4 Şubat 2020 Salı

Tüm bunlar elimizdeki Tevrat ve İncil'in bozulduğunu gösteren delillerdir.


Kutsal kitap anlamına gelen, iki kitaptan ( Eski ahit : Tevrat ve Zebur-Yeni ahit: İncil) ve toplam 66 ayrı bölümden oluşan Kitab-ı Mukaddes, ilahi (Allah'ın gönderdiği) bir kitap değildir. Yani K. Mukaddes ( Tevrat-Zebur ve İncil), K.Kerim gibi Yüce Yaratıcı Allah'ın sözleri değil, insanların yazdığı kitapların bir araya toplamış halidir. Bunu kendi yazmış oldukları (hıristiyan ve yahudi) kaynakları da itiraf eder: Pr.Dr. Richard Friedman'a göre, Tevrat'ı peygamber Yermiah ve havarisi Baruh ben-neriya yazmıştır. ( Yahudi yayın organı Şalom Gazetesi :13 Mayıs 1987). Ayrıca ,Tevratı yazdığı söylenen Hz. Musa'nın, yine Tevrat'ta öldüğü ve gömüldüğü yerlerden bahsedilmesi ( Tesniye: 34/6 : "Rabbin sözüne göre; Rabbin kulu Musa orada, Moab diyarında öldü ve Moab diyarında Beyt-peor karşısındaki derede onu gömdü" ) Tevrat'ın daha sonra yazıldığının kanıtlarındandır . Günümüzde İncil Matta, Markos, Luka, Yuhanna tarafından yazılmış, insan yazmalarından oluşan, Hz. İsa'nın hayatını anlatan tarihi bir eser görünümündedir : "İncil'i Allah indirmemiş, hatta onu değişik peygamberlere tek tek yazdırılmamıştır. ( Kur'an ve kutsal kitap, John Gılchrıst)". Hz. İsa'nın tebliğ ettiği İncil, günümüzde, elimizde bulunan İncil değildir. Bunun en büyük delili yine İncil'de bulunmaktadır.
".... İsa. Tanrının İncil'ini tebliğ ederek Galile'ye gelir..." (Markos : 1/14)
H.z İsa hangi İncil'i tebliğ ediyor, anlatıyordu ? Matta 'yımı, Luka'yımı ?yoksa 300 sene sonra yasaklanacak İznik konsülünün reddettiği İncil'leri mi?
Günümüzdeki İncil şu an Hz. İsa'nın hayat öyküsünü içerir.
( Matta, Hz İsa ile gezerken gördüklerini, Luka Hz. İsa ile başından geçen olayları, Yuhanna, Markos ... yine Hz. İsa ile olan anılarını , aynı olayı, birbirine zıt olarak İncil'de anlatırlar.) Hz. İsa halka neyi anlatıyordu, kendi hayat hikayesini mi, doğumunu mu anlatıyordu ?...
Matta'ya göre İncil varda, "İsa'ya göre İncil neden yok ?" hala.
Eldeki en eski İncil Yunancadır. Hz. İsa ise İbranice konuşurdu...
Tüm bunlar elimizdeki Tevrat ve İncil'in bozulduğunu gösteren delillerdir.
Tevrat 39, İncil 27 bölümden oluşur. Hıristiyanlar, K.Mukaddesin tamamına (yani sadece İncil'e değil, Tevrat, İncil, Zebur üçünü birden) inanırlar. Yahudiler ise sadece eski Ahit'e - Tevrat'a inanırlar :K. Mukaddes'in tanrısı nasıl bir tanrıdır.
Yahudi ve hıristiyanlar nasıl bir tanrıya inanırlar : Yorulan, pişman olan, acı duyan, güreşte yenilen, korkan, kinci... bir tanrıdır, K.Mukaddesin tanrısı.
Yorulan tanrı : "... Ve tanrı yaptığı işi yedinci günde bitirdi ve yaptığı bütün işten yedinci günde istirahat etti, dinlendi..." (Tekvin 2/2-3). Kim dinlenir, tabi ki yorulan tanrılar.
Pişman olan, acı duyan tanrı : " Ve Rab yeryüzünde insanı yarattığına pişman oldu ve yüreğinde acı duydu " (Tekvin 6/6).
Güreşte yenilen tanrı : " ... ve Yakup, seher sökünceye kadar bir adamla güreşti... (adamı yenince) adam Yakub'a dedi :
Adın nedir ? Yakup. Yine adam ona, "artık sana Yakup değil, ancak İsrail denecek çünkü insanlarla ve Allah ile uğraşıp onları yendin. " (Tekvin : 33/24-29)
Korkak tanrı : " Ve rab... derede oturanlar, kovamadı, çünkü demirden savaş arabaları vardı." (Hakimler (1/19). Demirden savaş arabalarından korkan bir tanrı...
Kinci bir tanrı : " Rab diyor, seninle milletleri, atı ve binicisini, cenk arabasını ve binicisini, erkeği ve kadını, kocamış adamı ve genci, genç adamı ve ere varmamış kızı, çobanı ve sürüsünü, çiftçiyi ve çiftini, valileri ve kaymakamları... kıracağım..." (Yaremya : 51/20-26)Sarhoş : "Şaraptan bağıran gibi uyandı tanrı " ( Mezmurlar : 79/65)
Öfkeli: " Burnundan duman yükseldi, ağzından ateş yiyip bitirdi, ..." ( Samuel :22/9 )
Uyuyan: " Kalk, uyan niçin uyuyorsun ya rab " ( Mezmurlar : 44/23 )
İslam'ın ilahı, Allah (C.C) Kur'an da nasıl anlatılır : " O (Allah) görüleni de görülmeyeni de bilen, kendisinden başka tanrı olmayan Allah'tır. O, acıyıcı olandır, acıyandır. O, kendinden başka tanrı olmayan, hükümran, çok kutsal, esenlik veren, güvenlik veren, görüp gözeten, güçlü, buyruğunu her şeye geçiren, ulu olan Allah'tır. Allah müşriklerin (putperest, yahudi ve hıristiyanların) ileri sürdüğü sıfatlardan ( yorulan, yenilen...) münezzehtir. O, var eden, güzel yaratan, yarattıklarına şekil veren, en    güzel isimler kendisinin olan Allah'tır. Göklerde ve yerde olanlar O'nu tespih ederler. O güçlüdür, her şeye hakimdir" (Haşr: 22-24).
K. Mukaddesin peygamberleri nasıldır ?
Hz. Lut (A.S)'a iftira : Lut (A.S)'a iki kızı, şarap içirip sıra ile yanlarına girip, onunla yatıp, babalarından hamile kalırlar.(Tekvin : 33-36)
Yahuda peygambere iftira : Gelini ile yatıp , hamile kalınca onun yakılmasını emreden bir kayınpeder. (Tekvin : 38/15-25)
Davud (A.S) 'a iftira : Bir komutanın karısı ile yatıp hamile kalınca, kocasını savaşa gönderip ölmesi için tezgah hazırlayıp, sonra da dul eşi ile evlenir. (I. Samuel : 2-27). Oğlu Amnon kız kardeşi Tamar ile zorla yatıp onu "alçaltır" ( I. Samuel : 13/1-39)
Hz. Nuh (AS)'a iftira: Nuh'a oğlu tecavüz eder Ve Nuh, çiftçi olmağa başladı ve bir bağ dikti, ve şaraptan içip sarhoş oldu ve çadırının içinde çıplak oldu...Ve Nuh, şarabından ayıldı ve küçük oğlunun kendisine yaptığını(...) anladı ve dedi: Kenan lanetli olsun; kardeşlerine kullar kulu olacaktır." ( Tekvin: 9/20-25 )

Evet Kilise’den de çıt çıkmazdı.Çünkü öldürülenler insan değildi.İsa beyazdı.Zenciler ise siyah köpeklerdi Zaten çok çirkindiler


Haçlı Seferleri’nden itibaren Haç işareti Avrupalılar için altın ve servet getirirken, Avrupalı olmayan halklara kan, gözyaşı, vahşet, işkence ve ölüm yağdırmıştır. Bizlere kahraman olarak yutturulan Kolomb, macelland ve Vasko dö Gama gibi insanlık düşmanları keşfettikleri yeni topraklara ilk iş olarak devasa Haç dikerlerdi. Bu işaret o bölgede yaşayan zavallı yerliler için işkence ve zulmün başlatılacağını ve kısa süre sonra yağmur gibi ölüm yağacağını göstermekteydi. Zavallı yerli halk bunu nereden bilebilirdi? Alt tarafı birbirine çakılmış iki parça ağaç değil miydi?Yakın tarihlerde, Amerika’da, bir devasa tahta haç dikilmiş ve ateş de yakılmış ise, o civardaki zavallı Zenciler tir tir titremeye başlarlardı. Beyaz cübbeli ve kukuletalı Hıristiyan beyazlar, bu işaretten sonra Zenci katliamına başlarlardı. Tecavüzler, işkenceler, üzerine gaz dökülerek diri diri yakılmalar, asılmalar ve envai zulüm sabaha kadar devam ederdi. O yerleşim biriminde o gece devlet ve devlet güvenlik görevlileri adeta buharlaşarak yok olurlardı. Ta ki, sabah olup da, Ku Kulx Klan’cı eli kanlı katiller işkence zevkini tatmin etmiş ve çekilmiş olsunlar. Ya Kilise, evet Kilise’den de çıt çıkmazdı. Çünkü öldürülenler insan değildi. İsa beyazdı. Zenciler ise siyah köpeklerdi (!) Zaten çok çirkindiler. İncil de hayvanlara değil, insanlara gönderilmemiş miydi? Böyle zamanlarda Kilise yok olur, her halde bizim memleket Kilis’e giderdi! Ku Kulx Klan, Amerika’daki Zencilere karşı Hıristiyan beyazların 1865′te kurdukları bir zulüm örgütüdür. 1867′de başına General Forrest getirildi. Eh ne de olsa işkence ve katliamı bir Amerikalı general kadar başka birisi bilemezdi. Kısa sürede üye sayısı 550 bin kişiyi buldu. Güya, Amerikan hükümeti bir müddet sonra bu örgütü yasakladı. 1915 yılında Atlanta’da Methodist Papaz William Joseph Simmons tekrar canlandırdı. Bu defa Papazlar seyirci değillerdi. Katliam emirlerini bizzat bir Papaz veriyordu.

