4 Şubat 2020 Salı

Hz. İsa (as) ve İncil"in Öyküsü

Yahudiler ulusal tarihlerine büyük önem verirler. Yaşadıkları dönemlerde meydana gelen belirgin olayları kaydetmeyi ihmal etmezler. Buna rağmen, kitaplarına, kutsal metinlerine baktığında, Meryem oğlu İsa ile ilgili olarak, ne nasıl doğuşu, ne peygamber olarak ortaya çıkışı ve daveti, ne yaşayış tarzı, ne gösterdiği mucizeler, ne de hayatının ölerek mi, öldürülerek mi, yoksa çarmıha gerilerek mi son bulduğu hakkında en ufak bir açıklamaya rastlayamazsın. Nedir bunun sebebi? İsa"nın durumunun onlara gizli kalmasını veya onların onun durumunu gizlemelerini gerektiren şey nedir acaba?
Oysa Kur"an-ı Kerim, Yahudilerin Meryem"e çirkin bir iftira attıklarını, İsa"nın doğuşu üzerine onu suçladıklarını ve İsa"yı öldürdüklerini iddia ettiklerini anlatır: Bir de inkara sapmaları ve Meryem"in aleyhinde büyük bir bühtan söylemeleri ve; Biz, Allah"ın resulü Meryem oğlu Mesih İsa"yı öldürdük. demeleri yüzünden (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara öyle gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. (Nisâ, 156-158)
    Şimdi, acaba onların bu tür iddiaları, dilden dile aktardıkları ve fakat kitaplarında yer vermedikleri ulusal kıssalara mı dayanıyor? Çünkü bilindiği gibi her ulusun, gerçek olaylardan ve efsanelerden kaynaklanan sözlü öyküleri vardır ve bunların sağlam ve sahih bir kaynağı da yoktur.
    Yoksa onlar, Hıristiyanlardan defalarca Hz. İsa"yla (a.s), doğumuyla, peygamber olarak ortaya çıkışıyla, insanları Allah"a kulluk sunmaya davet edişiyle ilgili hikayeleri dinlediler de bunları onların ağızlarından mı aldılar ve Meryem"e iftira atıp Mesih"i öldürdüklerini mi iddia ettiler? Bunun kesin olarak belirginleştirmek mümkün değildir. Şu kadarı var ki, yukarıdaki ayet üzerinde düşünüldüğünde görüleceği gibi, Kur"an, açık olarak sadece öldürme -çarmıha germeyi değil- iddiasını onlara isnat ediyor ve onların bu hususta kuşku içinde olduklarını ve aralarında ihtilaf olduğunu ifade ediyor.
     Hz. İsa, İncil ve müjde ile ilgili olarak Hıristiyanların arasında yaygın olan öykülerin kaynağı da, onların kutsal kitaplarıdır. Bunlar; dört incil, -Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri- Luka tarafından kaleme alınan Resullerin İşleri kitabı ve Pavlus, Petrus, Yakup, Yuhanna ve Yehuda"nın mektuplarından oluşur. Bunların tümünün itibarı, İncillerin itibarına dayanır. Dolayısıyla İnciller üzerinde durmakta yarar vardır.
    Matta İncili:
    Yazılışı ve yayılışı itibariyle en eski İncil"dir. Bazıları, Miladi 38 yılında yazıldığını söylemişlerdir. Diğer bazıları ise, 50 ila 60 yılları arasında yazıldığı kanaatindedirler. Görüldüğü gibi bu İncil, Hz. İsa"dan sonra kaleme alınmıştır.
    Eski ve yeni Hıristiyan araştırmacılar, Matta İncili"nin orijinalinin İbranice olduğu, daha sonra Yunanca"ya ve başka dillere tercüme edildiği görüşündedirler. Ancak orijinal İbranice nüsha kayıptır. Tercümenin ise nasıl olduğu ve kim tarafından tercüme edildiği bilinmemektedir.
    Markos İncili:
    Markos, Petrus"un öğrencisidir. Havari değildir. İncilini Petrus"un işareti ve emriyle yazdığını söyleyenler vardır. İsa"nın Tanrı olduğuna inanmazdı. Bu yüzden bazıları; onun, İncilini kabileler ve köylüler için yazdığını ve İsa"yı Allah"ın şeriatını tebliğ eden bir elçi olarak tanıttığını söylemişlerdir. O da, İncilini Miladi 61 yılında yazmıştır.
    Luka İncili:
    Luka, havari değildir. İsa"yı da görmemiştir. Hıristiyanlığı Pavlus"tan öğrenmiştir. Pavlus ise, Hıristiyanlığa düşmanlık besleyen fanatik bir Yahudi"ydi. İsa"ya inananlara eziyet eden birisiydi, onların aleyhine çalışırdı. Sonra ne olduysa aniden sara nöbetine tutulduğunu, bu nöbet esnasında Mesih"in (a.s) kendisine dokunduğunu, izleyicilerine kötülük yaptığı ve eziyet ettiği için kendisini kınadığını, hırpaladığını ve bunun üzerine Mesih"e inandığını ve onun tarafından İncilini müjdeleme üzere elçi olarak gönderildiğini iddia etti.
    Bugünkü Hıristiyanlığın temellerini sözünü ettiğimiz bu Pavlus atmıştır. Öğretisinin temeli şudur: Sadece Mesih"e inanmak kurtuluş için yeterlidir. Ayrıca amel etmeye gerek yoktur. O, murdar eti ve do-muz etini yemeyi helal kıldı. Sünnet olmayı ve Tevrat"ta yer alan birçok hükmü yasakladı. Oysa İncil kendisinden önceki Tevrat"ı tasdik etmek üzere indirilmiştir. Sadece Tevrat"ta haram sayılan belli bazı şeylerin helal olduğunu belirtmiştir.
Kısacası Hz. İsa, Tevrat"ın içerdiği şeriatı egemen kılmak üzere gönderilmişti. Sapıkları ve fasıkları yeniden Tevrat"a uymaya çağırmak üzere gelmişti. Tevrat"a göre amel etmeyi iptal etmek ve kuru bir imanla kurtuluşun gerçekleşeceğini vaat etmek üzere değil.
    Luka, İncilini Markos"un İncilincen sonra yazdı. Bu da Petrus ve Pavlus"un ölümünden sonradır. Birçokları, bu İncilin diğer İnciller gibi ilhama dayalı bir kitap olmadığını belirtmişlerdir.  Nitekim İncilinin giriş kısmındaki ifadeler de bunu ortaya koymaktadır.
    Yuhanna İncili:
    Hıristiyanların birçoğu bu Yuhanna"nın, Hz. İsa"nın çok sevdiği on iki havariden biri olan avcı Zebedi oğlu Yuhanna olduğuna inanmaktadır.
    Diyorlar ki: Şirintus, Ebisun ve bu ikisinin cemaatleri, Mesih"in yaratılmış bir insandan başka bir şey olmadığını, annesinin varlığından önce varolmadığını savundukları için, Asya ve başka bölgelerin  keşişleri Miladi 96 tarihinde Yuhanna"nın yanında toplandılar ve ondan başkalarının İncillerinde yazmadıkları şeyleri yazmasını ve Mesih"in lahuti varlığını özel bir tarzda açıklamasını istediler. Yuhanna onların isteklerine cevap vermekten başka çare bulamadı.
    Bu İncil"in yazıldığı tarih hakkında ihtilaf vardır. Kimisi Miladi 65 tarihinde, kimisi 96 tarihinde, kimisi de 98 tarihinde yazıldığını söylemiştir.
    Bazı Hıristiyanlar, bu İncil"in Havari Yuhanna tarafından yazılmadığı inancındadırlar. Bunlardan bazıları, onun İskenderiye Medresesi talebelerinden biri tarafından kaleme alındığını düşünüyorlar. Diğer bazıları da, bu İncil"le beraber Yuhanna"nın mektuplarının da onun tarafından yazılmadığını, bazı şahıslar tarafından ikinci yüzyılın başlarında yazılıp insanlarca kabul görmesi için Yuhanna"ya isnat edildiğini söylemişlerdir.  Bazılarına göre de, Yuhanna İncili aslında yirmi bapmış. Yuhanna"nın  ölümünden sonra Efes Kilisesi yirmi birinci babı eklemiştir.
    Dört İncil"in durumu bundan ibarettir. Bu rivayetlerin içinde, üzerinde görüş birliği sağlanan kanalların yedi kişiye dayandığını görürüz. Matta, Markos, Luka, Yuhanna, Petrus, Pavlus ve Yehuda. Bunların tümünün dayanağı, bu dört İncil"dir. İncillerin dördü de bir tanesine dayanıyor. Yâni en eskileri olan Matta İncili"ne. Daha önce bunun bir çeviri olduğunu, aslının kaybolduğunu, kimin tarafından tercüme edildiğinin bilinmediğini, orijinalinin nasıl olduğunu, öğretisinde İsa"nın bir elçi mi, yoksa ilah mı oluğunu esas alındığının bilinmediğini belirtmiştik.
    Bu mevcut İncil"de ise şöyle deniyor: İsrailoğulları arasında Marangoz Yusuf oğlu İsa adında bir kişi ortaya çıktı. İnsanları Allah"a davet etti. O, kendisinin Allah"ın oğlu olduğunu, beşerden bir babası olmaksızın dünyaya geldiğini, babasının kendisini çarmıha gerilmek ve öldürülmek suretiyle insanları günahlarından kurtarmak üzere gönderdiğini, ölüleri dirilttiğini, doğuştan kör ve alacalı olanı iyileştirdiğini, cin çarpmışların bedenlerindeki cinleri çıkararak onları iyileştirdiğini söylüyordu. Onun on iki tana öğrencisi vardı. Bunlardan birisi İncil"in yazarı Matta"ydı. İsa onları kutsamış ve Mesih dinini tebliğ etmeleri için birer davetçi olarak görevlendirmişti.
    Hıristiyanlık çağrısının temeli ile ilgili bilgilerin özü budur. Yeryüzünün doğusuna ve batısına yayılmış bulunan böyle bir davet, gelip sonuçta tek bir habere (haber-i vahid) dayanıyor. İsmi, cismi bilinmeyen, kimliği ve vasfı hakkında net bir bilgiye sahip olunmayan bir adamda noktalanıyor.

