Çünkü Resuller Kuran'da haber
verildiği üzere, "...Allah'ın Risaletini tebliğ
edenler, O'ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah'ın
dışında hiç kimseden korkmayanlardır."
(Ahzap Suresi, 39)
Resulün ve müminlerin inkarcılara karşı
bu denli kararlı ve cesur davranmalarının nedeni,
olayların iç yüzünü ve sırrını
kavrayabilmeleridir. Bu sır, hiçbir şeyin ve hiçbir
kimsenin kendisine belirlenen kaderin dışına çıkamayacağı
gerçeğidir. İnkar edenler kuşkusuz bu metafizik
gerçekten habersizdirler ve müminlere dilediklerini
yapabileceklerini zannederler. Oysa müminler bilmektedirler ki,
hiç kimse Allah'ın izni dışında hiçbir
şey yapamaz. Herkesin kaderini belirleyen, ne kadar yaşayacağını,
nerede nasıl öleceğini tespit eden Allah'tır.
Dolayısıyla inkar edenlerin müminlere
kurdukları tuzaklar, düzenledikleri saldırı ve
iftiralar, Allah'ın bilgisi ve izni dışında
gerçekleşemez. Bu nedenle de, müminlerin bu saldırılardan
korkmalarını, çekinmelerini gerektirecek bir durum
yoktur. Kuran'da haber verilen; "Siz
doğru yola erişirseniz, sapan size zarar veremez"
(Maide Suresi, 105); "Allah, kafirlere müminlerin
aleyhinde kesinlikle yol vermez" (Nisa Suresi, 141)
ve "Eğer siz sabreder ve sakınırsanız,
onların 'hileli düzenleri' size hiçbir zarar veremez.
Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır"
(Al-i İmran Suresi, 120) ayetleri, bu konuyu açıklamaktadır.
Ancak bu, müminlerin hiçbir sıkıntıyla
karşılaşmayacakları anlamına gelmez.
Allah, inkar edenlerin saldırıları aracılığıyla
müminleri deneyecek ve onları olgunlaştıracaktır.
Kuran'daki, "Allah, hiç kimseye güç
yetireceğinden başkasını yüklemez" (Bakara
Suresi, 286) hükmü gereği, müminler "güç
yetirebilecekleri" zorluklardaki imtihanlarla denenirler.
Bir Kuran ayetinde bu gerçek şöyle açıklanır:
"Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık
ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle
imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele."
(Bakara Suresi, 155)
Kısacası, Resul ve onunla birlikte iman
edenler için, inkar edenlerin tüm baskı, iftira ve saldırıları,
gerçekte Allah'ın bir imtihanıdır. Bu nedenle
karşılaştıkları olaylarda son derece
kararlı, güvenli ve sabırlı bir tavır
ortaya koyar, asla paniğe ya da korkuya kapılmazlar. Müminlerin
bu tavrı da Kuran'da şöyle bildirilir:
"Onlar, kendilerine insanlar:
"Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık
onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar
ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir"
diyenlerdir." (Al-i İmran Suresi, 173)
Ancak burada bir noktaya dikkat etmekte fayda
vardır: Resulün ve müminlerin önde gelenlerin saldırılarına
sabretmeleri, hiçbir tedbir almadan durup bekledikleri anlamına
gelmez. Tam aksine Resulün en önemli özelliklerinden biri de,
inkar edenlerin kendisine kurduğu tuzakları bozması
ve karşılığında inkar edenlere tuzak
kurarak onları yenilgiye uğratmasıdır. Zira
Allah'ın elçileri son derece akıllı, ileri görüşlü,
tedbirli ve çok sağlam planlar hazırlayabilen çok üstün,
ilim sahibi insanlardır. İnkar edenlere karşı
yürüttükleri mücadelede de hep üstün gelmişlerdir.
İlerleyen sayfalarda Kuran'da haber verilmiş olan,
Resullerin kurduğu planlardan ve yöntemlerden bahsedeceğiz.
Resullerin İnkar Edenlerle Mücadele
Yöntemleri
Allah Resulün ve müminlerin yardımcısıdır.
Onları güçlendirir, yardımıyla destekler. Özellikle
Resul, Allah'ın özel desteğine mazhar olur. Kuran'da,
çoğu Resule, Allah'ın "ilim", "hikmet"
ve "anlatım çarpıcılığı",
"isabetli karar verme", "olgunluk" gibi özel
yetenekler verdiği bildirilmiştir. Bunun yanında
Allah Resullere çok büyük bir "mülk" (maddi servet,
güç ve ihtişam) da vermiştir.
Örneğin İsrailoğulları'na
lider olarak seçilen Hz. Talut'a, "bilgi" "bedeni
güç" ve "mülk" verilmiştir. Bakara
Suresi'ndeki ayet şöyledir:
"Onlara peygamberleri dedi ki:
"Allah size Talut'u (melik olarak) gönderdi." Onlar:
"Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak
sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken,
nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk)
onun olabilir?" dediler. O (şöyle) demişti:
"Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve
bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü
verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır,
bilendir." (Bakara Suresi, 247)
Aynı şekilde ayetlerde Hz. İbrahim
ve onun soyunun da "hikmet" ve "mülk" ile
desteklendiği şöyle haber verilmiştir:
"Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından
insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? Doğrusu
Biz, İbrahim ailesine Kitabı ve hikmeti verdik;
onlara büyük bir mülk de verdik." (Nisa Suresi, 54)
Hz. Yusuf da benzer biçimde desteklenmiştir.
Kuran'da, "erginlik çağına erişince"
Hz. Yusuf'a "hüküm ve ilim" (Yusuf Suresi, 22)
verildiği bildirilir. Daha sonra Hz. Yusuf ise dua ederken
şöyle der:
..."Rabbim, Sen bana mülkten (bir pay
ve onu yönetme imkanını) verdin, sözlerin
yorumundan (bir bilgi) öğrettin." (Yusuf Suresi,
101)
Aynı şekilde Hz. Davud'a da "mülk
ve hikmet" (Bakara Suresi, 251) verilmiştir. Bir başka
ayette ise şöyle buyrulur:
"Onun (Davud'un) mülkünü güçlendirmiştik.
