3 Şubat 2020 Pazartesi

TEVRAT ve İNCİL'İN BOZULMADIĞI İDDİASINA KUR'AN'DAN DELİL ARAMA GAYRETLERİ


Kur'an'a asla inanmadıkları halde, misyonerlerin, in­ter­net sitelerinde ve yayınladıkları birçok kitapta, elle­rindeki Tevrat ve İnciller'in bozulmadığına dair Kur'an'­dan - güya - onay alarak Müslüman halkı da yanıltıp yan­ları­na çekme gay­­retlerine şahit olmaktayız ( Bkz.: John Gılchrıst, Kur'an İle Kutsal Kitap Arasında Karşılaştırmalı Bir İn­celeme, Yalçın Ofset-İst., s.53 vd. / Tan­rı'­ya Gerçekten Teslim Olmanın Vak­ti, Yahova'nın Şahitlerinin Yayını, Baskı: Wachtturm Bibel -Und Traktat- Gesellschaft Deutscher Zweıg e.V.Wıesbaden-1983, s.18,19,30 / İnternet sitesi için bkz.: www.ısamesih.org veya www.mujde.com.)
Kitab-ı Mukaddes, İslâmiyet'ten Önce Tahrif Olamazdı; Çün­kü Hz.Muhammed'in Zamanında, Tevrât, Zebur ve İncil Sa­pa­sağlam Duruyordu, " başlığı altında delil gösteri­len ayet­le­­re ve iddialara bir bakalım:

Gerçekten Tevrât'ı biz indirdik, onda yol gösterme ve nur vardır. İsa'yı gönderdik ve ona içinde yol gös­terme ve nûr bulunan İncîl'i verdik. (el-Mâide, 44, 46)
Yukarıdaki ayetler, işlerine geldiği gibi kısaltıla­rak/eksik ve­rilmiştir. Halbuki ayetlerin tamamı şu şe­kil­dedir:
Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tev­rat'­ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) vermiş peygamberler, o­nunla Yahudilere hükmederlerdi.../Ken­din­den önce ge­len Tevrat'ı doğrulayıcı olarak peygamberle­rin izleri üze­ri­ne,
Meryem oğlu İsa'yı arkalarından gönderdik. Ve ona, i­çin­de doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önündeki Tev­rat'ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak ü­zere İncil'i verdik. / İncil'e ina­nan­lar, Allah'ın onda in­dir­di­­ği ile hükmetsinler. Kim Al­lah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıklardır. / Sa­na da (ey Muhammed!), da­­­ha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında Al­lah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzula­rına uyma... (el-Maide, 44-48)
Bu ayetlerden anlaşılan mana şudur:
Cenab-ı Allah, Tevrat'ı da, İncil'i de hak kitaplar olarak in­dirmiştir. İncil'i, kendinden önce gelen Tevrat'ı tasdik e­di­­ci ve Allah'ın yasaklarından sakınanlara bir hidayet ve ö­ğüt olarak, hatta başka bir ayetin beyanına göre; kendinden son­ra gelecek Hz.Muhammed'i müjdelemek için göndermiştir:
Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: 'Ey İsrailoğulları! Ben size, Allah'ın elçisiyim; benden önce gelen  Tevrat'ı doğ­rulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmet adında (O'nun bir adı da Ahmet'tir) bir peygamberi de müjdeleyici ola­rak geldim,' demişti. Fakat O, kendilerine açık deliller ge­tirince; 'bu açık bir büyüdür,' dediler. (es-Saff, 6)
Demek ki, İsa'nın gerçek mesajında(gerçek Müj­de'­de) Hz.Mu­­hammed (s.a.v.) müjdelenmektedir. Hal böy­le olunca; � İn­cil'­e inananlar, Allah'ın onda indirdiği ile hükmet­sin­ler, " demek; 'Eğer gerçek olan İncil'i kabul ediyorlarsa -el­­le­rin­deki bozulmuş İncillerde bulunmasa da- İsa'nın ge­tir­diği gerçek vahiydeki seni müjdeleyen sözü kabullen­sinler ve sa­na tabi olsunlar. Bunu yapmaz­larsa, yoldan çıkmış, gü­nah­­kar/fasıklar olurlar," anlamına gelir.
Eğer geçmiş kitapların hükümleri hala aynen ve eldeki mevcudiyeti ile geçerli olsaydı o zaman; " Sana da (ey Mu­ham­med!), daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı(Kuran'ı) gönderdik. Ar­tık a­ra­larında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana ge­len gerçeği bı­rakıp da onların arzularına uyma... " ayeti ve bütün Kur'­ân'­ın gönderilmesine gerek olmazdı.
İncil'e inananlar, Allah'ın onda indirdiği ile hükmetsinler, " ayeti bir gerçeği daha ifade eder: Peygamber Efen­di­miz zamanındaki Hıristiyanlar, bırakın Kur'an'a uymayı -bir din üzere olduklarını iddia ettikleri halde- içinde bazı ha­ki­kat kı­rıntılarının bulunduğu ellerindeki -muharref- İncil'e bi­le uymuyorlardı. Yani batıl dinlerinde bile samimi değil­ler­di.
Ya da bu ayet; "İncil'e inananlar, ellerindeki muharref İncil'­deki Allah'ın gerçek vahyini bulup bozuk olanları a­yıklayarak ona göre hükmetsinler. Ancak sana gönder­di­ği­miz Kur'an, zaten ellerindeki Tevrat ve İncil'in gerçek me­saj­larını da içine almakta ve korumaktadır. Öyleyse sana ta­bi olsunlar," anlamına da gelebilir; Allahu a'lem.

 " Onlardan bir grup var ki, Kitâb'da olmayan bir şeyi, siz Kitâb'dan sanasınız diye dillerini eğip büker (uydurdukları sözleri, vahiymiş gibi göstermek için kelimeleri dille­rinde bükerek okur, onları, kitâbın sözlerine benzetmeğe ça­lı­şır)lar ve: 'O Allah katındandır,' derler. Oysa o, Allah katından değildir. Bile bile Allah'a karşı yalan söylerler. (Âl-i İm­rân Sûresi, 78) 
İDDİA :
" Şu bir gerçek ki, Kur'ân'daki bu ayetler incelenirse; Tevrât'ın ve İncîl'in değiştirildiği ile ilgili değil, ona inanan insanların sa­de­ce yaptığı hatalarla ilgili olduğu anlaşılır.
izlemek ve 'tahrif etmek' aynı şey değildir. Unutmak ve 'tahrif et­mek' aynı şey değildir. Bilmemek ve 'tahrif etmek' aynı şey de­ğil­dir. İnanmamak ve 'tahrif etmek' aynı şey değildir. İnkâr etmek ve 'tah­rif etmek' aynı şey değildir. İnsanları Tan­rı'­nın yolundan çe­vir­mek ve 'tahrif etmek' aynı şey değildir. Yanlış aktarmak ve 'tah­rif etmek' aynı şey değildir. Yanlış yo­rumlamak ve 'tahrif et­mek' aynı şey değildir.
Birçok kişi, Kur'ân-ı Kerîmi yanlış aktararak, Kutsal Ki­tab'ın değiştirildiğini ispat etmeye çalışıyor. Aslında Kur'ân-ı Kerîm, tam tersini öğretmektedir.
Kur'ân'da bulunan bu suçlamalar, Tevrât ve İncîl'in kendi­siyle, yani metinle ilgili değil, bu kitaplara 'sözde inanan' kişilerin yaptıkları yorumlarla ve işlerle ilgilidir. Eğer insanlar bu ha­tayı yapıyorlarsa bunun faturasını Tanrı'nın sözlerine çıkar­ma­mak la­zım. Tanrı bir emir verir de insanlar buna uy­maz ve­ya yanlış uy­­gularlarsa bu Tanrı'nın sözünün yanlış­lığını göstermez. Yani bu suçlamalar Kutsal Kitab'a değildir; bu, kişilere yöneliktir. Me­se­la; bir Müslüman, Kur'ân'a aykırı birşey yaparsa, biz de o ki­şinin yaptıklarına, sözlerine bakarak 'Kur'ân tahrif edilmiştir,' diyebilir miyiz? Bu kabul edilir bir tavır olamaz. Çünkü mantık çift taraflı çalışır. O zaman Kur'­ân-ı Kerîm'in, Yahudi ve Hıris­ti­yanların Kutsal Kitapları ile ilgili eleştirilerine yeniden bakalım:
A. Bazı Yahudiler ve Hıristiyanlar, Kitab-ı Mukad­des'­in
Ayet­lerini Gizliyorlardı.
Bu, Kutsal Kitab'ın metinlerinin 'tahrif'i ile ilgili bir­şey de­ğil­dir.
Bakara, 42 : '...gerçeği bâtılla bulayıp hakkı gizlemeyin.'
Bakara, 159 : '...belirttikten sonra gizleyenler(var ya!)'
Bakara, 174 : '...indirdiği Kitap'tan birşey gizleyip...'
Âl-i İmrân, 71 : '...niçin...bile bile gerçeği gizliyorsunuz?'
Mâide, 15 : '...gizlediğiniz şeylerin çoğunu size açıklıyor...'
Mâide, 61 : '...Allah, onların gizlediklerini daha iyi bilir.'
En'âm, 91 : '...parça parça kağıtlar...çoğunu da gizliyorsunuz'.
" Ben dünyada misafirim; Emirlerini benden gizleme ." (Mezmur, 119:19)
Sözünüzü ister gizleyin, ister onu açığa vurun (farketmez); çünkü O, göğüslerin özünü bilir. Allah yarattığını bilmez mi? O lâtiftir (bilgisi her şeyin içine geçen, herşeyi) haber alandır. (Mülk Sûresi, 13-14)
"Hiç kimse kandil yakıp bunu bir kapla örtmez, ya da ya­ta­ğın altına koymaz. Tersine, içeri girenler ışığı görsünler diye onu kan­dilliğe koyar. Çünkü açığa çıkarılmayacak gizli hiçbirşey yok; bilinmeyecek, aydınlığa çıkmayacak saklı hiçbirşey yoktur. Bunun için, nasıl dinlediğinize dikkat edin." (Luka, 8:16-18)
B. Bazı Yahudiler ve Hıristiyanlar Kitab-ı Mukaddes'in ayet-
lerini birkaç para karşılığında satıyorlardı. 
Bakara, 41 : '..benim âyetlerimi birkaç paraya satmayın..'
Bakara, 79 : '...Kitâbı elleriyle yazıp, az bir paraya satmak...'
Bakara, 174 : '...Kitâbdan..onu birkaç paraya satanlar var ya..'
Al-i İmrân, 187 : '...attılar ve ona karşılık birkaç para aldılar'
Nisâ, 44 : '...Sapıklığı satın alıyorlar...'
Mâide, 44 : '...ve benim âyetlerimi az bir paraya satmayın!
Tevbe, 9 : '...Allah'ın âyetlerini az bir paraya sattılar...'
Prof. Dr. Süleyman Ateş 'in Bakara, 79'uncu (Elleriyle bir ki­tap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için 'Bu Al­lah katındandır,' diyenlere yazıklar olsun!..) ayeti hakkındaki tefsiri şöyle:
'Burada Yahudilerin, elleriyle yazdıkları Kitâp, Tevrât değil, onun ayetleri üzerinde yaptıkları tefsirler, şerhler, Tevrât âyetlerini arzuları doğrultusunda yorumlayarak meydana getirdikleri ah­kâm kitâplarıdır. Yani Tevrât'ın tefsiri -ki, Talmut en meşhurdur- ve Mişnâ gibi fıkıh kitaplarıdır. Özetle; Bakara Sûresinin 79'­un­cu ayetinde geçen kitâp, Tevrât'ın kendisi değil, ona yazılan şerhlerdir. Cenabı Hak, Musâ'ya vahyedilen Tevrât'ın dışında, in­sanların kendi elleriyle yazdıkları kitapların, Allah'ın sözü ol­ma­dığını vurgulamaktadır. Tevrât kendisine gelince Kur'ân-ı Ke­rim, indiği sırada Yahudilerin ellerinde bulunan Tevrât'ın, Hak­k'­­­ın Kitâbı olduğunu söylemekte, onu doğrulayıcı olarak in­di­ğini be­lirtmektedir.' (S. Ateş, Yeniden İslâm'a İ, s.32-34).
erçekçi olarak düşünmemiz lazım ki, gerçek mü'minler asla Tanrı'nın sözünü satamazlar. Ogüstin , bu konuda şöyle demişti: 'İncîl, onu açıklayanların geçim kaynağıymış gibi satılacak bir me­ta değildir. Aksi halde büyük bir değer, yok pahasına satılmış olur. Halktan gerekli yardımı görsünler, ama kahyalıklarının kar­şılı­ğı­nı Tanrı'dan alsınlar. Halka İncîl' i tanıtarak hiz­met edip, bu hiz­meti Tanrı uğruna yapanların ücretini ödemek halka düş­mez. Bu kimseler, hak ettiklerini Tanrı'dan bekler ve Tanrı, onlara se­­lame­ti bağışlar.' (İannitto, Kilise Babalarından, s. 484-485; Ogüstin, Ço­ban­­lar Üs­tü­ne Vaaz, 46,5)
CEVAP :
1- Söz konusu ayetin; 'Tevrât'ın ve İncîl'in değiştiril­diği ile ilgili değil, ona inanan insanların sadece yaptığı hatalarla ilgili' olduğu iddia edilmektedir. Zaten tahrifat(bozulma­lar) da yapılan hataların neticesinde ortaya çıkmaktadır. "Ki­­tapta olmadığı halde, kitaptan zanne­dilsin diye ayetler uydurmak ve yanlış yorumlara kalkışmak; Allah adına bile bi­le yalan söylemek" tahrifat değil de nedir? Bir şey "bile bile/kasıtlı" yapılıyorsa, bu sadece "hata" olarak geçiştirilemez. " Mücahid, Şa'bi, Hasan, Ka­ta­de, Rebi ', İbn Enes ; ' dillerini eğip bükerler ' ifadesini ' tahrif ederler, ' diye tefsir et­miştir." (Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri / İbn Kesir, c.4, s.1288,)
2- "'Gizlemek' ve 'tahrif etmek', unutmak' ve 'tahrif et­mek', bilmemek' ve 'tahrif etmek', inanmamak' ve 'tahrif et­mek', inkâr etmek' ve 'tahrif etmek', insanları Tanrı'nın yo­lu­ndan çevirmek' ve 'tahrif etmek', yanlış aktarmak' ve 'tah­­rif et­mek', �yanlış yorumlamak' ve 'tahrif etmek' aynı şey değildir," denmektedir. Bunlar doğrudan tahrif etmek an­lamına gelmese de, tahrifata götüren sebepler ve aşama­lardır. Tevrat ve İn­cil de, bu sebeplerden dolayı tahrifata uğramış ve asliyetini zamanla kaybetmiştir. "Kur'an'ın eleş­tirisinin, Tevrât ve İn­cîl'­in kendisiyle, yani metinle (bo­zul­ma­­mış vahiyle) ilgili değil, bu kitaplara 'sözde ina­nan' kişilerin yaptıkları yorumlarla ve işlerle ilgili" olması, tah­rifat olmadığı ve olmayacağı anlamına gelmez. Bugün el­de mevcut bulunan Tevrat ve İnciller'den bunu rahatlıkla anlamış bulunuyoruz.
S. Ateş 'in, el-Bakara, 79'uncu ayetini tefsirinde; "Kur'ân-ı Ke­­­­rim, indiği sırada Yahudilerin ellerinde bulunan Tev­rât'ın Hakk'ın Kitâbı olduğunu söylemekte, onu doğrula­yıcı olarak in­di­ği­ni belirtmektedir," demesi de neticeyi de­ğiştirmez. Yani; Tev­rat ve İncil'in tahrifata uğradığı apaçık bir gerçek olarak ortada durmaktadır. Hiçbir yorum bu ger­çeği değiştirmez. Bir takım yorumlara sığınmanın hiçbir faydası yoktur... (İle­ri­­de bütün delilleriyle bu hususu açıklayacağız.)
Ancak söz konusu ayetin tefsirini bir de Ömer Nasuhi Bil­men 'den aktarmamız, bazı gerçeklerin iyice anlaşılmasına yardımcı olacaktır:
"Bu ayeti kerime, ehl-i kitaptan bir güruhun mücerret münkirane bir maksatla kitabullahın ayetlerini tahrif ve tağ­yire cüret etmiş olduklarını bildirmektedir. Şöyle ki: (Ve onlardan) ehl-i kitaptan, Yahudi bilginlerinden (bir fırka) Keab İbni Eşref, Malik İbni Sayf ve Hüyey İbni Ahtab gibi bir taife (de vardır ki, kitap ile) Tevrat'ın ve sairenin ayetle­riyle (dillerini eğer bükerler) onları okur­ken tağyir ederler. Hâtemü'l-Enbiya Hazretlerinin ev­safına ve recme ve sa­i­re­ye dair ayetleri tebdil ve tahrifte bulunurlar. (Onu) o tağ­yir ve tahrif ettikleri şeyi Allah Teala'nın inzal buyurmuş ol­duğu (kitaptan sanasınız di­ye) sizleri idlal etmek için bu fe­zihayı irtikab ederler. (Halbuki) o okudukları şey haddizatında ve onların iti­kadınca da (kitaptan değildir) ken­di­leri­nin uydurması­dır. (Ve) buna rağmen sıkılmadan (der­ler ki o) oku­duğu­muz şeyler (Allah tarafındandır.) Kendi uydurma söz­lerinin tarafı ilahiden inzal edilmiş olduğunu böyle iddiaya cüret ederler. (Halbuki o) uydurdukları şeyler (Al­lah Teala tarafından) inzal edilmiş (de­ğildir) kendi­le­rinin uydurma sözleridir. (Ve onlar) oku­dukları, söy­le­dikleri o şey­lerin yalan, kendi taraflarından uy­durma ol­duğunu (bil­dikleri halde) sıkılmadan (Allah Teala'ya karşı yalan söylerler) bunun mesuliyetini hiç dü­şünmez­ler. Sırf dünyevi, âdi bir maksat için, yalnız kendi mevki­lerini muhafaza için et­raflarında bulunan cühelayı iğ­fa­le çalışırlar. Bir hakikat gü­ne­şinin lahuti ziyalarından mu­hitlerini mahrum bırakmak isterler. Ne müfsidane, ne düşmanane bir hareket!.." (Kur'an-ı Kerim'in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, c.1, s. 401 - 402)

