6 Şubat 2012 Pazartesi

“Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeye özenmeyiniz.”


“Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeye özenmeyiniz.”
 Gayr-ı Müslimlere benzemek ve onlarca kutsal sayılan gün ve vakitlerde onlar gibi hareket etmek dinimizce bid’at (Küfür Olan Bid’at) kabul edilir.

Nitekim cahil Müslümanlardan birçoğu Hıristiyanların en büyük bayramı olan Paskalya’da ve Noel (yılbaşı)de ateş yakmak, kadayıf ve mum gibi şeyler hazırlamak suretiyle Hıristiyanlara katılır, yaptıklarını yapmaya özenirler.

Paskalya töreninde yumurta boyamak, çörek yapmak, tütsü satın almak, bebek, kadın ve çocukların kına yakınması, yeni giysiler satın alınması ve buna benzer Hıristiyanların kendilerince kutsal addedilen günlerde yapılan diğer şeyler.
Gayr-ı Müslimlerin kutsal addettiği gün ve bayramların adedi pek çoktur.
Bunları araştırmak ve tanımaya çalışmak müslümana vazife değildir.
Onlar tarafından hürmet gösterilmesi sebebiyle yaptıklarından her hangi birini veya böyle günlerden bir günü veya bir yeri tanıması ona kafidir.
Çünkü bunların İslam dininde yeri yoktur.


Böyle günlerde Allah’a ve Resulüne inanan kimsenin alması gereken tavır İslamın tasvip etmediği herhangi bir davranışta bulunmaması, aksine normal günlerden biriymiş gibi değerlendirmesidir.
Çoğu insanlar tarafından Hz. İsa (a.s.)ın doğum günü zannıyla yılbaşına yakın günlerde yapılan ateş yakmak (hususi) yemekler hazırlamak, mum satın almak v.b. şeyler…
İşte böyle günlerde (bu günler için) yapılanların tamamı dinen nahoş kabul edilmiş adetlerdendir.
Zira bu nevi doğum zamanlarının bir eğlence vakti olarak tayin edilmesi Hıristiyanların geleneği, onların ibadetidir.
Böylesi hareketlerin İslam dininde bir yeri olmadığı gibi, selef devrinde yaşanmış milat’la ilgili bir olaya da tesadüf edilememiştir.
Bunun kaynağı Hıristiyanlara dayanır.

İsa (a.s.)nın doğumunu (noel) kutlamak maksadıyla ortaya konan, söz konusu bu hareketlerin adet haline gelmesindeki tabii sebeplerin kalkışı da dikkate alınması gereken bir husustur.
Mesela milad’ın tesadüf ettiği kış mevsiminin, esasen ateş yakmaya uygun bir zaman olduğu düşünülürse, ateş yakma işleminin gelenek haline gelmesindeki tabiî sebep ortaya çıkmış olur.
Diğer yandan Hıristiyanlar inanırlar ki Yahya (a.s.). İsa (a.s.)yı doğumundan bir müddet sonra vaftiz suyunda vaftiz etmiştir.
Bundan dolayı onlar, yani Hıristiyanlar bu vakitte vaftiz olunurlar ve bunu vaftiz töreni diye isimlendirirler.

Müslüman cahillerden birçoğu bu vakitte çocuklarını hamama sokarak bunun çocuğa faydalı olacağını sanırlar. Halbuki bu tür davranışlar haram kılınmış, en çirkin münkerattan olup, Hıristiyanlara has adetlerdir.
Allah teala mevzu ile ilgili olarak Resulüne şöyle hitap buyurur:
“Sonra seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık.
Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.
Çünkü onlar Allah’a karşı sana hiç bir fayda veremezler.
Doğrusu zalimler birbirlerinin dostlarıdır.
Allah da takva sahiplerinin dostudur.” (1)

Bilmeyenlerin, hakiki ilimden yoksun kalmış olanların arzu ve istekleri boş şeylerden ibarettir.
Nefsinin heva ve heveslerine uyduğu yerde alimin cahile tabi olması, onun yaptığını yapması doğru olmaz.

Allah c.c. yine Peygamberine hitaben şunları buyurur:
“Sana gelen ilimden sonra bilfarz onların arzularına uyacak olursan, an dolsun ki, Allah’dan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.” (2)
Bu ayetle Peygambere bu şekilde hitap edilirse, ya peki cahillerin peşinden yürüyenlerin, kâfirlerin izinden gidenlerin, Allah ve Resulünün müsaade buyurmadığı konularda küffarın yaptığını yapanların, kendilerinin bile üzerinde çekişme içerisinde oldukları dinleri ve dindaşlarıyla ilgili hususlarda onlara tabi olanların halleri nice olur.
Manevi ilimlerden nasipsiz kalmış bir çok müslümanın kafirlere ait gün ve bayramlardaki onlara benzeme gayretlerine günümüzde -üzülerek- şahit olmaktayız. Oysa Nebi (s.a.) efendimizin mevzu ile ilgili birçok açıklama ve tavsiyeleri mevcuttur.
O (s.a.) bir had işlemde şöyle buyururlar:
“Kıyamet günü insanların azab bakımından en şiddetlisi, Allah’ın kendisini ilmiyle faydalandırmadığı alimdir.” (3)
Onlarla aynı gayeyi, aynı amacı paylaşmasa bile müslümanın onlara benzemesi özenmesi İbn Ömer’in Rasûlullah (s.a.)dan naklettiği delille haramdır.
“Kim bir kavme (topluluğa) benzemeye çalışırsa o, onlardandır.” (4)
Amr b. Şuaybin babasından, onun da dedesinden yaptığı rivayete göre Rasulullah (s.a.) efendimiz.
“Bizden başkasına benzemeye çalışan, bizden değildir” (5) buyururlar.
Dolayısıyla Yahudi ve Hıristiyanlar bizden olmadıklarına göre onlara benzemeye özenmemeliyiz.
Ebu Hüreyre’nin naklettiği bir hadiste Peygamber (s.a.) şu şekilde buyurur:
“Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeye özenmeyiniz.” (6)
Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği başka bir hadiste de Nebi (s.a.) şöyle buyurmuşlardır:
“Ağarmış saçı (boyamak suretiyle rengini) değiştirin ve Yahudilere benzemeyin!” (7)
Buhari ve Müslimin İbn Ömer’den ortaklaşa naklettikleri bir hadiste ise Peygamber (s.a.) şunları buyurur:
“Müşriklere muhalefet ediniz. Bıyıkları kazıyınız, sakalları koyuveriniz.” (8)
Görüldüğü gibi Peygamber (s.a.) mutlak olarak müşriklere benzememeyi, onlara muhalefeti emretmektedir.
Ömer b. el-Hattab bu meydanda müminlere şöyle tavsiyede bulunur:
“Müşriklerle sıkı ilişkiler içersine girmekten ve kiliselerindeyken yanlarına gitmekten sakının.”
Rivayetlere göre Hz. Ömer müslüman beldelerinde törenlerini açıktan yapmamalarını onlara şart koşmuştur.
Müşriklere tören ve geleneklerini (başkalarını etkileyecek şekilde) açıktan icra etmeleri yasaklanmışken müslüman nasıl olur da onların yaptıklarını yapar?
Diğer taraftan Müslümanların onlara benzeme gayretleri, tören ve bayramların açıktan yapılması konusundaki onların arzu ve cesaretlerini arttırmıştır.
Halbuki müşriklerin söz konusu törenlerini alenen yürütmekten men edilişlerindeki sebep, bunların bozulmaya yol açabileceği, yani müslümanlar üzerinde kötü tesir bırakabileceği endişesinden kaynaklanmıştır.
Çünkü bu tip adet ve gelenekler ya bir masiyet ya da bir küfrün sembolü mesabesindedir.
Müslümansa bu hareketlerin tamamından men edilmiştir.

Ömer b. el-Hattab şunları söyler:
“Dinleriyle ilgili konularda Allah düşmanlarından uzak durun.
Zira Allah’ın gazabı onların üzerine iner.”

Kutsal günlerinde (onların yaptıklarını yaparak) onlara refakat etmek gazabullaha sebep olur.
Çünkü böylesi adet ve hareketler ya onlarca sonradan icad edilmiş (uydurulmuş) ya da işlerliği kaldırılmış (mensuh) hükümlerden ibarettir.
Hakiki ilimse bunların hiç birini benimsemez.
Nitekim onlarca kutsal gün ve zamanlarındaki yaptıklarını yaparak onlara benzemek helal değildir. Diğer yandan böyle konularda onlara benzeyen müslüman yardım ve tasvip görmez, bilakis ondan nehyedilir.

Nitekim suyunu sıkarak şarap yapan kimseye üzüm satmak helal olmaz.
Törenler için davet alan kimse davete icabet etmez.
Adet olmadığı halde böyle günlerde hediye veren müslümanın, bu çeşit davranışında kafirlere benzeme söz konusu olduğu için hediyesi kabul edilmez.

Bilinmelidir ki küffara benzememe konusunda hassasiyet göstermek Allah’ın bir emridir.
Zira küfür demek kalbin hasta düşmesi demektir.
Belki daha da kötüdür. Kalp sıhhatini yitirdiği zaman, hiç bir organ huzur bulmaz.
Her şeyin sıhhat ve dirliği ancak o şey için kalp vazifesi gören unsurun sıhhat ve salahıyla mümkün olur.

Kâfirin bütün işleri ya bozuktur (hakikatten uzak) ya da noksandır.
Rabbimizin hoşnut ve razı olduğu nimetlerin en yücesi, her hayrın esası, özü olan İslam nimetine karşı Allah’a hamdü senalar olsun.
Durum böyle iken, dinimize göre hükmü yürürlükten kaldırılmış (mensuh) olan hususlarda onlarla beraber olmak (ayrı düşünüp aynı hareket etmek) hemen ifade etmek gerekir ki çok çirkin bir şeydir. Bundan da çirkin olanı ibadet ve adet nevinden uydurdukları asılsız şeylerdir.

Müslümanların dinde olmayan bir şeyi ortaya çıkarmaları mutlak bir çirkinlik olarak değerlendirilirken, Allah ve Resulünün emretmediği bilakis küffarın kafalarından uydurduğu konularda onlarla beraber olmak, onlara muvafakat etmek…
Bu akılların almayacağı, zihinlerin kabullenemeyeceği en büyük çirkinlik ve kötülüklerdendir. Müslümanın ibadet ve adet adına onlara benzeterek yaptığı her şey bidattir ve münkerattandır.
Allah Teala hazretleri onların bayram ve törenlerine iştirak etmeyen ve bu günlerde yaptıklarını yapmayanları şu kelamıyla methetmiş ve övmüştür.
“Onlar ki, yalana şahitlik etmezler…” (9)
İslam alimlerinden Mücahit, ed-Dahhak ve er-Rebi b. Enes ayette geçen “ezzür yalan” kelimesinden murad, müşriklerin kendilerince kutsal addettikleri gün ve bayramlar törenlerdir, derler.
İbn Şirin de “zür” den kastedilen şeyin Paskalya’dan önceki pazar günü (Hıristiyan bayramı) olduğunu söyler.
Konuyla ilgili olarak Rasulullah (s.a.)ın daha önce geçen şu iki hadisini tekrar edelim.
“Müşriklere muhalefet ediniz.” “Kim bir kavme benzerse, onlardan olur.”
Bilinmelidir ki selef-i sabıkin (salihin) devrinde Müslümanlardan bu tür rezaletlerden herhangi birini yapan veya bunlar gibi hareket eden kimse olmamıştır.
Zaten hakiki mümin selef-i salihinin yoluna sülük eden, Peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed (s.a.)in izinden yürüyen, nebilerden, siddiklardan şehidlerden, Salihlerden Allah’ın kendilerine in’amda bulunduğu kimselere uyan kişidir.
İhsan ve keremiyle Allah bizi o müminlerden kılsın. Zira O, cömerttir, kerem sahibidir.

Kişi kafirlere benzeme konusunda hataya düşen cahillerin çokluğuna, gafil alimlere ve hareketlerine bakıp aldanmasın.
Büyük Alim el-Fudayl b. lyaz (r.a.) şunları söylemiş:
“Yolcuları az da olsa sen hak yoldan ayrılma.
Rağbet edeni çok da olsa kötü yola sapma.”
Ya Rab sen cömertsin ve kerem sahibisin. İhsanın ve kereminle bizleri hidayete ermiş ve salih kullarının yoluna girmiş kimselerden kıl.
Bizleri helak olmuş, küffarın yoluna dalmış kullarından eyleme.
Hristyanların incili ile MİSYONERLERİN İNCİLİ arasındaki FARKLAR

Elimde ingilizce bir incil var ve soyle bir ayet gordum: Luke;14-26 If any one comes to me and does not hate his own father and mother and wife and children and brothers and sisters,yes,and even his own life,he cannot be my disciple.

Bunun Turkce karsiligi aynen soyledir: "Sayet bana gelen biri babasından,ve anasından ve karısından ve çocuklarından ve erkek kardeşlerinden ve kız kardeslerinden, evet,ve hatta kendi hayatından nefret etmiyorsa benim ögrencim olamaz.