(1) Zavallı Zencileri, Ku Kulx Klancıların ataları, 1500′li yılların başlarından itibaren kendi topraklarından ve milletlerinden zorla kopararak Sao Jorge Kalesi köle ticaretinin başlıca üssü haline gelmişti. Afrika kıyılarında ta buralara kadar getirmişlerdi. Hala ismine Köle Kıyısı denilen Gine Körfezi’nde 1482′de durulan demirleyen, Hıristiyan beyazların gemileri yeterince Zenci avlanabilmesi için bir aydan bir yıla kadar beklerlerdi. Köle taciri gemilerinin yükleri 150 ile 600 kişi arasında değişiyordu. 21 ile 90 gün arasında değişen sürede Amerika’ya ulaşılıyordu. Erkek köleler isyan korkusuyla ya birbirlerine ya da güverteye zincirleniyordu. Geminin hacmini son haddine kadar  değerlendirmek için gemilerde 183 cm uzunluğunda 41 cm eninde bölmeler bulunuyor, Zenci köleler balık istifi gibi bu bölmelerde yan yana diziliyorlardı. Ayağa kalkamayan ve sağa sola dönemeyen kölelerin bir çoğu ölüyordu. Normal şartlarda günde iki defa su ve haşlanmış pirinç, darı, irmik veya patates veriliyordu. Rüzgarların durduğu zaman yolculuğun uzayacağından verilen bu yiyeceklerden de kısılıyordu. Havalar iyi gittiği zaman Zenciler güverteye çıkarılıp havalandırılıyor ve hareket ettiriliyorlardı. Havaların bozuk olduğu zamanlarda havasız ve sağlıksız ambarlarda ateşli hastalıklar ve dizanteriden zencilerin % 13′ü hayatını kaybediyordu. Köle ticaretine “Üçken Ticaret” veya “Üç Köşeli Ticaret” deniliyordu. Köle tacirleri incik, boncuk, içki veya silah karşılığı kabile şeflerinden köle satın alır, bu köleler Amerika’da satılarak gemiler tropikal ürünlerle dolu olarak Avrupa’ya dönerlerdi. Köle tacirlerinin memleketleri olan Nantes, Bordeaux, La Rochelle, Bristol, Lizbon, Amsterdam ve Anvers bugünkü zenginliklerini köle ticaretine borçludur.

(2) Amerika, Virjinya’da 1681 yılında 2 bin Zenci köle varken 1850′lerde Amerika’daki Zenci köle sayısı 4 milyonu aşmıştı.
(3) 16. yüzyılla 19. yüzyılın ortalarına kadar sadece Brezilya’ya getirilen Zenci köle sayısı 3,5 milyonu aşmıştı.
(4) Toplam 15 milyon Zenci köleleştirilerek Amerika Kıtası’na götürülmüştü. Kölelerin can kayıpları da düşünüldüğünde Afrika’dan koparılan Zenci sayısı 25 milyonu buluyordu. Bu rakam o tarihteki dünya nüfusu göz önüne alındığında korkunç bir rakamdır. Milyonlarca can ailelerinden koparılarak alınmış demektir. Afrika Kıtası’nın nüfus dağılımı alt üst olmuş, Kongo gibi bir çok krallıklar yıkılmış, Benin Körfezi’ne kıyısı olan bölgeler terkedilmişti. Evet batılı rakamlar böyleydi. Ya Afrikalı rakamlar? Cezayirli Ahmet Bin Bela şunları söylüyor: 1492 ile 1800 yılları arasında 100 milyon Afrikalı öldürülmüştür.
(5) Bu tarihlerde İngiltere’nin nüfusu 3 milyon, İspanya’nın nüfusu ise 11 milyondur. Fransız sosyolog Prof. Dr. Roger Garaudy ise şunları söylüyor: 10 ile 20 milyon arasındaki Zenciyi köle yapıp Amerika’ya götürmek için Avrupalılar, Afrika’da 100 ile 200 milyon Zenciyi öldürdüler.
(6) Gerçekte birer insan kasabı olan kaşiflerin, keşiflerinden kısa bir süre sonra yaptıkları katliamlar ve Avrupalıların taşıdıkları hastalıklar (Yerlilerin vücutlarında kıtada daha önce bu hastalıklar olmadığı için antikor sistemleri gelişmemişti) neticesinde Amerika Kıtası’ndaki yerli nüfusu yok denilecek seviyeye düşmüştü. İspanyol ve Portekizlilerin maden ocakları ve tarım alanlarında çalışacak insanlara ihtiyaç vardı. Kara yazgılı kara insanların Amerika Kıtası’na getirilişlerinin sebebi  bu idi. Zenciler doğrudan doğruya Afrika’dan Amerika’ya getirilmediler. Önce Antil Adaları’nda eğitimden geçiriliyor, Amerika’daki yaşam biçimine uyacaklarına kanaat getirildikten sonra Amerika’ya getiriliyorlardı. Bu dönemde İngiliz’lerin 13 değişik sömürgesinde beyaz köleler de vardı. Beyaz köle kısa bir süre için, Zenci ise ömür boyu köleydi. Hatta çocuklarına da geçiyordu kölelik. Bir kölenin vaftiz edilmesiyle yani Hıristiyan olmasıyla o çocuğun kölelik durumunun değişmeyeceği Virginia’da çıkarılan bir kanunda 1667′de karara bağlanır. Hıristiyan olmaları dahi durumlarını değiştirmeyecekti. Zenciler Amerika toprağına ayak basar basmaz pazarda satılan hayvanlar gibi işleme tabi tutuluyor, önce kime ait oldukları belli olsun diye kızgın demirle dağlanıyorlardı. Yük hayvanı gibi çalıştırılıyor, gemilerde kürek çektiriliyor, bir işe yaramayacak olanlarsa öldürülüyorlardı.
(7) 1619′da ilk siyahlar, köleliğin, ticaretinin ve tarım plantasyonlarının ayrılmaz parçası ve de Kızılderililerin saf dışı bırakılmalarının başlangıcı olarak, bir Hollanda gemisinden Jamestown’a boşaltıldı.
(8) Yaşam koşullarının bozukluğu, beslenme yetersizliği nedeniyle karılarından ve çocuklarından ayrı  yaşayan Zencilerin tarım alanlarında ömürleri ortalama 7 yılı geçmiyordu. Her türlü eziyete tabi tutulan, kamçılanan kölelerden kaçmaya teşebbüs edenlerin cezası bir bacaklarının kesilmesiydi. Bazı  köleler mineral ihtiyaçlarını karşılamak için toprak yiyorlardı. Beyaz adam bunun da çaresini bulmuştu. Zenciler artık demir maske takmak zorundaydı. 1860-1865 iç savaşında her dört aileden birisinin kölesi vardı. Bunlardan en az yarısının da köle sayısı 10′un üzerindeydi. Güçlü beyaz efendi istediği kadar köle çalıştırabilmekteydi. Bu dönemde nüfusun % 7′si, Zencilerin % 75′inin kaderini elinde tutmaktaydı. Lousiana Anayasası’nda şöyle bir madde vardı: Richmond şehrinin bir kararnamesi ise: demekteydi. Charston şehri ise Zencilerin sigara içmelerini ve baston kullanmalarını yasaklıyordu. Çünkü bu fiiler ancak şerefli insanların yapabileceği işlerdendi. Bu dönemde kanunlar nezdinde kölelerin ruh ve bedenleri efendisinin malı gibi sayılmaktadır. Bir köle beyaz efendisine şapka çıkarmayı unutursa hemen kırbaçlanıyordu. Okuyup yazmaları yasaktı. Zenci kadınlar efendilerinin ve misafirlerinin her türlü isteğine demek zorundaydılar. Bunlardan bir de köle sayısını artırmak için faydalanılıyordu. Dolayısıyla doğurgan bir köle kısır bir köleden daha pahalıydı. 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde yarı özgür köleler vardı. Fakat bunlar da tam yurttaş sayılmıyordu. Kanaat şuydu: Özgür bir Zenci, özgür bir insan değil yarı hayvandır. Amerika adalet bakanlarından Roger Tany, 1857 yılında Yüksek Mahkeme Başkanı önüne gelen bir dava için şu kararı verecektir: Gerekçesi ise hayli ilginçtir:
(9) İpten kazıktan kurtulma Avrupalıların oluşturduğu Amerika’daki beyaz topluluğu genellikle bekârdı. Bu ise melezler sorununu doğurmuştu. İnka, Maya, Kızılderili, Aztek veya Zencilerle beyazlar arasında melez nesiller türemeye başlayınca insanlıktan nasibini almamış ırkçı Avrupalı bundan bayağı rahatsızlık duymuştu. Amerika Kıtası’nın bugüne kadar gördüğü en zalim insan(Eğer insansa) Cortes ve adamları, kendilerine sunulan Kızılderili kadınları kabul ediyorlardı. Doğal olarak melez çocuklar dünyaya geliyordu. Batılılara göre yenilgiye uğramış yerliler Avrupalıya göre aşağılık insanlardı. Aşağılık insanlardan türeyen melezler beyazlarla tabii ki bir olamazlardı. 18. yüzyılda, İspanyollar melezleşmeyle ilgili bir dizi terim oluşturdular. En tepe noktada üstün insan beyazlar vardı. Bir İspanyolla bir Zencinin oğluna “Melez”, Bir İspanyolla bir melez kadının oğluna “Marisco”, bir İspanyol erkek ile bir Marisconun oğluna “Albino”, bir İspanyol erkekle bir Albinonun oğluna “Tornatras” adı veriliyordu. İspanyolların ayrıcılığı bununla da bitmiyordu. Yeni Dünya’da doğanlara “Criollo” fakat İspanya’dan gelen İspanyollar hor görülen isimlerle çağırılıyordu. Meksika’da olanlara, beyaz gaga, yamak, acemi ve çaylak anlamına gelen “Gachupin” denirdi. Peru’da ise pancar suratlı anlamına gelen “Chapeton” diye çağırılıyorlardı.
(10) Şipşirin Afrika’sından asırlar boyu hor ve hakir bir şekilde, hayvanlardan daha kötü bir muameleye tabi tutularak Avrupa ve Amerika pazarlarında satılıp, ucuz işçi veya karın tokluğuna çalıştırılması bile çok görülüp İngiltere’nin yollarında, Fransa’nın maden ocaklarında, Amerika’nın uçsuz bucaksız tarım alanlarında ölünceye kadar köle olarak çalıştırılan bu siyah derili insanlar, sözde beyaz ırkla karışıp melezleşerek kozmopolit bir toplum meydana getirirler korkusuyla gerçekte ise, beyaz adamların Batı Afrika’da yapamayacaklarını, Amerika’da Amerikan dil, din ve kültürünü tamamen benimsemiş Zenci Amerikalıların eski vatanlarına kendi ırktaşları olan Liberyalıları kısa yoldan medenileştirme(!) ve Amerika’nın hizmetine takdim etme ameliyesini ifa ettirme gayesiyle eski topraklarına geri getiriliyorlardı. İşte bu düşünceyle hayvanlar gibi gemilere doldurularak öz yurtlarından alınıp Yeni Dünya’nın insan pazarlarında satılan bu insanlar azad edilmiş Amerikalı Zenciler(!) olarak, efendileri tarafından (Latince Liber:Hür) hür ülke adı verilen Liberya’ya yine gemilerle, yine zorla getiriliyorlardı. 1862-1867 yıllarında yaklaşık 10 bin Amerikalı Zenci Liberya’ya getirildi. İşte bütün bu hususiyetlerinden dolayı Amerika’nın Afrika’daki bir vilayeti durumundaki Liberya, Batı Afrika’da Atlas Okyanusu kıyısında, Sierra Leone, Gine ve Fildişi Kıyısı ülkeleriyle çevrili bir cumhuriyettir. 1822 yılında Amerikan Kolonizasyon Derneği’nin (American Colonization Society) teşebbüsüyle Amerika’dan gönderilen azaldı Zenciler tarafından kurulan Liberya’nın başkenti Monrovia ise ismi Amerika’nın beşinci Cumhurbaşkanı James Monroe döneminde kurulduğu için cumhurbaşkanının isminden almıştır. Afrika Kıtası’nda kolonileştirilmemiş tek devlet(!) ünvanına sahip olduğu gibi, 1957 yılına kadar Afrika’nın tek bağımsız devletiydi(!)
(11) Beyaz Hıristiyanlar dünyanın kanını emerken, bunun korkunç faturası mazlum milletlere çıkar. Afrika’da bulunan ve Dürüst İnsanların Ülkesi manasına gelen Burkine Faso(Yukarı Volta) yeryüzünde insan ömrünün en kısa olduğu ülkedir. Nüfusunun % 70′i 30 yaşın altında olan bu zavallı ülkede kadınların ortalama ömrü 44, erkeklerin ise 40′tır. Neredeyse Avrupalıların yarısı kadar. Haç, Dürüst İnsanların Ülkesi’ne genç yaşta ve yakışıklı ölmeyi getirmiştir! İnsan sever Avrupalı köle isyanı korkusuyla köleliği kaldırmak zorunda kaldı. Kaldırdı da ne oldu? Hala Amerika’da Zencilerin adı “Kara Köpek”tir ve Zencilerin kiliseleri dahi ayrıdır. Günümüzde Amerika ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nde, halka açık tuvaletlerin kapısında “Beyazlara mahsustur siyahlar giremez” yazısına sıkça rastlamak mümkündür.
(12) Halen Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl 2,2 milyon Zenci tutuklanır. Halen 390 bin Zenci, hapishanelerde ya da başka ceza kurumlarında hapsedilmiş durumdadır. Zenci mahpusların yarısı, 30 yaşının altındadır. Bugün idam edilmeyi bekleyen 1500 mahkumun % 45′i Zencidir. “Siyah Avukatlar Ulusal Konferansı”nın eski Ulusal Direktörü Lennx S. Hinds’in belirlediği gibi birkaç yüz dolar çalmaya kalkışan yoksul bir Zencinin hırsızlık suçundan ortalama 94 ile 138 ay arasında hüküm giyme ihtimali % 90′dır. Oysa zimmetine yüz binlerce dolar geçiren bir beyaz yöneticinin ortalama 20 ile 48 ay arasında hüküm giyme ihtimali sadece % 20′dir. Yani, suçlanan kişi kara derili olunca, adaletin gözü kör değildir ve kılıcı keskindir.
(13) Türkiye’de Ortaçağ Sendromu’na yakalanmış kuş beyinliler Fransız Devrimi’ni yere göğe sığdırmazlar. Oysa Fransız Devrimi, İnsan Ve Vatandaş Hakları Bildirisi, köleliği olduğu gibi kabulleniyor ve onun sözünü bile etmiyordu.
(14) Avrupalılar sömürüyü medenileştirmek olarak lanse ediyor ve şöyle diyorlardı: Sonuçta Keşişle kapitalist iki suç ortağı el ele verip dünya ülkelerini sömürmeye ve ülkeleri sömürgeleştirmeye başladılar. Şairler aydınlar sömürüyü bu manada anlıyor, böyle açıklıyorlardı. Yerli bir lehçenin yerine Fransızcayı, İngilizceyi, Hollanda dilini, Portekizceyi öğretmeye gidiyoruz diyorlardı.