 "Yahudiler; 'Hıristiyanlar, bir temel üzerinde(doğru yol­­­da) değiller,' dediler. Hıristiyanlar da; 'Yahudiler bir te­mel ü­­ze­rinde değiller,' dediler. Oysa hepsi de Kitabı oku­yor­lar... (el-Bakara, 113)

İDDİA: 
"Kur'ân'ın Bakara, 113. ayetine göre; hem Yahudiler hem de Hı­­ristiyanlar, Tanrı'nın onlara verdiği kitapları hâlâ oku­yor­lar. Dikkat ederseniz, ' okuyorlardı, ' demiyor, ' Oysa hepsi de Kitabı o­kuyorlar, ' deniliyor. Arapça metinde geçen ' yetlûne (oku­yorlar)' fi­i­li onların o zamanlar Tevrât ve İncîl'i okuduklarını, bu kitabın el­lerinde bulunduğunu gösterir. Aksi tak­dirde, onların 'bir vakit­ler o­nu okuduklarını' belirtmek için geçmiş zaman kipi ' te­lev­ne (oku­dular)' kullanılması gerekirdi. Ama şimdiki zaman kipi­nin kullanılması, bu kitapların Hz.Muhammed'in zamanında sağ­lam ol­duğunu göstermektedir." (Tevrât ve İncîl'de Tahrif Yok­­tur, s.7 / a. g. int. sitesi)
CEVAP: 
Acaba, zikredilen ayetten kastedilen anlam; iddia edil­di­ği gibi midir? Elbette, kastedilen anlam, iddia edilenden çok farklıdır. Şöyle ki:
İbni Abbas 'ın rivayetine göre; Necran'lı Hıristiyanlar Hz. ­Peygamber'e geldiklerinde, onlarla beraber Yahudi ha­hamları da geldiler ve Resulullah'ın huzurunda Hıris­ti­yan­larla tar­tış­tılar. Yahudilerden Rafi' b. Hureymile ; 'siz hiç­bir şey üze­rin­­de değilsiniz,' diyerek Hz. İsa 'yı ve İncil 'i inkar et­ti. Nec­ran'lı Hıristiyanlardan bir adam da, Yahudilere; 'asıl siz hiç­birşey ü­ze­rinde değilsiniz,' dedi ve Hz. Musa 'nın peygamberli­ğini ve Tevrat 'ı inkar etti. Bu­nun üze­rine Allah Teala, mez­kur ayeti inzal buyurdu. Her iki gurup da, kitabı okuyor ve inkar ettiği zatın (peygamberin) doğruluğunu kitapta gö­­rüyor. Yani Ya­hudiler, Tevrat önlerinde bulunduğu hal­de Hz.İsa'yı in­kar edi­yorlar. Halbuki Tevrat'ta, Musa (a.s.)'­ın dilinden Hz. İsa'­yı tasdik edeceğine dair hüküm vardır. İn­cil'­de de, İsa (a.s.)'ın Musa(a.s.)'ı tasdik ettiğine dair hü­küm vardır. Tev­rat'­ın, Allah katından geldiğini bildirmektedir. Fakat her iki gurup da, diğerinin sahip olduğu hakkı inkar edi­yor." (Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, c.2, s.500)
"Eğer Ehl-i Kitap olarak Yahudiler Tevrat'a, Hıris­ti­yanlar da İncil'e inanmış olsalardı, bu tür iddialarda bu­lun­maz­lardı. Çünkü her gelen kitap, kendinden önce ge­len kitabı doğrulamış ve kendinden sonra gelecek kitabı da müj­de­lemiştir. Şu halde; her ikisi de doğru bir inanca sahip bu­lun­muyorlardı." (a.g.e., mütercimin izahı, s.502)
Yahudi ve Hıristiyanların, ellerinde mevcut olan kita­bı o­­ku­yor olmaları, bu kitapların tahrif edilmediğine ke­sin de­­lil değildir. Bilakis; ellerinde okudukları mevcut ki­tap­larda birbirlerini tasdik eden hükümleri bulamı­yor­larsa, tahrifat sözkonusu demektir. O takdirde; " Oysa hepsi de Ki­ta­bı okuyorlar... " ayeti; "Sözde Kitab'ı okuyorlar. G erçek Kitab'ı oku­duklarını sanıyorlar. Eğer elle­rinde oku­dukları kitaplar gerçek olsaydı, böyle bir ihtilafa ve inkara düş­meyeceklerdi," anlamına gelir.

 " İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında ol­du­­ğu halde, nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bu­nun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar, inanmış kim­­seler değildir. (el-Maide, 43)
İDDİA: 
'Eğer Tevrat'ın aslı olmasaydı, Allah böyle buyurur muydu?' di­­yorlar.
CEVAP: 
Halbuki Cenab-ı Allah, bu ayette; onla­rın tutarsızlı­ğını or­­taya koymaktadır. Bu ayetten; 'Ma­dem içinde Al­lah'ın hük­mü bulunan gerçek Tevrat yanlarındaysa, seni nasıl ha­kem kılıyorlar? Ellerindeki Tev­rat'a -ger­çek­se- ni­ye güvenmiyorlar? İnandıkları ve ellerinde bulunan Tev­rat'a göre onlar hak­kında hüküm vermen de işlerine gelmiyor ve çe­kip gi­di­yorlar. Yani iki yüzlülük yapıyorlar. Halbuki onlar gerçek mümin de değildirler,' manası an­la­şılmaktadır.
"Bu ayet, zina eden iki Yahudi hakkında nazil olmuştur. Yahudiler, kendi elleriyle Allah'ın kitabını değiştirmişler ve evli kişilerin recmedilmesi emrini te'vil ve tah­rif ederek, yüz sopa ve yüzü karaya boyayıp tersyüz ola­rak merkebe bin­dir­me şekline çevirmişlerdi. Hz.Pey­gam­berin Medine'ye hic­re­tinden sonra, bu vaka cereyan edince, kendi aralarında de­di­ler ki; ' G elin, (Hz.)Mu­ham­med'in hükmüne baş vu­ralım. Eğer sopa ve yüzü si­yaha boyama hükmü verirse, onu ala­lım ve Allah ile ken­di aramızda hüc­cet kılalım. Allah'ın peygamberlerinden bir peygamber, bi­zim aramızda böylece hüküm vermiş o­lur. Eğer recm kararı ve­rirse, O'na uymayalım.'
Hz.Peygambere gelip sorduklarında; Resulul­lah(s.a.v.) on­­lara; 'Tevrat'ta recm konusunda ne görüyorsu­nuz?' diye sor­du. Onlar; 'Biz zina edenleri sopalatırız,' de­di­ler. Abdullah ibn Se­lam dedi ki; 'Yalan söylersiniz; Tevrat'ta recm vardır.' Tev­rat'ı getirdiler, ortaya yaydılar. Bi­ri­si, elini recm bö­lü­mü­nün ü­ze­rine koydu; bölümün öncesini ve sonrasını okudu. Ab­dul­lah ibn Selam dedi ki; 'Elini kaldır!' O, elini kaldırdı, görüldü ki; bu kısımda recm ile ilgili bölüm bu­lun­mak­ta­dır. (Bunun üzerine) Yahudiler; 'Muhammed, doğru söy­ler; Tev­rat'­­ta recm bölümü vardır,' dediler. Re­su­lullah­(s.a.v.), onlara emretti ve zina eden (evli) iki kişiyi recm­ettirdi (taşlatarak öldürttü). Bu hadisi, Buhari ve Müs­lim tahric etmişlerdir." (Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, c.5, s.2342-2343)
Yani; Hz.Peygamber, onların hileli oyunlarına alet ol­ma­mış ve onları, inandıklarını söyledikleri hukuka gö­re yar­gı­lamıştır.

