15 Aralık 2011 Perşembe

Misyonerler sadece din adamları değildir. Ya da her din adamı misyoner değildir.

Misyonerler sadece din adamları değildir. Ya da her din adamı misyoner değildir.

12 Aralık 2011 Pazartesi, 01:34 tarihinde DOĞRU SANILAN YANLIŞLAR tarafından eklendi
Misyonerler sadece din adamları değildir. Ya da her din adamı misyoner değildir. Misyonerler içinde bulundukları zaman ve şartlara göre, gidecekleri yer ve insanların özelliklerine uygun olarak yetiştirilirler. Bu nedenle her misyonerde bulunması gereken bazı özelliklerin olması istenir. Onlar misyonerlik yapacakları toplumun dinini, kültürünü, sosyal ve eknomik şartlarını çok iyi bilir ve ona göre yetişirler. Her ülkenin şartlarına göre bir program uygular ve faaliyet yürütürler. Bunlar bazı özellikleri yönüyle ortak nitelikler taşırken bazende tamamen farklı karakter ortaya koyabilirler.

Hıristiyanlık tarihine genel olarak baktığımızda Hıristiyanların Müslümanlara ilişkilerinin başlangıçta çok olumlu seyrettiğini, bazı Hıristiyan yönetici ve din adamlarının Müslümanlara çok yakın ilgi gösterdiğini, Kur'an'ın da bu husustan övgüyle bahsettiğini yakinen görmekteyiz. Ancak Müslümanların çok kısa sürede güçlenmeleri ve Hıristiyanlığın etkili oduğu bölgelere yayılmaları, İslam'a ve Müslümanlara yönelik bu sıcak hava ve dostane ilişkilerin devamına imkan vermemiştir. Hıristiyanlar son derece katı ve tahripkar bir tutum içerisine girmişler ve her fırsatta islam'ı kötülemeye gayret etmişlerdir. Hıristiyanlar İslam'ın iki ana unsuru olan Kitap ve Sünneti ve bunların insanlığa ulaştırıcısı durumundaki Hz. peygamberin imajını tahrip etmeye yönelmişler, bu çerçevede akla hayale gelmedik iftira ve yalanlara başlamışlardır.

Başlangıçta, İslam, Hıristiyanılğın sapık bir versiyonu yada mezhebi olarak yorumlanmıştır. Bu yorumun tutmaması bazı Hıristiyan din adamlarının İslam'ı tamamen reddetmesine sebebiyet vermiştir. Bazı din adamları, Hz. Muhammed'in sapık bir din adamı olan Rahip Bahira tarafından yetiştirildiğini, Kur'an'ın Hz. Peygamber'in bizzat kendisi tarafından yazılan bir kitap olduğunu ve hiçbir zaman ona Allah tarafından bir vahiy gönderilmediğini iddia etmişlerdir. hatta onların isnat ve iftiraları, Hz. Muhammed'in kişiliğini kötü gösterme noktasına kadar varmıştır. Onu hiçbir zaman bir peygamber olarak kabul etmemişlerdir.

Hıristiyanlar ortaya attıkları iftira ve yalanlarla gerek Kur'an gerekse Hz. Muhammed konusunda emellerine ulaşamayınca kaba kuvvete başvurmuşlar, yıllarca süren ve insanlık tarihine kara bir ilke olarak düşen Haçlı Savaşlarıyla binlerce insana zulmetmişler ve binlercesinin de ölümüne sebep olmuşlardır. Kudüs'ün Müslümanların elinden alınması ve Müslümanları oralardan atılması için tam sekiz Haçlı seferi düzenlenmiştir. İlk defa Kudüs Hıristiyanların eline geçtiği zaman, oradaki bütün Müslümanlar öldürülmüştür. Haçlılar bu dönemde insanlık adına en büyük ayıbı işlemişler, Kudüs'teki Yahudilerle birlikte İstanbul'daki diğer Hıristiyan mezhebinden olanlara zulmetmişlerdir. Bu savaşlar, Hıristiyanların Müslümanlara karşı hangi duygular içinde olduklarını, ellerine fırsat geçtiği zaman neler yapabileceklerini gösterme bakımından oldukça önemli tarihi vesikalardır.

Haçlı seferleri ve savaş yoluyla Müslümanların Hıristiyanlaştırılamayacağını anlayan Aziz Francis Assisi (1182-1226) ilk misyoner teşkilatı da denilebilecek olan Fransiskenliği kurmuştur. O, Haçlı seferlerine karşı çıkarak Hıristiyan inancının sevgi yoluyla Müslümanlara telkin edilmesini savunmuştur.

