10 Aralık 2011 Cumartesi

İMANI YOK OLAN HER BİREY, ONLAR İÇİN ÇARESİZ KENDİLERİNE KATILACAK OLAN YENİ BİR MİKRO EVREN DURUMUNDADIR

KABALA İNANÇLARININ YANSIMASI; VAHDET-İ VÜCUD, VARLIK BİR'liği.. MACROCOSMOS.. MİCROCOSMOS BU PLATFORMLARIN DAVİYETESİ OLAN DİNLER ARASI DİYALOG

İMANI YOK OLAN HER BİREY, ONLAR İÇİN ÇARESİZ KENDİLERİNE KATILACAK OLAN YENİ BİR MİKRO EVREN DURUMUNDADIR   DİYALOG'A ÇAĞIRMA, ESASINDA VAHDET-İ VÜCUDA (Varlık Birliği) ÇAĞIRMANIN FRENKÇESİDİR. MAKROKOSMOS (Macrocosmos) içinde MİKROKOSMOS (Mİcrocosmos) "BİR'liği" oluşturma HAYALLERİDİR. Kabullerinde ki VAHDET-İ MEVCUD'da, VAHDET-İ VÜCUD oluşturabilme SANILARIDIR. "TEK BİR" (bir sadece sayısal olarak değil aynı zamanda eşsiz, eşibenzeri olmayan anlamında düşünülmelidir) olanın karşısına "BİR'lik" olarak çıkabilme RÜYALARIDIR. Kabullerinde, temellerinde olan "TEK BİR" olanı TEK ve BİR" haline getirebilme İÇGÜDÜSEL SAPKINLIKLARIDIR. Onları, onlar yapan SAPKINLIKLARIDIR

DİNLERİN DİYALOĞU DİYE ÇAĞIRDIKLARI, HIİRTİYANLARIN ve YAHUDİLERİN BUGÜNKÜ KİTAPLARINDA, KAPAK İSİMLERİ ve GENEL KULLANIMLI tanımlar (Rab, Tanrı..vb) dışında, eğer BİR İFADELERİ "KUR'AN'ı KERİM'le" BAĞDAŞIYORSA SAPKINLIK KELİMESİNİ geri alır ve DİYALOGCU OLURUM.

Genel kullanımlı tanımlardan TANRI ve RAB kelimelerinin içlerini de boşaltıp, sırf SEMAVİ DİN görüntüsü verebilmek için kullanıyorlar. Ve bu kullanmalarını da ellerindeki kitaplarında defalarca belirtiyorlar.

Tanrı saygınlığını yok ederek, Tanrıyı yanılan, Tanrıyı bilmez ..vb.. ve Tanrıyı güçsüz göstererek, TANRIYI SIRADANLAŞTIRACAK her türlü ifadeye kitaplarında yer verenlerin TANRI inancını KAVRAMIŞ oldukları söylenebilir mi? Kitapları için HER HARFİ TANRIDAN'dır derlerken, söylemek istedikleri Tanrı adına atalarının kitapları yazdıkları, TANRININ esasında kendi zihniyetleri olduğudur. Hallacı Mansur'un, Enel Hak tezi için yola çıktığında, niyeti ne idi bilemem ama şimdiler de Enel Hak, fena-fillah, ışıklara gark olmak, Yaratan'da yok olmak bahane. Asıl amaç Tanrıyı oynamak, Tanrı gücüne sahip olabilmeyi zannetmek (aslında olabilceklerine zannediyorlar). Yani TEK olan Yaratan'ın Yanında gölgede olsalar (arzuları simetrik olamak) BİR olabilmek. O neden 1 vardır, 2 birin gölgesidir gibi tezler türetiyorlar En-el Hak'ı dile getirmeyi, onu hissetmeyi çok seviyorlar. Keza kozmik bilinç tezleride, metafizik görüşlerinin içinde yer alıyor. Evrende oluşan, ortak bilince sahip BİR'lik hayali. Bu oluşumla Vahdet-i Vücut'u tamamlamayı mı amaçlıyorlar. Öyle ya! Enel-Hak felsefesini kabul etmeden, Vahdet-i Vücut (Varlık Birliği) meydana getirilemez ki.

Enel-Hak kabulleri bunun için çok önemli.Evrende yaratılmış olan (ONLARA GÖRE VAR OLAN) Herşey (duyu ötemizde olanlarda dahil) Allah'ın parçası (ondan bir parça) olmalı ki, meydana getirilen birlik (BİR OLMA), Allah, karşısında onun kadar olmasa da sesi çıkabilir, gücü hissedilebilir olsun. Hayallerinde düşlerinde, şeyh uçuran hikayelerinde yaşattıkları, o kudretli yardımcılar olabilsinler.

Duyu ötemizde olan, onların rüyalarınndan hiç eksik olmayan, onlara yol gösteren, onlara kitaplar yazdıran, onlara makamlar ünvanlar veren alemlerde yer edinmiş, çeşitli isimler, unvanlar, maharetler verdikleri önderleri ile bu birlikteliği gerçekleştirebilsinler Hemde bu yolla bir taşla birkaç kuş vurmuş oluyorlar.Herşeyi Allah'ın parçası olarak görmek/ondan bir parça olarak görmek, ibadetlerinde yaptıkları her türlü sapkınlıkları da ortadan kaldırmış oluyor. İşaret olarak, kuvvet olarak gördükleri ve medet umdukları, biat ederek bağlandıkları herşeyi Allah'ın bir parçası olarak görmek iman yolundaki tüm kıstlamaları, kuralları MEKSİKA SINIRINA çeviriyor.

Unutmayın Meksika sınırını benimsemek/sahip olmak, güçlüye sığınmak yada zorunluluklardan kurtulmak istiyenler için vardır. Geçici meraklar, geziler için, tüm sınırlar aynıdır.Kuralları yerine getirirsin/Evraklarını tamamlarsın ve geçersin. Kısaca Meksika sınırı, kaçanlar, dönenler, sığınanlar için geçerlidir ve onlar için hep özlemdir.

Böylece, inaçlarında aracı olarak kabul ettikleri tüm hayali veya fiziki varlıklar ile peşlerinden gittikleri tüm varlıklarda Allah'ın bir parçası oluveriyor. Bakın nekadar güzel bir şeymiş Meksika sınırına sahip olabilmek. Kah orda, kah burda.

Diyalog'da, bir nevi inancın Meksika sınırı sayılır
. Amaç cennete gitmekse; Fethullah Gülen de zaten "bugünkü Tevrata ve İncile inananlar Cennete gider" diyerek fetva makamında izin ve veriyor, (OYSA bugün o kitapların kapak isimleri dışında hiç bir şeyin İlahi bir vahiy içermediğini biliyor) o halde, kolayına gelen kitabı ve inancı seç cennete git. Zanlarınca, Allah'a hiçbirşeyi ortak koşmuş olmadan, diledikleri gibi inanç sistemlerini oluşturmuş oluyorlar.

İyi hoş güzelde onu söyleyen hadi amaçları/ öğretileri doğrultusunda herşeyi göze almış söylüyor. Peki bu SAPKIN ÇAĞIRIŞLARI hiç düşünmeden kabul edenlere ne demeli? Hiç sorgulamadan onların peşine takılanları nereye koymalı. Söylenen sözlerin saçmalığına bakmadan, açık açık yapılan ateşe davetlere aldırmadan herşeye gözlerini kapamış, kulaklarını tıkamış olanları nasıl değerlendirmeli.

ŞEYTAN sarık takmış, ŞEYTAN efendi unvanı edinmiş, ŞEYTAN kitap yazmış, ŞEYTAN cübbe giymiş, ŞEYTAN kaftan içinde dolaşıyor, ŞEYTAN "RAB" ile görüştüm diyor, ŞEYTAN yazdıklarıma uyun yeter diyor ve birçok kişi "HURRA" diyerek peşlerine takılmış durumda. ŞEYTAN Adeta; "ALLAH'ın, yazdığını boş verin diyor. Şeytanın bu sözlerini kendisine rehber eden kimsede, "ALLAH'a" hesap vereceğini düşünmeden ATEŞ yolundaki ŞEYTAN KONVOYUNUN arkasına takılmış hayaller içinde yol alıyor.

"ALLAH", Cennet mükafatını ellerinde atalarının yazdığı kitap olanlara da verecekse, kafalarına göre edinilmiş Tanrılara tapanlara da lütfedecekse, "ALLAH'a OĞULLAR (oğul değil oğullar, SONS OF GOD) isnat edenlere ve bunu gelenekleştirenlere, oğul ilan ettiklerine TANRININ ta kendisidir diyenlere ve onu hesap gününden kurtaracak TANRI ilan edenlere, onlar öyle münasip gördü diye CENNETİN KAPILARINI açacaksa / CENNETİ tahsis edecekse; NEDEN KUR'AN'I KERİM'İ gönderdi?

Neden Hz. MUHAMMED'i RESÜL seçti? Eğer bugün ellerinde olan ATA YADİGARLARI kitaplarıyla Cennete gidilme imkanı varsa," ALLAH" neden, sapkın kitapları bırakın, onlar kitapları tahrif etti diye KUR'AN'ı KERİM'i göderdi? Eğer Cennete gitmenin öyle bir yolu olsaydı, "Kafanıza göre takılın, aklınıza eseni yazın, içinizden birilerini de BİLİCİ/KAHİN/ EFENDİ /ÖNDER seçin yeterli" diyebilirdi.

"Din İSLAMDIR" dediğine, "Dininizi kemale erdirdim" dediğine, "Hz. Muhammed son peygamberdir" dediğine, "sığınılacak, rehber olan kitap KUR'AN'I KERİM" dediğine, "hepiniz ondan sorumlu olacaksınız" dediğine, "o sizin için rehberdir, şereftir, onurdur" deddiğine, "Ayetlerimden yüz cevirenden bende yüz çeviririm" dediğine göre, "Ayetlerimi görmemezliğe gelenleri Ahiret günü KÖR olarak haşrederim" dediğine..vb.. göre; "ALLAH'ın" LÜTFU olan, mükafatı olan CENNETİNE gitmek isteyenlere başka bir seçenek vermemiş demektir.

Hal böyleken, Sapkın kitaplara uyanlar CENNETLİKTİR diyen çağırıcı, çağırısını ADL örgütü adına mı yapmıştır yoksa, İNANÇSIZLARA karşı İTTİFAKLAR kurduk dedikleri ve sözcüleri oldukları ŞEYTAN adına mı?

CENNET ASLA ve ASLA BİR KULUN HAK EDEBİLECEĞİ, KAZANABİLECEĞİ BİR AHİRET YAŞAMI değildir. CENNET ALLAH'ın DİLEDİĞİNE MÜKAFAT OLARAK LÜTFEDECEĞİ BİR MAKAMDIR. Cennete vize verenler, ALLAH'ın vereceği ödülü de yok sayıyorlar , yok etmiş oluyorlar. Kafalarındaki, göğüslerinde besledikleri, gönüllerinde yaşattıkları BUZAĞI'larını yetkili ilan etmeye, yetkili sandırmaya yani; KENDİLERİNİ ve elbette takipcilerini ikna etmeye çalışıyorlar.

Ama isteyen ve arzu edenler için ÇAĞIRICININ da dediği gibi, ATALARIN yazdığı ve yazmadığı inanılan herhangi birşeyle de vaad ettikleri SONSUZ yaşamlı, ölümün olmadığı bir ebedi hayata gitmek mümkün. Sıcağa dayananlar için, HARARETİNE katlanabilecek olanlar için, yemeklerden sıcak servis sevenler için, ÖLÜM defalarca istense bile hiç gerçekleşmeyecek bir yer arayanlar için, ŞEYTANIN CENNETİ sayılan CEHENNEME gitmek "DOĞRU SÖYLEYENLERDENİM" diye YEMİN EDENLERİN peşine takılmakla çok kolay hale getirilmiş durumda. Böyle bir seçeneği isteyenler için, elbette, YOLU gösteren, ATEŞ DOLU sınırsız sayıda kitaplar ve öğretiler mevcud. ALLAH KUR'AN'I KERİM'de ŞÖYLE BUYURUYOR..

34 - SEBE.......... 40.Allah'ın, onları hep birden toplayacağı, sonra da meleklere, “Bunlar mı size ibadet ediyorlardı?” diyeceği günü bir hatırla!
34 - SEBE.......... 41.(Melekler) derler ki: “Seni eksikliklerden uzak tutarız. Onlar değil, sen bizim dostumuzsun. Hayır, onlar cinlere ibadet ediyorlardı. Onların çoğu cinlere inanıyordu.” Sonuç olarak,Allah'tan bir şey isteme, ondan birşey umma zorunluluğu da böylece kalkmış oluyor. Efendi Hazretlerinden (ya! medet efendi demek), ruhlardan (serbestce dolaştıklarını, seslerini duyurduklarını varsaydıkları), renklerden, sayılardan, isimlerden, evrenden, olumlamalardan, kuantumculardan, kozmik bilinçten, simgelerden ve sembollerden direk olarak isteme imkanına da kavuşmuş oluyorlar.

Olmadı Havas'a müracaat ediyorlar, olmadı Vefk'ler yapıyorlar, daha da olmadı Kafaları değiştiremiyeceklerine göre, ya Anahtarı (inancı) değiştirip, kilidi açma yoluna gidiyorlar ya da; Kilidi (Rehberi/Hocayı) değiştirip anahtara uyduruyorlar. Oysa herşeyi Allah'ın, bir parçası olarak kabul etmek, imana en yakın yorumu ile (Vahdet-i vücut'un en yumuşatılmış tanımı ile) "Allah, herşeyi kendinden veriyor demek" Allah'ın sürekli Yaratıcı olduğunu red etmektir. Allah, "tüm evreni Yaratmamış kendinden vermiştir/veriyor" demek; "Allah, sürekli Yaratan değil, imal eden/yapandır" demektir.Bu da şirktir. Allah'ın Hallak/Halik sıfatını yok saymaktır. Dolayısı ile İman dışı bir inanç sistemidir. (Doğru ya günümüzde yaratma sıfatını genellikle sanatcılar kullanıyor. "yaptım/oluşturdum" demiyor, "yarattım diyor") Vahdet-i Vücut'un ve Kabalanın gerçek görüşüne göre; Evrende Tanrıdan başka hiç birşey yoktur.Yani herşey TEK'tir.Varolduğunu sandığımız herşey Tanrı'nın bir parçasıdır. Yani YARATAN ve YARATILAN yoktur. (onların anlayışına göre Yaratma yerine yapma, meydana getirme vardır.)

Sanılarını oluşturan düşünce İKLİMLERİNE göre; Mademki her şey Tanrının parçası o halde herşey, Tanrı ile birlikte VAR OLMUŞ olmalı. Daha sonradan Tanrı "OL" diyerek birşeyi yaratmış olmamalı.

Hep var olan Tanrı herşeyin BÜTÜNÜ / TAMI olmalı, BÜTÜNÜ bozacak hiçbirşey, TANRI tarafından "OL" diyerek yaratılmış olmamalı. Çünkü sonradan "OL" diyerek yaratılmalar olursa yada var kabul edilirse; bu durumda EVRENDEKİ HERŞEY TANRININ PARÇASI OLAMAKTAN ÇIKAR. YOKTAN VAR EDİLMİŞ SINIFINA GİRER.

Böyle bir kabulse, elbette Kabalacıların Vahdet'i Vücud'cuların, Varlık BİRlik'cilerinin, "TEK ve BİR" özlemcilerinin HAYALLERİNİ yıkar ve UYKULARINI kaçırır. Onlara göre Tanrı; Ancak birşey isterse sistemi ve akışı bozmadan ve en önemlisi hiçbirşeyi yok etmeden İNŞAA ETMİŞ / İMAL ETMİŞ / YAPMIŞ olmalı. Yok ederse Tanrı kendinden de birşeyleri tamamen yok etmiş olur. Böyle bir durum, hep var olan ve olacak olan yani EZEL ve EBEDİ TANRI kavramına aykırı bir durum sergiler.

Hatta, O herşeyi Tanrı'nın parçası görüp, Tapılmada kendilerine bol bol adresler temin (Tanrının oğulları, Cinler, İkonlar, Kurtarıcılar, Kutsal Ruh'lar, Rab'ler, Putlar..vb.) eden, kitap yazma selahiyetleri veren KABULLERİNE göre, Tanrı imal etme dışında HİÇBİR ŞEYİ YARATAMAZ (yaratamaz değil, Yaratamaz) konumunda. İSRAİL'in(Yakup'un) Tanrısı, İSRAİL Tanrısı RAB gibi tanımlarla, ÖZELLEŞTİĞİ vurgulanan  Bu inancı hayallerinin DİNAMOSU yapmış olanlara göre; Tanrı evrendeki herşeyi, kendinden bir parça olarak, belli görevler vererek serbest bırakmış. Tanrının İnsanı kendine benzer kıldığı kabul etmişler hatta tüm Tanrı nitelendirmelerini İNSAN SİLÜETİ formunda resmetmişler. Hem düşüncelerinde hem tablolarında ikonlarında.

Bu akımın İTTİFAK ortakları, Tanrının yer yüzünde YANSIMASININ İNSAN olduğunu HAYALLERİNİ güçlendirmek için görüşleri içine dahil etmişler. Elbette bu dahiyane kabullerinden de çok mutlu olmuşlar. Nasıl mutlu olmasınlar, nasıl BAL ve SÜT akan nehirleri VAAD etmesinler, hemde yanında SONSUZ YAŞAM promasyonuyla.

ATALARI Tanrı insanı kendine benzer kıldı diye kitaba yazmış, takipcileri ise; Tanrının kendine benzer kıldığı İNSAN yaratılmış değil, TANRIDAN BİR PARÇADIR saptamalarıyla bu kurtuluş hayallerini DORUK noktalarına taşıtmışlar. "Kendin pişir kendin ye" olayı söz konusu ama burada PİŞİRENLER PİŞİRENİ yiyecekler gibi gözüküyor. Oysa ortada pişen bir şey yok sadece yakılmış bir ateş var.

Neden mutlu oldukları ortada değil mi? Tanrı eğer Evren'i meydana getirense, yani EVRENİN TAMAMI ise yada Evren onun yansımasıysa o halde kendi silüetinde, kendine benzer ve kendinden bir parça olarak yarattığı İNSANDA, KÜÇÜK EVREN sayılır.

"Tanrıda var olan bütün unsurlar, yansıması olan İNSANDA DA olmak zorunda" çıkarımı, VAHDET-İ VUCUD'cuları, VAHDET-İ MEVCUD'un EVREN OLARAK VAR OLDUĞUNA ve insanlarında onun bir parçası durumunda olduğuna iyice inandırmış (VAHDET-İ MEVCUD: TANRI =EVREN özdeşliği çerçevesi içinde Meteryalist bir düşünce denilebilir. Evrenin tamamı için kullanılıyor). Tıpkı: MAKRO-KOSMOS'u (Macrocosmos) meydana getiren MİKRO-KOSMOS (Microcosmos) ilişkisi gibi. YARATILMA OLMADIĞI SÜRECE HER YENİ BİREY TANRIDAN GELDİĞİNE GÖRE TANRI SÜREKLİ KÜÇÜLMEKTE KARŞI TARAF İSE SÜREKLİ BÜYÜMEKTE. BU DURUMDA TANRI'DAN OLMAYANLARIN NE OLMASI GEREKİYOR. ELBETTE SAPKIN OLMASI GEREKİYOR.