Ona hikmet ve anlatım çarpıcılığını
vermiştik." (Sad Suresi, 20)
Resul, Allah'ın kendisine verdiği tüm
bu destekle birlikte, inkarcıların önde gelenlerine
karşı fikri mücadeleye girişir. Allah'ın gösterdiği
yolda, O'nun gösterdiği yöntemlere göre yürütülen bir
mücadeledir bu.
Nitekim akıl ve feraset sahibi Resuller
inkar edenlere karşı yürüttükleri fikri mücadelede
hep üstün gelmişler, inkar edenler hiçbir zaman bu güçlü
ve sağlam fikre karşı bir açıklama
getirememiş, hep mağlup olmuşlardır. Çünkü
Resuller hak ile gelmişler ve batıla karşı
daima üstün olmuşlardır.
Resulün inkarcıları 'hor ve
aşağılık' kılması
Resulün inkarcıların önde gelenlerine
karşı yürüttüğü mücadele, gerçekte Allah'ın
inkarcılara tattırdığı "dünya
azabı"nın bir parçasıdır. Allah'ın
dünyada verdiği azabın en önemli aşamalarından
biri ise, inkarcıların "hor ve aşağılık"
kılınmasıdır. Tüm hayatlarını başka
insanlara gösteriş yapmak, onlardan takdir toplamak için
sürdüren inkarcılar için, bu son derece büyük bir
azaptır. Kuran'da, "dünya azabı"nın bu
"hor ve aşağı kılınma" özelliği
şöyle bildirilir:
"Onlardan öncekiler de yalanladı;
böylece azap onlara hiç şuurunda olmadıkları
bir yerden gelip-çattı. Artık Allah, onlara dünya
hayatında 'horluğu ve aşağılanmayı'
taddırdı. Eğer bilmiş olsalardı,
ahiretin azabı gerçekten daha büyüktür." (Zümer
Suresi, 25-26)
Allah, "hor ve aşağılık
kılıcı" sıfatını müminlerin
ve özellikle de Resulün eliyle gösterir. Tevbe Suresi'nde bu
konu şöyle bildirilir:
"Onlarla çarpışınız.
Allah, onları sizin ellerinizle azablandırsın,
hor ve aşağılık kılsın ve onlara
karşı size zafer versin, müminler topluluğunun
göğsünü şifaya kavuştursun. Ve kalblerindeki
öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder.
Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe
Suresi, 14-15)
"İnkarcıları hor ve aşağılık
kılma" görevini, Hz. Süleyman da üstlenmiştir.
İsrailoğulları'na Resul olarak yollanan Hz. Süleyman,
inkarcı kavme yolladığı mesajında
şöyle der:
"... biz onlara öyle ordularla
geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün
değil ve biz onları ordan horlanmış-aşağılanmış
ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız."
(Neml Suresi, 37)
Dolayısıyla "inkarcıların
önde gelenlerinin hor ve aşağılık kılınması"
Resullerin mücadelelerinin önemli bir parçasıdır.
Peki bu nasıl yapılacaktır?
Çoğu kez, inkarcı önde gelenlerin gerçek
yüzünün ortaya çıkarılması, "hor ve aşağılık"
kılınmaları için yeterli olur. Çünkü önde
gelenler, adı üstünde, inkarda ve sapıklıkta en
uç aşamaya varmış kimselerdir. Son derece
dejenere bir yaşantıları vardır. Cinsel sapkınlıklar,
sahtekarlıklar ve benzeri bozulmalar tarih boyunca önde
gelenlerin başlıca özelliklerinden biri olmuştur.
Buna karşın önde gelenler bu dejenere yapılarını
toplumun genelinden gizlerler. Bunların ortaya çıkarılması,
önde gelenlerin "hor ve aşağılık"
kılınmasının yollarından biridir.
İman edenler, inkarcıların önde
gelenleri için büyük bir korku kaynağıdır.
Resulün ve müminlerin gücü, aklı, kararlılığı,
inkarcıların kalbine korku salar. Kuran'da, bu durum
şöyle ifade edilir:
"Herhalde içlerinde 'dehşet ve yılgınlık
uyandırma bakımından' siz, Allah'tan daha çetinsiniz.
Bu, şüphesiz onların 'derin bir kavrayışa
sahip olmamaları' dolayısıyla böyledir."
(Haşr Suresi, 13)
Allah başka bir ayette de, inkarcıların
Resule ve müminlere karşı duydukları bu korkuyu
daha da artırdığını şöyle
bildirmiştir:
"Kendisi hakkında hiçbir delil
indirmediği şeyi Allah'a ortak koştuklarından
dolayı küfredenlerin kalplerine korku salacağız.
Onların barınma yerleri ateştir. Zalimlerin
konaklama yeri ne kötüdür." (Al-i İmran Suresi,
151)
Kuran'da haber verilen tüm Resuller inkarcılara
karşı yürüttükleri fikri mücadelede daima üstün
gelmişlerdir. Resullerin tebliğini dinlemeyen, uyarılarını
dikkate almayan her kavim sonunda helak edilmiş, Allah'ın
elçilerine karşı planladıkları her kötülük
boşa çıkmıştır.
Resulün inkar edenlerin tuzaklarını
bozması
Kuran'daki pek çok ayette inkar edenlerin
tuzaklarının boşa çıktığı
bildirilmekte ve daha da önemlisi, inkar edenlerin tuzağına
karşılık, Allah'ın inkar edenlere tuzak
("düzen") kurduğu da haber verilmektedir.
Al-i İmran Suresi'nin 54. ayetinde, "Onlar
(inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık)
bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır"
şeklinde buyrulur. Enfal Suresi'nde ise, inkar edenlerin
Resule kurdukları tuzağa karşılık,
Allah'ın da inkar edenlere tuzak kurduğu şöyle
bildirilir:
"Hani o inkar edenler, seni tutuklamak
ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak
kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken,
Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu.
Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık
verenlerin) hayırlısıdır." (Enfal
Suresi, 30)
Zaten Allah'ın isimlerinden biri de, "Makir",
yani "tuzak kuran"dır. Başka ayetlerde de
Allah'ın bu sıfatı şöyle bildirilir:
"Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler
kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları
yerlerinden oynatacak da olsa, Allah Katı'nda onlara hazırlanmış
düzen (kötü bir karşılık) vardır."
(İbrahim Suresi, 46)
"Onlar hileli bir düzen kurdu. Biz de
(onların hilesine karşı) onların farkında
olmadığı bir düzen kurduk." (Neml Suresi,
50)
Burada önemli bir nokta vardır: Allah'ın
bu "düzen kurma" sıfatı da, az önce değindiğimiz
"hor ve aşağılık kılma" sıfatı
gibi, müminlerde ve özellikle de Resulde tecelli eder. Allah,
çoğu kez, küfrün tuzaklarına karşılık
Resulün eliyle tuzak kurar.
Kuran'da bu konuyla ilgili verilen örneklerden
biri de Yusuf Peygamberin yaşamıdır. Hz. Yusuf'un
inkarcı karakterli kardeşleri kendisine karşı
"hileli-düzen" (Yusuf Suresi, 102) kurarak küçük
yaşta iken Yusuf Peygamberi kuyuya atmışlardır.
Ancak Hz. Yusuf bu tuzaktan kurtulmuş ve onların bu
tuzağına karşılık bir tuzak kurmuştur.
Ayetlerde bu olaylar şöyle haber verilir:
"Erzak yüklerini kendilerine hazırlayınca
da, su kabını kardeşinin yükü içine bıraktı,
sonra bir münadi (şöyle) seslendi: "Ey kafile,
sizler gerçekten hırsızsınız."
Onlara doğru yönelerek: "Neyi
kaybettiniz?" dediler. Dediler ki: "Hükümdarın
su tasını kaybettik, kim onu (bulup) getirirse, (ona
armağan olarak) bir deve yükü vardır. Ben de buna
kefilim."
"Allah adına, hayret"
dediler. "Siz de bilmişsiniz ki, biz (bu) yere
bozgunculuk çıkarmak amacıyla gelmedik ve biz hırsız
değiliz."
"Öyleyse" dediler. "Eğer
yalan söylüyorsanız (bunun) cezası nedir?"
Dediler ki: "Bunun cezası, (su tası) yükünde
bulunanın kendisidir. İşte biz zulmedenleri böyle
cezalandırırız."
Böylece (Yusuf) kardeşinin kabından
önce onların kablarını (yoklamaya) başladı,
sonra onu kardeşinin kabından çıkardı.
İşte biz Yusuf için böyle bir plan düzenledik. (Yoksa)
Hükümdarın dininde (yürürlükteki kanuna göre) kardeşini
(yanında) alıkoyamazdı. Ancak Allah'ın
dilemesi başka. Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz.
Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır."
(Yusuf Suresi, 70-76)
Kuran'da bildirilen bir başka tuzak örneği
de Hz. İbrahim'in kavminin taptığı putları
kırmasıdır. Bu olayı haber veren ayetler
şöyledir:
"Andolsun, bundan önce İbrahim'e
rüşdünü vermiştik ve biz onu (doğruyu seçme
yeteneğinde olduğunu) bilenlerdik.
Hani babasına ve kavmine demişti
ki: "Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte
olduğunuz bu temsili heykeller nedir?
"Biz atalarımızı
bunlara tapıyor bulduk" dediler.
Dedi ki: "Andolsun, siz ve atalarınız
apaçık bir sapıklık içindesiniz."
'Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa
(bizimle) oyun oynayanlardan mısın?"
"Hayır" dedi. "Sizin
Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir, onları Kendisi
yaratmıştır ve ben de buna şehadet
edenlerdenim."
"Andolsun Allah'a, sizler arkanızı
dönüp gittikten sonra, ben sizin putlarınıza
muhakkak bir tuzak kuracağım."
Böylece o, yalnızca büyükleri hariç
olmak üzere onları paramparça etti; belki ona başvururlar
diye.
"Bizim ilahlarımıza bunu kim
yaptı? Şüphesiz o, zalimlerden biridir"
dediler.
"Kendisine İbrahim denilen bir
gencin bunları diline doladığını işittik"
dediler. Dediler ki: "Öyleyse, onu insanların gözü
önüne getirin ki ona (nasıl bir ceza vereceğimize)
şahid olsunlar."
Dediler ki: "Ey İbrahim, bunu
ilahlarımıza sen mi yaptın?"
"Hayır" dedi. "Bu yapmıştır,
bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa,
siz onlara soruverin."
Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular
da; "Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)"
dediler. Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler: "Andolsun,
bunların konuşamayacaklarını sen de
bilmektesin."
Dedi ki: "O halde, Allah'ı bırakıp
da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan
şeylere mi tapıyorsunuz? Yuh size ve Allah'tan başka
taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak
mısınız?" (Enbiya Suresi, 51-67)
Resul ve "Atalar Dini"
Temsilcilerinin Mücadelesi
Şimdiye kadar hep Resul ile kavmin önde
gelen inkarcıları arasındaki mücadeleye değindik.
Oysa Resule ve onunla birlikte iman edenlere düşmanlık
gösterenler yalnızca kavmin önde gelen inkarcıları
değildir. Başka gruplar da benzer ya da farklı
nedenlerden dolayı Resule karşı harekete geçerler.
Ayrıca "önde gelenler"i de tek bir bütün
olarak düşünmek doğru olmaz; bu kesimin içinde de
farklı özellikleri olan gruplar vardır. İlerleyen
sayfalarda Kuran'da tarif edilen bu grupları inceleyeceğiz.
Bu grupların en önemlilerinden birisi,
Resulün getirdiği hak dine karşı, içinde pek çok
sapkın öğenin yer aldığı "atalarının
dini"ni savunan tutucu gruptur.