" Peki misyonerlerin hazırladıgı turkce incillerde nicin bu: "isa dönüp onlara söyle dedi: «Biri bana gelip de babasını, annesını, karısını, çocuklarını, kardeslerini, hatta kendi canını bile gözden çıkarmazsa benim ögrencim olamaz. " seklinde tercume edilmis? Bu incilleri hazırlayan misyonerler Turkce mi bilmiyorlar, ingilizce mi bilmiyorlar yoksa bazı seyleri saptırmaya mı calısıyorlar?!?!



34-) 1 Corinthians:14-[34] the women should keep silence in the churches. For they are not permitted to speak, but should be subordinate, as even the law says.
Bu da bir baska ayetti. Ingilizcesinde kadınlar itaat altına alınmalıdır diyor ama misyonerlerin Turkler icin hazirladigi ozel tercumelerde "bayanlar sessizligini korumalıdır" yaziyor. Gerci kadınlar sessizligini korumalıdır hukmu ingilizce metinde de geciyor ama kadınların itaat alınması kısmı tercumelerde atlanmıs. Bu bir tesadur mudur yoksa unutkanlık mıdır?

35-) Numbers:5-[31] The man shall be free from iniquity, but the woman shall bear her iniquity." Bu ayette soylenen sey "Kocası herhangi bir suçtan suçsuz sayılacak, kadınsa suçunun cezasını çekecek." Incil boyle bir ayet tasırken Islam`daki kadın haklarına nasıl dil uzatabiliyorsunuz?

36-) Job:25-[4] How then can man be righteous before God? How can he who is born of woman be clean? Bunun Turkcesi aynen soyle "kadından dogan biri nasil temiz olabilir" Burada tanrı insanlıgı asagılıyor ama daha cok kadınları asagılıyor. Islam`da ise Cennet Analarin Ayagı Altındadır gibi yaklasımlarla kadın yuceltilir. Yukarida yazan ayeti misyonerlik faaliyetleri sırasında okuyor musunuz?
37-) Deuteronomy:23-[2] "No bastard shall enter the assembly of the LORD; even to the tenth generation none of his descendants shall enter the assembly of the LORD. Bu ayetin Turkce tercumesi "hicbir pic tanrının topluluğuna girmeyecek.Soyundan gelenler de 10. kusaga kadar Rabbin topluluguna giremeyecek" (Ne yapalim sizin iki yuzlu tercumelerinize guvenmedigimiz icin kendi tercumemizi kendimiz yapiyoruz) Burada bastard kelimesi kullanilmis bastard`in sozlukteki karsiligi pic kelimesidir. Burada hacli kardeslerimize birden fazla soru yoneltecegim. A-) Ilahi bir kitapta nasil boyle bir soz gecer. B-) Eger birinin anne-babasi zina etmis ise dogan cocugun ne sucu var. Dogan cocuk niye cehenneme gidiyor? Sizin tanrinizin hosgorusu bu kadar mi? C-) Bu ayeti turkce incillerde nicin dogru tercume etmiyorsunuz?
38-) Psalm;78-(65) Then the Lord awoke as from sleep, like a strong man shouting because of wine. Bu da bir baska ayet. Turkcesi "saraptan dolayı uykusundan guclu bir adam gibi bagırarak uyanan rab" Simdi buradaki tanrı sarhos mu, sarapla ilgisi ne? Tanrı ne zaman uyumus da simdi uyanıyor?
39-) Job;9-[6] who shakes the earth out of its place,and its pillars tremble; Turkce tercumesi: " Dünyayı yerinden oynatır, Direklerini titretir. " Incil`deki bilim de bu kadar olur zaten. Hiristiyanlara bir soru daha: Siz dunyanın direkler uzerinde durduguna mı inanıyorsunuz, yoksa incil`i inkar mı ediyorsunuz?
Kur’an-ı kerimde, Ehli kitabın kafir olduğunu bildiren ayet-i kerimelerden bazıları şöyledir:

Kur’an-ı kerimde, Ehli kitabın kafir olduğunu bildiren ayet-i kerimelerden bazıları şöyledir:
(İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı. O Allahı tanıyan doğru bir Müslüman idi.) [A. İmran 67]
[Her peygamber gibi Hz. İbrahim de Müslüman idi. Ehli kitap hak olsa idi, böyle denmezdi.]
(“Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız” diyenlere de ki: “Aksine biz, hanif [doğru olan] İbrahim’in dinine uyarız.”) [Bakara 135]
[Ehli kitap hak olsa idi, sözleri red edilmezdi. Hz. İbrahim’in dini olan İslam’a uyan kurtulur.]
([Ehl-i kitap] “Yahudi ve Hıristiyanlar hariç hiç kimse Cennete girmeyecek” dediler. Bu, onların kuruntusudur. De ki: “Doğru söylüyorsanız delilinizi getirin.” Hayır onların dedikleri gibi değildir.)
[Bakara 111, 112] [Şu halde Ehli kitabın iddiaları kuruntudur, gerçek değildir.]
(Yahudiler, Üzeyr’e, Hıristiyanlar da İsa’ya Allah'ın oğlu dediler.
Daha önceki kafirlerin sözlerini taklit ettiler.
Allah onları kahretsin.) [Tevbe 30] [Ehl-i kitap kafir olduğu için lanetlendi.]
(Ehli kitap [İslam’a] iman edip, [kötülüklerden] sakınsalardı, kötülüklerini örter ve onları nimetleri bol cennete sokardık.) [Maide 65] [Ehli kitap hak olsa idi, imana davet edilmezdi.]
(Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar, [İslam düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan [kafir] olur. Allah, [kafirleri dost edinip kendine] zulmedenlere hidayet etmez.) [Maide 51] [Ehli kitap hak olsa, onlara dost olana kafir denmezdi.]
(Sen, onların dinine uymadıkça, Hıristiyanlar ve Yahudiler senden hoşnut olmazlar. De ki “Doğru yol, ancak Allahın yoludur.”) [Bakara 120] [Yani, Ehli kitabın bozuk dinine girmedikçe, hoşnut olmazlar. Kiliseye gitmekle, Papazın elini öpmekle de hoşnut olmazlar.]
(İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduğunu söyleyenlere de ki: Siz mi iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allahın bildirdiğini gizleyenden daha zalim kim olur.) [Bakara 140]
[Her peygamber Müslüman idi, Ehli kitap ise batıldır.]
[Ehl-i kitaba] de ki: (Eğer Allahı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.) [A. İmran 31]
[Yani Ehli kitap, Resulullaha iman etmedikçe, Allah onları sevmez.]

(De ki: “Ey Ehli kitap, gelin aramızda şu müşterek söze uyalım: “Ancak Allaha kulluk edelim, Ona şirk koşmayalım, Allahı bırakıp insanları Rabler edinmeyelim” Yine de, yüz çevirirlerse, “Şahit olun ki, biz Müslümanız” deyin!) [A. İmran 64] [Ehli kitap kafir olduğu için, onlara biz Müslümanız deyin buyuruluyor.]
([Senden önce peygamberlere] iman edenler, Yahudi, Hıristiyan ve sabiinlerden Allaha ve ahirete inanıp salih amel işleyenler için elbette Rablerinin katında mükafatlar vardır.) [Bakara 62]
[Hz. Musa zamanında, ona inanan Yahudiler ve Hz. İsa zamanında ona inanan Hıristiyanlar, elbette cennete gidecektir. Çünkü, bütün peygamberler gibi Hz. Musa da, Hz. İsa da Müslüman idi.]
İki hadis-i şerif meali de şöyledir: (Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan elbette cehenneme girecektir.) [Hakim] , (Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]
Bu vesikalara rağmen, (Muhammedün Resulullah demeye lüzum yok) diyenler çıkarsa, bunların cahil değil, sinsi birer misyoner olduklarında şüphe kalmaz.

Bu konuyu paylaş::asiye utku::
Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.
17 Aralık 2010 Cuma, 01:27 tarihinde {Gel, ne olursan ol yine gel} tarafından eklendi
Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor. Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kıskaç içine alınılmaya çalışılıyor. Türk insanı ve Türkiye için büyük tehlike arz edenlerden biri de Yehova Şahitleri.
Özellikle Türkçe bilen misyonerlerini kullanan bu saçma sapan tarikat periyodik olarak, bıkmadan usanmadan evlerin kapılarını çalıyor ve misyonlarını tanıtmaya çalışıyorlar. Her dilde basılmış olan broşür ve kitaplarını hediye ediyorlar, ibadethane olarak gördükleri kiliselerindeki ayinlerine davet ediyorlar.

“Hıristiyanlık ve Yahudilik”, “Yehova Şahitleri” adı altında faaliyet göstermektedirler. Kendilerini Hz. İsa’ya nispet edilen İncil’in telkin ettiği saf Hıristiyanlığın müdafii olarak takdim eden ve çeşitli kombinezonlarla gençleri, bilhassa din yönünden aydınlatılmamış nesilleri kandırma yollarını arayarak, Yahudi zihniyetine hizmet ettirme gayesini güden bu mezhep, Yahudi teşkilatından başka bir şey değildir… En geniş faaliyet sahalarından bir tanesi de Türkiye’dir.
* * *
Yehova Şahitleri’nin insanları etkilemek ve hedeflerine ulaşmak için başvurdukları psikolojik usulleri ve telkin metotlarını okuduğunuzda durumun vahametini daha da iyi anlayacaksınız:
1 — Dünyadan ve insanlıktan ümitsizliğe uğratmak, savaş, yer sarsıntısı, sel baskını, kıtlık, hastalık, hatta hava kirlenmesi üzerinde durarak, insanın bunlarla cezalandırıldığı veya insanın bunları düzenleyemeyeceği telkinini yapmak, kendileri dışında mevcut dinleri, manevî idealleri, partileri, hukukî nizamı kötüleyerek, manevî bir buhran, zihnî bir bezginlik, ümitsizlik telkin etmek.
2 — Korku içinde bırakmak. Yakında ölüneceği, Yehova Şahidi olmayanlar için ise kıyamet ve felaket geleceği-
3 — Biricik kurtuluş ümidinin ve gerçek yönün kendilerinde olduğunu telkin.
4 — Avlanan insanları grup, kitle psikolojisinden faydalanmak üzere, kızlı, kadınlı dinî toplantılara götürüp, konuşmaların, tanışmaların manevî havasından faydalanmak.
5 — Devamlı, sürekli konuşma, telkin. Ses tonunu değiştirme (sesi alçaltıp, yükseltme), birkaç dakika birisinin konuşması, sonra diğerinin devam etmesi.
6 — Devamlı, sürekli okutma, aynı inançla ilgili yeni yayınların arkasını kesmeden vermek ve onları okutmaya çalışma. Böylece hem sözlü, hem okumalı telkine tâbi tutma.
7 — Hıristiyanlık kutsal kitabını mantıkî tahlil ve muhakeme. Ondaki tutmazlık ve çelişmeleri göstermeden, çok zaman teviller ve onun pürüzlerinden sapmalarla işi değiştirme ve diğer dinleri ciddi bir inceleme okuma ve mukayese etme faaliyeti, emeği olmadan tek taraflı bir ezbercilik faaliyetine sevk etme.
8 — Dünya çapında bir kuvvete ve çokluğa, örgüte dayanma ve mensubiyetle övünme, güvenme, kendine önem verme, verdirme ve bu gibi durumlar.
9 — Aktif, aksiyoner veya eylemci bir hale, bir robot haline gelme ve getirilme, vaiz öncü yapılma.
10 — Yabancı memleketlere seyahat ve temas imkânları, kongrelerin, toplantıların havasından telkin altında kalış.
11 — Yehova Şahidi kadınlarla evlendirme metodu veya kadınları Yehova Şahidi erkeklerle evlendirme usulü.
12 — İş ve menfaat sağlama, aylık alma vesaire imkânlarla kendilerine çekme.
13 — Bir çevre temini veya tesisi, yeni dostluklar, arkadaşlar edinme psikolojisi.
14 — Maddî, cinsî menfaat, bu türlü arkadaşlıklar kurma ve örgüte girme suretiyle zevk temin etmek.
15 — Bilhassa Türkiye’de İslâmî bilgisi olmayan, imanı, inancı zayıf, geniş tahsili bulunmayan insanlar üzerinde çalışma, onlara ciddi ve gerçekmiş gibi, hayatlarında roman ve hikâyeden, gazete ve resimli romanlardan başka bir şey okumamış olanlara önem vererek kendi telkinlerini, verdikleri kitapları, dergileri hazmettirme. Onları hipnotize edilmiş bir hale getirme.
* * *

Yehova Şahitlerinin vaizleri, öncüleri ve daha ileri mevkideki adamları bu konuşma ve tartışmalarda sakin kalmak, sinirlenmemek, kızmamak gibi alışkanlıklarla yetiştirilirler. Görüştükleri kimse onları kovsa bile, kavgaya mahal vermeden uzaklaşmak hususunda emir aldıkları için ses çıkarmazlar ve kendilerini istemeyenlere “keçiler” diyerek, onları inatçılıkla (içlerinde ve kendi aralarında) küçümserler.
Yehova Şahidi örgütünün propagandacıları, kendisinden kitap ve dergi almak isteyenlere hatta bunları, kendilerini incelemek için olsa bile aldırış etmezler, yeter ki kendileriyle konuşulsun ve yayınlarından alınsın. Onlar er-geç kendi telkin kabiliyetlerine ve bu telkin metodunun başarı kazanacağına inanırlar.
Yehova Şahitleri’nin öncüleri, müjdecileri ve vaazla, daha doğrusu propaganda ile görevlileri çok metotlu, planlı çalışmaktadırlar.
Ellerinde geniş bölge haritaları ve vaazda, telkinde bulunacakları kimselerin adları yazılı liste vardır. O günkü konuşmanın planını hazırlamak ilk işleridir. Bunu ufak bir pusula üzerinde yaparlar. Vaaz verirken arada bir durup karşıdaki şahsı inceler, bazen ona konuşma, soru sorma fırsatı vererek yine kendi bildikleri konuya dönerek vaaza devam ederler.