İmanı olanların, İman ettiği kaynağa döneceği noktasından hareketle; İMANI YOK OLAN HER BİREY, ONLAR İÇİN ÇARESİZ KENDİLERİNE KATILACAK OLAN YENİ BİR MİKRO EVREN DURUMUNDADIR Tanrı içindeki, Tanrı'dan parça olan BİR'imlerin, BİR (birlik) olması sağlanabilirse, VAHDET-İ VÜCUT (Varlık Birliği) birliği de meydana gelmiş olacaktır. Böylece hayalleri olan, solagan hale getirdikleri TEK ve BİR'İ gerçekleştirmiş olacaklardır.

Önderleri ise, 'Vahdet-i Vücut'cu tüm varlıkların önderleri' tarafından kabul gören ATAMA MESİH olacaktır. BİR'temsil eden, BİR'liğin sözde/görünürdeki patronu, ittifakla karar verecekleri ATAMA MESİH olacaktır. Atama Mesih elbetteki Hıristiyan (Müslüman gruplar mesih onlara geleceğini zaten kabul etmiş durumda) olacaktır. Kutsal kitaplarında ki görünümlü anlatımlarından anlaşıldığı kadarı ile göklerde büyük bir iktidar savaşı var. Var kabul ettikleri TANRISAL güçler arasında, YOK OLMAMA savaşları yaşanıyor. Şeytanlarla toplantılar yapan TANRI inancı Kutsal Kitaplarında yer alınca elbett, bu tür İKİNCİL güçlerinde kabulü kaçınılmaz oluyor. Tıpkı dünyada yaptıkları gibi, bir takım savaşların orada da güçler arasında gerçekleştiğini sanarak kitaplarına bu tür ifadeleri yazmışlar. Orada da entrika, komplo, yalan ve iftira söz konusu olduğunu kendi başlarından pay biçerek anlatıyor olmalılar.

Örneğin Yahudilerin bu konudaki yorumu şöyle. Eski Ahit Ester kitabındaki AMALEK katliamını şöyle yorumluyorlar.
Yahudilikte Kabala inançlarına göre Dünya üzerindeki olayların gelişmesini şöyle izah ediyorlar. (Şalom gazetesi, --Maskeli.Balo@Purim.Bayrami.din-- yazısından)

"....Rabi Moşe Hayim Luzzato'nun İLAHİ İLHAMLA kaleme aldığı Dereh Aşem (Tanrı'nın Yolu) kitabında belirtildiği gibi, bu dünyada meydana gelen her olayın kökeni, Yukarı Alem denilen ve doğaüstü güçlerin bulunduğu Tanrı katıdır. Aşağı Alem diye adlandırılan bu dünya ile Yukarı Alem sürekli etkileşim halindedir. Bu âlemde meydana gelen ne varsa, tekrar Yukarı Alem'e yansır ve bir şekilde yeniden bu âlemi etkiler. Açıklaması zor gibi gelse de, gündelik yaşamda kullandığımız atasözleri bu ilkeyi çok sık dile getirir: Ne ekersen onu biçersin; İyilik eden iyilik bulur; Kötü söz sahibini bulur..."

"Ari ha-Kadoş'a felsefesine göre Ester hem bir peygamber, hem de Kabalist idi; bu âlemde meydana gelmesi İSTENEN HER DEĞİŞİKLİĞİN Yukarı Alem'den kaynaklanması gerektiğini biliyordu. Bir etkinin ‘ORADAN' HAREKETE GEÇMESİ için, ‘BURADA' bir şeylerin YAPILMASI ŞARTTI."

Bir sentezi temsil eden ”ARİ ha-Kadoş -SAFED'in KUTSAL ASLANI felsefesi (ARİ HA-KADOŞ: Aşkenazi Rabbi İshak, bu isimlerin baş harflerinden oluşmuş) YARATILIŞI; Tanrının bizzat kendi içinde VAR olan (onlara, V. Vucudculara, Enel-Hak'cılara ..vb..göre; TANRIYI oluşturan) karşıt faaliyetler süreci olarak tanımlarmış. Kötülüğü de, bir takım şeyleri içinde bulunduran bir VAZOLARA / KAPLARA benzetirmiş. ”KAPLARIN KIMILDAMASIYLA” (Şebirah etabı) düşen MANEVİ PARÇALARIN, evreni yozlaştıran aktif bir varlığa dönüştüğünü ileri sürebilmek için, derin derin düşünmüş ve bu felsefi denilen SANILARINI ortaya koymuş.

GÖRDÜĞÜNÜZ GİBİ TANRISAL (onlara göre) KATTA BİRŞEYLERİN OLABİLMESİ İÇİN YERYÜZÜNDEN UYARMAK GEREKİYOR / TETİKLEMEK GEREKİYOR. Onlarda Tanrıcılık oynamayı çok sevmiş olmalılar ki, bu zihniyet olarak benimsedikleri bu davranışlarını IRKSAL STANDARTLARI olarak gelecek nesillere aktarıyorlar.
Özetle; Tanrıya yol göstermek gerekiyor. AKIL VERMEK GEREKİYOR. Bu söylenenler garip gelebilir ama Yahudiler için hiçte öyle değil. Tanrı kavramının içini tamamen boşaltmak, insanları Hahamların, din önderlerinin ağzından çıkacaklara bağlayabilmek için Tanrı saygınlığını YOK EDECEK ifadeleri, anlatımları kitaplarından hiç eksik etmiyorlar.

Tanrı saygısı azalsınki, önderler akıl verir duruma gelsinki, Tanrı olarak işaretlenenin NİTELİKLERİ ortaya çıksın. Pazar yeri, Mahlle kavgalarında olduğu gibi bir hareket içine sokulmuş bir TANRI anlatımı var. Adeta "tutmayın beni" naraları attırılıp Tanrı olgusu sıradanlaştırılıyor. Güreşte yenilen Tanrıya ilaveten Güç yetirilebinen ve kontrol edilebilinen TANRI.
İsrail Tanrısı, Harun'un Put yapma olayından sonra çok sinirlenmiş. Ve daha da öfkelenmek için Musa'dan destek istiyor. Ama Musa İsrail Tanrısına nasihat ederek, sakıncaları bildirerek, öfkesinin dinmesini sağlıyor.

Mısırdan Çıkış.....32:10 ‹‹Şimdi BANA ENGEL OLMA, BIRAK ÖFKEM alevlensin, onları yok edeyim. Sonra seni büyük bir ulus yapacağım.››
Mısırdan Çıkış.....32:11 Musa Tanrısı RABbe yalvardı: ‹‹Ya RAB, niçin kendi halkına karşı öfken alevlensin? Onları Mısırdan büyük kudretinle, güçlü elinle çıkardın.
Mısırdan Çıkış.....32:12 Neden Mısırlılar, ‹Tanrı KÖTÜ AMAÇLA, dağlarda öldürmek, yeryüzünden silmek için onları Mısırdan çıkardı› desinler? ÖFKELENME, VAZGEÇ halkına yapacağın kötülükten.
Mısırdan Çıkış.....32:13 Kulların İbrahimi, İshakı, İsraili ANIMSA. Onlara KENDİ ÜZERİNE ANT İÇTİN, ‹Soyunuzu gökteki yıldızlar kadar çoğaltacağım. ....
Mısırdan Çıkış.....32:14 Böylece RAB halkına yapacağını söylediği KÖTÜLÜKTEN VAZGEÇTİ

KULUNDAN DERS ALAN TANRI İNANCI, İLAHİ HİÇBİR KORKU DUYMAYANLARA GEREKEN BİR DUYGU OLMALI. Ders alanın nesinden korkulur ki? Tapınmalarını yap, buhurunu sun, kıskandırma, senin tarafında olamasını sağla istediğini yap. Günah ve Sevap kavramı olamayan ilir..

KULUNDAN DERS ALAN TANRI İNANCI, İLAHİ HİÇBİR KORKU DUYMAYANLARA GEREKEN BİR DUYGU OLMALI. Ders alanın nesinden korkulur ki? Tapınmalarını yap, buhurunu sun, kıskandırma, senin tarafında olmasını sağla istediğini yap. KURTARICI MESİH BEKLEMELERİ DE İŞTE BU NOKTADA ÖNEM KAZANIYOR. İlahi bir değerle hiç bir bağlarının kalmadığını bilenler hatta, bu bağları yok etmek için gayretler sarfedenler, İMANİ değerlerden yoksun bir inanç sistemini kendilerine DİN olarak seçtikleri için, ASLA HESAP gününün onlara CEZA günü haline geleceğini (CEZASIZ çıkamayacaklarını) biliyorlar.

"ALLAH'ın" din gününden kurtulamayacaklarını, edinilmiş Tanrılarıyla birlikte CEZALANACAKLARINI isimleri gibi bilenler, bunun gibi TESELLİ babındaki FELSEFİ DÜŞÜNCE üretimleri ile en azından HAYALLERİNİN sürmesini istiyorlar. Sonu gelmez bir yaşam ve gücüne nihayet olmayan saltanat sürmeyi hayal ettikleri Bal ve Süt akan nehirli ülke hayallerinin bitmesini istemiyorlar. (Bal ve süt akan nehirleri, "bizde hemde bu Dünya üzerinde veririz" diye insanları peşlerine takanlar, elbette "hani vaadler nerede" tipindeki sorulardan kurtulabilmek, öne sürülen HAVUCUN tazeliğini kaybetmemesi için birtakım yeni şeyler türeterek ortaya koymak zorunda kalıyorlar)

İmani yollardan, yani "SECDE ET" emrine karşılık secde etmeyenle, "SECDE EDEREK GİRİN" emrine karşılık gösterilen KAPILARDAN girmeyenler, kurdukları İTTİFAKLARLA Bal ve Süt akan nehirli yaşama kavuşmayı HAYAL EDİYORLAR. Hayallerinin takıntısız sürebilmesi içinde KURTARICI / MESİH icad etmeyi uygun bulmuşlar  İmani hiçbir değerle ilşkileri kalmamış olanlar, "ALLAH'ın" kendilerini CEZADAN kurtarmayı bırakın, cezalandıracağını biliyorlar. DİN GÜNÜNDE yargılandıklarında CEZADAN kurtulamayacaklarını, üzerlerini ÖRTTÜKLERİ AYET'lerden bilenler, kendilerini DİN gününden kurtaracak bir KURTARICYII hayal etmelerinden daha normal birşey olabilir mi?

KURTARILMAYA çok ihtiyaçları olduğunu yani ACİTİTASYONLARINI gösterecekleri ORTAMLARIDA oluşturmak, DERİN DÜŞÜNCELER sonucunda meydana getirdikleri FELSEFELERİNDE (kullanım kılavuzu gibi) elbette var.
Bu felsefi kabul onlarda, HESAP GÜNÜNDEN kurtulmanın gerçekten olabileceği hayallerini kuvvetlendirir. Uygulamalarında ki pervasızlıklarını AZDIRIR. Topyekün KURTULUŞ düşüncesine sımsıkı sarılmaları bu felsefi görüşten sonra daha tutkulu hale gelir. Çaresizliklerine bir nebzede olsa züğürt tesellisi olur.

Luria Kabbalist öğretilerine göre.. Tanrı hiç bir şeyi yaratmadan önce, her yer ve ZAMAN ışık kütleleri ile doluymuş. Sonsuz Işıma yani, Tanrı sınırsızmış ve yalın halde imiş. Yaratmayı başlatmak için yani yaratılanlara yer açmak için içe çekilmiş. Luira sanılarına göre evren, Tanrı'nın güçlerinin iç-içe geçmesiyle oluşmuş ve maddesel boyuta bürünmüş Dünya, üç aşamalı olayların sonucunda meydana gelmiş. Bunlar;
1- Zimzum: Tanrı’nın bu evren için boşluk oluşturarak kendini sınırlaması
2- Şebirah: Kapların kırılması
3- Tikkun: Düzeltme ve inşa dönemi
(Her harfi Tanrıdan dedikleri kitaplarında, Tanrı "ilk insan Adem'i yarattım dediği tarihlerde Akad imparatorluğu kurulmak üzere, Urfa Göbeklitepe şehri kurulallı 5-6000 sene olmuş. Edindikleri Tanrılarının "Yarattım" dediği tarihlerdeki GARİBETLİKLERİ görmeden, "yarattım" diyen VARLIĞA güvenerek "bana göre Tanrı ışıktı, patladı, kırıldı herşey oluştu, vazo sarsıldı maddeye çarptı, ışık maddede kabuklaştı, Mesih gelecek tamir edecek herşey düzelecek" diyemeyeceğine göre, kitaplarında her fırsatta saygınlığını yok ettikleri TANRI unvanı verdikleri VARLIKLARINA, YOL HARİTASINI ÇİZİYORLAR. Tüm düşünceleri o noktaya odaklıyıp, önde tutulan HAVUCU TAZELİYORLAR)
Luria’ya göre evren, büyük bir enerji patlaması sonucunda oluşmuş. Bu patlama sonrası madde toplu olarak gelen ışığı kaldıramamış ve kırılmalarına neden olmuş. Patlama sonrası kaynağından çıkıp, tekrar kaynağına dönmesi gereken ışığın tamamı MADDENİN kırması nedeniyle, yansıma yönleri değiştirdiğinden IŞIĞIN bir kısmı geldiği kaynağa dönememiş. Madde ışığın bir kısmını tutmuş.

Dönemeyen bu ışın demetleri maddelere bulaşmış ve zaman içinde de, Luira'nın "KLİPA" ismini verdiği kabuklaşma sürecine girmiş. İşte Luria bu klipaları kaynağına geri döndürebilmek için mutlaka 3.aşama olan Tikkun (Düzeltme ve inşa dönemi) olayının meydana gelmesi gerektiğine söylemiş.

Ama herkez bu derin düşünce SANILARINI, KURTULUŞ simidi olarak aldığına göre, OLAYIN öyle olacağına "KARAR VERMİŞ" demek daha doğru. Elbette bunun yapabilecek tek güçte tek isimde KURTARICI MESİH fikrinin kabul edilmesiyle ortalığa salınacak olanmış. (Luria Kabbalacılığı 1600 yıllarında, tüm Yahudi otoritelerini görüşlerini sarar sarmayıp, Kafalarında düşüncelerinde şimşekler çaktırır olmuş)
Mesih'in onaracağı tamir edeceği, ışın kırılmalarının neden olduğu KLİPALARI kaynağına geri göndereceği SAFHANIN yaklaştığının İşaretleride elbette bu derin düşünce SANILARI içinde ayrıca saptanmış. Bu saptamalara göre; ZAMANIN geldiğinin Dünya üzerindeki maddesel yansıması / işaretleri ise şu şekilde olacakmış. Mesih gelmeden önce masum, mazlum, mahsun, madur Yahudilere karşı büyük bir soykırım yaşanacak ve düşmanlıklar had safhada olacakmış.

İşte bu ACİDİTASYON sahnelerinin sergilendiği zaman dilimi içinde, Tanrı, yalvaran Yahudi halkının dualarına icabet edecek ve Mesih'i, kurtarıcıyı gönderecemiş. Buradan da anlaşılacağı üzere mesih fikri, HESAP GÜNÜNDEN KURTULMAK İSTEYENLERİN, ilahi değerlerle ilişkisi kalmayanların, tüm Kabalistlerin öğretilerinde en can alıcı noktayı oluşturmuştur.

Elbette burada mesih İTTİFAK kararıyla atanmış olan bir şahsiyet olacak. Mesih atanmış olacağına göre onu seçip ortalığa salanlarda TANRI olmuş oluyor. Yani," Tanrı vakit geldiğinde, yalvarmaları duyduğunda MESİH'İ gönderecek" derlerken; "TANRIYI OYNAYAN bizler kuvvetlendiğimizde, KATLİAMLARIMIZA TANRI damgası vurabilmek için MESİH kod isimli birini, önder yapacağız" demek istiyorlar.

Yeni PURİM BAYRAMLARIMIZIN kaynağını oluşturacak MORDEKAY örgütlenmesini ayarladığımızda MASKELİ bir önderimiz olacak diyorlar.

Özetle, "ESTER KİTABINI OKUYUN, KATLİAM ALT YAPISI NASIL OLUŞTURULUR, KATLİAMI UYGULAYACAK OLAN NASIL ELE GEÇİRİLİR, NASIL MADUR MAHSUN TAVIRLAR TAKINILIR, KATLİAM NASIL TEZGAHLANIR, NASIL UYGULANIR ve NASIL PURİM BAYRAMLARI ilan edilir görün" diyorlar. İmanlı olan biri KURTARICIYI NEDEN sürekli yaşıyor olsun Bu durumda zaten İMANİ bağlarınınkuvvetli olmadığı ortaya çıkar. Kutulmayı, İmani emirleri yerine getirp "ALLAH'tan bekleme yerine, illaki KURTARICI bekleyenler aslında, "ALLAH'ın HİKMETİNDEN" ÜMİTLERİNİ tamamen kesmiş olanlar olmuyor mu? "ALLAH'ın" hikmetinden tamamen ümidini kesmiş oldukları için, kendilerini HESAP GÜNÜNÜN yargılanmasından kurtaracak bir KURTARICI bekledikleri muhakkak.

"ALLAH'ın" hikmetinden ümit kesmiş haller sergileyenlere, "ALLAH" NEDEN KURTARICI göndersin. Dünya'ya hükmedenlere, Dünyayı GASP ETMİŞ olanlara, Dünyanın her yerinde zulüm sergileyenlere, Dünyanın her yerine KARAKOL kurmuş olanlara, Filistinlileri sırf tarihsel intikam egolarını tatmin için duvarlar arasında tutanlara ve onları Argemeddon sürecinde yok etmeyi planlayanlara..vb.. MESİH/ MEHDİ / KURTARICI gibi adlar altında birini gönderir mi?

Onlara, masumların KÖKLERİNİ rahat rahat KURUTSUNLAR diye İLAHİ bir destek gelir mi? Elbetteki gelmez. Onlarda bunun bilincinde oldukları için kendi adamlarını kendileri ortaya süreceklerdir. Onların derdi HESAP GÜNÜNDEN KURTULABİLMEK iken daha doğrusu DİN GÜNÜNÜN SAHİBİ OLAN "ALLAH'tan kurtulabilmek iken; "ALLAH'tan" onlara "HADİ BENDEN KURTULUN" tarzında bir KURTARICI gönderilir mi?

