3 Şubat 2020 Pazartesi

Fethullah, Humeyni ve Pavlos Arasında Müthiş Benzerlikler

USA-Co’nun Atadığı Halife ÇıplakFethullah, Humeyni ve Pavlos Arasında Müthiş Benzerlikler

Hayır, bu gerçeği haykıran tek çocuk ben değilim; fakat, eğer bu makaleyi okursanız, sesimin belki de en güçlü ve en rahat işitileni olduğunu göreceksiniz. Dilerseniz önce bir parça eski haberle başlayalım. Etkin bir Amerikan dergisi olan Foreign Policy (Dış Politika), 4 Ağustos 2008 sayısında “Fethullah Gülen, Dünya’nın En İyi Kamu Entelektüeli.” duyurusunu yapmıştı. Bu duyuru aşağıdaki giriş metni ile başladı:
“Foreing Policy ve Prospect dergisi dünyanın en iyi kamu entelektüelini belirlemek için okuyucularından oylamaya katılmalarını istedi; bir kişi açık ara farkla yarışmayı kazandı: İslam âlimi Fethullah Gülen, dünya çapında milyonlarca takipçisi olan ilham kaynağı bir lider ve ülkenin seküler düzenine açık bir tehdit oluşturduğu gerekçesiyle bazı kesimler tarafından anayurdu Türkiye’de dışlanan bir adam.”
En iyi kamu entelektüeli? Bunu gerçekten de söylemiş olabilirler mi? Evet, söylemek istedikleri şey gerçekten de bu. Derginin üzerindeki tarihe baktım; 1 Nisan değildi! Pekâlâ, öyleyse birkaç ciddi soru daha soralım. İlk olarak, şu sözü geçen “okuyucular” kimler? Fethullah’ı nasıl tanımışlar? Verdiği hangi ders veya yazdığı hangi kitap onun böylesi bir başlığı hak edebilmesini sağlamış? Peki, gördüğümüz şey Amerika’nın yeni Halifesi için bir tanıtım amacı güdüyor olabilir mi? Fethullah’ı tanıyan herkes çok iyi bilir ki, “hızlı” kelimesi bir kaplumbağa ile ne kadar uyumluysa veya “kişi” kelimesi bir şirketi ne kadar tanımlıyorsa “entelektüel” kelimesi de kendisine ancak o kadar yakıştırılabilir. Büyük firmaları, gazeteleri, televizyon kanallarını ve yüzlerce okulu tekeline alabildiği ve bu gün milyar dolarlarla ifade edilen bir vakfı kurduğu için, Fethullah, olsa olsa en iyi iş adamı olabilir. Fethullah, şeffaflıkta asgari, gizlilikte ise azami olan en büyük tarikatın bir lideri olabilir. Fethullah, Türkiye’deki en başarılı politikacı da olabilir;
Vaizlikten başlayarak tüm ulusun politik sisteminin kontrolünü, tek bir parti bile kurmadan, tek bir rakibi ile karşı karşıya gelip tartışmadan,  -tek bir kez olsun- gazeteciler tarafından çapraz sorguya tutulmadan ele geçirmeyi başardığı için, Fethullah, belki de dünyanın yaşayan en iyi politikacısıdır. Böylesi birinin entelektüel yahut politik herhangi bir bir sorgulamaya tabi tutulmadan nasıl bir kamu figürü haline getirildiği ise beni aşan bir meseledir.
Sızıntıdan dereye, oradan nehre, ve nihayetinde barajın içine
Fethullah Gulen's Letter to Edip Yuksel's fatherFethullah Gülen bizim aile arkadaşımızdı. O ve babam Sadrettin yahut Sadreddin Yüksel, birbirlerini iyi tanırlardı. Politik tutum ve tarzlarında her ne kadar farklılıklar olsa da, aralarında karşılıklı bir saygı vardı; her ikisi de Türkiye için teokratik bir rejimin (şeriat) hayalini kuruyorlardı. Her ikisi de Kürt mollası Said Nursi’in öğrencisi ve hayranı idiler. (Said Nursi bizim köyde, Bitlis’te doğdu ve babamın sonradan eğitim görmeye başlayacağı aynı yerde öğrenimini tamamlamıştı. Norşin’de bulunan medrese babamın ailesi tarafından yönetiliyordu). Fethullah Osmanlı ihtişamına öylesine düşkündü ki, özel mektuplarını Arap alfabesi ile yazardı. Kardeşimin Türk milliyetçileri tarafından öldürülmesinin ardından babama gönderdiği taziye mektubu da Osmanlıca idi.
1980’lerde, en-çok-satan İslamcı bir yazar iken, Fethullah ile birkaç kez bir araya gelmiş ve ilk aylık dergisi olan Sızıntı için birkaç makale yazmıştım. O ise, soy ismi “Gülen” in Arapça tercümesinin abartılmış hali Dahhak, yani ‘Çokça Gülen Kişi’ takma ismini kullanarak Arapça ve Farsça kelimelerle dolu şiirler ve baş makaleler yazıyordu. Ordu, polis, medya, iş ve eğitim alanlarını kapsayan Türk kurumlarına gizli yoldan sızmaya niyetlendiği, ilk dergisinin başlığından zaten belliydi. Öğretmenlerle başladığı organizasyonu istikrarlı olarak büyümeye devam etti; sızıntıdan başlayıp akıntı oldu. Daha sonra bir dereye, bir nehre ve sonunda Müslüman dünyasının belki de en büyüklerinden birisi olan bir baraja dönüştü. Yıllar evvel, hat safhada paranoyak ve din- karşıtı olan Türkiyeli generaller, tarikatın kendi içlerine bir sızıntı yaptığını tespit ederek alarma geçmiş ve dalgalar halinde onları geri püskürtmüşlerdi. Fakat tarikat diğer saflarda, polis de dâhil olmak üzere, çok başarılı olmuşlardı. Türk polis gücü günümüzde Fethullah’ın takipçileri tarafından kuşatılmıştır ve yüksek rütbeli askeri görevlilere yakın zamanda yapılan birçok baskın, askeri darbe planları yapan birçok general de dâhil olmak üzere, Fethullah ve Türk generalleri arasındaki bir güç mücadelesi olarak değerlendirilir.
Bu devasa baraja ne olacağını kestirebilmek çok güç, fakat bu hareketin olağan üstü büyüme ivmesi USA-Com tarafından yıllar evvel fark edilmişti ve görünen o ki, Pensilvanya’da 1999’dan beri hayatının keyfini sürmekte olan bu hareketin lideri ile bir antlaşmaya imza attılar. Hatırlayın,  Humeyni Paris’te olmasına rağmen siyasi hareketlerde etki sahibi bir isimdi. Fethullah da, her ne kadar gizlice olsa da, Türkiye’deki bir devrime yön veriyor. Gerçi Humeyni’nin devrimi gümbür gümbür gelmişti, olacaklar herkese malumdu; Fethullah’ın tarikatı ise adeta termitler gibi çalışıyorlar. Aklınızdan geçirebileceğiniz şeyi biliyorum, “Edip, sen de USA’ da yaşıyorsun ve senin de bazı çelişki barındıran fikirlerin var. Peki ya senin için ne düşünmeli?” İşin gerçeği, ben bir insanın olabileceği kadar açığım. Bağlantılarım, gelirim, varlığım, tarihim, karakterim ve planlarımın hepsi gözler önündedir. Beni bir çay kaşığı suda boğmak isteyen düşmanlarım dürüstlüğümden ve doğru olduğuna inandığım şey için dimdik ayakta durma cesaretini göstereceğimden asla kuşku duymazlar. Fethullah ve tarikatına gelince, onlar ketum, donuk, kurnaz ve sevimsiz birçok sürprizle dolular.
Fethullah Gülen hareketi veya FG tarikatı
Fethullah’ın Nurcu tarikatının üyeleri, protesto veya mitinglerini sokaklarda yapmazlar. İş dünyasında olduğu gibi kapalı kapılar arkasından iş yürütmekte daha başarılı ve bilgilidirler. İroniktir, Türk toplumunun anti-emperyalist ve seküler İslamcı kesimlerinin her ikisi de, Orta Doğu’da emperyalizmin işbirlikçisi “Ilımlı İslam” modelinin oluşturulması için Fethullah’ın bir piyon olarak kullanıldığı hususunda fikir birliğine sahiptirler. Elbette, böylesi bir anlaşmanın varlığına işaret eden açık bir kanıt yok, ama ne olursa olsun, Amerika’nın Orta Doğu ve Uzak Doğu’daki emperyalist politikaları için Fethullah mükemmel bir seçimdir. Fethullah da, USA ile yaptığı işbirliğine muhtemelen “takiyye” gözü ile bakıyordur. Her ikisini de iyi tanıyan bir taraf olarak, sonunda kimin kullanılmış olacağını görebiliyorum.
FG’nin Türkiye’deki önemli kurum ve kuruluşların yönetimini ele almak için çok iyi kurgulanmış bir planı vardı. Özel buluşmalarda veya camilerde vaaz verirken duygusal cazibesini sergiliyordu. Sahabelerin bağlılık ve cesaretlerinden söz eden hikâyeler anlatır, ağlar, kendisini dinleyen kalabalığı da ağlatırdı. Kullandığı iletişim biçimi ile kendi soy ismi arasındaki bu ilginç ironiyi o yılarda fark ettim. Gülen, kalabalıkların önünde sürekli ağlıyordu.
Topladığı fonları çoğalttıkça çoğaltacaktı. Öyle de oldu. Sahabe ve Osmanlı döneminin şaşalı günlerinin özlemiyle, acı dolu ve duygu yüklü hikâyelerle bizlerin dini ve milli duygularını sömürme yeteneğini kullanan Fethullah sonunda, vakıf ve cemaatını Türkiye’de ve şimdi ise dünyada en varlıklı Sünni organizasyon haline getirdi. Tabii olarak, onun sömürmedeki bu gücü, sömürülen insanların sayısına paralel olarak sürekli bir artış gösterdi. Adeta bir çığ gibi, bir birini etkileyen insanların sayısı da katlanarak çoğaldı. Şu bilinen bir gerçektir: insanların büyük bir kısmı koyun gibi körü körüne takip ederler, özellikle de başı çeken kişi karizmatik bir megaloman ise…
Mehdi ve onun askerleri
Ben ne kendi şahsına ne de çevresinde bulunan insanlara hiçbir vakit yakınlık hissetmedim. Onların yapılarını fazlasıyla çıkarcı ve içten pazarlıklı buldum. Ürkek, içten pazarlıklı, ve liderlerine karşı sürekli boyun eğen itaatkârlar olarak…  Onlar hoş bir “evet(çi)” takımından ibarettiler. FG ise aşırı manipülatif ve saf insanlar için tehlikeli ölçüde karizmatik, bunun da ötesinde, taşkın hezeyanlara sahip birisi idi. Sarhoş duyguları ile çok kolayca ağlayıp iç çekebilmesi dinleyici kitlesini etkileyerek vakfı için büyük miktarlarda para toplayınca, vaaz verme stilini hüngür hüngür ağlama, inleme, burnunun çekerek ağlama, haykırma ve nidalar atma gibi farklı çeşitler ekleyerek zenginleştirdi. Hatta bir defasında elindeki kutsal kitabı dinleyicilerine fırlatarak sahnesine daha fazla drama katmış, ancak çok fazla olumsuz eleştiri aldığı için bu marifetini tekrardan sergileyememişti.