    Öykünün temelindeki bu ilginç gevşeklik, bazı özgür fikirli Avrupalı araştırmacıları şu iddiayı ortaya atmaya yöneltmiştir: Meryem oğlu İsa Mesih, hayali bir kişiliktir. Dönemin yönetimine karşı duyulan bazı dinsel tepkiler böyle bir şahsiyetin tasavvur edilişine yol açmıştır. Tıpatıp benzeyen bir diğer hayali şahsiyetin olması da bu düşünceyi savunanlara cesaret vermiştir. O da Kirişnadır. Eski Hint putperestliğine göre, o, Allah"ın oğludur. Allah"ın lahutundan inmiştir. Asılmak suretiyle insanların günah yüklerinden ve hatalarından kurtulmalarını sağlamıştır. Kısacası, Hıristiyanların İsa Mesih hakkındaki iddialarını onlar, harfiyen Kirişna hakkında söylüyorlar. İleride buna değineceğiz.
Diğer bazı eleştirmen araştırmacılarsa, Mesih adında iki kişinin olduğunu söylemişlerdir. Çarmıha gerilmeyen Mesih ve çarmıha gerilip öldürülen Mesih. Bu ikisinin arasında ise beş yüz yılı aşkın bir zaman olduğunu söylemişlerdir.
    Bu iddiaya göre bugün bin dokuz yüz elli altıncı yılında bulunduğumuz Miladi tarih ise, bu iki Mesih"ten hiçbirinin yaşadığı döneme denk düşmemektedir. İlk Mesih, en az bu tarihten iki yüz elli yıl önce, yaklaşık olarak altmış yıl yaşamıştır. İkinci ve asılan Mesih ise, ondan sonra yaklaşık olarak iki yüz doksan yıl sonra ve yaklaşık olarak otuz üç yıl yaşamıştır.
    Miladi tarihle, Hz. İsa"nın doğumunun tam olarak örtüşmediğini Hıristiyanlar da inkar edemiyorlar. Bu da, tarihsel bir sektedir.
    Kuşkuları arttıran başka şeyler de vardır. Anlatıldığına göre, Miladın ilk iki yüzyılında, dört İncil"in dışında başka birçok İncil vardı. Kimilerine göre bunların sayısı yüz küsuru buluyordu. Şimdiki dört İn-cil de bunlar arasındaydı. Kilise yönetimi bu dördünün dışındakileri yasakladı. Metinleri kilisenin anlayışıyla bağdaştığı için sadece dört İncil"in yasal olduğunu ilan etti.[15]
Kitab-ı Mukaddes Kamusu, Mr. Hauks, Matta maddesi.
-Bkz. Mizan-ul Hak. Kitab-ı Mukaddes Kamusu"nun yazarı da, tereddütle de olsa, bu durumu itiraf etmektedir.
Abdulvahhab en-Neccar, Kısas-ul Enbiya adlı eserinde bu sözü, Petrus Karmac"ın Muruc-ul Ahbar Fi Teracim-il Ahyar adlı eserinden nakleder.
Kitab-ı Mukaddes Kamusu"nun yazarı bu konuda şöyle der: Önceki kuşaklardan tevatür düzeyinde gelen metinlerde belirtildiğine göre, Markos, İncilini Rumca yazdı. Bu İncil, Petrus ve Pavlus"un ölümünden sonra yayıldı. Ancak, onun İnciline pek itibar edilmez. Çünkü İncilinin zahirnden de anlaşıldığına gibi, o, bu İncili kabileler ve köylüler için yazmıştır; kentliler ve özelikle de Romalılar için değil. Oldukça düşündürücü sözler!
Kitab-ı Mukaddes Kamusu, Pavlus maddesi.
Bkz. Resullerin İşleri ve Pavlus"un Mektupları.
Luka İncli"nin başında (Bap 1 : 1-4) şöyle deniyor: Aramızda vaki olmuş şeylerin hikâyetini, başlangıcından gözlerile görenlerin ve kelâmın hizmetçisi olanların bizlere nakil ettiklerine göre tertip etmeğe bir çok kimseler giriştiklerinden, ben de ta başından beri hepsini dikkatle araştırıp tahkik ederek, ey faziletli Teofilos, olduğu gibi sırası ile sana yazmağı münasip gördüm; ta ki, sana öğretilen kelâmın doğruluğunu bilesin. Bu sözler, açıkça kitabın ilhama değil, gözleme dayalı olarak yazılmış olduğunu göstermektedir. Nitekim, Mr. Cadl de İlham adlı risalesinde bunu dile getirmiştir. Cyrum, açık bir dille, ilk kuşak teologların Luka İncili"nin ilk iki babı hakkında kuşku içinde olduklarını ifade etmektedir. Bu iki babın Marisyuni grubunun elindeki nüshada yer almadığı belirtmektedir. İcharn de, kaleme aldığı eserinin 95. sayfasında, Luka İncili"nin 22. Babının 43. cümlesinden 47. cümlesine kadarki kısmının sonradan ekleme olduğunu söylemektedir. Yine İcharn, eserinin 61. sayfasında şunları söylemektedir: Rivayetlerden kaynaklanan bazı yalanlar Luka"nın nak-lettiği mucizelere ilişkin açıklamalara karışmıştır. Yazar, bunları şairlere özgü müba-lağaya dayalı olarak katmıştır. Ancak günümüzde doğruyu yalandan ayırmak o kadar zor ki. Gali My Shits şöyle der: Matta ve Markos İncillerinin nakilleri genellikle birbirlerinden farklıdır. Dolayısıyla bir hususta bunlar ittifak ederlerse, onların görüşü Luka"ya tercih edilir. (en-Naccar, Kısas-ul Enbiya, s. 477"den naklen)
-Kitab-ı Mukaddes Kamusu, Yuhanna maddesi.
Bkz. Kısas-ul Enbiya, Cercis Zevin el-Futuhi el-Lübnani"den naklen.
Katolik Herald, c. 7, s. 205, 1844 basımı, Stadlen"den naklen. (Bkz. Kısas-ul Enbiya.) Kitab-ı Mukaddes Kamusu, Yuhanna maddesinde de buna işaret edilmiştir.
el-Faruk adlı eserin 1. cildinde Britişinderin bu görüşte olduğu belirtilir. (Kısas-ul Enbiya"dan naklen.)
a.g.e.
Üstad Behruz, Nebevi Müjdeler ile ilgili olarak yazdığı son eserinde bu konuyla ilgili geniş açıklamalar sunmaktadır. Tefsirimizin oluşu içinde Nisâ suresinin sonlarının tefsiri çerçevesinde bu kitaptan alıntı yapmayı umuyorum. Bu konuda kesin olarak bilmemiz gereken husus, Hıristiyanlık tarihinin karışık olduğudur.
Kitab-ı Mukaddes Kamusu. İsa maddesi.
İkinci yüzyıl filozoflarından Şilsus, Gerçek Hitap adlı eserinde, İncillerle oynadıkları için Hıristiyanları ayıplar, akşam yazdıklarını sabah silmelerini kınar. Miladi 384 yılında, Kral Teyodosis"in keşişler arasındaki tartışmalardan bunalması üzerine Papa Damasyus, Eski ve Yeni Ahitlerin yeninden Latinciye tercüme edilmesini ve bu tercümenin kiliselerde yasal metin olarak kabul edilmesini emretti. Ancak Volkana adı verilen bu tercüme, yalnızca Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri kapsamında gerçekleştirildi. Bu İncillerin mürettibi şöyle demiştir: Eski Yunan nüshalarından birkaçını karşılaştırdıktan sonra onları tertip ettik. Yâni anlama muhalif olan kısımları ayıkladık. Gerisini de olduğu gibi bıraktık. Bu tercüme, Tryudentini adlı kurultay tarafından 1546 tarihinde, yâni on bir asır sonra kabul görmüş, daha sonra 5. Sistos, 1590 yılında onun yanlışlarla dolu olduğunu söylemiş ve yeni nüshaların basılmasını emretmiştir. Sonra 8. Climenzus, ikinci kez bu nüshanın yanlış olduğunu söylemiş ve ayıklanmış yeni baskıların yapılmasını emretmiştir. Bugün Katoliklerin elindeki nüsha budur. (Tefsir-ul Cevahir, c. 2, s. 121, 2. Baskı.)