Dünya'da kan döken kimler? onlar,
Dünya'da Terörist yetiştirenler kimler? onlar,
Dünya'da silah sanayini elinde tutan kimler? onlar,
Dünya'da siyasette egemenlik sürenler kimler? onlar,
Dünya'da barış oluşmasından rahatsız olanlar kimler? onlar,
Dünya'da fuhuş, alkol, kumar sektörlerini ellerinde tutanlar kimler? onlar,
Dünya'da ticareti ellerinde tutanlar kimler? onlar,
Dünya'da sermayeyi ellerinde tutanlar kimler? onlar,
Dünya'da her tarafa inançları ile yayılmış olanlar kimler? onlar,
Dünya'da her yerini işgal edilmedik yer bırakmayan kimler? onlar,
Dünya'da her yerini işgal ettikleri yerde ırkları yok edenler kimler? onlar,
Dünya'da herhangi bir zenginlik ortaya çıktığında el koyanlar kimler? onlar,
Dünya'da misyonerlik teşkilatı kurarak sapkın tanrı inancını yayan kimler? onlar,
Dünya'da iç karışıklık çıkarmaları için örgütler kurulmasına hamilik edenler kimler? onlar,
Dünya'da Ülkelerinde ayaklanma, iç karışıklık çıkartanları bağılarına basanlar kimler? onlar,
Dünya'da kafalarına göre sınırlar saptayan, cetvelle sınırlar çizip Ülkeler oluşturanlar kimler? onlar,
Dünya'da bir ulusu senaryolarınca (gog/mogog) yok etmek adına, duvarlar arasında yaşatanlar kimler? onlar,
O halde, kurtulmak istedikleri bunlarsa, YAPTIKLARINDAN VAZ GEÇSİNLER SORUNLARDA KÖKÜNDEN ÇÖZÜMLENİVERSİN.

ORTADA GARİP BİR DURUM YOK MU? Yukarıda sayılanların hepsini, yapanlar kendileri olduğu halde, hala "kurtulacağız, mutlaka KURTULMALIYIZ" diyorlarsa; O halde KURTULMAK İSTEDİKLERİ ne?

Toprak ve zafer Vaadlerini yapan kim? / Toprakları vaad eden kim?
Toprak vaad edilenler kim? / Vaad edilen topraklar kimin?

Kurtarıcı vaad eden kim? İsrail Tanrısı ve "ALLAH'a şirk koşarak " isnat edilen Yahve / Oğlu Tanrı
Kurtarıcı vaad edilenler kim? İsrail müstakil tanrısının halkı
Kurtarıcı gelecek olanlar kim? Dünyayı kendilerinden kurtarılmaya muhtaç hale getirenler
Kurtarıcı kimlerin ordusunun başında olacak? Dünyayı işgal etmiş ve Dünya insanlarını köleleştirmek isteyenlerin yani KILIÇ ordusunun başında olacak SEN, BEN, O ayrımı yapmadan, Bizden, Sizden, Onlardan sınıflamasına başvurmadan, VİCDANLARLA, İNSANI İNSAN yapan değerlerle bu yapılanlar cevaplanmak istense, yukarıda sayılan maddeleri gerçekleştirmiş olanlar, hiç kendilerini DESTEKLENİYORUZ MERTEBELERİNDE gezdirebilirler miydi? Hareketlerini yapacak destek bulupta hala KAN DÖKME hesapları yapabilirler miydi?

Dünyada yapmış olduklarının,"Herhangi bir TANRI" kavramı içinde bir yeri olabilir mi? "ALEMLERİN RABBİ OLAN ALLAH" böyle bir şeye razı gelir mi?

Yine, Bizden, Sizden, Onlardan ayrımcılığı yapmadan, Ülkeler bazında düşünmeden, haklı haksız tartişmalarına girmeden, Din ayrımı gözetmeden, DÜNYADA Kİ TÜM İNSANLARI gruplar halinde yada teker teker bir ortama alma olanağı olsa ve yukarıda yapılanlar Ahlaki midir, Vicdani midir, İnsani midir? diye sorma imkanı da olsa, hiç firesiz herkez, sayılan maddelerin, Gayri Ahlaki, Gayri Vicdani, Gayri İnsani bulacaktır.

Tek Tanrılı, çok Tanrılı, bizim Tanrı, Oğul Tanrı ayrımı yapmadan, yukarıdaki maddelerin "DİNİ" onay alıp alamayacağını, insanlara teker teker sorma olanağı olsa, hiç firesiz herkez, sayılan maddelerin, "DİNİ" onay almasının imkansız olduğunu söyleyecektir.

O HALDE YUKARIDAKİ MADDELERİ UYGULAYANLAR KİM?
O HALDE YUKARIDAKİ MADDELERİ TANRI EMRİ DİYE GERÇEKLEŞTİRMİŞ OLANLAR KİM?
O HALDE YUKARIDAKİ MADDELERİ EMREDEN HANGİ TANRI?
O HALDE YUKARIDAKİ MADDELERİ EMREDEN HANGİ KİTAP?

ORTADA GARİP BİR DURUM YOK MU? Yukarıda sayılan maddeleri,
(Hayalen başka Dünyalar var kabul ederek) başka Dünya'lar da gerçekleşti, bu konuda değerlendirmeniz nedir diye sorulduğunda, herkez fikirbirliği içinde, onaylanması mümkün olmayan eylemler olarak nitelendirecektir.

Oysa aynı olaylar, kendisinin ait olduğu, ülke tarafından, kendi din temsilcileri tarafından uygulandığında ve uygulamanın artıları eksileri değerlendirmeye alındığında olaylara yaklaşım birden bire değişmekte ve yukarıda sayılan maddelerin hemen hepsine onay verici tavırlar ortaya koyulmaktadır. Taraflarından biri olunmaktadır.

Artılar, Eksiler, Kazançlar, Elde edilecek İmkanlar, EGO TATMİNLERİ,..vb.. işin içine girdi mi gözler kapanıyor, VİCDANLARA kurulan hayallerle sus payı veriliyor ve NALINCI KESERİ çalışmaya başlıyor. Şu andaki Vicdanlarını rahatlattıkları, KURTARICI TANRIDAN, MÜSLÜMANLAR TERÖRİST, TANRI EMRİ AMALEKLERİ yok edin,..vb..

Esasında yukarıdaki maddelere haklılık veren içimizdeki, esiri olduğumuz BEN" dir. "BEN" bir tarafa bırakıldığında normal olan davranışlar, "BEN" ortaya çıkaran devreye girdiğinde altüst oluvermektedir. O HALDE HERKEZ KÖTÜYE ALET OLMAMAK İÇİN, İÇİNDEKİ İYİYE OYNAMASI GEREKMİYOR MU? Kıyasıya bir rekabet ve mücadele içinde taraflar kazanmak için, her numarayı deniyor senaryosu içinde; BABA TANRI onlara "şovalye türü düello yapın, kazanana ve taraftarlarına Ahiret yaşamını vereceğim" demediğine göre yargılama ve sonsuz hayat iznini NASIL etmeyi hayal ediyorlar?

Esinleme ....2:7 Kulağı olan, Ruh'un topluluklara ne dediğini işitsin. Galip gelene, Tanrı'nın cennetinde bulunan yaşam ağacından yeme hakkını vereceğim.'

Demek ki planladıklarının içinde başka amaçlar başka hedefler var. Açıktan açığa "TEK TANRI diniyiz" iddiasında bulunanlar, "biz BABA TANRI'YI da etkisiz hale getireceğiz" diyebilirler mi? Tek Tanrı inancı ile topladıkları taraftarları, bu güne kadar birşey yarattığına kendilerinin (Ör:Adem'i yarattım dediği tarihte İmparatorluklar şehirler var) bile İKNA OLMADIKLARI, yedek Tanrılarına sadakat gösterip kalır mı? Esinleme.....12:10 Bundan sonra gökte yüksek bir sesin şöyle dediğini duydum: «TANRIMIZIN KURTARIŞI, gücü, EGEMENLİĞİ ve MESİHinin yetkisi ŞİMDİ GERÇEKLEŞTİ. Çünkü kardeşlerimizin suçlayıcısı, onları TANRIMIZIN ÖNÜNDE gece gündüz SUÇLAYAN, AŞAĞI ATILDI.

Kutsal kitaplarında ki görünümlü anlatımlarından anlaşıldığı kadarı ile göklerde büyük bir İKTİDAR savaşı var. Var kabul ettikleri TANRISAL güçler arasında (CİNLER) YOK OLMAMA savaşları yaşanıyor. Şeytanlarla toplantılar yapan TANRI inancı Kutsal Kitaplarında yer alınca elbette, bu tür KUVVETLERİN, TANRILARIN, TANRININ OĞULLARININ kabulü de kaçınılmaz oluyor. Tıpkı dünyada yaptıkları gibi, orada da güçler arasında bir takım savaşların gerçekleştiğini sanarak, kitaplarına o yönde ifadeler yazmayı uygun görmüşler. Orada da entrika, komplo, yalan ve iftira söz konusu olduğunu kendi başlarından pay biçerek ZANNEDİYOR olmalılar. HAMAN PRAMİTİ Yahudi gerçek Furkan dedikleri ve kendilerinin yazacakları kitapla tekamüle ermiş gözüküyorlar. Yani onlar en üstteki yerlerini ASLANLAR olarak yer almışlar. Hıristitanlar ayani KUZU'lar ise kopuk parçanın / tekamül üçgeninin hemen altındalar ve Eski Ahit kitabına geçiş yapmış olarak Yahudilerin takip ettikleri yoldan Tekamüle ermeye çalışıyorlar.Ama her halükarda artık Tanrı olumuş Yahudilerin seviyesine Yahudiler izin vermeden giremeyeceklerr. Yani sonsuz yaşam içinde o seviyediki yerlerini koruyacaklar ve yahudilerin yazmış olduğu AShit kitabına bağlı kalarakyahudilerin tanrılığı altında sonsuz yaşam içinde yerlerini koruyacaklar. Yahudilerin yazdığı kitaplara bağlı olacak olanlarda elbette Yahudilerin kulları olur.

En altta başı secde pozisyonunda kalmış olan ve etrafında olup bitenden habersiz yaşayan ve tüm dinleri günah keçisi olarak tüm ağırlıklarını taşıyan Müslümanlarda PİRAMİTİN taşıyıcı temelini oluşturmakta ve Eski Ahite geçiş yapmanın ön şartı olan türevi Yeni ahit'e bağlı kalması ona biat etmesi gerekiyor. İSEVİ-MÜSLÜMANLIK gibi. Gelişimini tamamlayabilmesi için yani KUZU'nun seviyesine gelebilmesi için önündeki Yeni Ahit'e secde etmesi bağlanması gerekmekte. İsevi-Müslümanlıktan, Hıristiyanların anlayışındaki İSEVİLİĞİ geçmesi gerekiyor. İSA'nın çarmıhta TANRI olarak ölmesine tanıklık yapması gerekiyor.ÇARMIH TANIKLIĞI Ne zamanki Yeni Ahit'e bağlanır yani Müslüman kimliğinden, TEVHİD İMANIN'DAN sıyrılırsa o zaman yük taşımayan ama kendisini taşıttıracak olan Hıristiyanların olduğu katta elbette bir hıristiyan olarak yerini alır. Alnı YENİ AHİT kitabına çok yakın gösterildiğine göre, bu durumun gerçekleşmesi ramak kalmış. Hz. Muhammed'i Peygamber olarak tanımayan, Kur'an'ı Kerim'i "ALLAH'tan" geldiğini kabul etmeyen dolaysıyla MÜSLÜMANLIK diye bir DİNİN olduğunu red edenler, DİNLER ARASI DİYALOG organizasyonlarında; ASIL amaçları TEVHİD inancını YOK ETMEK olmasa MÜSLÜMANLARA yer verirler mi? Yok kabul ettikleri bir DİN ile DİYALOĞA girişirler mi?

Demek ki Müslümanlarında içinde olduğu DİYALOG platformları ortalıkta segilenen bir mizansensenden ibaret. Müslümanlığı yani TEVHİD inancını yok etmek isteyenlere, İMANI yok etme çalışmalrına katkıda bulunarak bu zorlu yolda hizmet etmek isteyenlerin katıldığı bir aldatmaca. Pek Muhterem Papa Cenaplari ... (10 Şubat 1998 Zaman Gazetesinde Yayınlanmıştır.)

Uc buyuk dinin dogum yeri olarak bilinen topraklarin dunyayi daha iyi yasanabilir bir mekan kilma yolundaki kutsal misyonumuzu tam manasiyla bilen halkindan size en icten selamlari getirdik. Yogun gundeminizde bize zaman ayirarak sizinle muserref olmayi bahsettiginiz icin zatialilerinize en derin kalbi tesekkurlerimizi sunariz.

Papa 6. Paul Cenaplari tarafindan baslatilan ve devam etmekte olan Dinlerarasi Diyalog Icin Papalik Konseyi (PCID) misyonunun bir parcasi olmak uzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edisini gormeyi arzu ediyoruz. En aciz bir sekilde hatta biraz curetle, bu pek kiymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mutevazi yardimlarimizi sunmak icin size geldik.......

....diyerek başvuruda bulunanlar, o başvuruyu, yaptıkları makamın yüzyıllardır, Kuran'ı Kerim, Hz. Muhammed, İman ve Mümin'lik (hangi dinden olursa olsun), adına ne varsa yok etmeye çalıştıklarını, onları inkar edip, haçlı seferleri düzenlediklerini ve bu çalışmadan da asla vaz geçmeyeceklerini elbette biliyorlardı.

Kafir olarak gördükleri bizleri içlerine almayacaklarını elbette biliyorlardı. Endülüs'te kalan son müslümanları dinlerinden çevirmek için zorla domuz eti yedirenlerin, elbette müslümanlara yaşam hakkı vermeyeceklerini biliyorlardı.

Geride kalanlar (1492 de son müslümanlar Gırnata'dan ayrıldı), domuz eti yiyiyoruz, pazar günleri de kiliseye geliyoruz, artık Müslüman değiliz, dedikleri halde, İspanyolları inandıramadılar.Kurdukları özel polis ekipleri ile (Domuz polisi denmiştir) kontroller yapıp, zorla domuz eti yedirenlerin, şefkatli kollarına gidenler, elbette Afganistan'da, Irak'ta olanlara sessiz kalmak zorunda olduklarını biliyorlar
Yok kabul ettikleri, KİTABINI red ettikleri, Peygamberini kabul etmedikleri, din olarak saymadıkları ve asla ismini kendileri ile bağdaşlaştırmadıkaları bir dinin mensubunu yanlarına alıpta, gerçekte onlara göre olamyan bir dinle DİYALOG yaparlar mı? Elbette yapmazlar. Ancak kendilerinden olduğuna inanırlarsa VARLIK BİRLİĞİNİN amacı olan İMANI yok etmek TEVHİD İNANCINI silmek konusunda iş-birliği için adım atabilirler.
Tevhid inancını ancak; İMANIN SAHİPLERİ içinde yer edinmiş ama  AMAÇLARINA hizmet edenler vasıtasıyla yok edebileceklerini bilenler  elbette TURUVA atlarına sahip olmak isteyeceklerdir.

Bu nedenle onlardan olunmalı ki, İNANAÇSIZLARINA karşı kurmuş oldukları İTTİFAKLARINDA yer alınabilinsin. Eskiden mensubu olduğu, TEVHİD İNANCINDA olanları hit Kitaplarında tarih edilen kalıplar içinde TANRININ OĞLU unvanlı olana bağlayabilsin Yani AHİT-İSEVİSİ yapabilsin.
Onlara, "siz şimdi İSEVİ-MÜSLÜMAN oldunuzda" dense, onlar  kendilerine "İSEVİ-MÜSLÜMAN da" demişte olsa, OĞUL TANRI yada YAHVE inananlıları olmaları sağlanmış oluyorlar.  TEVHİD İMANINDAN, putperes çok TANRILI inanç sistemine DÜŞEY inişli bir geçiş için BIÇAK SIRTLARINA çıkarılmış oluyorlar.   Çalışmaların ürünleri ayrı bir isim altında kategorize edilmeli ki, VARLIK BİRLİĞİNE olan katkılar, VAADCİ tarafındanda takdir görsün.  Yoksa ne diye İnsanlar, İsevi-Müslüman adı altında etiketleniyor olsun.

Kitaplarında, "BABAM" dediği YAHVE'ye yakmalık KUMRU sunan İSA'yı, Hz. İSA olarak gösterek neden adresleri PUTPERES mahalalerine naklediliyor?
Elbette atanacak mesih unvanlı PUTPERES İSA'nın arkasına takılmalarını sağlamak için.
Şeytanın safhını oluşturan varlık birliğine yaşam izni verecek İMANSIZLIĞI artırabilmek için.
Varlık birliğini oluşturarak girmeyi planladıkları  GÖKSEL EGEMENLİK hayalleri adına,  gereken İMANSIZLAR ORDUSUNU oluşturabilmek için.  "ALEMLERİN RABBİ OLAN ALLAH'tan" İMANİ bağlarını koparıp, EDİNDİKLERİ ile yollarına devam edenler, ÖLÜM sonrası yaşamlarını HÜKÜMRAN olarak sürdürmeyi vaad edenle / edenlerle işbirliği yapmak durumunda kalmışlar. Kendilerini o hayalinin senaristleri, yönetmenleri, parçaları görmüş olmalılar ki, göksel egemenlik savaşlarının taraftarları  olarak yeryüzü tetikleme  misyonlarının sahibi olmuşlar.

'ALLAH'ın, "secde ederek girin" dediği kapılardan VAADCİLERİNİN peşine takılarak geçmeyi hayal edenler, sağlayacakları VARLIK BİRLİĞİNİN faaliyetlerini GÖKSEL EGEMENLİK olarak nitelendiriyorlar. 

"ALLAH'a", GÖKSEL EGEMENLİĞİN desteğiyle karşı durup yani, "TEK'in" karşına "BİR" olarak çıkmayı düşleyen ŞEYTAN ve  İTTİFAK ortakları, HESAP GÜNÜNDEN bu yolla KURTULARAK güç yetirilemez saltanata kavuşabileceklerini,  hayallerine eklemiş bulunuyorlar..

Göksel egemenlikten anladıkları kitaplarında nakledilmiş olanlar, kitaplarının (Atalarının) kendilerine verdiği ruhsatla, VARLIK BİRLİĞİ / İTTİFAKI  içinde kuvvetli konuma geçmek için, bir takım faaliyetlerde bulunmaları elbette kaçınılmazdır.

SAVAŞ, ENTRİKA, KOMPLO, İFTİRA ve söylenenlerin doğruluğunu anlayabilmek için OLAY YERİNE İNTİKAL etmesi gereken TANRI İNANCINI, kendisini önder kabul etmiş olanlara ÖĞRETEN DİN PATRONLARIDA ZORLU KİŞİLER olarak, GÖKSEL EGEMENLİKTEN pay almak isteyeceklerdir.