 " İncil sahipleri, Allah'ın onda indirdiği (hükümlerle) hük­­metsinler. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmez­se, işte on­lar fasıklardır. (el-Maide, 47)
Yani; eğer gerçekten İncil'e inanıyorlarsa, hadi bakalım Allah'ın İncil'de bildirdiği gerçek hükümlerle hükmetsinler. O bozulmamış gerçek hükümleri elle­rin­deki İncillerde bulamayacaklarına göre ey Muham­med(s.a.v.); senin tebliğ et­tiğin Kur'an'la (ki onda; İncil'in gerçek hükümleri de mev­cuttur) hükmetmekten başka çereleri yoktur.
Veya; "İncil ehline İncil'i verdik ki, kendi zamanındaki milletler ona göre hüküm versin. Kendi kitaplarında(İn­cil'­de) Hz.Muhammed'in gönderileceğine dair müj­de­yi gö­rün­ce, onu doğrulayıp uysunlar, demektir. Nite­kim, Allah Teala, bir başka ayet-i kerimede şöyle buyurur: ' De ki; Ey Ehl-i Kitap! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rab­bi­nizden size in­di­ri­le­ni hakkıyla uygulamadıkça (doğru) bir şey(yol) üze­rin­de de­ğilsiniz '" (a. g. tefsir, s.2358)
 "' Ey Ehl-i Kitap! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size in­­dirileni hakkıyla uygulamadıkça (doğru) bir şey(yol) üze­rinde değilsiniz' de. Rabbinden sana indirilen(Kur'­an), on­­­lardan çoğunun azgınlığını elbette artıracak­tır. Kafirler top­luluğuna üzülme. (el-Maide, 68)
Bu ayet de, Ehl-i Kitabı, Kur'an'a tabi olmaya çağırmaktadır. Çünkü Tevrat ve İncil'i 'hakkıyla uygulamak'; onların bo­zulmamış aslına ve bu kitaplarda müjdelenen Son Pey­gam­ber'e ve O'nun getirdiği Kur'an'a tabi ol­mayı gerektirir. Kal­dı ki, bu ayetin son bölümünden de açıkça anlaşılacağı gibi; Tevrat ve İncil sahipleri, Hz. Muhammed(s.a.v.)'e in­dirilen Kur'an ile mükellef tutulmakta ve Kur'an'a inanma­yanlar 'kafir' addedilmektedir.
Bu ayetlerden -zımnen- Tevrat ve İncil'in bozulmuş ve ge­­­­çersiz olduğu anlaşılmaktadır.
Şayet Hıristiyan ve Yahudilerin ellerindeki kitaplar bo­zul­mamış ve halen geçerli olsaydı ve bu kitaplara bağlı ka­lanlar iman ehli sayılsaydı, Allah(c.c.) şöyle bu­yurur muy­du?:
Eğer Ehl-i Kitap; iman edip (kötülüklerden) sakınsa­lar­dı, herhalde (geçmiş) kötülüklerini örter ve onları ni­meti bol cennetlere sokardık. (el-Maide, 66)

 "....Allah'ın sözlerinde asla değişme yoktur...." (Yunus S., 64)
Önceki ayetlere bağlı olarak gelen bu ayetin bir kısmını alarak, İncil'in ve Tevrat'ın bozulamayacağına delil göstermektedirler. Halbuki hiç de öyle değildir. Ayeteki gerçek manayı anlamak için şimdi bu ayeti, önceki ve sonraki a­yet­lerle bağlantılı olarak okuyalım:
"Bilesiniz ki; Allah'ın dostlarına korku yoktur. Onlar, ü­zülmeyecekler de. / Onlar, iman edip de takvaya ermiş o­lan­­­­lardır. / Dünya hayatında da, ahirette de onlara müjde var­dır. Allah'ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir." (Yunus.S., 62-64)
'Allah'ın kelimelerinde tebdil yoktur' . Yani, Allah'ın bu vaadlerinde, bu müjdeli sözlerinde hiçbir değişme olmayacaktır. Allah'ın sözünü değiştirecek, O'nun verilmiş hükmünü, ka­rarını uygulamadan kaldıracak hiçbir kuvvet yoktur, olması ih­timali de mevcut değildir. Me­sela; Allah'ın korkma, mahzun olma dediğini korkutacak, mahzun edecek hiçbir güç ve geçerli engel yoktur. Allah da, asla verdiği sözden dönmez; verdiği sözü yerine getirir...Allah Te­â­lâ'­nın, bu dünya ve ahiret için verdiği sözü, verdiği müj­deyi değiştirmesi ihtimali yoktur. Bun­lar, ebedi müjdeler­dir." (Hak Dini Kur'­an Dili, Azim Dağıtım, c.4, sh.496)
"Allah'ın sözlerinde/ayetlerinde asla bir değişiklik yoktur," ayetini genel olarak anlasak bile, bu mana İncil ve Tev­rat'ın bozulmadığına delalet etmez. O takdirde; 'Allah, in­san­lığın kurtuluşu için gönderdiği evrensel hükümlerini, gön­derdiği kitaplarda te'yiden beyan etmiş ve geçmiş ilahi ki­taplar tahrif edilmiş olsalar bile, bütün ilahi kitapların or­tak-evrensel mesajlarını son vahyi ile birlikte tazelemiş ve kı­yamete kadar Kur'an'ı ko­ruyacaktır,' demek olur. 'Allah, ken­di kitabını korumaz mı?' iddiasının kısaca cevabı da bu­dur.
Bu husustaki iddiaların teferruatı ve gerekli cevabı aşağıda verilmiştir.
***
İDDİA:
"Allah'a inandığını söyleyip de, Allah'ın herşeye kadir olduğuna inanmayan hiç kimse yoktur herhalde. Allah herşeye kadir ise, ön­celikle kendi sözlerini korumakta bunu göstermez mi?
İslam'cı yazar Ali Bulaç , bir kitabında şöyle yazıyor:
'Geçmiş dinlerin ilahi olmakla birlikte zaman içinde asılla­rını kaybettiklerini, bozulduklarını biliyoruz. Bu son din olan İs­lam, insanlık için de son mesajdır.
Dolayısıyla birinci derecedeki kaynağı olan Kitab'ın da mu­ha­fazası beşerin tedbir alışlarına bırakılamaz. Allah kendi ki­tabını ve dinini bizzat kendisi korumaktadır...'
Sayın Ali Bulaç 'ın içine düştüğü büyük çelişkiye ba­kın: Hem geçmiş 'dinlerin' ve 'kitapların' ilahi, yani Allah tarafın d an gönderildiğini ancak asıllarını kaybedip bozulduklarını ileri süreceksiniz, hem de, ' Allah'ın kendi kitabını ve dinini biz­zat kendisinin koruduğunu' ileri süreceksiniz! Bunların ikisinin aynı an­da doğru olması mümkün değildir. Eğer Allah kendi Kitabı'nı bizzat koruyorsa, Tevrat, Zebur ve İncil nasıl 'bo­zuldu?' Eğer bu ki­tap­lar bozulduysa, Allah'ın kendi ki­tabını ve dinini bizzat koru­duğuna nasıl inanabiliriz? Sayın Ali Bulaç , bu soruları nasıl ya­nıtlayacak? 'Allah, ilk Ki­taplarını korumadı, sadece son Ki­tab'ını ve Dinini korumaktadır,' mı diyecek acaba? Tabii böyle bir ya­nıt, pek mantıklı ol­masa gerek. Allah, kendi kitapları arasında ne­den ayırım yapsın? Neden, sözlerinin bir kısmının 'bozulmasına, değiştirilmesine' göz yumup, bir kısmının ise 'bir harfinin bile bozulmasını' engellesin?
Sayın Fethullah Gülen de, bir kitabında şöyle diyor: 'Tev­rat, İn­­cil ve Zebur gibi aslı ilahi olduğu halde tahrife uğ­rayıp, içleri­ne beşer kelamı karışan bu kitaplarla, doğruyu bulmak ve bunlarla fikrî istikameti korumak imkan­sız­dır...Cenabı Hakk, bu kitaplara koruma teminatı vermemiştir. Halbuki Kur'an hakkında: 'Kur'an'ı Biz indirdik ve onu mutlaka Biz koruyaca­ğız' (Hicr Sûresi, 9) buyurarak hem ilahi referanstan hem de korumadan söz edilmektedir.'
Sayın G ülen 'e göre, Allah yalnızca Kuran'ı 'koruma temina­tı' vermiştir. Allah'ın, Kuran'ı koruyacağı nerede yazılı? Tabii ki Kur'­­an'da. Allah'ın Tevrat, Zebur ve İncil için 'koruma teminatı' verip vermediğini anlamak için de nereye bakmamız lazım? Tabii ki o kitaplara. Sayın Gülen , Kutsal Kitap'taki şu ayetleri görse acaba ne diyecek?:
'Ot kurur, çiçek solar; fakat Allah'ımızın sözü ebe­diyen du­rur.' (Eski Antlaşma / Tevrat, İşaya, 40:8)
'Rabbin sözleri pak sözlerdir. Toprakta pota içinde kal olunmuş, yedi kere tasfiye edilmiş gümüş gibidirler. Onları sen tutacaksın, ya Rab! Onları bu nesilden ebediyen koru­yacaksın.' (Zebur / Mezmurlar, 12:6,7)
'Gök ve yer ortadan kalkmadan, herşey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa'dan ufacık bir harf ya da nokta bile ek­sil­me­ye­cektir.' (İncil, Matta, 5:18)
'Gök ve yer ortadan kalkacak, ama benim sözlerim as­la or­tadan kalkmayacaktır.' (Matta, 24:35)"
CEVAP: 
Yukarıdaki -ilk bakışta çok mantıklı imiş gibi görünen- id­dialara gerçek ilahiyat ilmi, tarihi gerçekler ve akl-ı selim ışı­ğında cevabımız şudur:
1- Herşeye kadir olan Allah, elbette 'öncelikle kendi sözlerini korumakta bunu/kudretini göstermiştir' . Ama bunu idrak et­mek için Kur'an'a müracaat etmek gerekir. Al­lah'ın tahrif edilmemiş vahyini Kur'an'da bulabiliriz. Di­ğer ilahi kitaplar -yine Allah'ın takdiriyle- mensuh oldu­ğundan doğal olarak korunmamış ve asıllarını kaybetmiştir. Belki de, korunmaması, tahrifat neticesinde çe­lişkilerle dolu birer kitap ol­ma­ları; insanlığın, Kur'an'a tam bir teslimiyetle bağlanmaları için gerekli görül­müş­tür...
2- Hal böyle olunca; 'Allah, kendi kitapları arasında neden ayırım yapsın? Neden, sözlerinin bir kısmının bozulmasına, de­ğiştirilmesine göz yumup, bir kısmının ise bir harfinin bile bozulmasını engellesin?' denemez. Bugün Âdem(a.s.)'a gönderi­len 10 sayfa vahiyle dini/dünyevi hayatımızı dü­zenlemek müm­kün olmadığı gibi son ilahi kitap olan Kur'an'ın dışındaki kitaplarla da amel etmemiz müm­kün değildir. Aksini id­dia etmek; Cenab-ı Allah'ın, in­sanlığın ihtiyacına göre pey­gamberler ve yeni vahiy göndermesi hikmetine aykırı olur.
3- 'Ot kurur, çiçek solar; fakat Allah'ımızın sözü ebediyen du­rur'; ' G ök ve yer ortadan kalkacak, ama benim sözlerim asla or­ta­dan kalkmayacaktır,' gibi sözler, Tevrat ve İncil(ler)'­deki bo­­zulmamış vahiy kırıntıları olarak kabul edilse bile bu; "Siz, elinizdeki kitabı tahrif etseniz de, Allah göndereceği yeni ki­tap­la(Kur'an ile) vahyini tazeleyecek ve sözünü ebediyete kadar koru­yacaktır," demek olur.

Bize indirilene de, size indirilene de inandık... Ayet­le­rimizi, kâfirden başkası inkâr etmez. (Ankebut Sûresi, 46-47)
İDDİA: 
William Shakespeare (M.S. 1564-1616) şunu doğru söyledi: 'Yar­gı­lamaktan çekinin, çünkü hepimiz gü­nahkârız.' (Shakespeare, Henry Vİ, 3. Kısım) Kur'ân-ı Kerim'in kendi sözlerine bakılırsa şu görülecektir: Her kim Al­lah'ın ayetlerini inkâr ederse, o kişi bir kâfirdir. Bu husus sadece Kur'ân ile ilgili değildir. 'Size indirilene de' sözleri, Kur'an'a göre; Kutsal Kitap ile ilgilidir. Dolayısıyla; Kutsal Kitap için aynı şey söz konusudur. Çünkü o Kitaplar da Tanrı'nın Kelâmı, Tanrı'nın âyetleridir."

"Fir'avn âilesinin ve onlardan öncekilerin durumu gi­bi, onlar da âyetlerimizi yalanladılar. Allâh da, onları gü­nâhlarıyla yakaladı. Allâh'ın cezâsı şiddetlidir." (Âl-i İmrân Sûresi, 11)
İDDİA:
"Kimin âyetleri söz konusu burada? Hz.Musa'nın. Burada söz konusu olan, Tanrı'nın Musa'ya vermiş ol­duğu Tevrât'ta bulunan âyetler! Mûsâ ve Firavun arasındaki çekişme Tevrât'ta ya­zılıdır. (Çıkış, 5-14  arasındaki bölümlere bakınız.) Firavun, Musa'nın söz­­le­rini reddetmiş ve şiddetli bir cezaya çarptırılmıştı. Yani, her kim Tanrı'nın Tevrât'ta bulunan ayetlerini yalanlarsa, onların cezâsı şiddetli olacaktır."

 " İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; onlar da cehennemin halkıdır. Allâh, İsrâiloğulları'ndan söz al­mıştı...Bundan sonra sizden kim inkâr ederse, düz yolu sa­pıtmış olur. (el-Mâide, 11-12)
İDDİA:
"Bu ayetlerde söz konusu İsrailoğulları'ndan alınmış olan söz, Tev­rât'tır. Bu ayetleri yalanlayanların cezası cehennemdir. Tev­rât'­ın ayetlerini inkâr edenler, Tanrı'nın doğru yolundan sapmış o­lu­yorlar."
CEVAP:
Yukarıda zikredilen üç ayet hakkında yapılan açıklama­lar; tahrif edilmemiş Tevrat ve yine tahrif edilmemiş İncil i­çin aynen doğrudur. Ancak bugünkü Tevrat ve İnciller söz konusu olduğunda, bu iddianın hiçbir kıy­met-i harbiyesi yok­­tur. Çünkü 'Allah'ın ayetlerini yalanlamanın cezasına' çar­pılmak  için herşeyden önce ortada gerçekten 'Allah'ın bo­zulmamış vahyi' olması gerekir. Ne var ki, bugünkü Tevrat ve İnciller için bunu söyleyemi­yoruz...