Tahrif Sürecinde İki Unsur: Roma Putperestliği ve Yahudi Kültürü

Roma Putperestliği Romalılar baştan beri İsa peygamberin hareketini siyasi bir isyan olarak algılamışlardır. Yahudi baş kahinler için ise İsa peygamberin başarısı kendilerinin toplumdaki saygınlıklarını ve statülerini etkileyecek bir sonuç doğuracağını hesap ediyorlardı. Çünkü İsa peygamber Din Adamlarının kutsal metinler üzerinde yaptıkları tahrifleri ve haksızca kazanılmış imtiyazlarını tenkit ediyordu. Sonuçta Roma putperestleri ile işbirliği yapan Yahudi Din Adamları İsa    peygamberin fiziksel varlığını ortadan kaldırmak için işbirliği yaptılar. Tıpkı Hendek Savaşı’nda, müslümanlara karşı Mekke müşrikleri ile kurdukları kutsal ittifakta olduğu gibi.

İsa peygamber kendisinin Mesih -yani kral- olduğunu söyleyerek ahlaki mücadele ile siyasi mücadelenin ayrılmazlığını vurguluyordu. İsa a’ı Romalılara şikayet ederken Yahudiler onun “Sezar’a vergi ödenmesine engel olduğunu” söylüyorlardı. Vergi simgesi siyasi bir temsil gücüne sahipti ve Mesihlik iddiasının en somut göstergesi idi. Luka İncili onun bu yönünün Roma yönetimi ile Yahudi Din Adamları arasında nasıl bir dayanışmaya yol açtığını şöyle aktarmıştır: “Bu adam Sezar’a vergi ödenmesine engel oluyor, kendisinin de Mesih, yani bir kral olduğunu söylüyor.” (Luka, 23/2.)

Hz. İsa’nın hicretinden sonra Nasraniler ismiyle anılan cemaatin başına Yakup geçti. Yakup İsa a’ın kardeşi idi ve Roma onun Mesihliği miras aldığını düşünüyor bütün siyasi isyanlardan onu sorumlu tutuyordu. MS. 48-49’lu yıllarda Roma valisi çok sayıda Nasrani’yi çarmıha gerdirdi. MS. 62-65 yılları Naraniler için kabus gibiydi. O yıllarda Roma ve Yahudilerin işbirliği sonucunda açıkça imanını izhar eden her Nasrani zulüm işkence altında şehadet mertebesine nail oluyordu. İsa peygamberin kardeşi Yakup da bu yıllarda çarmıhta idam edilenler arasında şehitler kervanına katılmıştı.

Ms. 66 yılında Yahudiler tarafından başlatılan büyük isyandan sonra Romalılar Kudüs’ü yerle bir ettiler. Çok sayıda Yahudi bu olaydan sonra Kudüs’ten atıldı. Romalıların gözünde Nasraniler de Yahudi idiler ve bu nedenle onlar da bu sürülenler arasındaydılar. Yoğun olarak Suriye ve Mısır taraflarına hicret eden Nasraniler için tehlike sona ermemişti. Çünkü Roma’nın gözünde onlar bir Yahudi idiler ve Mesih’e iman etmekle siyasi taleplere sahiptiler.

Siyasi çalkantıların ayyuka çıktığı,Yahudilerle Roma yönetimi arasında baş gösteren çatışmaların had safhada olduğu bu yıllarda yazılan resmi İncillerde dönemin güncel sorunları kutsal metinlerin oluşumu üzerinde olumsuz bir etki meydana getirmiştir. Resmi İncillerin muhatapları Roma hakimiyeti altında bulunan insanlardır ve tedvin döneminde bir peygamber de bulunmadığından ilahi denetimden söz etmek mümkün değildir.

Hz. İsa’yı Yahudilerin kralı olduğunu iddia eden Mesih olarak tanıyan Romalılar bu tedvin döneminde İncil yazarları üzerinde psikolojik ve siyasi baskılar kurmuşlardır. Bu da İncil yazarlarının Roma yönetimine şirin gözükecek bir kutsal kitap yorumu tercih etmelerine yol açmıştır. Mesela, Roma’nın atadığı Kudüs valisi Platus iyi kalpli bir yönetici olarak tanıtılmıştır. Oysa tarihi vesikalar onun şiddet ve barbarlıkta ünlü bir yönetici olduğunu kaydetmiştir.

İncillerde yer alan pasifist-delicesine barış yanlısı İsa tasvirleri de Mesih’in sadece ahlaki tutumlarla ilgilenen edilgen, mistik bir kişilik tablosu ile bizi karşı karşıya bırakmaktadır. Oysa Allah’ın kulu ve elçisi olan bir peygamberin dengeli olması gerekir. Kur’an’ın bize tanıttığı öncü mümin modelinde “Kafirlere ve münafıklara karşı sert ve caydırıcı, müminlere-mazlumlara karşı sevgi ve hoşgörü” ilkesi egemendir. (Tevbe,73,111, Fetih,48/29. vd.) Gerçekte İsa peygamberin de Kur’an’ın tanımladığı bir liderlik örneği sergilemesi gerekirdi. Aslında öyle de olmuştur. Fakat Roma yöneticilerinin katı ve baskıcı tutumu, İncil yazarlarının mistik indirgemecilikle İsa peygamberin barışçı yönünü abartmalarına yol açmıştır.