Edindikleri Tanrı'nın, bir avuç insan önünde aciz kalışını / aciziyetini resmederek, hem egolarını tatmin ediyorlar, hem Tanrı saygınlığını zayıflatıyorlar.  Söylentiler, komplolar, entrikalar, içinde GRUP olarak yaşan Tanrı inancı RESMEDİLMİŞ. Olay yerine intikal etmeden, dünyada olup bitenden haberi olmayan, görmeyen, duymayan, bilmeyen nitelendirmeleri ile hepten TANRI kavramı SIRADANLAŞTIRILMIŞ.

Acizlik o boyutta işlenmiş ki,  adeta TANRI onlardan korkar halde okuyuculara sunulmuş.  Başedememekten korkan Tanrı, güç yetirememkten korkan Tanrı, saltanatını tehlikede gören Tanrı, Egemenliğini koruyabilmek için insanlara müdahele eden Tanrı, iNSANLARIN göklere erişirlerse TANRILAŞACAKLARINDAN korkan Tanrı..vb vurgularla TANRI KAVRAMININ içi hepten boşaltılmış.

Göklere erişmek demek herşeye egemen olmak demek, Tanrıyı fethetmek demek, TANRILAŞMAK demek, TANRI olmak demek olduğu kendi ifadelerinden de anlaşılıyor. Firavun'nun da, Haman'a "bir kule yapta Musa'nın Tanrısına erişeyim" dediği unutulmamalı. Zaten erişmek istediklerinin Tanrı olduğu, 2023 (yaratılış yılıyla) yılında  Tanrıyı kuleleri görmek için yere indirmelerinden anlaşılıyor.

Yaratılış........11:4 Sonra, "Kendimize bir kent kuralım" dediler, "GÖKLERE ERİŞECEK bir KULE DİKİP ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız."
Yaratılış........11:5 RAB insanların yaptığı kentle KULEYİ GÖRMEK için AŞAĞIYA İNDİ.
Yaratılış........11:6 ve ŞÖYLE DEDİ: "Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre DÜŞÜNDÜKLERİNİ GERÇEKLEŞTİRECEK, hiçbir ENGEL TANIMAYACAKLAR.
Yaratılış........11:7 GELİN, AŞAĞI İNİP  dillerini KARIŞTIRALIM ki birbirlerini anlamasınlar."
Yaratılış.......18:21 Onun için İNİP BAKACAĞIM. DUYDUĞUM SUÇLAMALAR DOĞRU mu, değil mi GÖRECEĞİM. Bunları YAPIP YAPMADIKLARINI ANLAYACAĞIM.›

Bakın GÖKSEL EGEMENLİK ne kadar zor anlar yaşamış, OĞUL TANRI, BABASIYLA yaşadığı bu zorlu anları yani, İKTİDARLARINI kaybetme aşamalarını, "HER HARFİ BİZDEN" dediği kitaplarında  bizzat söylüyor. Savaşlara bizzat şahit olan KUTSAL RUH denetimide işin cabası. Matta............11:12 Vaftizci YAHYA'nın ORTAYA ÇIKTIĞI GÜNDEN bu yana GÖKLERİN EGEMENLİĞİ ZORLANIYOR, ZORLU KİŞİLER ONU ELE GEÇİRMEYE ÇALIŞIYOR.
Esinleme.......12:9 Büyük ejderha, İblis ya da ŞEYTAN diye adlandırılan ve tüm dünyayı saptıran o ESKİ YILAN, MELEKLERİYLE birlikte YERYÜZÜNE atıldı.

Esinleme.......12:10 Bundan sonra gökte yüksek bir sesin şöyle dediğini duydum: «TANRIMIZIN KURTARIŞI, gücü, EGEMENLİĞİ ve MESİHinin yetkisi ŞİMDİ GERÇEKLEŞTİ. Çünkü kardeşlerimizin suçlayıcısı, onları TANRIMIZIN ÖNÜNDE gece gündüz SUÇLAYAN, AŞAĞI ATILDI.

OĞUL TANRILARININ bile OĞUL TANRILIĞINI ancak bu yollardan geçerek elde edebildiğini, "Her harfi Tanrıdan" denilen kitaplarında İŞLENMİŞ bulanlar, elbette KİTAPLARININ TASDİK ettiği  GÖKSEL EGEMENLİĞİ ele geçirme yönünde hareket edeceklerdir.

Tanrı yazdığı kitapta GÖKLERDE savaş olduğunu söylerse, OĞUL TANRIDA mücadeleler sonucunda EGEMENLİĞİNİ sağlayabildiğini  görünümler eşliğinde ilan ederse, her harfi Tanrı sözü olan kitaplarına inanan birileri de  kendilerini ZORLU kişiler olarak (zorlu sayıp) göksel egemenlik projeleri geliştirirler

"TANRI" dediklerinin İKTİDARI için savaşlar verdiğini yazan kitaplara, "İNANIN" diye çağrılar yapıp önderliğe soyunanlarda, o kitaplarda kendilerine sunulmuş olan RUHSATLARA dört elle sarılması kadar doğal ne olabilir?

Herşeyin yaratılışında var denilen, Üçü-birliğin İKİNCİ büyük TANRISI, EGEMENLİĞİNİ BÜYÜK MÜCADELELERDEN SONRA ELDE EDEBİLMİŞSE, demek ki komplolar, tezgahlar, entrikalar, darbeler sonucunda TANRILIĞA da veda anlamına gelen aşağıya atılan olabilir yada SONS OF GOD / TANRILARIN OĞULLARINDAN biri olarak pasifize (Merkeze çekilme gibi) edilebilirdi.

Kutsal kitaplarındaki "TANRI" kavramındaki derinlik anlayışları gereği, Göklerin egemenliği zorlanıyor. Üstelik bu zorlama ZORLU tabir edilen KİŞİLER tarafından yapılıyor. Yani YARATILMIŞ olan YARATANA karşı MÜCADELEYE girişiyor ve kurduğu İTTİFAKLARLA, YARATANINI zorluyor yani kafa tutabiliyor. ZORLU İNSANLAR göklerin saltanatını zorladığına göre, TANRILARINA ecel terleri döktürüp KRİTİK ANLAR yaşatmış olmalılar.
Her şeye Egemen olan ve KURTULUŞ VAADLERİNİ ard arda sıralayıp SÖZLER veren OĞUL TANRININ anlatımıyla; TANRI, yarattığı İNSANLARA karşı karşıya kalmış.
GÖKSEL EGEMENLİK bir gelmiş bir gitmiş.
ZORLU İNSANLAR GÜREŞ olayındaki gibi, Tanrı olarak seçilmiş olanı YALVARTMA aşamalarında dolaştırıp, "HERŞEYE EGEMEN olan ve HERŞEYİ YARATTI" denilen TANRI'yı ÇOK ZORLAMIŞLAR.

Tüm bu yaşananları (başından geçen olaylar olarak) TANRI KENDİ KİTABINDA anlatıyor.
Hani başkasından duyulsa, "HADİ ya! OLUR mu ÖYLE ŞEY?" dersiniz. Ama bunu KURTARACAĞIM sözü vermiş olan TANRI, BİZZAT esinlendirerek YAZDIRDIĞI kitabında anlatıyor. Yuhanna'ya görüntüler eşliğinde olup biteni gösteriyor.
Göksel egemenliği ben böyle elde edebildim diye SUNUM yaparak tüm yaşanaları, tüm gerçekleri ile ortaya koyuyor..
OĞUL TANRI, BABASIYLA yaşadığı bu zorlu anları yani, İKTİDARLARINI kaybetme aşamalarını, "HER HARFİ BİZDEN" dediği kitaplarında bizzat söylüyor.
İnanmamak mümkün mü? söyleyen baba ile aynı özden olan oğul.
Oğul'un yada Yuhanna'nın yada esinlenenlerin yada Özel Meleklerin yada Kutsal Ruh'un bazı sözlerine İnanamamak mümükünse, o kitabın kurtuluş reçetesi içinde işi ne" diye sorarlar insana.
Gökten kurtarıcı olarak gelecek olduğuna inanılanın yine kitaplarına göre, heran darbeye maruz kalabileceğini de kabul etmeliler.

Bakın göksel egemenlik ne kadar zor anlar yaşamış,
Yaklaşık 2000 sene önce TANRI ve EGEMENLİĞİ, çok KRİTİK SAATLER geçirip, BÜYÜK TEHLİKELER altında YOK OLMA tehlikesi geçirmiş?
GÖKSEL EGEMENLİĞİ ele geçirmek isteyenler ZORLU KİŞİLERMİŞ. Yani yaratılmış olan bir takım ŞAHSİYETLERMİŞ.
Anlaşıldığı kadarıyla kendilerine etkide bulunabilecek, tesir edebilecek işlerle uğraşan MESLEK SAHİBİ olanlarıymış.
Atalarından miras kalan İmani esasları, İLAHİ vahiyleri, "ALLAH'a" olan imanını inançlarından atabilmek için, beyninde yer etmiş İLAHİ değerlerle / emirlerle mücadele edenler gibi değil yani "Tanrıyla güreş yapıp yendim" diyenler gibi değil,
Daha ziyade; CİN çıkaran, CİNLERLE ilişki kurmuş olan İTTİFAK sahibi olan MESLEKLERİNDE üstatlaşmış İNSANLARMIŞ.

Ortaya koyulan MANZARAYA göre; Göksel egemenlik ve onun sahibi olan TANRI, "YARATTIM" dediği KİŞİLERİN tehdidi altında İKTİDARINI korumaya çalışmış ve TÜM YAZILANLARA bakılırsada, halada KORUMAYA çalışıyor olmalı. Varlık birliğine yakıt sağlayacak kaynaklardan biride; İsevileştirme....

PUTPERES İSA'ya ve İSRAİL'İN TANRISINA göre yazılmış  kitaplara, TABİİ olmayı artırarak ÇOK TANRILI sistemin yaygınlaşmasını sağlayabilmek için.
Müslümanlar arasında dinlerin kardeşliğini gerçekleştirmiş, hoş görü sahipleri olarak barınabilmek için.
PUTPERES ve ÇOK TANRILI dini savunan, TANRILARIN OĞULLARI olduğunu kabul eden atalarının yazdığı kitapları Müslümanlara  İMAN KİTABI sandırabilmek için.
...Hızla sürmeliki; ellerini güçlendirdikleri kanaatini yaşayabilsinler... Esinleme / Vahiy.....17:14 Kuzu'ya karşı savaşacaklar, ama Kuzu onları yenecektir. Çünkü Kuzu, RABLERİN RABBİ, KRALLARIN KRALI 'dır. ....
Esinleme / Vahiy.....19:16 Kaftanı ve kalçası üzerinde şu ad yazılıydı: `KRALLARIN KRALI VE RABLERİN RABBİ'

KRALLARIN Kralı olarak tasvir edildiğinde; BİR ÇOK KRALIN içinde en üst olan, tüm diğer Kralların KRALI olan bir şahsiyet algılanıyorsa, RABLERİN Rabbi tanımından da, BİR ÇOK (işaret edilen) RAB içinde en üst olan, tüm diğer edinilen Rab'lerinde RAB'bı olan bir şahsiyet algılanır.

Yahudilerin ve Hıristiyanların TEMELİNİ OLUŞTURAN Eski Ahit kitabında da ÇOK TANRILI sistemi İNANÇLARININ olmazsa olmazı olarak sunuyor. Hıristiyanlarında her harfi Tanrıdan diye kabul ettikleri Eski Ahit kitabında,  TANRININ OĞULLARI kabulleri Tanrısal katın GEREĞİ olarak ifade edilmiş.

Aşağıdakine benzer ifadelerle, çok TANRI İNANCINA (TANRI ADINA) kitabında ruhsat veriyor. Yani; her  harfi kendisinden olan kitabında (edindikleri) Tanrıları "ORTAKLARIM var. Önemli olan sadece bana tapmanız dolaysıyla beni  KISKANDIRMAMANIZDIR" diyor. Kıskandığına göre BAŞKA TANRILARIN olduğunu da İFADELERİ içinde söylemiş oluyor. Tek olan ve Tek olduğunu bilen kıskanır mı? İnsani duygulara bürünüp, YARATILMIŞ olmanın zaaflarıyla "KISKANIRIM" der miydi? Gülme işlevine sahip olanın AĞLAMA modu da vardır. Gülen ve Ağlayan Tanrı

Mezburlar/Zebur...2:4 Göklerde OTURAN RAB GÜLÜYOR, Onlarla EĞLENİYOR.
Mezburlar/Zebur...2:5 Sonra ÖFKEYLE uyarıyor onları, Gazabıyla dehşete düşürüyor

Gülen, eğlenen, sinirlenen, pişman olan (Yaptığının sonuçlarını kestiremeyen yani;gayba hakim olamayan dolaysıyla hiç birşeye hükümran olamayan), unutan EDİNİLMİŞ TANRI unvanlı; putlardan bahsediyor olsaydı  yasaklardı. Kıskandığına göre, KISKANDIĞI HALDE güç yetirip yok edemediğine göre, kendisiyle eşdeğerde gördüğü bir takım varlıklardan bahsediyor demek ki...

Tanrılarının, kendi kitabında kendi sözü olarak kullandığı "Öfkeyle kalkma" tabiri bile; olayların sonucunu kestiremeyeceği, olayları kontrol edemeyeceği, kaos oluşturacağını ifade eder. Öfkeyle kalkan zararla oturur. Zararla oturan varsa olayların, sonucunu kestiremeyen, hiçbirşeye hükümran olamayan, gaybı bilmeyen var demektir. Gaybı bise zararla oturmazdı, öfkelenmezdi.

2 Tarihler.............2:5 "Yapacağım TAPINAK BÜYÜK olacak. Çünkü TANRIMIZ BÜTÜN TANRILARDAN BÜYÜKTÜR
Mısırdan Çıkış.....15:11 Var mı SENİN gibisi İLAHLAR ARASINDA, ya RAB? Senin gibi kutsallıkta görkemli, heybetiyle övgüye değer, Harikalar yaratan VAR MI?
Mısırdan Çıkış.....34:14 Başka ilahlara tapmayacaksınız. Çünkü BEN KISKANÇ bir RAB, KISKANÇ bir Tanrı'yım.

Çok Tanrı inançlarını gösterebilmek için, İNGİLİZCE AHİT kitaplarına bakmak yeterli. Müslüman ülkelerde üzerini örttükleri, yaldızladıkları, bu çok Tanrılı inancı ifade eden deyimler, kendi ülkelerinde yani ÇOK TANRI İNANÇLARININ hüküm sürdüğü yerlerde, Deccaliyet örneği göstererek değiştirdikleri deyimleri olduğu gibi kullanmışlar. TANRININ OĞULLARI tanımını Türkiye'de basılan, dağıtılan ESKİ AHİT kitaplarında, Melekleri çağrıştıran "İLAHİ VARLIKLAR" (DIVINE ASSETS) tanımlamasıyla değiştirmişler. Tek Tanrılı din taklidi yapmak kolay değil. Bu örnekler her konuda her ifadede oldukca çok olmalı.

İngilizce BASKILI Eski Ahit kitabında TANRININ OĞULLARI
Genesis/Yaratılış..6:2 that the SONS OF GOD saw the daughters of men that they were fair; and they took them wives, whomsoever they chose
Yaratılış/Genesis..6:2 TANRININ OĞULLARI, insan kızlarının güzelliğini görünce beğendikleriyle evlendiler.....
Türkçe yazılmış Eski Ahit kitabında İLAHİ VARLIKLAR
Yaratılış...............6:2 İLAHİ VARLIKLAR, insan kızlarının güzelliğini görünce beğendikleriyle evlendiler.

İngilizce BASKILI  Eski Ahit kitabında TANRININ OĞULLARI
Genesis/Yaratılış...6:4 The NEPHILIM were in the earth in those days, and also after that, when the SONS OF GOD came in unto the daughters of men, and they bore children to them; the same were the mighty men that were of old, the men of renown.
Yaratılış/Genesis...6:4 TANRININ OĞULLARI insan kızlarıyla evlenip çocuk sahibi oldukları günlerde ve daha sonra yeryüzünde NEFİLLER vardı. Bunlar eski çağ kahramanları..
Türkçe BASKILI  Eski Ahit kitabında İLAHİ VARLIKLAR
Yaratılış................6:4 İLAHİ VARLIKLARIN insan kızlarıyla evlenip çocuk sahibi oldukları günlerde ve daha sonra yeryüzünde NEFİLLER vardı.......

İngilizce BASKILI  Eski Ahit kitabında TANRININ OĞULLARI

Job / Eyüp...........1:6 Now it fell upon a day, that the SONS OF GOD came to present themselves before the LORD, and SATAN came also among them.
Eyüp / Job...........1:6  Bir gün TANRININ OĞULLARI RABbin HUZURUNA ÇIKMAK için geldiklerinde, ŞEYTAN da ONLARLA GELDİ.
Türkçe BASKILI  Eski Ahit kitabında İLAHİ VARLIKLAR
Eyüp...................1:6 Bir gün İLAHİ VARLIKLAR RABbin HUZURUNA ÇIKMAK için geldiklerinde, ŞEYTAN da ONLARLA GELDİ.

Müslüman mahallesinde Salyangoz satmayı bir kez kafaya koymuşlar. Ama ekmek içi protein deposu ama ekmek arası bol ketçaplı. Şifa niyetine ama şurup halinde ama draje halinde ama Dinlerin diyaloğuyla ama Amentü birlik çağrılarıyla, ama İsevi müslümanlık ilanlarıyla ama program önü-arası-arkası geçirilen jeneriklerde

1 Aralık 2011 Perşembe

Hedef İslam'ı Yok Etmek

Hedef İslam'ı Yok Etmek

Bu misyoner- casus faaliyetlerinin ana gayesi İslâm'ı yok etmektir. Hatta bu konuda İngiliz Misyoner teşkilâtı tarafından kitaplar dahi yazdırılmıştır. Bununla ilgili, en câlib-i dikkat olan, İngiliz Sömürge bakanlığı ta rafından hazırlananıdır. Misyoner-casus Hampher'in «İslâm'ı nasıl yok edelim?» adlı kitabı oldukça ilginçtir (65)
Gaye bu şekilde tesbit edildikten sonra, bu gayenin tahakkuku safhaları başlar. Yukarıda da bir nebze temas ettiğimiz gibi bu safhaların birincisi misyonerlerin küçük yaşlardı, İslâm ülkelerine gönderilerek İslâm'ın esaslarının ve müslüman dillerinin öğretilmesidir. Bu iki esas öğrenildikten sonra faaliyete geçilir.

Müslümanların zayıf tarafları tesbit ediliyor.

