1 Aralık 2011 Perşembe

Misyonerlerin Çalisma Metodu

Misyonerlerin Çalisma Metodu

5 Ekim 2011 Çarşamba, 04:07 tarihinde {Gel, ne olursan ol yine gel} tarafından eklendi
Protestan misyonerler, başkasını Hıristiyanlaştırmak için, fakat aslında sömürmek ve onları kendilerine bağımlı kılmak gayesiyle çeşitli telkinlerde bulunurlar, dinler Tarihi, felsefe okumalarını tavsiye ederler. Bir misâl olmak üzere Misyoner Mr. John'un Kaptan Mustafa Bey'e söylediklerine kulak verelim:
«Mustafa Efendi, siz daha gençsiniz. Tetebbunuz azdır; dinler tarihi okumamışsınız; bir feylosof gibi düşünemiyorsunuz. Bakınız âlem-i İslâm'ın mâyeul-iftiharı olan büyük âlim, büyük fazıl, şöhretli feylesof Ebu Bekr Muhyiddin b. 'Arabi ne buyuruyor: «Ya Rabb, insanlar taş toprağa bile taabbud etseler yine ibadet Sen'den gayrisine ait değildir, sırf Sana mahsustur.» Böylece feyleso-fane düşünülünce dinler arasında itikadça bir fark yoktur. Yalnız mahiri teşrifatta az çok fark vardır ve onun da ehemmiyeti yoktur. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın» emrine tevfikan dinlerin, en kolay uygulanır olanını size kabul ettirerek iktisad edilecek zamanda sizi sa'iyy ve gayrete sevk ile müstefid etmek istiyoruz. Çalışmak bizden, kabul ve redd sizden dir.
Misyon heyeti gece gündüz bu gibi işlerle meşguldür ve İngiltere Hükûmeti'nin şubeler idaresiyle sıkı bir münasebette bulunmaktadır» (64).
Şimdi de bu misyoner casusların,kendi gayeleri için göstermiş oldukları gayretleri madde madde görelim.

İslâm'ı Yok Etmek

Bu misyoner- casus faaliyetlerinin ana gayesi İslâm'ı yok etmektir. Hatta bu konuda İngiliz Misyoner teşkilâtı tarafından kitaplar dahi yazdırılmıştır. Bununla ilgili, en câlib-i dikkat olan, İngiliz Sömürge bakanlığı ta rafından hazırlananıdır. Misyoner-casus Hampher'in «İslâm'ı nasıl yok edelim?» adlı kitabı oldukça ilginçtir (65)
Gaye bu şekilde tesbit edildikten sonra, bu gayenin tahakkuku safhaları başlar. Yukarıda da bir nebze temas ettiğimiz gibi bu safhaların birincisi misyonerlerin küçük yaşlardı, İslâm ülkelerine gönderilerek İslâm'ın esaslarının ve müslüman dillerinin öğretilmesidir. Bu iki esas öğrenildikten sonra faaliyete geçilir.

Müslümanların zayıf tarafları tesbit ediliyor.

Gerek İngiltere'deki misyoner teşkilâtlarında çal-şan elemanlar ve gerekse İslâm dünyasında yetişip hizmet (!) verme seviyesine gelen misyoner-casus adayları, her sene Londra'da toplanarak görev taksimatında bulunurlar. Bu görevlerin başında, müslümanların zayıf noktalarını tesbit etme hareketi gelir. Bunun her sene tekrar edilmesinin sebebi de, Müslüman ülkelerinde meydana gelen iktidar değişiklikleri ve düşünce farklılıklarıdır.
İngiliz Sömürge bakanlığı, uzun ve yorucu çalışmalar neticesinde, genel olarak, Müslümanların hangi taraflarının zayıf olduğunu tesbit etmiş, ve İslâm ülkelerinde faaliyet gösterecek misyoner-casusların bu esasları öğrenmeleri için, yapılan tesbitler, bir kitap haline getirilmiştir (66). Yeniden tesbit edilen zaaflar da, kitabın müteakip baskılarına ilâve edilir.
İngiliz Sömürge bakanlığının tesbit edip kitap haline getirdiği bu zayıf noktalar şunlardır:

1. İhtilaflar

a. Sünnî-Şiî ihtilâfı.
b. Amir-memur ihtilafları
c. Osmanlı-İran ihtilafı
d. Aşiret ihtilafları.
e. Ulema-devlet memurları anlaşmazlığı.
2. Bütün îslam ülkelerindeki genel cehalet ve İslâm hakkındaki bilgisizlik.
3. Donmuş fikirler ve taassub, yeniliklerden ve dünyadan habersizlik; istek ve gayret azlığı.
4. Maddî hayata önem vermeyip, cennete ümid bağlama ve tevekkül.
5. Hükümetlerin halka uyguladıkları istibdâd ve diktatorya.
6. Emniyetsizlik, yol şebekelerinin azlığı.
7. Her sene yüzlerce kişiyi ölüme götüren veba, kolera gibi hastalıklara karşı hijyen ve ilâç yokluğu.
8. Şehirlerin viraneliği ve su şebekelerinin yokluğu-
9. Devlet dairelerindeki hercümerc; milletin, Kur'an ve Şeriattan çıkarıldığına inandığı kanun ve nizamların olmayışı; Şer'î anayasanın terk edilmiş oluşu.
10. Salim olmayan bir iktisad, geri kalmışlık, umumi fakirlik ve bütün İslâm ülkelerindeki işsizlik.
11. Düzenli orduların olmayışı. Silâhsızlık; levazım ve savunma techiatının azlığı, modası geçmiş silâhların mevcudiyeti.
12. Kadın haklarının çiğnenmesi.
13. Şehir ve sokakların çevre sağlığından yoksun olması.
Misyoner kitabı, müslümanların zayıf noktalarını böylece sıraladıktan sonra, şöyle demektedir: «Aslında İslâm Dini, bütün bu yokluklara karşıdır; bu yoklukların olmasını istemez. Fakat elimizden geldiğince, Müslümanların, dinlerinin gerçek yönlerini öğrenmelerine mani olmalıyız. Onların böyle zayıf kalmala-rı için, İslâm'ın gerçeklerini bilmemeleri, bu konularda cahil kalmaları gerekir». (67).