Yine İnciller’deki ve sevgi ve hoşgörünün abartılı ifadelerine rağmen İsa peygamberin gerçek kişiliğini ele veren cihad boyutu da tamamen yok edilememiştir. Mesela Matta’nın aktardığı şu ifade onun gerektiği zaman iflah olmaz zalimlere karşı şiddetin kullanılabileceğine ilişkin bir cihad çağrısı gibidir: “Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın, ben barış değil kılıç getirdim” (Matta,10/34.)

Luka’nın aktardığına göre, Son Yemek sahnesinde İsa peygamber havarilerine silahlanmalarını söylemiştir: “Kılıcı olmayan abasını satıp bir kılıç satın alsın” (Luka,22/36.)
Matta’nın anlattığı bir olayda da İsa peygamberin fiziksel baskıyı gerektiği zaman devreye koyduğunu göstermektedir. O Kudüs’teki mabedin avlusunu işgal eden tefecilere, haydutlara, şiddete eğilimli kişilere karşı sert davranmıştır: “İsa tapınağın avlusuna girerek oradaki bütün satıcı ve alıcıları dışarı kovdu. Para bozanların masalarını güvercin satanların sehpalarını devirdi. Onlara şöyle dedi: ‘benim evime dua evi denilecek’ diye yazılmıştır. Ama siz burayı haydut inine çevirdiniz.” (Matta,21/12.)

Roma Kültürü’nün Resmi Hıristiyanlık Üzerindeki Diğer Etkileri

Pazar Günü Pavlus’un Roma kültürünün etkilerine açtığı Hıristiyanlığın özünde bir çok değişiklik meydana gelmiştir.Yahudi şeriatının kutsal günü olan Cumartesi yasaklarının terk edilmesi, bunun yerine Pazar gününün kutsal sayılması, Roma kültürünün etkisi altında oluşmuştur.

Roma’da yaygın olan Güneş Dini’nin Hıristiyanlık üzerindeki etkilerini Cumartesi’nin yerini Pazar’ın alması örneğinde görebiliriz. Roma imparatorluğunda Pazar günü “Sunday/Güneş Günü” olarak isimlendiriliyordu. Pavlusçu Hıristiyanlar işte bu şirk geleneğini devr alarak Cumartesi yasaklarının ağırlığından kurtulmaya çalışmışlardır. Pavlus Din’i hukuki kurallarından arındırıp salt mistik bir tasavvur inşa ederken bu sapmanın ilk adımını atmıştı.

Noel
Noel gününün 6 Ocak’tan 25 Aralık’a alınması da Güneş Dini’nin etkisiyle olmuştur. Bilindiği gibi 25 Aralık Güneşin güçlenmeye başladığı 24 Aralık’ın ardından gelmiştir. Bu gün Roma’da kutsal addediliyordu. Ms.2.yüzyıla kadar 6 Ocak’ta kutlanan Noel Günü Güneş Dini’ne verilen bir tavizle 25 Aralık’a alınmıştır. Ancak yine de bu gün Doğulu -Ortodoks- Hıristiyanlar Noel’i hala 6 Ocak’ta kutlamaktadırlar.

Evharistiya Ayini (Ekmek-Şarap Ayini)
Hıristiyanlığın en önemli ritüellerinden biri olan ekmek-şarap ayini eski İran dinlerinden Mitra’nın bir törenidir. Roma İmparatorluğunda yaygın olan bu eski Pers Dini’nin kutsal metinlerinde Evharistiya ayini tanrı adına yapılmaktaydı. İnanışa göre Tanrı, bu inancının bağlılarına “Bedenimi yemeyen ve kanımdan içmeyen, böylece benimle Bir olmayan kişi kurtulamayacaktır” demiştir. Bu ifade aynen Yuhanna İncili’nde yer almaktadır: “Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır... Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda..” (Yuhanna, 6/54-57.)

Meryem Ana Tanrının Annesi!
MS. 431 yılında yılında toplanan Efes Konsili Meryem a’ın İsa peygamberin -yani tanrının anası- olduğunu ilan etmiştir. Tarihi vesikalara ve İnciller’de yer alan bilgilere göre Meryem a, bakire doğumundan sonra Yusuf adında bir kişi ile evlenmiştir. İsa a’dan sonra Yakup gibi yeni çocuklar doğurduğu bilinmesine rağmen, Efes Konsili’nde onun ebediyyen bakire kaldığının kabul edilmesi önemli bir tutarsızlıktır.

Buna ek olarak Konsil Meryem Ana’nın tümüyle masum -hiçbir hata ve günah işlemeyen biri- olarak tanımlaması daha sonraki yüzyıllarda onu aşırı yüceltmeci bir tasavvurun konusu yapmıştır. Artık Meryem a da teslisin önemli unsurlarından biri haline gelmiş, kiliselerdeki ikonlar arasında yerini almıştır. Meryem a’ı iffetsiz ilan ederek aşağılayan Yahudiler’e karşılık Hıristiyanlar da onu kurtarmak için zıt bir uca gitmiş, aşırı yüceltmişlerdir. Bu yüceltme Hıristiyanların Meryem tasvirleri ve heykelleri önünde dua etmek için ruku vaziyetinde eğilmelerine yol açmıştır. Artık yardım istenen sanki Allah değil İsa ve annesi Meryem’dir.

Hıristiyanların bu tasavvuru inşa edişlerinde evlenen, çoluk-çocuk sahibi olan Yunan Tanrıları’nın önemli bir etkisi olduğunu söylemek mümkündür. Aslında putperestliğin hakim kültür üzerinden tek ilah telakkisine saldırması, Tevhid ile Şirk arasında varolan kesintisiz mücadelenin bir başka vechesinden başka bir şey değildir.

Bu sonuçtan İsa peygamber ve onun gerçek bağlıları değil, Din’in bütünlüğünü bozan Pavlus gibi tahrifçiler sorumludur. Zaten Kur’an-ı Kerim ile Yüce Allah Elçi’sini aklamaktadır. (Maide, 5/116-118.)

Yahudi Kültürü İle Yunan Paganizmi Arasında Sıkışmış Bir Teolog: Pavlus


Pavlus’un Yunan paganizminin ürettiği felsefeler etkisinde yeniden inşa ettiği Hıristiyanlık siyasi talepler arıtılmış bir yorumla oluşturulmuştur. Nasraniler’in aksine Pavlus inancını yine Roma topraklarında ama Yahudi olmayanlar arasında yaymıştır. O Yahudi kökenlidir ve Antropomorfist (insan görünümlü) bir tanrı anlayışına sahiptir. Fakat yeniden inşa ettiği Hıristiyanlıkta Yahudi Şeriatı’nın tüm izlerini silme gayretindedir. Onun bu mistik tasavvuru tesadüfen seçtiğini söylemek mümkündür. Çünkü Pavlus, Roma otoritelerine siyasi taleplerden arınmış bir mabed-vicdan dini inşa ettiğini ispatlamak için böyle bir tercihte bulunmuştur.

Pavlus öncelikle Roma yönetiminin Mesih kavramından ürkmemesi için yeni bir tasavvur önermiştir. Kavramın içeriğini boşaltarak Mesih’e salt manevi kurtarıcı işlevi yüklemiştir. Romalılara Mektuplar’da Pavlus “yönetim senin iyiliğin için tanrının hizmetindedir... vergi hakkı olana vergiyi, gümrük hakkı olana gümrüğü, korku hakkı olana korkuyu, saygı hakkı olana saygıyı, herkese hakkını   verin.” demek suretiyle uzlaşmacı bir din inşa etmiştir. Bu yorumla tahrif edilen mistik dini tabii ki, Roma yönetimi Nasrani sorununun çözüm yolu olarak görecekti. Pavlus’un doktrinini zararsız bulan Roma yönetimi onun bağlılarını rahatsız etmemiştir.