Kıyafetleri, giyimleri, temiz ve tertiplidir. Bununla da karşıdakine tesire çalışırlar. Vaazlarını denetleyen müfettişlerin veya bir üst dereceli dernek mensuplarının ellerinde matbu veya teksir makinesinde yazılmış veya daktilo makinesiyle düzenlenmiş, öğrenci karnesi gibi kağıtlara konuşma, telkin ve diğer hususlarda iyi, orta gibi notlar verirler. Kurnaz, işini bilir bir propagandacı olarak adamlarını yetiştirmeye çalışırlar. Bilhassa genç kız ve kadınların yardımından faydalanırlar. Umumiyetle bir kadın ve bir erkek veya iki kadın birlikte giderek propaganda yaparlar, tekrar görüşmek için – umumiyetle bir hafta sonra- söz almaya çalışırlar.
Yehova Şahitleri’nin kurucusu Charles Taze Russel’in (1852-1916) ahlakî karakteri: Maria Francis, 1879′da evlendiği Russel’i kendini beğenmişlik, bencillik ve kadınlara düşkünlük, ahlâksızlık iddiasıyla mahkemeye verdi ve Russel, mahkeme önünde evlatlık kızı Roz Boll ile olan cinsî münasebetlerini alenen itiraf etti. Russel mahkûm oldu. Fakat mahkeme kararına uymayarak karısına nafaka ödemediğinden, tekrar muhakeme edilerek aleyhte bir hüküm giydi.
Russel ahlâksız olduğu kadar büyük bir yalancıydı. Kendisini etrafındakilere, “Çok saygı değer çoban” olarak tanıttığını gören Protestan Baptist kilisesi üyesi, söylevci C. Ross, Russel’in sahte bir çoban olduğunu ileri sürerek, “Some facts about the selfstyled Pastor Charles T. Russel”, “Kendisine vaiz süsü vermek isteyen Russel hakkında bazı gerçekler” adlı broşürünü yayınladı. Russel buna karşı çıkarak, C. Ross’u mahkemeye verdi. Mahkemede avukatın bir sorusuna karşılık Russel, Yunanca bildiğini ileri sürerek yemin edince, avukat kendisine Yunanca bir İncil uzatarak okumasını söyledi, fakat okuyamayınca mahkemece “yalan yere yemin eden biri” olarak ilan edildi. Daha sonra, kendisinin başka din adamları tarafından takdis edilmiş, “çok saygı değer çoban” olduğunu söyleyince ispatı istenmiş, zor durumda kaldığından, kendisinin hiçbir din adamı tarafından takdis edilmemiş olduğunu itiraf etmeye mecbur olmuş, böylece mahkeme onun bir “yalancı” olduğuna dair hüküm vermiştir.”


Russel, yine satışa çıkardığı bir buğdayın az miktarının bile çok fazla ürün vereceğini, bu buğdayın mucizeli olduğunu ilan etti. Buğdayın içindeki büyük mucizeye inanan safdil, bilgisiz kimseler bunun bir avucunu 60 dolara satın alarak ektiler. Fakat doğru dürüst bir mahsul alınmayınca dolandırıldığını anlayan halk tarafından mahkemeye verildi Mucizevî olduğu reklam edilen buğdayın diğer buğdaydan hiç bir farkı olmadığını mahkeme huzurunda itiraf etti ve tekrar mahkûm oldu.
Yine Çin ve Japonya’ya yaptığı seyahat sonunda oralarda ilk misyoner teşkilatını kurduğunu söylediğinden, kiliseler ve diğer ilgililer tarafından tekrar mahkemeye verildi. “Yalan yere propaganda eden” bir kişi olarak bu davada tescili yapıldı.
31 Ekim 1916′da ölen Russel daima kullandığı, “Şimdi yaşayan milyonlarca kişi hiçbir zaman ölümü görmeyecektir” sloganına rağmen, ölümü görmüş ve cehennemin gayyasına yuvarlanmış gitmiştir.
Şimdi Hıristiyanların amentüsüne bir göz atalım: Müslümanların amentüsünün Hz. Peygamber tarafından öğretilmesine rağmen, Hıristiyanların amentüsü Hz. İsa tarafından değil, çok daha sonra gelen Hıristiyan din alimleri tarafından meydana getirilmiştir. Nasıl olur da bir dinin amentüsünü peygamber değil de, insanlar hazırlayabilir? Peygamber İsa niçin hazırlamamış? Gelelim amentülerine:
1 — Ben, yeri ve göğü yaratan her şeye kadir, baba Tanrıya inanırım. Tanrı için kullanılan “baba” tabiri çok alçaltıcıdır; zira insan cemiyetinde, kötü hatıra bırakan aile babaları vardır. Aynı zamanda baba terimi (sözü) cinsel ilişkileri hatırlatır. Baba da öleceği için ölümü düşündürür; yani Tanrı’nın öleceğini düşündürür. Mirası düşündürür.
2 — Ve efendimiz olan, onun biricik oğlu İsa’ya inanırım. Mecazî ve temsili manada bile olsa, hem eski Ahid ve hem de yeni Ahid’de (Ahid, kitaplarının ismi) İsa’dan başka insanlar için “Tanrı’nın oğlu” tabiri kullanılmıştır. Bu ise “Biricik oğul” tabiri ile tezat halindedir. Luka’ya göre (3/38), Âdem (a.s) Tanrının oğludur. “Seignur” kelimesinden, İsa’nın Tanrı oğlu, yani ulûhiyete iştirak ettiği anlaşılıyor ki bu da Allah’ın birliğine zıt düşmektedir.(268)
3 — Ruhu-1 Kudüs’ten gebe kalınana inanırım. Ruhu-1 Kudüs’ün gösterdiği fonksiyondan, onun Tanrı için bir alet olduğu görünümü çıkıyor. Amil ile alet aynı şey olamaz. Bu ruhu ulûhiyete ortak koşmak, ilahî birliğe ters düşer. Kur’an-ı Kerim (17-85) “ruh” kelimesinin emir manasına geldiğini beyan eder. Allah kendi emriyle, İsa’yı babasız yarattı. Bu durum fevkaladedir. Ve ilahî bir mucizedir. Diğer taraftan, Hz. Âdem’in yaratılışında bir anne de söz konusu değildir. Onun ulûhiyete ortak olmaksızın, fevkalade yaratılışı daha da üstün bir mucize idi.
4 — Ve bakire Meryem’den doğana inanırım. Şayet Tanrı bir bakireden bir çocuk doğurtursa, bu çocuğa değil, bizzat Tanrı’ya tapınılma gereğini ortaya koyar.
5-6 — Onun Pontus Pilatus’tan zulüm gördüğüne inanırım. Doğum, işkence, ölüm ve defnedilmek insanla ilgili özelliklerdir. Tanrı’nın özellikleri değildir. Şayet Hz. İsa’nın, aynı anda ilahî ve insanî olmak üzere iki hüviyete sahip olduğu ve onun insanî hüviyetiyle öldüğü söylenirse, bu dahi anlaşmazlıklara sebep olur.
7 — Cehennemlere indiğine inanırım. Cehennem günahkârların yeridir. Acaba İsa oraya niçin gitti ve bize oradaki acayip olaylar hakkında niçin bilgi verdi? Bir cezadan kurtarmak için mi? Allah suçluları affetmesi için bir masumu (günahsızı) cezalandırmaz. Günahkârları çıkarmak için, Hz. İsa niçin üç gün cehennemde kalsın? Hapishanenin kapısını açmak yeterli idi. Kaldı ki, İsa’nın oradan ayrılışından sonra gelecek günahkârların durumu ne olacaktı?
8 — Üçüncü gün tekrar canlandığına inanırım. Herhangi birşeyi yapmaya muktedir olmadan cehennemlere ölü olarak inişi, hiçbir işe yaramayacaktı.
9 — Göklere çıkıp, kadir olan baba Tanrı’nın sağına oturduğuna inanırım. Bu maddeye göre İsa, Tanrı’nın sağına oturduğu için, o (İsa) Tanrı’dan farklıdır. Zira birisinin, kendi kendisinin sağına oturması mümkün değildir. Şayet İsa, yeryüzünde insan olup, gökte de insan kalırsa o halde ne zaman Tanrı oluyor?
10 — Oradan gelip ölüleri ve dirileri hesaba çekeceğine inanırım. Şüphesiz ölüler, tekrar dirildikten sonra muhakeme edilirler. Fakat yaşayanları hesaba çekmek acelecilik olmuyor mu? Zira onların hayatı henüz bitmediğinden, çok sayıda iyi veya kötü hareketlerde bulunma imkânına sahiptirler.
11 — Ruhu-1 Kudüs’e inanırım.
12 — Mukaddes Katolik kilisesine inanırım. Tarih, kilisenin temel noktalarda bile görüş değiştirdiğini göstermiştir. Bu nedenle kilise dahi kesin ve mükemmel değildir.
13 — Azizlerin cemaatine inanırım Azizler günahkârları kurtarmazlar. Allah istediğini cezalandırma veya affetme konusunda kesinlikle hürdür. Şayet “communition” “uluhiyete iştirak” düşüncesiyle, biraz şarap içmek ve biraz ekmek yemek ameliyesine ihtiyaç duyuluyorsa, bu ilahi birliğin hiç bir şekilde müsamaha etmeyeceği bir şirk koşma çeşididir.
14 — Günahların affedileceğine inanırım. Günahların affı, tövbe ve ilahî rahmet neticesinde olur. Bir masumun cezalandırılmasından değil. Velev ki Tanrı’nın oğlu olsun. Hıristiyan amentüsü metninin dışında İsa, Yeni Ahid’in hiçbir yerinde “Ben tanrıyım” demiyor. Bilakis tam zıddını söylüyor. Meselâ, Matta 12, 18′de şöyle diyor: “İşte benim seçtiğim kulum”. Tanrının bu sözünü söyleyerek bunu kendisine tatbik eden İsa, Tanrı’nın kulu ve kölesi ol maktan gurur duymaktadır. Yine Matta 24/36 ve Markos 13,32′ye göre, dünyanın sonu ne zaman gelecek sorusuna, İsa şöyle cevap verir. “Fakat o gün saat hakkında ne göklerin melekleri, ne de oğul, yalnız Babadan başka kimse bir şey bilmez.” Aynı şekilde Yuhanna 5/19′a şöyle denmektedir: “Doğrusu ve doğrusu size derim: Babanın yapmakta olduğunu gördüğü şeyden başka, oğul kendiliğinden bir şey yapamaz, Çünkü, o ne yaparsa, oğul da onları öylece yapar.” İsa Tanrı olmadığını, fakat onda fenafillah olduğunu, açıkça söylemektedir. (269) Ayrıca, aşağıdaki İncil ayetlerinde İsa için, “Ebul insan” denilmektedir.
* * *
Ev ziyaretleri yapan Yehova Şahitleri beni de ziyaret etmek istediler bir çok kez. Her defasında bu isteklerini geri çevirdim. Israrla bu isteklerini yinelediler ve bir gün bahçe kapısında kendileriyle ayaküstü görüştüm. Kendileriyle yaptığım bu on-onbeş dakikalık sohbette onları dinlemektense beni dinlemelerini istedim ve kendilerine bazı sorular yönelttim, misyonerliğini yaptıkları tarikat hakkındaki düşüncelerimi aktardım. Bilgim onları şaşırttı ve sorularıma cevap bile veremediler. Gördüm ki, onlar bile misyonerliğini yaptıkları tarikatın asil amacından haberleri bile yok. Ben kendilerine amacını kısa ve öz açıkladım. Benim gazetecilik ve yazarlık geçmişimi öğrendikten sonra da arkalarına bile bakmadan gittiler. O gündür bugündür uğramıyorlar.
Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.
Yaratılış Kıssası’nı Kur’an ile Kitab-ı Mukaddes’in ortak ve farklı yanları
17 Aralık 2010 Cuma, 00:32 tarihinde {Gel, ne olursan ol yine gel} tarafından eklendi
Kur'an diğer ilahi kitaplarda nasıl geçiyor, nasıl bir adlandırmaya sahip?

Kur’an her devirde Yüce Allah’ın elçilerle ilahi yasalar, yargılar vahyettiğini çok sayıda ayette vurgulamaktadır.

Kur’an’da İbrahim peygambere verilen sahifelerden, Musa peygambere verilen sahifelerden, Davud peygambere verilen mezamir/Zebur’dan, İsa a’a verilen İncil’den söz etmektedir.

Eskilerin Kitapları/vahiyleri ifadesi ile de bilinen ve  kalıntıları bize ulaşan kitaplar, sahifeler dışında da mesajların olduğuna işaret edilmektedir.