İslâm'ın esasları tesbit ediliyor

Misyoner cemiyeti müslümanları hangi noktalarda cahil bırakmak ve uyandırmamak gerektiğim bilmek için de önce İslâm'ın esaslarını tesbit ediyor.İngiliz sömürge bakanlığının bu konudaki kitabında, İslâm esasları şöyle sıralanmaktadır:
1. İslâm, müslümanların birlik ve beraberliğini emreder, tefrikadan kaçmalarını hüküm olarak esasa bağlar. (68)
2. İslâm'da öğrenmenin önemi (69).
3. Aksiyon ve yeni buluşlara teşvik.
4. Maddi hayatı da daha iyi yaşama esası (70).
5. Müslümanlar arasında istişare ve görüş teatisini teşvik (71).
6. İlerlemeye teşvik.
7. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hadisleri ışığında sağlığa ve temizliğe verilen değer. Müslümanlara göre ilimler dört tanedir.

a. Dinin muhafazası için fıkıh,
b. Vücutların korunması için tıp,
c. Dilin korunması için gramer (nahiv),
d. Zamanın bilinmesi için de astronomi (Hadis).
8. Yükselmeyi teşvik.
9. İşlerde tertip ve düzen.
10. Düzenli bir ekonomi kurmaya teşvik.
11. En gelişmiş silahlarla mücehhez bir ordu kurma esası.
12. Temizliği emir (72).
13. Kadın haklarına riayeti emir.

Müslümanların -Kırılması Gereken Kuvvetli Yönleri Tesbit Ediliyor

İslâm'ı genel esaslarıyla tesbit ettikten sonra, onu yıkmak için, en kuvvetli yönleri tesbit ediliyor; ve misyoner casusların, bu kuvvetleri yıkmaları için ne yapmaları gerektiği öğretiliyor. Yıkmayı tasarladıkları Müslümanların kuvvetli yönleri şunlardır:
1. Her türlü ırk, dil, kültür ve milliyetçilik taassubunun İslâm'la kaldırılarak, bunun yerine İslâm'ın konmuş olması.
2. İmân akidelerini öğrenme nokta nazarından, din alimlerine olan bağlılık ve saygı.
3. Bütün Müslümanların, mevcut halifeyi, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in meşru halifesi ve ûlü'1-emr sayarak, ona saygı beslemeleri.
4. Kâfirlere karşı cihâdın vacip oluşu.
5. Şi'î mezhebinde olan müslümanların, gayr-ı müslimleri necis şamaları.
6. İslâm'ın diğer bütün dinlerden üstün olduğu inancı
7. Şiilerin, müslüman memleketlerinde, Yahudi ve Hıristiyan mabedlerinin yapımına müsaade etmemelin.
8. Müslümanlann ekseriyetinin inancına göre, Hıristiyan ve Yahudilerin, Arap yarımadasından çıkarılmalarının vacib olması (73).
9. Müslümanların, büyük bir şevk ve iştiyakla namaz, oruç ve hacc farizalarına olan bağlılıkları.
10. îmân ve ihlâs yönünden, îslâm akaidine olan ; kesin bağlılık.
11. Genç ihtiyar; herkesin, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Sünnetini öğrenmekteki gayreti; aile bağlarının kuvvetli olması.
12. Kadınların, fesâd ve gayr-ı meşru ilişkilerden uzaklaştıran peçeye kesin olarak riayet edilmesi.
13. Cemaat namazının tercihe şayan olması ve müslümanların, bu münâsebetle günde birkaç defa bir araya gelmeleri.
14. Hz. Peygamber (s.a.v.), ehl-i beyt, ulemâ ve su-lehâ türbelerine saygı gösterilerek, buraların toplantı yeri haline getirilmesi.
15. Seyyidlere (Hz. Peygamber (s.a.v.)'in evlâd ve torunları) duyulan saygı.
16. Şi'îlerce, Hz. Hüseyin'in şehâdetinin yâd et-mek için muharrem ve safer aylarında yapılan ihtifaller ve konuşmalar.
17. İyiliği (ma'rûfu) emr, kötülükten (münker-den) sakındırmanın, İslâm'da mühim bir yer işgal etmesi.
18. Evliliğin teşviki, çok çocuk sahibi olmanın tavsiye edilmesi ve birden fazla kadınla evlenmenin caiz olması.
19. Kâfirlerin irşâd ve hidayetleri için büyük gayret sarfedilmesi; bunun Müslümanlar için dünyanın en büyük serveti telakki olunması.
20. Güzel sünnet (adet) koymaya verilen değer (74),
21. Kur'an ve Sünnete kesin bağlılık ve her ikisini de hayatlarına tatbik etme gayreti; bu gayretin onları cennete götüreceği inancı (75).