 " O, sana, kendisinden öncekileri tasdik edip doğrula­yan bu kitabı hak ile indirdi. Daha önce insanlara hi­dayet o­la­rak Tevrat'ı ve İncil'i de O indirmişti. Evet, bu Fur­kan'ı da o indirdi... (Âl-i İmran Sûresi, 3 - 4)
Bu ayetten, bugün mevcut bulunan Tevrat ve İn­cil­(ler)'­in de hak olduğunu çıkarmak isteyenlere karşı a­ye­tin tefsi­ri­­ne bir göz atalım:
"Ey Muhammed! Allah, sana bu kitabı, hak ve hukuk se­be­biyle, hak ve hakikatı içermiş olarak, önündekileri tasdik et­mek üzere hakikatın gereklerine ve olayların akış şekline gö­re peyderpey indirmektedir. Ve bundan ön­ce indirilenler arasında bilhassa Tevrat'ı ve İncil'i in­dirmişti. Bunların hepsi insanlara hidayet içindir. Böyle buyurmakla ilâhî gö­zetim ve yönetim altında Rablığın kanunlarına uygun ola­rak peygamberliğin tekamülünü ve Hz.Muhammed'in pey­gam­berliğinin ilk defa ortaya çı­kan bir peygamberlik ol­madığını ve Kur'ân'ın hakikatı tasdik olunmayınca önceki ki­tapların da hakkıyla an­la­şılıp tasdik edilemiyeceğini, bundan dolayı da Hz.Mu­ham­med'in peygamberliği tasdik edil­medikçe önceki pey­gamberlerin de hakkıyla anlaşılıp tasdi­ki­ne bir delil ve şahit bulunamıyacağını, o zaman da insanların da­la­let ve sapıklık içinde kalacağını göstermiş; Kur'­ân'ın ve Hz.Peygamber'in mucizelerinin bu anlamda ha­kem ro­lünü üstlenmiş olduğunu açıkça bildirmek için de bu hük­mü ' O, Furkan'ı da indirdi ' kısmı ile nass olarak ka­ra­ra bağlamıştır.
Kur'ân-ı Kerîm'in, daha önceki kitapları ve gelmiş geç­miş bütün peygamberleri tasdik edişi, çeşitli yönlerden ger­çekleşmiştir:
Birincisi : Önceki kitaplar ve daha evvel gelmiş olan pey­gamberler, ileride büyük bir peygamberin geleceğini haber veriyor ve vaad ediyorlardı. Kendi irşadlarını iler­deki böyle bir kemâl hedefine yöneltmiş olduklarından, Kur'ân ve Hz. Muhammed'in peygamberliği ortaya çıkma­saydı, onlar ba­tıl bir fikir veya hayal üzerine kurulu anlamsız bir ideoloji ü­ze­rinde yürümüş olurlardı. Hat­ta boş vaatlerle halkı kan­dı­­ran, yalan ve yanlış fikirlerle insanları oyalayan, al­datan ya­lancılar durumuna düşerlerdi. Kur'ân'ın gelmesiyledir ki; daha önceki de­virlerde bir ideoloji halinde ya­yılmış olan bu gayb haberlerinin, ancak bu sayede bir vahiy haberi ve Allah'tan gelen bir hak bilgi olduğu gerçekleşmiştir. Ve böy­lece Kur'ân, yalnızca Hz.Muhammed'in pey­gam­ber­liği­ni değil, bunun içinde zımnen bütün önceki peygamberle­rin peygamberliğini de tasdik ve isbat eden bir furkan-ı­ mü­bîn olmuş ve Allah'ın bütün kitapları, bütün pey­gamberleri ara­sında karşılıklı olarak birbirlerini tasdik ettikleri ve birbirlerine şehadet getirdikleri konusunda bir te­kamül ve iş­birliği, bir dayanışma bulunduğu kurumlaşmıştır. Ve hepsi­nin başında; ' Allah onlardan bir kısmına yüce dereceler ver­miştir (el-Bakara, 253) âyetinin delaletin­ce, pey­gamberlerin so­nuncusunu tayin eden bir ilâhî ferman şeklinde gel­miş­tir.
İkincisi : Kur'an, önceki kitapların iman ve Allah'ın birli­ği­­ne davet eden, adaleti ve ihsanı emreden, peygamberle­rin ve eski ümmetlerin yaşayış ve tarihlerinin, ha­ber ve eserlerinin başka başka olmasıyla değişmeyecek o­lan temel hü­kümler gibi muhkem ilkelerini güç­lendirerek ve ge­niş­le­terek yeni baştan yürürlüğe koymuş ve hikmet-i teşrîi ge­re­ğince zamanların ve mekânların ve yükümlü milletle­rin ö­zel­­liklerine uygun düşecek şekilde hak ve hayır açısından on­­ların işlerine yarayacak hü­kümleri ve şer'î ayrıntıları ye­ni­den tanzim ve ta'dil ede­rek hak dini, bütün zaman ve me­kanlarda ve bilcümle ümmet ve toplumların hayatında ge­çerliliğini sağlayan geniş kapsamlı bir teşrî ilmi de öğretmiştir. Böylece ilâhî kitapları öncekinden sonrakine aralıksız olarak birbirlerinin tasdikinden ve yürürlük alanından geçirerek süzmek sûretiyle hepsinin doğru ilkelerini hak­kıyla ken­di uhdesine almış ve yüklenmiş bulunduğundan, ön­ceki kitaplardan ve şerîatlardan Kur'ân'ın şehadeti ile tas­­­dik edilmedikçe ne peygamberliklerinde, ne de o kitap­la­rın delaletlerinde hak oldukları tasdik edilemez. Yani geç­­­­miş devirlerde yaşamış olan önceki peygamberlere gönde­rilmiş olan ilâhi temyiz ve tefrik açısından son tasdik mer­cii Hatemü'l-Enbiya Hz.Muhammed-Mustafa ile Kur'­ân-ı Ha­kim'in, muhkem âyetlerle ortaya konmuş hükümle­ri­dir. Bu mânâ, Fıkıh Usûlü ilminde şu teşriî kaidesi ile ifa­de olu­nur: 'Bizden öncekilerin şerîatleri bi­zim de şerîatimizdir. Fa­kat Allah ve Resulü tarafından tasdik edilmiş olarak nak­le­dilmek şartıyla.'
Hasılı; Allah, Furkan'ı da indirmiş, hakkı batıldan hay­rı şer­den ayırmış; yollarını, kanunlarını tayin etmiş; alâ­metler, işaretler, deliller, âyetler de ortaya koymuş; her bi­ri­­nin hükmünü, gerekli sonucunu başka başka yapmış; uy­gulamasını kendi gözetimi ve denetimi demek olan kay­yû­miyetiyle iradesi ve meşiyeti altına almıştır." (Hak Dini Kur'an Dili, Azim Da­ğı­tım, c.2, s.295 vd.)

Buraya kadar izahına çalıştığımız bu konuyu, Allah'ın Son Peygamberinin mübarek sözleriyle noktalayalım:
Ehl-i Kitaba bir şey sormayınız. Çünkü onlar, sapıtmış oldukları için sizi hidayete eriştiremezler. Eğer siz böyle ya­parsanız, ya batıl sözü doğrular, ya da doğru bir sözü yalanlamış olursunuz. Allah'a yemin olsun ki, eğer Musa bile ha­yat­ta olsaydı, O'nun bile bana uymaktan başka yapacağı bir şey yoktur. (Müsned, İİİ.338 / Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, İ.386 / ed-Durru'l-Mensur, İİ.85 / Ruhu'l-Meani, İİİ. 210)
Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Allah'a ye­min ol­­sun ki, eğer Musa Peygamber sizin aranızda ol­saydı da, O'na tabi olup beni terketseydiniz; sizler bu halde, kesinlikle sapıtanlardan olurdunuz. Halbuki, Mu­sa(a.s.) hayatta o­lup yaşasaydı, O'nun bile bana tabi ol­maktan başka yapabi­le­ceği birşey olmazdı. (Darimi, Sünen, Mukaddime, bab: 46 / ed-Dur­ru'l-Mensur, İİ.84 / Ruhu'l-Meani, İ.244)
Bütün bu delillere rağmen, Peygamber Efendimiz za­ma­nında Tevrat ve İncil'in, bozulmamış ve sapasağlam bir hal­de mevcut olduğunu varsayalım...Bugün elde mev­cut olan Tev­rat ve İnciller, çelişki ve hatalarla dolu olduğuna göre, demek ki; bu kitaplar -daha sonradan- tahrifata uğramaktan kurtulamamışlardır. Nasıl mı? Göreceksiniz; ileride ge­le­cek başlıklar altında bu gerçeği kesin delillerle ispatlayacağız ve hayretler içinde ka­la­caksınız. Böylece; bugünkü Yahudi ve Hıris­ti­yanların,  ellerindeki mevcut kitaplarını, bo­­zulmamış ila­hi kitaplar olarak göstermeleri için -hiç de inan­madıkları- Kur'an'dan deliller getirmeye çalışma­la­rı­nın ne kadar anlamsız ve komik olduğunu kesinlikle an­lamış olacaksınız....
:Kutsal kitap olarak, Yahudilikte, İbranice Kitab-ı Mukaddes vardır. Bu, Hıristiyanların elindeki Eski Ahit'ten farklıdır; (ancak ilk beş kitap aynıdır.) Hıristiyanlar, İbranice metinde bulunmayan bazı kitapları, ona eklemişlerdir. Uygulamada bu fark, inanç konusunda fazla bir değişikliğe yol açmamaktadır. Ne varki Yahudilik, kendisinden sonraki hiçbir vahyi kabul etmemek­tedir. (Kitab-ı Mukaddes, Kur'an ve Bilim, s. 1,2 )

Allah bizleri müslüman gibi yaşayan kullarından etsin.

Allah bizleri müslüman gibi yaşayan kullarından etsin.

Yılbaşı bir hristiyan geleneğidir.
Hristiyanlar Aralık ayının son on gününü bayram olarak kutlar.
O günlerde şarap içmek,eğlence düzenlemek onlara göre sevaptır.

Yani dinlerinin gereğini yapmaktadırlar.
Onlar bu kutlamaları yılbaşını kutlama amaçlı değil, dinleri o gün kutlama yapılmasını emrettiği için yaparlar.
İsa'nın yeryüzüne ineceğine ve indiği zaman en güzel süslenmiş çam ağacının üzerine ineceğini düşündükleri için,çam ağacını süslerler ve her sene onun yeryüzüne inişini beklerler.

Dolayısıyla da bir hristiyan adeti olan ve saçma sapan bu inanışa sahip çıkanlar ise biz müslümanlarız.

Yılbaşı gecesi eğlenip,çam ağacı süsleyen,hindi kesen müslümanlar.
Bunları yapmasa bile en azından yeni yılınız kutlu olsun diyen müslümanlar.
Acaba neyi kutluyorlar.Yeni yılı mı?

Peki kime göre yeni yıl?
Bize göre desek bizde böyle bir yeni yıl yok.
Bizim hicri yılımız var.

Hristiyanların yeni yılını mı?
Oda olamaz çünkü onlar yeni yılı değil İsa'nın doğumunu ve yeryüzüne iniceği günü kutluyorlar.
Peki bu durumda biz terazinin hangi tarafındayız ve neyi temsil ediyoruz.
Düşündürücü bir durum.
Ya ne olduğumuza karar veremedik yada olduğumuz durumdan memnun değiliz.
Aklımızı başımıza almamız şart.


Allah bizleri müslüman gibi yaşayan kullarından etsin.
::ASİYE UTKU::

Tanrı'dan pek çok hususta farklı olan, Tanrı değil­dir. Kutsal Ruh, Tanrı'dan pek çok yönde farklıdır. Öyleyse Kut­­sal Ruh, Tanrı değildir.