Eğer FG’nin geçmişi, tehlikeli teolojik dogmaları ve güce karşı dinmek bilmez açlığı hakkında herhangi bir fikriniz yoksa/olmamışsa Zebur 126:5-6’ya dayanarak onu korumak isteme gafletine düşebilirsiniz. Eğer bir Amerikalı iseniz şu isimleri hayal ediniz: Saint Paul, Billy Graham, Tim Lahaye, Glenn Beck, Sai Baba, Rick Warren, Pat Robertson, Benny Hinn, Jim Baker, Deepak Chopra, Robert Tilton, Robert Tilton II ve Jimmy Lee Swaggart.  Onları koca bir havuza doldurup karıştırın, birkaç varil gözyaşı ve bir çuval gizem serpiştirin. Ondan sonra İsa’nın veya Hindu tanrılarının ismini Muhammed ile, Hristiyan ve Hindu azizlerin isimleri de Sünni versiyonları ile değiştirin… İşte havuzda çoğunlukla kamu önünde ağlayan ve bu arada için için gülen bizim ağlama uzmanı vaizimiz çıkar ortaya…
Fethullah’ın cemaatı, Mormonlar, Yahova Şahitleri, Armageddon Delileri, Scientology, Kabalistler ve Discovery Enstitüsü karışımına benzer. İlhamını Said Nursi’den alan Fethullah’ın güçlü bir Mehdilik inancı var. Takipçileri, İsa tarafından desteklenecek olan Mehdi’nin gelişi için her gün dua ederler. Herhangi kamusal bir bildirge yayımlanmış olmasa da, takipçilerinin büyük bir çoğunluğu Fethullah’ın Vadolunan Mehdi olduğuna inanırlar.
Fethullah ve tarikatı Türkiye’deki ekonomik ve politik gücün önemli bir kısmını kontrol ediyor. Türkiye’yi dönüştürdüler ve Tayyib Erdoğan’ın AKP’si için verdikleri destek hayati bir öneme sahip. Fethullah ve tarikatı eğitim sistemine odaklanarak Türkiye ve eski Rus Türk Cumhuriyeti içerisinde de yurtlu okullar açtılar, bu alanda büyük başarılara imza atarak kendi tarikatları için hatırı sayılır bir saygınlık elde ettiler. Şimdi ise burada,  USA’ da, düzinelerce Charter Okulları (devlet tarafından desteklenen özel okullar) işletiyorlar. Yaşadığım şehirdeki en iyi ortaokullardan birisinin başındalar ve kısa bir süre önce kendilerine ait olan devasa bir kampüs inşa ettiler. Gülen tarikatı aynı zamanda Amerika’daki iş adamlarını da organize ediyorlar ve bu hususta da epey başarı gösterdiler. Seküler görüşlü birçok Türk gurbetçinin saygılarını kazanıyorlar. Avukat bir Türk bayan ve onun işadamı olan eşi geçtiğimiz sene tarikatın ticari organizasyonlarına katılıp katılmama hususunda bana danışmışlardı. Evet veya hayır diyebilmekte zorluk çektim. Reçete yazan bir doktor gibi, onlara olası avantajlardan ve oluşabilecek bazı yan etkilerden bahsettim.
Barışçıl söylemleri ve tavırları, çalışkanlıkları ve yoğunlaşma kabiliyetleri beni her zaman çok etkilemiştir. Yine de tarikatı çok tehlikeli görüyorum, çünkü günümüzün iyi robotları sadece tek bir tuşla yarınımızın canavar robotlarına dönüştürülebilirlar.
En iyi dindar aktör
3 Ekim 2010’da, “Fethullah Gülen’e 19 Soru” isimli bir makale yayımladım. Cevap vermeleri için kendisine ve yakın çevresine birkaç aylık süre tanıdım. Fakat, beklediğim gibi, kendisi sorduğum soruları göz ardı etti. Ona yönelttiği sorulardan sağ kolu olan vekilleri aracılığı ile haberdar edildiğine neredeyse eminim, çünkü Türkiye’nin tanınmış bir yazarı olarak kendisine yönelttiğim bu sorular hem politik ve teolojik yaşamsal bazı unsurları hem de önemli temellere sahip bazı iddiaları barındırıyordu.  Sonra, bu makaleden yaklaşık bir yıl sonra, onun dini ve geçmiş politik pozisyonunu değerlendirerek sorduğum sorulara kendim bir cevap getirmeye çalıştım. Verdiğim cevaplardan herhangi birisinin yanlış olduğuna kanaat getirdikleri takdirde kendi çevresi tarafından belirtilecek hususları severek düzelteceğimi de açıkça ifade ettim.
Şimdiye dek tamamen sessiz kaldılar. Peki neden? Birisi çıkıp da şöyle diye bilir: “Edip, sen kim olduğunu zannediyorsun? Fethullah evliya mertebesinde bir insandır, o dünyanın en iyi entelektüellerinden biri ve yüz-binlerce takipçisi var. O Türkiye’deki en güçlü adam ve hatta birçok deniz aşırı ülkelerde bile. Papa ile el sıkışmış. Kendisine ilk ismi ile hitap eden bir yazarın sorularına cevap vermeye vakit ayıracak değil ya?”  Böylesi bir cevabı anlıyorum. Ancak, nasıl olur da hiçbir gazeteci veya televizyon programcısı mühim bilgiler içeren sorulara en ufak bir ilgi ve alaka duymadıklarını anlayamıyorum. Onunla röportaj yapan tüm muhabirler niçin koyunlar veya zombiler gibi sadece ve sürekli onu imajını yükseltmeye yarayan soruları soruyorlar?
Başka bir deyişle, Fethullah’ın başarısının sırlardan birisi de, Sokratik-Sorgulamalara karşı kendi etrafında örmüş olduğu, gerçek-sızdırmayan bir güvenlik duvarına sahip olmasıdır. Örülmüş bu duvar “Dünya’nın en güçlü ve en korunmuş politik/dini lideri” olması amacıyla oluşturulmuş olağanüstü bir başarıdır. Bu koruma sistemi ilk başlarda iyi-hesaplanmış perde-arkası ilişkiler ve sadık takipçileri yoluyla ona bazı başarılar getirdi. Orta Doğu’da kendisine biçilen Amerikan Halifesi rolünü kabul ettiğinden bu yanaysa, WTV tarafından korunmakta ve hatta korunmaya teşvik edilmektedir. Lütfen okumaya devam ediniz
Fethullah iyi bir vaiz ve tarikat lideri olabilir. Dinleyicilerinin neredeyse hiçbirini anlamadıkları Osmanlıca terimleri şakıyarak onları etkilemeyi başaran yetenekli bir hatip olabilir. Fethullah, St.Paul veya Makyavel’in reenkarne edilmiş hali olabilir. Fethullah belki de Papa’nın en iyi umudu ve USA-Co’nun Müslüman dünyadaki en iyi uyuşturucusu olabilir. Peki ya “Dünya’nın en iyi kamu entelektüeli”? Herhalde şaka yapıyor olmalısınız!
Ağlayan, hıçkıran, feryat eden, sızlanan, haykıran, uluyan ve inleyen vaiz
Tıpkı Amerikalı tele-evangelistlerin devasa kiliselerde yaptığı gibi kendi cemaatine vaazlar verirken, Fethullah, bizlere tek kişilik bir gösteri sergiliyor. İroniktir, kendi soy isminin aksine (Gülen), neredeyse her zaman ağlıyor ve her ağlayışından sonra, binlerce ve bazen milyonlarca doları kendi vakfına veya daha doğru bir söylemle, tarikatına aktarıyor.
Pavlov!
Yüz mimiklerini incelemeye alabildiğimiz youtube’daki bazı video görüntüleri ile tanık olduğumuz; ağlamasının tam ortasına kameraya doğru hızlı ve anormal bakışlar, çok iyi tasarlanmış bir zamanlama ve histerik ağlama krizleri sırasında kullandığı diksiyon ve tonladığı ses ile duygusal tepki almak için ortaya fırlattığı açık ve cüretkâr ifadeler ve daha niceleri, kurnaz hileler ile sürüyü yönlendirme örnekleridir. O, Marksist özdeyişin doğru olduğunun başka kanıtlarından bir tanesi olmuştur: “Din kitlelerin afyonudur”  O, Böylesi meziyetlerle Broadway veya Hollywood’da iyi bir aktör olurdu. Makalelerindeki şatafatlı antik edebiyatı çıkardığınız vakit, geriye sadece homurdanarak  bir şeyler söylemeye çalışan bir kasaba vaizinin, tutarsız, içi boş ve basma kalıp yazısıyla karşı karşıya kalırsınız.
Doğrusu, Fethullah “Dünya’nın En İyi Çıplak Entelektüeli” ödülünü almalı… Sadece ilkokul eğitimi var, fakat çevresindeki eğitim görmüş insanlarla bunu bir şekilde telafi edebiliyor. Kuantum fiziğini kendi ürettikleri ıvır-zıvır ile yoğurmaya çalışan “new age” guruları gibi, Fethullah da, hayranlarını ve pohpohçularını bazı bilimsel terminolojileri birbirine karıştırarak aldatıyor. En tuhaf ve aptalca dini öyküleri satışa çıkarma yeteneği olan sıradan Sünni bir vaizdir, Fethullah.  Sünni versiyonu Afganistan’da, Şii versiyonu İran’da ve Selefi versiyonu Suudi Arabistan’da cehennemler oluşturan AYNI dogmaları ve gerici dini öğretileri yaymaya çalışmaktadır. Müslümanları asırlardır çeşitli felaket ve rezaletlere mahkum etmiş olan Mezheplerin ve Hadis ve Sünnet gibi öğretileri eleştirel bir akıl ile asla sorgulamamış, onları anlamaya çalışmamıştır. Diğer yandan, bizlerin bu çıplak Sünni Mollası veya Sakalsız Humeyni’miz dünyayı dört farklı grupla kandırmaya devam etmektedir:
  1. Kendisini kontrol edenler (Washington-Telaviv-Vatikan).
  2. Kendilerine bahşedilen para ve gücün tadını çıkaran çekirdek tarikat vekilleri ile.
  3. Kalabalığın artmakta olan sayısından etkilenen ve yine sayıları artmakta olan kalabalık bir hayran kitlesi; büyüleyici bir döngü, hiç durmayan bir mekanizma veya kendi kendini gerçekleştiren kehanetlerle!
  4. Bu durumda Terziler ise; Doğu’nun ve BATI ‘nın “entelektüel ve akademik fahişleri” Bazılarına tarikat tarafından iyi ödeme yapılmış ve diğerleri ise doğrudan WTV için çalışıyorlar.
  5. Kendini pazarlama yeteneği.
O şimdiye dek neyi gerçekleştirdi? Yüzlerce okul açtı. Açmışsa ne olmuş? Hükümetler ve özel firmalar ve sözleşmeli okullar da aynısını yapıyorlar. Dahası, bazıları kendi takipçilerinin yaptığından çok daha iyi işler çıkarıyorlar ve bunu daha az bir maliyetle yapıyorlar. O, Amerika da dâhil olmak üzere birçok ülkede sayısız okullar açtı. Nasıl? Dindar insanlardan topladığı paralarla! Nasıl? Gözyaşı dökerek, haykırarak, feryat figan ederek, inleyerek ve ağlayıp iç çekerek!
FG ve onun tarikatı bu okullar ile Türkiye için biraz Halkla İlişkiler çalışması da yapmış oldu, tabi bu aslında kendisi ve tarikatı için harika olan bir çalışmaydı. Diğer yandan, paranın bölüngüsü ile herhangi bir reklâmcılık firması ortaya gayet tabi daha iyi bir iş çıkartabilirdi, ki bu farklı bir mesele.