Müslümanların Zayıf ve Kuvvetli Yönlerine Karşı Nasıl Mücadele Edilecek?
Müslümanların zayıf ve kuvvetli tarafları misyoner-casuslar vasıtasiyle tesbit edildikten sonra; bu kuvvetli yönlerini nasıl zayıflatacaktan, zayıf taraflarından istifade ederek de, onları nasıl yıkacakları hakkında da şu kararları almışlardır:
1. Sünnî ve Şi'î müslümanlar arasında su,i zan ve şüpheler icad ederek mezheb ihtilâflarını körüklemek Her; iki tarafı, uydurma ihanet ve töhmetlerle birbiri aleyhine kışkırtmak. Çok zaruri olan bu nifakı çıkarmak için, ne kadar çok olursa olsun, hiç bir masraf ve fedâkârlıktan çekinilmeyecek.
2. Mümkün mertebe, Müslümanları cehalet ve uykuda tutmak. Her türlü İslâmî eğitim merkezlerinin kurulmasına mani olmak. Her ne suretle olursa olsun, basın ve yayını önlemek. Lüzum görüldüğünde, umumi kütüphaneleri ateşe vererek, Müslümanları bilgi hazinelerinden uzaklaştırmak Köylerdeki dinî medreselere talebenin gidişini ve oralarda eğitim görmesini engellemek.Büyük İslâm alimleri aleyhinde sun'î ithamlar uydurmak.
3. Tenbelliği teşvik ederek, Müslümanları dünya işlerinden uzaklaştırmak. Onlara cennetin güzelliklerini anlatarak dünyayı unutturmak ve dünyaya ait bütün işlerinden vazgeçerek, oturup ölüm meleğini beklemelerini sağlamak.
4. Her tarafta derviş tekkeleri yapımını hızlandırmak. Halk tabakalarına, Gazali'nin İhyâu'l-ulûm'u, Mevlânâ'nın Mesnevisi ve Muhyiddin ibnu'l' Arabi'nin eserleri gibi kitapları okutarak, onların, dünyadan ele-tek çekmelerini sağlamak (76).
5. Zalim, diktatör şah ve devlet reislerini mümkün mertebe makamlarında tutmak; «Sultan, Allah'ın yeryüzündeki gölgesidir» gibi kaideleri halka duyurarak, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin; aynı şekilde Emevi ve Abbasi halifelerinin zorla ve silahla hilâfete sahip oldukları fikrini işlemek. Netice olarak, kılıç onların tek dayanağı idi denecek. Hz. Ömer'in, Hz. Ali taraftarlarının evini ateşe verip, Hz. Ali ve hanımı Hz. Fa-tıma'ya zulmettiği haberi uydurularak yayılacak. Hz. Ebu Bekir'den sonra, Hz. Ömeri'in zorla hilâfete geçtiği, ondan sonra da Hz. Ali'nin hakkı yenerek, uydurma bir şurayla, Hz. Osman'ın hilafete oturduğu söylenecek. Osmanlı halifesine varıncaya kadar, bütün halifelerin diktatör oldukları fikri her tarafa işlenecek, İslâm Devletinin, ancak diktatörlükle iktidarda kalabileceği düşüncesi herkese duyurulacak.
6. Her tarafın emniyetsiz bir hale gelmesi sağlanacak. Bunun için şehir ve köy merkezlerinde karışıklıklar (anarşi) çıkarılacak; bu karışıklıkları çıkaranlar, kötülük yapanlar, fitneciler, eşkiyalar ve yol kesenler, her veşileyle mükâfatlandırılacak ve bunların silâh ve paraları İngiltere tarafından temin edilecektir.
7. Mümkün mertebe Müslümanların, çevre sağlığı tedbirlerinden ve hastahanelerden soğutmak ve bunların batıl olduğuna inandırmak, hastalandıklarında, ka-tiyyen doktora gitmemeleri, ilaç almamaları ve evlerinde oturup, Allah'tan şifa beklemeleri telkin edilecek. Bu tel-kinât yapılırken de,«Bana yediren, bana içiren O'dur. hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. Beni öldürecek, sonra beni diriltecek olan O'dur» (77) ayetleri okunarak, kaderleriyle başbaşa kalmaları sağlanacak.
8. İslâm dünyasını her zaman fakirlik, kıtlık ve harabeler içinde tutmak ve ıslahına mani olmak.
9. İslâm ülkelerinde devamlı olarak karışıklık (anarşi) çıkartılarak, İslâm'ın, bir ibadet dini olduğu, dünyayla hiç bir alâkası olmadığı kanaati işlenecek. Her Müslümanın kafasına, Hz. Peygamber ve halifelerinin siyaset ve ekonomiyle alakalı olmadıkları, siyasete karışmadıkları düşüncesi yerleştirilecek.
10. Yukarıdaki maddelerin yerine getirilmesinden maksad, ekonomik çöküntü, işsizliğin artırılması ve fakirliğin genelleştirilmesidir. Fakirlikle yukarıdaki gayeler tahakkuk eder. Bu fakirliği temin içinde, çiftçilerin harmanları ateşlenecek, ticaret kervanları talan edilecek, ticarî ve sina'i merkezlerde büyük yangınlar çıkarılacak, barajlar sökülecek, bina inşaatları yıkılacak, içme sularına zehir katılacak ve böylece her tarafta Müslümanların felâketi, fakirliği, geri kalmışlığı görülecektir.
11. İslâm devletindeki hükümet yetkililerini şarap, kumar ve diğer fesâd işlerine alıştırarak, bunları, devlet hazinesinde, savunmaları için bir kuruş kalmayıncaya kadar, bütün paralan çekip savurmalarını sağlamak.
12. Kadınların esir olduğu fikrini yaymak ve onla rın hakir görülmelerini sağlamak. Bu yapılırken de «Erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler. O sebeple ki Allah onlardan kimini (erkekleri) kiminden (kadınlardan) üstün kılmıştır. Bir de (erkelere onları) mallarından infak etmektedirler. İyi kadınlar itaatli olanlarıdır. Allah kendi haklarını nasıl koruduysa, onlar da öylece göze görünmeyeni koruyanlardır. Şerlerinden, serkeşlikleriden yıl-dığınız kadınlara gelince Onlara (evvelâ) öğüt verin, (vazgeçmezlerse) kendilerini yataklarında yalnız bırakın, (yine kâr etmezse) doğun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Çünkü Allah çok Yücedir. Çok büyüktür» (78) ayeti okunacaktır.
13. Köylerdeki yokluğu bahane ederek, köylüleri, şehirleri yağmaya teşvik etmek (79).

Osmanlı Devletinin Yıkılmasına Karar Veriliyor.

Bütün geriliklere rağmen, İngiltere'nin bu casus-misyoner faaliyetini başlattığı 18. yüzyılda, en büyük İslâm Devleti Osmanlı Devleti idi. Osmanlı Devleti aynı zamanda ehl-i Sünnet'i temsil ediyordu. Şi'a mezhebini de İran Devleti temsil ediyordu.
Osmanlı Devleti, İran'a nazaran daha büyük olduğundan, İngiltere ilk hedef olarak onu seçiyor. İngiliz sömürge bakanlığında alınan karara göre, Osmanlı Devleti, tedrici olarak, yüzyıl içinde yıkılacaktır. Ona göre, Osmanlı Devletini yıkmak, İslâm'ı ortadan kaldırmak olacaktı.
İşte, büyük paralar sarfedilerek yetiştirilip, casus olarak Osmanlı Devletinin her köşesine gönderilen misyonerlerin ana gayesi budur: Osmanlı Devletini yıkmak!