Hz. İsa Kur’an’da peygamberler için takdir edilen sıfatlarda görüldüğü gibi kendini değil, Allah’ı yücelten bir Elçi’dir. İnciller’in de kaydettiğine göre O, tevazu sahibi kendini övmekten hoşlanmayan bir karaktere sahiptir. İsa peygamberin bu alçakgönüllü bir kul olarak edindiği ahlaka Hıristiyan kutsal metinleri yer vermiştir. Ancak bu metinlerde tevhid ile şirk iç içe geçmiş birbirine karışmıştır. Yine de resmi İnciller’de bile kısmi doğrulara rastlamak satır aralarında mümkündür. Mesela diğerlerine göre en saf olan Markos incilinde Hz. İsa’nın kendisine “iyi öğretmenim” diye seslenen bir kişiye, onun “iyi olan tek ve biri var, o da Allah’tır” dediği kaydedilmiştir. (Markos,10/17-18.)

Satır aralarına serpiştirilmiş doğrulardan, nasıl oldu da “tanrının oğlu” hurafesi üretildi? Bu soruyu cevaplamak için kutsal metinlerde ve Hıristiyanlık tarihinde baskın bir yere sahip olan Pavlus’u daha yakından tanımak gerekir. Yahudi asıllı olan ve ilk adı Saul olan Pavlus’un iki beslenme kaynağı vardır: Yahudi Kültürü ve Roma Kültürü. Bu iki kültür Hıristiyanlık üzerinde Pavlus eliyle etkisini göstermiştir.

Pavlus’un asıl adı Saul’dur. Saul iyi bir hahamlık eğitimi almış, Roma kültürünün atmosferinde yetişmiştir. (Üç İsa, Aytunç Altundal)
Hıristiyanlık tarihinde ilk şehid olarak anılan İstefan’ın öldürülmesinde Saul’un (yani pavlus’un) başat bir rolü vardır. Resuller’in işelerinde ondan şöyle söz edilmektedir:
“Saul inananlar topluluğunu kırıp geçiriyor, ev ev dolaşarak kadın erkek demeden imanlıları dışarı sürüklüyor, hapse atıyordu.” (Resullerin İşleri,8/13.)

Resullerin İşleri’nde anlatıldığına göre Saul/Pavlus Hıristiyanlarla mücadele etmek için başhahamdan aldığı izinle bir grup silahlı adamla birlikte Şam’a doğru yola çıkmıştı. Bu yolculukta Saul anlatıldığına göre gökten bir ses işitti: “Saul bana niçin zulmediyorsun? Pavlus bu sese “sen kimsin?” diye cevap verdi; gökten yeniden bir ses duyuldu: “ben senin zulmettiğin İsa’yım”.
Hayatında İsa a’ı hiç görmeyen pavlus’un uydurduğu bu olayın bir halüsinasyon olduğuna ilişkin araştırmalar vardır. Saul yani pavlus’un İsa a’dan gelen bir mesaj olarak yorumladığı bu varsayımın “suçluluk duygusuna bağlı” bir ruhsal reaksiyon olması kuvvetle muhtemeldir.

Bu olaydan sonra Saul Hristiyanlara -Nasrani cemaati’ne- katılır. Nasrani cemaati onu başlangıçta hoş karşılamaz ve ciddi bir eğitim faaliyeti içinde de bulunmaz. Kudüs’teki Nasranilerle az bir süre kalır, ama hiç kimse sabıkasından dolayı ona fazla güvenmez. Bu nedenle onun İsa a ve Hıristiyanlık hakkındaki bilgileri kişisel halüsinasyonlardan öteye gitmez.

Onun karakterini asıl belirleyen ise; Yahudi kültüründen aldığı “antropomorfist/insan görünümlü” tanrı anlayışı ve Roma’nın hakim tasavvuru olan çok tanrılı şirk anlayışıdır. Saul Galatyalılar’a mektuplarında ciddi bir irşaddan geçmediğini, bilgisinin ve tasavvurlarının mistik tecrübelere dayandığını zaten kendisi de itiraf etmektedir. (Galatyalılara Mektuplar,1/11-19.)

Pavlus’un yıldızı Akdeniz havzasına yaptığı misyonerlik yolculuğu esnasında parlamıştır. Kudüsteki Nasrani cemaatinin lideri, İsa a’ın kardeşi Yakub pratik faydalar umarak onu memleketi olan Tarsus’a tebliğ için gönderir. Bundan sonra artık o Saul ismini kullanmaz; bunun Yunanca karşılığı olan Pavlus’u kullanmaya başlar. Çünkü tebliğe başladığı topraklar, Greko Romen kültürünün yüzyıllardır işgali altındadır. Pavlus Tarsus’a vardıktan sonra 14 yıl boyunca tüm Doğu Akdeniz’i gezer ve mistik tecrübelerinin propagandasını yaparak yorumları ile yepyeni bir Hıristiyanlık dini
inşa eder. (kaynak.....)

Pavlus’un misyonerlik faaliyetleri Kudüs’te takdirle değil rahatsızlıkla karşılanır. Hz. İsa’nın kardeşi Yakup onun anlattıklarına çok sayıda tekzip gönderir. Pavlus ile muvahhid Nasraniler arasındaki bu sürtüşme Hıristiyan kutsal metinlerinde -Resullerin İşlerinde, Pavlus’un Mektuplarında- uzun uzadıya anlatılır. Fakat bu bölümleri Pavlus’un doktoru ve yakın dostu Luka tarafından yazıldıkları için nesnel bir sonuç çıkarmak mümkün değildir. Luka Pavlus’u haklı çıkaracak şekilde yorumlu olarak kaleme almıştır.

Pavlus 14 yıllık misyonerlik faaliyetleri sırasında muvahhid Nasranilerden farklı olarak önceki şeriat olan Musa a’ın kanunlarını terk etmeyi tavsiye etmiştir. Oysa bütün peygamberler önceki şeriatları tasdik ederek, doğruyla yanlışı ayırdedebilecek ölçüler va’z etmişlerdir. Hz. İsa Matta’nın kaydettiklerine göre “Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim” demiştir. (Matta, 5/17.)

İsa peygamber kendisinden önceki vahiy kaynağı olan Tevrat’ın şeriatına bağlı olunmasını emretmiştir. Hatta bu bağlılığın tutucu Yahudi mezhebinin mensuplarından Ferisiler’den daha fazla olması gerektiğini söylemiştir: “Ben peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim...” (Matta,5/17-20.)

Matta’nın kaydettiklerine göre Hz. İsa Yahudileri söylediklerini yapmamakla, gösterişe düşkünlükle, adalet, sadakat ve merhameti ihmal etmekle, türbecilik yapmakla” suçlamıştır. Ferisiler bu pasajdaki ifadelere göre atalarının peygamberleri öldürdüklerini itiraf ettikleri de yer almaktadır. (Matta, 23/1-32.)

Hz. İsa’nın tüm peygamberler gibi gerçeklerin üstünü örten boş inançlardan ve yanlış gelenekten Din’i kurtarıp saflığına geri döndürmek istediğini İnciller’den takip etmek mümkündür. Markos’un kaydettiklerine göre İsa a Ferisilerle konuşurken “Allah’ın buyruklarını bir kenara bırakıp, insan geleneklerine uymakla” suçladığını görmekteyiz. (Markos,7/6-13.)

Pavlus, Ferisilerden farklı olarak zıt uçta bulunan, manastırlarda toplu halde yaşayan Yahudi mezhebi olan Esseniler’i eleştirmemiştir. Aslında Ferisilere yaptığı eleştirilerde Pavlus tamamıyla haksız da değildir. Çünkü Ferisiler Tevrat’ın sözlü yorumu olan Talmut’a çok fazla önem verirler. Din’in asli amaçlarının ayrıntılar ve ilahi kökenli olmayan katı hukuk kuralları arasında kaybolmasına yol açarlar.