Önceki sayfalarda cahiliye toplumundan söz
ederken, bu toplumun dinden koptuğunu ve Allah'ı göz
ardı ettiğini söylemiştik. Bu doğrudur,
ancak bir farkla: Cahiliye toplumları asıl olarak
dinden, yani Allah'ın insanlara gösterdiği saf ve gerçek
dinden kopmuşlardır. Yoksa bu toplumda birtakım
dini inanışlar mevcuttur. Kuran'da anlatılan
cahiliye toplumlarının hemen hepsinin birtakım
dini inançları vardır. Bu cahiliye dinleri kimi zaman
hak dine şekil yönünden benziyor da olabilir. Ancak bu
"din"lerin özü, hak dinin özünden çok farklıdır.
Hak din, Allah'ı bilip-tanımak ve yalnızca O'na
kulluk etmek, O'ndan başka hiçbir şeye bağlanmamak,
Allah'ın Resulünün izinden gitmek üzerine kuruludur.
Oysa cahiliye toplumundaki din kavramı, daha çok atalara
olan anlamsız bir bağlılık ve onlardan kalma
gelenekleri devam ettirme isteği üstüne kuruludur. Belki
cahiliye dininde Allah'ın adı sıklıkla
kullanılır, ancak bu bir aldatmacadır; bu dinde
gerçek bir iman ve Allah korkusu yoktur. Kuran'da, bu durum
şöyle anlatılır:
"De ki: "Eğer biliyorsanız
(söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?"
"Allah'ındır"
diyecekler. De ki: "Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek
misiniz?"
De ki: "Yedi göğün Rabbi ve büyük
Arş'ın Rabbi kimdir?"
"Allah'ındır"
diyecekler. De ki: "Yine de sakınmayacak mısınız?"
De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:)
Herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir?
Ki O, koruyup kolluyorken kendisi korunmuyor."
"Allah'ındır"
diyecekler. De ki: "Öyleyse nasıl oluyor da böyle
büyüleniyorsunuz?"
Hayır, biz onlara hakkı getirdik,
ancak onlar gerçekten yalancıdırlar." (Müminun
Suresi, 84-90)
Ayetlerde tarif edilen kişilerin durumu son
derece ilginçtir: Bu kişiler kendilerine sorulan tüm
sorulara doğru cevap vermekte (yani Allah'ın herşeyin
yaratıcısı olduğunu tasdik etmekte)dirler.
Ancak davranışları bu sözlerine uygun değildir.
Bu nedenle kendilerine, "düşünmeyecek misiniz?"
"sakınmayacak mısınız?" "nasıl
oluyor da büyüleniyorsunuz?" gibi sorular sorularak, hatırlatma
yapılmakta ve içinde bulundukları durumdan
kurtulmaları için uyarılmaktadırlar. Bunun
nedeni ise, sorulara cevap veren kişilerin gerçekte
verdikleri cevapların anlamını kavramıyor
oluşlarıdır.
Peki acaba bu garip durumun sebebi nedir?
Sebep gayet açıktır: Söz konusu kişiler
hak dinin değil, cahiliye dininin üyeleridir. Bu dinin özelliği
ise, Allah'a iman, Allah korkusu, Allah'ın rızası
üzerine kurulu bir inanç olmayışıdır. Bu
dinin temelinde, atalardan gelen birtakım inanç ve değerlerin
gelenek biçiminde korunması yatar. Üstteki ayetlerde
tarif edilen kişiler, atalar dininde yer alan
belli-belirsiz Allah inancını taşıyan, fakat
gerçekte Allah'ın varlığını ve vasıflarını
kesinlikle kavramamış olan kişilerdir.
Bu arada, atalar dini pek çok sapkın öğe
de taşır. Bu din, hak dinin tek kaynağı olan
vahiyden tamamen kopmuş ve birtakım hurafeleri kendine
kaynak edinmiştir. Bu nedenle Allah inancından, ahlak
anlayışına kadar pek çok konuda sapkın hükümleri
vardır. Ve bundan dolayı da, Resul ve onunla birlikte
iman edenler atalar dinine karşı çıkar ve
toplumu gerçek dine, Allah'ın insanlar için "seçip-beğendiği"
hak dine davet ederler.
Ancak çoğu kez insanlar atalarının
dinine bağlı kalmakta diretirler. Onların bu
durumları bir ayette şöyle haber verilmiştir:
"Onlara: "Allah'ın indirdiğine
ve elçiye gelin" denildiğinde, "Atalarımızı
üzerinde bulduğumuz şey bize yeter" derler. (Peki,)
Ya ataları bir şey bilmiyor ve hidayete ermiyor
idilerse?" (Maide Suresi, 104)
Önde gelenler arasında da atalar dinine bağlı
kalma eğilimi yaygındır. Kuran'da bunun değişmez
bir kural olduğu şöyle haber verilmiştir:
"İşte böyle, senden önce
de (herhangi) bir memlekete bir elçi göndermiş olmayalım,
mutlaka onun 'refah içinde şımarıp azan önde
gelenleri' (şöyle) demişlerdir: "Gerçekten
biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde
bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine (eserlerine)
uymuş kimseleriz."
(O peygamberlerden her biri de şöyle)
Demiştir: "Ben size atalarınızı üstünde
bulduğunuz şeyden daha doğru olanını
getirmiş olsam da mı?" Onlar da demişlerdi
ki: "Doğrusu biz, kendisiyle gönderildiğiniz
şeye kafir olanlarız." (Zuhruf Suresi, 23-24)
Peki nedir önde gelenlerin ve daha başka
kimselerin atalar dinine bu kadar bağlanmalarının
nedeni?
Önde gelenlerin atalar dinine bağlı
olmalarının nedeni açıktır: Bu din, kendi
egemenlikleri altında olan kurulu düzeninin önemli bir
parçasıdır. Bu dini kullanarak düzene sözde meşruiyet
sağlamaktadırlar. Ayrıca bu dinin bazı
kurallarına uyarak gerektiğinde kendilerini dindar
insanlar olarak tanıtmaları ve toplumun güvenini
kazanmaları son derece kolay olmaktadır.
Bazı insanlar da ataların dinine içinde
bulundukları taassup nedeniyle bağlı kalırlar.