Misyoner-casuslar, mümkün mertebe Devlet reislerine güzel anlar yaşatma yollarını arayacak, bunun temini için ellerinden gelen her fedakârlığı göstereceklerdir (80).
Bu konuda, misyoner-casus Hempher şunlar yazmaktadır:
«Milâdi 1710 senesinde, İngiliz sömürge bakanlığı, beni, Mısır , Irak, Hicaz ve Hilâfet merkezi olan İstanbul'da casusluk yapmakla görevlendirdi. Bana verilen görev; Müslümanların kuvvetini kırmak ve İslâm ülkelerini sömürgeleştirmek için gereken bilgileri toplamaktı. İslâm ülkelerinde hâl-ı hazırda bu görevi yapmakta olan, benden başka, bütün bakanların, âmirlerin, yüksek memurların, ulemânın ve kabile reislerinin isimlerini hâvî, mükemmel bir fihrist de elime verildi» (81).
Bu misyoner-casuslar, her vesileden istifade ederek, Osmanlı Devletine karşı muhalifler yetiştirecek ve bilhassa ihtilâflardan yararlanacaklardır. Hempher'in hatıralarında şunları okuyoruz:
«Londra Misyoner teşkilâtı başkanı şöyle konuştu: «Biz İngilizlerin müreffen ve saadet içinde yaşamamız için, Müslümanlar arasına nifak tohumları ekmemiz lâzımdır. Onların içinde ihtilâf kıvılcımlarını tutuşturmalıyız. Biz, Osmanlı Devletinin her tarafına fitne sokarak, onu yıkacağız. Böyle yapamazsak, İngilizler gibi küçük bir millet, nasıl müreffeh olur? İşte Hempher, bunun içindir ki, İslâm dünyasını nifak ve fesâd ateşine vermeden, onları tefrikaya sokmadan geri gelme! «Osmanlı Devleti ve İran, zayıf dönemlerini yaşıyorlar. Onun için, mümkün mertebe halkı, idarecilere karşı kışkırt! Şunu unutma ki tarih, bütün inkılabların, idarece-lerden memnuniyetsizlik ve halkın ayaklanmasından kaynaklandığını göstermiştir. Her yerde nifak ve tefrikadan bahset! Onları birbirine düşür!» (82).
Bu ihtilâfların başında, Sünnî-Şi'î ihtilafından yararlanılarak, iki büyük İslâm Devleti olan Osmanlı Devleti ile İran vuruşturulmak isteniyor. Misyoner-casus teşkilâtı başkanı bu konuda Hempher'e şöyle diyor:
«Eğer sen, İslâm ülkelerinde, Sünnî-Şi'î kavgasını başlatabilirsen, büyük Britanya'ya en büyük hizmeti yapmış olacaksın!»(83).
Sünnî-Şi'î ihtilâfına ne kadar önem verdiklerine dair, Hempher'in şu sözleri de ne kadar manidardır. Hem-pher şöyle diyor:
«Bir gün bir papazlar toplantısında, «Bu Müslümanlarda zerre kadar akıl olsa, asırlardır geçmiş olan bu Sünnî-Şi'î ihtilâfını kaldırır, onları mazide bırakır ve it-tihad kurarak birleşirler» dedim, başkan hemen sözümü keserek! «Senin vazifen, bu ihtilâf ateşini körüklemektir; Müslümanların nasıl birleşeceğini göstermek değil!» dedi» (84).

Osmanlı Devletini yıkmak için, teşvik edilecek ihtilâflar da şöyle sıralanmaktadır:
1. Kabile ihtilâfları.
2. Arazi ihtilâfları.
3. Dini ihtilâflar.
4. Milliyetçilik (85).

Hıristiyanlık ve İngiliz Çıkarları İçin Her Şey Feda Ediliyor

Yukarıda da söylediğimiz gibi, bu misyoner-casus lar faaliyetinin temel hedefi, Hıristiyanlık ve İngiliz menfaatlerini dünyaya hakim kılmaktır. Onlara göre, bu neticeye de bir tek surette ulaşılır: İslâm'ı yıkmak.
İngiliz, Sömürge bakanlığında, Bakan'ın ve Londra'nın meşhur papazlarının katıldığı bir toplantıda, konuşmacılardan biri kararı şöyle açıklar: «Vazifenizde sebat ve sabredin! Üç yüz seneden beri Hıristiyanlık derbeder bir durumda bulunuyor. Hz. İsa'nın yaşadığı topraklardan kâfirleri (86) dışarı çıkarın! Gayemize ulaşmak için, İslâm merkezlerinde, her türlü vasıta ve imkânları kullanarak faaliyet göstermeliyiz. Hakimiyet ve zaferimiz için, hiçbir fedakârlıktan çekinmeyiniz. Bundan dolayı mücehhez olmamız gerekmektedir. Belki asırlar sonra neticeye varırız; bunun zararı yok. Babalar, evlâ-dlar için çalışırlar» (87).
Sömürü Konferansları Tertipleniyor
Aslında, misyonerlik faaliyetleri, dünya Hıristiyan mahfilleri tarafından müştereken yürütülüyor. Hepsinin gayesi aynı noktada temerküz ediyor: Son İslâm Devleti olan Osmanlı Devletini yıkmak, İstanbul'u ele geçirmek (88).
Bu gayeler için tertip edilen konferanslardan biri hakkında Hempher şöyle yazıyor:
«Bir başka gün, Sömürge Bakanlığında, Britanya, Fransa ve Rusya'nın iştirak ettiği üst düzeyde bir konferans yapıldı. Konferansa işitirak edenler, din, adamları ve diğer meşhur kimselerdi. Güzel bir tesadüf olarak ben de oradaydım. Bakan'la olan sıkı temasım yüzünden oraya kabul edilmiştim. Konu şu idi: İslâm ülkelerini sömürme ve bu yoldaki güçlükler.» (89).
Konferanstan sonra şu müşterek karar alındı: «Her ne suretle olursa olsun, Müslüman kuvvetlerini kırmak. Bunun da en güzel yolu; aralarında nifak ve tefrika çıkarmaktır. İmanlarını zayıflatmak için her çareye başvuralacaktır. İmânları ellerinden alınarak, tıpkı Endülüs (İspanya) gibi, İslâm dünyası Hıristiyanlaştırılacaktır» (90).
İslâm dünyasına karşı olan bu düşmanlığın altında, Hıristiyanların intikam hırsları yatmaktadır. Hemp-her, kitabında bunu açıkça dile getiriyor: «Şimdi, İslâm ülkeleri gerilemiş durumdadırlar. Müslümanlardan intikam almanın tam sırasıdır» (91).
İngiliz sömürge siyaseti iki noktada toplanmaktadır:
1. Halen İngiliz sömürgesi olan veya İngiliz siyasetinin tesirli olduğu ülkelerde, İngiliz Devlet nüfuzunu ve kültürünü sağlamlaştırmak.
2. Henüz İngiliz sömürgesi olmayan yerlerde, yapılacak çalışmaları tanzim edip programlamak(92).