Yurt dışındaki tarikat okullarında eğitim veren öğretmenler bazı öğrencileri seçerek onlara Türkçe şiirler ezberletirler. Sonra, içlerinden en iyi olanlarına Türkiye’ye ücretsiz bir ziyaret ve sözde Türk Olimpiyatlarına katılma hakkı vaat ederler. Elbette, yabancı ülkelerden sadece birkaç kişi bu olaydan haberdardır, ama Türkiye içerisinde neredeyse tüm televizyon kanalları yoluyla haberler yayıldığından, bir öğrenciden başbakana kadar bu oluşum tüm Türklerin ilgisini çeker. Olan biten tüm oyun, Türklere Türklük satmaktan başka bir şey değildir. Ne yazık ki, Osmanlı tacını devrettiğinden bu yana Türk halkının henüz atlatamadığı bazı büyük psikolojik travmalar yaşanıyor. Birçok toprak parçasını kaybetmiş olmalarını hala kabullenilebilir bir olgu olarak göremiyorlar. Birçok Türk hala,  Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlıya ihanet ettiği gerekçesi ile Araplara karşı kızgındırlar. “Eğer … Arap olayım” sözü bu ırkçı tavrın ifadelerinden birisidir… Dünya’nın en büyük kabadayısı iken,  bir üçüncü dünya ülkesi haline gelmiş oldukları gerçeği ile yüzleşemiyorlar. Türk toplumunda derin bir hasret ve kızgınlık var. Bu sebeple milli ve şovenist duygular ülkede alabildiğine bol ve bereketlidir. Bir Türk olmakla ilgili övünme ifadesi de çok yaygındır. “Ne Mutlu Türküm Diyene” ifadesini neredeyse her köşede, her devlet kurumunda görebilirsiniz. Milyonlarca Türk bu mantrayı bir dua gibi her gün tekrar ederler. Dini liderler ve şarlatanlar tarafından en kolay kandırılabilir olanlar da yine bunlar olurlar. Televizyon ekranlarında Türkçe şiir okuyan birkaç yabancı öğrenci, Türk milliyetçilerinin derin bir yarası haline gelmiş aşağılık kompleksi duygularını giderirler. Bu ihtiyacın farkına varıp karşılığında sadece ucuz bir hizmet sunan Fethullah ve onun tarikatı da böylece topluluğun büyük bir sempatisini ve desteğini kazanmış olurlar.
Bu kadar mı? Hayır, Muhammed Peygamber’in putlaştırılmış sahabelerinin abartılı hikâyelerini anlatırken eş zamanlı olarak ağlama işini de başarıyla gerçekleştirir. Niçin? Onların arasından en saf ve temiz olanlarını toplayabilmek, kendi ev ve yurtlarında tarikat öğretilerini aşılayabilmek ve efendileri kırmızı düğmeye basana dek onları iyi robotlara çevirmek için… Eğer sefil hayatları için, günahları için, evlenmedikleri için veya atalarının kabadayılık yaptığı şanlı günlerine özlem duygularıyla histerik biçimde ağlamak ve sonrasında tarikat için torba ile para toplamak entelektüel bir iş ise, o zaman Fethullah “En İyi Kamu Entelektüeli” olmayı hak ediyor.
Hayır, uyduruyor veya abartıyor değilim. Fethullah Gülen olarak youtube’da arama yapın ve 5–6 videosunu rasgele izleyin. Ne söylemek istediğimi anlayacaksınız.

“Kuran Yetim, Kuran Yetim. Babası öldü Kuran’ın!”
Aşağıdaki video tam bir komedi. Fethullah, dinleyicilerini her zamanki gibi aldatıyor, iyi bir zamanlanma, gözyaşları,  hıçkırma, tekrarlamalar, edebi konuşmalar, duygusal tepki alabilmek için kullanılan kışkırtıcı ifadeler. Konuşmasının bir yerinde, gülünç ve bir o kadar da kabul edilemez bir söz ediyor ve ardı ardına bunu tekrarlıyor.
Şöyle tekrar ediyor: “Kuran yetim, Kuran yetim!” Ne? Kuran yetim mi? Bu ifade Allah’ın sözüne açıkça saygısızlıktır. Fakat ne zaman ki bu cümlenin kalabalığı coşkulandırdığını ve onların daha fazla ağlamasına sebep olduğunu fark ediyor, bunu avantaja çevirmekte hiç gecikmiyor. Artık onların duygularına hükmedebileceğinin farkındadır. Kalabalık hipnotize olmuş, tam bir trans halinde… Kalabalık, onun mimikleri, sözleri ile ağlıyor, gözyaşı döküyor, hıçkırıyor ve çığlıklara boğuluyorlar. Ağzından çıkan sözleri ne kadar saçma ve komik olursa olsun, hipnozcunun komutuna uyarak ağlıyorlar. Sarıklı hipnozcu devam ediyor… Kullandığı bu kötü metaforu, şunu da ekleyerek tam bir saçmalığa dönüştürüyor: “Babası öldü Kuran’ın!” Kuran’ın babası? İlk cümlesi kötü bir mecaz olarak algılanabilir, fakat bu ikinci cümlesi o kötü mecazı saçma bir iddiaya dönüştürüyor, Allah’ın sözüne karşı yapılan açık bir hakaret. Sonra, bu saçma ifadesinin olumsuz etkisini gözlemleyince, “Kuran Yetim, Kuran Yetim” cümlesini tekrar etmeye başlıyor. Tabi seyirci de çılgına dönüyor. Manipülasyon ve hareketleri seyirci önündeki bir stand-up komedisinden farksız kalıyor.
Yıllar evvel işlediği ve sık-sık eleştirilen bir hatasını da konuşma arasında düzeltmeyi deniyor. Kuran’ın babasız ve yetim olduğunu ilan etmeden on yıl önce, elindeki Kuran’ı cemaatin üzerine fırlatmıştı. Sünni ve Şii cemaat Kuran mesajına daha az ilgi duyuyor olabilirler, fakat kitabın fiziksel formatına adeta tapınırlar. Sünni ve Şii güruh kitaba abdestsiz dokunmayı veya onu bel hizasından aşağıda bir yere koymayı çok büyük bir günah sayarlar; kitabı öper ve tam bir saygı gösterisi eşliğinde onu duvara asarlar. Dolayısıyla, içinde Kuran yazılı bir mushafı caminin ortasında fırlatmak onlar için haddi layıkıyla aşan bir günahtır. Eğer başka bir vaiz böyle bir şey yapmış olsaydı, uzun süreli bir kınama cezası alırdı. Fakat Fethullah kırdığı bu pota rağmen hayatta kalmayı başardı, tarikatının gücünü ve sayısını arttırmaya devam etti. Yaptığı bu hareketin getirdiği olumsuz etkilerin farkındaydı. Muhalifleri onu eleştirmek için bu sahneyi kullanarak sürekli ona göndermeler yapıyorlardı. O da burada, dinleyicileri bastırılması güç bir duygu ile hazır ağlıyorlarken lekelenmiş imajını onarmayı deniyor. Durumu tam tersine çeviriyor. On yıl sonra bu fırlatma işine bir kılıf buluyor. Meğerse Kuran mushafını fırlatma işi bilgece bir hareket, kehanet gerçekleştiren bir tavır imiş: “On yıl önce, Kuran’ı sizlerin göğsüne fırlatmıştım… ve şimdi görüyorum ki Kuran’ı sahiplenmişsiniz.” Becerikli adam doğrusu. Transa geçirdiği sarhoş cemaate her hatayı veya melaneti keramet diye satabiliyor…
Toplu Cinayete Teşvik Veren Bir Şovenist veya Merhametli bir Barışgönüllüsü
Fethullah, kişiliğinde her ikisini de barındırıyor. Amerika’nın Halifesi veya Vadolunan Mehdisinin yeteneği dinleyicilerini duygusal sömürü yoluyla yönlendirmek, veya tarikatı için yoksul öğrencileri yurtlarına alıp robot haline dönüştürmek, yahut sözleşmeler üzerinde yazılı olan miktarın sadece yarısını ödeyerek öğretmenlerin maaşlarını sömürmek, veya diğer tarikat ve dini gruplarda sıkça kullanılan entrikaları ustalıkla uygulamakla sınırlı değil.. Fethullah ikiyüzlü bir Canavardır; onun iki adet yüzü var. Barışgönüllüsü bir vaiz olmanın yanında, ırkçı bir kışkırtıcıdır o.
Kamusal alanda döktüğü gözyaşlarına ve büründüğü dini kisvesine kapılıp aldanmayınız. O aşırı uçlar arasında çok iyi dans eden yetenekli biridir. Aşırı şefkat gösterisi ile aşırı acımasızlık arasında, aşırı tevazu ile iktidar duyduğu sonsuz ihtirası doyurmak için her taklayı mübah bilen kişilik arasında… Bakıcıları sağ olsunlar, O Türkiye ve ötesindeki en etkili kamu figürlerinden birisidir.
Geçen Ekim (2011), Fethullah Gülen, Türk hükümetinin Kürtlere karşı acımasız bir politika yürütmesi için bir fetva ve politik bir talimat verdi. Açıklamalarına tarikatın sitesi olan herkul.com veya youtube.com aracılığı ile ulaşabilirsiniz.
Bu konuşmasında 50 000 (Elli bin) Kürdün öldürülmesini öğütledi ve destekledi. Duygusal bir görünüm ile Allah’ın adını anarak şu duayı yaptı “ Allah’ım onların evlerini ateş sar, feryadı-ı figan sar” ve “Onların altlarını üstüne getir, köklerini kes ve kurut, işlerini bitir” Böylesi bir kışkırtmanın modunu anlayabilmek için Türkçe bilmenize gerek de yok; açık bir şekilde kırmızı düğmeye basıyor. Çizgi film karakteri olan Simpson’ın oğluna yaptığı gibi iki eli ile birlikte birisini boğazından yakalayıp boğarak öldürme hareketini yapıyor. Fakat, Simpson’dan farklı olan şey Fethullah’ın bir çizgi film karakteri olmayışı, kelimelerinin gerçek hayata etki ediyor olmasıdır. Muhalif Kürtlerin öldürülmesi talimatından kısa bir süre sonra Türk ordusu Uludere de bir düzine sivil insanı öldürüyor.

Fethullah her zaman güçlüden yana oldu. Türk ordusunu her iki askeri darbede destekledi. Muhtemelen dünyanı en güçlü Sünni Müslüman lideri olan bu adam, Gaza toplanma kampına ilaç ve diğer insanı ihtiyaçları karşılamak için Mavi Marmara filosu ile birlikte yardım taşıyan Türk insan hakları aktivistlerini eleştirme cüretini de gösterdi. İsrail gestaposu, uluslararası hukuku ve Altıncı Emri ihlal ederek, uluslararası sularda 9 barış gönüllüsünü öldürdü ve birçoğunu da yaraladı. Bizim Papa-dostu Sünni evangeliste göre, Gaza toplanma kampına gitmeden önce “İsrail otoritelerinden izin almış olmalıydılar.”