İznik Konseyi'nde Ne Oldu?
Ya Da İsa(a.s.) Niçin İlah Olamaz?
Hıristiyanlığı anlatan internet sitelerinde ve diğer yayınlarda, İznik Konseyi'nden hareketle İncil'in (güya) tahrif e­dil­mediği savunuluyor. [Bu konuda, İngiltere'deki bir misyo­ner teşkilatı tarafından şahsıma gönderilen 'İznik Konseyinde Neler Oldu?' (Çeviren: Yakup Yazman) isimli kitapçık da, aynı şeyleri detaylı bir biçimde anlatmaktadır.]
İnternetten (http://www.kutsalkitap.org./hane/kkdm/22.htm) ak­ta­ra­cağım aşağıdaki yazı; tahrifatın apaçık delilleri­ne rağmen misyonerlerin aksini savunmadaki çelişki ve inatlarını ve mu­hatabına inandırıcı görünme ve aldatma gayretlerini an­­lama bakımından ibret vericidir:
İznik Konseyi'nde Ne Oldu?
Türkiye'de yaygın olan uydurma bir hikâyeye göre; İ.S. 325'te toplanan İznik Konseyi 'nde papazlar bir yığın İncil'den dört ta­nesini seçip, diğerlerini yok etmişlerdir. Bu aslı astarı ol­ma­yan hikâyeye inanılması gerçekten son derece şa­şırtıcı bir şeydir.
Tarih ilmini iyi bilenler bilir ki: Tarihte cereyan ettiği söy­­lenen bir hadiseyi doğrulamanın tek yolu, o hadisenin görgü şahitlerinin yazılarını incelemek ve değerlendirmektir. Tarih ilmi bundan ibarettir. İznik Konseyi ile ilgili bilinen tarihi kaynaklar o konseye katılan ve orada konuşma­ları kaydeden Evstatyus Atanas ve Evsebyus 'un eserle­ridir. Bu belgeler konsey başkanı olan Antakyalı Evs­tat­yus '­un bir eseri; Atanas 'ın " İznik Konseyi'nin Kararlar ı" adlı eseri (İ.S. 350 ile 354 yılları arasında yazmıştır) ve 369 yılında Kuzey Afri­ka­lı dini liderlere yazdığı bir mektup; Sezariyeli Ev­seb­yus '­un 325 yı­lında yazdığı bir mektuptan oluşmaktadır. Bun­lar­dan baş­ka hiçbir kaynak yoktur.
Bunlara göre İznik Konseyi 'ne katılanlar sadece İsa Me­sih'­in Tanrılığını tartışmak için toplanmışlardır. (Mesih'in yer­­­yüzünde yaşadığı zamandan beri zaten O'nun Tanrı sıfatına sahip olduğu kabul edilmişti ama bir iki önemli din önderi yeni bir yorum getirerek, Mesih'in Tanrı sıfatına sahip olmadığı hak­kında yeni bir fikir ortaya koydukları için konsey toplanmıştı.) Konseye katılanlar arasında İncil metni ya da içeriği ko­nu­sunda herhangi bir ihtilaf olduğu kesinlikle kay­de­dil­me­miş­tir. Bu tartışmada taraflar aynı İncil ayetlerinden faydalanmışlardır.
Zaten İ.S. 325 yılında İncil'i tahrif etmek imkânsız bir iş olurdu. O tarihe gelindiğinde Hindistan'dan İrlanda'ya, E­ti­yopya'dan Kuzey Almanya'ya kadar her yerde İsa Mesih'e inanan topluluklar vardı. Bir sürü değişik mezhebe ait olan bu topluluklar hiçbir zaman bir tek idare merkezinin kont­rolünde değillerdi. Yani, hiçbir papa ya da başka bir hü­kümdar İncil'i imha ya da tahrif edebilecek konumda ve güçte olamamıştır. ( Ayrıca, Roma Katolik Kilisesi'nin ilk papa­lığı, "Papa Boniface" ile İ.S. 606 yılında başlamıştır.) Kaldı ki, o çağda bile İncil'in asıl Grekçesi'nin ve çeşitli tercü­me­le­ri­nin binlerce nüshası mevcuttu. Hepsini toplatıp yok etme­ye kimsenin gücü yetmezdi.
Konseyin sonunda İncil'in öğretişine dayanarak İsa Me­sih'in Tanrı sıfatına sahip olduğu ortak bir bildiriyle yayınlanmıştır. İ.S. 325'te İznik'teki konseyde hazırlanan ve bu­günkü Mesih İnanlıları mezheplerinin hemen hemen hepsince kabul edilen amentü (inanç bildirisi) şöyledir:
'Her şeye gücü yeten, görülen ve görülmeyen, bütün şeylerin Ya­ra­tanı olan bir tek Baba Allah'a inanıyoruz; Bir tek Rab İsa Mesih'e inanıyoruz: Allah'ın Oğlu, Baba'dan doğan biricik Oğul, yani Baba'nın öz varlığından oluşan Allah'tan Allah, Nurdan Nur, gerçek Allah'tan gelen gerçek Allah, yaratılmış değil, Ba­ba'­nın özünden çıkmış, Baba'nın aynı öz varlığına sahip olan, Kendi aracılığıyla gökteki ve yerdeki her şey yapılmış, biz insanlar için ve kurtuluşumuz için gökten inmiş, insan bedeni almış ve in­sanlar arasında yaşamış, sıkıntı çekmiş ve üçüncü günde ölümden dirilmiş, göğe yükselmiş, dirilerle ölüleri yargılamaya gelecek olan O'dur; Ve Kutsal Ruh'a da inanıyoruz.' (*)
İşte, gerçekler ortadadır. İncil tahrif edilmemiş ve de­ğiş­ti­rilmemiştir. İsa'nın Tanrılığı hakkındaki inanç, İznik Kon­seyi'nde uydurulmuş değildir; başlangıçtan beri ve her de­vir­de bütün Mesih İnanlıları topluluklarınca benimsenmiştir.]
***
Tarihi gerçekler ışığında ve bugünkü mevcut İncillere bakıldığında, yukarıdaki iddiaların bir aldatmacadan ibaret olduğu anlaşılacaktır. Bugün Hıristiyanlar, İncillerdeki a­caiplik ve çelişkileri nasıl izah edeceklerdir? Bugün elimiz­de Hıristiyanlarca makbul sayılan çelişkili ve akl-ı selime ve ev­rensel gerçeklere uymayan batıllarla dolu dört İncil var­ken yukarıdaki iddiaların ne hükmü olabilir?..Üstelik 'şe­ca­at arz ederken sirkatini söylemek' misali, mezkur savunmada;
(*): Hıristiyanlığın bu amentüsü, Hz.İsa tarafından değil; çok daha sonra gelen din adamları tarafından oluşturulmuştur. Halbuki İslam'ın amentüsü, Kur'an'da açıkça beyan edilmiş ve Hz.Muhammed tarafından bizzat tebliğ edilmiştir./Bk.: K.K. 2/285, 4/78-79, 4/136)
"İznik Konseyi'ne katılanlar sadece İsa Mesih'in Tan­rılığını tar­tışmak için toplanmışlardır (ve) İsa Mesih'in Tan­rı sıfatına sahip olduğu ortak bir bildiriyle yayınlanmıştır," denmektedir.
İncil'e göre; İsa, haç üzerinde acı çekerken şöyle yalvarmaktadır:
“‘Eloi, Eloi, lama sabaktani' ki tercüme edildiğinde; ‘Allah'ım, Allah'ım; niçin beni bıraktın?!'” (Markos, 15/34)
Bu sözler, bir ilahın ağzından çıkabilir mi? Bu sözler, a­cıyla kıvranan çaresiz bir insanın, Rabbine yakarışından baş­ka birşey değildir. Öyleyse; İsa, bir ilah nasıl olabilir?..
***
II- Ayartılan, Tanrı Olabilir mi?
İsa'nın tanrı olduğunda şüphesi olmayan Hıristiyanlar, bu hususta yapılan itirazlara kendilerince -tutarsız da olsa- ce­vap verme gereği duymaktadırlar. Bir internet sitesinden  iktibas ettiğim aşağıdaki yazı, bu garip çırpınışın bir ör­ne­ğidir:
Tanrı ayartılamaz. İsa ayartıldı/denendi.
Bundan dolayı İsa, Tanrı olamaz...
İsa'nın tanrılığını reddetmek için Müslümanlar, bazen İsa'nın ayartıldığını ve Tanrı'nın ayartılamayacağı, bundan dolayı İsa'nın Tanrı olamayacağı iddiasını ileri sürerler.
Yakup 1/13 şöyle der: "Ayartılan kişi, 'Tanrı beni ayartı­yor,' demesin. Çünkü Tanrı kötülükle ayartılmadığı gibi ken­disi de kim­seyi ayartmaz." Aynı zamanda İbraniler 4/15 'te şöyle ya­zar: "Çünkü başkâhinimiz, zayıflıklarımızda bize yakınlık du­ya­mayan biri değildir; tersine, her alanda bizim gibi denenmiş, ama gü­nah işlememiştir."
Mesih'in tanrılığına ilişkin itirazları reddetmeye oranla bu itirazı yanıtlamak biraz daha zordur; çünkü Kutsal Ya­zı­larda çok açık olmayan, İsa'nın tanrılığı ve insanlığı arasındaki  ilişki alanına girer. İsa'nın iki doğası olduğunu aşağıdaki tabloda görüyoruz; fakat birbirleriyle nasıl ilişki içinde oldukları açık değildir.
İsa'nın Kişiliği:
Tanrı / İnsan
Kendisine Tapınıldı. (Matta: 2/2,11; 14/33; 28/9)
Kendisine dua edildi. (Elç.İşl.: 7/59; 1. Korintliler: 1/1-2)
Tanrı olarak çağrıldı. (Yuhanna: 20/28; İbraniler: 1/8)
Tanrı'nın Oğlu olarak çağrıldı. (Markos: 1/1)
Günahsızdır. (1. Petrus: 2/22; İbraniler: 4/15)
Herşeyi bildi. (Yuhanna: 21/17)
Sonsuz yaşam verir. (Yuhanna: 20/28)
Tanrılığın bütün doluluğu onda bulunur. (Koloseliler: 2/9)
Baba'ya tapındı. (Yuhanna: 17)
Baba'ya dua etti. (Yuhanna: 17/1)
İnsan olarak çağrıldı. (Markos: 15/39; Yuhanna: 19/5)
İnsanoğlu olarak çağrıldı. (Yuhanna: 9/35-37)
Ayartıldı/denendi. (Matta: 4/1)
Hikmette gelişti/büyüdü. (Luka: 2/52)
Öldü. (Romalılar: 5/8)
Et ve kemikleri olan bedene sahiptir. (Luka: 24/39)
Kutsal Yazılar'dan İsa'nın insan doğasının kendi tanrısal doğasından hiçbir zaman ayrı olmadığını ve birlik içinde ol­­­duğunu görüyoruz. Kutsal Yazılar'da yine Tanrı'nın gü­nah işleyemeyeceğini görüyoruz ve Tanrılığın bütün do­lu­luğunun Mesih'te olduğunu görüyoruz. (Yuhanna: 1/1,14; Koloseliler: 2/9)
Bundan dolayı, İsa'nın Tanrı olduğu gerçeğini kabul et­tiğimize göre, İsa'nın günah işlemesinin olanaksız olduğu so­nucuna kolaylıkla varabiliriz. Öte yandan, İsa gerçek bir in­­sandı. Bundan dolayı, İsa'nın gerçekten ayartılmış olabileceğini söylemek adildir. Fakat soru inatla devam etmektedir: Eğer İsa'nın günah işlemesi olanaksız ise, o zaman gerçekten nasıl olur da ayartılabilir? Bunu yanıtlayabilecek yeterli yanıtım olduğunu zannetmiyorum. Fakat ben yine de yanıtlamaya çalışacağım:
İsa yaptıklarının tümünü Baba'ya bakarak yaptı. İsa şöyle söyledi, “İsa Yahudi yetkililere şöyle karşılık verdi: Size doğ­ru­su­nu söyleyeyim, Oğul, Baba'nın yaptıklarını görmedikçe kendiliğinden birşey yapamaz. Baba ne yaparsa Oğul da aynı şeyi yapar.” (Yuhanna: 5/19) Ayrıca İsa şunu da söyledi: “Ben kendiliğimden hiçbir şey yapamam. İşittiğim gibi yargılarım ve benim yargım adildir. Çünkü amacım kendi istediğimi değil, beni gönderenin is­tediğini yapmaktır." (Yuhanna: 5/30)
İsa, Matta 12:22-32'de cinleri insanlardan kovuyordu. Fe­risiler , İsa'nın yaptıklarının Şeytan'ın gücüyle yapmış ol­du­ğunu söyleyerek suçladılar. İsa onların bu suçlamalarının, Kutsal Ruh'a küfretmek olduğunu ve bağışlanmayacağını söyledi. İsa bunu neden söyledi? Çünkü İsa'nın hiçbir mu­cizesini tanrısal doğasıyla değil, içinde olan Kutsal Ruh ara­cılığıyla bir insan olarak yaptığına inanıyorum. Bundan do­layı İsa kovduğu cinleri Kutsal Ruh'un gücüyle kovuyordu. İsa'nın mucizelerinin, onun vaftizinde Kutsal Ruh'un ü­ze­rine gelmesinden sonra başladığını görüyoruz.
İsa Tanrı'nın yasasını yerine getirmek ve günahlarımız uğ­runa kurban olmak için insan olarak geldi. Bunu bir in­san olarak yaptı. Şeytanın ayartmalarına karşı dayanırken, Kutsal Yazılardan insan olarak alıntı yaptı. İsrail'de yer­yü­zündeki hizmetine başlamak üzereyken tanrısal doğasına dayanmadı. İnsan olarak ayartıldı ve Tanrı'nın Sözüne da­ya­nanak ayartılmaya karşı koydu. Kendi tanrısal doğası ile değil, Kutsal Ruh ile cinleri kovdu. Bundan dolayı, İsa tanrısal doğasında değil insan doğasındayken ayartıldı. Tan­rısal doğasından "destek" alarak yapmadı. Tersine, ayartılma anı geldiğinde tamamen Baba'ya, Kutsal Ruh'a ve Tanrı Sö­züne dayanarak ayartılmalardan başarıyla geçti.] (Bkz.: www.isamesih.org ve www.carm.org/islam/obj_Jesus-sin.htm)
Böyle bir şey olabilir mi? Hem insan, hem tanrı...Bazen insan, bazen tanrı...Ayartıldığı zaman insan, diğer zamanlarda tanrı...Yani İsa; hem insan, hem de tanrı...İnsanlar, onun hangi haline itibar edecekler?..
İsa, gerçekten tanrının kendisi ise; tanrı, kendi kendini mi ayartıyor/denemeye tabi tutuyor?..
Hem; "Bu itirazı yanıtlamak biraz daha zordur; çünkü Kut­sal Yazılarda çok açık olmayan, İsa'nın tanrılığı ve insanlığı ara­sındaki ilişki alanına girer..." deniyor, hem de; akıl, ilim ve din dışı bir takım zorlama izahlara giriliyor. Birşeyin ba­tıl olduğunu söylemek varken, hakikatin sınırlarını bu ka­dar zorlamaya gerek var mı?
***
İsa'nın 'tanrı' olamayacağını çeşitli vesilelerle açıkladık. Ancak Hıristiyan dünyasından da bir örnekle bu hususu pe­kiştirelim:
İngiltere Monoteist Kilisesi 'nin kurucusu John Biddle (1615-1622) tarafından deklare edilen on iki esasta, İsa'nın ulu­hiyetine haklı gerekçelerle karşı çıkılmaktadır:
1- Tanrı'dan farklı olan Tanrı değildir. Kutsal Ruh, Tan­­rı­'­dan farklıdır. Öyleyse Kutsal Ruh, Tanrı değildir.
2- İsraillilere Kutsal Ruhu gönderen, Yehova'dır. Öyleyse Yehova, Kutsal Ruh Değildir.
3- Kendi isteğince konuşmayan, Tanrı değildir. Kutsal Ruh, kendi isteğince konuşamaz. Öyleyse Kutsal Ruh, Tan­rı de­ğildir.
4- Tanrıya hiçbir şey öğretilmez Mesih, öğretilen şeyleri söyler. Öyleyse Mesih, Tanrı değildir. Yuhanna, 8/26; 'Ben söylediğim herşeyi O'dan işittim.'
5- İsa Yuhanna İncili'nde şöyle der; 'Herşeye herşeyi veren her kimse, yalnız o Tanrıdır.'Başkalarından alan, Tanrı olamaz.
6- Başkası tarafından gönderilen, Tanrı değildir. Kutsal Ruh, Tanrı tarafından gönderilmiştir. Öyleyse Kutsal Ruh, Tanrı değildir.
7- Herşeyi vermeyen, Tanrı değildir. Tanrı'nın verdiğini alan, her şeyin vericisi değildir.
Tanrı'nın verdiği şeyi alan, insandır. Verilenin, vericinin kudretinde ve tertibinde görülen Tanrı imajı saçmadır. Re­sullerin İşleri: 17-25 'Tanrı herşeye hayat soluğu ve bütün şeyle­ri verir.'
8- Yer değiştiren, Tanrı değildir. Kutsal Ruh, yer de­ğiş­ti­rir. Öyleyse; Kutsal Ruh, Tanrı değildir.
9- Hükmün gelmesi için Mesih'e ibadet eden, Tanrı de­ğil­dir. Kutsal Ruh, böyle yapmıştır. 
Öyleyse; Kutsal Ruh, Tanrı değildir.
10- Kendisine iman edilmeyen, Tanrı değildir. İnsanlar, Kutsal Ruh'a iman etmediler.
Şakirdler bile. Öyleyse Kutsal Ruh, Tanrı değildir.
11- Tanrı'dan olduğu için ikinci elden işiten Mesih, Tan­rı'­dan vahy edilen şeyleri bildirir.
Kutsal Ruh da, Tanrı'dan aldıklarını va'z etmiştir. Öy­ley­se; ne Kutsal Ruh, ne de Mesih, Tanrı değildir.
12- Tanrı'dan pek çok hususta farklı olan, Tanrı değil­dir. Kutsal Ruh, Tanrı'dan pek çok yönde farklıdır. Öyleyse Kut­­sal Ruh, Tanrı değildir." (*)
(*): Esasen, -Hıristiyan Amentüsü metni dışında- İsa, Yeni Ahid'in hiçbir yerinde ‘Ben Tanrıyım' demiyor. Bilakis, tam aksini söylüyor. Mesela, Matta 12/18'de; “İşte, benim seçtiğim kulum...” diyor. Tanrı'nın bu sözünü söyleye­rek, bunu kendisine tatbik eden İsa,  Tanrı'nın kulu ve kölesi olmaktan gurur duymaktadır! Yine Matta 24/36 ve Markos 13/32'ye göre; dünyanın sonu ne zaman gelecek? sorusuna İsa şöyle cevap verir: “Fakat o gün ve saat hakkında, ne göklerin melekleri, ne de Oğul; yalnız Baba'dan başka kimse birşey bilmez.” Aynı şekilde Yuhanna 5/19'da şöyle denmektedir: “Doğrusu ve doğrusu size de­rim: ‘Baba'nın yapmakta olduğunu gördüğü şeyden başka Oğul kendiliğinden birşey yapamaz; çünkü O, ne şeyler yaparsa Oğul da onları öylece yapar.'” İsa, Tanrı olmadığını, fakat O'nda ‘fena fi'llah' olduğunu açıkça söylemektedir. (İslamiyet ve Hıristiyanlık, s. 23)