Sömürü Aleti, Ahlaksızlık

Emperyalist Batı Dünyasının, İslâm alemini sömürge haline getirmek için kullandığı en güçlü silâhlardan birisi de ahlaksızlıktır. Bir belâ olan ahlâksızlığı yaymak için de her türlü vasıtaya başvurulmaktadır. Bunun için özel surette yetiştirilmiş kadınlar, müslü-manlara fuhuşu aşılamaktadırlar (93). İngiliz sömürge bakanlığı, kendi misyoner casuslarına; gayeleri için, gerekirse homoseksüel olmalarını emrediyor (94). Kukla Devletler
İngiltere emperyalizmine en çok yardımcı olan unsurlardan birisi de, kukla devletlerdir. Bu devletler içinde menfaat karşılığı elde edilen bir kaç Devlet adamı vasıtası ile o memleketlere İngiliz kültürü yerleştirilir. Bir Devlet de, kültür emperyalizmine uğradı mı, artık o devlet, öz benliğini yitirmiştir. Bir devlette hangi kültür egemen ise, o devlet o kültüründür demektir. İngiltere bunu kendine şiar edinmiş, o şekilde hareket etmiştir. Hemp-her, bu konuda da şunları yazmaktadır: «Bazı memleketlerde, idare, görünüşte o memleketin şahısları elindedir. Fakat, müstemleke siyaseti, oralarda egemen olup, kedi siyasetini gütmektedir. Bu gibi ülkelerin, tamamen İngiltere'ye bağlanmasına da az kaldı» (95). Bu gibi Müslüman ülkelerinde, misyonerler Müslümanların zaaflarını her zaman kollayarak, onları sürekli ihtilâflar içinde bırakırlar, bu ihtilaf ve tefrikalar doruğa geldiğinde, artık o ülke teslim alınmış demektir(96).

Misyonerleri Durduran Silah

Şüphesiz bu misyoner-casuslar, çok güçlüklerle de karşılaşmaktadırlar. Onların tesbit ettikleri ve adeta kendilerine çevrilmiş bir silâh olarak gördükleri güçlükleri Hempher şöyle sıralamaktadır:
1. İslâm ülkelerindeki halkın -üst tabaka değil-müslüman ve uyanık oluşu. Bu konuda denilebilir ki alelade bir Müslüman bir Hıristiyan papazıyla iktisadî meselelerde çok kolay yarışabilir. İşte bunlar asla dini elden bırakmazlar. Bunlar bize karşı birer silahtır (97).
2. İslâm dini tarihte gördüğümüz gibi, ağırbaşlılık ve hürriyet dinidir. Bu yüzden, gerçek Müslümanlar, katiyyen esaret ve köleliği kabul etmiyorlar. İşte bu gibilere, İslâm'ın çağ dışı olduğunu, İslâm azamet ve yaşantısının gerilerde kaldığını, bunlara bir daha dönül-memesi gerektiğini; bugünün şartlarının değiştiğim, eskiyi unutmalarım, yeni şartlara göre kendilerini uydurmalarını kabul ettiremiyorum.» (98).
İngiltere Hesabına Çalıştırılacak Müslümanları Elde Etme Yolları
İngiltere, bu faaliyetleri içinde,, sadece misyonerlerden değil,aynı zamanda, maddî menfaat veya makam va'adiyle elde ettiği kimselerden de yararlanıyor.Bu gibi Müslümanları kandırıp, İngiltere hesabına çalıştırmak için, önce onlar gibi Müslüman görünüp, tedricen kendi saflarına çekiyorlar. Hempher, bu konudaki taktiğini şöyle dile getiriyor: «Muhatabımla daha fazla konuşmadım. Asıl hüviyetimin ortaya çıkmasından korkuyorum. Zira Müslüman kisvesine girmiş, öyle görünüyor-dum» (99).
Bu gibi Müslümanların nasıl kandırıldıklarını şimdi maddeler halinde görelim.