Fethullah’tan önce Humeyni vardı
Şimdi beraberce Fethullah’ın Humeyni’den daha iyi olmayan entelektüel kapasitesine örnek teşkil edecek bir doneyi inceleyelim. İslamcı bir gençlik lideri iken Humeyni benim kahramanımdı. Tarihi bir devrime yol açmıştı. Devrime yol açtığı için bir miktar itibarı hak ediyor olsa da, organizasyonun ve işlerin büyük çoğunluğa verilen destek kendi vekillerinden, eylemcilerinden, müttefiklerinden, tüccarlarından ve sokaktaki insanlardan geldi. Yani bizler, görünen lider adına birçok aktiviteyi yöneten ve yönlendiren asıl liderleri ve takipçileri rahatça unutabilirken, görünen lidere -adaletsiz de olsa- itibar dağıtmaya eğilimli canlılarız. Bazı zamanlar, eylemlerin başarısı görünürde olan lider ile pek az ilişkilidir. O anki şartlar ve tesadüf daha etkili olurlar. Birbirlerini izleyen olaylar, oyuncular, perde arkasındaki güçler, koşullar, rakip gruplar arasındaki güç mücadelesi ve şans…
Aslında Humeyni daha çok sembolik bir liderdi, cahil bir din adamıydı. En önemli kararlar ve eylemler, onun etrafında toplanmaya bir şekilde mecbur kalmış iyi eğitimli muhalifler tarafından kararlaştırılır, yürürlüğe konulurdu. Bildiğimiz gibi, gücü kazandıktan sonra bu ruhban kendisini destekleyen en kötü fraksiyon ile birlikte olmayı seçti ve koalisyondaki devrime sebep olan aktif ilerici grupların elemine edilmesini salık verdi.
Sonrasında, Sünni ve Şii öğretilerinin geri kalmışlığını keşfettiğimde, ilk kez Humeyni tarafından yazılmış dini bir kitabı okuma fırsatı yakalamıştım. Büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Bu molla, güya İran’da devrim yapan büyük lider,  meğer başını tuvaletten çıkaramıyormuş.  Towzihul Masail kitabında ıvır zıvır konulara saplantılı bir izlenim bırakıyordu.. Risaledeki soruların çeyreğinden daha fazlası (2900’den 846’sı), temizlik ve kirlilik hakkındadır. Bazı örnekler:
Humeyni, bir köpek tarafından kirletilmiş bir varilin kaç kere yıkanması gerektiği ile ilgili olarak; üç kez az su ile (kaptaki pisliğin kabasını aldıktan sonra 380 litreden az, #150)
“Bir domuzun sıvı içtiği” kabın kaç defa yıkanması gerektiğine ilişkin; yedi kez az su ile (veya 380 litreden fazla çok su ile) yahut akan su ile (#152);
Akan bir suya dökülen bok ve sidik o akan suyun “kokusunu, rengini ve tadını” değiştirmemişse temizdir (#29, #30).
… fakat suyu kaynatmaktan veya iyot ekleyerek temizlemekten bahsetmiyordu. Aslında sabunlardan bahsediyor: ama onu da kirletildikten sonra sabunların nasıl temizlenileceklerini anlatmak için yapıyor! (#164, #165);
YORUM: Umursamalı mıyız? Tüm bunlar dini ritüeller adına gerekli olan temizlik için yapılmış açıklamalar iken… Dini hükümler istiyorsanız din adamını dinlersiniz. Hastalığı önlemek veya kontrol etmek istediğiniz de bir kamu sağlık görevlisine gidersiniz. Öyle değil mi? Pek değil.
Temizleme üzerine biraz daha
Eğer bir kişi sivrisineği bedeninin üzerinde öldürürse ve çıkan kanın kendisinden mi yoksa böcekten mi geldiğini ayırt edemezse, bu kan temizdir, fakat eğer sivrisineğin ısırığı ile ölümü arasında geçen zaman kısaysa,  kan kirlidir. (#206, Risale, p. 61)
Humeyni: İşeme ve Dışkılama üzerine
Büyük ve küçük abdest yapmak dört yerde yasaktır: çıkmaz sokaklarda, orada yaşayanlardan izin alınması bunun dışındadır, size izin vermemiş bir kişinin mülkiyetinde yapmak; ibadet yerlerinde, bazı medreselerde, inananların yattığı mezarlıklarda (onları rahatsız etmek amacıyla yapmadığı sürece) (#64, Risale p. 40)
Büyük abdest sonrası anüsü üçtaş veya üç bez parçası ile silmek gerekmez: tek bir taş veya tek bir parça bez yeterlidir. Fakat kişi eğer kemik ile veya herhangi bir mukaddes nesne ile, mesela üzerinde Allah’ın ismi yazılı bir kâğıt parçası ile silerse, kişi bu durumda iken namaz kılmamalı (#69, Risale p. 41).
Humeyni’nin İslam’ın Cevherleri, (Efsanevi Ayetullah kitabından, konuşmalarından ve yorumlarından alıntılar [1A] ), Elmer Swenson,  3 Haziran 2012’de erişim sağlandı )
“İstiklal, Azadi, Hükümet-i İslami” sloganları savuran destekçileriyle birlikte devrimden önce barışçıl ve demokrat bir insan portresi çizen Humeyni ile Fethullah arasındaki benzerlikler çarpıcıdır. Bazargan ve Bani Sadr gibi birçok entelektüel onun vaazlarına aldandılar. Onun Kuran’a ortak koştuğu hadis, rivayet ve fıkıh kitaplarının gerçek-hayatta oluşturabileceği yansımalarını göz ardı ettiler. Bu noktada, Humeyni’nin entelektüel seviyesini ve dogmatik kafa yapısını iyice sergilemek için sizlerle bir makale daha paylaşacağım. Amerika’nın Sünni dünya için seçtiği ‘en iyi entelektüeli’nin bundan pek bir farkı olmadığını vurgulamak isterim.
Tahrir-al-Waslah kitabı, Humeyni’nin cinsel sapıklıklarını içeren tüm bölümleri çıkartılarak yeni bir versiyon halinde basıldı. Aslında, Humeyni’nin bu çalışmasının ilk versiyonunu yayımlamak içerdiği gaflar sebebiyle artık yasak. Belki de İran’ın şimdiki devrimci toplumu şu soruyu sorar diye çekiniyorlardır: “İmam koyunlarla veya küçük kızlarla mı yatağa girdi yoksa her ikisiyle birlikte mi?”
Her neyse, sanırım Humeyni’nin ne kadar çılgın olduğunu öğrenmek tüm İranlıların görevidir. İşte Humeyni’nin kitabından seçtiğim bazı alıntılar:
“Bir adam bebek kadar küçük bir çocuktan da cinsel haz alabilir. Buna karşın, genital bölgeden giriş yapmamalı, fakat çocuğa anal yoldan yaklaşılabilinir. Eğer birisi çocuğa yaklaşmış ve ona hasar vermiş ise,  hayat boyu tüm bakımını üstlenmelidir.”
Veya şu cevhere ne demeli:
“Bir adam koyun, inek, deve ve benzeri hayvanlarla cinsel ilişkiye girebilir. Buna karşın, orgazm olmadan önce hayvanı öldürmelidir. Etini kendi köyündeki insanlara satmamalı, fakat etin civar köydeki komşulara satmak makul düşer.
Eğer birisi bir inek, dişi koyun veya deve ile ters ilişkiye girerse, idrarları ve dışkıları ve hatta sütleri tüketilemez hale gelir. Hayvan hemen öldürülmeli ve en kısa sürede yakılmalıdır.”
(Koyunla yatan Molla, Simorgh555, 30-Aug-2010, 3 Haziran 2012’de erişim sağlandı)
Maalesef, Humeyni’yi destekleyen birçok insan devrimin ilk başlarında bu adamın pek fazla karışık olan kafasına, onun çoklu kişiliğine ve Kuran’a ortak koştuğu hadis/sünnet/mezhep pek aldırış etmediler.
Teolojik ve Politik çelişkilerin Pandora Kutusu
Fethullah bir mukallittir, yani, Hanefi mezhebine bağlıdır. Sünni mezheplerin Kuran’a ortak koştuğu “Altı Kitap” içerisindeki hiçbir hadisi sorgulamamıştır. Sık sık Buhari, Müslim, Tırmizi, İbn Majah, Ebu Davud, ve Ibn Hanbaldan alıntılar yapar… Farklı birçok kitaba da güvenir; Taberi, Kurtubu, Ibn Abidin, ve elbette, ilhamının ana kaynağı olan Said Nursi’nin risaleleri… Kuran’daki 114 sureye güya açıklama olarak sunduğu 114 kitapçığı vahiy yolu ile aldığını söyleyen hezeyanlı cümleleri ile meşhurdur Said. Diğer dört Sünni mezhep ile çelişen farklı söylemleri de vardır. Başka bir değişle, Fethullah Çelişkilerin Pandora Kutusudur, hem teolojik hem de politik olarak… Aşağıdaki ifadeler, birçok Kuran ayetine göre putperestliktir ve hatta Kuran’da eleştirilen kafirlerin ve münafıkların iddialarının aynısının tıpkısıdır:
“Allah, peygamberlerin cesetlerini toprakta çürütmez. Rasulü Ekrem (sav), ehl-i keşfin ifadesiyle kabrinde ‘Hayy’dır ve şehitlerin hayatını yaşamaktadır. O, ümmetin pek çok durumundan her zaman haberdardır. Binlerce yerden kendisine giden salât ve salamı duyar ve bizzat mukabelede bulunur. Öyle ise, sen de ‘Essalatu vesselamu aleyke ya Rasulallah’ derken bunu, dizlerini o Sultan-ı Zîşân’ın dizlerine vermiş, doğrudan doğruya huzurunda, O’nu tebcil ve ta’zim ediyor gibi söyle. Unutma! Biraz daha kendinden geçersen, dizlerinin dizlerine değdiğini bile hissedebilirsin.. ve böyle can u gönülden kurbiyet temin ettiğin zaman O’nun mübarek ruhunun hemen orada temessülüne de şahid olabilirsin.. “
(Fethullah Gülen, Metafizik Dünya, Seyyar (Gezginci) Melekler, 22 May 2006,  10 Haziran 2012’de erişildi)
Bizim gözyaşı döken vaizimizin kitap ve makaleleri, kendisinin veya büyükbabasının kerametlerini anlatır. “Efendimiz” diye nitelediği Muhammed Peygamber ve Sünni tarih içerisindeki putlaştırılmış figürlerle sık sık yaptığı görüşmeleri ve konuşmaları konu edinir, sayısız mucizevî hatıralar anlatır… Örneğin, Küçük Dünyam adlı çalışmada, Muhammed ve Ali bin Ebu Talip’in büyük babasını ziyaretinden bahseder. Ali, Fethullah’ın hikâyesine göre, elinde kazıklar taşıyormuş ve depremleri durdurmak için onları çekiçle yere çakıyormuş. Bu hikâyeleri bir rüya olarak değil, gerçek yaşam öyküleri olarak anlatır.
Fethullah’tan önce Pavlos vardı
Fethullah, St. Paul’un kopyalanmış halidir. Her ikisi de tapındıkları putların kopyalanmış halleri ile ilgili hikâyeler uydurabilen sanrısal zihinlere sahiptirler, vaaz verme ve anlatılan her saçmalığı üstün bir bilgiymişçesine satabilme hünerleri, duyarlı insanları kurnazca kandırabilme yetenekleri, kendi nihai hedeflerine ulaşabilme uğruna herkes için her şey olabilme özellikleri, kendi sürülerinden para ve daha fazla para toplamak için duyulan dinmek bilmez açlıkları ve put üretimine yakın ilgi göstermeleri başlıca ortak özellikler arasında yer alır.