Kitabı Mukaddes iki bölümden oluşmaktadır: Eski Ahit; Tevrat ve mezmurlar. Yeni Ahit; İncil.Gerçekte Kitabı mukaddes değişik dönemlerde yaşamış farklı üsluplara sahip din adamlarınca yazılmıştır. İçerisinde tarihsel malumatlar, dini ve siyasi söylemler, dualar, felsefi diyaloglar ve çeşitli kanun metinleri bulunmaktadır. Eski Ahit’te peygamberlere indirilen vahiy kalıntılarının dışında onlara ait hadisler, hahamlara ait sözler bulunmaktadır. Yeni Ahit’te/İncil’de ise bizzat kitaplara ismini veren yazarlarıdır: Matta, Markos, Luka, Yuhanna.
Hahamlar üretip yazdıklarına Musa imzasını kullanmakta veya hiç kaynak belirtilmemektedir.
“Bilge bir kimse Süleyman imzasını kullanmakta, kehanet sahibi biri eğer kendi ilham damarında Büyük İşaya’yı hissediyorsa, gönüllü olarak “İşaya” imzasını kullanabilmektedir. Çok eski devirlerde yaşamış kendi kitaplarını çok önemli sayan ve ayrıntılı bir rapor bırakmış birkaç yazar (Esdras, Nehemie, Zorobel) bir yana bırakılacak olursa, Kitab-ı Mukaddes yazarları, genellikle söyledikleri şeyin arkasına çekilerek kendilerini gölgede bırakmışlardır.” (Hamidullah Muhammed, Aziz Kur’an,

Yaratılış Kıssası’nı Kur’an ile Kitab-ı Mukaddes’in ortak ve farklı yanları

1- Kur’an’da Kıssa özet bilgilerle ve konunun ibret yönleriyle yer almaktadır; Tevrat’ta ise ibret alınacak yönler ayrıntıların gölgesinde kalmıştır.
2--Kur’an’ın anlatımında Allah her şeyden haberdardır; İnsan soyunun önceden fesat çıkaracağını (Meleklerle diyaloglarda anlatıldığı gibi) bilir. Fakat Tevrat’ta Tanrı cennet’te olup bitenlerden haberdar değildir.

3-Kur’an’da aldatan şeytan ilk aldanan ise Adem/insan’ın prototipi’dir (Bir cinsiyet vurgusu yer almamıştır.) Tevat’ta ise aldatan yılan kılığına girmiş şeytan; ilk aldanan Havva/kadın’dır (kadın cinsi birinci dereceden sorumlu tutularak, doğuştan defolu bir dişilik tasavvurunun önü açılmıştır)

4- Kur’an suçu işleyen Adem ve eşini sorumlu tutmuştur (Kur’an’da sorumluluğun şahsiliği prensibi esastır; doğan her çocuk günahsızdır; mümindir.)  Tevrat’ta ise doğan her insanın bu günah yüküyle dünyaya geldiği iddia edilerek GENETİK GÜNAH inancı üretilmiştir; bu nedenle vaftiz olmadan ölenlerin Hristiyanlık’ta ebedi günahı yüklenmiş  olarak öte dünyaya göçtükleri iddia edilmiştir.

5- Kur’an’da yasaklanan meyva’nın cinsi ağacı gibi ayrıntılar üzerinde durulmamıştır; bilgi, bilinç ve inancın kaynağı olan ilahi kelamı öğrenmek, yasaklanmamış, ona iman etmek teşvik edimiştir. Tevrat’ta ise yasaklanan ağacın bilgi ağacı olduğu ve tanrının bu ağacın meyvasından tadarak bilgi sahibi olmayı insanoğluna yasakladığı iddia edilmiştir. Hatta tanrı daha fazla cennette kalırsa insanoğlunun “hayat ağacı”ndan da yiyerek tıpkı kendisi gibi tanrı olacağından korkmuş ve bir an önce insanı oradan çıkarmaya koyulmuştur.
6- Kur’an’da  Allah kendisine hiçbir şeyin denk olmayacağını beyan etmekte (ihlas suresi)dir. Tevrat’a göre ise tanrı insanı kendisi ile özelliklerde yarattığını ifade ettikten sonra, “bilgi ağacı”ndan yiyen insanın “hayat ağacı”ndan da yiyerek tamamen kendisiyle eşit hale gelmemesi için çareler aramaya koyulmuştur.
7- Kur’an’da anlatılan “yasak meyva”nın güncelleştirilerek her tür günah için genelleştirilmesi, dolayısıyla ibret yönlerinin öne çıkarılması çok kolaydır. Fakat Tevrat’ta anlatılan yaratılış kıssası’nda, “bilgi ağacından yersen ölürsün” diye Adem ve Havva’ya tehditler savuran tanrının bu şantajını yutması, konunun bir ağaca indirgenmesi ibret yönlerinin duldada kalmasına yol açmıştır.

8- Kur’an’da insanların ana öz itibariyle topraktan yaratıldıkları cinsiyet ayırımına gidilmeksizin anlatılmıştır. Fakat Tevrat, erkeğin  topraktan kadının ise Adem’in kaburga kemiğinden üretildikleri –dolayısıyla varlığının erkeğin varlığına mutlak bir şekilde muhtaç olduğu- vurgulanmıştır.

9- Kur’an’ın hiçbir yerinde ensest’e işaret bile edilmemiştir. Fakat Tevrat hem Adem’in çocuklarının birbirleriyle evlendiklerinden; hem de Lut peygamberin kızlarının babalarıyla birlikte olduklarından söz ederek aile içi cinsel münasebete bilinç düzeyinde olmasa bile, insanların  bilinçaltlarında meşruiyet kazandırmıştır.

10- Kur’an’da insan yüce bir makamın adayı olarak takdim edilmiştir; emanet’i üstlendiği için Melekler tarafından saygı secdesi ile karşılanmışlar, onurlandırılmışlardır. Tevrat’ta insana dönük böyle bir iyimserlik söz konusu değildir.

Kur’an’da kıssa umutla sona ermektedir;
Adem ve eşi günahını itiraf etmiş ve affedilmişlerdir;hidayet kaynağı bilgi, bilinç ve inançla donatılarak dünyaya bırakılmışlardır.
Tevratta ise kıssa ümitsizlikle sona ermiştir;toprak bile kadının ayartmasıyla işlenen günahtan  dolayı lanetlenmiştir;
 tanrı insanı yarattığına pişman olmuştur. Vd.

 Nuh a’ın Kıssası’nı Kur’an ve Kitabı Mukaddes’e göre karşılaştırması

1-Tevratta geminin hangi ağaçtan hangi boyda yapıldığı, suyun Tufan’da ne kadar yükseldiği gibi  ayrıntılara bol miktarda rastlanmaktadır; Kur’an’da ise konun sadece ibret yönleri üzeride durulmaktadır.

2- Tevrat yeryüzünü tümünün –suçlu suçsuz ayırımı gözetilmeksizin- suyun kaplayıp yuttuğundan söz etmektedir; Kur’an’da ise vurgu Nuh kavmi üzerinde yoğunlaşmaktadır (Sorumlulğun şahsiliği prensibi gereğince) Eğer yeryüzünün tamamı sularla kaplansaydı, bu kadar kara hayvanı binlerce çeşidiyle gemiye sığmayacağına göre nasıl Tufan’dan kurtuldu? Sorusu havada kalmaktadır.

3-Tevrat’a göre gemiye binip kurtulanlar sadece Nuh peygamber ve akrabalarıdır (Böyle bir yaklaşım bir tür ırkçılık-bir tür kabilecilik anlamına gelebilir.) Kur’an’da ise Nuh a’ın kafir oğlunun biyolojik yakınlığına rağmen mümin olmadığı için onun ailesinden olmadığı –gemiye binme hakkının bulunmadığı- ifade edilmiştir; Gemi’ye binerek Tufan’dan kurtulanlar –akraba olsun veya olmasın- sadece müminlerdir.

4-Tevrat’a göre tanrı Tufan’ı yarattığına pişman olmuştur; bir daha böyle ağır bir helak yöntemi kullanmayacağına ilişkin kendisini sınırlamış, kendi kendine söz vermiştir.  Kur’an’ın hiçbir yerinde Allah yaptıklarından nadim olan bir ilah olarak asla telakki edilmemiştir.
5-Tevrat’ta Nuh a’ın şükür kurbanlarının etlerinin mangallardan yükselen kokularının göklere çıkarak tanrının kızgınlığını dindirdiği ifade edilmiştir. Kur’an’da ise kurbanların etlerinin kanlarının değil, insanların takvalarının Allah’a ulaşabileceği beyan edilmiştir.
Yahudiler’in Allah inancının Tevrat üzerindeki izdüşümleri nelerdir? (ANTROPOMORFİST TANRI: insan görünümlü tanrı) Zeus’la karşılaştırma

Yahudiler Amir/emreden, sözünü geçiren-hakim bir ilah olan Allah’ı sanki kendi hizmetlerine adanmış, İsrailoğullarının hizmetinde me’mur bir tanrı gibi takdim etmişlerdir.

1-Güreşçi tanrı: Yakup a’ı yağlı güreşte yenememiş, ona “israil/tanrıyla güreşip onu yenen” lakabını bizzat centilmence kendisi vermiştir.

3-Terzi tanrı: Adem ve Havva’ya deriden kaftan dikmiştir.

4-Kıskanç tanrı: İnsanoğlunun bilgi sahibi olmasını istememiş, kendisi gibi olmasını hazmedememiştir.
5-Şantajcı tanrı: (sözünde durmayan): “Bilgi ağacından yerseniz ölürsünüz” demiştir; ama bu ağaçtan yedikleri halde Adem ile Havva ölmemiştir.
6-Gölge sever tanrı (öğlenin güneşinden hoşlanmaz) : Cennet’te Adem’i aramak için günün serinliğini tercih etmiştir.

7-Pişman tanrı: Tufan örneği...Böyle bir helak şeklini yarattığına pişman olmuştur. İnsanı yarattığına pişman olmuştur.
8-Mimar Tanrı: Tufan’dan sonra yeryüzüne müdahil olmaktan vazgeçmiştir; artık olan biten her şeye seyirci kalmaya –etkisiz eleman olmaya- kendi kendine söz vermiştir. Masonların dolar üzerindeki üçgeni...

9-Görme Özürlü tanrı: Çalılıkların arkasına gizlenen Adem ve Havva’yı görememiş “neredesin?” diye onlara seslenmiştir.
10-Garson Tanrı: Yahudiler’in diğer ırkları egemenlik savaşında saf dışı bırakıp iktidarı ele geçirmeleri için sarhoş etmeye teşvik etmiştir. Hatta bizzat kendisi barmenlik yapmıştır.
“Ey Rabbimiz! 
bizi sana teslim olanlardan kıl !
ve bizim soyumuzdan
 sana teslim olacak bir topluluk çıkar!
Bize ibadet yollarını göster ve tevbemizi kabul et!
Şüphesiz yalnız sensin tevbeleri kabul eden,

rahmet dağıtan.
Ey Rabbimiz!
Soyumuz içinden 
onlara ‘senin mesajlarını iletecek,
vahyi ve hikmeti öğretecek 
ve onları arındırıp tertemiz kılacak
bir elçi’ çıkar! 
Çünkü yalnız sensin kudret ve hikmet sahibi...”
(Bakara Suresi, 2/128-129.)
İncil’in tahrif süreci
 İncil, esas itibarı ile Hz. İsa’ya Allah Teala tarafından vahyedilen ilahî bir kitaptır. Kur’an-ı Kerim, İncil’in Hz. İsa’ya vahyedilen ilahî bir kitap olduğunu defaatle haber verir. Yerli ve yabancı kaynakların ittifakla bildirdiğine göre Hz. İsa kendisine vahyedilen bu İncil’i ne kendisi yazmış ne de yazdırmaya fırsat bulabilmişti. Çünkü Hz. İsa’nın tebliğ hayatı hem oldukça kısa sürmüş (üç yıl), hem de bu dönemde çile ve meşguliyetler had safhaya ulaşmıştı. Bununla beraber, Hz. İsa’nın semaya yükseltilmesinden evvel kendisine iman eden havarilerin sayısı on iki kadardı; ne var ki bunların çoğu okuma-yazma bilmiyordu. Dolayısıyla İncil’i yazma imkanı oluşmadı. Ayrıca ilk Hıristiyanlar, Hz. İsa’nın pek yakında geri döneceğini bekledikleri için İncil’i yazıya geçirme gereği duymamışlardı.

Bu hususla ilgili diğer bir olayı daha zikretmek gerekir ki o da İncil’in yazılı bir kitap olarak gönderilmeyişidir. Tevrat Hz. Musa’ya yazılı olarak levhalar halinde indirilmişti, İncil ise tıpkı Kur’an-ı Kerim gibi yazılı metinler halinde nazil olmayıp, Hz. İsa’ya şifahen vahyedilmiştir.