ZENCİLER HALA BAZI KİLİSELERE GİREMİYOR

Irk ayrımı teorisi, milletler ve ırkların eşit olduğu gerçeğine inanmayan sapık bir felsefecinin görüşüdür. Bu batıl görüşün taraftarları dünyanın en güçlü ve seçkin(!) ırk tarafından yönetilmesi ve diğer zayıf ve aşağılık ırkların(!?) ona eğilmesi gerektiğini iddia ederler.


Bu tür bir düşünce tarzı herşeyden önce insanlığın yaşam felsefesine aykırı olup kişisel ve sosyal hürriyete ters düştüğü gibi; zayıf halkların büsbütün yokolmasına bile zemin hazırlayacaktır. Kaldı ki çağdaş tarihçi ve düşünürlerin çoğu, ırk ayrımının ilmi ve tarihi hiçbir dayanağı olmadığını ve safsatadan ibaret uyduruk bir görüş olarak ortaya atıldığını belirtirler.

Tarih sürecinde,Avrupa toplumlarında önemli rol oynayan unsurlardan biri de ırkçılık oldu. Geçmişte politikacıların epey ilgisini çekmiş ve alabildiğine kullanılmış olan ırkçılık fikri sonunda kanlı savaşlara neden olup, nice ülkeleri harabeye çevirdi.

Bu uyduruk görüşün onca taraftar bulmasının nedeni ise tehlikeler karşısında en dayanıklı ve en güçlü halkın en fazla toprak ve en kalabalık nüfusa sahip halk olduğu zannıydı. Halbuki böyle bir halk, yenilgiye daha yakındır.

Hala ne yazık ki ,en kalkınmış ülkelerde ırk ayrımı yapılıyor ve beyazlar siyahlardan üstün tutuluyor. Medeniyetin beşiği olarak bilinen ülkelerde bugün siyah derili olmak bile nerdeyse suç sayılıyor, bu ülkelerde yaşayan siyahlar insan hakları ve meşru hürriyetten önemli ölçüde mahrum bırakılıyor. Bugün Amerika Birleşik Devletleri'nde bazı eyaletlerde siyahlarla beyazların evlenmesi kanunla yasaklanmış olduğu gibi siyahların okul, üniversite hastahane, ve diğer sosyal mekanları beyazlardan ayrı tutulmasına çalışılıyor.Beyazların bulundğu otel, restoran ve salonlara siyahların girmesi yasaklanıyor. Amerika'da şu anda geçerli olan ve bilfiil uygulanan kanunlara göre siyahların otobüslerde bile beyazların yanına oturmaya hakları yok!!! Bütün bunlardan daha kötü olanı, bazı kiliselere bile siyahların alınmaması ve o kiliselerde dini merasimlere katılıp ibadet etmelerine izin verilmemesidir!...

Irkçılık uygulamasına maruz kalan biri olarak, Almanya'dan İtalya'ya girişte havaalanında pasaport kuyruğundan geçtikten sonra herkes gibi yolumuza devam etmemiz gerekirken sırf pasaportlarımızda "Türk" yazıldığı için bavullarımızdan üstümüze didik didik aranıp, polis köpeklerine koklatılıp onca insanın gözü önünde vebalıymışız gibi davranılmasına itirazım var.

Kölelik dediğimiz şeyi belki yaşamadık, filmlerde gördük, duyduk.Her ne kadar ortaçağdaki şekliyle kölelik artık yoksa da, çağdaş dünyada sadece şekil değiştirerek varlığını sürdürüyor, ırk ayrımı uygulanıyor ve en çok görülen şekliyle siyahlar kasıtlı olarak çok düşük bir hayat seviyesinde tutuluyor.

Hitlerin ırkçı olduğu söylenir ve sırf bu nedenle eleştiri yağmuruna tutulur. Halbuki eline fırsat geçecek olsa Hitler'e taş çıkartacak binlerce "küçük Hitler" var etrafımızd

HIRİSTİYAN HAÇLI PAPASI DİNİMİZE,PEYGAMBER(s.a.s)EFENDİMİZ'E DİL UZATTI.NECASETİNİ ORTAYA KOYDU,


HIRİSTİYAN HAÇLI PAPASI DİNİMİZE,PEYGAMBER(s.a.s)EFENDİMİZ'E DİL UZATTI.NECASETİNİ ORTAYA KOYDU,
İÇİNDEKİ PİSLİĞİ DIŞARIYA ÇIKARTTI.KOKUSU BÜTÜN DÜNYAYA YAYILDI.

"Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir necis (pislik)tir."(Tevbe: 28)
"Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır."(Tevbe: 95)
"Nihayet murdarı temizden ayıracaktır."(Al-i imran: 179)
"O murdarlığı aklını kullanmayanlara verir."(Yunus: 100)
"Şüphesiz ki ehl-i kitaptan olsun müşriklerden olsun inkar edenler cehennem ateşindedirler.
Orada ebedi kalacaklardır. Onlar yaratıkların en şerlileridirler."(Beyyine: 6)
"Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin.Onlar birbirinin dostudurlar.Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır."(Maide: 51)
"İnkar edip de insanları Allah'ın yolundan alıkoyanlara,fesat çıkarmaları yüzünden, azap üstüne azap vereceğiz."(Nahl: 88)