(15) Evet Avrupa zihniyeti köle olayına böyle bakıyordu. Peki İslam ve İslam topluluklarında köleliğe bakış ne idi. Bilalı Habeşi İslam olarak kölelikten kurtuldu ve Peygamber Müezzini şerefine nail oldu. Hem de Ş harfini S olarak söyleyebilmesine rağmen. Yani eshedü enne şeklinde okumasına rağmen. İslam Dini köleliği kaldırmak için özendirici tedbirler getirmişti. Kölelere yapılan insanca muameleler neticesinde azad edilen bazı kölelerin ailelerinin yanına gitmektense önceki sahibinin yanında kalmayı tercih ettiklerine şahit olunuyordu. Kur’an’ın El-İnsan Suresi’nde Müslümanlar için “Allah sevgiyle kendilerinin arzuladıkları yiyecekleri dahi fakir esire, yetime yedirirler” denmektedir. Aşağıdaki üç Hadisi Şerif İslam’ın köle ve esirlere bakışını net olarak ortaya koymaktadır. “Onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah onları sizin elinize bırakmıştır. Allah kimin elinin altında böyle bir kardeşini bırakmışsa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin ve ona gücünü dışında olan zor işleri yüklemesin. Şayet zor bir işin yapılması gerekiyorsa kendisi de ona yardımcı olsun” Bir rivayete gör Ebu Mes’ud El-Ensari der ki: “Benim olan bir köleyi dövüyor idim. Arkamdan: Ey Ebu Mes’ud, bil ki senin ona yeten gücünden, Allah’ın gücü sana daha yeterlidir.” Diyen bir ses işittim. Döndüm baktım ki, söyleyen Allah’ın Resûlü Hz. Muhammed’dir. Hemen: “Ey Allah’ın Resûlü, onu Allah rızası için derhal hür bırakıyorum.” Dedim. “Eğer hür bırakmamış olsaydın, Cehennem sana muhakkak uğrayacaktı.” Diye cevap verdiler. “Kölesini öldüren kimseyi öldürürüz. Kölesini hapis eden kimseyi hapis ederiz. Kölesini hadımlaştıran kimseyi hadımlaştırırız.”
(16) Bizim bu bakışımızı hayranlıkla ifade eden Avrupalılarsa şöyle diyorlar: Fransız yazar D’Ohsson, 1791′de Paris’te yayınladığı Tableau General De L’Empire Othoman isimli eserinin 4. cildinin 381. sayfasında şöyle diyor: “Dünyada esirlere, kölelere, cariyelere ve hatta kürek mahkumlarına Müslüman Türklerden daha iyi muamele den bir millet daha yoktur.” Türk ve İslam düşmanlığıyla tanınan Baron De Tot 1785 yılında yayınlanan Memorye Surles Turcs isimli eserinin 2. cildinin 251. sayfasında şöyle demektedir: “İtiraf etmeliyiz ki, köleleriyle cariyelerine fena muamele edenler yalnız Avrupalı Hristiyanlardır.”


MÜSLÜMANLAR YALAN SÖYLÜYOR HRİSTİYANLIK SEVGİ DİNİDİR İŞTE İSPATI (İNCİLDEN SEVGİ AYETLERİ)

“Ve Allahın Rabbin sana teslim edeceği bütün halkları bitireceksin ve gözlerin onlara acımayacak…. O şehrin ahalisini mutlaka kılıçtan geçireceksin onu ve onda olan her şeyi ve hayvanlarını tamamen yok edeceksin.” (Tesniye 7/16; 13/15)

“Parlayan kılıcımı bileyip yargılamak için elime alınca düşmanlarımdan öç alacağım benden nefret edenlere karşılığını vereceğim. Oklarımı kanla sarhoş edeceğim. Kılıcım öldürülenlerin ve tutsakların kanıyla düşman önderlerinin başlarıyla ve etle beslenecek.” (Tesniye 32:41-42)

"Tanrınız RAB mülk edinmek üzere gideceğiniz ülkeye sizi götürdüğünde önünüzden birçok ulusu -Hititler'i Girgaşlılar'ı Amorlular'ı Kenanlılar'ı Perizliler'i Hivliler'i Yevuslular'ı sizden daha büyük ve daha güçlü yedi ulusu- kovacak.
Tanrınız RAB bu ulusları elinize teslim ettiğinde onları bozguna uğrattığınızda tümünü yok etmelisiniz. Bu uluslarla antlaşma yapmayacaksınız onlara acımayacaksınız.
Kız alıp vermeyeceksiniz. Kızlarınızı oğullarına vermeyeceksiniz; oğullarınıza da onlardan kız almayacaksınız.
Çünkü onlar oğullarınızı beni izlemekten saptıracak başka ilahlara tapmalarına neden olacaklardır. O zaman RAB size öfkelenecek ve sizi çabucak yok edecek." (Tesniye 7:1-4)

“Eriha Kenti’nin kapıları İsrailliler yüzünden sımsıkı kapatılmıştı. Ne giren vardı ne de çıkan. RAB Yeşu’ya “İşte Eriha’yı kralını ve yiğit savaşçılarını senin eline teslim ediyorum” dedi. (İsrailli) halk bağırmaya başladı kahinler de borularını çaldılar. Boru sesini işiten halk daha yüksek sesle bağırdı. Kentin surları çöktü. Herkes bulunduğu yerden dosdoğru kente girdi. Böylece (İsrailliler) kenti ele geçirdiler. Kadın erkek genç yaşlı küçük ve büyük baş hayvanlardan eşeklere dek kentte ne kadar canlı varsa hepsini kılıçtan geçirip yok ettiler. Sonra kenti içindekilerle birlikte ateşe verdiler. Ancak altını ve gümüşü tunç ve demir eşyayı RAB’bin Tapınağı’nın hazinesine koydular.” (Yeşu 6: 1-26)

“Bütün İsrail Ay kentine döndü ve ahalinin hepsini kılıçtan geçirdiler ve o gün erkeklerden ve kadınlardan öldürülenlerin hepsi onikibin kişiydi.” (Yeşu 8:24-26)

"Ve Yeşu o günde Makeda’yı aldı onları ve onda olan tüm canları yok etti artakalan kimse bırakmadı. Ve Yeşu ve kendisiyle beraber tüm İsrail Makkeda’dan Libna’ya geçti ve Libna’ya karşı cenk etti onları ve onda olan tüm canları yok etti artakalan kimse bırakmadı.(…)

Ve Yeşu ve kendisiyle beraber tüm İsrail Libna’dan Lakiş’e geçti ve Lakiş’e karşı cenk etti onları ve onda olan tüm canları yok etti artakalan kimse bırakmadı.

Ve Yeşu ve kendisiyle beraber tüm İsrail Lakiş’ten Eglon’a geçti ve ona karşı cenk etti onları ve onda olan tüm canları yok etti artakalan kimse bırakmadı.

Ve Yeşu ve kendisiyle beraber tüm İsrail Eglon’dan Hebron’a çıktı ve Hebron’un tüm kentlerini ve oradaki tüm canları yok etti artakalan kimse bırakmadı.