Orta Çağ boyunca Hıristiyan dünyası savaş yoluyla elde edemeyeceği yayılmacılığı misyoner faaliyetleri ile kazanma çabası içerisine girmiştir. Fransiskenleri Dominikenler, onları da Cizvitler takip etmiştir. Böylece Hıristiyan Katolik dünyası, emre itaat duygusuyla yetişen, bekarlığı dini bir gereklilik ve Pavlus'un sünneti olarak kabul eden, dünya malına iltifat etmeden göreve hazır olan misyonerleri ile dünyanın çeşitli yörelerine Hıristiyanlığı yaymaya çalışmışlardır.

Misyonerlerin yayılmacı politikasında, İsa ve İncil merkezi rol oynamakta ve Hırisityanlık "kurtuluş" için yegane seçenek olarak gösterilmekte, bunun için de "vaftiz" önerilmektedir. Her toplum ve coğrafyaya uygun metotlar üreten misyonerlerin ortak prensibi karşı taraftaki insanların her türlü zaafından yararlanmaktadır. Bu konuda başarı elde edebilmek için öncelikle karşı toplumda, örf adet ve geleneklerde, daha genel bir ifade ile kültür ve dini değerlerde bir tahrip ve kişide bu değerlere karşı bir ilgisizlik meydana getirilir. Kişi çevresinden kopartılarak boşluğa düşürülür ve sonuçta bir kimlik arayışına zorlanır. Bu çerçevede misyonerler, çeşitli problemlerle başı dertte olan, dini ve milli değerler konusunda yeterli donanıma sahip olmayan kimseleri hedef olarak belirler ve onların beklentilerini karşılamaya çalışırlar.

Misyonerlerin kendi ifadelerinden anlaşıldığına göre, misyonerliği üç aşamada ele almak gerekmektedir.

1.- Misyonerliğin birinci amacı Hıristiyanlığı yaymak yani Hz. İsa'ya imanı gerçekleştirmek.

2.- Hedeflenen ülkelerde kiliseleri dikme sürecinde ve diktikten sonra, kiliseleri yaşatarak elemanları çoğaltmak. Bunun için o ülkenin aydınlarının eserlerine ve kültürlerine Hıristiyanlık unsurlarını sokmak.

3.- Gelişmiş olan Batı medeniyetini Hıristiyanlıkla aynı göstermek.

Bununla birlikte, bu konularda son dönemlerde özellikle kültüre yönelik planlar, vaftiz konusundaki esnek tavırlar ve kilisenin tanımı konusundaki yeni yaklaşımlar bağlamında bazı değişimlerin yaşandığı da dikkat çekmektedir. Bunlara ilaveten, daha önceden gelişmiş Batı medeniyetini Hıristiyanlıkla aynı gösterme tavrında da bazı değişiklikler olmuş, Batı dünyasında yaşanan olumsuzlukların Hıristiyanlıkla ilişkisi bulunmadığını vurgulayan yaklaşımlar sergilenir olmuştur. Bu yeni tavır özellikle dinler arası diyalog faaliyetlerinde gündeme getirilmektedir.

Bu ve benzeri konularda amaçlarına ulaşmak için sabırsızlanan misyonerler, vaftiz yoluyla kesin Hıristiyanlaştırmadan önce kültürel etkileşimi ve kültürel faaliyetleri amaçları için en uygun ortam olarak görmekte ve kullanmaktadırlar. Nitekim Rahip Samuel Zwemer'in misyonerler için yaptığı şu uyarı çok anlamlı olsa gerektir:

"Müslümanları vaftiz etmek için boş yere çabalayıp durmayalım.Başka yollar, başka çareler deneyelim. İslam memleketlerinde girişeceğimiz faaliyetlerde onlara, Hıristiyan adetlerini, Hıristiyan bayramlarını, Hıristiyan kültürünü, Hıristiyan ahlakını aşılayalım..."

Uzun bir tarihe ve tecrübe birikimine sahip olan misyoner teşkilatları, bulundukları yerlerin durumuna göre açık ve gizli çalışma metotları geliştirmişlerdir. Açıktan yaptıkları faaliyetlerde, doğrudan doğruya Hıristiyanlık propagandası yaparlar. Burada Hıristiyanlığı haklı ve üstün göstererek, karşı tarafın eksik ve yanlışları üzerinde dururlar. İslam ülkelerinde müsteşriklerin de desteğini alan misyonerler, İslamın Hıristiyanlığın bozulmuş şekli olduğunu ve esaslarının çoğunu Hıristiyanlıktan aldığını özellikle propaganda ederler.

Misyonerler doğrudan dini propaganda yerine insani yardımları ön plana çıkararak, faaliyetlerine farklı bir karakter kazandırırlar. Dolaylı ve gizli yürüttükleri faaliyetlerde, ekonomik imkanlara ilave olarak tıbbi yardımlara ve eğitim faaliyetlerine öncelik verirler. Açıktan faaliyetlerin yararlı olmadığı veya sakıncalar doğurduğu ortamlarda gizli metotlara başvururlar.