Tamamıyla özden yoksun bir şekil üzerinde ısrar eden Ferisiler’e karşılık Pavlus tüm hukuk kurallarını reddederek dinin kabuksuz kalmasına yol açabilecek bir tebliğ şekli benimsemiştir. Böylece Din özünü koruyacak kabuğunu kaybetmiş, geriye sadece soyut ve anlamsız bir sevgi edebiyatı kalmıştır. Yüzyıllardır bu edebiyat gerçek dinin yerine kiliselerin oyalanma vesilesi kullanıla gelmiştir.

İncillerden de takbettiğimiz gibi İsa peygamber ilahi vahyin önceki kaynaklarını temizleyip arındırarak, onlara Allah’ın izni ve rehberliğinde yeni katkılar sağlamak için gönderilmiştir. Ancak onun bu saf çağrısı, Din’i uydurdukları beşeri adetlerle bozdukları için en çok tenkit ettiği, çarmıh olayının baş aktörleri olan Yahudiler tarafından değiştirilmiştir. Özellikle İsa a’ın öğrencilerinin arasına sonradan katılan bir kişi her şeyi mahvetmiştir: PAVLUS.

Resuller’in İşleri bölümünün yazarı olan Luka’nın kaydettiklerine göre, İsa a’ın vefatından sonra öğrencileri büyük baskılar, ölümlü işkenceler görmeye başladılar. Romalılar Hz. İsa’nın memleketi Nasıra’dan dolayı bu küçük cemaati “Nasraniler” diye isimlendirmiştir. Cemaatin liderliğini Hz. İsa’dan sonra kardeşi Yakup (James) üstlenmiştir. Meryem a Hz. İsa’nın doğumundan sonra Yusuf adlı biri ile evlenmiş, başka çocukları da olmuştur. Yakup da bu çocuklardan biridir.
Nasranilere Rom imparatorluğu ile işbirliği halinde bulunan Yahudiler de zulmediyorlardı. Yahudi mezhebi Sadukilerin bir üyesi olan Saul da bunlardan biri idi. Saul bir haham olarak yetiştirilmişti. “ilk Hıristiyan şehid” olarak bilinen İstefan’ın taşlanarak öldürülmesine Saul’un nefreti sebep olmuştu. (Resullerin İşleri,8/1-3.)

Resullerin işleri’nde anlatıldığına göre Saul (Yunanca karşılığı Pavlus) Başhahamdan aldığı özel bir izinle Nasraniler’le mücadele etmek için Şam’a gider. Yolda Saul’un gökten “ben senin zulmettiğin isa’yım” diyen bir ses duyduğu kaydedilir. Oysa o İsa a’ı hayatı boyunca hiç görmemiştir; yine de gökten gelen bu sesi O’ndan gelen bir mesaj olarak yorumlamıştır.

Bunun “suçluluk duygusuna bağlı psikolojik bir reaksiyon olduğu” yorumu yapılmıştır. (44.dipnot)
O Galatyalılar’a yazdığı mektupta “sünnetsizlerle yemek yiyip yememek, müşriklerden hicret edip etmemek” konsusunda Barnaba ve Petrus (Kefas) ile tartışmıştır. Petrus putperestlerle mesafeli ilişki kurmayı, onlarla hemhal olmamayı savunduğu halde Pavlus’un müşriklerle hiçbir sıkıntısı olmadığını bu mektubun muhtevasından anlıyoruz. (Galatyalılar’a Mektuplar, 2/11-15.)

Yahudi Şeriatı Greko-Roma topraklarında sorun oluşturuyor Din’in kabulünü zorlaştırıyordu. Bu yüzden Pavlus dinin içinden bu hukuk kurallarını ve Tevhidi özü atmak gerektiğini savunmuştur. Ancak bu şekilde putperest Greko-Romen kültürünün mensuplarının Hıristiyan olacağını hesab ediyor, pragmatik bir tebliğ faaliyeti yürütüyordu. Pavlus Yunan putperestliğinin egemen olduğu bu topraklarda bütünlüğünden koparılmış bir dini anlayışı, afaki bir tasavvuru “isa sevgisi”ni propaganda etmekle yetinmiştir.

O misyon yolculukları esnasında Hz. İsa’nın mesajının Yahudi Şeriatını terk etmeyi gerektirdiğini işlemiş, hatta Hıristiyanlığı yeni bir din olarak görüp takdim etmiştir. Önceki hayatını “Yahudi dinine bağlı olduğum zaman” (Galatyalılara Mektuplar, 1/13.) olarak anan Pavlus Yahudilikle tüm ilişkisini kesmiştir.

O Yahudi iken de içinde bulunduğu durumdan başka hakikat kabul etmeye yanaşmamış, en sert bir şekilde başka düşüncelere karşı savaşmıştı. İlk Hıristiyanlardan aktarılan hatıralarda onun kendilerine yaptığı işkenceleri, verdiği sıkıntıları uzun uzadıya okumak mümkündür.

Şeriat’ın atılmasıyla birlikte İsa peygamberin mesajından geriye kalan sadece soyut bir “sevgi” den başka bir şey değildir. Önceleri Pavlus havari Petrus’u (Kefas’ı) çeşitli kelami mülahazalar ileri sürerek bu konuda ikna etmiştir. Fakat Kudüs’ten gelen elçilerle konuştuktan sonra Petrus yeniden Din’in bütünlüğüne geri dönmüştür.

Pavlu 14 yıl boyunca Akdeniz havzasını gezerek misyonerlik yapmış, bu sırada Roma mekteplerinde a aldığın eğitimin etkisi altında kalarak Yunan paganizmiyle karışık bir teoloji inşa etmiştir. Kudüs’ten Nasrani cemaatinin gönderdiği elçilerin hakikati hatırlatmalarına sinirlenerek onları “sahte elçiler” olmakla suçlamıştır. (Korintoslulara Mektuplar, 11/4,13.)

Pavlus’un ahlak anlayışı tamamıyla mistik tasavvurlar üzerinde kuruludur. O, Galatyalılar’a mektuplarında arınmanın ilahi yasalara uygun yaşamakla değil, sadece iman etmekle gerçekleşebileceğini iddia etmiştir. Ayrıca İsa Mesih’in kendisinde enkarne olduğunu (Onun ruhunun kendisinde ete kemiğe büründüğünü) iddi etmiştir. Bu vehim içinde bir peygamberle kendisini özdeşleştiren Pavlus’un, çarmıha gerilmeye Mesih’in kendisi için katlandığını iddia edecek kadar aklı karışıktır.

Gördüğü halüsinasyonların etkisiyle “ben yaşamıyorum, Mesih bende yaşıyor” diyerek, Eski Mısır,
Yunan ve Çin-Hint kadim şirk kültürlerinin en meşhur tasavvurlarından tenasüh inancını savunmuştur. (Galatyalılara Mektuplar, 2/16-21.) Artık İsa a Pavlus için, tıpkı Zeus gibi yarı tanrı-yarı insandır: Tanrının oğludur. Maalesef Pavlus’un ürettiği bu din yorumu hakimiyet alanı bulmuş, bu yorum gelenek haline gelmiştir.