Gerek İngiltere'deki misyoner teşkilâtlarında çal-şan elemanlar ve gerekse İslâm dünyasında yetişip hizmet (!) verme seviyesine gelen misyoner-casus adayları, her sene Londra'da toplanarak görev taksimatında bulunurlar. Bu görevlerin başında, müslümanların zayıf noktalarını tesbit etme hareketi gelir. Bunun her sene tekrar edilmesinin sebebi de, Müslüman ülkelerinde meydana gelen iktidar değişiklikleri ve düşünce farklılıklarıdır.
İngiliz Sömürge bakanlığı, uzun ve yorucu çalışmalar neticesinde, genel olarak, Müslümanların hangi taraflarının zayıf olduğunu tesbit etmiş, ve İslâm ülkelerinde faaliyet gösterecek misyoner-casusların bu esasları öğrenmeleri için, yapılan tesbitler, bir kitap haline getirilmiştir (66). Yeniden tesbit edilen zaaflar da, kitabın müteakip baskılarına ilâve edilir.
İngiliz Sömürge bakanlığının tesbit edip kitap haline getirdiği bu zayıf noktalar şunlardır:

1. İhtilaflar

a. Sünnî-Şiî ihtilâfı.
b. Amir-memur ihtilafları
c. Osmanlı-İran ihtilafı
d. Aşiret ihtilafları.
e. Ulema-devlet memurları anlaşmazlığı.
2. Bütün îslam ülkelerindeki genel cehalet ve İslâm hakkındaki bilgisizlik.
3. Donmuş fikirler ve taassub, yeniliklerden ve dünyadan habersizlik; istek ve gayret azlığı.
4. Maddî hayata önem vermeyip, cennete ümid bağlama ve tevekkül.
5. Hükümetlerin halka uyguladıkları istibdâd ve diktatorya.
6. Emniyetsizlik, yol şebekelerinin azlığı.
7. Her sene yüzlerce kişiyi ölüme götüren veba, kolera gibi hastalıklara karşı hijyen ve ilâç yokluğu.
8. Şehirlerin viraneliği ve su şebekelerinin yokluğu-
9. Devlet dairelerindeki hercümerc; milletin, Kur'an ve Şeriattan çıkarıldığına inandığı kanun ve nizamların olmayışı; Şer'î anayasanın terk edilmiş oluşu.
10. Salim olmayan bir iktisad, geri kalmışlık, umumi fakirlik ve bütün İslâm ülkelerindeki işsizlik.
11. Düzenli orduların olmayışı. Silâhsızlık; levazım ve savunma techiatının azlığı, modası geçmiş silâhların mevcudiyeti.
12. Kadın haklarının çiğnenmesi.
13. Şehir ve sokakların çevre sağlığından yoksun olması.
Misyoner kitabı, müslümanların zayıf noktalarını böylece sıraladıktan sonra, şöyle demektedir: «Aslında İslâm Dini, bütün bu yokluklara karşıdır; bu yoklukların olmasını istemez. Fakat elimizden geldiğince, Müslümanların, dinlerinin gerçek yönlerini öğrenmelerine mani olmalıyız. Onların böyle zayıf kalmala-rı için, İslâm'ın gerçeklerini bilmemeleri, bu konularda cahil kalmaları gerekir».

Misyonerlerin Çalisma Metodu

Misyonerlerin Çalisma Metodu

5 Ekim 2011 Çarşamba, 04:07 tarihinde {Gel, ne olursan ol yine gel} tarafından eklendi
Protestan misyonerler, başkasını Hıristiyanlaştırmak için, fakat aslında sömürmek ve onları kendilerine bağımlı kılmak gayesiyle çeşitli telkinlerde bulunurlar, dinler Tarihi, felsefe okumalarını tavsiye ederler. Bir misâl olmak üzere Misyoner Mr. John'un Kaptan Mustafa Bey'e söylediklerine kulak verelim:
«Mustafa Efendi, siz daha gençsiniz. Tetebbunuz azdır; dinler tarihi okumamışsınız; bir feylosof gibi düşünemiyorsunuz. Bakınız âlem-i İslâm'ın mâyeul-iftiharı olan büyük âlim, büyük fazıl, şöhretli feylesof Ebu Bekr Muhyiddin b. 'Arabi ne buyuruyor: «Ya Rabb, insanlar taş toprağa bile taabbud etseler yine ibadet Sen'den gayrisine ait değildir, sırf Sana mahsustur.» Böylece feyleso-fane düşünülünce dinler arasında itikadça bir fark yoktur. Yalnız mahiri teşrifatta az çok fark vardır ve onun da ehemmiyeti yoktur. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın» emrine tevfikan dinlerin, en kolay uygulanır olanını size kabul ettirerek iktisad edilecek zamanda sizi sa'iyy ve gayrete sevk ile müstefid etmek istiyoruz. Çalışmak bizden, kabul ve redd sizden dir.
Misyon heyeti gece gündüz bu gibi işlerle meşguldür ve İngiltere Hükûmeti'nin şubeler idaresiyle sıkı bir münasebette bulunmaktadır» (64).
Şimdi de bu misyoner casusların,kendi gayeleri için göstermiş oldukları gayretleri madde madde görelim.

İslâm'ı Yok Etmek

Bu misyoner- casus faaliyetlerinin ana gayesi İslâm'ı yok etmektir. Hatta bu konuda İngiliz Misyoner teşkilâtı tarafından kitaplar dahi yazdırılmıştır. Bununla ilgili, en câlib-i dikkat olan, İngiliz Sömürge bakanlığı ta rafından hazırlananıdır. Misyoner-casus Hampher'in «İslâm'ı nasıl yok edelim?» adlı kitabı oldukça ilginçtir (65)
Gaye bu şekilde tesbit edildikten sonra, bu gayenin tahakkuku safhaları başlar. Yukarıda da bir nebze temas ettiğimiz gibi bu safhaların birincisi misyonerlerin küçük yaşlardı, İslâm ülkelerine gönderilerek İslâm'ın esaslarının ve müslüman dillerinin öğretilmesidir. Bu iki esas öğrenildikten sonra faaliyete geçilir.

Müslümanların zayıf tarafları tesbit ediliyor.

Gerek İngiltere'deki misyoner teşkilâtlarında çal-şan elemanlar ve gerekse İslâm dünyasında yetişip hizmet (!) verme seviyesine gelen misyoner-casus adayları, her sene Londra'da toplanarak görev taksimatında bulunurlar. Bu görevlerin başında, müslümanların zayıf noktalarını tesbit etme hareketi gelir. Bunun her sene tekrar edilmesinin sebebi de, Müslüman ülkelerinde meydana gelen iktidar değişiklikleri ve düşünce farklılıklarıdır.
İngiliz Sömürge bakanlığı, uzun ve yorucu çalışmalar neticesinde, genel olarak, Müslümanların hangi taraflarının zayıf olduğunu tesbit etmiş, ve İslâm ülkelerinde faaliyet gösterecek misyoner-casusların bu esasları öğrenmeleri için, yapılan tesbitler, bir kitap haline getirilmiştir (66). Yeniden tesbit edilen zaaflar da, kitabın müteakip baskılarına ilâve edilir.
İngiliz Sömürge bakanlığının tesbit edip kitap haline getirdiği bu zayıf noktalar şunlardır:

1. İhtilaflar

a. Sünnî-Şiî ihtilâfı.
b. Amir-memur ihtilafları
c. Osmanlı-İran ihtilafı
d. Aşiret ihtilafları.
e. Ulema-devlet memurları anlaşmazlığı.
2. Bütün îslam ülkelerindeki genel cehalet ve İslâm hakkındaki bilgisizlik.
3. Donmuş fikirler ve taassub, yeniliklerden ve dünyadan habersizlik; istek ve gayret azlığı.
4. Maddî hayata önem vermeyip, cennete ümid bağlama ve tevekkül.
5. Hükümetlerin halka uyguladıkları istibdâd ve diktatorya.
6. Emniyetsizlik, yol şebekelerinin azlığı.
7. Her sene yüzlerce kişiyi ölüme götüren veba, kolera gibi hastalıklara karşı hijyen ve ilâç yokluğu.
8. Şehirlerin viraneliği ve su şebekelerinin yokluğu-
9. Devlet dairelerindeki hercümerc; milletin, Kur'an ve Şeriattan çıkarıldığına inandığı kanun ve nizamların olmayışı; Şer'î anayasanın terk edilmiş oluşu.
10. Salim olmayan bir iktisad, geri kalmışlık, umumi fakirlik ve bütün İslâm ülkelerindeki işsizlik.
11. Düzenli orduların olmayışı. Silâhsızlık; levazım ve savunma techiatının azlığı, modası geçmiş silâhların mevcudiyeti.
12. Kadın haklarının çiğnenmesi.
13. Şehir ve sokakların çevre sağlığından yoksun olması.
Misyoner kitabı, müslümanların zayıf noktalarını böylece sıraladıktan sonra, şöyle demektedir: «Aslında İslâm Dini, bütün bu yokluklara karşıdır; bu yoklukların olmasını istemez. Fakat elimizden geldiğince, Müslümanların, dinlerinin gerçek yönlerini öğrenmelerine mani olmalıyız. Onların böyle zayıf kalmala-rı için, İslâm'ın gerçeklerini bilmemeleri, bu konularda cahil kalmaları gerekir». (67).

İslâm'ın esasları tesbit ediliyor

Misyoner cemiyeti müslümanları hangi noktalarda cahil bırakmak ve uyandırmamak gerektiğim bilmek için de önce İslâm'ın esaslarını tesbit ediyor.İngiliz sömürge bakanlığının bu konudaki kitabında, İslâm esasları şöyle sıralanmaktadır:
1. İslâm, müslümanların birlik ve beraberliğini emreder, tefrikadan kaçmalarını hüküm olarak esasa bağlar. (68)
2. İslâm'da öğrenmenin önemi (69).
3. Aksiyon ve yeni buluşlara teşvik.
4. Maddi hayatı da daha iyi yaşama esası (70).
5. Müslümanlar arasında istişare ve görüş teatisini teşvik (71).
6. İlerlemeye teşvik.
7. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hadisleri ışığında sağlığa ve temizliğe verilen değer. Müslümanlara göre ilimler dört tanedir.

a. Dinin muhafazası için fıkıh,
b. Vücutların korunması için tıp,
c. Dilin korunması için gramer (nahiv),
d. Zamanın bilinmesi için de astronomi (Hadis).
8. Yükselmeyi teşvik.
9. İşlerde tertip ve düzen.
10. Düzenli bir ekonomi kurmaya teşvik.
11. En gelişmiş silahlarla mücehhez bir ordu kurma esası.
12. Temizliği emir (72).
13. Kadın haklarına riayeti emir.

Müslümanların -Kırılması Gereken Kuvvetli Yönleri Tesbit Ediliyor

İslâm'ı genel esaslarıyla tesbit ettikten sonra, onu yıkmak için, en kuvvetli yönleri tesbit ediliyor; ve misyoner casusların, bu kuvvetleri yıkmaları için ne yapmaları gerektiği öğretiliyor. Yıkmayı tasarladıkları Müslümanların kuvvetli yönleri şunlardır:
1. Her türlü ırk, dil, kültür ve milliyetçilik taassubunun İslâm'la kaldırılarak, bunun yerine İslâm'ın konmuş olması.
2. İmân akidelerini öğrenme nokta nazarından, din alimlerine olan bağlılık ve saygı.
3. Bütün Müslümanların, mevcut halifeyi, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in meşru halifesi ve ûlü'1-emr sayarak, ona saygı beslemeleri.
4. Kâfirlere karşı cihâdın vacip oluşu.
5. Şi'î mezhebinde olan müslümanların, gayr-ı müslimleri necis şamaları.
6. İslâm'ın diğer bütün dinlerden üstün olduğu inancı
7. Şiilerin, müslüman memleketlerinde, Yahudi ve Hıristiyan mabedlerinin yapımına müsaade etmemelin.
8. Müslümanlann ekseriyetinin inancına göre, Hıristiyan ve Yahudilerin, Arap yarımadasından çıkarılmalarının vacib olması (73).
9. Müslümanların, büyük bir şevk ve iştiyakla namaz, oruç ve hacc farizalarına olan bağlılıkları.
10. îmân ve ihlâs yönünden, îslâm akaidine olan ; kesin bağlılık.
11. Genç ihtiyar; herkesin, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Sünnetini öğrenmekteki gayreti; aile bağlarının kuvvetli olması.
12. Kadınların, fesâd ve gayr-ı meşru ilişkilerden uzaklaştıran peçeye kesin olarak riayet edilmesi.
13. Cemaat namazının tercihe şayan olması ve müslümanların, bu münâsebetle günde birkaç defa bir araya gelmeleri.
14. Hz. Peygamber (s.a.v.), ehl-i beyt, ulemâ ve su-lehâ türbelerine saygı gösterilerek, buraların toplantı yeri haline getirilmesi.
15. Seyyidlere (Hz. Peygamber (s.a.v.)'in evlâd ve torunları) duyulan saygı.
16. Şi'îlerce, Hz. Hüseyin'in şehâdetinin yâd et-mek için muharrem ve safer aylarında yapılan ihtifaller ve konuşmalar.
17. İyiliği (ma'rûfu) emr, kötülükten (münker-den) sakındırmanın, İslâm'da mühim bir yer işgal etmesi.
18. Evliliğin teşviki, çok çocuk sahibi olmanın tavsiye edilmesi ve birden fazla kadınla evlenmenin caiz olması.
19. Kâfirlerin irşâd ve hidayetleri için büyük gayret sarfedilmesi; bunun Müslümanlar için dünyanın en büyük serveti telakki olunması.
20. Güzel sünnet (adet) koymaya verilen değer (74),
21. Kur'an ve Sünnete kesin bağlılık ve her ikisini de hayatlarına tatbik etme gayreti; bu gayretin onları cennete götüreceği inancı (75).

Müslümanların Zayıf ve Kuvvetli Yönlerine Karşı Nasıl Mücadele Edilecek?
Müslümanların zayıf ve kuvvetli tarafları misyoner-casuslar vasıtasiyle tesbit edildikten sonra; bu kuvvetli yönlerini nasıl zayıflatacaktan, zayıf taraflarından istifade ederek de, onları nasıl yıkacakları hakkında da şu kararları almışlardır:
1. Sünnî ve Şi'î müslümanlar arasında su,i zan ve şüpheler icad ederek mezheb ihtilâflarını körüklemek Her; iki tarafı, uydurma ihanet ve töhmetlerle birbiri aleyhine kışkırtmak. Çok zaruri olan bu nifakı çıkarmak için, ne kadar çok olursa olsun, hiç bir masraf ve fedâkârlıktan çekinilmeyecek.
2. Mümkün mertebe, Müslümanları cehalet ve uykuda tutmak. Her türlü İslâmî eğitim merkezlerinin kurulmasına mani olmak. Her ne suretle olursa olsun, basın ve yayını önlemek. Lüzum görüldüğünde, umumi kütüphaneleri ateşe vererek, Müslümanları bilgi hazinelerinden uzaklaştırmak Köylerdeki dinî medreselere talebenin gidişini ve oralarda eğitim görmesini engellemek.Büyük İslâm alimleri aleyhinde sun'î ithamlar uydurmak.
3. Tenbelliği teşvik ederek, Müslümanları dünya işlerinden uzaklaştırmak. Onlara cennetin güzelliklerini anlatarak dünyayı unutturmak ve dünyaya ait bütün işlerinden vazgeçerek, oturup ölüm meleğini beklemelerini sağlamak.
4. Her tarafta derviş tekkeleri yapımını hızlandırmak. Halk tabakalarına, Gazali'nin İhyâu'l-ulûm'u, Mevlânâ'nın Mesnevisi ve Muhyiddin ibnu'l' Arabi'nin eserleri gibi kitapları okutarak, onların, dünyadan ele-tek çekmelerini sağlamak (76).
5. Zalim, diktatör şah ve devlet reislerini mümkün mertebe makamlarında tutmak; «Sultan, Allah'ın yeryüzündeki gölgesidir» gibi kaideleri halka duyurarak, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin; aynı şekilde Emevi ve Abbasi halifelerinin zorla ve silahla hilâfete sahip oldukları fikrini işlemek. Netice olarak, kılıç onların tek dayanağı idi denecek. Hz. Ömer'in, Hz. Ali taraftarlarının evini ateşe verip, Hz. Ali ve hanımı Hz. Fa-tıma'ya zulmettiği haberi uydurularak yayılacak. Hz. Ebu Bekir'den sonra, Hz. Ömeri'in zorla hilâfete geçtiği, ondan sonra da Hz. Ali'nin hakkı yenerek, uydurma bir şurayla, Hz. Osman'ın hilafete oturduğu söylenecek. Osmanlı halifesine varıncaya kadar, bütün halifelerin diktatör oldukları fikri her tarafa işlenecek, İslâm Devletinin, ancak diktatörlükle iktidarda kalabileceği düşüncesi herkese duyurulacak.
6. Her tarafın emniyetsiz bir hale gelmesi sağlanacak. Bunun için şehir ve köy merkezlerinde karışıklıklar (anarşi) çıkarılacak; bu karışıklıkları çıkaranlar, kötülük yapanlar, fitneciler, eşkiyalar ve yol kesenler, her veşileyle mükâfatlandırılacak ve bunların silâh ve paraları İngiltere tarafından temin edilecektir.
7. Mümkün mertebe Müslümanların, çevre sağlığı tedbirlerinden ve hastahanelerden soğutmak ve bunların batıl olduğuna inandırmak, hastalandıklarında, ka-tiyyen doktora gitmemeleri, ilaç almamaları ve evlerinde oturup, Allah'tan şifa beklemeleri telkin edilecek. Bu tel-kinât yapılırken de,«Bana yediren, bana içiren O'dur. hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. Beni öldürecek, sonra beni diriltecek olan O'dur» (77) ayetleri okunarak, kaderleriyle başbaşa kalmaları sağlanacak.
8. İslâm dünyasını her zaman fakirlik, kıtlık ve harabeler içinde tutmak ve ıslahına mani olmak.
9. İslâm ülkelerinde devamlı olarak karışıklık (anarşi) çıkartılarak, İslâm'ın, bir ibadet dini olduğu, dünyayla hiç bir alâkası olmadığı kanaati işlenecek. Her Müslümanın kafasına, Hz. Peygamber ve halifelerinin siyaset ve ekonomiyle alakalı olmadıkları, siyasete karışmadıkları düşüncesi yerleştirilecek.
10. Yukarıdaki maddelerin yerine getirilmesinden maksad, ekonomik çöküntü, işsizliğin artırılması ve fakirliğin genelleştirilmesidir. Fakirlikle yukarıdaki gayeler tahakkuk eder. Bu fakirliği temin içinde, çiftçilerin harmanları ateşlenecek, ticaret kervanları talan edilecek, ticarî ve sina'i merkezlerde büyük yangınlar çıkarılacak, barajlar sökülecek, bina inşaatları yıkılacak, içme sularına zehir katılacak ve böylece her tarafta Müslümanların felâketi, fakirliği, geri kalmışlığı görülecektir.
11. İslâm devletindeki hükümet yetkililerini şarap, kumar ve diğer fesâd işlerine alıştırarak, bunları, devlet hazinesinde, savunmaları için bir kuruş kalmayıncaya kadar, bütün paralan çekip savurmalarını sağlamak.
12. Kadınların esir olduğu fikrini yaymak ve onla rın hakir görülmelerini sağlamak. Bu yapılırken de «Erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler. O sebeple ki Allah onlardan kimini (erkekleri) kiminden (kadınlardan) üstün kılmıştır. Bir de (erkelere onları) mallarından infak etmektedirler. İyi kadınlar itaatli olanlarıdır. Allah kendi haklarını nasıl koruduysa, onlar da öylece göze görünmeyeni koruyanlardır. Şerlerinden, serkeşlikleriden yıl-dığınız kadınlara gelince Onlara (evvelâ) öğüt verin, (vazgeçmezlerse) kendilerini yataklarında yalnız bırakın, (yine kâr etmezse) doğun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Çünkü Allah çok Yücedir. Çok büyüktür» (78) ayeti okunacaktır.
13. Köylerdeki yokluğu bahane ederek, köylüleri, şehirleri yağmaya teşvik etmek (79).