Misyonerler, uygulanan her araç ve metottan ayrı ayrı yararlanmış olmalarına rağmen Pavlus'un asırlar önce uyguladığı ve kendinden sonrakilere tavsiye ettiği "sevgi" yi en yararlı ve hedefe ulaşmada en etkili bir metot olarak kabul etmişlerdir. Dolayısıyla onlar, Müslümanları tek etkileyecek şeyin "sevgi, saygı ve samimiyet" olduğunu önemle vurgulamışlardır. International Missionary Counacil'de sekreterlik görevinde bulunan William Caton "Müslümanlara yaklaşmada dikkatli olmalıyız. Hıristiyanın Müslümana ilk mesajı doktrin değil sevgi olmalıdır" diyerek sevginin önemini vurgulamıştır.

Misyonerlerin karşı toplumlar için kullandıkları ve "sevgi" metodundan yeterince yararlanamadıkları yerlerde devreye soktukları bir diğer etkili metot "nifak" hareketleridir.

Nitekim Londra Misyoner Teşkilatı başkanı: "Biz İngilizlerin müreffeh ve saadet içinde yaşamamız için Müslümanlar arasına nifak tohumları ekmemiz lazımdır. Onların içinde ihtilaf kıvılcımlarını tutuşturmalıyız. Biz Osmanlı Devleti'nin her tarafına fitne sokarak onu yıkacağız." diyerek bunu açıkca ifade etmiştir.

Misyoner-Casus teşkilatı başkanı, Osmanlı Devletinde faaliyet gösteren Hampher'e "Eğer sen İslam ülkelerinde sünni-şii kavgasını başlatabilirsen, Büyük Britanya'ya en büyük hizmeti yapmış olacaksın" demiştir.

Misyonerler gittikleri ülkelerde inanç ve ahlaki değerleri zayıflatabilmek için müstehcen filmler, içki fuhuş ve uyuşturucudan da yararlanmayı ihmal etmemektedirler. Ayrıca özel okullar, dil kursları gibi gençliği hedef alan örgün ve yaygın eğitim kurumları misyonerliğin en etkili faaliyet alanlarından birini oluşturmaktadır.

Bütün bu metotların başarısını Misyoner Zwemer'in şu sözleri ibretle özetlemektedir: "İslam memleketlerindeki misyoner teşkilatları faaliyetlerinin iki cephesi vardır; yapıcı, yıkıcı veya başka bir tabirle eritici ve yeniden şekil verici. Mesela, Türkiye'deki muazzam değişikliklerin müsebbibi, Batı medeniyetinden ziyade misyonerlerde aranmalıdır. Mısır'da ve bütün İslam aleminde de durum aynen böyledir. Bu memleketlerde Hıristiyanlaşan Müslümanların sayısını öğrenmek için vaftiz istatistiklerine bakmamalıdır. Zira biz şuna eminiz ki günümüzde yüzlerce Müslüman kalplerinden İslam imanını çıkarmışlar ve Hıristiyan dinine gizlice inanmaya başlamışlardır. Onların Müslümanlığı böyledir".

Dünyada yürütülen misyoner faaliyetleri daima ekonomik ve siyasi destekten yararlanmaktadır. Bir başka ifade ile misyonerler Hıristiyan toplumlara ekonomik ve siyasi çıkar sağlamaktadırlar. Misyonerler başlangıçta masum gibi görünen dini duygularla muhataplarıyla ilişkiye girmekte, bunu belli bir ekonomik ve siyasi güçle desteklemektedirler. Daha sonra muhatap kitlelerin Hıristiyanlaştırılması, o yörelerin ekonomik ve siyasi sömürüye hazır hale gelmesine imkan sağlamaktadır. Afrika ve Uzak Doğu bunun en canlı örneklerinin yaşandığı yerlerdir. Aynı şekilde şunu bütün açıklığıyla söylemek mümkündür ki, dünyanın neresinde bir çatışma varsa orada dinin ve dolayısıyla misyonerlerin parmağı bulunmaktadır.

Hangi ad ile tanınırsa tanınsın, hangi mezhebe hangi tarikata mensup olursa olsun misyoner, her halukarda kendini kiliseye adayan adamdır. O, İncil'in bir neferidir. Her an İsa ile Hıristiyanlık uğruna canını veren mistiklerle beraberliğini düşünmektedir. Misyoner bu hedefi için her şeyi yapmayı göze alabilir. Hiç kimsenin çalışmadığı yerlerde çalışabilir. Nitekim misyonerler, anaokulu ve kreşlerde, çocuk yuvalarında eğitimin her kademesinde, hastanelerde, huzurevlerinde ve hatta açık misafirhanelerde hayır hizmeti adı altında görev yaparlar. Dolayısıyla tarihin hiçbir döneminde misyonerlik faliyeti sona ermemiştir.

Hiç yorum yok:

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...