Fethullah dindar dinleyicilerini kandırmayı ve onlara yön vermeyi çok iyi biliyor. Sürüsünün ham dini duygularını gıdıklayıp sömürüyor. Örneğin, aşağıdaki ilişimde, uyduruk hikâyeleri beceri ve ahenk içerisinde nasıl sunabildiğine tanık olacaksınız. Dikkatle seçtiği putlaştırılmış olan üç isme özellikle değiniyor. Başka bir şizofrenik ve halüsinasyon dolu hikâyeyi hüner sergileyerek anlatıyor. Yüzyıllar önce ölmüş geçmişin üç büyük “âlimi”, İstanbul Fatih’teki ilkokulunun arazisinde onu ziyaret etmişler. Dinleyicilerine bu ölü insanlarla girdiği diyalogu anlatıyor. Hasan Basri’nin, Ebu Hanefi Numan bir Sabit’in, ve Romalı Celaleddin’in Sünnilerce abartılmış ve putlaştırılmış isimlerini her anışında, kendisini dinleyenler koro halinde ağlayıp çığlıklar atıyor. Bu arada önemli bir not: Kuran’a inanan hiçbir müslüman Celaleddin için veya peygamber için Mevlana (Sahibimiz, Efendimiz) diyemez. Zira Mevla kelimesi ki Veli kelimesinden farklıdır, sadece Allah’a özgü bir sıfattır. Kuran bu konuda nettir.
Başka bir konuşmasında, transa geçirip sürüleştirdiği cemaatine Muhammed Peygamber’in ona göründüğünü söylüyor. Rüyada değil. Gerçek yaşamdaki gerçek bir insan olarak bu dünyada hortlamış. Peygamberle konuştuğunu da ekliyor.
Kuran içerisinde başka birisine yakıştırılması kınanan “Efendimiz” (Rabbimiz) kelimesini Muhammed’e ithaf ederek ona hitap ettiğine de ayrıca dikkat ediniz. Allah’ın sıfatlarından birisi olan Efendi (Rab) Mevla ismi gibi, son zamanlarda Türkiye’deki din adamları arasında çok popüler hale geldi.
Muhammed İsa’nın Babası imiş!
Fethullah, kitaplarında birisinde, 19:17 ayeti üzerine şu “entelektüel” yorumu yapmıştı:
“Kendisiyle onlar arasına bir perde çekmişti. Bu durumda ona Ruhumuzu gönderdik ve önünde mükemmel bir insan olarak biçimlendi.”
“Acaba ne idi bu ruh? Hemen büyük çoğunluğu itibarıyla bütün tefsirler, âyet-i kerimedeki “…ruhumuzu gönderdik…” diye belirtilen ruh’un Cebrail (aleyhisselâm) olduğunu ifade etmektedirler. Ne var ki burada Kuran “ruh” tabiri kullanıyor; ruhun tayininde ise ihtilaf vardır. İhtimalin sınırları ise ihtilafın çerçevesini aşkındır; hatta Efendimizin ruhunu içine alacak kadar da geniştir. Evet bu da muhtemeldir; zira Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı. Bu itibarla da gözlerinin içine başka hayal girmemişti ve girmemeliydi de. Ona sadece kendisine helâl olan biri bakmalıydı. O da olsa olsa Efendimiz olabilirdi, zira O bir münasebetle Hz. Meryem’in kendisiyle nikâhlandığına işaret buyuruyordu.[6] Bu açıdan da “ruh”un Efendimizdin ruhu olabileceği de ihtimaldir. Ancak bu kat’î değildir, sadece bir ihtimaldir. İhtimaller ise delillerle takviye edilecekleri ana kadar kat’iyet ifade etmezler”
[6] Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebir, 8/258.
(Fethullah Gülen, Kuran’dan İdrake Yansıyanlar, Meryem, 19/17, 25 May 2006, 10 Haziran 2012 de erişim sağlandı)
İsa’nın babasının en muhtemel adayı olarak, Fethullah, kendisini sürekli Efendimiz diye nitelediği, kendisine âşık olduğu Muhammed Peygamberi öneriyor. (Kuran’a göre, sadece Allah’a “Efendimiz” diyebiliriz). Fethullah kendi rol modelini taklit edebilmek için çaba sarf ediyor.
Aişe Anamız Meğerse Sahabe Katiliymiş!
Fethullah uyduruk kitaplardaki hikayeleri kritik düşünmeden olduğu gibi aktaran bir cahildir. Bu iddiamızı destekleyecek yüzlerce delil bulabiliriz. Örneğin, aşağıya alıntıladığım paragrafta Aişe validemizi sahabe katili ilan ediyor:
Hz. Aişe validemiz anlatıyor: ‘Bilmeyerek, evde dolaşan bir canlıyı (muhtemelen bir yılanı kastediyor) öldürmüştüm. O gece rüyamda beni yüksek bir mahkemeye çağırdılar ve benim cinayet işlediğimi söylediler. ‘Hayır, ben kimseyi öldürmedim..’ dediysem de, ısrarlarından gündüz öldürdüğüm canlıyı kastettiklerini anlamıştım. Meğer o bir cinnî imiş. Kendimi müdafaa için: ‘O niçin eve gelip beni gözetliyor?’ deyince: ‘Hayır, o asla sana bakmak için gelmezdi. Hele saçın-başın açıkken, kat’iyen odana girmezdi. Fakat o, bir Kur’an aşığı idi. Rasûlullah’tan ilk dinlediği Kur’an zevki, onu o kadar sarmıştı ki, Allah Rasûlü’nden sonra o manevî zevki, hep senin Kur’an’ında arardı. Evine gelişi işte de bu sebepleydi..’ dediler. Hz. Aişe validemiz diyor ki; ‘uyandığımda rüyanın dehşetinden kan-ter içinde kalmıştım. Hatamı affettirmek için de, sadaka dağıtıp, bazı köleleri hürriyete kavuşturdum…’ [2] Evet, anlaşılan Kur’an dinlemek için o eve gelen, cinlerden bir Sahabi idi ve Hz. Aişe validemiz, yanlışlıkla böyle bir Sahabiyi katletmişti ve bundan dolayı manevi bir mahkemede hesaba çekilmişti.
(Fethullah Gülen, Varlığın Metafizik Boyutu, Cinlerde Sahabilik, 23 May 2006,
[2] Kurtubi, el-Camiu Liahkami’l-Kur’an, 16/214,215, 15 Ağustos 2012 de erişim sağlandı)
Kuran’da insanlar tarafından görülmeyen bir enerjiden yaratıldıkları bildirilen cinler et ve kemikten yılana dönüşmesi, ve yılan öldürülünce cinayet işlenmiş olması uyduruk hikayelerle dolu olan Kurtubi tefsirinden alıntıdır. Fethullah’ın güvenilir bir kaynak olarak sık sık başvurduğu Kurtubi, İbn-i Kesir ve Taberi gibi Kuran ayetlerinin anlamını çarpıtma ve tahrif etmeyi gaye edinmiş kitaplar olup oralardaki israiliyat ve palavralar ayrı bir makale ve hatta kitap konusudur. Bu konuda, Dr. Abdullah Aydemir’in Tefsirde İsrailiyat adlı eserini okumanızı öneririm.
Fethullah’ın Kuran’a ortak koştuğu Uyduruk Hadis Kitapları
Rol modelinin örneklerini bulabilmek için hadis kitaplarına güveniyor ve onları Kuran’ın yanında ilahi bir kaynak olarak kabul ediyor. Fakat kendisinin şerif ve sahih diye kutsadığı kaynakları Muhammed’i korkak, vahşi, soğuk-kanlı bir katil, cinsel sapık, kadın düşmanı, sapkın, çarpık inancı, yağmacı, hedonist, zekâ özürlü, ırkçı, düzenbaz, nankör ve hileci olarak tanıtıyor. Hadis aktarıcıları ve takipçileri Muhammed’in asıl düşmanlarıdırlar. (Örneğin, bak ayet6:112-116; 7:1-3; 12:111; 45:6; 68:35-38; ve 25:30)
Aşağıda, peygamberi ve islam dinini kötülemek için Hristiyanlar ve ateistler tarafından sıkça kullanılan Sünni Hadis kitaplarından bazı rivayetlerden alıntılardır… Aşağıdaki hadislerin yer aldığı 6 hadis kitabını Fethullah “sahih” diye Kuran’a ortak koşup kabul ediyor, makale ve kitaplarında sürekli referans olarak kullanıyor. Fethullah bunların dini otoritesini hiçbir vakit sorgulamadı. Dahası, bu 6 putun dışında Ibn Ishak, Taberi, Kurtubi ve diğer Sünni hikayeleri ve şeriatleri din için kaynak olarak kabul ediyor (Bak 9:31).
  • Peygamber savaş esirleri ile cinsel ilişkiye girmeyi serbest kıldı. —Sahih Buhari, 3.46.718.
  • Müslüman askerler tutsak kadınlarla kocalarının önünde ilişkiye girdi ve “bazıları bunu yapmak için isteksizdi”. —Sünen Ebu Davud 11.2150.
  • Tutsak bir kadın aybaşı süresi geçip temizlendikten sonra onunla cinsel ilişkiye girilebilir. Eğer kocası varsa, esir düştükten sonra evlilik akdi yürürlükten kalkmış olur. —Sahih Muslim 8.3432.
  • Ali, ganimet bir esir ile seks yaptı. Esir kadını Ali’ye Muhammed sundu. —Sahih Buhari 5.59.637
  • Kadınlar evcil hayvanlardır, onları dövün. —Tabari, Cilt. ix, sa. 9.112-114.
  • Müslümanlar “çok yaşlı bir kadın” olan Umm Qirfa’yı öldürdüler. Ayaklarını bir ip yardımıyla zıt yönlere hareket eden iki deveye bağlayarak kadını parçaladılar. — (Ibn Ishak, sa. 664-665).
  • Muhammed eskiden geçimini mızraklardan kazandığını söyledi. —Sahih Buhari, Cilt 4, Bölüm 88.
  • Muhammed bir adamı emzirmesi için Müslüman bir kadına emir verdi. Kadın önce direndi fakat sonuçta yapmak mecburiyetinde kaldı. — Ibn Majeh, 3.1943.
  • Muhammed sakallı bir adamı emzirmesi için Müslüman bir kadına emir verdi. —Sahih Muslim, 8.3428.
  • Allah “Bir devenin üzerinde de olsa kadın erkeğini memnun etmelidir” dedi. —Ibn Majeh, 3.1853.
  • Muhammed kendisini eleştiren Yahudi bir şair kadının, Asma bt. Mervan, öldürülmesini emretti. Kadın o esnada çocuklarını emziriyordu. —Ibn Ishak, sa.676, Ibn Sa’d, Cilt. ii, sa. 30-31.
  • Muhammed 120 yaşındaki Medineli Ebu Afak’a suikast düzenlenmesini emretti. .—Ibn Ishak, sa. 675, ibn Sa’d, Cilt. ii, sa. 31.
  • Muhammed Medineli bir Yahudi olan Banu Quaynuqa’ın etnik temizliğinin yapılması işini yürüttü. —Tabari, Cilt. vii, sa. 85.
  • Muhammed, Medineli şair Ka’b b. al-Ashraf’ın öldürülmesi için profesyonel bir katil kiraladı. —Sahih Buhari, 5.59.369.
  • Allah’ın elçisi dedi “Yahudilerden elinize kim düşerse, onu öldürün.” Böylece  Muhayyish b. Mesud dostu ve iş arkadaşı olan Ibn Sunaynah’ı öldürdü. – Tabari, Cilt. vii, sa. 97-98.
  • Muhammed’in ölüm mangası Abu Rafi’yi katletti (Muhammed’in Medine’deki bir eleştiricisi.) —Tabari, Cilt. vii, sa. 103, Sahih Buhari, 5.59.371.
  • Muhammed’in ölüm mangası Sufyan ibn Khalid’i öldürdü. —Ibn Ishak, sa.664-665, ibn Sa’d, Cilt. ii, sa. 60.