 "Hıristiyanlar tarihten gelen haçlı zihniyetini, barbarlığını, kinini, katliam ve işkencelerini günümüzde Irak'ta, Afganistan'da ve daha birçok yerde sürdürürken, Papa'nın bu açıklamaları yeni katliamların, savaşların habercisidir.
Papa'nın Peygamber'imize hakareti, İslam'ı akıl dışı din diye ilan etmesi, iftira ve yalanlara hakikati örtmeye çalışması köhne karanlık ortaçağ zihniyetinin tezahürüdür. Bugünün papazları aynı papazlar!
"Aklını kilisenin kapısında bırak içeri öyle gir." sözünü kilise amentüsü haline getiren bu papa ve papazlar böylece akıl almaz vicdana sığmaz işlerine karışılmasını, konuşulmasını engellemek isterler.
1) Üç ilah olur mu? İnsandan Allah olur mu? Bundan büyük akılsızlık olur mu? Papazları ilahlaştıran da siz değil misiniz?
2) Cennet-i ala satılır mı? Kimin malını kime satıyorsun? Bundan büyük ahmaklık olur mu?
3) Yeni doğan çocukların vaftiz edilmeyenlerini cehehneme gönderiyorsunuz. Böyle bağnazlık, böyle vahşilik olur mu?
4) Yüzyıllardır yaptığınız insanlık dışı katliamları hangi vicdana sığdırdınız? 6 milyon endülüslü müslümanı, Sicilya'yı, Kudüs'ü, Amerikalı yerlileri, Bosnayı nasıl izah edeceksiniz? Bu akıl işi değildir.
5) Kilisenin gelirlerinin çoğalması için yaptığınız entrikaları, kendi papazlarınız açıklıyor. Her türlü gayr-i meşru işin altından kilise ve papazlar çıkmaktadır.
Siz din adamı mısınız, mafya mısınız?
Küfür Tek Millettir:
Bağnazlığın, vahşetin, kinin, katliamın, işkencenin, soykırımın, engizisyonun, bilim düşmanlığının, medeniyetsizliğin, bilimum insanlık suçlarının, küfrün, hak ve hakikat düşmanlığının temsilcisi; haçlı sürülerinin kışkırtıcısı; faşist Avrupa'nın destekçisi kilisenin bugünkü önderi de tarihin karanlık sayfalarından çıkmış bir ortaçağ fanatiği gibi konuşmaya devam ediyor.
Hakk Celle ve Ala Hazretleri bu kafirlerin İslam'a düşmanlıklarının niyetlerinin bir gereği olduğunu Kur'an-ı kerim'de haber veriyor:
"Şüphesiz ki kafirler sizin apaçık düşmanınızdır." (Nisa: 101)
Hıristiyan papası; kainatın nüru, alemlerin gurur ve süruru, rahmet ve merhamet peygamberi Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e alçakça hakaret ve iftiralarda bulunuyor. "Şerden başka hiçbir şey bırakmamıştır." diyor. Kendi şerrini ortaya koyuyor.
"Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür." (Al-i imran: 118)
Hıristiyan Haçlılar'ın, alemlere rahmet olan Resulullah Aleyhisselam Efendimiz'e her fırsatta çirkin iftira ve yakıştırmalar yapmaları nasıl bir küfür içinde olduklarının en büyük delilidir.
"Allah çocuk edindi" diyerek en büyük yalanı uyduran bu kafirlerden, başka ne beklenebilirdi?
"Ağızlarından ne büyük söz çıkıyor! Onlar yalnız ve yalnız yalan söylerler." (Kehf: 5)
Böyle bir yalan ve hakaret ancak bunun gibi necis bir kafire yakışırdı.
Hakk Celle ve Ala Hazretleri bunların pis olduğunu, necis olduğunu, murdar olduğunu beyan ediyor. Bu da necasetini ortaya koydu. Bütün kokusu dünyaya yayıldı. İçindeki pisliği dışarı çıkarttı.
"Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir necis (pislik)tir." (Tevbe: 28)
"Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır." (Tevbe: 95)
"Nihayet murdarı temizden ayıracaktır." (Al-i imran: 179)
"Allah kime hidayet etmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe yükseliyormuş gibi iyice daraltır.
Allah inanmayanların üzerine işte böyle murdarlık indirir." (En'am: 125)
"De ki: 'Murdarla temiz bir olmaz, murdarın çokluğu hoşuna gitse de bu böyledir.'" (Maide: 100)
"O murdarlığı aklını kullanmayanlara verir." (Yunus: 100)"
Şüphesiz ki ehl-i kitaptan olsun müşriklerden olsun inkar edenler cehennem ateşindedirler.
Orada ebedi kalacaklardır. Onlar yaratıkların en şerlileridirler." (Beyyine: 6)
Bunlar pistir, murdardır, necistir. Bunu Allah-u Teala buyuruyor.
Bunun sebebi nedir? Hazret-i Allah'ın birliğine iman etmezler, üç ilah kabul ederler. O'nun son peygamberi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e iman etmezler. Hakaret ve iftira ederler. Dolayısıyla pis ve murdar olmuş oluyorlar.
Diğer bir Ayet-i kerime'sinde ise şöyle buyurur:
"Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Artık onlar iman etmezler." (Enfal: 55)
Zira Allah-u Teala'ya şirk koşmuştur.
Allah-u Teala'nın nuruna hakaret ancak bu necislere yakışırdı. Kendisine yakışanı yaptı. Kendi şerrini ortaya koydu.
Bu çirkeflerin yaptıkları çirkefliklerinin icabındandır. Yoksa kişi güneşe tükürmekle, güneşe bir zarar vemiş olmaz, tükürüğü ancak kendisine döner.
Bunlara hiç şaşmayın! İçlerindeki necaseti dışarıya atıyorlar, murdarlıklarını ortaya dökmüşler. Çünkü onlar İslâm'ı küçük düşürmek için böyle yaptılar.
Allah-u Teala'nın "Pistir murdardır, necistir." diye tarif ettiği bu pis adam nura nasıl tecavüz edebilir?
O ancak içindeki pisliğini dışarıya dökebilir. Döküyor ve rezaletini ortaya koyuyor. Oysa onlar üç ilah kabul ediyorlar.
İslam aleminde müslümanlar bir tek Allah'ı kabul ederler, onlar üç kabul ediyorlar. Adamdan Allah olur mu? Bu en büyük bir sapıklık değil midir? Kalkmış "Akıl"dan bahsediyor. Bu en büyük akılsızlık değil midir?
Onlar üç tanrı tanıyorlar. Hangi tanrıdan bahsediyorlar? Bu ayıp değil midir? Oysa İslam bir tek Allah'tan bahseder.
"De ki: O Allah bir tektir. Allah Samed'dir. Doğurmamış, doğurulmamıştır." (İhlas: 1-3)
Üç tanrı olur mu? İnsandan ilah olur mu? Bundan büyük aptallık olur mu? Ne kadar da aptallar! Çocuk dahi kafasını çalıştırsa bunu reddeder. Hidayet olmayınca böyle olur. Küfrün durumu budur. İşte kâfir bu kadar aptaldır!
"'İlah Meryem oğlu Mesih'tir.' diyenler andolsun ki kafir olmuşlardır." (Maide: 17)
Bundan daha iğrenç bir inkar düşünülebilir mi?
"Onlar O Rahman olan Allah'a çocuk iddia ettiler diye, bu sözden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecekti." (Meryem: 90-91)
Resulullah Aleyhisselam bütün insanlığa rahmet olarak gönderilmiş bir peygamber, bugünkü medeniyetin ve uygarlığın temelini atmış eşsiz bir önderdir.
Allah-u Teala ona yapılan muhalefeti kendisine yapılan muhalefet gibi saymıştır.
"Allah'a ve Peygamber'e muhalefet edenler, işte onlar en aşağılık kimseler arasındadırlar." (Mücadele: 20)
Binaenaleyh bunlar hem kafir hem de en aşağılık kimselerdir. Bunu Allah-u Teala buyuruyor.
Resulullah Aleyhisselam'a hakareti bunlar siyaset haline getirmiştir. Böylece nurun, imanın yayılmasını engellemeye çalışırlar. Bunlar bu kadar kafirdir, bağnazdır.
Bu papazlar kendilerini ilah yerine koymuştur.
Nitekim Allah-u Teala bir Ayet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini rableri olarak kabul ettiler." (Tevbe: 31)
Cenneti satarlar. Her türlü günahı para karşılığı affederler.
Cennet satılır mı? Bu kadar aptallık olur mu? Bir de akıldan bahsediyor. Üstelik bu bir allahlık davasıdır. Cennet Allah-u Teala'ya mahsustur. Onlar ise cenneti satıyorlar. Olur mu? Allahlık davası yapıyorlar. Papa allah kesilmiş, amma halk uyanmıyor.
Allah-u Teala Kitabullah'ta onların aklını kullanmadıklarını, murdar olduğunu beyan ediyor.
"O, murdarlığı akıllarını kullanmayanlara verir." (Yunus: 100)
Geçtiğimiz ay Almanya'da ana caddelerde büyük afişler vardı. Başlık "Kiliseden kurtulun."  "Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)
"Kilise'nin Milyonlarca Mağdurları İçin İnisiyatif"adı altında örgütlenerek insanları bilinçlendirmeye çalışan, aralarında eski papazların da olduğu bir grup hıristiyan, paneller düzenleyerek, kitapçıklar basarak halkı kiliseye karşı uyandırmaya çalışıyorlar. Kilisenin milyarlarca dolarlık servetine dikkat çeken araştırmayı hazırlayanlar kiliseden kaydınızı sildirin ve kiliseye yardım etmeyin diyorlar.
Ve hazırladıkları kitapçıkta İncil'den alıntılar yapıp, kilisenin icraatlarının İncil'e aykırı olduğunu, en büyük sahtekarların papazlar olduğunu belirtiyorlar ve bunların İsa Aleyhisselam'ın yolundan gitmediklerini yazıyorlar.
İsa Aleyhisselam'ın ve onu takip eden ilk üç yüzyıldaki hıristiyanların yaşantısı ile bugünkü papazların yaşantısının kesinlikle farklı olduğunu, hatta Hazret-i İsa'nın papaz, papa gibi şeyler bırakmadığını söylüyorlar. "Tanrıya evet, kiliseye hayır!" diyorlar. Papazların zina mahsulü çocuk sahibi olduğunu, kilisenin sahte evrak düzenlemek, kara para aklamak, silah ticareti yapmak gibi yollarla büyük gelirler elde ettiğini, medyada parmağı olduğunu yazmaktadırlar. Gerçekten bunlar doğru. Gerçekten bunlar doğru söylüyor.
Bu kilise dedikleri papazlar; İslam dininin o devirdeki bölücülerinin devamıdır. Zira İsa Aleyhisselam İslâm dinini tebliğ etmiştir. Ahir son zamanda gelecek Muhammed Aleyhisselam'ı müjdelemiştir. Bugünkü İncil'de bile bu müjdeye dair ifadeler vardır.
Ancak daha sonra gelen din kurucu bölücü papazlar onun tebliğinde olmayan şeyleri dindenmiş gibi göstererek yeni bir din kurmuşlardır. "Hıristiyan" ismini de bunlara kendileri vermiştir.
"'Biz Hıristiyanız' diyenlerden de söz almıştık." (Maide: 14)
Bu ilahi beyanda: "Hıristiyanlardan" ifadesi yerine: "Biz hıristiyanız diyenlerden." ifadesinin kullanılmasının sebebi; bu ismi onların kendi kendilerine verdiklerine işaret etmek içindir.
Nitekim havarilerin "Müslüman" olduklarına Ayet-i kerime'de şöyle işaret ediliyor:
"Havarilere: 'Bana ve Peygamber'ime iman edin!' diye vahyetmiştim (ilham etmiştim). Onlar da: 'İman ettik, bizim müslümanlar olduğumuza şahit ol!' demişlerdi." (Maide: 111)
Bu papazların ise bütün maksatları kendi kurdukları dinin, para düzeninin devam etmesidir. Hakikatin ortaya çıkmasını istemezler. Her fırsatta iftira etmekten çekinmezler.
Bugün nasıl İslam dininin bölücülerinin en büyük icraatı para toplamaksa bu kiliselerin de en büyük icraatı para toplamaktır. Çok büyük paralara hükmederler. Küresel ekonomide sözü geçecek derecede Karun gibi büyük servetlere sahiptirler.
Dikkat ederseniz bu murdar kafirlerin küfrünü hoş gören bugünkü İslam dininin bölücüleri de en büyük parayı toplarlar. Banka kurarlar.
"Kalpleri ne kadar da birbirine benzemiş!" (Bakara: 118)
Ey müslüman!
Bu kafirlerin küfrünün, Resulullah Aleyhisselam'a yaptıkları iftiraların Allah katında ne kadar büyük bir zulüm olduğunu bil!
Görüyorsunuz, zira Allah-u Teala bunları en aşağılık kimseler olmakla damgalıyor!
Bu aşağılık kimselerin küfrünü hoş gösterip, İslam dini ile bunların küfrünü müsavi göstermeye çalışanlar da apaçık kafir olmuşlardır.
"Onlar müminleri bırakıp kafirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah'a aittir." (Nisa: 139)
"Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim
onları dost edinirse, o onlardandır." (Maide: 51)

HAÇLI SEFERLERİNDE YENİ DÖNEM ÖRTÜLÜ HAÇLI SEFERİ BAŞLADI


HAÇLI SEFERLERİNDE YENİ DÖNEM ÖRTÜLÜ HAÇLI SEFERİ BAŞLADIYer, ABD’nin güneyinde bir üniversitenin ders salonu. Dersler başlamamış, çünkü daha yılbaşı tatilinin bitmesine iki hafta var. Ama salon ağzına kadar dolu. Yazı tahtasının başındaki eğitimci ön sırada oturan dikkatli öğrenciye gözlerini kısarak soruyor: ‘Eğer insanlar size ‘Neden buradasınız?’ diye sorarlarsa ne cevap vereceksiniz?’ Öğrenci kıpırdıyor; ama cevap veremiyor; çaresizlikle ellerini açıyor: ‘Tabii!’ diyor eğitimci gülümseyerek, ‘Açarsınız ellerinizi, insanlar ‘Tabii canım bu bir şey saklamıyor bizden’ derler ve gidiverirler....’ Sonra kendi tecrübesini anlatmaya başlıyor: ‘Bana bu soruyu birisi sordu. Soranın gözünün taa içine baktım ve dedim ki, ‘Ben İngilizce öğretmeniyim. Eğitimciyim ve İngilizce öğretmeye geldim’.
Love adlı eğitimci Batı Endonezya’da yaşadığı bu tecrübesini, her biri bir Müslüman ülkede vazifeli misyonerlere, örnek olsun diye anlatıyor. Love, 800 misyonerle faaliyet gösteren ‘Sınırlar’ adlı en büyük Hristiyan misyonerlik kuruluşunun uluslararası koordinatörü. Karşısındakiler ise, Evanjelik Hristiyan olan bu misyonerlik grubunun, Kazakistan’dan Kenya’ya 50 ülkede faaliyet gösteren üyeleri... Bu misyonerler, Columbia Uluslararası Üniversitesi İslam Çalışmaları Bölümü’nün düzenlediği iki haftalık yoğunlaştırılmış programda bulundukları ülkelerin halkını nasıl Hristiyanlaştıracakları konusunda eğitiliyorlar.
Misyonerlerden her birisi aktif olarak bir Müslüman ülkede vazifeli. Mesela Christian Dedrick, Kazakistan’da küçük bir şehirde İngilizce öğretiyor. Dindar bir Müslüman ailenin yanında kalıyor. Ailenin Hristiyanlığı kabul etmeyeceğini açıklamasına rağmen kendi hayatını neyin değiştirdiği konusundaki ısrarından hiç vazgeçmiyor. Aile ise muhtemelen, misyonerin kira olarak ödediği ve oralara göre bayağı iyi bir meblağ olan 50 dolar için midir, bilinmez, misyoneri uzaklaştırma yoluna gitmiyor.
Kenya’da Müslüman iş adamları ile arkadaşlık eden Al Dobra ise halkı Hristiyanlaştırmanın vazifesi olmadığını söylüyor. Ona göre vazifesi ‘zihinlerine yavaş yavaş büyüyecek küçük bir tohum atmak.’ Dobra, böylece Müslümanların, zamanla dinlerini sorgulamaya başlayacaklarını ümit ediyor ve şöyle dua ettiğini ifade ediyor: ‘Kesintisiz bir uykuya dalsınlar ve duyduklarından sıkıntıya düşsünler.’
Kamboçya’da Batı Cham bölgesinde fakir bir Müslüman topluluğun arasında yaşayan Tom Seckler ise bugüne kadar 25 kişiyi ikna edebilmiş. Halkın ‘ruhi ihtiyaç’ talebinin az olmasından yakınıyor ve ‘İsa’da neler kaybettiklerini bu halka bildirmesi için’ dua ediyor.
Misyonerlerin eğitim gördüğü bu üniversite Amerika’da özellikle Müslümanların ‘ihtidası’ ile ilgili eğitim yapan ve diploma veren üç tane hususi üniversiteden bir tanesi. Üniversitenin İslam Çalışmaları Bölümü yöneticisi John Weaver’a göre Hristiyanlığın en büyük rakibi İslam. Kendisi de eski bir misyoner olan Weaver tam 23 sene boyunca Pakistan’da, elindeki bol imkânları kullanarak, halkın arasına karışmış; hasta ziyaret etmiş, evine çağırıp insanlara ikramda bulunmuş, yardıma ihtiyacı olana para vermiş. Evi, Hristiyanlık propagandası yaptığı için 200 silahlı Müslüman tarafından basılmasına rağmen bulunduğu yerde kalmaya devam etmiş. Weaver ‘Hristiyanlık zeminini kaybediyor; çünkü Müslümanlar bizden çok bebek doğuruyorlar’ diyor.
* * *
Misyonerlik konusu, ABD’nin Irak Savaşı’nı bitirdiğini düşündüğü şu zaman diliminde yeniden gündemde. Geçenlerde basına yansıyan bir habere göre Evanjelikler Irak’a misyoner gönderme hazırlığındalar. ‘International Mission Board’ adlı Amerika’nın en büyük protestan kuruluşu Irak’a göndereceği yüzlerce gönüllü misyonerin hazırlıklarını tamamlamak üzere. Şu ana kadar hazırlıklar için 125.000 dolar harcamış olan bu kilise, Irak halkına, insani yardım yanında İsa’nın mesajını ulaştırmayı planlıyor. Irak’a misyoner gönderme hazırlığında olan bir diğer kilise de başında Franklin Graham’ın olduğu Samaritan's Purse. Graham, Bush’un içkiyi bırakıp, dindar bir kimlik kazanmasında etkili olan meşhur vaiz Billy Graham’ın oğlu. Bush’un başkanlık yemin töreninde bir konuşma yapacak kadar yakınında birisi olan Franklin Graham şöhretinin büyük bir kısmını İslam’la ilgili beyanatlarına borçlu. 11 Eylül ertesinde İslam’ın şiddet ve nefret dini olduğunu iddia eden bu papazın Irak’a misyoner göndermeyle ilgili niyetleri de gayet net: ‘Müslüman bir ülkeye gittiğimiz doğru; burada açıktan vaaz edemeyiz. Ama Tanrı’nın imanımızı anlatmak için bize fırsatlar sağlayacağına inanıyorum.’
Graham gibi Evanjeliklerin misyonerlik faaliyetlerinin hızlanması ile Bush’un başkan olması arasında doğrudan bir ilişki var. Her fırsatta dini temaları kullanan, konuşmalarında sık sık İncil’e göndermeler yapan Bush kendi hayatında önemli bir dönüm noktası olan kilisenin faaliyetlerini, sosyal nizam açısından gerekli görüyor. Yönetime geldiği ilk günlerde ortaya attığı ‘İnanç Temelli Toplum Girişimi’ bu gayeden yola çıktı. Evanjelik kiliseleri, kamuoyunun tepkisini çekmemek için insani yardım konusunu öne çıkaran, kendilerine mensup bir başkanın döneminde daha rahat hareket etme imkanına kavuştular. ‘Fundamentalist’ kelimesinin üzerlerine tam oturduğu Evanjelikler için aslında insani yardımın çok da fazla önemi yok. Onlara göre Hz. İsa’nın ikinci kez dünyaya gelme zamanı yaklaştı; dolayısıyla iyi ile kötü arasındaki son hesaplaşmanın vakti geldi. 11 Eylül’ün bunların bir işareti olduğunu, bu yüzden de Hz. İsa gelmeden önce tüm ‘inanmayanların’ Hristiyanlaştırılması gerektiğini düşünen Evanjelikler bu yüzden faaliyetlerine hız vermiş durumdalar. Bush’un Afganistan ve Irak operasyonları Evanjelikler’e göre iyi ile kötünün mücadelesinde. İlk olarak Afganistan’a gönderdikleri misyonerlerle bu mücadelenin yanında olduklarını gösterdiler. Devrin Taliban yönetimi tarafından üç ay hapiste tutulan ve basına insani yardım kuruluşu mensupları şeklinde yansıyan iki Amerikalı aslında yardım görüntüsü altında Hz. İsa ile ilgili film ve kitap dağıtan evanjelik misyonerlerdi.
Evanjelik misyonerlerin çalışmalarında Müslümanların özel bir yeri var. Hristiyan olmayan kimsenin kalmamasına ilişkin 2000 yıldır tamamlanmayan vazifenin iyi ile kötünün son hesaplaşmasından önce tamamlanabilmesi için en önemli kitle yaklaşık 1,5 milyara yaklaşan nüfusu ile Müslümanlar. Belief.Net’te yer alan ve Evanjelik dini liderler arasında yapılan bir araştırmaya göre, bu liderlerin %81’i Müslümanların Hristiyanlaştırılmasının çok önemli olduğunu düşünüyor. Türkiye’deki İranlı mülteciler arasında misyonerlik yapan Kim McHugh ve eşinin söyledikleri Evanjeliklerin tümünde hakim olan düşünceleri özetliyor: ‘İslam sahte bir din ve Müslümanlar Hristiyanlık şansını değerlendiremezlerse toptan cehenneme gidecekler.’ Bu yardımsever(!) insanların buna engel olmak için her türlü yolu denediği söylenebilir. Dil öğretmek, insani yardım ulaştırmak, su tesisatı inşa etmek, iş kurmak isteyene işletme sermayesi temin etmek gibi ‘bedava’ hizmetler karşılığında Müslümanların İncil okumalarını, Hristiyanlık konulu filmler seyretmelerini ve sonrasında da ayinlere katılmalarını istiyorlar.
Ancak bir kısım Evanjelik misyonerler, eski tip Hristiyanlaştırma faaliyetlerinin İslam ülkelerinde artık çok fazla ifşa olduğunu ve tepki topladığını düşünüyor. Bunu aşmak için de yeni yöntem arayışları içerisindeler. Elden geldiği kadar insani amaçlı gözükme, misyonerliği başka kılıflar altında yürütme ve Müslümanlar gibi gözükme yeni dönem misyonerlerinin çalışma tarzı. İşte yukarıda bahsi geçen Columbia Uluslararası Üniversitesi’ndeki misyonerlere bu yeni tarz öğretiliyor. ‘Müslümanları Hristiyanlaştırma’ faaliyetinin ne şekilde ‘örtülü’ yapılacağı da şu şekilde özetleniyor: Müslüman gibi  görünme, Müslüman gibi giyinme, hatta Müslüman gibi yaşama, iki din arasındaki benzerlikleri kullanarak İslam örtüsü altında Hristiyanlığı anlatma.
* * *
Columbia Uluslararası Üniversitesi İslam Çalışmaları Bölümü’nde, muhtelif İslam ülkelerinde görevli misyonerlere ‘örtülü haçlı seferi’ dersi veren Love gözlerini kısarak bakıyor bir öğrencisine: ‘Benim grubuma girmek ister misin?’ Öğrencisinin tasdik edici bakışları üzerine devam ediyor: ‘İlk şartımı söylüyorum o halde: Sünnet olacaksın’ Şaşkınlıktan açılan gözlere bakıp gülümsüyor: ‘Nasıl standartlar ama? Yüksek değil mi?’
İyi ile kötünün mücadelesinin sona yaklaştığını düşündükleri bir zamanda sünnet olmayı göze alacak kadar kendilerini gizleyen Evanjelik misyonerler Irak’ta açıktan Hristiyanlık propagandası yapmak için yola çıkıyorlar. Önce Afganistan’a gitmişlerdi; şimdi Irak’talar. Sonraki ülke mi? Muhtemelen bunu kendileri de bilmiyor. Ama cevabı kimin verebileceğini biliyorlar.
::asiye utku::