Kandırılacak Kimseler Teşhis Ediliyor
İngiliz misyonerleri, bu konuda da çok titiz davran-makta,ve alelade kimselere bu teklifte bulunmamaktadırlar. Onların aradığı tipler, kendilerini beğenmiş, kendi dediğinden başkasını kabul etmiyen, İslâm ülemâsı nın fikirlerine karşı çıkmayı bir maharet sayan kimselerdir. Misyonerler, bu maksatla, özellikle, dinî okullara, medreselere tekkelere sızmışlar ve oralarda adam aramışlardır. Sokaktaki herhangi bir Müslüman onların işine gelmemektedir. Onlar, dini münakaşaların yapıldığı, din meselelerinin görüşüldüğü toplantılara sızarlar ve konuşmalarını dinledikleri kimselerde kendilerine uygun olanını seçerler. Bu seçim yapıldıktan sonra, misyoner yavaş yavaş o adama sokularak, onunla dostluk kurar ve onu kazanmaya çalışır.
Burada bir ihtiyat payı bırakarak, İngiliz casusu Hempher'in elde ettiğini söylediği bir şahıstan söz edeceğiz. Ancak, ihtiyat payını tekrar ederek, sadece Hempher'in bu adamla olan ilişkilerini kendi kaleminden nakledeceğiz.
Hempher, şöyle anlatıyor:
«Muhammed'le tanışıp bir müddet aşinalık peyda ettikten sonra şu neticeye vardım ki; bu adam, İngiltere'nin İslâm ülkelerindeki menfaatları hesabına çalıştırılacak ideal bir kimsedir. Kendini büyük görmesi, gururu, makam sever oluşu, İslâm ulemâ ve kaynaklarına olan düşmanlığı ve müstebitliği o derecedir ki, Hulefey-ı Râşidin'i bile tenkid ediyor.Onun, bizce en zayıf tarafı, sadece Kur'an ve Hadis'i alıp, diğer İslâm kaynaklarına değer vermemesidir.» (100) Hempher şöyle devam ediyor: «Şeyh Muhammed, Ebu Hanife'yi hakir görür, ona değer ve i'tibar vermezdi. Muhammed şöyle diyordu: «Ben Ebu Hanife'den çok daha iyi bilirim». Yine o, Sahih-i Buhari'nin yarısının beyhude ve yararsız olduğunu iddia ediyordu» (101].
Hempher, Muhammed'in bu zaaflarından yararlanarak, onu yavaş yavaş kendi tesir alanına sokuyor, şöyle diyor Hampher: «Zaten kendini beğenmiş ve kendini yükseklerde gören Muhammed'i tedricen kendi tesir alanıma sokarak, fikirlerimi ona kabul ettirmeye başladım. İş o safhaya vardı ki, artık o bana itimad beslediğini söylüyor, benimle samimileşiyordu. Aramızda senli benli olduktan sonra, hep beraberdik» (102)
.
Muhammed Farkına Varmadan İngiliz Kurbanı Oluyor
Zavallı Muhammed, İngilizlerin bu korkunç oyunundan habersizdi. O, arkadaşı Hempher'i samimi bir Müslüman olarak tanıyor, ona öyle davranıyordu, İngilizlerin, onu Basra'da böyle avlayacakları aklına bile gelmiyordu. Nihayet Hempher'in tuzağına düştü. Hemp-her'den dinleyelim: «Muhammed'le, yeni gelişmelerin ışığı altında tefsir okumaya karar verdik. Bu çalışma-mızda,Sahabenin, büyük din alimlerinin, müfessirlerin dediklerini bir tarafa koyarak, kendimiz tefsir edecektik. Kur'an'ı ben okuyor ve izahlarım, tefsirlerini ben yapıyordum. Benim hedefim şu idi: Her ne suretle olursa olsun, onu İngiliz sömürge bakanlığının tuzağına düşürmek» (103).

Liderlik Aşılanıyor
İngilizlerin bu konudaki en sinsi taktiklerinden birisi de, kullanmak istedikleri kimselere makamlar ve liderlikler vadetmektir. Kendi menfaatleri doğrultusunda çalıştırılacak olanlara makamlar vermek, onları devlet reisliklerine getirmek ve bu uğurda her fedakârlığı göstermek, kendi açılarından en tabii bir harekettir. Onun için Hempher, Muhammed'e bütün Müslümanların liderliğini telkin ediyor. Gerisini ondan dinleye lim:
«O tarihten itibaren hedefim, Muhammed'e rehberlik ve İslâm aleminin liderliğini aşılamak oldu. Onun ruhuna, ehl-i Sünnet ve ehl-i Şi'anın arasında üçüncü bir yol yerleştirmek istiyordum. Ehl-i Sünnet'ten biraz, ehl-i Şi'a'dan biraz alınıp Müslümanlara bu yeni görüşüm takdim edilecek ve bu yeni görüşü Muhammed temsil ederek, Müslümanları yönetecek. Fakat bu gayemin tahakkuku için, önce onun zihnini karışık fikirlerle doldurup, herşeye körükörüne inanmamasını te'min etmem gerekiyordu. Bunun için, ona fikir hürriyetini, düşünce serbestisini, dini eleştirmenin cevazını aşılayarak; onun büyüklük hislerini, büyük adam olma, lider olma duygularını kamçılıyordum» (104).

İtikadlar Sarsılıyor
Hempher, Muhammed'le bu kadar aşinalık ve samimiyet peyda ettikten sonra, yavaş yavaş itikadlarını sarsmaya başlıyor. Ne ilginçtir ki, Hempher, önce Mu-hammed'in cihad fikirlerini sarsmakla işe başlıyor. Hempher, bu konuda şöyle diyor:
«Bir gün ona şöyle dedim: «Acaba cihad vacib mi?» Şöyle cevap verdi: «Nasıl vacib olmasın ki, Allah şöyle buyuruyor: Kâfirlerle savaşın!» Şöyle dedim: «Allah, kâfirlerle ve münafıklarla savaşmayı emrediyor. Eğer kâfir ve münafıklarla savaşmak vacib ise, niçin Hz. peygamber (s.a.v.) münafıklarla savaşmadı?» Şu cevabı verdi: «Cihad, sadece savaş meydanında değil; Hz. Peygamber (s.a.v.), hareket ve sözleriyle münafıklarla savaşmıştır.» Ona şunu dedim: «O halde, kâfirlerle de söz ve hareketlerle cihad vacibdir.» Bana şu karşılığı verdi: «Hayır öyle değil, çünkü Hz. peygamber (s.a.v.), savaş meydanların da kâfirlerle cihâd etmiştir» Şu cevabı verdim: «Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kâfirlerle yaptığı savaşlar, savunma savaşlarıydı. Çünkü kâfirler onu öldürmek istiyorlardı» (105). Bunun üzerine Muhammed, kabul eder gibi başını salladı ve ben de, işimde muvaffak olduğumu hissettim» (106).
Hempher, bu faaliyetine devam ederek, Muham-med'e mut'a nikâhının helâl olduğunu kabul ettiriyor (107). İş bununla da kalmıyor, Hempher, onu bir kadınla Mut'a nikahıyla evlendiriyor (108).