Ve Yeşu ve kendisiyle beraber tüm İsrail Debir’e döndü ve tüm kentlerini ve oradaki tüm canları yok etti artakalan kimse bırakmadı.

Ve Yeşu tüm diyarı dağlık bölgeyi güneyi Şefela’yı ve yamaçları ve tüm kralları vurdu İsrail’in Allahı Rabbin emrettiği artakalan kimse bırakmadı ve tüm nefes sahiplerini yok etti. Ve Gazze’ye kadar ve Gibeon’a kadar tüm Goşen diyarını vurdu.” (Yeşu 10:28-41 den kısaltılarak alınmıştır)

“İşte Erden (Şeria) ırmağından batıya doğru büyük denize (Akdeniz) kadar kırmış olduğum tüm milletlerin arazileri ile geriye kalan milletlerin arazilerini boylarınız için miras olarak kurayla böldüm. (…) ve Allahınız Rabbin size söylediği gibi onların ülkesini mülk edineceksiniz” (Yeşu 23: 4-5)

"Kral Ahaz'ın öldüğü yıl gelen bildiri:

Ey Filistliler sizi döven değnek kırıldı diye sevinmeyin. Çünkü yılanın kökünden engerek türeyecek
Onun ürünü uçan yılan olacak.

Yoksulların en yoksulu doyacak Düşkünler güvenlikte yatacak.
Ama sizin kökünüzü kıtlıkla kurutacağım
Sağ kalanlarınız da ölecek.

Ulumaya başla ey kapı! Ey kent feryat et! Ey Filistliler eridiniz baştan başa.
Kuzeyden toz duman yükseliyor
Düşman askerleri sıra sıra geliyor.

O ulusun elçilerine ne yanıt verilecek? "RAB Siyon'un temelini attı
Halkının düşkünleri oraya sığınacak" denecek." (Yeşaya 14:28-32)

"Ey uluslar işitmek için yaklaşın! Ey halklar kulak verin!
Dünya ve üzerindeki herkes
Yeryüzü ve ondan türeyenlerin hepsi işitsin!

RAB bütün uluslara öfkelendi Onların ordularına karşı gazaba geldi.
Onları tümüyle mahvolmaya
Boğazlanmaya teslim edecek.

Ölüleri dışarı atılacak Pis kokacak cesetleri;
Dağlar kanlarıyla sulanacak." (Yeşaya 34:1-3)

"Ben Her Şeye Egemen RAB Gazaba geldiğim öfkemin alevlendiği gün
Gökleri titreteceğim yer yerinden oynayacak.

Herkes kovalanan ceylan gibi Çobansız koyunlar gibi halkına dönecek
Ülkesine kaçacak.


DoldurSepete.com
Türkiye'nin yeni alışveriş sitesi. Binlerce ürün size özel fiyatlarla

Yakalananın bedeni delik deşik edilecek Ele geçen kılıçtan geçirilecek.

Yavruları gözleri önünde parçalanacak Evleri yağmalanacak
Kadınlarının ırzına geçilecek." (Yeşaya 13:13-16)

"Ey Filist ülkesi Kenan RAB'bin yargısı sana karşıdır. Hepinizi yok edecek RAB Ülkede yaşayan kimse kalmayacak." (Sefanya 2:5)

"İnsanoğlu Egemen RAB şöyle diyor: Her çeşit kuşa ve yabanıl hayvana seslen: 'Sizin için hazırlayacağım kurbana İsrail dağları üzerindeki büyük kurbana gelin her yandan toplanın! Orada et yiyecek kan içeceksiniz.
Başan'ın besili hayvanlarının -koçların kuzuların tekelerin boğaların- etini yiyip kanını içer gibi yiğitlerin etini yiyecek dünya önderlerinin kanını içeceksiniz.
Sizin için hazırlayacağım kurbandan doyana dek yağ yiyeceksiniz sarhoş oluncaya dek kan içeceksiniz.
Soframda atlardan atlılardan yiğitlerden ve her çeşit askerden bol bol yiyip doyacaksınız. Egemen RAB böyle diyor" (Hezekiel 39:17-21)

"RAB'bin Musa'ya verdiği buyruk uyarınca Midyanlılar'a savaş açıp bütün erkekleri öldürdüler.
Öldürdükleri arasında beş Midyan kralı -Evi Rekem Sur Hur ve Reva- da vardı. Beor oğlu Balam'ı da kılıçla öldürdüler.
Midyanlı kadınlarla çocuklarını tutsak alıp bütün hayvanlarını sürülerini mallarını yağmaladılar.
Midyanlılar'ın yaşadığı bütün kentleri obaları ateşe verdiler.
İnsanları hayvanları yağmalanmış bütün malları yanlarına aldılar.
Tutsaklarla yağmalanmış malları Şeria Irmağı'nın yanında Eriha karşısında Moav ovalarındaki ordugahta konaklayan Musa'yla Kâhin Elazar'a ve İsrail topluluğuna getirdiler.
Musa Kâhin Elazar ve topluluğun önderleri onları karşılamak için ordugahın dışına çıktılar.
Musa savaştan dönen ordu komutanlarına -binbaşılara yüzbaşılara- öfkelendi.
Onlara "Bütün kadınları sağ mı bıraktınız?" diye çıkıştı
"Bu kadınlar Balam'ın verdiği öğüde uyarak Peor olayında İsrailliler'in RAB'be ihanet etmesine neden oldular. Bu yüzden RAB'bin topluluğu arasında ölümcül hastalık başgösterdi.
Şimdi bütün erkek çocukları ve erkekle yatmış kadınları öldürün.
Yalnız erkekle yatmamış genç kızları kendiniz için sağ bırakın." (Sayılar 31:7-18)