Hz. İsa’nın semaya yükseltilmesinden sonra hıristiyanlar sürekli onun geri döneceğini beklemişler, onun dönüşü gecikince hiç olmazsa akıllarında kalan İncil âyetlerini yazıya geçirme gayreti içine girmişlerdir. Ne var ki Hz. İsa’yı gören ve mesajını dinleyenlerin sayısı oldukça azalmıştı. Neticede ancak Hz. İsa’nın semaya yükseltilmesinden 30-40 sene sonra İnciller yazılmaya başlanabildi. Bu süre zarfında Hz. İsa’ya inananların sayısı kısmen artmış, Hıristiyanlık az da olsa başka milletlere yayılmış bulunuyordu. Artık doğrudan Hz. İsa’yı dinleyenler veya Hz. İsa’nın tebliği kendisine ulaşanlar, hem kendi ihtiyaçlarını gidermek, hem de Hz. İsa’yı görmemiş ve Hz. İsa’nın tebliği kendisine ulaşmamış olanlara onun mesajını ulaştırmak istiyorlardı. Bu nedenle onlar, akıllarında kaldığı kadarıyla İnciller yazmaya koyulmuşlardır.

İlk dönemlerde “Hatırat” da denen bu İncillerin sayısı çok fazlaydı. Hıristiyanlarca muteber sayılan İncillerin (Matta, Markos, Luka, Yuhanna ve Mektuplar) sınırlandırılması, diğerlerinin apokrif/sahte sayılması ta dördüncü asrı buldu (325 İznik Konsili). Bu dört İncilden ilk üçü 60-80, Yuhanna ise 90-100’lerde yazıldı. Görüldüğü üzere hiçbiri Hz. İsa hayatta iken yazılamamıştır. Dikkat çekici bir durum da bu dönemde Grekçe dahi yazılan İncillerin günümüze ulaşmayışıdır. Zira elimizdeki en eski Grekçe İncil yazmalarının 4. asra ait olduğu bilinmektedir. Bu durumla ilgili olarak ayrıca ifade edilmesi gereken bir husus da şudur: İncillerin yazımı Hz. İsa’dan en az 30 yıl kadar gecikince Hıristiyanlık akidesi nerdeyse teşekkül etmiş; Hz. İsa’nın tanrılığı tartışılmaya başlanmış, Tevrat’ın kutsal metin olarak kabulü benimsenmiş, kurtuluşun Hz. İsa’ya bağlı olduğu iddia edilmiştir.

İşin bir başka ilginç tarafı Hz. İsa Aramice konuştuğu halde dört İncil de Grekçe yazıldı. İlk İncil olan Matta’nın Aramice yazıldığı söylense de günümüze ulaşmamıştır. Bundan daha da ilginci, Hıristiyanlık tarihinde Matta ile Yuhanna incilinin yazarlarının Matta ve Yuhanna olmayıp onların yerine bu İncilleri başkalarının yazdığı iddiası ve tartışmasıdır.Hıristiyanlık alemi müslümanlardan farklı olarak Hz. İsa’ya İncil adında bir kitabın vahyedildiğini kabul etmez. Onlara göre ete-kemiğe bürünmüş yani insan suretinde bir tanrı olan Hz. İsa’nın bizzat kendisi vahiydir. Başka bir ifade ile Hz. İsa’nın her söylediği ve yaptığı vahiyden ibarettir. Dolayısıyla onların bu inançlarından şöyle bir netice çıkarılmıştır: Bu günkü İnciller, Allah tarafından vahyedilen ayetlerden ziyade Hz. İsa’nın söz ve davranışlarından ibarettir. Ne var ki bunda bile haddinden fazla eksiklik ve fazlalıklar vardır. Çünkü bu İnciller arasında ifade farkı, mana farkı ve hatta çelişkiler bulunmaktadır. Bunun da ötesinde aynı İncil’de bile birbiriyle çelişen ifadelere rastlanmaktadır.

Bugün İncil adı verilen eldeki kitaplar, müslümanların anladığı manada vahiy eseri değildir. Onlar ilk devir havarilerinin ve onların öğrencilerinin sözlerinden ibarettir. Onlar nasıl inanmak istemişlerse öyle yazmışlardır. Hıristiyanlar ise, İncil yazarlarının Tanrı’nın ve Kutsal Ruh’un himayesi altında bu İncilleri yazdıklarına inanırlar. Böyle bir himaye olsaydı, İncillerde çelişki ve tutarsızlık görülmezdi.

Batıda genelde Kitab-ı Mukaddes, özelde de Yeni Ahit içerisinde bulunan çelişkileri gidermek üzere Kitab-ı Mukaddes tetkik ve tenkitleri başlatılmıştır. Bu yeni bilimsel metoda göre Kitab-ı Mukaddes içerisinde Tanrı’ya ait olanla olmayan tespit edilecek, bu kitap tüm tutarsızlıklardan arındırılacaktı. Örnek vermek gerekirse bir araştırmaya göre Hz. İsa’ya ait olduğu söylenen 518 söz tespit edilmiş, yapılan tetkik neticesinde bu sözlerin tam 1544 farklı şeklinin olduğu görülmüş, tüm bu sözlerden ancak 18 tanesinin Hz. İsa’ya ait olabileceği belirtilmiştir.

Yukarıda beyan edilenlere ek olarak dört İncil’de bulunan bazı tahrif belirtileri ve çelişkileri şöyle sıralayabiliriz:

1. Matta, Markos ve Luka İncillerine göre Hz. İsa’nın risaleti bir yıl, Yuhanna’ya göre ise iki yıldan fazla sürmüştür.
2. Hz. Davud’dan (a.s.) Hz. İsa’ya kadar geçen kuşakların sayısı Matta’ya göre 26 iken Lukaya göre 40’tır.
3. İncillerin bazı yerlerinde Hz. İsa’ya uluhiyet isnad edilirken bazı yerlerde de ona insanoğlu denmektedir. Bu ikisi arasında gözden kaçmayacak açık bir çelişki görülmektedir.
4. Hıristiyanlığa göre Hz. İsa çarmıha gerileceği sırada “Allah’ım! Allah’ım! Beni neden terk ettin!” diye Allah’a yalvarmıştır. Bu söz Tanrı İsa’nın ise, onun Tanrı olduğu halde kendini koruyamadığı anlaşılıyor. Peygamber İsa’nın sözü ise, onun Tanrı’yı hakkıyla tanımadığı anlaşılıyor. Çünkü bir peygamber “Allah’ım! Beni neden terk ettin?” demez. Bizim inancımıza göre ne Hz. İsa çarmıha gerilmiş, ne de böyle bir yakarışta bulunmuştur.
5. Matta, Hz. İsa’nın soy kütüğünü Hz. İbrahim’e kadar 40 kişi olarak verirken, Luka bunun 55 olduğunu söyler.
6. İncillerde Hz. İsa için sık sık “Allah’ın oğlu”, “Yusuf’un oğlu”, “Davudoğlu”, Ademoğlu” gibi ifadeler kullanılır. Bunların arasında açık bir çelişki vardır.
7. Markos incilinde İncil Allah’a, Romalılara Mektub kitabında ise Hz. İsa’ya nispet edilir.
8. Luka İncilinde bir yerde kurtarıcı Hz. Allah, diğer bir yerde de Hz. İsa olarak verilmektedir.
9. İncillerde Tanrının görülüp görülemeyeceği hususunda çelişkili bilgiler bulunmaktadır.
10. Bu İnciller, Allah Teala’ya nispet edilemeyeceği gibi Hz. İsa’ya da nispet edilemez. Allah’a nispet edilemeyeceğini, aslının korunamadığından, yazıya geçirilemediğinden, ortada üzerinde ittifak edilen ortak bir metin olmadığından vb. durumlardan anlamaktayız. Hz. İsa’ya nispet edilemeyişini ise bu İncilleri onun yazdırmayışından, onu dinleyen ve dinleyenleri dinleyenlerin yazdıkları İnciller içinde bulunan tutarsızlık, yanlışlık ve çelişkilerden anlamaktayız. Bu İncillerin Hz. İsa’ya ait olmayışının diğer bir sebebi de çarmıh olayının İncil metinlerinde geçmesidir. Çarmıhın İncillerde zikredilişi, bu İncillerin sonrakiler tarafından kaleme alındığını gösterir.

Bu gibi çelişki ve tutarsızlıkların Allah’a nispet edilen bir kitapta bulunamayacağına, diğer taraftan bir peygamberin kendini tanrılaştırıp tanrıyı da insanlaştıramayacağına göre, Hıristiyan kutsal kitabının sonradan insan eliyle yazıldığı ve tahrif edildiği ortaya çıkmaktadır.

Netice olarak;

Bugün Hıristiyanların elinde bulunan farklı İncil metinleri yüce Allah tarafından gönderilen asıl vahiy ürünleri değildir. Çünkü Hz. İsa peygamberliği döneminde ne yazmış, ne de yazdırmıştır. O semaya yükseltildikten sonra, bazı öğrencileri Hz. İsa’dan dinlediklerini, Hz. İsa’nın öğrencilerinin öğrencileri ise hocalarından duyduklarını kendi metotlarına göre yazmaya başladılar. Böylece mübalağa etmeden söyleyecek olursak yüzlerce İncil metni ortaya çıktı. İşin içinden çıkmak maksadıyla oluşturulan komisyonda (325 İznik Konsili’nde) bu İncillerden 4 tanesi sahih, diğerleri sahte sayıldı. Ancak tartışmalar bununla bitmedi. Örneğin Barnaba ve Ebionitler incili sahte sayılan İnciller arasına dahil edildi. Halbuki bu İncillerde Hz. İsa’nın tanrı olmadığı, çarmıha gerilenin de o olmadığı, onun ancak Allah’ın kulu ve resulü olduğu, ondan sonra bir peygamber geleceği ve Allah’ın bir olduğu bildirilmektedir.

Bugün elde bulunan İnciller, Hıristiyan müntesiplerine yol göstermekten uzak bulunuyor. Geçmişte ve günümüzde en çok müslüman olanların hıristiyanlardan olması dikkat çeken bir husustur. Hıristiyanlar, özellikle teslis akidesini (tanrının Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’tan meydana geldiğini) kabul etmekte zorlanıyorlar. Bunu akıllarıyla izah edemiyorlar. Çünkü Allah’ın birliği akidesi Hz. Adem’den beri tüm peygamberlerde tartışma konusu bile yapılmamışken, Hıristiyanlıkta korkunç bir sapmayla üçlü tanrı anlayışının ortaya çıkması, insanları ikna edememektedir.

Bugün dünya gündeminde insanlığın tüm dini, akidevi ihtiyaçlarının yanında dünyevî, uhrevi ve ruh gereksinimlerini tatmin edecek yegane kaynak Kur’an-ı Kerim’dir. Çünkü Yüce Allah İslam dinini tüm dinlere üstün kılmak ve nurunu cihana yaymak için göndermiştir. Bu dinin yeni tabirle yol haritasını Kur’an-ı Kerim belirlemektedir.

Şu anda Hıristiyanların kabul ettiği İncilin, Allah'ın indirdiği vahye uymayan yönleri olduğuna Kuran ayetlerinden bazı örnekler:

Aziz ve celil olan Allah-u teala Kur’an-ı Kerim’inde şöyle buyuruyor: “De ki: O Allah Bir Tektir.” (İhlas: 1) Hıristiyanlar ise: “baba, oğul, kutsal ruh” diyerek üç ilah kabul ediyorlar. Bu ne büyük bir sapmışlıktır. Allah-u teala ihlas sure-i şerif’inde kesin olarak beyan buyurmaktadır: “O doğurmamış, doğurulmamıştır.” (ihlas: 3) Hıristiyanlar ise: “isa mesih allah’ın oğlu” diyorlar. Halbuki İsa aleyhisselâm kur’an-ı kerim’de haber verildiğine göre şöyle söylemiştir: “Ben Allah’ın kuluyum. O bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı.” (meryem: 30) Hıristiyanlar ise İsa aleyhisselâm’ı ilahlaştırdılar.

Allah-u teala kehf suresinin 4-5. Ayet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor: “ve ‘allah çocuk edindi.’ diyenleri uyarmak için. Bu hususta ne onların ne de atalarının bir bilgisi vardır.

Ağızlarından ne büyük söz çıkıyor! Onlar yalnız ve yalnız yalan söylerler.” Hıristiyanlar, hazret-i Allah’a evlat isnat ediyorlar.

Allah-u teala ayet-i kerimde buyurur ki: “Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil, fakat o allah’ın resul’ü ve peygamberlerin sonuncusudur.” (ahzab: 40) hıristiyanlar ise incil’de haber verilmesine rağmen: “biz İsa’dan ötesini tanımıyoruz.” diyorlar

Peygamberlere ve İsa Aleyhisselam’a iman etmek İslam dininin iman esaslarındandır. Biz Allah-u Teala’nın gönderdiği bütün peygamberlere ve kitaplara inanırız.

“Hepsi Allah’a, meleklerine, Kitaplar’ına ve peygamberlerine iman ettiler. “O’nun peygamberlerinden hiçbirini diğerinden ayırmayız...” derler.” (Kur’an, Bakara: 285)

Müslümanlar İsa Aleyhisselam’a ve ona indirilen bozulmamış İncil’e ve Allah’ın gönderdiği diğer bütün peygamberlere iman eder. İslam inancına göre İsa Aleyhisselam Hazret-i Allah’ın büyük peygamberlerinden birisidir. Bakire Meryem’den babasız olarak dünyaya gelmiştir. Adem Aleyhisselam nasıl ki babasız olarak yaratılmışsa İsa Aleyhisselam’ın yaratılması da bu şekildedir. Nitekim bugünkü tıp ilminin ulaştığı seviye bu durumun kavranmasını daha kolay kılmaktadır. Hazret-i Allah beşeri sıfatlardan ve çocuk sahibi olmaktan münezzehtir.