  • Muhammed Medineli bir Yahudi B. Nadir’in etnik temizliğini yaptı.-Tabari, Cilt. vii, sa.158-159, Heykal, ch. B. Nadir, Sahih Buhari, 3.39.519.
  • Muhammed 600-900 civarında B. Qurayzah Yahudisi’nin kellesini uçurdu, Müslümanlara karşı savaşmamışlardı fakat hücuma uğramış ve kayıtsız şartsız teslim olmuşlardı. —Tabari, Cilt.viii, ch. B. Qurayzah; Heykal, ch. the Campaign of Khandaq and B. Qurayzah, ibn Ishak, ch. B. Qurayzah.
  • Araplar Allah’ın seçilmiş insanlarıdır, Allah bir Arap’a benzer. —Ibn Sa’d, Cilt.1, sa.2.
  • Allah Arap ırkçılığını destekler—peygamberler ancak Kureyş kabilesindendir ve beyazdırlar. (Ibn Sa’d, Cilt.1, sa.95-96, Sahih Muslim, 20.4483.
  • Şafi Hukuku bölüm 4.2: Aşağıdakiler birbirleri için uygun eşleşme oluşturmazlar: (1) Arap olmayan bir adam Arap bir kadın için (Çünkü Peygamber demiştir ki: Allah Kureyş Araplarını kendi temsilcileri olarak Dünyayı yönetsinler diye seçmiştir(İslam Halifeliği).—Sahih Buhari, 4.56.704.
  • Muhammed Pagan kadınları ve çocuklarının öldürülmesini onayladı, çünkü                onlar(çocuklar) da onlardandır (örn. Paganlardan)…(Sahih Buhari, 4.52.262).
  • Muhammed, Dhu Khalasa’da soykırımı yönlettiği için Cafer’i takdis etti (çocukların katledilmesini de). —Sahih Buhari, 4.52.262.
  • Muhammed’in siyah bir kölesi vardı; o köle ticareti yapardı. —Sahih Buhari, 9.91.368 ve Kasasul Ambia of Ibn Kathir Cilt 3, sa. 112—Bangla translation by Bashiruddin.
  • Muhammed, Safiye gibi seksi, genç ve güzel kadınlar üzerinden ticaret yapardı.—Sünen Ebu Davud, 2.2987, 2991.
  •  Muhammed’in kiralık katili, Al-Yusayr b. Rizam’ı ve Khaybar Yahudilerinden bir bölümüne Kaire içinde suikast düzenledi. —Ibn Ishak, sa. 665-666.
  • Muhammed Zerdüştleri birkaç kez cizye vermeye zorladı. —Tabari, Cilt. viii, sa. 142, Sünen Abu Davud, 19.9038.
  • Pagan tapınakları ve putlarının keyfi olarak ulu orta yıkılışı. —Birçok kaynak: Ibn Ishak, Ibn Sa’d, Tabari: bölüm: Mekke’nin alınması .
  • Müşriklerin öldürülmesi takdire şayandır, dedi Muhammed. —Tabari, Cilt. ix, sa. 76.
  • Muhammed’in yağmacı birlikleri Yemen’de soykırımı yapmışlardır. .—Tabari, Cilt. ix, sa. 88–89.
  • Kâfirleri öldürmek eğlencelidir.—Tabari, Cilt. vii. sa. 65.
  • Muhammed döneklerin öldürülmesini emretmiştir; eğer Müslüman birisi dinden çıkarsa onu öldürün. —Sahih Buhari, 4.52.260.
  • Hayvanların kanı Allah’a çok kıymetli gelir. —Ibn Majeh, 4.3126.
  • Peygamber dedi ki: Hiçbir adama karısını dövme sebebi sorulmayacak. .—Sünen Abu Davud, 11.2142.
  • Peygamber dedi ki: Kadınlar tarafından yönetilen insanlar hiçbir vakit başarılı olamayacaklardır. Sahih Buhari, 5.59.709.
  • Kadınların büyük çoğunluğu cehennemliktir. —Sahih Buhari 1.6.301.
  • Bir kadın kendisini her zaman ilişkiye hazır tutmalıdır. (Ihya Uloom Ed-Din of Gazali, Tr. Dr Ahmad Zidan, Cilt.i, sa.235)
  • Bir kadın evini terk edemez. —Shafi’i law m10.4.
  • Eğer bir kadın aybaşı halinde olduğunu iddia ediyor fakat kocası ona inanmıyorsa, eşi ile cinsel bağlantı kurması caizdir. —Shafi’i law e.13.5.
  • Boşanmış bir kadına yardım etme süresi 3 aydır. —Shafi’i Law m11.10.
  • Anlık boşanmalar kocalar için geçerlidir. O vakitten itibaren kendisinden boşanılmış kadınlara asla destek olunmamalıdır. —Bir çok referans.
  • Kadınlar için evden yüzleri açık çıkmaları, ortada günaha sebebiyet verecek bir durum olmasa da usulsüzdür. Bir kadının evlenme çağındaki bir adamla yalnız başına bulunması usulsüzdür .—Shafi’i Law m2.3.
  • Muhammed dedi ki, “bir kadının yönettiği ülke hiçbir zaman iyiliğe eremez. —Ihyya Uloom Ed-din of Gazali, Tr. Fazl-Ul-Karim, sa. 2.35.
  • Eğer Muhammed birinin diğerine secde etmesini istese, kadının kocasına secde etmesini isterdi. .—Ibid, sa.2.43.
  • Bir kadın, bir köle ve inançsız bir kimse ahlak polisi olmaya uygun değildir. —Ibid, sa. 2.186.
  • Muhammed dedi ki, “Bir kadın şeytanın ipi gibidir” —Ibid, sa. 3.87.
  • Bir erkek için Kadın en çekici şeydir. Cinsel organını genital bölgeden içeri penetre ederek zevk alır. Böylece, bir kadındaki en çekici şey onun genital bölgesi olur. —Ghazali, sa. 3.162.
  • Kadın hizmetçidir, erkek hizmet edilen kişidir.—Hedaya, the Hanafi Law manüel, sa. 47
  • Eşinizden zevk alırken güç kullanabilirsiniz.—Hedaya, sa. 141
  • Tam çeyiz, kadının kişisel teslimatı öncesi bir ödemedir. Booza kadın cinsel organı demektir. .—Hedaya, sa. 44.
  • Kadınlar sizin(erkeklerin) tutsaklarıdır; onlara iyi davranın, gerekirse onları dövün fakat çok sert bir biçimde değil. —Tirmidhi, 104.
  • Bir kadın dışarı çıkarken şeytan ona bakar, öyleyse onları örtün. .—Tirmidhi, 928
  • Cennette, zengin, güzel ve her-genç kadının bulunduğu bir panayır vardır; kadınlar kendilerini satın alan herkesten memnun olurlar.—Tirmidhi, 1495.
  • Kadınlar aptaldır.—Ibn Majeh, 5.4003.
  • En iyi Müslüman en çok eş sayısına sahip olandır. .—Sahih Buhari, 7.62.7.
Öyleyse, nasıl oluyor da, itibar sahibi yarı resmi bir Amerikan dergisi tüm bu uydurma rivayet kitaplarını kendi dinine rehber edinmiş ve ana kaynak olarak seçmiş bir adamı “ En Yüksek Kamu Entelektüeli” seçebiliyor? Nasıl oluyor da birçok din adamı sefalet, baskı, zulüm ve yozlaşmadan başka hiçbir şey getirmeyecek olan Ruhullah Humeyni’nin Sünni versiyonu bu vaizi övebilmek adına birbirleriyle kitaplar ve makaleler yazmak için yarışabiliyorlar?
Hoş bu olanlar Batı’nın umurunda da değil. Onlar sadece kendi çıkarlarını umursuyorlar. Fethullah onlara fazla yük olmadan doğru notalara bastığı sürece, tıpkı Suudi Arabistan Kralı gibi, İran Şah’ı gibi, Mısır’ın Mübarek’i gibi, Irak’ın Saddam’ı gibi, ve başka birçok despot gibi bunlar da onunla kendilerini mutlu addediyorlar. Fethullah demokratik özgürlükleri kısıtlayacak mı yoksa Türkiye’yi Osmanlı zamanın karanlıklarına geri mi götürecek, bunu pek az umursuyorlar. Kendi ceplerinde onu taşıyabildikleri müddetçe “hasta adam” a seve seve uyum göstereceklerdir.
Amerika’nın Garip Sultanı
Görülüyor ki, USA-Co Türkiye için Halife’nin yanında bir de Sultan seçmiş ve müttefikleri ile birlikte USA tarafından yönetilebilen Orta Doğu’da yarı-demokratik bir Müslüman modeli kurmaları için her ikisini de öğütlemiştir. Bu sayede isyankâr bir ulus olan İran’ın bölgedeki etkisini de azaltacaktır.
Şimdiye kadar, Amerikan Sultanı olarak belirlenen kişinin kim olduğunu tahmin etmiş olmalısınız: Bu isim gençlik yıllarımda okul arkadaşım ve eski bir yoldaşım olan Recep Tayyip Erdoğan’dan başkası değil. Tayyip’in geçmişi, oyun şekli ve politik görüşleri Fethullah’tan çok farklı olsa da, kukla-efendileri tarafından aynı siyasi gerçekleri oynamaya mahkûm edilmişlerdir. Her ikisini de yakından ve profesyonel ölçüde tanırım. Üstelik, onların kukla-efendilerinin yaptığı sahne arkası hileleri de bilirim,  belki de onlardan daha fazla..
Bu iki insan Amerika’nın Orta Doğu’daki en önemli yerel operatörleridir ve Batı Sömürgeciliğinin üçüncü büyük mutasyonu için farklı bir çevrebilim ve dış görünüm yaratacaklardır.
Tayyip Erdoğan Amerika-Co tarafından Büyük Orta Doğu Projesi eş-lideri olarak gösterildiğinden sürekli dem vuruyorken, WTV’de seçilmiş sultanını böylece 2004’te ilan etmiş oldu.  Bağımsız bir ülkenin bu lideri, birçok Türk gazetesinin haberine göre, siyasi rakiplerine Amerika tarafından “seçilmiş kişi” olduğundan dem vurarak bir şekilde gözdağı da vermiş. Aynı haberlere göre, bu yeni pozisyonunu 30 kez tekrar etmiş.Görünen o ki, aslında gerçeği söylüyormuş.
O zamandan beri, USA-Co’nun da kutsaması ile, Tayyip Erdoğan Türkiye’deki en güçlü adam haline geldi. Tayyip’in partisi AKP, 2002’den bu yana tüm seçimleri kazandı ve şu anda Büyük Millet Meclisinin %60’lık dilimini teşkil ediyorlar. Dahası, AKP’nin tüm parlamento üyeleri (yaklaşık 325 kişi) merkezi adayların bulunduğu bir listeden, Tayyip tarafından el usulüyle seçilmiştirler. Demek oluyor ki, AKP’den göreve atanmış parlamento üyeleri WTV tarafından verilecek direktifleri izleyecek olan, Sultan’ın ayak izlerini takip eden, Tayyip’in “evet(çi)” adamlarından başka bir şey değildir.
Son iki yılda, Tayyip (“Ak Parti” veya “hükümet” yazmaya gerek yok) kendi akıl hocaları olan NATO’ya veya daha özellikli olarak USA-Co’ya bir zamanlar faydalı-psikopatlar olarak hizmet sunan yüzlerce aşırı aktif generali kınadı ve hapse mahkûm etti. Buradan oluşan kazancın önemli bir kısmı da, gizli ordu buluşmaları ve projeler hakkında istihbarat bilgileri almaya başlamış, Türk polisinin içine ve önemli birçok kuruma daha sızmış olan Fethullah’ın tarikatına gitmiş oldu.