Pavlus 14 yıl misyonerlik faaliyetleri yaptıktan sonra Kudüs’e geri dönmüştür. Kudüs’teki Hıristiyan cemaatinin liderleri ona soğuk davrandılar ve şu sözlerle suçladılar: “sen diğer toplumlar arasında yaşayan Yahudilere çocuklarını sünnet ettirmemelerini, törenlerimize uymamalarını söylüyor, Musa’nın şeriatına sırt çevirmeleri gerektiğini öğretiyormuşsun” (Resullerin İşleri, 21/22.)
Bu suçlamalara Pavlus inşa ettiği teolojinin felsefi verileriyle demogoji yaparak cevaplar vermiş, ancak Din’in aslında yapmaya çalıştığı değişiklikleri Kudüs Hıritiyan cemaati kabul edilebilir bulunmamıştır. Diğer yandan Hz. İsa’nın Risaletinden önce oluşmuş bulunan Yahudi mezheplerinden Ferisiler ve Sadukiler -ki çarmıh olayında baş rol üstlenen gruplardır- onu yargılamak istemişlerdir. Pavlus tutuklandığı esnada Yahudiler tarafından yargılanmaktan kurtulmak için Roma vatandaşı olduğunu ileri sürerek Roma’nın yargıçlarına teslim edilmesini talep etmiştir. Bunun üzerine Roma’lı askerler onu Yahudilerin elinden kurtarıp gemiyle kaçırmışlardır; böylece Roma’nın koruyucu kanatları altında yaşamaya başlayan Pavlus hem hayatını hem de inşa ettiği teolojisini kurtarmıştır. Pavlus’un pagan kültürü ile çelişmeyen “yarı tanrı-yarı insan” tasavvuru Zeus’un yerini İsa a’ın almasıyla geniş kitlelerce benisenmeye başlamış, nihayet M.S. 325’de resmen Roma İmparatorluğu Hıristiyanlığı kabul etmiştir. Yaygın görüşe göre Pavlus M.S. 60’lı yıllarda Roma’da ölmüştür.

Hıristiyan kutsal metinleri bu süreç içinde oluşmuştur. Yoksa İsa a’ın hayatında yazılıp günümüze intikal etmiş resmi bir incil yoktur.

YUHANNA

Dördüncü İncil Yuhanna’yı, Hazret-i İsa’nın arkadaşı ve havarisi olan Zebede ve Salome oğlu Yuhanna’nın yazdığı ileri sü­rülür. Ancak araştırmacılar, bu İncil’de İskenderiye felsefe mek­tebinden alınmış ve temeli yine Yunan felsefesine dayanan man­tık fikrinin açıkça görülmesine bakarak, onun Yuhanna isimli başka biri tarafından yazıldığını ifade etmektedirler.

Çünkü havari Yuhanna’nın, Yunan felsefesiyle yetişmiş ve onun tesirinde kalarak bunu İncil’e bile aksettirmiş olması mümkün değildir.
Öte yandan bu İncil’i yazan Yuhanna’nın gayesinin, HZ. isa’nın uluhiyetini ispatlamak olması da, onun Ruhullah’a gerçekten iman etmiş bir havari olmadığını ortaya koymaktadır.
M.S. 90-110 yıllarında yazıldığı söylenen Yuhanna İncili’nde vahiyle alakalı hiçbir bilgiye rastlamak mümkün değildir.
Bu İncîl’de havariler, Hz. isa’ya “Ya Rab!” şeklinde hitab ederler.
Bu itibarla Yuhanna, Hristiyanlığı tahrif eden yahudi Pavlos’un bıraktığı yerden işe devam eden bir kimse hüviyetindedir. Dolayısıyla M. P. Roguet, Yuhanna’nın kaleme aldığı bu İncîl hakkındaki fikrini şöyle açıklar:
“Sinoptik İncil’ler, (birbirine benzeyen ilk üç İncil; Matta, Markos ve Luka) isa’nın sözlerini çarpıcı, konuşma üslubu­na yakın bir tarzda naklettikleri halde, Yuhanna’da her şey (mü­ellifin) tefekkür(ün)e boğulur.
O derecede ki, bazen kendi ken­dimize: Konuşan isa mıdır, yoksa O’nun sözleri İncil yaza­rının mütalaaları ile belli olmadan genişletiliyor mu? diye sormak durumunda kalırız!”
İncîl’lerin bu garip durumları, bazı hristiyan din adamları tara­fından da bizzat itiraf edilmiştir:
Nitekim üçüncü asırda Maneviyye mezhebine mensub olan Tauste, İncil’lerin müellifleri hakkında şöyle demektedir:
“İncîl’lerin ne isa, ne de havariler tarafından yazılmayıp, çok zaman sonra meçhul birtakım kimseler tarafından yazıldığı­nı ve bu adamların, görmedikleri şeylere başkalarınca inanılma­yacaklarını bildiklerinden, hikayelerinin başlarına havârîlerin ya­hut onlara mensüb kimselerin isimlerini koyduklarını herkes bilir.”
Hazret-i isa’ya indirilen, ancak şu an bulunmayan gerçek İncil’in ise böyle olmadığını ve onun müttakilere bir hidayet ve öğüt kitabı olduğunu Kur’an-ı Kerim şöyle beyan buyurmuştur:
“Kendinden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak pey­gamberlerin izleri üzerine, Meryem oğlu İsa’yı da arkaların­dan gönderdik. Ve O’na, içinde doğruya rehberlik ve nur bu­lunan, ondan evvelki Tevrât’ı tasdîk etmek, müttakîlere bir hi­dayet ve öğüt olmak üzere İncil’i verdik.” (el-Maide, 46)
Cenab-ı Hak, ehl-i kitabı, dinlerinin bozulması üzerine gönderilen son din olan İslam’ı kabul edip Hakk’ın emrine riayet etmeleri halinde bağışlayacağını şöyle beyan buyurmaktadır:

“Eğer ehl-i kitab iman edip ittika etselerdi, herhalde (geçmiş) kötülüklerini örter ve onları, nimetleri bol cennetlere sokardık.” (el-Maide, 65)
Daha evvel de ifade ettiğimiz gibi bu dört İncil’in dışında meşhur olan bir İncil daha bulunmaktadır ki, o da Barnabas İncili’dir. Barnabas, Hz. isa’nın ashabının ileri gelenlerindendir ve tevhid akidesine bağlıdır. Bu yüzden tevhid inancını savunan Barnabasçılar ile tevhidden ayrılıp teslis akidesine sapan Pavlosçular ara­sında büyük mücadeleler olmuştur.
Barnabas İncili’ni diğerlerinden ayıran başlıca farklılıklar şunlardır:
1. Hz.isa, ne Tanrı, ne de Tanrı’nın oğludur. O, Allah Teala’nın insanlara gönderdiği bir peygamberdir.
2. Hazret-i İbrahim -aleyhisselam-’ın kurban etmek istediği oğlu İshâk -aleyhisselam- değil, İsmail -aleyhisselam-’dır.
3. Hz.isa çarmıha gerilmemiştir.
4. Beklenen Mesih, Faraklit’tir, yani Hz. Muhammed Mus­tafa -sallallahu aleyhi ve sellem-’dir.

::ASİYE UTKU::