Bu hakikatleri anlamak ve kabul etmek istemeyen yahudiler, İsa Aleyhisselam hakkında, babasız dünyaya geldiğini bahane ederek “zina çocuğudur” dediler, iftira ettiler, hıristiyanların bir kısmı “ilah” dediler, bir kısmı “ilahın oğlu”, bir başka fırka da “üçten biridir” dediler. Oysa hakikat Kur’an-ı kerim’de bildirildiği gibidir:

“Hiç şüphe yok ki, İsa’nın babasız dünyaya gelişi de Allah nezdinde Adem’in durumu gibidir. Allah Adem’i topraktan yarattı, sonra ona “Ol!” dedi, o da oluverdi.” (Al-i imran: 59)

Allah-u Teala’nın Meryem Validemiz hakkındaki beyan-ı ilahisi de şudur:“Irzını korumuş olan İmran kızı Meryem de bir misaldir. Biz ona ruhumuzdan üflemiştik. Rabb’inin sözlerini ve Kitaplar’ını tasdik etmişti. O bize gönülden itaat edenlerdendi.” (Tahrim: 12)

Hıristiyanlar “Allah üçtür: Baba, oğul, ruhul kuds; Üç esas, üç şahıs olarak tek esastır.” diyerek “Üç ilah” anlayışına sapmışlardır. “Sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Şüphesiz ki Allah ancak bir tek ilahtır. O, çocuk sahibi olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisa: 171)

Allah, İslam dininin hak din olduğunu, Hazret-i Kur’an’ın Allah-u Teala’nın indirdiği son kitabı olduğunu, Muhammed Aleyhissalatü vesselam’ın da Allah-u Teala tarafından gönderilmiş hak ve son bir peygamber olduğunu bildirerek bunu kabul etmeyi ve gizlememeyi emrediyor:

“Ey ehl-i kitap! Niçin hakkı batıla karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?” (Al-i imran: 71)

“Allah’a ve peygamberlerine inanın. (Allah) üçtür demeyin!” (Nisa: 171)

“‘Rahman çocuk edindi’ dediler. Andolsun ki siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız. Onlar o Rahman olan Allah’a çocuk iddia ettiler diye, bu sözden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecekti. Halbuki Rahman olan Allah’a çocuk isnat etmek asla yakışmaz.” (Meryem: 88-92)

“Allah benim de Rabb’imdir, sizin de Rabb’inizdir. Artık ona kulluk edin, bu doğru yoldur.” (Zuhruf: 64)

“Halbuki Mesih onlara demişti ki: Ey İsrailoğulları, benim de Rabb’im sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a ortak koşarsa, muhakkak ki Allah ona cenneti haram kılar. Varacağı yer ateştir, zalimlerin yardımcıları yoktur.” (Maide: 72)

“Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitap verdi ve beni peygamber yaptı.” (Meryem: 30)

“‘Allah, Meryemoğlu Mesih’tir.’ diyenler gerçekten kafir olmuşlardır.” (Maide: 72)

“Andolsun ki: ‘Allah üç ilahtan üçüncüsüdür.’ diyenler kafir olmuşlardır.” (Maide: 73)

“Oysa bir tek ilâhtan başka ilah yoktur. Eğer bu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan inkar edenlere çok acıklı bir azap dokunacaktır.” (Maide: 73)

“Meryem oğlu Mesih ancak bir peygamberdir.” (Maide: 75)

“Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir. Annesi de sıddîka (çok doğru) bir kadındı. Her ikisi de yemek yerlerdi.” (Mâide: 75) “Ey Ehl-i kitap! Dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin.” (Nisa: 171)

“Meryem oğlu İsa Mesih, Allah’ın peygamberidir.” (Nisa: 171)

“Meryem’e ulaştırdığı kelimesidir.” (Nisa: 171)

“Ve O’ndan bir ruhtur.” (Nisa: 171)

Kendisinin yaratmasıyla meydana gelen bir ruhtur. O’nun “Kün” emri ile bir mucize olarak vücuda getirdiği için kendisine bir şeref olmak üzere “Kelimetullah” denilmiştir. Bu ruhun Allah-u Teala’ya izafe edilmesi şerefini yükseltmek içindir. Allah-u Teâlâ onunla birçok ölü kalplere hayat vermiştir.

Şu halde;

“Allah’a ve peygamberlerine inanın. (Allah) üçtür demeyin. Sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Şüphesiz ki Allah ancak bir tek ilahtır. O, çocuk sahibi olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisa: 171)

İsa Aleyhisselam kendisine insan olmanın dışında bir sıfat yakıştırmak isteyenlere kul olduğunu hatırlatmak ihtiyacı duymuş ve:“Ben ancak Allah’ın kuluyum.” buyurmuştur. (Meryem: 30)Muhataplarına: “Beni ilah edinin.” dememiş, bilakis:“Şüphesiz ki Allah benim de Rabb’im, sizin de Rabbinizdir. O’na kulluk edin. İşte doğru yol budur.” diye nasihatte bulunmuştur. (Meryem: 36)

Allah-u Teala, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize hitap ederek bir Ayet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“De ki: Rahman’ın çocuğu olsaydı, ona kulluk edenlerin ilki elbette ben olurdum. Göklerin ve yerin Rabbi, arşın da Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıkları noksan sıfatlardan münezzehtir. Bırak onları! Kendilerine vaad edilen günlerine kavuşuncaya kadar dalsınlar, oynayıp dursunlar.” (Zuhruf: 81-82-83)

Allah-u Teala bir Ayet-i kerime’sinde Zat-ı akdes’ine kullarından bir parça isnad edenler hakkında şöyle buyurmaktadır:“Kullarından bir kısmı, O’nun bir cüz’ü kıldılar. İnsan gerçekten apaçık bir nankördür.” (Zuhruf: 15)

Kur’an-ı kerim’de Allah-u Teala’nın çocuğu olmaktan münezzeh olduğuna dair beyanlar sık sık ifade buyurulmaktadır:“Allah çocuk edindi dediler. Haşa! O yücedir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Hepsi O’na boyun eğmişlerdir.” (Bakara: 116)

Allah-u Teala’nın çocuk edindiğini söylemek, O’nun insanlara benzediğini söylemek manasına gelir. O halde hiçbir şeyin kendisine benzemediği Zat-ı Zülcelalin çocuk edinmesi asla düşünülemez. O, başlangıcı ve sonu bulunmayan yegane yaratıcıdır.“Elinizde O’nun çocuk edindiğine dair hiçbir delil yoktur. Allah hakkında bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?” (Yunus: 68)

“De ki: Allah’a karşı yalan uyduranlar asla iflah olmazlar.” (Yunus: 69)

“Bak! Nasıl da Allah’a yalan yere iftira ediyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter!” (Nisa: 50)

“O hiçbir çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, mukadderatını tayin etmiştir.” (Furkan: 2)

“Yahudiler: ‘Üzeyir Allah’ın oğludur.’ dediler.” (Tevbe: 30)

“Hıristiyanlar da: ‘Mesih (İsa) Allah’ın oğludur’ dediler.” (Tevbe: 30)

“Bu, daha önce inkar edenlerin sözlerine benzeterek geveledikleri sözlerdir.” (Tevbe: 30)

“Allah onları kahretsin! Nasıl da uyduruyorlar?” (Tevbe: 30)

Teslis inancı, hıristiyanlığın kaynağından gelen bir inanç değildir. Tahriften kaynaklanan batıl inancıdır.

İsa Aleyhisselam’dan sonra ilk yazılan Markos incilidir. Bu incilde İsa Aleyhisselam’a “Sen Mesih’sin.” (8/29) denilirken, Luka’da “Sen Tanrının Mesihisin.” (9/20) geçmekte, Matta’da ise “Tanrının oğlu Mesih’sin.” (16/16) ibaresi yazmaktadır. Halbuki Matta ve Luka birçok alıntıyı Markos’tan yapmıştır. Yuhanna ve Pavlusun mektuplarında da teslis inancı mevcuttur. Hıristiyanlığa bugünkü teslis inancını sokan ve Hazret-i İsa’ya uluhiyet isnad eden fikirlerin babası Pavlus’tur.

Bugün hıristiyanların ilahi kitap olarak sahip çıktıkları İncil’in yaklaşık yarısı yahudi dönmesi Pavlus’un mektuplarından meydana gelmiştir.

“Yahudi dönmesi Pavlus Romalı bir hahamdı ve Hıristiyan olmadan önce bir çok Hıristiyana zulmetmişti. Hıristiyan olduktan sonra kiliseye yazdığı mektuplar İncil’in 27 kitabının hemen hemen yarısını oluşturuyordu. ‘Tanrının oğlu’ ve ‘haç’ Pavlus’un öğretilerinin temelini oluşturuyordu.” (Us News and World Report, 20 Nisan 1992, sf. 70)

Hıristiyanlıktan dönme eski bir pastörün (papazın) dediği gibi “Pavlus’un cin fikirli mektupları iftiracılık, dedikoduculuk, kıskançlık, ispiyonculuk, casusluk öğretir.” Özellikle bu mektuplar birçok zıtlık ve takiyyecilikle doludur.

“Hıristiyanlığa üçlemeyi sokan Aziz Pavlus, asıl adı Saul olan Tarsuslu bir yahudidir. Aziz Pavlus, ‘İsa bana inerek üçlemeyi öğretti’ diyerek ortaya çıkmadan önce de Kudüs’te Kabbala öğretimi yapmaktaydı.” (The Concised Atlas of the Bible, sf. 124)“Kilise Anadolu’ya yayıldıkça İsa Mesih ‘Tanrının oğlu’ olarak geçmeye başladı ki, bu Pavlus’un mektuplarının başlıca konusuydu.”

Hz Üzeyir Tanrılaştılması, Allahın Ogludur Meseleri,Hayatı(Hristiyanların Olmadıgını İdda ettikleri Kanıtlar)

Hz. Üzeyir (A.S.)
Hz. Üzeyir (Arapça:عزير, Üzeyir, Üzeyr; İbranice: עֶזְרָא, Ezra, Azra, İngilizce: Ezra, Ezrah, Yunanca: Έσδράς),
 İsrailoğulları'na gönderilen peygamberlerdendir. Hz. Üzeyir, daha önce kaybolmuş Tevrat'ı yeniden keşfeden, ilhama dayanarak onu yeniden ortaya çıkaran bir insan olarak bilinmektedir. Hz. Musa'dan daha önce gelmese de, Tevrat'a olan bu hizmeti sayesinde Yahudilerin kalbinde taht kurmuştur.
Etimoloji
Hz. Üzeyir'in adı hakkında da alimlerin farklı yorumları vardır. Bazı alimlere göre onun adı, Arapça bir isimdir. Diğer bazı alimlere göre ise, "Üzeyir" kelimesi, Arapça değil, İbranice'dir.

İbranice'de "Üzeyir" kelimesinin karşılığı "Azra" ya da "Ezra"dır. Tevrat'ın bu dildeki nüshasında böyle geçmektedir.[4]
Bu kelime, "yardım Tanrı'nın yardımı" anlamına gelmektedir. Kitap-ı Mukaddes'te adını taşıyan bir bölüm bulunan Hz. Üzeyir, kâhin yazıcı Rabbin emirlerinin ve sözlerinin yazıcısı olarak tanıtılmaktadır. (Ezra 7:11)
Soyu
Hz. Üzeyir, Hz. Harun'un neslinden gelmektedir.
Hayatı
Hz. Süleyman, Mescid-i Aksa'yı yaptırdıktan sonra Tevrat, "On Emir", diğer emanetler ve içinde "On Emir"in yazılı olduğu levhaların bulunduğu Tabut-u Sekîne'yi, yani "Kutsal Ahit Sandığı"nı bu mabedin bir odasına koydurmuştu. Hz. Süleyman'ın vefatından sonra Yahudiler, iki devlete ayrıldı. 10 kabile, İsrail Devleti'ni, diğer 2 kabile de Yahuda Devleti'ni kurdu.
İsrail Devleti, M.Ö. 721'de Asurîler tarafından yıkıldı. M.Ö. 586'da da Babilliler, Yahuda Devleti'ne son verdiler. Asûrîler, Babil'i işgal etti. 587'de Asûrî hükümdarı Buhtunnasar, Kudüs'ü yakıp yıktı. Yahudilerin bir çoğunu öldürdü.
II. Nebukadnezar (Buhtunnasır, Nebucco); Beytü'l-Makdîs'i yıktığı zaman, İsrailoğulları'nın Tevrat okuyanlarından ve bilginlerinden öldürdüğü 40.000 kişi arasında, Hz. Üzeyir'in babası ve dedesini de vardı. O sırada, küçük bir çocuk olan Hz. Üzeyir, yaşından dolayı öldürülmekten kurtuldu. Kendisinin, Tevrat okuduğunu bilmiyorlardı. İsrailoğulları'ndan alınan esir çocuklarla birlikte, o da, Bâbil'e götürüldü.
İşgal, yakıp yıkma hengâmında, o zamana kadar bozulmadan muhafaza edilen Tevrat da yakılıp yok edilmişti. Bu gerçek Tevrat, çok büyük olup hiç kimse ezberleyememişti. Ancak, Hz. Üzeyir ezberlemişti. Zaten kavminin içinde bilgin bir kimse olarak bilinmekteydi. O, sürgün ve yıkım esnasında bile insanlara moral vermeye çalışarak, içinde bulundukları sıkıntıların birgün sona ereceğini söyledi ve dertlerine derman olmaya, teselli vermeye çalıştı.
Buhtunnassar'dan sonra Keldani Devleti, bir süre daha Babil'de hüküm sürdü. Sonra Keyaniyen, İran'da kurulan Keldani Devleti'ni yıktı. Böylece İsrailoğulları, hürriyete kavuşup Kudüs'e döndüler.
İsrailoğulları, Beytülmakdis'e döndükleri zaman, yanlarında Tevrat yoktu. Çünkü, Beytülmakdis'te bulunan şeyler alınırken, Tevrat da, ellerinden alınıp yakılmış ve yok edilmişti. (Ya da kaybolmuştu) Yüce Allah, İsrailoğulları için, Tevrat'ı, yenilesin ve bu, kendileri için de, bir mucize olsun diye Hz. Üzeyir'i gönderdi. O da, onlara, Tevrat'ı okuyup yazdırdı, ve: “Tevrat, işte, budur!” dedi. İsrailoğulları; Tevrat'taki helalleri, haramları, yeniden öğrenmiş oldular ve Hz. Üzeyir'e de, hiç bir kimseye göstermedikleri sevgiyi gösterdiler. O da, onları, düzeltti. Bu olay, şu kıssayla anlatılır:
Hz. Üzeyir, merkebi ile Kudüs'e giderken, yol üzerinde bir köye uğrar; ama, köy, köy olmaktan çıkmış, bir düşman istilası sonucu tam bir vahşet sergilenmiştir. Bunu gören Hz. Üzeyir, büyük bir yeis içinde iken, halisane niyetle de olsa, büyük bir gaf yaparak, şöyle demiştir."Taş taş üstünde kalmamış, bu hayattan eser kalmayan yeri Allah nasıl ihya edecek, nasıl diriltecek? Acaba ben görür müyüm? Yahut giden gelir mi? Bunun ihyasına ümit yok?" diyordu.(Bakara-259)