Her türlü değişime karşı çıkan, eski
olan herşeyin iyi olduğuna inanan bu kişiler,
insan nefsinin eğilimlerinden biri olan taassubun (tutuculuk)
içinde boğulmuşlardır.
Bazı kesimler ise söz konusu atalar dini
sayesinde maddi çıkarlar sağlamaktadırlar ve bu
dinin terk edilmesinin de kendi kurdukları ruhban sistemini
yok edeceğini bilirler. Kuran'da, "Ey
iman edenler, gerçek şu ki, (Yahudi) bilginlerinden ve (Hıristiyan)
rahiplerinden çoğu, insanların mallarını
haksızlıkla yerler ve Allah'ın yolundan alıkoyarlar.
Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda
harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele" (Tevbe
Suresi, 34) ayetinde belirtildiği üzere, sahte bir
dindarlık görüntüsüyle "insanların mallarını
haksızlıkla yiyen" ruhbanların sayısı
bir hayli kabarıktır.
Bu nedenle toplumun önemli bir kesimi, Resulün
teklif ettiği hak dine karşı atalarının
dininin savunuculuğunu yapmaya başlar. Hz. Hud'a "...Sen
bize yalnızca Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın
tapmakta olduklarını bırakmamız için mi
geldin? Eğer gerçekten doğru isen, bize vadettiğin
şeyi getir, bakalım" (Araf Suresi, 70)
diyen Ad kavmi; ya da Hz. Salih'e, "...Ey
Salih, bundan önce sen içimizde kendisinden (iyilikler ve
yararlılıklar) umulan biriydin. Atalarımızın
taptığı şeylere tapmaktan sen bizi
engelleyecek misin? Doğrusu biz, senin bizi davet ettiğin
şeyden kuşku verici bir tereddüt içindeyiz" (Hud
Suresi, 62) diyebilen Semud kavmi; ya da Hz. Musa'ya karşı
"...Bu, düzüp uydurulmuş bir büyüden
başkası değildir. Biz geçmiş atalarımızdan
bunu işitmedik..." (Kasas Suresi, 36) diyen
Firavun çevresi, hep bu yöntemi izlemişlerdir.
Bu kesimin en büyük özelliklerinden biri de,
Resule ve onunla birlikte iman edenlere karşı saldırıya
geçerken, kendilerini gerçek birer dindar gibi göstermeye çalışmalarıdır.
Bu kişiler Allah ve din adına ortaya çıkarlar.
Bu şekilde saldırı ve baskılarına sözde
meşru bir zemin oluşturmaya çalışırlar.
Bu son derece göstermelik bir tavırdır ve söz konusu
kişilerin de gerçekte Allah'la ve O'nun seçip beğendiği
din ile hiçbir ilgileri yoktur. Ancak Kuran'da haber verilen bu
kişiler, tavırlarını öyle bir dereceye vardırmışlardır
ki, "Resulü öldürmek" gibi olabilecek en büyük suçu
işlerken bile "Allah adına" hareket
ettiklerini öne sürmüşlerdir. Bu kişilerle ilgili
olarak Kuran'da şöyle haber verilmektedir:
"Andolsun, biz Semud (kavmine de)
kardeşleri Salih'i: "Yalnızca Allah'a kulluk
edin" diye (demek üzere) gönderdik... (Neml Suresi, 45)
(Salih'e) Dediler ki: "Senin ve
seninle birlikte olanlar yüzünden uğursuzluğa uğradık."
Dedi ki: "Sizin uğursuzluğunuz (başınıza
gelenler) Allah Katı'nda (yazılı)dır. Hayır,
siz denenmekte olan bir kavimsiniz."
Şehirde dokuzlu bir çete vardı,
yeryüzünde bozgun çıkarıyorlar ve dirlik-düzenlik
bırakmıyorlardı. Kendi aralarında Allah adına
and içerek, dediler ki: "Gece mutlaka ona ve ailesine
bir baskın düzenleyelim, sonra velisine: Ailesinin yok
oluşuna biz şahid olmadık ve gerçekten bizler
doğruyu söyleyenleriz, diyelim."
Onlar hileli bir düzen kurdu. Biz de (onların
hilesine karşı) onların farkında olmadığı
bir düzen kurduk. Artık sen, onların kurdukları
hileli-düzenin uğradığı sona bir bak;
biz, onları ve kavimlerini topluca yerle bir ettik."
(Neml Suresi, 47-51)
Allah adına ortaya çıkarak Allah'a ve
Resulüne savaş açanlar arasında çok önemli bir
grup daha vardır. Hemen her Resulün karşılaştığı
bu gruba, Kuran'da "münafık" adı verilir.
Resullerin Münafıklarla Mücadelesi
Önceki sayfalarda sürekli olarak Resul ve müminler
ile inkar edenler arasında geçen mücadeleyi konu edindik.
Ayetlerde haber verildiği üzere, inkarcıların
ortak özelliği, Resule karşı olduklarını,
onun getirdiği dini inkar ettiklerini açık açık
söylemeleri ve onlara karşı da açık bir mücadeleye
girmeleridir.
Oysa Resul ve müminlere karşı eyleme
girişen inkarcılar, yalnızca söz konusu "açık
inkarcı"larla sınırlı değildir.
Bir de müminlerden yana gözüken, Resule itaat ettiğini
iddia eden "gizli inkarcılar" vardır ki,
Resul ve müminler bunlara karşı da mücadele ederler.
Kuran'da, "münafık" olarak bilinen bu iki yüzlü
kişiler şöyle tarif edilir:
"İnsanlardan öyleleri vardır
ki: 'Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik' derler; oysa
inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve
iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca
kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller.
Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını
arttırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından
dolayı, onlar için acı bir azap vardır."
(Bakara Suresi, 8-10)
Münafıkların inanmadıkları
halde inanmış gibi gözükmelerinin nedeni,
kendilerini müminmiş gibi göstererek müminlerden birtakım
çıkarlar elde edeceklerini ummalarıdır. Müminlerin
maddi imkanları, güç ve ihtişamları bu kişileri
etkiler ve bunlardan yararlanabilmek için kendilerini mümin
gibi göstermeye karar verirler.