Misyonerler Şarap ve Kadından Yararlanıyor
Kandırılan Müslümanlar, bu misyoner casuslara bir defa kanıp medyûn-i şükran olduktan sonra, artık kurtulamıyorlar.Onların bağımlıları oluyorlar adete... Hempher, Muhammed'in Mut'a nikahıyla nasıl evlendirdiğini şöyle yazıyor:
«Görevimin en değerli fırsatını değerlendirmiştim. Ona mut'a nikahıyla bir kadın bulmaya karar verdik. Benim maksadım, onu, Basra'da bu tür nikâha karşı olan Sünni mezheblilerden uzaklaştırmaktı. Bu işin çok gizli olacağına ve hatta onu evlendireceğim kadına dahi onun adını vermiyeceğime dair teminat verdim. Bu şekilde mutabakata vardıktan sonra, hemen İngiltere sömürge bakanlığı hesabına, Basra'da kendini satarak, Müslüman gençlerini fuhuş ve fesada alıştıran Hıristiyan fahişenin evine gidip, ona mevzuyu anlattım. Anlaştıktan sonra, bu kadına Safiye takma adını taktım; ve Şeyh Muhammed'i onun evine götüreceğime karar verdik.
«Randevulaştığımız günde Şeyh Muhammed'i Safi-ye'nin evine götürdüm. Onları, bir haftalığına ve bir miktar altın mehirle evlendirdim. Kısaca, ben dışardan, Sa-fiyye içerden, Muhammed'i yetiştiriyorduk.Safiye, bilhassa dini hükümleri ayak altına almayı ona telkin ediyordu» (109).
Hempher, bu seviyede muvaffak olunca, onu şaraba alıştırmaya karar veriyor; ve bu konuda şöyle diyor:
«Onu evlendirdikten üç gün sonra, evine gittim. Bu seferki konuşmamız şarabın haramlığı konusunda ola-caktı.Bu konudaki ayet ve hadisleri gözden geçirdikten sonra ona dedim: «Eğer Muaviye, Yezid ve benu Umeyye ile Benu Abbas'ın diğer halifeleri şarab içtilerse, bu din büyükleri dini bırakıyor da, şarab içmek sadece sanamı haram oluyor? Şüphesiz ki onlar, Allah'ın kitabını Peygamber'in sünnetini benden ve senden daha iyi biliyorlardı. Onlar, Allah'ın kitabından ve Peygamber'in sünnetinden, şarabın haram değil, mekruh olduğu hükmünü çıkarıyorlardı. Üstelik ehl-i kitab olan Yahudi ve Hıristiyan kitabları şaraba cevaz veriyor. Hem de bu dinler ilâhî olup, peygamberleri İslâm tarafından tanınmaktadır. Nasıl olur da hepsi hakk olan bu dinlerin birinde şarab helâl, diğerinde haram olur? yoksa bu dinlerin tamamımın doğru değil elimizdeki bir rivayete göre «Artık siz (hepiniz) şaraptan vaz geçdiniz değil mi» (110). ayet-i kerimesi nazil oluncaya kadar, Hz. Ömer şarab içerdi. Eğer şarab haram olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ömer'e hadd cezası uygulardı; uygulamamış olması, şarabın cevazına delalet eder.» Muhammed beni dikkatle dinledikten sonra şöyle dedi: «Haram olan şarab değil, verdiği sarhoşluktur. Sarhoşluk vermeyeni, haram değil, Allah şöyle buyuruyor: «Şeytan, içkide ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister» (111). Eğer şarap sarhoşluk vermeseydi, bu neticeler çıkmazdı. Şarap bu neticeleri intaç ediyor böyle olmasaydı, şarabın sarhoş etmiye-ni haram değil denirdi. Böyle denmemiştir». Hempher, onu bu şekilde kandıramayınca, şu taktiği uyguladı:
«Şarap hususunda Safiyye'ye şöyle dedim: Şeyh Muhammed sana geldiğinde, onu o derecede mest edip kendiden geçir ki, ona şarab içirebilesin!» Ertesi gün Sa-fîyye'yi gördüğümde, ona şarab içirdiğini, hatta onun sarhoş alarak sokağa çıkıp taşkınlıklar yaptığını te'kid etti. Netice olarak diyebilirim ki ben ve Safiyye, Şeyh üzerinde o derecede bir hakimiyet kurdu ki, Sömürge ba-kanı'nın sözlerini hatırladım. Bana bir kerresinde şöyle demişti: «Biz İspanya'yı kâfirlerden (112) şarap ve fesâd'la geri aldık. Bu iki güçle,diğer bütün toprakları da almalıyız» (113).
Yukarıdaki satırlarda, İngiliz misyonerler teşkilâtında kadınların ne kadar büyük rol oynadığını gördük. Yine Hempher bu konuda şöyle diyor: «Safiyye, bu mühim işte bana yardımcı oluyordu. Zira Muhammed'i o derecede kendisine aşık etti ki, durmadan mut'a nikahını tazeliyordu. Kısaca, Şeyh'in elinden bütün ihtiyar ve düşüncelerini almıştı» (114)

Pohpohlama Siyaseti
İngiliz misyonerleri, kandırdıkları Müslümanları her vesileyle övüyor, onların, bulunmaz kimseler olduklarını kendilerine ihsas ediyorlardı. Geleceğin münaka-şasız ve şüphesiz olarak, onların eline geçeceği, onlann herşeye hakim olacağı ve onlann buna layık oldukları telkin ediliyordu. Hempher. Muhammed'e, bütün siyâsî ve dini meselelerin onu beklediğini, ümidini kesmeden-bu günü beklemesini söylüyordu (115). İstedikleri adamlar bu seviyeye gelince, onları uydurma rüya ve yalanlarla istedikleri yöne çekebiliyorlardı. Bu uydurma yalan ve rüyalardan birisini Hempher şöyle anlatıyor:
«Bir defasında bu uydurma rüyalardan birini şöyle anlattım: Dün gece Hz. Peygamber (s.a.v.)'i, bir kürsü üzerinde oturmuş ve etrafını tanımıdığım alimlerle çevrili halde gördüm. Birden bire sen geldin. Ve senin yüzünden nurlar fışkırıyordu. Hz. Peygamber (s.a.v.)', sana hürmeten (!) ayağa kalktı ve yanına yaklaşarak alnından öptükten sonra şöyle dedi: «Ey benim adaşım, sen, dinî ve idarî işlerde benim yerime geçecek olan vârisim-sin!» Sen şöyle dedin: «Yâ Resûlallah, ben ilmimi insanlara açıklamaya korkuyorum!» Hz. peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: «Korkma sen onlardan daha iyisin!». Mu-hammed bu yalan rüyalarımı duydukça sevinir ve her gün gelip, yeni rüya görüp görmediğimi sorardı. Ben de onu bu yalan rüyalarla kandırır, dinî görüş ve akidelerini zehirlerdim» (116).