Osmanlı Devletinin Yıkılmasına Karar Veriliyor.

Bütün geriliklere rağmen, İngiltere'nin bu casus-misyoner faaliyetini başlattığı 18. yüzyılda, en büyük İslâm Devleti Osmanlı Devleti idi. Osmanlı Devleti aynı zamanda ehl-i Sünnet'i temsil ediyordu. Şi'a mezhebini de İran Devleti temsil ediyordu.
Osmanlı Devleti, İran'a nazaran daha büyük olduğundan, İngiltere ilk hedef olarak onu seçiyor. İngiliz sömürge bakanlığında alınan karara göre, Osmanlı Devleti, tedrici olarak, yüzyıl içinde yıkılacaktır. Ona göre, Osmanlı Devletini yıkmak, İslâm'ı ortadan kaldırmak olacaktı.
İşte, büyük paralar sarfedilerek yetiştirilip, casus olarak Osmanlı Devletinin her köşesine gönderilen misyonerlerin ana gayesi budur: Osmanlı Devletini yıkmak!

Misyoner-casuslar, mümkün mertebe Devlet reislerine güzel anlar yaşatma yollarını arayacak, bunun temini için ellerinden gelen her fedakârlığı göstereceklerdir (80).
Bu konuda, misyoner-casus Hempher şunlar yazmaktadır:
«Milâdi 1710 senesinde, İngiliz sömürge bakanlığı, beni, Mısır , Irak, Hicaz ve Hilâfet merkezi olan İstanbul'da casusluk yapmakla görevlendirdi. Bana verilen görev; Müslümanların kuvvetini kırmak ve İslâm ülkelerini sömürgeleştirmek için gereken bilgileri toplamaktı. İslâm ülkelerinde hâl-ı hazırda bu görevi yapmakta olan, benden başka, bütün bakanların, âmirlerin, yüksek memurların, ulemânın ve kabile reislerinin isimlerini hâvî, mükemmel bir fihrist de elime verildi» (81).
Bu misyoner-casuslar, her vesileden istifade ederek, Osmanlı Devletine karşı muhalifler yetiştirecek ve bilhassa ihtilâflardan yararlanacaklardır. Hempher'in hatıralarında şunları okuyoruz:
«Londra Misyoner teşkilâtı başkanı şöyle konuştu: «Biz İngilizlerin müreffen ve saadet içinde yaşamamız için, Müslümanlar arasına nifak tohumları ekmemiz lâzımdır. Onların içinde ihtilâf kıvılcımlarını tutuşturmalıyız. Biz, Osmanlı Devletinin her tarafına fitne sokarak, onu yıkacağız. Böyle yapamazsak, İngilizler gibi küçük bir millet, nasıl müreffeh olur? İşte Hempher, bunun içindir ki, İslâm dünyasını nifak ve fesâd ateşine vermeden, onları tefrikaya sokmadan geri gelme! «Osmanlı Devleti ve İran, zayıf dönemlerini yaşıyorlar. Onun için, mümkün mertebe halkı, idarecilere karşı kışkırt! Şunu unutma ki tarih, bütün inkılabların, idarece-lerden memnuniyetsizlik ve halkın ayaklanmasından kaynaklandığını göstermiştir. Her yerde nifak ve tefrikadan bahset! Onları birbirine düşür!» (82).
Bu ihtilâfların başında, Sünnî-Şi'î ihtilafından yararlanılarak, iki büyük İslâm Devleti olan Osmanlı Devleti ile İran vuruşturulmak isteniyor. Misyoner-casus teşkilâtı başkanı bu konuda Hempher'e şöyle diyor:
«Eğer sen, İslâm ülkelerinde, Sünnî-Şi'î kavgasını başlatabilirsen, büyük Britanya'ya en büyük hizmeti yapmış olacaksın!»(83).
Sünnî-Şi'î ihtilâfına ne kadar önem verdiklerine dair, Hempher'in şu sözleri de ne kadar manidardır. Hem-pher şöyle diyor:
«Bir gün bir papazlar toplantısında, «Bu Müslümanlarda zerre kadar akıl olsa, asırlardır geçmiş olan bu Sünnî-Şi'î ihtilâfını kaldırır, onları mazide bırakır ve it-tihad kurarak birleşirler» dedim, başkan hemen sözümü keserek! «Senin vazifen, bu ihtilâf ateşini körüklemektir; Müslümanların nasıl birleşeceğini göstermek değil!» dedi» (84).

Osmanlı Devletini yıkmak için, teşvik edilecek ihtilâflar da şöyle sıralanmaktadır:
1. Kabile ihtilâfları.
2. Arazi ihtilâfları.
3. Dini ihtilâflar.
4. Milliyetçilik (85).

Hıristiyanlık ve İngiliz Çıkarları İçin Her Şey Feda Ediliyor

Yukarıda da söylediğimiz gibi, bu misyoner-casus lar faaliyetinin temel hedefi, Hıristiyanlık ve İngiliz menfaatlerini dünyaya hakim kılmaktır. Onlara göre, bu neticeye de bir tek surette ulaşılır: İslâm'ı yıkmak.
İngiliz, Sömürge bakanlığında, Bakan'ın ve Londra'nın meşhur papazlarının katıldığı bir toplantıda, konuşmacılardan biri kararı şöyle açıklar: «Vazifenizde sebat ve sabredin! Üç yüz seneden beri Hıristiyanlık derbeder bir durumda bulunuyor. Hz. İsa'nın yaşadığı topraklardan kâfirleri (86) dışarı çıkarın! Gayemize ulaşmak için, İslâm merkezlerinde, her türlü vasıta ve imkânları kullanarak faaliyet göstermeliyiz. Hakimiyet ve zaferimiz için, hiçbir fedakârlıktan çekinmeyiniz. Bundan dolayı mücehhez olmamız gerekmektedir. Belki asırlar sonra neticeye varırız; bunun zararı yok. Babalar, evlâ-dlar için çalışırlar» (87).
Sömürü Konferansları Tertipleniyor
Aslında, misyonerlik faaliyetleri, dünya Hıristiyan mahfilleri tarafından müştereken yürütülüyor. Hepsinin gayesi aynı noktada temerküz ediyor: Son İslâm Devleti olan Osmanlı Devletini yıkmak, İstanbul'u ele geçirmek (88).
Bu gayeler için tertip edilen konferanslardan biri hakkında Hempher şöyle yazıyor:
«Bir başka gün, Sömürge Bakanlığında, Britanya, Fransa ve Rusya'nın iştirak ettiği üst düzeyde bir konferans yapıldı. Konferansa işitirak edenler, din, adamları ve diğer meşhur kimselerdi. Güzel bir tesadüf olarak ben de oradaydım. Bakan'la olan sıkı temasım yüzünden oraya kabul edilmiştim. Konu şu idi: İslâm ülkelerini sömürme ve bu yoldaki güçlükler.» (89).
Konferanstan sonra şu müşterek karar alındı: «Her ne suretle olursa olsun, Müslüman kuvvetlerini kırmak. Bunun da en güzel yolu; aralarında nifak ve tefrika çıkarmaktır. İmanlarını zayıflatmak için her çareye başvuralacaktır. İmânları ellerinden alınarak, tıpkı Endülüs (İspanya) gibi, İslâm dünyası Hıristiyanlaştırılacaktır» (90).
İslâm dünyasına karşı olan bu düşmanlığın altında, Hıristiyanların intikam hırsları yatmaktadır. Hemp-her, kitabında bunu açıkça dile getiriyor: «Şimdi, İslâm ülkeleri gerilemiş durumdadırlar. Müslümanlardan intikam almanın tam sırasıdır» (91).
İngiliz sömürge siyaseti iki noktada toplanmaktadır:
1. Halen İngiliz sömürgesi olan veya İngiliz siyasetinin tesirli olduğu ülkelerde, İngiliz Devlet nüfuzunu ve kültürünü sağlamlaştırmak.
2. Henüz İngiliz sömürgesi olmayan yerlerde, yapılacak çalışmaları tanzim edip programlamak(92).

Sömürü Aleti, Ahlaksızlık

Emperyalist Batı Dünyasının, İslâm alemini sömürge haline getirmek için kullandığı en güçlü silâhlardan birisi de ahlaksızlıktır. Bir belâ olan ahlâksızlığı yaymak için de her türlü vasıtaya başvurulmaktadır. Bunun için özel surette yetiştirilmiş kadınlar, müslü-manlara fuhuşu aşılamaktadırlar (93). İngiliz sömürge bakanlığı, kendi misyoner casuslarına; gayeleri için, gerekirse homoseksüel olmalarını emrediyor (94). Kukla Devletler
İngiltere emperyalizmine en çok yardımcı olan unsurlardan birisi de, kukla devletlerdir. Bu devletler içinde menfaat karşılığı elde edilen bir kaç Devlet adamı vasıtası ile o memleketlere İngiliz kültürü yerleştirilir. Bir Devlet de, kültür emperyalizmine uğradı mı, artık o devlet, öz benliğini yitirmiştir. Bir devlette hangi kültür egemen ise, o devlet o kültüründür demektir. İngiltere bunu kendine şiar edinmiş, o şekilde hareket etmiştir. Hemp-her, bu konuda da şunları yazmaktadır: «Bazı memleketlerde, idare, görünüşte o memleketin şahısları elindedir. Fakat, müstemleke siyaseti, oralarda egemen olup, kedi siyasetini gütmektedir. Bu gibi ülkelerin, tamamen İngiltere'ye bağlanmasına da az kaldı» (95). Bu gibi Müslüman ülkelerinde, misyonerler Müslümanların zaaflarını her zaman kollayarak, onları sürekli ihtilâflar içinde bırakırlar, bu ihtilaf ve tefrikalar doruğa geldiğinde, artık o ülke teslim alınmış demektir(96).

Misyonerleri Durduran Silah

Şüphesiz bu misyoner-casuslar, çok güçlüklerle de karşılaşmaktadırlar. Onların tesbit ettikleri ve adeta kendilerine çevrilmiş bir silâh olarak gördükleri güçlükleri Hempher şöyle sıralamaktadır:
1. İslâm ülkelerindeki halkın -üst tabaka değil-müslüman ve uyanık oluşu. Bu konuda denilebilir ki alelade bir Müslüman bir Hıristiyan papazıyla iktisadî meselelerde çok kolay yarışabilir. İşte bunlar asla dini elden bırakmazlar. Bunlar bize karşı birer silahtır (97).
2. İslâm dini tarihte gördüğümüz gibi, ağırbaşlılık ve hürriyet dinidir. Bu yüzden, gerçek Müslümanlar, katiyyen esaret ve köleliği kabul etmiyorlar. İşte bu gibilere, İslâm'ın çağ dışı olduğunu, İslâm azamet ve yaşantısının gerilerde kaldığını, bunlara bir daha dönül-memesi gerektiğini; bugünün şartlarının değiştiğim, eskiyi unutmalarım, yeni şartlara göre kendilerini uydurmalarını kabul ettiremiyorum.» (98).
İngiltere Hesabına Çalıştırılacak Müslümanları Elde Etme Yolları
İngiltere, bu faaliyetleri içinde,, sadece misyonerlerden değil,aynı zamanda, maddî menfaat veya makam va'adiyle elde ettiği kimselerden de yararlanıyor.Bu gibi Müslümanları kandırıp, İngiltere hesabına çalıştırmak için, önce onlar gibi Müslüman görünüp, tedricen kendi saflarına çekiyorlar. Hempher, bu konudaki taktiğini şöyle dile getiriyor: «Muhatabımla daha fazla konuşmadım. Asıl hüviyetimin ortaya çıkmasından korkuyorum. Zira Müslüman kisvesine girmiş, öyle görünüyor-dum» (99).
Bu gibi Müslümanların nasıl kandırıldıklarını şimdi maddeler halinde görelim.

Kandırılacak Kimseler Teşhis Ediliyor
İngiliz misyonerleri, bu konuda da çok titiz davran-makta,ve alelade kimselere bu teklifte bulunmamaktadırlar. Onların aradığı tipler, kendilerini beğenmiş, kendi dediğinden başkasını kabul etmiyen, İslâm ülemâsı nın fikirlerine karşı çıkmayı bir maharet sayan kimselerdir. Misyonerler, bu maksatla, özellikle, dinî okullara, medreselere tekkelere sızmışlar ve oralarda adam aramışlardır. Sokaktaki herhangi bir Müslüman onların işine gelmemektedir. Onlar, dini münakaşaların yapıldığı, din meselelerinin görüşüldüğü toplantılara sızarlar ve konuşmalarını dinledikleri kimselerde kendilerine uygun olanını seçerler. Bu seçim yapıldıktan sonra, misyoner yavaş yavaş o adama sokularak, onunla dostluk kurar ve onu kazanmaya çalışır.
Burada bir ihtiyat payı bırakarak, İngiliz casusu Hempher'in elde ettiğini söylediği bir şahıstan söz edeceğiz. Ancak, ihtiyat payını tekrar ederek, sadece Hempher'in bu adamla olan ilişkilerini kendi kaleminden nakledeceğiz.
Hempher, şöyle anlatıyor:
«Muhammed'le tanışıp bir müddet aşinalık peyda ettikten sonra şu neticeye vardım ki; bu adam, İngiltere'nin İslâm ülkelerindeki menfaatları hesabına çalıştırılacak ideal bir kimsedir. Kendini büyük görmesi, gururu, makam sever oluşu, İslâm ulemâ ve kaynaklarına olan düşmanlığı ve müstebitliği o derecedir ki, Hulefey-ı Râşidin'i bile tenkid ediyor.Onun, bizce en zayıf tarafı, sadece Kur'an ve Hadis'i alıp, diğer İslâm kaynaklarına değer vermemesidir.» (100) Hempher şöyle devam ediyor: «Şeyh Muhammed, Ebu Hanife'yi hakir görür, ona değer ve i'tibar vermezdi. Muhammed şöyle diyordu: «Ben Ebu Hanife'den çok daha iyi bilirim». Yine o, Sahih-i Buhari'nin yarısının beyhude ve yararsız olduğunu iddia ediyordu» (101].
Hempher, Muhammed'in bu zaaflarından yararlanarak, onu yavaş yavaş kendi tesir alanına sokuyor, şöyle diyor Hampher: «Zaten kendini beğenmiş ve kendini yükseklerde gören Muhammed'i tedricen kendi tesir alanıma sokarak, fikirlerimi ona kabul ettirmeye başladım. İş o safhaya vardı ki, artık o bana itimad beslediğini söylüyor, benimle samimileşiyordu. Aramızda senli benli olduktan sonra, hep beraberdik» (102)
.
Muhammed Farkına Varmadan İngiliz Kurbanı Oluyor
Zavallı Muhammed, İngilizlerin bu korkunç oyunundan habersizdi. O, arkadaşı Hempher'i samimi bir Müslüman olarak tanıyor, ona öyle davranıyordu, İngilizlerin, onu Basra'da böyle avlayacakları aklına bile gelmiyordu. Nihayet Hempher'in tuzağına düştü. Hemp-her'den dinleyelim: «Muhammed'le, yeni gelişmelerin ışığı altında tefsir okumaya karar verdik. Bu çalışma-mızda,Sahabenin, büyük din alimlerinin, müfessirlerin dediklerini bir tarafa koyarak, kendimiz tefsir edecektik. Kur'an'ı ben okuyor ve izahlarım, tefsirlerini ben yapıyordum. Benim hedefim şu idi: Her ne suretle olursa olsun, onu İngiliz sömürge bakanlığının tuzağına düşürmek» (103).

Liderlik Aşılanıyor
İngilizlerin bu konudaki en sinsi taktiklerinden birisi de, kullanmak istedikleri kimselere makamlar ve liderlikler vadetmektir. Kendi menfaatleri doğrultusunda çalıştırılacak olanlara makamlar vermek, onları devlet reisliklerine getirmek ve bu uğurda her fedakârlığı göstermek, kendi açılarından en tabii bir harekettir. Onun için Hempher, Muhammed'e bütün Müslümanların liderliğini telkin ediyor. Gerisini ondan dinleye lim:
«O tarihten itibaren hedefim, Muhammed'e rehberlik ve İslâm aleminin liderliğini aşılamak oldu. Onun ruhuna, ehl-i Sünnet ve ehl-i Şi'anın arasında üçüncü bir yol yerleştirmek istiyordum. Ehl-i Sünnet'ten biraz, ehl-i Şi'a'dan biraz alınıp Müslümanlara bu yeni görüşüm takdim edilecek ve bu yeni görüşü Muhammed temsil ederek, Müslümanları yönetecek. Fakat bu gayemin tahakkuku için, önce onun zihnini karışık fikirlerle doldurup, herşeye körükörüne inanmamasını te'min etmem gerekiyordu. Bunun için, ona fikir hürriyetini, düşünce serbestisini, dini eleştirmenin cevazını aşılayarak; onun büyüklük hislerini, büyük adam olma, lider olma duygularını kamçılıyordum» (104).