Oysa ayette de bildirildiği gibi, münafıklar
yalnızca kendilerini aldatırlar, çünkü "mümin
taklidi yapmak" aslında mümkün değildir.
Yapabildikleri dinin yalnızca bazı şekli özelliklerini
taklit etmekten başka bir şey değildir. Oysa müminlerin
"taklit edilemez" özellikleri vardır. Bundan
haberdar olan müminler ve özellikle de Resul münafıkların
iki yüzlülüğünü hemen fark ederler. Allah, Resule münafıkları
tanımak için özel bir anlayış verdiğini
ayetlerinde şöyle haber vermiştir:
"Yoksa kalplerinde hastalık
bulunanlar, Allah'ın kinlerini hiç (ortaya) çıkarmayacağını
mı sandılar? Eğer biz dilersek, sana onları
elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından
tanırsın. Andolsun, sen onları, sözlerin söyleniş
tarzından da tanırsın. Allah, amellerinizi
bilir" (Muhammed Suresi, 29-30)
Resuller münafıkların durumunu hemen açıklamayabilirler.
Ne var ki bu kişilerin iki yüzlülüğü kısa süre
içinde örneğin din için fedakarlık yapmaları
gerektiği zaman ortaya çıkacaktır. Çünkü münafıklar
şahsi menfaatlerini tatmin etmek umuduyla müminlere ve
dine yaklaşmışlardır. Ancak herhangi bir
menfaatlerinin olamayacağını, hatta tam tersine
Allah yolunda fedakarlıkta bulunmaları gerektiğini
anladıklarında birden gerçek yüzlerini ortaya
koyarlar.
İşte münafığın en önemli
özelliği bu noktada ortaya çıkar: Münafık
"mümin taklidi" yapmaktan vazgeçtiği bu anda,
tek başına müminlerden ayrılıp köşesine
çekilmez. Tam aksine müminleri aynı kendisi gibi Allah
yolundan döndürmeye çalışır. Onların
şevklerini kıracak, onları şüpheye ve
umutsuzluğa düşürecek, Resule olan sadakatlerini zayıflatacak
telkinlerle ortaya çıkar. Çünkü, müminlerden ayrılırken,
"onlar doğru yoldaydı, ben ise iki yüzlü bir
sahtekardım; çıkarlarım zedelenince ayrılıp-gittim"
demeyi kendine yediremez.
Kuran'da haber verilen münafıkların,
"...Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan
başka bir şey vadetmemiş..." (Azhab Suresi,
12), ya da "...bunları (Müslümanları) dinleri
aldattı..." (Enfal Suresi, 49) gibi ifadeleri,
söz konusu tavırlarını tarif etmektedir. Müminlerin
fark etmediği gerçekleri kendilerinin fark ettiği yanılgısı
ise, Hz. Musa'nın kavmini saptırıp buzağıya
taptıran Samiri'nin söylediği, "...Ben
onların görmediklerini gördüm..." (Taha Suresi, 96)
sözünde en açık biçimde gözükmektedir.
Münafığın yaptığı
bu bozgunculuk hareketinin adı, Kuran'da "fitne"
olarak tanımlanmaktadır. Ve fitne Kuran'daki, "...Fitne,
katilden beterdir..." (Bakara Suresi, 217) hükmüne
göre, en büyük suçtur. Resul elbette fitneye karşı
gereken önlemleri alır.
Az önce sözünü ettiğimiz Samiri, münafık
karakterinin çok belirgin bir örneğidir. Hz. Musa'nın
ona karşı tavrı da Resullerin kararlılığını
gösterir. Kuran'da, Samiri'nin fitnesi ve Hz. Musa'nın
tavrı ayrıntılı olarak anlatılır.
Buna göre, Hz. Musa'nın Allah'tan vahiy almak için tek başına
Tur Dağı'na çıktığı bir sırada
Samiri kavmi içinde fitne çıkarmıştır. Bu
olay ayetlerde şöyle haber verilmiştir:
"(Allah dedi ki) Seni kavminden 'çarçabuk
ayrılmaya iten' nedir ey Musa?" Dedi ki: "Onlar
arkamda izim üzerindedirler, hoşnut kalman için, Sana
gelmekte acele ettim Rabbim." Dedi ki: "Biz senden
sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları
şaşırtıp-saptırdı." Bunun
üzerine Musa, kavmine oldukça kızgın, üzgün
olarak döndü. Dedi ki: "Ey kavmim, Rabbiniz size güzel
bir vaadde bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da
süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz
bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz
sözden caydınız?" Dediler ki: "Biz sana
verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak
o kavmin (Mısır halkının) süs eşyalarından
birtakım yükler yüklenmiştik, onları (ateşe)
attık, böylece Samiri de attı." Böylece
onlara böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı,
"İşte, sizin ve ilahınız, Musa'nın
ilahı budur; fakat (Musa) unuttu" dediler. Onun
kendilerine bir sözle cevap vermediğini ve onlara bir
zarar veya fayda sağlamaya gücü olmadığını
görmüyorlar mı? Andolsun, Harun bundan önce onlara:
"Ey kavmim, gerçekten siz bununla fitneye düşürüldünüz
(denendiniz). Sizin asıl Rabbiniz Rahman (olan Allah)dır;
şu halde bana uyun ve emrime itaat edin" demişti.
Demişlerdi ki: "Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya)
karşı bel büküp önünde eğilmekten
kesinlikle ayrılmayacağız."... (Taha
Suresi, 83-91)
(Musa) Dedi ki: "Ya senin amacın
nedir ey Samiri?" Dedi ki: "Ben onların görmediklerini
gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp atıverdim;
böylelikle bana bunu nefsim hoşa giden (bir şey) gösterdi."
(Musa) Dedi ki: "Haydi çekip git, artık senin
hayatta (hakettiğin ceza: "Bana dokunulmasın")
deyip yerinmendir." Ve şüphesiz senin için
kendisinden asla kaçınamayacağın (azap dolu)
bir buluşma zamanı vardır. Üstüne kapanıp
bel bükerek önünde eğildiğin ilahına bir bak;
biz onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın
edip denizde savuracağız." "Sizin ilahınız
yalnızca Allah'tır ki, O'nun dışında
ilah yoktur. O, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır."