Afrika'da Sömürgecilik ve Misyonerlik El Ele


Emperyalizmin Afrika senaryosu ve bunda misyonerlerin rolü, emperyalizm-misyonerlik ilişkisini ortaya koyma bakımından üzerinde durulmaya değer.
Afrika'nın keşfinden sonra bu kıtaya ilk yayılanlar misyonerler oldu. Misyonerlerin amacı sadece insanları hıristiyanlaştırmak değil aynı zamanda onları sömürge hâkimiyetine hazır hale getirmekti. Böylece Avrupa'nın Afrika üzerindeki hâkimiyeti daha da kuvvet kazanacaktı.
Nitekim misyonerler bütün güç ve imkânlarıyla çalıştılar. Avrupalılar da hâkimiyetlerini kurdular ve bunun sonucunda bir yandan Afrika'nın tabii zenginlikleri Avrupa'ya aktarılırken, diğer yandan ekonomik gelişmeler dolayısıyla işçi talebinin karşılanması için insanlar köleleştirildiler. Avrupalının yüzyıllar süren sömürge düzeninin neticesi, bu kıtanın verimsiz, kurak ve çöl haline getirilmesi dolayısıyla insanlarının fakirleşmesi oldu.
Afrika kıtasının tabii zenginliklerinin Avrupa'ya taşınması sonucunda bu kıtanın çölleşmesini de Avrupalılar kendi çıkarları açısından kullanmayı bildiler. Batılılar, hıristiyanlaştırma faaliyetleri çerçevesinde geçmişte gerçekleştiremediklerini bugün yoksulluğu fırsat bilerek gerçekleştirmek istiyorlar. Bugün Batı'nın göndermiş olduğu hıristiyan misyonerler Afrika insanının yoksulluğunu ve açlığını onu hıristiyanlaştırmak için değerlendirmektedirler.
World Christian Encyclopaedia (Hıristiyan Dünyası Ansiklopedisi)'nın yayın müdürü istatistikçi Dawid Warren'e göre 1970'lerde hıristiyanlaştırma faaliyetlerine 70 milyar dolar ayrılmışken bu miktar gittikçe artırılarak 1980'lerde 100.3 milyar dolara çıkarıldı. Dawid Warren, tüm dünyada yapılacak hıristiyanlaştırma faaliyetleri için 1985 yılında da 127 milyar dolar ayrıldığını bildirdi. (Buna misyonerlik faaliyetleriyle bağlantılı gıda, sağlık ve diğer zorunlu ihtiyaç yardımlarının da dahil olduğunu sanıyoruz.) Yukarıda da işaret ettiğimiz üzere misyonerler, faaliyetlerini kuraklık ve açlık musibetine uğrayan ve kendi hallerine terk edilen Afrikalıların yaşadıkları bölgelerde yoğunlaştırmaktadırlar. Yardımseverler kisvesi altında faaliyet yürüten misyonerler her gün yüzlerce Etyopyalı, Sudanlı, Çadlı, Malili ve Mozambikli insanın inancını çalmaktadırlar. Anne ve babalarını kaybeden Müslüman çocuklar, papazlar tarafından idare edilen hıristiyan yetimhanelerine götürülmekte ve içlerinden zeki olanlara kilise bursları temin edilerek Batı ülkelerine tahsil yapmaya gönderilmektedirler. Bunlar Batı ülkelerinin Afrika ülkelerindeki çıkarlarını korumaya elverişli hale getirilmek üzere özel bir eğitime tabi tutulmaktadırlar. Söz sırası gelmişken bugün İslam ülkelerindeki yönetim meselesinin ve bu ülkelerde yönetim ile halk arasındaki kopukluğunun da geçmişte uygulanan benzer politikadan kaynaklandığına dikkat çekmemiz uygun olur.

Misyonerler, Aleviler, Kürtler...


Bazı Alevi vatandaşlarımızın zorunlu din derslerinin kaldırılması için mahkemeye başvurmaları vesilesiyle, birtakım katı gerçekleri açıklamak zaruri olmuştur.Önceki yazımızda, doğru din eğitimi ve öğretimini tam olarak veremez isek, çocuklarımızın çeşitli sapkın inançlara açık hale gelecektir
Bugün de aynı yönde yazmak ve bazı acı gerçekleri ifade etmek istiyoruz. Bu acı gerçekler, misyonerlerin bazı Aleviler' i ve Kürtler' i etkilediği ve bunun nedenleridir.
Avrupa Birliği dinimize saldırıyor
Önce şu gerçeği açık olarak söyleyelim ki; Avrupa Birliği ve onun iç uzantıları, açtıkları yüzlerce kilise ile dinimize, imanımıza ve ulusal değerlerimize saldırıyorlar. Binlerce misyoner, ellerindeki geniş imkanlar ile saf halkımıza ve gençlerimize musallat oluyorlar, onların İslami inançlarını ve milli duygularını tahrip ediyorlar. Müsait buldukları kimseleri Müslümanlık' tan ve Türk olmaktan çıkartıyorlar, Hıristiyan ve bir başka milletin sevdalısı haline getiriyorlar.
Misyonerlerin ve onların gerisindeki büyük güçlerin amacı, Türk halkını içinden dönüştürüp, ülkemizi içeriden ele geçirmektir. Nasıl mı? Şöyle; Müslüman Türkler'den Hıristiyan yaptıkları dönmelerin sayısını artırmak, onları maddeten ve manen destekleyerek Türkiye içinde güçlü bir dönme Hıristiyan kitlesi meydana getirmek, onları zenginleştirmek, her alanda söz sahibi yapmak ve giderek onları Türkiye'de dışa bağlı bir güç ve iktidar sahibi haline getirmek... Böylece, giderek ülkemizi içinden dönüştürerek ele geçirmeyi amaçlıyorlar.
"Aman canım sen de, buna imkan yoktur" diyen saftiriklere inat, misyonerler şimdiden Müslümanlık' tan dönme büyük bir lobi oluşturdular bile. Her geçen gün de sayıları artmaktadır...
Zayıf noktaları fırsat biliyorlar
Misyonerler halkımızın ve gençlerimizin zayıf noktalarına saldırıyorlar. Dini bilgisi zayıf olanlara kolayca çengel atıyorlar. Milli duygusu zayıf olanlara rahatlıkla yaklaşıyorlar. İktisaden zayıf, aciz ve muhtaç kimselere sahte bir şefkatle yaklaşıyorlar.
Böylece onları telkin altına alıyorlar, saflarına çekiyorlar.
Bir süre telkin altında tuttuktan sonra da, vaftiz ederek Hıristiyan haline getiriyorlar. Bu türlü dönme Hıristiyanlar' dan oldukça büyük bir grup oluşturmuş bulunuyorlar.
Aleviler ve Kürtler hedefte!
Üzülerek ifade edelim ki, eliminizde bulunan kesin bilgilere göre, misyonerlerin öncelikli hedefleri arasında Alevi ve Kürt vatandaşlarımız ve onların gençleri vardır.
Onlara yaklaşıyorlar, onları telkin altına alıyorlar ve maalesef kanunsuz korsan kiliselerde toplanan insanların büyük çoğunluğu Alevi ve Kürt
vatandaşlarımızdan oluşuyor.
Bunun sebebi gayet açıktır:
Alevi yurttaşlarımızı dini bilgi açısından zayıf olarak düşünüyorlar, o nedenle onları kolayca kandıracaklarını hesaplıyorlar. Tabii bilgili ve dinimilli bilgisi güçlü olan Alevi vatandaşlarımızı etkileyemiyorlar. Ama dini bilgisi zayıf ve tecrübesiz Alevi gençlerini kolayca kandırabiliyorlar.
Bazı Kürt vatandaşlarımızın devlete karşı muhalif hale getirildiğini düşünen misyonerler, onlara da Türk Devleti düşmanlığı açısından yaklaşıyorlar ve onları da o yönden telkine alıp saflarına çekiyorlar...
Tekrar altını çizerek ifade edelim ki, Hıristiyan misyonerlerin hedefinde Alevi ve Kürt vatandaşlarımız vardır.
Aleviler' i dini bilgisi, Kürtler' i ise milli duygusu zayıf olarak düşünüyorlar, onları kolayca Hıristiyan yapacaklarını tasarlıyorlar ve bu yolda küçümsenmeyecek büyük başarılar elde ediyorlar.
Dini ve milli yönden güçlü olmamız gerekir
Bu tehlikeli gidişe "Dur" demenin öncelikli yolu, dini bilgilerimizi ve milli duygularımızı güçlendirmektir.
Alevi vatandaşlarımız, din dersine karşı çıkmaları bir yana, aksine çocuklarına ciddi din eğitimi vermelidirler. Alevilik' i de Sünnilik'i de, bütün halinde Müslümanlık'ı da çocuklarına iyi öğretmelidirler ki, o çocuklar misyonerlerin tehlikeli ellerine düşüp de Hıristiyan olmasınlar..
Kürt vatandaşlarımız da aynı biçimde çocuklarına vatan, millet ve devlet bağlılığını, milli duygularımızı tam olarak vermeliler ki, onlar da misyonerlerin zehirli sözlerine kolaylıkla aldanmasınlar...
Unutmayalım ki; eğer inançlarımızı, dini ve milli duygularımızı yitirirsek; maddi ve manevi bütün değerlerimizi, hatta vatanımızı ve devletimizi bile kaybedebiliriz...

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...