İtikadlar Sarsılıyor
Hempher, Muhammed'le bu kadar aşinalık ve samimiyet peyda ettikten sonra, yavaş yavaş itikadlarını sarsmaya başlıyor. Ne ilginçtir ki, Hempher, önce Mu-hammed'in cihad fikirlerini sarsmakla işe başlıyor. Hempher, bu konuda şöyle diyor:
«Bir gün ona şöyle dedim: «Acaba cihad vacib mi?» Şöyle cevap verdi: «Nasıl vacib olmasın ki, Allah şöyle buyuruyor: Kâfirlerle savaşın!» Şöyle dedim: «Allah, kâfirlerle ve münafıklarla savaşmayı emrediyor. Eğer kâfir ve münafıklarla savaşmak vacib ise, niçin Hz. peygamber (s.a.v.) münafıklarla savaşmadı?» Şu cevabı verdi: «Cihad, sadece savaş meydanında değil; Hz. Peygamber (s.a.v.), hareket ve sözleriyle münafıklarla savaşmıştır.» Ona şunu dedim: «O halde, kâfirlerle de söz ve hareketlerle cihad vacibdir.» Bana şu karşılığı verdi: «Hayır öyle değil, çünkü Hz. peygamber (s.a.v.), savaş meydanların da kâfirlerle cihâd etmiştir» Şu cevabı verdim: «Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kâfirlerle yaptığı savaşlar, savunma savaşlarıydı. Çünkü kâfirler onu öldürmek istiyorlardı» (105). Bunun üzerine Muhammed, kabul eder gibi başını salladı ve ben de, işimde muvaffak olduğumu hissettim» (106).
Hempher, bu faaliyetine devam ederek, Muham-med'e mut'a nikâhının helâl olduğunu kabul ettiriyor (107). İş bununla da kalmıyor, Hempher, onu bir kadınla Mut'a nikahıyla evlendiriyor (108).

Misyonerler Şarap ve Kadından Yararlanıyor
Kandırılan Müslümanlar, bu misyoner casuslara bir defa kanıp medyûn-i şükran olduktan sonra, artık kurtulamıyorlar.Onların bağımlıları oluyorlar adete... Hempher, Muhammed'in Mut'a nikahıyla nasıl evlendirdiğini şöyle yazıyor:
«Görevimin en değerli fırsatını değerlendirmiştim. Ona mut'a nikahıyla bir kadın bulmaya karar verdik. Benim maksadım, onu, Basra'da bu tür nikâha karşı olan Sünni mezheblilerden uzaklaştırmaktı. Bu işin çok gizli olacağına ve hatta onu evlendireceğim kadına dahi onun adını vermiyeceğime dair teminat verdim. Bu şekilde mutabakata vardıktan sonra, hemen İngiltere sömürge bakanlığı hesabına, Basra'da kendini satarak, Müslüman gençlerini fuhuş ve fesada alıştıran Hıristiyan fahişenin evine gidip, ona mevzuyu anlattım. Anlaştıktan sonra, bu kadına Safiye takma adını taktım; ve Şeyh Muhammed'i onun evine götüreceğime karar verdik.
«Randevulaştığımız günde Şeyh Muhammed'i Safi-ye'nin evine götürdüm. Onları, bir haftalığına ve bir miktar altın mehirle evlendirdim. Kısaca, ben dışardan, Sa-fiyye içerden, Muhammed'i yetiştiriyorduk.Safiye, bilhassa dini hükümleri ayak altına almayı ona telkin ediyordu» (109).
Hempher, bu seviyede muvaffak olunca, onu şaraba alıştırmaya karar veriyor; ve bu konuda şöyle diyor:
«Onu evlendirdikten üç gün sonra, evine gittim. Bu seferki konuşmamız şarabın haramlığı konusunda ola-caktı.Bu konudaki ayet ve hadisleri gözden geçirdikten sonra ona dedim: «Eğer Muaviye, Yezid ve benu Umeyye ile Benu Abbas'ın diğer halifeleri şarab içtilerse, bu din büyükleri dini bırakıyor da, şarab içmek sadece sanamı haram oluyor? Şüphesiz ki onlar, Allah'ın kitabını Peygamber'in sünnetini benden ve senden daha iyi biliyorlardı. Onlar, Allah'ın kitabından ve Peygamber'in sünnetinden, şarabın haram değil, mekruh olduğu hükmünü çıkarıyorlardı. Üstelik ehl-i kitab olan Yahudi ve Hıristiyan kitabları şaraba cevaz veriyor. Hem de bu dinler ilâhî olup, peygamberleri İslâm tarafından tanınmaktadır. Nasıl olur da hepsi hakk olan bu dinlerin birinde şarab helâl, diğerinde haram olur? yoksa bu dinlerin tamamımın doğru değil elimizdeki bir rivayete göre «Artık siz (hepiniz) şaraptan vaz geçdiniz değil mi» (110). ayet-i kerimesi nazil oluncaya kadar, Hz. Ömer şarab içerdi. Eğer şarab haram olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ömer'e hadd cezası uygulardı; uygulamamış olması, şarabın cevazına delalet eder.» Muhammed beni dikkatle dinledikten sonra şöyle dedi: «Haram olan şarab değil, verdiği sarhoşluktur. Sarhoşluk vermeyeni, haram değil, Allah şöyle buyuruyor: «Şeytan, içkide ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister» (111). Eğer şarap sarhoşluk vermeseydi, bu neticeler çıkmazdı. Şarap bu neticeleri intaç ediyor böyle olmasaydı, şarabın sarhoş etmiye-ni haram değil denirdi. Böyle denmemiştir». Hempher, onu bu şekilde kandıramayınca, şu taktiği uyguladı:
«Şarap hususunda Safiyye'ye şöyle dedim: Şeyh Muhammed sana geldiğinde, onu o derecede mest edip kendiden geçir ki, ona şarab içirebilesin!» Ertesi gün Sa-fîyye'yi gördüğümde, ona şarab içirdiğini, hatta onun sarhoş alarak sokağa çıkıp taşkınlıklar yaptığını te'kid etti. Netice olarak diyebilirim ki ben ve Safiyye, Şeyh üzerinde o derecede bir hakimiyet kurdu ki, Sömürge ba-kanı'nın sözlerini hatırladım. Bana bir kerresinde şöyle demişti: «Biz İspanya'yı kâfirlerden (112) şarap ve fesâd'la geri aldık. Bu iki güçle,diğer bütün toprakları da almalıyız» (113).
Yukarıdaki satırlarda, İngiliz misyonerler teşkilâtında kadınların ne kadar büyük rol oynadığını gördük. Yine Hempher bu konuda şöyle diyor: «Safiyye, bu mühim işte bana yardımcı oluyordu. Zira Muhammed'i o derecede kendisine aşık etti ki, durmadan mut'a nikahını tazeliyordu. Kısaca, Şeyh'in elinden bütün ihtiyar ve düşüncelerini almıştı» (114)

Pohpohlama Siyaseti
İngiliz misyonerleri, kandırdıkları Müslümanları her vesileyle övüyor, onların, bulunmaz kimseler olduklarını kendilerine ihsas ediyorlardı. Geleceğin münaka-şasız ve şüphesiz olarak, onların eline geçeceği, onlann herşeye hakim olacağı ve onlann buna layık oldukları telkin ediliyordu. Hempher. Muhammed'e, bütün siyâsî ve dini meselelerin onu beklediğini, ümidini kesmeden-bu günü beklemesini söylüyordu (115). İstedikleri adamlar bu seviyeye gelince, onları uydurma rüya ve yalanlarla istedikleri yöne çekebiliyorlardı. Bu uydurma yalan ve rüyalardan birisini Hempher şöyle anlatıyor:
«Bir defasında bu uydurma rüyalardan birini şöyle anlattım: Dün gece Hz. Peygamber (s.a.v.)'i, bir kürsü üzerinde oturmuş ve etrafını tanımıdığım alimlerle çevrili halde gördüm. Birden bire sen geldin. Ve senin yüzünden nurlar fışkırıyordu. Hz. Peygamber (s.a.v.)', sana hürmeten (!) ayağa kalktı ve yanına yaklaşarak alnından öptükten sonra şöyle dedi: «Ey benim adaşım, sen, dinî ve idarî işlerde benim yerime geçecek olan vârisim-sin!» Sen şöyle dedin: «Yâ Resûlallah, ben ilmimi insanlara açıklamaya korkuyorum!» Hz. peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: «Korkma sen onlardan daha iyisin!». Mu-hammed bu yalan rüyalarımı duydukça sevinir ve her gün gelip, yeni rüya görüp görmediğimi sorardı. Ben de onu bu yalan rüyalarla kandırır, dinî görüş ve akidelerini zehirlerdim» (116).

Kandırılan Müslümanlar Alimlerden Uzak Tutuluyor
Misyoner-casuslar, bu şekilde kandırdıkları Müslümanların, pişman olup tevbe etmemeleri için mümkün mertebe onları ilim çevrelerinden uzak tutarak, kendi tesir alanları içinde bırakıyorlardı. Hempher şöyle diyor:
«Gerçek şu ki, onun, ehl-i Sünnet alimleriyle görüşmesini istemiyordum. Çünkü, onların kuvvetli mantık ve muhakemeleriyle tekrar Sünni olması her zaman için variddi. Bundan dolayı onu, ulemâ çevresinden uzak tutmaya gayret ediyordum» (117).

Kandırılanlar Takibediliyor
İngiliz sömürge bakanlığı elde ettiği Müslümanları başıboş bırakmıyor, onların eski hallerine dönmemeleri-için her fırsatta takip ettirip gerçeği görmemelerini sağlıyordu. Nitekim Muhammed, Basra'dan sonra İstanbul'a gitmek istemiş, fakat İngiltere bütün çabalarını harcayarak buna mani olmuştur (118). Türkiye'ye gitmesine mani olunca o da İran'ın yolunu tuttu. Fakat o İran'a varmadan, onu elde tutmanın bütün imkânları orada hazırlanmıştı. Bu konuda şöyle deniyor: «ona çizdiğimiz çizgiden ayrılmaması için, İsfahan'da görevlendirdiğimiz memurlar, onunla devamlı temas halindedirler; ve Şeyh Muhammed şimdiye kadar, bu çizgiden ayrılmamıştır.» (119). Onu elde tutmak için ne tedbirler alındığı konusunda da şunları okuyoruz: «İki ay sonra Safiyye de İsfahan'a giderek, iki aylık bir mut'a nikâhı daha yaptı. Şi-raz'a gidince, Safiyye onunla gitmedi. Ona bu yolculuğunda Abdulkerim refakat etti. Şiraz'a varınca, Abdülkerim, Safiyye'den daha güzel ve daha seksi olan bir kadını bularak Şeyh Muhammed'le mut'a nikâhına göre evlendirdi. Şiraz Yahudilerinden olan bu Yahudi genç kadının adı Asiyye idi. Bilmeniz gerekir ki, Abdulkerim, Isfahan Hıristiyanlanndan birinin müstear ismi olup; bu şahıs senelerce İngiltere sömürge bakanlığı adına İran'da faaliyet gösteren memurlardan biridir. Aynı şekilde Asiye de, Şiraz'da İngiltere adına casusluk yapan ajanlardan biridir» (120).

Netice Alınıyor
Bütün bu çabalann neticesini de Hempher şöyle bağlıyor:
Sözün kısası şu ki, bu dört kişinin, yâni. Abdulkerim, Safiyye, Asiye ve bu satırların yazan (Hempher)nın gece gündüz gösterdikleri çaba ve fedâkârlıkların neticesi şudur ki, Muhammed'i Britanya sömürge bakanlığı hesabına çalışabilecek, emre amade bir duruma getirebildi. Artık o bu konudaki bütün mesuliyetleri yüklenecek duruma gelmiştir»(121)

Bütün Misyonerler Yaptıklarından Memnun muydular?

Bu misyonerlerin hepsinin görevlerini sevdiği, vazifelerini severek yaptıkları söylenemez. Amma dünya menfaati, makam hırsı, korku ve şartlandırılma gibi âmiller, onları bu yolda yönetiyordu. Bunların bir kısmı yaptıklarına utanıyor ilâhî mes'uliyeti duyarak Müslüman oluyorladı (122). Yukarıda bir sürü faaliyetini gördüğümüz Hempher bile şöyle diyor: «İstanbul'da halkın gittiği güzel yolu değiştirmek ve Müslümanları ifsâd ve tefrikaya çalışırken, kendi kendime şöyle dedim: «Acaba Mesîh, benim yaptığım bu kötü işlere cevaz verir miydi?». Fakat sonra, birdenbire esas görevimi, bana verilen vazifeyi hatırlayarak, bu düşünceden vazgeçtim (123).
Misyoner Mr. John'un İslâm Ulemâsı Hakkındaki Düşünceleri
Aslında birer ajan olan bu misyonerlerin İslâm âleminde kol gezmelerinde idarecilerin olduğu kadar ilim adamlarının da suçu vardır. Özellikle 19. yüz yılda -bugün için bu zirveye ulaşmıştır- İslâm ulemâsının Avrupa'ya karşı körü körüne ve cahilane bir şekilde hayran oluşu vardır. Haçlı zihniyetini hiç bir zaman unutmayan bu misyoner-ajanlara karşı milleti, hatta Hükûmet'i uyaracakları yerde, kendileri bile bunların tesiri altında kalmışlar, eserlerini onlardan iktibaslarla doldurmuşlardım Elbetteki bunun istisnaları da vardır. Fakat bunlar ne dinlemiş ve ne de dinlenmeye müsaade edilmiştir. İlim yerine papyon kıravat takmak, Fransızca ko-nuşmak,rakı içmek, İslâm'la alay etmek münevverin alâmet-i farikası olmuştur. Avrupa'ya karşı bu aşın tutkunluk maalesef aşağılık duygusuna dönüşmüş ve gerçek şahsiyet kaybedilmiştir. Öyle bir hal olmuş ki, sunduğunuz bir tebliğde, Türkçe, Arapça veya Farsça belge sunuyorsanız, o tebliğ itibar görmez; yok bunun yerine Fransızca veya İngilizce vesika sunarsanız, milletin ağzı açık kalır ve ne enteresan tebliğ» derler.
Misyoner-ajan Mr. John bile bunun farkındadır. Bakın ne diyor?
«Verese-i Enbiyâ olduklarını iddia eden ulemânızın taksiratı pek çoktur. Bununla birlikte onların intibahı, bizim mazarratımızı mucib olacağından, gaflet-lerine teşekkürler ediyoruz.«Alimler Enbiyânın veresesidir» hükmüne uymaları lâzımdır. Kur'an-ı Ke-rim'de «Allah bir zaman kendilerine Kitab verilenlerden «Onu behemahal insanlara açıklayıp anlatacaksınız, onu gizlemiyeceksiniz» diye te'minât almıştı. Onlar ise o sözü sırtlarının arkasına attılar. Onun mukabilinde az bir menfaati satın aldılar. Müşteri oldukları o şey ne kötüdür!..» (124) ayeti vardır, okumuyorlar»(125)

Sonra ne diye Tanrı’nın bir oğlu var? Kızı falan yok? Karısı kim? Oğula neden ihtiyaç duymuş? İhtiyaç duyan tanrı olur mu?

Sonra ne diye Tanrı’nın bir oğlu var? Kızı falan yok? Karısı kim? Oğula neden ihtiyaç duymuş? İhtiyaç duyan tanrı olur mu?

5 Ekim 2011 Çarşamba, 04:20 tarihinde {Gel, ne olursan ol yine gel} tarafından eklendi
M - Tanrının bir planı vardı ve bunun olması gerekliydi. Çünkü kutsal kitapta kan dökülmeden bağışlama olmaz diye yazılıdır. Musa zamanında İsrail halkı günahları için kurban keserler ve günahları bağışlanırdı. Ama İsa’da böyle olmadı. Çünk...ü o tanrının kuzusu idi. (Yuhanna incili 1/29) İsa Mesih bütün günahkâr insanlar için ve son kurban oldu. Onun kanı bizlerin günahlarını bağışladı ve artık başka bir kurbana ihtiyaç yok.
CEVAP
Artık o zaman bütün dünya günahsızdır. Ne diye Müslümanları gayri müslim yapmaya çalışıyorsunuz ki? Eğer Müslümanlar günahkâr ise, bir oğul daha doğursun ve onu kurban etsin Müslümanlar da günahtan kurtulsun.

Bir de kutsal kitapta öyle yazıyor diyorsunuz? Hangi kutsal kitapta? Yüzlerce kutsal denilen İnciller arasından seçilen dört kitapta mı?

M - Bunu siz anlamazsınız.
CEVAP
Siz anlıyor musunuz ki? Hem madem dünya günahsızdır, sizin çocuklar niye günahkâr olarak dünyaya geliyor? Yeni doğan çocuk ne günahı işledi? Niye vaftiz yapılıyor? Niye papazlarınız günah çıkartıyor? Hıristiyanların tanrıları insanların günahlarını bilmiyorlar mı da, günah itiraf etme mecburiyeti getiriyorlar? Bu itiraf mecburiyeti İncillerin hangisinde yazıyor? Madem günahkâr doğuyor, gider papaza, (Papaz efendi benim ve çocuğumun günahını çıkar) denir, o da şaraplı su ile vaftiz edince günahsız olur! Ne diye Hazret-i İsa’yı öldürüyorlar?

Sonra ne diye Tanrı’nın bir oğlu var? Kızı falan yok? Karısı kim? Oğula neden ihtiyaç duymuş? İhtiyaç duyan tanrı olur mu?

Kur’an-ı kerimde (Kimse kimsenin günahını çekmez) buyuruluyor. (Enam 164)

Ne ise, Nisa suresindeki âyetleri bize niye yazdınız?

M - Eğer Kur’ana göre İsa’nın suretinde başka birisi çarmıha gerilip İsa göklere alındıysa oldukça tartışmalı bir durum ortaya çıkar. İsa'nın yerine çarmıha gerilen kişinin Tanrı tarafından İsa'nın benzerliğine dönüştürülmesi İsa inanırlarını yanıltmak adına garip bir durum değil midir? Zira, bu görüntüyle güya Allah, çarmıha gerilen bir İsa figürü sunmakla o dönemin İsa’nın takipçilerine yanlış bir Hıristiyan inancı başlatmış sayılmaz mı? Öyle ki İsa’yı izleyenler onun çarmıha gerilip bütün insanlar adına günah sunusu olarak çarmıhta öldüğünü görerek iman etmişlerdir.
CEVAP
Bunları siz uyduruyorsunuz. Daha doğrusu Yahudiler uydurdu, siz de saf saf inandınız.

Ölünün neyine iman ediliyor ki? Suçsuz bir oğlunu, başkalarının suçu için öldürmek, bir tanrı için, yüz karalığı ve âcizlik değil mi? Suçsuz bir kuzuyu öldürmesinin hesabını vermesi gerekmez mi? Böyle suçlu birisini ilah sanmak kadar saçma ne olabilir?

M - Ve aynı inanç bu haliyle günümüze dek taşınarak bizleri de etkilemiş, imanlısı yapmıştır. İsa’nın çarmıha gerilmediğinin 600 yıl sonrasında Muhammed'le açıklanması gecikmiş bir haber olması açısından ne derece güvenilir?
CEVAP
Yahya aleyhisselam, İsa aleyhisselamla aynı senede doğmuştur. Hazret-i İsa’ya İncil inince, Hazret-i Yahya da Ona tâbi olup İncilin hükümlerini bildirmiştir. Hazret-i İsa’dan sonra da Peygamberler geldi. Bunlardan üçünün hayatı, Peygamberler Tarihi Ansiklopedisinin 5. cildinde bildiriliyor. Bunlar, Şemun, Circis ve Halid bin Sinandır. (Aleyhimüsselam)

Bu peygamberlerden hiç birisi, İsa öldürüldü dememiştir.