(Taha Suresi, 95-98)
Görüldüğü gibi Resullerin münafıklara
karşı tavırları son derece kararlıdır.
Nitekim Allah Peygamberimiz (sav)'e şöyle emreder:
"Ey Peygamber, kafirlere ve münafıklara
karşı cehd et ve onlara karşı 'sert ve
caydırıcı' davran. Onların barınma
yeri cehennemdir. Ne kötü bir dönüş yeridir o."
(Tahrim Suresi, 9)
Burada unutulmaması gereken önemli bir
nokta vardır. Hz. Musa'nın kavmi zaten son derece
anlayışsız ve itaatsiz bir kavimdir. Ancak gerçek
müminler münafıkların fitnesinden etkilenmez ve
Resule olan sadakatlerini daha da artırarak sürdürürler.
Bu durumda münafıklar toplu olarak müminlerden ayrılırlar.
Ancak içlerindeki "intikam" isteği nedeniyle dağılmazlar,
Resul ve beraberindeki müminlere düşmanlığı
sürdürmek için çaba harcarlar. Ve ilginçtir, bu durumda
bile iki yüzlü olduklarını kabul etmez, kendilerini
gerçek birer mümin gibi tanıtırlar. Bunun en açık
örneğine Peygamberimiz (sav) döneminde şahit
olabiliriz. Hz. Muhammed (sav)'e karşı fitne çıkaran
münafıklar, onun yanından ayrıldıktan sonra
yeni bir mescid kurmuş, yani sözde Müslüman görünmeye
devam etmişlerdir. Oysa bu kurdukları mescidin tek
amacı, Resule ve müminlere karşı düşmanlık
yapabilmektir. Kuran'da, bu kişilerin durumu şöyle açıklanmıştır:
"Zarar vermek, inkarı (pekiştirmek),
müminlerin arasını ayırmak ve daha önce
Allah'a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek
için mescid edinenler ve: "Biz iyilikten başka bir
şey istemedik" diye yemin edenler (var ya,) Allah
onların şüphesiz yalancı olduklarına
şahidlik etmektedir.
Sen bunun (böyle bir mescidin) içinde hiçbir
zaman durma. Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan
mescid, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana
daha uygundur. Onda, arınmayı içten-arzulayan
adamlar vardır. Allah arınanları sever.
Binasının temelini, Allah korkusu
ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır,
yoksa binasının temelini göçecek bir yarın
kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi
içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa
hidayet vermez.
Onların kalpleri parçalanmadıkça,
kurdukları bina kalplerinde bir şüphe olarak sürüp-gidecektir.
Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe
Suresi, 107-110)
Ayetlerde de dikkat çekildiği gibi, münafıkların
kurduğu mescidin amacı, müminlere zarar vermek ve müminlere
karşı savaşanlarla işbirliği yapmaktır.
Her ne kadar bu mescidi kuran münafıklar, "biz
iyilikten başka bir şey istemedik" deseler de gerçek
amaçları budur. İki mescidi ayıran en önemli
fark ise, müminlerinkinin "takva", yani Allah korkusu
ve Allah rızası üzerine kurulmuş olmasıdır.
Heva ve müminlere düşmanlık üzerine kurulan münafıkların
mescidi ise, ayetteki ifadeyle, cehenneme yuvarlanacak bir yarın
kenarındadır. Münafıklar ahirette cehennemin en
alt tabakasına yollanacaklardır.
Resulün Ahlaksızlıkla Mücadelesi
Resulün asıl görevi insanları Allah'ın
yoluna davet etmek, Allah'ın dinini onlara açıklamaktır.
Mücadele ettiği gruplar ise, Resulün çağrısına
düşmanlıkla cevap veren, onu durdurmaya çalışan
gruplardır.
Resulün mücadelesindeki bir diğer amaç
ise, insanları Allah'ın yolundan alıkoyan, onları
sapkınlığa teşvik eden grupların
etkisiz hale getirilmesidir. Çünkü bu tür gruplar,
"onlar, hem ondan alıkoyarlar, hem kendileri kaçarlar"
(Enam Suresi, 26) ayetinde haber verildiği gibi,
yalnızca kendilerini saptırmakla kalmazlar, aynı
zamanda pek çok insanı da sapıklığa özendirirler.
Örneğin cinsel sapkınlıkların,
fuhşun yayılması için çaba gösterenler,
kendileri saptıkları gibi, başka insanları
da sapkınlığa sürüklemektedirler. Ayette şöyle
buyrulmaktadır:
"Çirkin utanmazlıkların
(fuhşun) iman edenler içinde yaygınlaşmasından
hoşlananlara, dünyada ve ahirette acıklı bir
azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmiyorsunuz."
(Nur Suresi, 19)
Ahlaksızlığı yaymaya çalışanların
ahirette karşılaşacakları azap, kuşkusuz
cehennemdir. Dünyada yaşayacakları azabın farklı
yolları olabilir. Allah bu kişilerin üstüne çeşitli
belalar verebilir.
Kuran'da Resullerin ahlaksızlığa
karşı yürüttükleri mücadeleye Hz. Lut ve kavmi örnek
olarak verilmiştir. Eşcinsel olan kavmine karşı
Hz. Lut'un yaptığı uyarı ve kavminin Hz.
Lut'a cevabı şöyledir:
"Hani Lut da kavmine şöyle demişti:
"Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı
hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? Gerçekten
siz kadınları bırakıp şehvetle
erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü
aşan (azgın) bir kavimsiniz."
Kavminin cevabı: "Yurdunuzdan sürüp
çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça
temizlenen insanlarmış!" demekten başka
olmadı." (Araf Suresi, 80-82)
Başka ayetlerde ise Hz. Lut'un kavmine olan
tepkisi ve kavminin sapkınlığı şöyle
anlatılır:
"Lut (kavmi) de, gönderilen (elçi)leri
yalanladı. Hani onlara kardeşleri Lut: "Sakınmaz
mısınız?" demişti."Gerçek
şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat
edin. Buna karşılık ben sizden bir ücret
istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine
aittir."