Allah, bu hatasının cezası olarak, ve nasıl ihyaya kadir olduğunu, numune olarak Hz. Üzeyir'e 100 sene süren bir ölüm müddeti sonunda tekrar diriltti ve; "Ne kadar kaldın?" diye sordu. Hz. Üzeyir, "Bir uyku kadar, bir gün, yahut bir günün bir kısmı kadar kaldım." dedi. Cenab-ı Hak, merhameten hakikati anlatıp; "Hayır, tam yüz sene kaldın. Bak kudretimin, sana ufak bir nişanı, seni ecelin geldiği için öldürmedik, seni sırf nas'a (insanlara) aşikar görünür bir ayet, bir delil olsun diye, öldürüp dirilttik. Kemiklere bak, onlara nasıl et giydiriyoruz." (Bakara 259)
Hz. Üzeyir, uyuduğu zaman sabah vakti idi, uyandığında ise güneş batmamıştı. Ancak geçen zaman, 100 yıldı. Bu arada Buhtünnasr ölmüş, bütün esirler serbest kalarak Kudüs'e dönmüşlerdi. Mescid-i Aksâ tâmir edilmiş ve bütün şehir, tekrar mâmur hâle gelmişti.
Merkebine binen Hz. Üzeyir, Kudüs'e gitti. Ancak, her şey ve insanlar değiştiği için kimseyi tanımadı. Yaşadığını tahmin ettiği mahalleye gitti. Orada çok yaşlı bir kadın bulunmaktaydı. Kadına, Üzeyir'in evini sordu. Kadın, evi gösterdiği gibi, Üzeyir'in hizmetçisi olduğunu da söyledi ve çoktan kayıp olduğunu bildirdi. Hz. Üzyir, kadına Üzeyir'in kendisi olduğunu söyledi. Kadın mucize isteyince de Cenâb-ı Hakk'ın izniyle kadının gözlerini iyileştirdi.
Hz. Üzeyir'in mucizesiyle iyileşen kadın, gidip yakınlarına haber verdi. Bu arada, Hz. Üzeyir'in oğulları ve akrabaları çevresine toplandı. Hz. Üzeyir, oğluna göre çok daha genç görünmekteydi. Oğlu ve akrabalarına kendisini tanıttı. İnsanları hidâyete dâvet etmek için, sadece kendisinin ezbere bildiği ve yıllar öncesinden yok edilmiş bulunan Tevrat'tan âyetler okumaya başladı. Yazmayı bilenler okunanları kayda geçirdiler. Bu arada, çok yaşlı birisi yanlarına yaklaşıp dedeleri tarafından Tevrat'ın kendi üzüm bağlarının bulunduğu yerde toprağa gömüldüğünü, ancak, tarlalarının neresi olduğunu bilmediğini, tarlanın yerini bilen varsa söylemelerini istedi. Bunun üzerine, topluluğun içinden yeri bilenler ayrılarak söz konusu yere gittiler. Kazı sonucu yaşlı adamın dediği gibi, Tevrat'ı buldular. Bulunan Tevrat'ın âyetleri ile Hz. Üzeyir tarafından okunan ve yazılmış bulunan âyetlerin aynı olduğu müşahede edildi. Hz. Üzeyir, Yüce Allah tarafından rûhu kabzolununcaya kadar, Kudüs'te İsrailoğulları'yla beraber oturdu.
Vefatı
Hz. Üzeyir, epey zaman Kudüs'te oturdu ve halk, kendisine çok muhabbette bulundu. Kudüs, tekrar mamur edildi. 40 yıl daha yaşayarak 100 yaşında iken vefat etti.
Hz. Üzeyir'in "Tevaim Azra" ya da "Uza" adında bir kardeşi vardı. Tevaim Azra, 200 yaşında iken kardeşi ile beraber aynı gün öldü. Birlikte ölümlerinde muhakkak ki bir sebep ve hikmet vardı.
Ona ve gönderilen bütün peygamberlere selâm olsun!
Tanrılaştırılması
Hz. Üzeyir'in vefatından sonra İsrailoğulları arasında bir takım bidatler çıktı. Yanlış inançlara saptılar:

«Yüce Allah; Tevrat'ı, kalplerimizden silip giderdikten sonra, onu, bizim aramızdan, Kendisinin oğlundan başka hiç bir kimsenin kalbine koymaz!»

«Uzeyr, Allah'ın oğludur!»
diyecek kadar ileri gittiler.
İbn-i Abbâs'tan gelen rivâyete göre, Allâh teâlâ, İsrâîloğulları'nın Tevrât'ı bırakıp hevâlarına uyduklarını görünce, Tevrât'ın içinde bulunduğu sandığı onlardan aldı, Tevrât'ı da onlara unutturdu. İsrâîloğulları, buna çok üzüldüler. Bilhassa Hz. Üzeyir, Allâh'a çok ibâdet etti; O'na yalvarıp yakardı. Allâh'tan inen bir nûr, onun kalbine girdi. Unutmuş olduğu Tevrât'ı hatırladı. Ondan sonra Tevrât'ı yeniden İsrâîloğulları'na öğretti. Daha sonra Tevrât'ın içinde saklandığı sandık bulundu. İsrâîloğulları, Hz. Üzeyr'in öğrettiği Tevrât'ın aslına uygun olduğunu gördüler ve Hz. Üzeyir'e olan sevgileri daha da ziyâdeleşti. Bu büyük tecellîler karşısında Benî İsrâîl kavmi, daha sonraları bâtıl bir akîdeye kayarak Hz. Üzeyir'e “Allâh'ın oğlu” diyecek kadar ileri gittiler.
Yüce Allah, Yahudilerin ve Hıristiyanların bu husustaki dalâletlerini ve kendilerine inen "Kitap"ları nasıl değiştirdiklerini, Kurân-ı Kerîm'de şöyle açıklar:

«Yahudiler: Uzeyr, Allah'ın oğludur! dedi(ler). Hıristiyanlar da: Mesih (İsâ) Allanın oğludur! dedi(ler). Bu, onların ağızlarıyla (geveledikleri câhilce) sözleridir ki, daha önce küfür edenlerin sözlerini taklit ediyorlar. Hay Allah kahredesi adamlar! (Haktan, bâtıla) nasıl da, döndürülüyorlar! Onlar, Allah'ı, bırakıp Bilginlerini, Rahiplerini, Meryem'in oğlu Mesih'i tanrılar edindiler. Halbuki, bunlar da, ancak, bir olan Allah'a ibadet etmelerinden başkasıyla emir olunmamışlardır. O'ndan başka hiç bir İlâh yoktur. O, bunların eş tuta geldikleri her şeyden münezzehtir.» (Tevbe, 30-31)
Bu ifade, vahyedilen önceki mesajların sapkın takipçilerinden söz eden önceki ayetle bağlantılıdır. Şirk ya da tanrılığı ya da tanrılık nedenlerini Allah'tan başkasına yakıştırma ithamı,  burada önceki ayetteki "Allah'ın kendileri için din olarak vaz'ettiği hak dini din olarak benimseyip ona uymayanlar" ifadesine açıklık kazandırmak suretiyle Yahudi ve Hıristiyanlara da yöneltilmektedir.
Hz. Üzeyir'in "Allah'ın Oğlu" olduğu yolunda Yahudilere isnat edilen inanca gelince, belirtilmesi gerekir ki hemen hemen bütün klasik tefsirciler, bütün Yahudilerin değil; yalnızca Arabistan Yahudilerinin böyle bir hurafeyle suçlanmış oldukları konusunda görüş birliği içindedirler. Taberî'nin bu ayeti tefsir ederken kaydettiği İbn-i Abbas'tan rivayet edilen bir hadise göre; bir kısım Yahudi, bir keresinde Hz. Muhammed'e gelerek şöyle demişlerdi:
«Sen, bizim kıblemizi terk etmişken ve Üzeyir'in "Allah'ın Oğlu" olarak görmezken, biz, nasıl uyabiliriz sana?»
Öte yandan Ezra (yani Arap diliyle Uzeyir), bütün Yahudilerin gönlünde saygı ve itibarca müstesna bir yer tutmakta ve onlar tarafından en tazimkar, en abartılı vasıflarla anılmaktadır.
Yahudilerin inancına göre Ezra (Hz. Üzeyir) Babil sürgünü sırasında kaybolduktan sonra Tevrat'ı yeniden toparlayıp cem ve tazim eden, az-çok bugünkü formu ve muhtevasıyla "tedvîn" eden kişidir ve dolayısıyla "sonraki Yahudilik'te hakim olacak olan, kendine has, resmî ve standart Yahudi din kurumunun kurucusudur."
Bugünkü Durum
Her ne kadar bugünkü Yahûdîler, Hz. Üzeyir'e “Allâh'ın oğlu” yakıştırmasını kabûl etmeseler de, o zamanki bir grup Yahûdî, Hz. Üzeyir'e karşı tâzîmde çok aşırıya gitmişler ve içlerinden bazıları O'na bu isnatta bulunmuştur.
Hıristiyanlar, Hz. İsa'nın harika (babasız) doğuşunu nazara alarak, ona "Allah'ın oğlu" dedikleri gibi, Yahudiler de Hz. Üzeyir'in harika bir tarzda Tevrat'ın yeniden doğmasına vesile olduğu için, ona "Allah'ın oğlu" dediler. Bu tavır, özellikle onun yaşadığı devrin insanları tarafından söz konusudur. Bugünkü Yahudiler ise, yine Tevrat'ın asıl sahibi olan Hz. Musa'yı esas almaktadır. Hz. Üzeyir'i sevmekle beraber, dinlerinin kurucusu ve onları Firavun'un zulmünden kurtaran, harika bir mucize eseri olarak onları Kızıl Deniz'den geçiren Hz. Musa'yı kimse ile kıyaslamayacak kadar üstün görmektedir.
Tartışmalar
Hz. Üzeyir'in adı, Kuran-ı Kerîm'de bir yerde geçmektedir:
«Yahudiler. "Üzeyir, Allah'ın oğludur; dediler. Hıristiyanlar da: Mesih Allah'ın oğludur." dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini), önceden inkâr etmiş (olan müşrik)lerin sözlerine benzetiyorlar. Allah, onları kahretsin, nasıl da (haktan batıla) çevriliyorlar!.. Hahamlarını ve rahiplerini Allah'tan ayrı rehber edindiler, Meryem oğlu Mesîh'i de. Oysa kendilerine yalnız tek Tanrı olan Allah'a ibâdet etmeleri emredilmişti. Ondan başka ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.» (et-Tevbe, 30-31).