M - Söylendiği gibi ise Muhammed dönemine kadar böyle bir yanlış İsa inancının sorumlusu size göre kimdir?
CEVAP
Yanlış İsa inancı, Bolüs’ün [Pavlos’un] uydurup sizi kandırdığı inançtır. Hazret-i İsa, doğru inancı, yani önceki kitapların ve Kur’anın bildirdiği doğru inancı bildirdi.

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Meryem oğlu İsa, “Ben Allah’ın resulüyüm. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı, benden sonra gelecek Ahmed isimli Peygamberi müjdeleyici olarak geldim” dedi.) [Saf 6]

(İsa’ya, Allah diyenler kâfir oldu. Halbuki Mesih, "Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin!" dedi. "Allah üçün üçüncüsü" diyenler de kâfirdir.) [Maide 72, 73]

(İsa dedi ki: Allah, benim de, sizin de Rabbinizdir. Ona ibadet edin, işte doğru yol budur.) [Zuhruf 63,64]

(Allah, “Ey İsa, insanlara ‘Beni ve anamı Allah’tan başka iki ilah bilin’ diye sen mi söyledin?” dedi. O da, ‘Hâşâ, seni tenzih ederim. Bu söz bana yakışmaz’ dedi.) [Maide 116]

ENDÜLÜS’TE MÜSLÜMANLAR DİN DEĞİŞTİRMEYE ZORLANDI ve YÜZBİNLERCE MÜSLÜMAN KATLEDİLDİ

ENDÜLÜS’TE MÜSLÜMANLAR DİN DEĞİŞTİRMEYE ZORLANDI ve YÜZBİNLERCE MÜSLÜMAN KATLEDİLDİ

5 Ekim 2011 Çarşamba, 04:22 tarihinde {Gel, ne olursan ol yine gel} tarafından eklendi
Hıristiyanlar, İspanya’yı ele geçirdikten sonra din değiştirmeleri için Müslümanlara baskı yapmaya başladılar.
Bu baskılar her geçen gün daha da artmaya başladı.
Müslümanlar birkaç kez ayaklandı iseler de başarılı olamadılar.
Hıristiyan olmak yada yurtlarını terk etmek arasında bir seçim yapmaları istendi.
Bir kısmı ülkeyi terk ederken bir kısmı da Hıristiyan oldu fakat dinlerini gizlice yaşadılar.
Tarihte İspanya’da gördüğü baskıdan dolayı din değiştiren bu Müslümanlara “Moriscolar” adı verilir.
1526 yılına gelindiğinde İslam dini İspanya’da resmen yasaklandı.
Vaftiz olmakla beraber Müslümanlar gibi yaşamayı sürdüren Moriscolar İspanyollar tarafından daima şüpheyle ve küçümsenerek karşılandı.
1566 yılında Müslüman gibi giymeleri de yasaklandı ve daha sonra da İspanya’yı tamamen terk etmeleri istendi.
İspanya Müslümanlarının hazin öyküsünü Henry Charles adında batılı bir tarihçi “İspanya Engizisyon Tarihi” adlı eserinde şöyle anlatmaktadır.
“Bu uygulamada sorumlu olanlar o kadar insafsızdır ki, uzun süren yaz yolculuğunda gidenlerden fahiş yol ücreti talep ettikleri gibi molalar esnasında akarsulardan ve pınarlardan içtikleri su ve dinlenmek için oturdukları ağaçların gölgesi için bile para aldılar.
Fransa’ya göç etmek isteyenlerden 40 bin düka altını istendi.
Uzun ve sıcak yaz günlerinde göçmenlerin pek çoğu hastalanarak öldü.
Bulaşıcı hastalık geçirdikleri gerekçesiyle gemilere bile alınmadılar”
Zorla Hıristiyanlaştırılmış Müslüman bir ailenin torunu olan İspanyol tarih profesörü Rodrigo de Zayas, İspanya'da Müslümanlara karşı yapılmış korkunç katliamın bilançosunu 500 yıl sonra belgeleriyle “İspanya Müslümanları ve Devlet Irkçılığı” adlı kitapta gözler önüne serdi.
Bu kitapta Endülüs’te yüzyıllar önce Müslümanlara yapılan zülüm, işkence ve katliamlar ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. Tarihçi Zayas’ın araştırmaları başka bir yazının konusu olabilir.
Endülüs Müslümanlarının bakiyeleri 17. Yüzyılın başlarında Osmanlı Padişahı I.
Ahmed’in çabaları ile Kuzey Afrika’ya ve İstanbul’a getirildi.
100 yıldan fazla süren baskılar, işkenceler, engizisyon ve sürgünler, Müslümanların İspanya’da sadece izlerini bırakmıştı.

Haçlılar Bizi Anadolu’dan ve Avrupa’dan atmaya çalıştıkça,

Haçlılar Bizi Anadolu’dan ve Avrupa’dan atmaya çalıştıkça,

5 Ekim 2011 Çarşamba, 05:05 tarihinde {Gel, ne olursan ol yine gel} tarafından eklendi
1096 yılından bu yana; topraklarımıza, dinimize, kültürümüze Hıristiyan batı devletlerinden saldırılar durmadan ve hiç ara vermeden devam ediyor. Sınırlardan geçemedikleri zamanlarda da temin ettikleri yerli işbirlikçilerle saldırılarına devam ediyorlar.

Müslüman-Türk milletinin Anadolu da ve Avrupa’da varlığını hazmedemeyen beynelmilel güçler asırlarca Türk milletinin bağrını dövdüler. Her seferinde onun iman dolu ğösünde eridiler.

Biz haçlı seferleri ile milyonlarca şehit verdik, onlar milyonlarca ölü verdiler. Ne biz bittik ne onlar bizi yok etme veya Asya bozkırlarına sürme hayalinden vazgeçtiler. Biz dayandık, onların kini ve azmi bilendi.

Haçlılar Bizi Anadolu’dan ve Avrupa’dan atmaya çalıştıkça, biz onların bağrına biraz daha girdik, biraz daha adaletimizle, insanlığımızla ve inancımızın kaviliği ile onların bir kısmının yüreklerinde yer bulduk. Yüreğinde biraz olsun insanlık olanlar, bizi bağrına bastı. Sömürgeci, emperyalist Hıristiyan papazlarına inat…

Asırlarca Avrupa’nın kara yürekli, kara beyinli papazlarına ve halkına bile zulüm etmekten çekinmeyen burjuva ve krallarına inat oralarda tutunduk. Zulmü ve haksızlığı adaletle yok ettik. Ama heyhat, İlk ve Ortaçağın karanlığı gibi kapkara yürekli Yahudi-Yunun kültürlü batının emperyalist ve kana susamış yobazları yılmadılar. Nerede bir Müslüman varsa oraya kan ve kin götürdüler.

Bir asırdan daha fazla bir zamandır. Osmanlının bakiyesi, Müslüman Türk’ün asırlarca hamilik ettiği, koruyup kolladığı, vatan toprağı yaptığı yerlerde sömürü düzenlerini kurdukları gibi insanların kendilerine karşı bir araya gelmesini önlemek için fitne tohumları ektiler. Bu gün Irak, Somali, Sudan, Filistin, Lübnan Vs. yerlerde olduğu gibi kardeşi kardeşe kırdırdılar.

Sömürmek için girdikleri her yerde aydınlar ile halkın arasını açtılar. Beyninden ve midesinden kendilerine bağlı aydın kesimi meydana getirdiler. Satılmış aydınlar kendi halklarının içine ayrılık tohumları ektiler.

Bir kısım Müslüman halklar, bir birleri ile uğraşırken, gerek 20.yüzyılın başında ve gerekse, daha sonra Osmanlının bakiyesi olan bütün ülkelerdeki sömürüye ve işgale devlet adamları - her zaman olmasa bile- halk olarak tepki veren, onlar için direnen Türk milleti, milli birlik ve beraberliğini korumak için büyük çaba verdi. Tarihte eşine az rastlanan direniş gösterdi. Ortadoğu’nun göbeğinde ve bütün haçlı saldırılarına karşı büyük millet ve büyük devlet olduğunu ispat etti.

Ülkemizin yeraltı ve yer üstü zenginlikleri ile Ortadoğu’nun petrol ve doğalgaz zenginliklerinin sömürülmesinin önündeki en büyük engel olan Türkiye’nin küçülmesi ve dizlerinin üzerine çökmesi gerekirdi. Bunun için de ülkenin milli birlik ve bütünlüğünün bozulması, diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi aydın halk çatışması, uyuşmazlığı meydana getirmek gerekiyordu.

Bu gün Irak’ta yaşanan ve milyonla insanın ölmesine sebep olan Sünni-Şii örneği bu gün ülkemizde türbancılar ve türbana karşı olanlar olarak yapılmaya çalışılıyor. Bu çatışma gerek aydınlar ve gerekse siyasiler tarafından ne yazık ki, körükleniyor. Televizyon ekranlarına baktığımızda, gazete sahifelerini çevirdiğimizde Kadınların başörtüsüne karşı yapılan itirazlardan, kendimizin hangi ülkenin insanı olduğumuz hakkında şüphe duymaya başlıyoruz.

Doğruluk derecesi TV’lerin insafına kalmış ama İzmir’de onbin insanın Türban yasağının kaldırılmasına karşı yürüdüğünden bahsedildi. Söylenen slogan ise ”Türkiye laik’tir laik kalacak.” Kim Laikliğe karşı? Yahut laiklik dinsizlik mi demek? Laiklik hürriyetleri ortadan kaldırmak mı demek? Laiklik din ve vicdan hürriyetinin ortadan kaldırılması anlamına mı geliyor? Allah aşkına hangisi? Hani bu ülkenin %98’i Müslüman idi? İnanın haberleri izlerken yürüyen kalabalıkları gördüğümde “Acaba İzmir yeniden işgale uğruyor da bu insanlar bu işgale mi tepki veriyorlar.” dedim.

Devletimizin kurumlarının başında bulunan insanlar “Ortaçağ karanlığından” bahsediyorlar. Buradan Kast edilen İslam’ın orta çağda gelmiş olması kast ediliyorsa Orta çağda İslam karanlığı getirmemiş, aksine insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarmıştır.

O çağda Bu gün bizim aydınlarımızın kurtuluşu gördükleri batı medeniyetinin doğduğu o çağda kadınlar mal gibi alınıp satılırken, İslam kadını mümtaz bir mevkie oturtmuş, topluma dâhil etmiştir. O çağda insanlar birbirlerini tavuk boğazlar gibi boğazlarken, İslam insanlığa din adamları, kadınlar, çocuklar ve meyve ağaçları ile ilgili bugün bile pek çok batılının hayran olduğu harp hukukunu getirmiştir. İnsanın, mükemmel varlık olduğunu, yaşama hürriyetinin kutsallığını ortaya koyan da İslam’dır.

İnsanların başlarına örttükleri bir bez parçası için bu kadar yaygara koparmanın, kavga çıkarmanın ve insanların tercih hürriyetinin elinden alınmasının mantığını anlamak mümkün değildir. Bu olsa, olsa haçlı batı zihniyetinin ülkemizin bütünlüğünün, birliğinin ve beraberliğinin tahammülsüzlüğüdür. Yoksa benim kadınımın, yani kadınlarımızın başındaki örtüden insanların bu kadar rahatsız olması mümkün değildir. Yoksa! Kadınların başındaki örtüye bile sahip çıkamayan insanların sistemi yıkması beklenemez. Sonra Bu vatanı seven, Allah korkusu olan hiç bir millet evladı, vatanın bölünmesine, parçalanmasına asla göz yummaz, razı olamaz. Türkiye’den başka Türkiye olmadığını bilir.

Niçin Türkiye

Niçin Türkiye

5 Ekim 2011 Çarşamba, 05:16 tarihinde {Gel, ne olursan ol yine gel} tarafından eklendi
Son yıllara kadar, uzun tarihi süreçte misyonerlerin en çok emek ve para harcayarak Hıristiyanlaştırmak istedikleri bölgelerin başında Türk dünyası ve Türkiye gelmektedir. Harcadıkları büyük paralar, sarf ettikleri büyük emeklere rağmen bu gayelerine ulaşamayacaklardır. Onları bu başarısızlığa iten ana unsur Türklerin sahip oldukları iman, karakter, seciye, kişilik, örf, adet ve geleneklerdir. Misyonerler çarptıkları bu yalçın kayaları aşmak, karşılaştıkları bu muazzam kalenin surlarında gedikler açmak için yılmadan usanmadan çalışmalarına devam etmektedirler. Bunun belli başlı iki sebebi vardır. Birincisi Türklerin üzerinde yaşadıkları bu topraklar, diğeri ise Türklerin bizatihi kendileridir.

Öncelikle şunu hatırdan uzak tutmamak gerekir ki, Anadolu Hıristiyanlığın ilk yayıldığı yerlerdir. Bugünkü Hıristiyanlığın kurucusu olarak bilinen Pavlus'un hatıralarının saklandığı ve Hıristiyanlar için hac merkezi olarak kabul edilen yerlerdir. Ayrıca burası, yıllarca Hıristiyanların yaşadıkları, tarihi ve kültürel anılarının bulunduğu topraklardır. Belki en az bu tarihi ve kültürel özellikler kadar Türkiye jeopolitik konumu itibariyle de Hıristiyan dünyası için vazgeçilmez bir özelliğe sahiptir. Muhtemelen bu son durum dünya siyaset ve ekonomik dengelerini elinde bulunduran Hıristiyan çevreler için çoğu yapay karakterli Hıristiyanlık hatıralarından daha fazla önem arz etmektedir.

Amerikan "Board" teşkilatı tarafından Osmanlı topraklarına gönderilen Fısk ve Pasion'a 1 Aralık 1883'te verilen talimat mektubunda Anadolu'nun bu özelilğine dikkat çekilmiştir:

"Bir fetih savaşına girmiş askerler olduğunuzu unutmayın ve her ne kadar mücadele manevi alanda, kafanın kafayla, kalbin kalple mücadelesi ise de, sizin silahınız Tanrı'nın inayetiyle güçlendirilmiş bir silah ise de, Napolyon'un askeri girişimlerindeki kadar araştırma, bilgi ve düşünceye ihtiyaç gösterir. Bu mukaddes ve vaad edilmiş topraklar, silahsız bir haçlı seferiyle geri alınacaktır."

Misyoneler açısından 19. yüzyıl Türkiyesi bir "İncil Ülkesi"dir. (Bible Land). Aynı şekilde Türkiye Orta Doğu'nun ekmek sepeti ve Asya'nın anahtarı durumundadır. Gerek yer altı ve yerüstü zenginlikleri gerekse üç tarafının denizlerle çevrili ve üç kıtanın merkezinde bulunması Türkiye'nin önemini artırmaktadır. Bir anlamda Türkiye sahip olduğu jeopolitik ve jeostratejik imkanlar sayesinde dünyadaki ekonomik, siyasi, askeri ve dini merkez durumundadır. Bu özellikleri misyonerler ve onların tetikçisi ekonomik ve siyasi çevrelerin iştahını oldukça artırmaktadır. Ayrıca Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrası ortaya çıkan manzara, oralarda kurulan devletlerin Türkiye ile tarihi ve kültürel bağlarının bulunması ve ekonomik yönden sömürülmeye müsait olarak yorumlanması, Türkiye'nin önemini daha da artırmaktadır.

Türkler misyonerlerin ulaşmayı çok arzuladıkları ama bunu bir türlü istedikleri oranda gerçekleştiremedikleri bir toplumdur. Müslüman olduktan sonra Türklerin İslam ve Müslümanlara sağladıkları katkılar ve insanlığa getirdikleri huzur ve güven tarihin her döneminde kabul gören bir gerçektir. Aynı şekilde onların İslam ve Müslümanları, Hıristiyanların zararlarından korunmaları noktasında yaptıkları üstün başarı ve fedakarlık her türlü takdirin üzerindedir. Bütün bu güzellikleri Hıristiyan dünyası kendisi için bir zarar olarak telakki etmiş ve yıllarca bunun intikamını almak için fırsat kollamıştır. Zaman zaman bu emellerine kısmen ulaşmıştır.

Günümüzde Türkiye'de geçmiştekinden daha yoğun ve etkili misyoner faaliyetleri yapılmaktadır. Şüphesiz bu alanda en çok etkilenenler Türkiye'deki gayri müslim dini azınlıklar olmuştur. Ancak mahalli unsurların bunlardan zarar görmediğini söylemek de mümkün değildir. Avrupa Birliği öncesi heves ve sarhoşluk ortamını ve ekonomik krizi fırsat bilen bazı vakıf, medya ve basın organlarının da destiğini sağlayan misyoner teşkilatlar yoğun bir kampanyaya başlamış ve özellikle büyük şehirlerimizde gençler arasında kısmen etkili olmaya başlamışlardır. Yeni yeni kiliseler açılmakta ve binalarda misyonerlik faaliyetleri yapılmaktadır. Bazı gafil ve art niyetli çevrelerin Avrupa'daki Türk işçilerinin sadece kendi dini vecibelerini yerine getirmek için yetkililerin izin verdikleri yerlerdeki camilerle mukayese ettiği bu kiliselerin müdavimleri Hıristiyanlar değil, Hristiyanlaştırılmak istenen Müslüman Türk çocuklarıdır. Bu durum, yetkili ve ilgililerin özellikle duyarlı olmak zorunda olduğu bir husustur.

Günümüzde Hıristiyan Dünyası Türklerin kendileri ile olan geçmişteki hesabını henüz kapatmamıştır. Misyonerlerin sözde sevgi, barış ve hoşgörü maskesi altında yürüttükleri faaliyetler, Türk Milletinin bütün tarihi ve kültürel değerlerinin dejenarasyona uğramasına neden olmaktadır. Bugün içine düştüğümüz değerler erozyonu, ahlaki buhran ve kimlik bunalımında gizli intikam duyguları, sahte sevgi, insan hakları ve barış şeklinde kamufle edilmesinin etkileri vardır.

Misyonerler, sahip oldukları tecrübe, ekonomik imkan, sabır, bazı basın ve medya desteği yanında, iç ve dış işbirlikçilerinin de katkılarıyla avladıkları masum çevreleri saflarına çekmekte ve onları Türkiye'nin geleceğini çökertmek için bir araç olarak kullanmaktadır.

Unutulmamalıdır ki, tarih boyunca misyonerlerin yaldızlı sözleri ve sahte uygulamaları bu milleti Hıristiyanlaştırmaya yetmemiş ve maskelerini hep düşürmüştür. Mithat Cemal Kuntay'ın dediği gibi "Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır". İnanıyorum ki misyonerlerin oyunları yine bozulacak ve bu millet insanlığın günümüzde daha fazla muhtaç olduğu barış ve huzur ortamının hazırlanmasına katkı sağlayacaktır.

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...