"Siz insanlardan (cinsel arzuyla)
erkeklere mi gidiyorsunuz? "Rabbinizin sizler için
yaratmış bulunduğu eşlerinizi bırakıyorsunuz.
Hayır, siz sınırı çiğneyen bir
kavimsiniz."
Dediler ki: "Ey Lut, eğer (bu söylediklerine)
bir son vermeyecek olursan, gerçekten (burdan) sürülüp çıkarılanlardan
olacaksın."
Dedi ki: "Gerçekten ben, sizin bu
yaptığınıza öfke ile karşı
olanlardanım. Rabbim, beni ve ailemi bunların yaptıklarından
kurtar."
Bunun üzerine onu ve bütün ailesini
kurtardık. Yalnızca geri kalanlar içinde bir
kocakarı hariç.. Sonra geride kalanları yerle bir
ettik. Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık;
uyarılıp-korkutulanların yağmuru ne kötü.
Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama
onların çoğu iman etmiş değildirler. Ve
şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır
esirgeyendir." (Şuara Suresi, 160-175)
SONUÇ
Kuran'a baktığımızda tüm
Resullerin ve onlarla birlikte iman edenlerin ortak bir kadere
sahip olduklarını görürüz. Resullerin önderliğindeki
mümin toplulukları hep küçük bir topluluk olarak mücadeleye
başlamışlardır. Bu mümin toplulukları
bir taraftan Allah'ın dinini tebliğ ederken bir
taraftan da kendilerinden görünüşte çok daha güçlü
olan düşmanlara karşı mücadele vermişlerdir.
Ve bu mücadeleden "...Nice küçük
topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın
izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle
beraberdir" (Bakara Suresi, 249) ayetinin sırrıyla
galip çıkanlar hep Resuller ve müminler olmuştur.
Resul ve inkarcılar arasındaki söz
konusu mücadelelerin tümü Allah'ın çizdiği kadere
göre yürür. Müminleri de, düşmanlarını da
yaratan Allah'tır. Kuran'da Allah'ın Resuller için özel
düşmanlar kıldığı haber verilmektedir:
"Böylece her peygambere, insan ve cin
şeytanlarından bir düşman kıldık.
Onlardan bazısı bazısını aldatmak için
yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin
dileseydi bunu yapmazlardı. Öyleyse onları yalan
olarak düzmekte olduklarıyla başbaşa bırak."
(Enam Suresi, 112)
"İşte böyle; biz, her
peygambere suçlu-günahkarlardan bir düşman kıldık.
Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin
yeter." (Furkan Suresi, 31)
Mücadelenin her iki tarafını da Allah
yarattığına göre sonucunu belirleyen de O'dur.
Ve Allah Resullerin kaderinde galip gelmeyi yazmıştır.
Kuran'da bildirildiğine göre, Resul için yenilmek söz
konusu değildir:
"Allah, yazmıştır:
"Andolsun, ben galip geleceğim ve elçilerim
de." Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü
ve üstün olandır." (Mücadele Suresi, 21)
Mümin topluluğunun, zahiren mağlubiyet
gibi görünen olaylar yaşamasının nedenlerinden
biri ise, ancak Resule karşı itaatsiz davranmalarıdır.
Nitekim Al-i İmran Suresi'nde anlatıldığına
göre, Uhud Savaşı sırasında müminlerin bir
kısmı Peygamberimiz (sav)'in emrine uymamışlar
ve bu nedenle de kazanılacak gibi görünen savaş
kaybedilmiştir. Ama bu geçici bir yenilgidir ve müminlerin
eğitilmesine, daha itaatli olmalarına vesile olmuştur.
Sonuçta galip gelenler ise mutlaka Resul ve onunla birlikte
iman edenlerdir. Resule karşı düşmanlık
besleyenlerin sonu ise aynıdır: Dünyada aşağılanma
ve ahirette cehennem azabı. Kuran'da, Resule başkaldıranların
durumu şöyle bildirilir:
"Gerçekten Allah'a ve Resûlü'ne karşı
(onların koydukları sınırları tanımayıp
kendileri sınır koymaya kalkışmakla) başkaldıranlar,
kendilerinden öncekilerin alçaltılması gibi alçaltılmışlardır.
Oysa biz apaçık ayetler indirdik. Kafirler için küçültücü
bir azap vardır. Allah, hepsini dirilteceği gün,
onlara neler yaptıklarını haber verecektir.
Allah, onları (yaptıklarıyla bir bir) saymıştır;
onlar ise onu unutmuşlardır. Allah, herşeye
şahid olandır." (Mücadele Suresi, 5-6)
Buna karşılık Resule tabi olan müminler
ise dünyada zafer ve hakimiyetle, ahirette cennetle ve
hepsinden en önemlisi, Allah'ın rızasıyla ödüllendirilirler.
Kuran'da Resulün ve onunla birlikte iman edenlerin "Allah'ın
fırkası" olduğu bildirilir ve bu kimselerin
ahirette alacakları karşılık şöyle
haber verilir:
"Allah'a ve ahiret gününe iman eden
hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine
başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı
kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları,
ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları)
olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı
yazmış ve onları kendinden bir ruh ile
desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar
akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak
kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş,
onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte
onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin;
şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah
(umutlarını gerçekleştirip kurtuluş)
bulanların ta kendileridir." (Mücadele Suresi, 22)
Başka ayetlerde de Resullerin (ve onların
yolunu izleyen kavimlerinin) kesin olarak galip geleceği
şöyle bildirilir:
"Andolsun (peygamber olarak) gönderilen
kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir:
Gerçekten onlar muhakkak nusret (yardım ve zafer)
bulacaklardır. Ve hiç şüphesiz; bizim ordularımız,
üstün gelecek olanlar onlardır." (Saffat Suresi,
171-173)
Allah'ın izniyle üstün gelecek olanlar, kuşkusuz
"Allah'ın taraftarlarıdır." Allah'ın
sözü haktır ve muhakkak gerçekleşecektir.