Burada söz konusu olan Hz. Üzeyir hakkında çeşitli rivâyetler vardır. Bunların en meşhuru, İbn-i Abbas'ın rivâyetidir. Buna göre, Yüce Allah, İsrâiloğulları'nın elinde bulunan Tevrat'ı onlardan aldı. Tevrat'ın içinde bulunduğu sandığı kaybettiler. Aynı zamanda Tevrat, zihinlerinden de silindi. İsrailoğulları, buna çok üzüldüler. Bilhassa Hz. Üzeyir, Allah'a çok ibâdet etti; O'na yalvarıp yakardı. Allah'tan inen bir nûr, onun kalbine girdi. Unutmuş olduğu Tevrat'ı hatırladı. Ondan sonra Tevrat'ı yeniden İsrailoğulları'na öğretti. Daha sonra Tevrat'ın içinde bulunduğu sandık bulundu. Bunun üzerine Hz. Üzeyir'in öğrettiğinin aslına uygun olduğunu gördüler. Bunun üzerine Hz. Üzeyir'i çok sevdiler. Fakat bu hususta aşırı gittiler. "O, olsa olsa Allah'ın oğludur" dediler.
Bu âyetler, onların bu hususta aşırı gitmelerini ve Hıristiyanların da, "İsa (a.s) Allah'ın oğludur." söylemlerini reddetme mahiyetinde nazil olmuştur. Onların bu sözlerinin batıl olduğu anlatılmış ve Yüce Allah'ın, onların bu iddialarından münezzeh olduğu ifâde edilmiştir.
Kur'ân-ı Kerim âyette görüldüğü gibi İslâm'ım zuhuru sırasındaki Yahudilerin Hz. Üzeyir'in Allah'ın oğlu olduğuna inandıklarını kesin bir ifâde ile haber vermektedir. Ancak bu görüşün bütün Yahudilerin inancı olmaktan ziyâde Peygamberimiz (s.a.v.)'le görüşürken bunu; gündeme getiren Medine Yahudilerine âit bir görüş olduğu ifâde edilmektedir. Klasik müfessirlerin tamamına yakını yalnızca Arabistan'da yaşamakta olan Yahudilerin böyle bir inanca sahip olduklarını kabul ederler. Taberî, bu âyetin tefsirinde Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelen Medineli birkaç Yahudinin; "Sen, bizim kıblemizi terk etmişken ve yine Üzeyir'in Allah'ın oğlu olduğuna inanmazken biz nasıl sana uyabiliriz?" dediğini nakletmiştir. Bu arada Yemenli Yahudilerin ise Hz. Üzeyir (a.s.)'in Mesih olduğuna inandıkları zikredilmektedir.
Bakara sûresinin 259. âyetinde yüz yıl ölü halde bırakılıp diriltildiği açıklananın zatın, Hz. Üzeyir olduğu da, ileri sürülmekte ve “Selef ve Halef Ulemâsının çoğunluğu katında meşhur olan, budur!” denilmektedir.(Uğranılan harap şehir, Beytülmakdis olduğuna göre) Hz. Üzeyir'in oraya, ancak, Buhtunnassar, öldükten sonra geldiği ve kendisinin, Beytülmakdis imar edildiği zaman, İsrailoğullarından, oraya dönen halk arasında bulunduğu da, unutulmamak, göz önünde tutulmak gerekir

Yahudilerin bu hususta aşırı gitmeleri, Kuran'ın başka yerlerinde de tenkit edilmiştir.
«Vay haline o kimselerin ki, Kitabı elleriyle yazıp, az bir paraya satmak için, "Bu, Allah'ın katındandır. " derler. Ellerinin yazarlığından ötürü vay haline onların! Kazandıklarından ötürü vay haline onların!» (el-Bakara, 2/79)
mealindeki âyette Yahudiler kastedilmektedir. Onların Tevrat'ı tahrif ettikleri, ondan sonra kendileri tarafından yazılan bir kitabı Allah'ın kitabı diye tanıtmaları söz konusudur. Onlar, bu şekilde kitap yazmışlar, Allah'ın kelâmı olarak ileri sürmüşler ve bununla menfaat ile nüfûz sağlamaya çalışmışlardır. Bu âyette, onların bu yaptıkları tenkit edilmektedir.
İkinci rivayete göre Yahudileri ağır bir hezimete uğratan Amâlika kavmi Tevrat'ı da onların elinden almıştır. Bu esnada bâzı âlimler de ellerindeki Tevrat nüshalarını dağlara gömerek ülkeyi terk etmişlerdir. O günlerde hayatının baharında bir delikanlı olan ve zamanını dağlarda ibâdetle geçiren Hz. Üzeyir, mevcudu kalmayan Tevrat'ı onu en iyi bilen kişi olarak yeniden kaleme alır. Geri donen âlimler, gömmüş oldukları Tevrat nüshalarını çıkarıp Hz. Üzeyir'in hafızasına dayanarak yazdığı nüsha ile karşılaştırınca aralarında hiç bir fark olmadığını görüp hayrete düşmüşler ve "Allah, bunu sana ancak O'nun oğlu olduğun için verdi" demişlerdir.
Hz. Üzeyir, İran kralı Artahşaşta döneminde yaşamış bu kral tarafından Yahudi cemâatinin durumunu incelemek onlara Allah'ın şeriatına riâyet etmelerini tavsiye etmek ve Mabedin hizmeti için gerekli malzemeyi sağlamak üzere Kudüs'e gönderilmiştir. Hz. Üzeyir, bu yolculuğuna çıkarken Bâbil'e getirilmiş olan Yahudi sürgünlerinden bir gurubu da beraberinde götürme izni alır. Dört ay sonra Kudüs'e ulaşır ve orada putperest kadınlarla evlenmiş olan Filistin Yahudilerinin pek çoğunu bu kadınları boşamaya ikna eder. On üç yıl sonra da Hz. Musa (a.s.)'nın şeriat kitabını getirerek halka okur. (Nehemya 8.)
Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında onun Tevrat'ı yeniden ortaya koyduğu hakkında yaygın bir kanâat vardır. kitap-ı Mukaddes'le ilgili akademik eleştiri faaliyetini sürdüren bâzı araştırmacılar da bu kanâati desteklemişlerdir. Wellhausen, Tevrat'ın temel metninin redaksiyon ve ilânının Hz. Üzeyir tarafından yapıldığını kabul etmiştir. Bu önemli görev tabiatıyla onun mevkiini yükseltmiştir.

Aşağıdaki âyette de, Yahudilerin bu durumu tenkit edilmiştir:

«Onlardan bir grup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken, dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları, kitaptan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde, "Bu, Allah katındandır. " derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar.» (Âl-i İmran, 3/78).

İbn-i Abbas'tan nakledildiğine göre, bu ayette de Yahudiler kastedilmektedir. Buna göre, onlar, Allah'ın kelâmını kaybetmişler. Kendi uydurduklarını Allah'ın kelamı olarak tanıtmaya çalışmışlar. Onların bu yaptıkları, yalan ve uydurmadır.
Diğer taraftan bazı müfessirler Bakara suresinin 259. âyetinde yüz yıl uyutulup tekrar hayata döndürüldüğü bildirilen meçhul şahsın Hz. Üzeyir olabileceğini söylemişlerdir. Bu şahsın Ermiyâ olduğunu kabul edenlere karşı ilk müfessirlerden Katâde İkrime Rebî b. Enes Dahhâk ve Süddî, onun Hz. Üzeyir olduğu görüşünü savunmuşlardır.

Hz. Üzeyir ile ilgili bulunduğu söylenen bu ayet, şöyledir;

«Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin çatıları duvarları üzerine çökmüş (yıkık dökük olmuş) ıssız bir kasabaya uğradı. "Ölümünden sonra Allah, bunları nasıl diriltir acaba!" dedi. Hemen Allah, onu öldürdü, 100 sene sonra tekrar diriltti. "Ne kadar kaldın burada?" dedi. "Bir gün yahut bir kaç saat" dedi. Allah, ona: "Bilakis 100 sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Bir de eşeğine bak. Seni insanlar için bir âyet (ibret işâreti) kılalım diye (100 sene ölü tuttuk ve sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen, kemiklere bak, onları nasıl birbiri üstüne koyuyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz." dedi. Durum, kendisince anlaşılınca, "Şüphesiz Allah'ın her şeye kadir olduğunu bilmeliyim." dedi.» (el-Bakara, 259).

Bu ayette söz konusu olan zatın kim olduğu hususunda çeşitli rivâyetler vardır. Fakat alimlerin ekseriyetine göre bu zat, Hz. Üzeyir'dir.
Îbnül-Kelbî, bu ayetteki şahsın Ermiyâ (a.s.) olduğuna dair bir rivayet aktarmıştır. Buna göre Allah Tealâ, Ermiyâ'ya Buhtunnasır (Nebukadnezar) tarafından tahrip edilmiş olan Kudüs'ü İmar edeceğini haber verir ve oraya gidip yerleşmesini emreder. Şehre gelen Ermiyâ karşısında bir harabe görünce şaşırır ve kendi kendine şöyle der:

"Sübhânallah! Allah bana bu şehre yerleşmemi emretti ve orayı imar edeceğini haber verdi Şehrin ölümünden sonra Allah orayı ne zaman imar edecek ne zaman ihya edecek!"

Daha sonra eşeği ve azık sepeti de yanında olduğu halde bulunduğu yerde uyur kalır. Uykusu tam 100 yıl devam eder. Bu uzun süre içinde Buhtunnasır ölmüş, yerine oğlu geçmiştir. Adaletiyle meşhur bu yeni hükümdar, Suriye ve Filistin bölgesinin ıssız kaldığını ve yırtıcı hayvanlarla dolduğunu öğrenince babasının Babil'e getirmiş olduğu İsrâiloğulları'na yurtlarına dönme izni verir. Onların başına Hz. Davud'un evlâdından birini tayin eder ve ona Kudüs'ü ve mescidini imar etmesini emreder. Ermiyâ 100 yıl sonra uyandığında şehre bakınca gözlerine inanamaz. Çünkü O, ancak bir gün hatta daha kısa bir süre uyuduğunu sanmaktadır. Bu esnada Allah, ona başından geçeni anlatır ve kendisinin her şeye güç yetireceğini söyler. İbn Kesir Taberi'nin naklettiği bu rivayetin olayların seyrine uygun olduğunu belirtir. Ancak bu şahsın Hz. Üzeyir olduğu rivayetinin daha meşhur olduğuna işaret eder.
Peygamberliği Hakkında İhtilaflar
İsrailoğulları'na  göre meşhur bir peygamber olan Hz. Üzeyir'in adı, Kuran-ı Kerîm'de de geçmektedir. Fakat İslâm'a göre onun peygamber olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır. Bazı âlimler, onun velî bir kul olduğu görüşüne varmışlardır. İbn Kesir'in ifadesiyle meşhur görüş, onun Benî İsrail peygamberlerinden olduğudur. Ancak İbn Abbas Ata b. Ebî Rebah ve Hasen-i Basrî, Hz. Üzeyir'in peygamber olmadığı kanâatindedirler.
Hz. Muhammed (s.a.v.), Hz. Üzeyir'in peygamber olup olmadığı hususunda söyle buyurmuştur:
«Bilmiyorum; Üzeyir, peygamber midir, değil midir?" . Bundan dolayı İslam inancında Üzeyir (a.s)'in peygamberliği ihtilaflı kabul edilmiştir.
Yine, Ebu Hüreyre'den (rivayet edildiğine göre) Resûlullah (s.a.v.);
«Tübba, (Allah'ın rahmetinden mahrum kalmış) bir mel'un mudur, değil midir bilmiyorum ve Üzeyir, peygamber midir, değil midir (bunu da) bilmiyorum.»
demiştir.

Alimlerin açıklamalarına göre bu hadis-i şerifte söz konusu edilen Tübba'dan maksat, tübbaların en büyüğü ve en ünlüsü olan Esad Ebu Kureyb'dir. Ka'be'ye ilk örtü geçiren kimse budur. Hz. Peygamber (s.a.v.), gönderilmeden 1000 sene önce onun varlığından ve peygamber olarak gönderileceğinden haberdar olup, kendisine iman etmiştir. Fakat, Hz. Peygambere (s.a.v.), onun kendisine iman edip dünyadan mümin olarak gittiği önceleri bildirilmemişti. İşte sözü geçen Tübba'dan bahsedildiği bir sırada onun gerçekten iman şerefiyle şereflenmiş bir kimse mi yoksa iman şerefinden ve dolayısıyla Allah'ın rahmetinden mahrum melun bir insan mı olduğunu bilmediğini ifade etmişti.

Aynı şekilde Hz. Üzeyir (as)'in bir peygamber olup olmadığını henüz bilmediği için onun hakkında da kesin bir bilgiye sahip olmadığını açıklamıştı. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v.) de olsa, gaybı, Allah bildirmedikçe bilemez. Allah bildirirse o da bilir. Ama daha sonra, Allah-u teâlâ Hazretleri, Tübba'nın Müslüman olduğunu ve dünyadan mümin olarak gittiğini bildirmiş, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de Hz. Üzeyir'in Allah'ın peygamberlerinden bir peygamber olduğunu ümmetine açıklamıştır. Nitekim bir hadis-i şerifte, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in:
«Tübba'ya sövmeyiniz. Çünkü, o Müslüman olmuştur.»
dediği rivayet edilmektedir.
Bu ve benzeri rivayetleri esas alan bazı alimlerimiz, Hz. Üzeyir'in de peygamber olduğunu kabul etmişlerdir.

Peygamber olsun veya olmasın; Hz. Üzeyir, Allah'a tam manasıyla inanmış, kamil imân sahibi olan bir zattı. Hayatı boyunca, Allah'ın rızasını kazanmak için şerden kaçmış, hayra koşmuştur. Çevresindeki insanları da bu şekilde inanmaya ve Allah'ın emir ile yasaklarına riâyet etmeye davet etmiştir.

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...