Hz. İsa (as) ve İncil"in Öyküsü

Yahudiler ulusal tarihlerine büyük önem verirler. Yaşadıkları dönemlerde meydana gelen belirgin olayları kaydetmeyi ihmal etmezler. Buna rağmen, kitaplarına, kutsal metinlerine baktığında, Meryem oğlu İsa ile ilgili olarak, ne nasıl doğuşu, ne peygamber olarak ortaya çıkışı ve daveti, ne yaşayış tarzı, ne gösterdiği mucizeler, ne de hayatının ölerek mi, öldürülerek mi, yoksa çarmıha gerilerek mi son bulduğu hakkında en ufak bir açıklamaya rastlayamazsın. Nedir bunun sebebi? İsa"nın durumunun onlara gizli kalmasını veya onların onun durumunu gizlemelerini gerektiren şey nedir acaba?
Oysa Kur"an-ı Kerim, Yahudilerin Meryem"e çirkin bir iftira attıklarını, İsa"nın doğuşu üzerine onu suçladıklarını ve İsa"yı öldürdüklerini iddia ettiklerini anlatır: Bir de inkara sapmaları ve Meryem"in aleyhinde büyük bir bühtan söylemeleri ve; Biz, Allah"ın resulü Meryem oğlu Mesih İsa"yı öldürdük. demeleri yüzünden (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara öyle gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. (Nisâ, 156-158)
    Şimdi, acaba onların bu tür iddiaları, dilden dile aktardıkları ve fakat kitaplarında yer vermedikleri ulusal kıssalara mı dayanıyor? Çünkü bilindiği gibi her ulusun, gerçek olaylardan ve efsanelerden kaynaklanan sözlü öyküleri vardır ve bunların sağlam ve sahih bir kaynağı da yoktur.
    Yoksa onlar, Hıristiyanlardan defalarca Hz. İsa"yla (a.s), doğumuyla, peygamber olarak ortaya çıkışıyla, insanları Allah"a kulluk sunmaya davet edişiyle ilgili hikayeleri dinlediler de bunları onların ağızlarından mı aldılar ve Meryem"e iftira atıp Mesih"i öldürdüklerini mi iddia ettiler? Bunun kesin olarak belirginleştirmek mümkün değildir. Şu kadarı var ki, yukarıdaki ayet üzerinde düşünüldüğünde görüleceği gibi, Kur"an, açık olarak sadece öldürme -çarmıha germeyi değil- iddiasını onlara isnat ediyor ve onların bu hususta kuşku içinde olduklarını ve aralarında ihtilaf olduğunu ifade ediyor.
     Hz. İsa, İncil ve müjde ile ilgili olarak Hıristiyanların arasında yaygın olan öykülerin kaynağı da, onların kutsal kitaplarıdır. Bunlar; dört incil, -Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri- Luka tarafından kaleme alınan Resullerin İşleri kitabı ve Pavlus, Petrus, Yakup, Yuhanna ve Yehuda"nın mektuplarından oluşur. Bunların tümünün itibarı, İncillerin itibarına dayanır. Dolayısıyla İnciller üzerinde durmakta yarar vardır.
    Matta İncili:
    Yazılışı ve yayılışı itibariyle en eski İncil"dir. Bazıları, Miladi 38 yılında yazıldığını söylemişlerdir. Diğer bazıları ise, 50 ila 60 yılları arasında yazıldığı kanaatindedirler. Görüldüğü gibi bu İncil, Hz. İsa"dan sonra kaleme alınmıştır.
    Eski ve yeni Hıristiyan araştırmacılar, Matta İncili"nin orijinalinin İbranice olduğu, daha sonra Yunanca"ya ve başka dillere tercüme edildiği görüşündedirler. Ancak orijinal İbranice nüsha kayıptır. Tercümenin ise nasıl olduğu ve kim tarafından tercüme edildiği bilinmemektedir.
    Markos İncili:
    Markos, Petrus"un öğrencisidir. Havari değildir. İncilini Petrus"un işareti ve emriyle yazdığını söyleyenler vardır. İsa"nın Tanrı olduğuna inanmazdı. Bu yüzden bazıları; onun, İncilini kabileler ve köylüler için yazdığını ve İsa"yı Allah"ın şeriatını tebliğ eden bir elçi olarak tanıttığını söylemişlerdir. O da, İncilini Miladi 61 yılında yazmıştır.
    Luka İncili:
    Luka, havari değildir. İsa"yı da görmemiştir. Hıristiyanlığı Pavlus"tan öğrenmiştir. Pavlus ise, Hıristiyanlığa düşmanlık besleyen fanatik bir Yahudi"ydi. İsa"ya inananlara eziyet eden birisiydi, onların aleyhine çalışırdı. Sonra ne olduysa aniden sara nöbetine tutulduğunu, bu nöbet esnasında Mesih"in (a.s) kendisine dokunduğunu, izleyicilerine kötülük yaptığı ve eziyet ettiği için kendisini kınadığını, hırpaladığını ve bunun üzerine Mesih"e inandığını ve onun tarafından İncilini müjdeleme üzere elçi olarak gönderildiğini iddia etti.
    Bugünkü Hıristiyanlığın temellerini sözünü ettiğimiz bu Pavlus atmıştır. Öğretisinin temeli şudur: Sadece Mesih"e inanmak kurtuluş için yeterlidir. Ayrıca amel etmeye gerek yoktur. O, murdar eti ve do-muz etini yemeyi helal kıldı. Sünnet olmayı ve Tevrat"ta yer alan birçok hükmü yasakladı. Oysa İncil kendisinden önceki Tevrat"ı tasdik etmek üzere indirilmiştir. Sadece Tevrat"ta haram sayılan belli bazı şeylerin helal olduğunu belirtmiştir.
Kısacası Hz. İsa, Tevrat"ın içerdiği şeriatı egemen kılmak üzere gönderilmişti. Sapıkları ve fasıkları yeniden Tevrat"a uymaya çağırmak üzere gelmişti. Tevrat"a göre amel etmeyi iptal etmek ve kuru bir imanla kurtuluşun gerçekleşeceğini vaat etmek üzere değil.
    Luka, İncilini Markos"un İncilincen sonra yazdı. Bu da Petrus ve Pavlus"un ölümünden sonradır. Birçokları, bu İncilin diğer İnciller gibi ilhama dayalı bir kitap olmadığını belirtmişlerdir.  Nitekim İncilinin giriş kısmındaki ifadeler de bunu ortaya koymaktadır.
    Yuhanna İncili:
    Hıristiyanların birçoğu bu Yuhanna"nın, Hz. İsa"nın çok sevdiği on iki havariden biri olan avcı Zebedi oğlu Yuhanna olduğuna inanmaktadır.
    Diyorlar ki: Şirintus, Ebisun ve bu ikisinin cemaatleri, Mesih"in yaratılmış bir insandan başka bir şey olmadığını, annesinin varlığından önce varolmadığını savundukları için, Asya ve başka bölgelerin  keşişleri Miladi 96 tarihinde Yuhanna"nın yanında toplandılar ve ondan başkalarının İncillerinde yazmadıkları şeyleri yazmasını ve Mesih"in lahuti varlığını özel bir tarzda açıklamasını istediler. Yuhanna onların isteklerine cevap vermekten başka çare bulamadı.
    Bu İncil"in yazıldığı tarih hakkında ihtilaf vardır. Kimisi Miladi 65 tarihinde, kimisi 96 tarihinde, kimisi de 98 tarihinde yazıldığını söylemiştir.
    Bazı Hıristiyanlar, bu İncil"in Havari Yuhanna tarafından yazılmadığı inancındadırlar. Bunlardan bazıları, onun İskenderiye Medresesi talebelerinden biri tarafından kaleme alındığını düşünüyorlar. Diğer bazıları da, bu İncil"le beraber Yuhanna"nın mektuplarının da onun tarafından yazılmadığını, bazı şahıslar tarafından ikinci yüzyılın başlarında yazılıp insanlarca kabul görmesi için Yuhanna"ya isnat edildiğini söylemişlerdir.  Bazılarına göre de, Yuhanna İncili aslında yirmi bapmış. Yuhanna"nın  ölümünden sonra Efes Kilisesi yirmi birinci babı eklemiştir.
    Dört İncil"in durumu bundan ibarettir. Bu rivayetlerin içinde, üzerinde görüş birliği sağlanan kanalların yedi kişiye dayandığını görürüz. Matta, Markos, Luka, Yuhanna, Petrus, Pavlus ve Yehuda. Bunların tümünün dayanağı, bu dört İncil"dir. İncillerin dördü de bir tanesine dayanıyor. Yâni en eskileri olan Matta İncili"ne. Daha önce bunun bir çeviri olduğunu, aslının kaybolduğunu, kimin tarafından tercüme edildiğinin bilinmediğini, orijinalinin nasıl olduğunu, öğretisinde İsa"nın bir elçi mi, yoksa ilah mı oluğunu esas alındığının bilinmediğini belirtmiştik.
    Bu mevcut İncil"de ise şöyle deniyor: İsrailoğulları arasında Marangoz Yusuf oğlu İsa adında bir kişi ortaya çıktı. İnsanları Allah"a davet etti. O, kendisinin Allah"ın oğlu olduğunu, beşerden bir babası olmaksızın dünyaya geldiğini, babasının kendisini çarmıha gerilmek ve öldürülmek suretiyle insanları günahlarından kurtarmak üzere gönderdiğini, ölüleri dirilttiğini, doğuştan kör ve alacalı olanı iyileştirdiğini, cin çarpmışların bedenlerindeki cinleri çıkararak onları iyileştirdiğini söylüyordu. Onun on iki tana öğrencisi vardı. Bunlardan birisi İncil"in yazarı Matta"ydı. İsa onları kutsamış ve Mesih dinini tebliğ etmeleri için birer davetçi olarak görevlendirmişti.
    Hıristiyanlık çağrısının temeli ile ilgili bilgilerin özü budur. Yeryüzünün doğusuna ve batısına yayılmış bulunan böyle bir davet, gelip sonuçta tek bir habere (haber-i vahid) dayanıyor. İsmi, cismi bilinmeyen, kimliği ve vasfı hakkında net bir bilgiye sahip olunmayan bir adamda noktalanıyor.

    Öykünün temelindeki bu ilginç gevşeklik, bazı özgür fikirli Avrupalı araştırmacıları şu iddiayı ortaya atmaya yöneltmiştir: Meryem oğlu İsa Mesih, hayali bir kişiliktir. Dönemin yönetimine karşı duyulan bazı dinsel tepkiler böyle bir şahsiyetin tasavvur edilişine yol açmıştır. Tıpatıp benzeyen bir diğer hayali şahsiyetin olması da bu düşünceyi savunanlara cesaret vermiştir. O da Kirişnadır. Eski Hint putperestliğine göre, o, Allah"ın oğludur. Allah"ın lahutundan inmiştir. Asılmak suretiyle insanların günah yüklerinden ve hatalarından kurtulmalarını sağlamıştır. Kısacası, Hıristiyanların İsa Mesih hakkındaki iddialarını onlar, harfiyen Kirişna hakkında söylüyorlar. İleride buna değineceğiz.
Diğer bazı eleştirmen araştırmacılarsa, Mesih adında iki kişinin olduğunu söylemişlerdir. Çarmıha gerilmeyen Mesih ve çarmıha gerilip öldürülen Mesih. Bu ikisinin arasında ise beş yüz yılı aşkın bir zaman olduğunu söylemişlerdir.
    Bu iddiaya göre bugün bin dokuz yüz elli altıncı yılında bulunduğumuz Miladi tarih ise, bu iki Mesih"ten hiçbirinin yaşadığı döneme denk düşmemektedir. İlk Mesih, en az bu tarihten iki yüz elli yıl önce, yaklaşık olarak altmış yıl yaşamıştır. İkinci ve asılan Mesih ise, ondan sonra yaklaşık olarak iki yüz doksan yıl sonra ve yaklaşık olarak otuz üç yıl yaşamıştır.
    Miladi tarihle, Hz. İsa"nın doğumunun tam olarak örtüşmediğini Hıristiyanlar da inkar edemiyorlar. Bu da, tarihsel bir sektedir.
    Kuşkuları arttıran başka şeyler de vardır. Anlatıldığına göre, Miladın ilk iki yüzyılında, dört İncil"in dışında başka birçok İncil vardı. Kimilerine göre bunların sayısı yüz küsuru buluyordu. Şimdiki dört İn-cil de bunlar arasındaydı. Kilise yönetimi bu dördünün dışındakileri yasakladı. Metinleri kilisenin anlayışıyla bağdaştığı için sadece dört İncil"in yasal olduğunu ilan etti.[15]
Kitab-ı Mukaddes Kamusu, Mr. Hauks, Matta maddesi.
-Bkz. Mizan-ul Hak. Kitab-ı Mukaddes Kamusu"nun yazarı da, tereddütle de olsa, bu durumu itiraf etmektedir.
Abdulvahhab en-Neccar, Kısas-ul Enbiya adlı eserinde bu sözü, Petrus Karmac"ın Muruc-ul Ahbar Fi Teracim-il Ahyar adlı eserinden nakleder.
Kitab-ı Mukaddes Kamusu"nun yazarı bu konuda şöyle der: Önceki kuşaklardan tevatür düzeyinde gelen metinlerde belirtildiğine göre, Markos, İncilini Rumca yazdı. Bu İncil, Petrus ve Pavlus"un ölümünden sonra yayıldı. Ancak, onun İnciline pek itibar edilmez. Çünkü İncilinin zahirnden de anlaşıldığına gibi, o, bu İncili kabileler ve köylüler için yazmıştır; kentliler ve özelikle de Romalılar için değil. Oldukça düşündürücü sözler!
Kitab-ı Mukaddes Kamusu, Pavlus maddesi.
Bkz. Resullerin İşleri ve Pavlus"un Mektupları.
Luka İncli"nin başında (Bap 1 : 1-4) şöyle deniyor: Aramızda vaki olmuş şeylerin hikâyetini, başlangıcından gözlerile görenlerin ve kelâmın hizmetçisi olanların bizlere nakil ettiklerine göre tertip etmeğe bir çok kimseler giriştiklerinden, ben de ta başından beri hepsini dikkatle araştırıp tahkik ederek, ey faziletli Teofilos, olduğu gibi sırası ile sana yazmağı münasip gördüm; ta ki, sana öğretilen kelâmın doğruluğunu bilesin. Bu sözler, açıkça kitabın ilhama değil, gözleme dayalı olarak yazılmış olduğunu göstermektedir. Nitekim, Mr. Cadl de İlham adlı risalesinde bunu dile getirmiştir. Cyrum, açık bir dille, ilk kuşak teologların Luka İncili"nin ilk iki babı hakkında kuşku içinde olduklarını ifade etmektedir. Bu iki babın Marisyuni grubunun elindeki nüshada yer almadığı belirtmektedir. İcharn de, kaleme aldığı eserinin 95. sayfasında, Luka İncili"nin 22. Babının 43. cümlesinden 47. cümlesine kadarki kısmının sonradan ekleme olduğunu söylemektedir. Yine İcharn, eserinin 61. sayfasında şunları söylemektedir: Rivayetlerden kaynaklanan bazı yalanlar Luka"nın nak-lettiği mucizelere ilişkin açıklamalara karışmıştır. Yazar, bunları şairlere özgü müba-lağaya dayalı olarak katmıştır. Ancak günümüzde doğruyu yalandan ayırmak o kadar zor ki. Gali My Shits şöyle der: Matta ve Markos İncillerinin nakilleri genellikle birbirlerinden farklıdır. Dolayısıyla bir hususta bunlar ittifak ederlerse, onların görüşü Luka"ya tercih edilir. (en-Naccar, Kısas-ul Enbiya, s. 477"den naklen)
-Kitab-ı Mukaddes Kamusu, Yuhanna maddesi.
Bkz. Kısas-ul Enbiya, Cercis Zevin el-Futuhi el-Lübnani"den naklen.
Katolik Herald, c. 7, s. 205, 1844 basımı, Stadlen"den naklen. (Bkz. Kısas-ul Enbiya.) Kitab-ı Mukaddes Kamusu, Yuhanna maddesinde de buna işaret edilmiştir.
el-Faruk adlı eserin 1. cildinde Britişinderin bu görüşte olduğu belirtilir. (Kısas-ul Enbiya"dan naklen.)
a.g.e.
Üstad Behruz, Nebevi Müjdeler ile ilgili olarak yazdığı son eserinde bu konuyla ilgili geniş açıklamalar sunmaktadır. Tefsirimizin oluşu içinde Nisâ suresinin sonlarının tefsiri çerçevesinde bu kitaptan alıntı yapmayı umuyorum. Bu konuda kesin olarak bilmemiz gereken husus, Hıristiyanlık tarihinin karışık olduğudur.
Kitab-ı Mukaddes Kamusu. İsa maddesi.
İkinci yüzyıl filozoflarından Şilsus, Gerçek Hitap adlı eserinde, İncillerle oynadıkları için Hıristiyanları ayıplar, akşam yazdıklarını sabah silmelerini kınar. Miladi 384 yılında, Kral Teyodosis"in keşişler arasındaki tartışmalardan bunalması üzerine Papa Damasyus, Eski ve Yeni Ahitlerin yeninden Latinciye tercüme edilmesini ve bu tercümenin kiliselerde yasal metin olarak kabul edilmesini emretti. Ancak Volkana adı verilen bu tercüme, yalnızca Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri kapsamında gerçekleştirildi. Bu İncillerin mürettibi şöyle demiştir: Eski Yunan nüshalarından birkaçını karşılaştırdıktan sonra onları tertip ettik. Yâni anlama muhalif olan kısımları ayıkladık. Gerisini de olduğu gibi bıraktık. Bu tercüme, Tryudentini adlı kurultay tarafından 1546 tarihinde, yâni on bir asır sonra kabul görmüş, daha sonra 5. Sistos, 1590 yılında onun yanlışlarla dolu olduğunu söylemiş ve yeni nüshaların basılmasını emretmiştir. Sonra 8. Climenzus, ikinci kez bu nüshanın yanlış olduğunu söylemiş ve ayıklanmış yeni baskıların yapılmasını emretmiştir. Bugün Katoliklerin elindeki nüsha budur. (Tefsir-ul Cevahir, c. 2, s. 121, 2. Baskı.)