Kandırılan Müslümanlar Alimlerden Uzak Tutuluyor
Misyoner-casuslar, bu şekilde kandırdıkları Müslümanların, pişman olup tevbe etmemeleri için mümkün mertebe onları ilim çevrelerinden uzak tutarak, kendi tesir alanları içinde bırakıyorlardı. Hempher şöyle diyor:
«Gerçek şu ki, onun, ehl-i Sünnet alimleriyle görüşmesini istemiyordum. Çünkü, onların kuvvetli mantık ve muhakemeleriyle tekrar Sünni olması her zaman için variddi. Bundan dolayı onu, ulemâ çevresinden uzak tutmaya gayret ediyordum» (117).

Kandırılanlar Takibediliyor
İngiliz sömürge bakanlığı elde ettiği Müslümanları başıboş bırakmıyor, onların eski hallerine dönmemeleri-için her fırsatta takip ettirip gerçeği görmemelerini sağlıyordu. Nitekim Muhammed, Basra'dan sonra İstanbul'a gitmek istemiş, fakat İngiltere bütün çabalarını harcayarak buna mani olmuştur (118). Türkiye'ye gitmesine mani olunca o da İran'ın yolunu tuttu. Fakat o İran'a varmadan, onu elde tutmanın bütün imkânları orada hazırlanmıştı. Bu konuda şöyle deniyor: «ona çizdiğimiz çizgiden ayrılmaması için, İsfahan'da görevlendirdiğimiz memurlar, onunla devamlı temas halindedirler; ve Şeyh Muhammed şimdiye kadar, bu çizgiden ayrılmamıştır.» (119). Onu elde tutmak için ne tedbirler alındığı konusunda da şunları okuyoruz: «İki ay sonra Safiyye de İsfahan'a giderek, iki aylık bir mut'a nikâhı daha yaptı. Şi-raz'a gidince, Safiyye onunla gitmedi. Ona bu yolculuğunda Abdulkerim refakat etti. Şiraz'a varınca, Abdülkerim, Safiyye'den daha güzel ve daha seksi olan bir kadını bularak Şeyh Muhammed'le mut'a nikâhına göre evlendirdi. Şiraz Yahudilerinden olan bu Yahudi genç kadının adı Asiyye idi. Bilmeniz gerekir ki, Abdulkerim, Isfahan Hıristiyanlanndan birinin müstear ismi olup; bu şahıs senelerce İngiltere sömürge bakanlığı adına İran'da faaliyet gösteren memurlardan biridir. Aynı şekilde Asiye de, Şiraz'da İngiltere adına casusluk yapan ajanlardan biridir» (120).

Netice Alınıyor
Bütün bu çabalann neticesini de Hempher şöyle bağlıyor:
Sözün kısası şu ki, bu dört kişinin, yâni. Abdulkerim, Safiyye, Asiye ve bu satırların yazan (Hempher)nın gece gündüz gösterdikleri çaba ve fedâkârlıkların neticesi şudur ki, Muhammed'i Britanya sömürge bakanlığı hesabına çalışabilecek, emre amade bir duruma getirebildi. Artık o bu konudaki bütün mesuliyetleri yüklenecek duruma gelmiştir»(121)

Bütün Misyonerler Yaptıklarından Memnun muydular?

Bu misyonerlerin hepsinin görevlerini sevdiği, vazifelerini severek yaptıkları söylenemez. Amma dünya menfaati, makam hırsı, korku ve şartlandırılma gibi âmiller, onları bu yolda yönetiyordu. Bunların bir kısmı yaptıklarına utanıyor ilâhî mes'uliyeti duyarak Müslüman oluyorladı (122). Yukarıda bir sürü faaliyetini gördüğümüz Hempher bile şöyle diyor: «İstanbul'da halkın gittiği güzel yolu değiştirmek ve Müslümanları ifsâd ve tefrikaya çalışırken, kendi kendime şöyle dedim: «Acaba Mesîh, benim yaptığım bu kötü işlere cevaz verir miydi?». Fakat sonra, birdenbire esas görevimi, bana verilen vazifeyi hatırlayarak, bu düşünceden vazgeçtim (123).
Misyoner Mr. John'un İslâm Ulemâsı Hakkındaki Düşünceleri
Aslında birer ajan olan bu misyonerlerin İslâm âleminde kol gezmelerinde idarecilerin olduğu kadar ilim adamlarının da suçu vardır. Özellikle 19. yüz yılda -bugün için bu zirveye ulaşmıştır- İslâm ulemâsının Avrupa'ya karşı körü körüne ve cahilane bir şekilde hayran oluşu vardır. Haçlı zihniyetini hiç bir zaman unutmayan bu misyoner-ajanlara karşı milleti, hatta Hükûmet'i uyaracakları yerde, kendileri bile bunların tesiri altında kalmışlar, eserlerini onlardan iktibaslarla doldurmuşlardım Elbetteki bunun istisnaları da vardır. Fakat bunlar ne dinlemiş ve ne de dinlenmeye müsaade edilmiştir. İlim yerine papyon kıravat takmak, Fransızca ko-nuşmak,rakı içmek, İslâm'la alay etmek münevverin alâmet-i farikası olmuştur. Avrupa'ya karşı bu aşın tutkunluk maalesef aşağılık duygusuna dönüşmüş ve gerçek şahsiyet kaybedilmiştir. Öyle bir hal olmuş ki, sunduğunuz bir tebliğde, Türkçe, Arapça veya Farsça belge sunuyorsanız, o tebliğ itibar görmez; yok bunun yerine Fransızca veya İngilizce vesika sunarsanız, milletin ağzı açık kalır ve ne enteresan tebliğ» derler.
Misyoner-ajan Mr. John bile bunun farkındadır. Bakın ne diyor?
«Verese-i Enbiyâ olduklarını iddia eden ulemânızın taksiratı pek çoktur. Bununla birlikte onların intibahı, bizim mazarratımızı mucib olacağından, gaflet-lerine teşekkürler ediyoruz.«Alimler Enbiyânın veresesidir» hükmüne uymaları lâzımdır. Kur'an-ı Ke-rim'de «Allah bir zaman kendilerine Kitab verilenlerden «Onu behemahal insanlara açıklayıp anlatacaksınız, onu gizlemiyeceksiniz» diye te'minât almıştı. Onlar ise o sözü sırtlarının arkasına attılar. Onun mukabilinde az bir menfaati satın aldılar. Müşteri oldukları o şey ne kötüdür!..» (124) ayeti vardır, okumuyorlar»(125)

Hiç yorum yok:

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...