Başkan Bush’un Crusader/ Haçlı Seferi Topu

Başkan Bush’un Crusader/ Haçlı Seferi Topu
11 Eylül’den sonra Başkan Bush, Amerikan halkını “Haçlı Seferi” ne çağırmıştı. Bush’un sözlerinde haçlı seferini ifade eden kavram “crusader” idi. Başkan Bush, sürç–i lisan ettiğini söyleyerek Müslümanlardan özür dilemişti güya.

Güya diyoruz; çünkü 11 Eylül süreciyle Bush, Amerikan Ordusu’na United Defense Industries (UDI) tarafından geliştirilen 12 milyar dolarlık “Crusader/Haçlı Seferi” adlı gelişmiş topların üretmesi için gerekli talimatı vermişti. (1)

Psikinalizin terminolojisini kullanırsak, Bush sürç–i lisan yoluyla bilinç–altındaki saldırganlık dürtülerini deşifre etmişti. Buna şaşmamak gerek. Çünkü Bush’un dinsel öğütçüsü olan Falwell de İslam’a karşı Haçlı seferi çağrısında bulunmaktadır. Dinlerarası diyaloğu sahiden diyalog sananlara ithaf olunur.

Bush’un dinsel öğütçüsü Falwell’in İslam hakkındaki hezeyanları

Şimdi Falwell’in paranoid hezeyanlarını Dinlerarası diyalog oyunun aktörlerinden olan Zaman’dan aktaralım: “Amerika’da yaklaşık 15 milyon mensubu bulunan Güneyli Baptist Kilisesi’nin önde gelen liderlerinden Papaz Jerry Falwell’in, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sas)’e ‘terörist’ yakıştırmasında bulunmasının yankıları sürüyor.

Papaz Falwell’in Başkan George W. Bush’a siyasi yakınlığı Beyaz Saray’ın da başını ağrıtıyor. Washington Post gazetesi, Bush’u, Falwell ve benzeri ‘İslam karşıtları’yla siyasi ittifak içinde olmakla ve bu tür beyanlarına şimdiye kadar sesini çıkarmamakla suçladı.

Papaz Jerry Falwell, Amerikan CBS televizyonunun yüksek reytingli programı 60 Dakika’da pazar gecesi konuşurken Peygamberimiz hakkında ‘vahşi bir insan’, ‘savaş adamı’, ‘terörist’ gibi ifadeler de kullandı. Falwell, ‘Bana göre Muhammed bir terörist idi. Onun vahşi bir adam, bir savaş adamı olduğuna kanaat getirecek derecede Müslüman ya da Müslüman olmayan kaynakları okudum. Kanaatimce İsa ve Musa, birer sevgi timsalidir. Muhammed’in ise tam tersi bir örnek teşkil ettiğini düşünüyorum.’ demişti. (*)

Falwell’in izinde İslam’ı karalayan Amerikalı Protestanlar

Falwell’in bu sözlerine, Amerika’da ... iktidardaki muhafazakar–sağcı Cumhuriyetçi Parti’ye yakınlığıyla bilinen Ann Coultier gibi aşırı sağcı bazı aydınlar da açıktan destek veriyor.

Washington Post gazetesi, pazar günü yayınladığı editörün notunda, fundamentalist Protestan gruplarla yakın siyasi ilişkisi bulunan Başkan George W. Bush’u, Falwell ve onun gibilerin İslam aleyhine şimdiye kadar söylediklerine karşı ‘suskun’ kalmakla suçladı. Mutedil sol eğilimli bir gazete olan Washington Post, ‘dindar sağcıların’ kilit liderleri arasında saydığı Falwell, Franklin Graham, Pat Robertson gibi kimseleri ‘Başkan Bush’un en yakın siyasi müttefikleri’ olarak tanımlarken, şu ifadeleri kullandı: “Bunların dini saplantısının ve İslam karşıtı demagojisinin zehirli karışımı karşısında Sayın Bush kulakları sağır edici bir sessizlik içindedir.”

Bush’un manevi önderi olarak kabul ettiği ünlü Protestan vaiz Billy Graham’ın oğlu Papaz Franklin Graham ise, İslam’ı ‘çok şerir ve günahkar bir din’ olarak ilan etmişti. Güneyli Baptistlerin bu seneki kongresinde cemaatin eski başkanlarından Jerry Vines, Hz. Muhammed’e ‘çocuk istismarcısı’ hakaretinde bulunmuş ve Franklin Graham de bunu tasdik etmişti.

Fundamentalist Protestanların siyasi örgütü Hıristiyan Koalisyonu’nun kurucusu Pat Robertson da Peygamberimiz için ‘gözü dönmüş bir fanatik’, ‘soyguncu’, ‘haydut’, ‘katil’ gibi sıfatlar kullanmıştı.

Ancak, 11 Eylül’den sonra ABD’nin başlattığı savaşın İslam’a karşı olmadığını ispat amacıyla ‘İslam barış dinidir.’ diyen Başkan Bush’un ağzından bu beyanları kınayan bir açıklama çıkmamıştı.

Bu sözleri söyleyenlerin ‘kendi dillerini konuşan’ Başkan Bush’a ‘yakınlık duyan’ bir hareketin liderleri olduğunu kaydeden Washington Post’ta şöyle denildi: ‘Bu nedenle Başkan’a düşen, bunların büyük yalanlarına karşı sessizliğini bozmak ve onların söylemi ile kendi hoşgörü uygulamalarının arasına mesafe koymaktır. Bunların yaptıklarını görmezden gelmek, Falwell’lerin, Robertson’ların ve Graham’ların kendi çarpık öğretilerini ABD’nin başkanı üzerinden meşrulaştırmalarına göz yummak demektir. Başkan eğer onların sözlerini benimsemiyorsa, bunu ifade etmelidir.’ Falwell’in değişik yerlerdeki beyanlarına göre yönetimdeki diğer gözdelerinin başında Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve koyu Protestan Adalet Bakanı John Ashcroft geliyor. Bilindiği gibi Ashcroft, 11 Eylül’den sonra Amerika’da terörle mücadeleyi yürütürken Müslümanların sivil hak ve özgürlüklerine yeterince özen göstermemekle suçlanıyor.”

Hıristiyan dünya krallığının kurulması için İsrail’in muzaffer olması gerekiyormuş

Peki ama bütün bunların uluslararası politika ile ne ilgisi var diyeceksiniz? Bunun için haberin devamını okuyalım: “Jerry Falwell, mensubu olduğu Güneyli Baptistlerin çoğu gibi, ABD’nin Irak’a ve İsrail’in Filistin’e askeri operasyonlarını destekliyor. Güneyli Baptistlerin İncil yorumuna göre Hz. İsa’nın yeniden gelip dünyada krallığını kurması için İsrail’in Ortadoğu’ya hakim olması gerekiyor.

Papaz Falwell, Bush bu sene başlarında İsrail’den Filistin’deki askerlerini çekme çağrısında bulunduğunda bir protesto kampanyası düzenlemiş ve Beyaz Saray’a 100 bin e–mailin gitmesine vesile olmuştu.

Falwell, Hıristiyan Koalisyonu’nca düzenlenecek ‘İsrail ile Hıristiyan Dayanışması’ mitingine katılmak üzere bu cuma Washington’a gidecek. Mitingde konuşacaklar arasında Cumhuriyetçi Parti’nin aşırı sağcı kanadına yakın Kongre üyelerinden Tom De Lay ve senatör Jesse Helms de bulunuyor. Falwell ve arkadaşları, Bush yönetimini üzerindeki yoğun tesirlerini açığa vurmaktan çekinmiyor...”(2)

Çağdaş ve laik görünümlü Amerika’da gerçekte gizli bir devleti değil de ne o zaman?

Bush’un, Falwell’den aldığı gazla İsrail’le birlikte Ortadoğu’yu kana bulayacağı muhakkaktır.

Barzani ailesi, “Kürt Yahudisi”dir

Ve bizi ilgilendiren çok önemli bir not: İsrail kendi geleceğini garantilemek için Ortadoğu’da Uydu bir Kürt Devleti istemektedir. Bunun için de önce Irak ardından Suriye, İran ve Türkiye parçalanacaktır. Aşiret reisi Mesut Barzani sanır mısınız ki kendi aklıyla “Kuzey Irak, Osmanlı’ya olduğu gibi Türk Ordusu’na da mezar olur” desin.

İlginç bir tesadüf ya (!?) Barzani’nin soyunu yukarıya doğru izlediğimizde sülalede karşımıza “hahamlar” (Yahudi din adamları) çıkmakta. Meğer Barzani ailesi, “Kürt Yahudisi” imiş.(3)

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...