Tahrif Sürecinde İki Unsur: Roma Putperestliği ve Yahudi Kültürü

Roma Putperestliği Romalılar baştan beri İsa peygamberin hareketini siyasi bir isyan olarak algılamışlardır. Yahudi baş kahinler için ise İsa peygamberin başarısı kendilerinin toplumdaki saygınlıklarını ve statülerini etkileyecek bir sonuç doğuracağını hesap ediyorlardı. Çünkü İsa peygamber Din Adamlarının kutsal metinler üzerinde yaptıkları tahrifleri ve haksızca kazanılmış imtiyazlarını tenkit ediyordu. Sonuçta Roma putperestleri ile işbirliği yapan Yahudi Din Adamları İsa    peygamberin fiziksel varlığını ortadan kaldırmak için işbirliği yaptılar. Tıpkı Hendek Savaşı’nda, müslümanlara karşı Mekke müşrikleri ile kurdukları kutsal ittifakta olduğu gibi.

İsa peygamber kendisinin Mesih -yani kral- olduğunu söyleyerek ahlaki mücadele ile siyasi mücadelenin ayrılmazlığını vurguluyordu. İsa a’ı Romalılara şikayet ederken Yahudiler onun “Sezar’a vergi ödenmesine engel olduğunu” söylüyorlardı. Vergi simgesi siyasi bir temsil gücüne sahipti ve Mesihlik iddiasının en somut göstergesi idi. Luka İncili onun bu yönünün Roma yönetimi ile Yahudi Din Adamları arasında nasıl bir dayanışmaya yol açtığını şöyle aktarmıştır: “Bu adam Sezar’a vergi ödenmesine engel oluyor, kendisinin de Mesih, yani bir kral olduğunu söylüyor.” (Luka, 23/2.)

Hz. İsa’nın hicretinden sonra Nasraniler ismiyle anılan cemaatin başına Yakup geçti. Yakup İsa a’ın kardeşi idi ve Roma onun Mesihliği miras aldığını düşünüyor bütün siyasi isyanlardan onu sorumlu tutuyordu. MS. 48-49’lu yıllarda Roma valisi çok sayıda Nasrani’yi çarmıha gerdirdi. MS. 62-65 yılları Naraniler için kabus gibiydi. O yıllarda Roma ve Yahudilerin işbirliği sonucunda açıkça imanını izhar eden her Nasrani zulüm işkence altında şehadet mertebesine nail oluyordu. İsa peygamberin kardeşi Yakup da bu yıllarda çarmıhta idam edilenler arasında şehitler kervanına katılmıştı.

Ms. 66 yılında Yahudiler tarafından başlatılan büyük isyandan sonra Romalılar Kudüs’ü yerle bir ettiler. Çok sayıda Yahudi bu olaydan sonra Kudüs’ten atıldı. Romalıların gözünde Nasraniler de Yahudi idiler ve bu nedenle onlar da bu sürülenler arasındaydılar. Yoğun olarak Suriye ve Mısır taraflarına hicret eden Nasraniler için tehlike sona ermemişti. Çünkü Roma’nın gözünde onlar bir Yahudi idiler ve Mesih’e iman etmekle siyasi taleplere sahiptiler.

Siyasi çalkantıların ayyuka çıktığı,Yahudilerle Roma yönetimi arasında baş gösteren çatışmaların had safhada olduğu bu yıllarda yazılan resmi İncillerde dönemin güncel sorunları kutsal metinlerin oluşumu üzerinde olumsuz bir etki meydana getirmiştir. Resmi İncillerin muhatapları Roma hakimiyeti altında bulunan insanlardır ve tedvin döneminde bir peygamber de bulunmadığından ilahi denetimden söz etmek mümkün değildir.

Hz. İsa’yı Yahudilerin kralı olduğunu iddia eden Mesih olarak tanıyan Romalılar bu tedvin döneminde İncil yazarları üzerinde psikolojik ve siyasi baskılar kurmuşlardır. Bu da İncil yazarlarının Roma yönetimine şirin gözükecek bir kutsal kitap yorumu tercih etmelerine yol açmıştır. Mesela, Roma’nın atadığı Kudüs valisi Platus iyi kalpli bir yönetici olarak tanıtılmıştır. Oysa tarihi vesikalar onun şiddet ve barbarlıkta ünlü bir yönetici olduğunu kaydetmiştir.

İncillerde yer alan pasifist-delicesine barış yanlısı İsa tasvirleri de Mesih’in sadece ahlaki tutumlarla ilgilenen edilgen, mistik bir kişilik tablosu ile bizi karşı karşıya bırakmaktadır. Oysa Allah’ın kulu ve elçisi olan bir peygamberin dengeli olması gerekir. Kur’an’ın bize tanıttığı öncü mümin modelinde “Kafirlere ve münafıklara karşı sert ve caydırıcı, müminlere-mazlumlara karşı sevgi ve hoşgörü” ilkesi egemendir. (Tevbe,73,111, Fetih,48/29. vd.) Gerçekte İsa peygamberin de Kur’an’ın tanımladığı bir liderlik örneği sergilemesi gerekirdi. Aslında öyle de olmuştur. Fakat Roma yöneticilerinin katı ve baskıcı tutumu, İncil yazarlarının mistik indirgemecilikle İsa peygamberin barışçı yönünü abartmalarına yol açmıştır.

Yine İnciller’deki ve sevgi ve hoşgörünün abartılı ifadelerine rağmen İsa peygamberin gerçek kişiliğini ele veren cihad boyutu da tamamen yok edilememiştir. Mesela Matta’nın aktardığı şu ifade onun gerektiği zaman iflah olmaz zalimlere karşı şiddetin kullanılabileceğine ilişkin bir cihad çağrısı gibidir: “Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın, ben barış değil kılıç getirdim” (Matta,10/34.)

Luka’nın aktardığına göre, Son Yemek sahnesinde İsa peygamber havarilerine silahlanmalarını söylemiştir: “Kılıcı olmayan abasını satıp bir kılıç satın alsın” (Luka,22/36.)
Matta’nın anlattığı bir olayda da İsa peygamberin fiziksel baskıyı gerektiği zaman devreye koyduğunu göstermektedir. O Kudüs’teki mabedin avlusunu işgal eden tefecilere, haydutlara, şiddete eğilimli kişilere karşı sert davranmıştır: “İsa tapınağın avlusuna girerek oradaki bütün satıcı ve alıcıları dışarı kovdu. Para bozanların masalarını güvercin satanların sehpalarını devirdi. Onlara şöyle dedi: ‘benim evime dua evi denilecek’ diye yazılmıştır. Ama siz burayı haydut inine çevirdiniz.” (Matta,21/12.)

Roma Kültürü’nün Resmi Hıristiyanlık Üzerindeki Diğer Etkileri

Pazar Günü Pavlus’un Roma kültürünün etkilerine açtığı Hıristiyanlığın özünde bir çok değişiklik meydana gelmiştir.Yahudi şeriatının kutsal günü olan Cumartesi yasaklarının terk edilmesi, bunun yerine Pazar gününün kutsal sayılması, Roma kültürünün etkisi altında oluşmuştur.

Roma’da yaygın olan Güneş Dini’nin Hıristiyanlık üzerindeki etkilerini Cumartesi’nin yerini Pazar’ın alması örneğinde görebiliriz. Roma imparatorluğunda Pazar günü “Sunday/Güneş Günü” olarak isimlendiriliyordu. Pavlusçu Hıristiyanlar işte bu şirk geleneğini devr alarak Cumartesi yasaklarının ağırlığından kurtulmaya çalışmışlardır. Pavlus Din’i hukuki kurallarından arındırıp salt mistik bir tasavvur inşa ederken bu sapmanın ilk adımını atmıştı.

Noel
Noel gününün 6 Ocak’tan 25 Aralık’a alınması da Güneş Dini’nin etkisiyle olmuştur. Bilindiği gibi 25 Aralık Güneşin güçlenmeye başladığı 24 Aralık’ın ardından gelmiştir. Bu gün Roma’da kutsal addediliyordu. Ms.2.yüzyıla kadar 6 Ocak’ta kutlanan Noel Günü Güneş Dini’ne verilen bir tavizle 25 Aralık’a alınmıştır. Ancak yine de bu gün Doğulu -Ortodoks- Hıristiyanlar Noel’i hala 6 Ocak’ta kutlamaktadırlar.