Birçok insan, ben de dâhil olmak üzere, Tayyip’in bu zorba generallere karşı başarı elde etmesi için onu destekledik ve dua ettik. Türkiye Cumhuriyeti tarihte ilk defa, kibirli Türk generallerini askeri darbeden, siyasi işlere karışma ve cinayetlerden sorumlu tutabildi.. Türk hapishanelerinde bir yıla yakın işkenceye maruz kaldığımdan, bu haber benim için de bir kutlama idi.
Ancak, askeri cuntanın ortadan kaldırılmasının üzerinden çok geçmeden fark ettik ki, gözler medyadaki ve siyasi partilerdeki muhalif seslerin üstüne çevrildi. Dehşet içerisinde fark ettik ki, dava vekilleri ve mahkemeler altında görevini sürdüren ve aynı zamanda Fethullah’ın müritleri tarafından içine sızılmış olan Türk polis gücü, askeri çeteler ile yer değiştirmişti. Hem polis hem de yargı sistemi şu anda Amerikan Sünni Halifesi ve Sultanı’nın ortak yönetimi altında. Gücünün dönüşümüne paralel olarak, muhalif medya da cezalardan payını aldı. Burada New York Times’a eşdeğer olan Hürriyet gazetesi, bir zamanlar bu ikili seslere karşı eleştirisini çekinmeden yükseltirdi. Fakat Türk nüfusu içerisinde bulunan seküler bölümün paranoyak sesinin ve askeri gücün güçlü destekçisi olan bu isim, şu sıralar Sultan ve Halife’nin pasif bir izleyicisine, hatta kimi zaman bir amigosuna dönüşüyorlar. Çok kısa zamanda gerçekleşen akıl almaz bir dönüşüm bu!
Amerikan politikasında böyle bir değişme ne sebep verdi? Amerika neden atları değiştirmeyi seçti?
Şah, Saddam ve Mübarek USA-Co’nun bir önceki gayrimeşru çocukları idi. Telekomünikasyon teknolojilerindeki ilerleme, Çin’in yükselişi, küresel ekonominin (küresel kölelik olarak da okuyabilirsiniz) getirdiği zorunluluklar Küresel Canavarın işleme biçiminin değişmesine yol açtı. Böylece, psikopat generaller, despot liderler, yozlaşmış ve baskıcı krallar yerine, şimdi, şirket-dostu “demokratikçe seçilmiş” hizmetçiler kullanmayı tercih ediyorlar..
Papa-dostu, İsrail yanlısı Sünni din adamı, Kürt nüfusuna karşı yapılan yakın zamandaki katliamın baş-kışkırtıcısı, şu anda Türkiye için USA-Co’nun resmi Humeynisi ilan edildi. Türkiye İran ve Suudi Arabistan’ı Orta Doğu’nun yeni liderleri olarak değiştirmeye koyuldu. İlginçtir, Orta Doğu’daki iki aktörü de şahsen tanıyorum.
Arkadaş yanlısı ve kontrol edilebilir Tayyip Erdoğan ve bir garip müttefiki Fethullah Gülen ile İsrail’e karşı yükselen kontrolsüz güçler elimine edileceklerdir. Tayyip Şiilere karşı tuttuğu Osmanlı kılıcını ve eski bağnazlıklarını saklamıyor olsa da, Fethullah, USA’ ya veya başka bir deyişle “otoriteye” karşı isyanın Şii/İran versiyonuna nefret püskürüyor. Filistin davasının şampiyonu İsrail-Amerikan hegemonyası, Türkiye’yi İran ile değiştirerek Orta-Doğu’daki antiemperyalist düşünce ve duyguları kontrol etmeyi hedefliyorlar.
USA-Co, yapacağı demokrasi ve insan hakları tanıtımları yoluyla ikiyüzlülüğünü gizleyip, arkadaş yanlısı ve kontrol edilebilir liderler yoluyla yeni realitesini adapte edebilmeyi umut ederek Suudi Arabistan’ı Türkiye ile değiştirecek.
Fethullah Gülen, vadolunan Mehdi ya da Amerika’nın Orta Doğu’daki Halifesi, Foreiğn Policy dergisi’nin kendisine layık gördüğü ödülü entelektüel herhangi bir katkıda bulunduğu için hak etmiyor, hem de hiç, fakat tıpkı tele-evangelistlerin yaptığı gibi kamu önünde ağlayıp-sızlayarak toplumun milli ve dini duygularını gıdıklayıp alenen para toplayabilen çok iyi motive edilmiş bir tarikat olabildiği için hak ediyor. O hadisleri ve mezhep öğretilerini kendisine yol seçmiştir,  fakat, Irak’ta yalanlar üzerine kurulu bir savaşta milyonlarca insanı öldüren Amerika ve yandaşlarına rağmen Muhammed’i bir vahşi ilan edebilen papa ile el sıkışır. Aynı Fethullah binlerce insana işkence  eden ve Türk demokrasisinin ilerlemesine onlarca yıldır engel olan, soykırıma sebep vermiş iki Türk askeri darbesini de desteklemiştir.
Fethullah veya FG-Modeli, Batı’nın sandığı gibi Türk milletine veya Orta Doğu’ya hizmet etmeyecek.  O ve varisleri muhtemelen kendi işlerini görmekte olan WTV’YE çok iyi hizmetler sunacaklardır. Türkiye ve İslam dünyasını daha çok kanın, türlü bela ve felaketlerin içine sürükleyeceklerdir.
Bu makaleyi Kuran’dan birkaç ayet ile bitireceğim:
2:174 ALLAH‘ın indirdiği kitaptan bir şey gizleyip onu az bir değere değişenler, karınlarına ateş tıkınıyorlar. Diriliş Gününde ALLAH onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Onlara acı verici bir azap var.
2:175 Onlar, hidayet karşılığında sapıklığı ve affedilme karşılığında azabı satın almışlardır. Ateşe ne kadar da dayanıklıdırlar!
9:31 Din bilginlerini, din adamlarını ve Meryem oğlu Mesih’i ALLAH‘tan ayrı rabler edindiler. Oysa, yalnız tek Tanrı’ya kulluk etmekle emredilmişlerdi. O’ndan başka tanrı yoktur. O, eş koştukları kimselerden de çok Yücedir.
9:32 ALLAH’ın ışığını ağızlarıyla söndürmek isterler. Kafirler istemese de ALLAH ışığını tamamlayacaktır.
9:33 O, elçisini hidayetle ve gerçek dinle gönderdi ki onu tüm dinlere üstün kılsın. Putperestler istemese de…
 9:34 Ey inananlar, din bilginlerinin ve din adamlarının çoğu halkın parasını hakketmeden yerler ve ALLAH‘ın yolundan saptırırlar. Altın ve gümüşü yığıp ALLAH yolunda harcamayanlara acı bir azap müjdele.
9:35 Gün gelir o biriktirdikleri altınlar ve paralar cehennem ateşinde ısıtılarak onlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanır: “Kendiniz için biriktirdiğiniz işte budur. Biriktirdiğinizi tadın.”
13:16 De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kim?” De ki: “ALLAH” De ki: “O’ndan başka, kendilerine dahi yarar ve zarar veremeyen kimseleri evliyalar mı edindiniz?” De ki: “Hiç körle gören bir olur mu, yahut hiç karanlıkla ışık bir olur mu?” Yoksa ALLAH‘ın yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da yaratmalarını birbiriyle mi karıştırdılar? De ki: “ALLAH her şeyin yaratıcısıdır, O Tektir, Egemendir.”
16:20 ALLAH‘ın dışında çağırdıkları kişiler hiçbir şey yaratamazlar, aksine kendileri yaratılmışlardır.
16:21 Ölüdürler, diri değildirler. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler.
16:22 Tanrınız bir tek tanrıdır. Ahirete inanmayanların kalpleri inkarcıdır ve onlar büyüklük taslarlar.
16:23 Kuşkusuz ALLAH onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları sevmez.
33:66 Yüzleri ateşte çevrildiği gün, “Keşke ALLAH’a itaat etseydik, keşke elçisine itaat etseydik,” derler.
33:67 Derler ki, “Rabbimiz, sadatlarımıza/şeyhlerimize ve büyüklerimize uyduk; onlar da bizi yoldan saptırdılar.”
33:68 “Rabbimiz, onlara iki kat ceza ver, onları büyük bir lanetle lanetle.”
57:27 Sonra onların peşinden, art arda elçilerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa’yı da gönderdik ve ona İncil’i verdik. Onu izleyenlerin gönüllerine şefkat ve merhamet koyduk. Fakat, bizim kendileri için onaylamadığımız bir ruhbanlık uydurdular. Halbuki onlardan sadece ALLAH’ı hoşnut edecek hususlara uymalarını istemiştik. Üstelik ruhbanlığa hakkıyla da uymadılar. Aralarından inananlara ödüllerini verdik; ancak çokları yoldan çıkmışlardı.

Avrupa birliği hayalimiz...