Evharistiya Ayini (Ekmek-Şarap Ayini)
Hıristiyanlığın en önemli ritüellerinden biri olan ekmek-şarap ayini eski İran dinlerinden Mitra’nın bir törenidir. Roma İmparatorluğunda yaygın olan bu eski Pers Dini’nin kutsal metinlerinde Evharistiya ayini tanrı adına yapılmaktaydı. İnanışa göre Tanrı, bu inancının bağlılarına “Bedenimi yemeyen ve kanımdan içmeyen, böylece benimle Bir olmayan kişi kurtulamayacaktır” demiştir. Bu ifade aynen Yuhanna İncili’nde yer almaktadır: “Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır... Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda..” (Yuhanna, 6/54-57.)

Meryem Ana Tanrının Annesi!
MS. 431 yılında yılında toplanan Efes Konsili Meryem a’ın İsa peygamberin -yani tanrının anası- olduğunu ilan etmiştir. Tarihi vesikalara ve İnciller’de yer alan bilgilere göre Meryem a, bakire doğumundan sonra Yusuf adında bir kişi ile evlenmiştir. İsa a’dan sonra Yakup gibi yeni çocuklar doğurduğu bilinmesine rağmen, Efes Konsili’nde onun ebediyyen bakire kaldığının kabul edilmesi önemli bir tutarsızlıktır.

Buna ek olarak Konsil Meryem Ana’nın tümüyle masum -hiçbir hata ve günah işlemeyen biri- olarak tanımlaması daha sonraki yüzyıllarda onu aşırı yüceltmeci bir tasavvurun konusu yapmıştır. Artık Meryem a da teslisin önemli unsurlarından biri haline gelmiş, kiliselerdeki ikonlar arasında yerini almıştır. Meryem a’ı iffetsiz ilan ederek aşağılayan Yahudiler’e karşılık Hıristiyanlar da onu kurtarmak için zıt bir uca gitmiş, aşırı yüceltmişlerdir. Bu yüceltme Hıristiyanların Meryem tasvirleri ve heykelleri önünde dua etmek için ruku vaziyetinde eğilmelerine yol açmıştır. Artık yardım istenen sanki Allah değil İsa ve annesi Meryem’dir.

Hıristiyanların bu tasavvuru inşa edişlerinde evlenen, çoluk-çocuk sahibi olan Yunan Tanrıları’nın önemli bir etkisi olduğunu söylemek mümkündür. Aslında putperestliğin hakim kültür üzerinden tek ilah telakkisine saldırması, Tevhid ile Şirk arasında varolan kesintisiz mücadelenin bir başka vechesinden başka bir şey değildir.

Bu sonuçtan İsa peygamber ve onun gerçek bağlıları değil, Din’in bütünlüğünü bozan Pavlus gibi tahrifçiler sorumludur. Zaten Kur’an-ı Kerim ile Yüce Allah Elçi’sini aklamaktadır. (Maide, 5/116-118.)

Yahudi Kültürü İle Yunan Paganizmi Arasında Sıkışmış Bir Teolog: Pavlus


Pavlus’un Yunan paganizminin ürettiği felsefeler etkisinde yeniden inşa ettiği Hıristiyanlık siyasi talepler arıtılmış bir yorumla oluşturulmuştur. Nasraniler’in aksine Pavlus inancını yine Roma topraklarında ama Yahudi olmayanlar arasında yaymıştır. O Yahudi kökenlidir ve Antropomorfist (insan görünümlü) bir tanrı anlayışına sahiptir. Fakat yeniden inşa ettiği Hıristiyanlıkta Yahudi Şeriatı’nın tüm izlerini silme gayretindedir. Onun bu mistik tasavvuru tesadüfen seçtiğini söylemek mümkündür. Çünkü Pavlus, Roma otoritelerine siyasi taleplerden arınmış bir mabed-vicdan dini inşa ettiğini ispatlamak için böyle bir tercihte bulunmuştur.

Pavlus öncelikle Roma yönetiminin Mesih kavramından ürkmemesi için yeni bir tasavvur önermiştir. Kavramın içeriğini boşaltarak Mesih’e salt manevi kurtarıcı işlevi yüklemiştir. Romalılara Mektuplar’da Pavlus “yönetim senin iyiliğin için tanrının hizmetindedir... vergi hakkı olana vergiyi, gümrük hakkı olana gümrüğü, korku hakkı olana korkuyu, saygı hakkı olana saygıyı, herkese hakkını   verin.” demek suretiyle uzlaşmacı bir din inşa etmiştir. Bu yorumla tahrif edilen mistik dini tabii ki, Roma yönetimi Nasrani sorununun çözüm yolu olarak görecekti. Pavlus’un doktrinini zararsız bulan Roma yönetimi onun bağlılarını rahatsız etmemiştir.

Hz. İsa Kur’an’da peygamberler için takdir edilen sıfatlarda görüldüğü gibi kendini değil, Allah’ı yücelten bir Elçi’dir. İnciller’in de kaydettiğine göre O, tevazu sahibi kendini övmekten hoşlanmayan bir karaktere sahiptir. İsa peygamberin bu alçakgönüllü bir kul olarak edindiği ahlaka Hıristiyan kutsal metinleri yer vermiştir. Ancak bu metinlerde tevhid ile şirk iç içe geçmiş birbirine karışmıştır. Yine de resmi İnciller’de bile kısmi doğrulara rastlamak satır aralarında mümkündür. Mesela diğerlerine göre en saf olan Markos incilinde Hz. İsa’nın kendisine “iyi öğretmenim” diye seslenen bir kişiye, onun “iyi olan tek ve biri var, o da Allah’tır” dediği kaydedilmiştir. (Markos,10/17-18.)

Satır aralarına serpiştirilmiş doğrulardan, nasıl oldu da “tanrının oğlu” hurafesi üretildi? Bu soruyu cevaplamak için kutsal metinlerde ve Hıristiyanlık tarihinde baskın bir yere sahip olan Pavlus’u daha yakından tanımak gerekir. Yahudi asıllı olan ve ilk adı Saul olan Pavlus’un iki beslenme kaynağı vardır: Yahudi Kültürü ve Roma Kültürü. Bu iki kültür Hıristiyanlık üzerinde Pavlus eliyle etkisini göstermiştir.

Pavlus’un asıl adı Saul’dur. Saul iyi bir hahamlık eğitimi almış, Roma kültürünün atmosferinde yetişmiştir. (Üç İsa, Aytunç Altundal)
Hıristiyanlık tarihinde ilk şehid olarak anılan İstefan’ın öldürülmesinde Saul’un (yani pavlus’un) başat bir rolü vardır. Resuller’in işelerinde ondan şöyle söz edilmektedir:
“Saul inananlar topluluğunu kırıp geçiriyor, ev ev dolaşarak kadın erkek demeden imanlıları dışarı sürüklüyor, hapse atıyordu.” (Resullerin İşleri,8/13.)

Resullerin İşleri’nde anlatıldığına göre Saul/Pavlus Hıristiyanlarla mücadele etmek için başhahamdan aldığı izinle bir grup silahlı adamla birlikte Şam’a doğru yola çıkmıştı. Bu yolculukta Saul anlatıldığına göre gökten bir ses işitti: “Saul bana niçin zulmediyorsun? Pavlus bu sese “sen kimsin?” diye cevap verdi; gökten yeniden bir ses duyuldu: “ben senin zulmettiğin İsa’yım”.
Hayatında İsa a’ı hiç görmeyen pavlus’un uydurduğu bu olayın bir halüsinasyon olduğuna ilişkin araştırmalar vardır. Saul yani pavlus’un İsa a’dan gelen bir mesaj olarak yorumladığı bu varsayımın “suçluluk duygusuna bağlı” bir ruhsal reaksiyon olması kuvvetle muhtemeldir.

Bu olaydan sonra Saul Hristiyanlara -Nasrani cemaati’ne- katılır. Nasrani cemaati onu başlangıçta hoş karşılamaz ve ciddi bir eğitim faaliyeti içinde de bulunmaz. Kudüs’teki Nasranilerle az bir süre kalır, ama hiç kimse sabıkasından dolayı ona fazla güvenmez. Bu nedenle onun İsa a ve Hıristiyanlık hakkındaki bilgileri kişisel halüsinasyonlardan öteye gitmez.

Onun karakterini asıl belirleyen ise; Yahudi kültüründen aldığı “antropomorfist/insan görünümlü” tanrı anlayışı ve Roma’nın hakim tasavvuru olan çok tanrılı şirk anlayışıdır. Saul Galatyalılar’a mektuplarında ciddi bir irşaddan geçmediğini, bilgisinin ve tasavvurlarının mistik tecrübelere dayandığını zaten kendisi de itiraf etmektedir. (Galatyalılara Mektuplar,1/11-19.)

Pavlus’un yıldızı Akdeniz havzasına yaptığı misyonerlik yolculuğu esnasında parlamıştır. Kudüsteki Nasrani cemaatinin lideri, İsa a’ın kardeşi Yakub pratik faydalar umarak onu memleketi olan Tarsus’a tebliğ için gönderir. Bundan sonra artık o Saul ismini kullanmaz; bunun Yunanca karşılığı olan Pavlus’u kullanmaya başlar. Çünkü tebliğe başladığı topraklar, Greko Romen kültürünün yüzyıllardır işgali altındadır. Pavlus Tarsus’a vardıktan sonra 14 yıl boyunca tüm Doğu Akdeniz’i gezer ve mistik tecrübelerinin propagandasını yaparak yorumları ile yepyeni bir Hıristiyanlık dini
inşa eder. (kaynak.....)

Pavlus’un misyonerlik faaliyetleri Kudüs’te takdirle değil rahatsızlıkla karşılanır. Hz. İsa’nın kardeşi Yakup onun anlattıklarına çok sayıda tekzip gönderir. Pavlus ile muvahhid Nasraniler arasındaki bu sürtüşme Hıristiyan kutsal metinlerinde -Resullerin İşlerinde, Pavlus’un Mektuplarında- uzun uzadıya anlatılır. Fakat bu bölümleri Pavlus’un doktoru ve yakın dostu Luka tarafından yazıldıkları için nesnel bir sonuç çıkarmak mümkün değildir. Luka Pavlus’u haklı çıkaracak şekilde yorumlu olarak kaleme almıştır.

Pavlus 14 yıllık misyonerlik faaliyetleri sırasında muvahhid Nasranilerden farklı olarak önceki şeriat olan Musa a’ın kanunlarını terk etmeyi tavsiye etmiştir. Oysa bütün peygamberler önceki şeriatları tasdik ederek, doğruyla yanlışı ayırdedebilecek ölçüler va’z etmişlerdir. Hz. İsa Matta’nın kaydettiklerine göre “Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim” demiştir. (Matta, 5/17.)

İsa peygamber kendisinden önceki vahiy kaynağı olan Tevrat’ın şeriatına bağlı olunmasını emretmiştir. Hatta bu bağlılığın tutucu Yahudi mezhebinin mensuplarından Ferisiler’den daha fazla olması gerektiğini söylemiştir: “Ben peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim...” (Matta,5/17-20.)

Matta’nın kaydettiklerine göre Hz. İsa Yahudileri söylediklerini yapmamakla, gösterişe düşkünlükle, adalet, sadakat ve merhameti ihmal etmekle, türbecilik yapmakla” suçlamıştır. Ferisiler bu pasajdaki ifadelere göre atalarının peygamberleri öldürdüklerini itiraf ettikleri de yer almaktadır. (Matta, 23/1-32.)

Hz. İsa’nın tüm peygamberler gibi gerçeklerin üstünü örten boş inançlardan ve yanlış gelenekten Din’i kurtarıp saflığına geri döndürmek istediğini İnciller’den takip etmek mümkündür. Markos’un kaydettiklerine göre İsa a Ferisilerle konuşurken “Allah’ın buyruklarını bir kenara bırakıp, insan geleneklerine uymakla” suçladığını görmekteyiz. (Markos,7/6-13.)

Pavlus, Ferisilerden farklı olarak zıt uçta bulunan, manastırlarda toplu halde yaşayan Yahudi mezhebi olan Esseniler’i eleştirmemiştir. Aslında Ferisilere yaptığı eleştirilerde Pavlus tamamıyla haksız da değildir. Çünkü Ferisiler Tevrat’ın sözlü yorumu olan Talmut’a çok fazla önem verirler. Din’in asli amaçlarının ayrıntılar ve ilahi kökenli olmayan katı hukuk kuralları arasında kaybolmasına yol açarlar.

Tamamıyla özden yoksun bir şekil üzerinde ısrar eden Ferisiler’e karşılık Pavlus tüm hukuk kurallarını reddederek dinin kabuksuz kalmasına yol açabilecek bir tebliğ şekli benimsemiştir. Böylece Din özünü koruyacak kabuğunu kaybetmiş, geriye sadece soyut ve anlamsız bir sevgi edebiyatı kalmıştır. Yüzyıllardır bu edebiyat gerçek dinin yerine kiliselerin oyalanma vesilesi kullanıla gelmiştir.

İncillerden de takbettiğimiz gibi İsa peygamber ilahi vahyin önceki kaynaklarını temizleyip arındırarak, onlara Allah’ın izni ve rehberliğinde yeni katkılar sağlamak için gönderilmiştir. Ancak onun bu saf çağrısı, Din’i uydurdukları beşeri adetlerle bozdukları için en çok tenkit ettiği, çarmıh olayının baş aktörleri olan Yahudiler tarafından değiştirilmiştir. Özellikle İsa a’ın öğrencilerinin arasına sonradan katılan bir kişi her şeyi mahvetmiştir: PAVLUS.

Resuller’in İşleri bölümünün yazarı olan Luka’nın kaydettiklerine göre, İsa a’ın vefatından sonra öğrencileri büyük baskılar, ölümlü işkenceler görmeye başladılar. Romalılar Hz. İsa’nın memleketi Nasıra’dan dolayı bu küçük cemaati “Nasraniler” diye isimlendirmiştir. Cemaatin liderliğini Hz. İsa’dan sonra kardeşi Yakup (James) üstlenmiştir. Meryem a Hz. İsa’nın doğumundan sonra Yusuf adlı biri ile evlenmiş, başka çocukları da olmuştur. Yakup da bu çocuklardan biridir.
Nasranilere Rom imparatorluğu ile işbirliği halinde bulunan Yahudiler de zulmediyorlardı. Yahudi mezhebi Sadukilerin bir üyesi olan Saul da bunlardan biri idi. Saul bir haham olarak yetiştirilmişti. “ilk Hıristiyan şehid” olarak bilinen İstefan’ın taşlanarak öldürülmesine Saul’un nefreti sebep olmuştu. (Resullerin İşleri,8/1-3.)

Resullerin işleri’nde anlatıldığına göre Saul (Yunanca karşılığı Pavlus) Başhahamdan aldığı özel bir izinle Nasraniler’le mücadele etmek için Şam’a gider. Yolda Saul’un gökten “ben senin zulmettiğin isa’yım” diyen bir ses duyduğu kaydedilir. Oysa o İsa a’ı hayatı boyunca hiç görmemiştir; yine de gökten gelen bu sesi O’ndan gelen bir mesaj olarak yorumlamıştır.

Bunun “suçluluk duygusuna bağlı psikolojik bir reaksiyon olduğu” yorumu yapılmıştır. (44.dipnot)
O Galatyalılar’a yazdığı mektupta “sünnetsizlerle yemek yiyip yememek, müşriklerden hicret edip etmemek” konsusunda Barnaba ve Petrus (Kefas) ile tartışmıştır. Petrus putperestlerle mesafeli ilişki kurmayı, onlarla hemhal olmamayı savunduğu halde Pavlus’un müşriklerle hiçbir sıkıntısı olmadığını bu mektubun muhtevasından anlıyoruz. (Galatyalılar’a Mektuplar, 2/11-15.)

Yahudi Şeriatı Greko-Roma topraklarında sorun oluşturuyor Din’in kabulünü zorlaştırıyordu. Bu yüzden Pavlus dinin içinden bu hukuk kurallarını ve Tevhidi özü atmak gerektiğini savunmuştur. Ancak bu şekilde putperest Greko-Romen kültürünün mensuplarının Hıristiyan olacağını hesab ediyor, pragmatik bir tebliğ faaliyeti yürütüyordu. Pavlus Yunan putperestliğinin egemen olduğu bu topraklarda bütünlüğünden koparılmış bir dini anlayışı, afaki bir tasavvuru “isa sevgisi”ni propaganda etmekle yetinmiştir.

O misyon yolculukları esnasında Hz. İsa’nın mesajının Yahudi Şeriatını terk etmeyi gerektirdiğini işlemiş, hatta Hıristiyanlığı yeni bir din olarak görüp takdim etmiştir. Önceki hayatını “Yahudi dinine bağlı olduğum zaman” (Galatyalılara Mektuplar, 1/13.) olarak anan Pavlus Yahudilikle tüm ilişkisini kesmiştir.

O Yahudi iken de içinde bulunduğu durumdan başka hakikat kabul etmeye yanaşmamış, en sert bir şekilde başka düşüncelere karşı savaşmıştı. İlk Hıristiyanlardan aktarılan hatıralarda onun kendilerine yaptığı işkenceleri, verdiği sıkıntıları uzun uzadıya okumak mümkündür.

Şeriat’ın atılmasıyla birlikte İsa peygamberin mesajından geriye kalan sadece soyut bir “sevgi” den başka bir şey değildir. Önceleri Pavlus havari Petrus’u (Kefas’ı) çeşitli kelami mülahazalar ileri sürerek bu konuda ikna etmiştir. Fakat Kudüs’ten gelen elçilerle konuştuktan sonra Petrus yeniden Din’in bütünlüğüne geri dönmüştür.

Pavlu 14 yıl boyunca Akdeniz havzasını gezerek misyonerlik yapmış, bu sırada Roma mekteplerinde a aldığın eğitimin etkisi altında kalarak Yunan paganizmiyle karışık bir teoloji inşa etmiştir. Kudüs’ten Nasrani cemaatinin gönderdiği elçilerin hakikati hatırlatmalarına sinirlenerek onları “sahte elçiler” olmakla suçlamıştır. (Korintoslulara Mektuplar, 11/4,13.)

Pavlus’un ahlak anlayışı tamamıyla mistik tasavvurlar üzerinde kuruludur. O, Galatyalılar’a mektuplarında arınmanın ilahi yasalara uygun yaşamakla değil, sadece iman etmekle gerçekleşebileceğini iddia etmiştir. Ayrıca İsa Mesih’in kendisinde enkarne olduğunu (Onun ruhunun kendisinde ete kemiğe büründüğünü) iddi etmiştir. Bu vehim içinde bir peygamberle kendisini özdeşleştiren Pavlus’un, çarmıha gerilmeye Mesih’in kendisi için katlandığını iddia edecek kadar aklı karışıktır.

Gördüğü halüsinasyonların etkisiyle “ben yaşamıyorum, Mesih bende yaşıyor” diyerek, Eski Mısır,
Yunan ve Çin-Hint kadim şirk kültürlerinin en meşhur tasavvurlarından tenasüh inancını savunmuştur. (Galatyalılara Mektuplar, 2/16-21.) Artık İsa a Pavlus için, tıpkı Zeus gibi yarı tanrı-yarı insandır: Tanrının oğludur. Maalesef Pavlus’un ürettiği bu din yorumu hakimiyet alanı bulmuş, bu yorum gelenek haline gelmiştir.

Pavlus 14 yıl misyonerlik faaliyetleri yaptıktan sonra Kudüs’e geri dönmüştür. Kudüs’teki Hıristiyan cemaatinin liderleri ona soğuk davrandılar ve şu sözlerle suçladılar: “sen diğer toplumlar arasında yaşayan Yahudilere çocuklarını sünnet ettirmemelerini, törenlerimize uymamalarını söylüyor, Musa’nın şeriatına sırt çevirmeleri gerektiğini öğretiyormuşsun” (Resullerin İşleri, 21/22.)
Bu suçlamalara Pavlus inşa ettiği teolojinin felsefi verileriyle demogoji yaparak cevaplar vermiş, ancak Din’in aslında yapmaya çalıştığı değişiklikleri Kudüs Hıritiyan cemaati kabul edilebilir bulunmamıştır. Diğer yandan Hz. İsa’nın Risaletinden önce oluşmuş bulunan Yahudi mezheplerinden Ferisiler ve Sadukiler -ki çarmıh olayında baş rol üstlenen gruplardır- onu yargılamak istemişlerdir. Pavlus tutuklandığı esnada Yahudiler tarafından yargılanmaktan kurtulmak için Roma vatandaşı olduğunu ileri sürerek Roma’nın yargıçlarına teslim edilmesini talep etmiştir. Bunun üzerine Roma’lı askerler onu Yahudilerin elinden kurtarıp gemiyle kaçırmışlardır; böylece Roma’nın koruyucu kanatları altında yaşamaya başlayan Pavlus hem hayatını hem de inşa ettiği teolojisini kurtarmıştır. Pavlus’un pagan kültürü ile çelişmeyen “yarı tanrı-yarı insan” tasavvuru Zeus’un yerini İsa a’ın almasıyla geniş kitlelerce benisenmeye başlamış, nihayet M.S. 325’de resmen Roma İmparatorluğu Hıristiyanlığı kabul etmiştir. Yaygın görüşe göre Pavlus M.S. 60’lı yıllarda Roma’da ölmüştür.

Hıristiyan kutsal metinleri bu süreç içinde oluşmuştur. Yoksa İsa a’ın hayatında yazılıp günümüze intikal etmiş resmi bir incil yoktur.

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...