Avrupa birliği hayalimiz...İsa’nın 12 havarisini bayrağındaki yıldızlar ile temsil eden Avrupa birliği, ilk Hıristiyanların Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığın yayılmaması için yaptığı zulümden kaçarak saklandıkları serbestçe ibadetlerini yaptıkları ve H.z Meryem’in de mezarının bulunduğu Anadolu topraklarını kutsal bölgeler ilan ederek bu toprakların Türklerden ve Müslümanlardan alınıp büyük Hıristiyan Birliği topraklarına geçirmek için çalışan bir topluluktur.H.z Meryem’in mezarının Aydın yakınlarında olduğu kesinleştikten sonra İngilizler buralara gelip binlerce dönüm arazi alıp siteler kurdular belki 20 yıl sonra bu kurdukları siteler büyüyecek ve yerleşim merkezi ilan edecekler ve özerklik isteyip Didim de ki İngilizler biz İngiliz koruması istiyoruz diyecek Alanya da ki Almanlar biz de Almanya dan korunma istiyoruz diyip Almanya veya İngiltere bayrağı çekip burası İngiltere’nin,Almanya’nın toprağıdır demeleri uzak bir ihtimal olmaktan çıkıyor.İstanbul için Vatikan modeli istenmesi ekümenlik talebi, federasyon sistemi için Amerika ile Avrupa Birliği’nin baskı yapması ve sürekli olarak istenilen yerel yönetimler yasasının asıl temelinde bu neden yatmakta.Türkiye’yi ziyarete gelen bütün Avrupa Birliği gözlemcileri ilk söylediği söz Ankara’dan sonra kürdistan’a gideceğini ve Diyarbakır’da kürtçe konuşmasına hiçbir yetkilinin müdahale etmemesi ne anlama geliyor.Türk yetkili İspanya’ya gittiğinde ben Madrid’den sonra Bask bölgesine gideceğim ve Eta militanlarına biraz daha esnek davranılması gerektiğini söylese ve Katalan toprakları için serbestlik istese neler olur. Avrupa Birliği Lozan Antlaşmasından sonra Türkiye’nin siyasal yapısını bir türlü kabul etmemektedir. Birinci Dünya Savaşından sonra Osmanlı’ya dayatılan Sevr Anlaşması genel hükümlerini şimdi Avrupa Birliğinin istedikleri hemen hemen aynı sayılır.Osmanlı’ya bırakılan toprakların parçalanması ve bu bölgelerdeki Müslüman olmayanlara küçük devletçikler kurulması gündeme getiriliyordu.ermenistan,pontus,iyonya,kürdistan gibi kukla devletler kurulması o zaman ki Avrupa devletlerini rüyasıydı.kürdistan kuruldu pontus için çalışmalar başladı Atina olimpiyat oyunlarında ben Karadeniz’den gelen vatandaşlarımız olduğu düşündüğüm bir grup kemençe tulum ile güzel bir oyun sergiledi oyunun bitişinde güzeldi sunucu “Bu güzel oyun için Anadolu pontus’tan gelen arkadaşlarımıza teşekkür ederiz” demesi pontusun da yavaş yavaş hak taleplerine başlayacağı anlamına geliyor. Türkiye gibi diğer bir aday ülke Estonya arasındaki fark ise Türkiye’den azınlık dilleriyle eğitim televizyon yayını yapılması istenirken Estonya’dan bulundukları ülkenin vatandaşı bile olmayan yaşadıkları devletlerin dilini konuşmayan gruplara dil politikalarıyla yaşadıkları ülkelerin dilleri benimsetilmeye çalışılıyor.Avrupa Birliği ikinci dünya savaşından sonra Fransa ve Almanya arasındaki sürtüşmeyi önlemek ve ilerde Almanya’nın tıpkı Hitler gibi yükselmiş bir dönemi olur ise bunu engellemek kısmende kontrol altında tutmak,Kominizim ve Sovyet baskılarından korunmak için kurulan Avrupa Birliği Türkiye toprakları üzerinde yeni bir bizans kurma planları yapıyor.Türkiye de bulunan bütün kendi kontrollerinde ki örgütler vakıflar ile misyoner faaliyetlerde bulunup her istediklerini yapacaklar bu gidişle tam bir dağılma yok ama yok olma aşamasına doğru ilerliyoruz.Sözde ermeni soykırımı tanıyan ülkesinin dört bir yanına soykırım anıtları diken demokrasinin ve özgürlüğün beşiği Fransa’nın ikinci dünya savaşındaki Başkanı Vici Gespato Almanya’sına ülkesindeki 175 bin Yahudi yi Auschwitz ve Birkenau kamplarına yakılmak için yollayan kendisi,Fransız parlamenter ”Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyeliği Sevr yeniden tanımasından geçer” demekte Sevr Anlaşmasının yapıldığı binanın önüne ilk ermeni soykırımı anıtını diken gene Fransa’dır.Avrupa Birliği’nin istekleri Amerikan başkanı Reagan’ın 20 yıl önce başlattığı ulusal demokratikleşme sürecidir Amerika’nın milli gücü için demokrasiyi yayma çalışmasıdır.20 yıl önce CIA yaptıklarını gizli kapaklı yapıyordu,amaç sivil toplum örgütlerini yapılandırmak bu sivil toplum örgütlerinin başına da James Bond ve çiçek çocuk karışımı kendilerini burjuva olarak nitelendirmeyen ancak 100 bin dolarlık araçlara binen kişileri getirmek.Ukrayna’da seçimlere 5 kala Viktor Yuşenko George Soros’un mali desteği ile Eurovizyon birincisinin konserleriyle halk desteği yaratarak seçimlere giriyor.Seçimi Ukrayna da ne kadar sendika vakıf sivil toplum örgütü Viktor Yuşenko için destek veriyor.Bunun aynısı Balkanlar da Kafkasya da oldu.Demokrasi için Kosova’ya gelen Birleşmiş Milletler Kosova’da ilk önce 600 yıllık resmi dili Türkçe‘yi kaldırıp yerine resmi dil olarak Arnavutça ve İngilizce’yi getirdi bunları yaparken de elindeki medya ile halkın beynini yıkayıp uyutarak yaptı.Yugoslavya’da bunu yapan kanal B 92 kanalı idi.Milosevic dönemimde bu kanal ulusal bütünlüğü bozucu,bölücü yayınlar yaptığı gerekçesiyle kapatıldı ama B 92 kanalı BBC üzerinden yayınına devam etti.Kanalın tek yaptığı gün de 6-7 pembe dizi yayınlamak bizdeki gibi Biz Evleniyoruz, Biri Bizi Gözetliyor,vb yarışmalarının benzerleri ile Kosova halkına bir İngiliz gibi giyinmeyi bir Amerikalı gibi yemek yemeyi benimseten programlar yaptı.Yugoslavya döneminde tam bir özgürlük abidesi olarak ülkedeki bütün azınlıklar için çalıştı ve şimdi ise Kosova’nın en çok izlenen kanalı.11 Eylül 2001 saldırılarından sonra misyonerler bu bölgelere akın ettiler.Hıristiyan propagandaları her yerde yapılmakta ihtişamlı kiliseler yapılıyor ve cennet tapuları dağıtılmakta.Bosna Hersek’te ki Mostar Köprüsünün tam karşındaki tepeye dev bir haç dikilmesi Bush’un ve Papa’nın aynı açıklamayı yapması “Üçüncü dünya ülkeleri Müslüman ülkeler ve Doğu Bloğu ülkelerine Hıristiyanlığı taşıyın misyonerler iş başına” bu yapılanların hepsi kimliksizleştirmedir. Misyonerler hep aynı vaazı veriyor Saddam da Müslüman’dı Usame Bin Laden de Müslüman’dı Çakal Corlos ta Müslüman oldu bunların hepsi Müslümanlığın kötülükleri İslam çöküyor yönündeki açıklamalar yapıyorlar.Girmek istediğimiz kapısında yalvardığımız Avrupa Birliğin de ki aile yapısı şuan da tamamen bitmiş durumda Avrupa Birliği’nin lokomotifi olan Almanya,Fransa,İngiltere’deki evcil hayvan harcamaları 36 milyar doları geçti.İnsanlar yalnızlıklarını hayvanlarla paylaşıyor aile sistemi yok olmuş çökmüş durumda Fransa da doğan her üç çocuktan biri,Hollanda da ise her iki çocuktan biri evlilik dışı babası yada annesi belli değil.Hollanda da saat 23 ten sonra her kanalda çocuğunuzu kontrol edin evde tutun şeklinde her TV kanalında alt yazılar verilmekte.Kimlik kartımıza karışan din hanesinin kaldırılmasını laik olmamızı isteyen Avrupa Birliği önce kendisi Almanya da ki Hıristiyan olmayanlardan bile kestiği kilise vergisini kaldırasın sonra Türkiye’deki kimlik kartlarındaki din hanesine karışsın.İşte girmek istediğimiz Avrupa Birliği.Bir de başını Rusya’nın çektiği Avrasya oluşumda kurtuluşumuzu savunanlarda var.

Şahinler Amerika da seçimlerini kazanarak böl yönet politikasının gereği olan dünya üzerindeki devletlere müdahale ederek Amerikan güdümlü ve Amerika’ya ye gözü kapalı güven duyan yönetimleri iktidara getirecek, kendi güvenliği ve çıkarları doğrultusunda ulusal devletleri parçalayan kukla devletler yaratılacak Büyük Ortadoğu Projesi’nin kalıcılığı için proje dahilindeki 23 ülkenin sınırlarını değiştirilecek.Amerikan yönetimi, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği gerçekleşirse buna karşı çıkan çevreleri sokağa dökecek, mezhep ve azınlık haklarını savunarak iç savaş çıkaracak, sonrasında yarattığı otorite eksikliği ve kaos sonrasında Amerika ve NATO’nun askeri müdahalesi ile Türk ordusu yenilgiye uğratılacak.Ekonomik olarak %51 hisselerini ellerinde bulundurdukları Dünya Bankası ve IMF ile ekonomik yıkımda başlatacaklar.Kamunun elinde bulunan elektrik,su,haberleşme gibi kuruluşları kendi kontrolünde ve desteğinde olan büyük patronlara verecekler sermaye piyasasının serbestliğinden dolayı ülkedeki spekülatörler ile yaratacakları karmaşa ile ülkenin döviz rezervleri birkaç günde eritip çöküş başlamış olan ülkeye enflasyonunu ikiye üçe katlaması dayatılmak koşulu ile yüksek faizlerle kredi verilecek ve sonuç olarak ta ülkenin sanayi üretimi vurulacak hazinesi boşaltılacak.Siyasi açıdan da Leyla Zana serbest bırakıldıktan sonra önemli bir kamu görevine getirilecek federasyon sistemine geçtik ten sonra kendisine Güneydoğu Anadolu Bakanlığı verilecek.Türkiye ermeni soykırımını tanımayacak özür de dilemeyecek ancak tazminat ödeyecek ermenistan’ a önemli ticari tavizler verilecek.Askerlik Avrupa Birliğine Uyum Yasaları gereği 1 yılın altına inecek.Kıbrıs’tan tamamen Türk askeri çekilecek.Kıbrıs’ta ki garantör ülke konumu Amerika ve İsrail verilecek.12 Eylül paşaları Avrupa Birliğini etkilemeye yönelik kişisel bir yargılama yapılacak.Hollywood Türk tarihi ve Türk destanlarını konu alan onlarca film çekecek en son olanakta Atatürk’ün hayatını konu alan bir film çekilecek .Abdullah öcalan başka bir cezaevine nakil edilecek ve Abdullah öcalan ve arkadaşlarını da kapsayan geniş bir af çıkarılacak.Yunanistan’ın Türkçe’de ki adı Hellas olacak .Ege orduları dağıtılacak kürdistan kurulduktan sonra tanınacak yeni çizilen sınırlar kabul edilecek.kürdistanın genişleme politikası doğuda İran’a batıda Suriye’ye kuzey de Türkiye’ye genişlemesini tamamladıktan sonra başkentini Kerkük ten Diyarbakır’a taşıyacak Başbakanlık sistemine kabul edilecek Türkiye Cumhuriyetinin Resmi Dili Türkçe ve kürtçe olarak değiştirilecek alfabeye q,w,x harfleri alınacak.Bütün bunlar holding medyaları ile Türk halkına Avrupa Birliği yolunda sağlam adımlarla gitmekteyiz Türkiye değişiyor yapılanlar ile daha çağdaş modern bir ülkeye doğru gidildiği benimsetilecek. Türkiye Cumhuriyetini kuran Mustafa Kemal Atatürk ve Kuvayi Milliyeciler boşuna istiklal savaşı vermiş duruma düşürülmektedir

KİM KİMDEN İSTİFADE ETMİŞ


ALİMLER KİM KİMDEN İSTİFADE ETMİŞ ACABA ÖNCE ARAŞTIR...

(Kitabı Kuran olan İslam dünyası, bilime hiç bir katkı yapamazken, dünyadaki hertürlü gelişimi Yahudiler, Hristiyanlar ve Budistler gerçekleştiriyor.. Müslümanlar ise bu gelişmelerden sadece istifade ediyorlar, o da edebildikleri kadar.. Biraz düşünelim..Bu kadar tesadüf olabilir mi..?)
MUHAMMED ATAY BU SENİN YAZIN... VE SENİN DÜŞÜNCEN...
BENCE DE BİRAZ DÜŞÜNELİM...

HAREZMİ: CEBİRİN BABASI  AVRUPAYA MATEMATİĞİ ÖĞETEN İSLAM ALİMİ

Ebu Abdullah bin Musa el Harezmi (Arapça: أبو عبد الله محمد بن موسى الخوارزمي ) Horasan'da doğup Bağdat'ta yaşamış olan ünlü matematik, astronomi ve coğrafya bilginidir. Matematik alanındaki çalışmaları cebirin temelini oluşturmuştur. Bir dönem bulunduğu Hindistan’da sayıları ifade etmek için harfler ya da heceler yerine basamaklı sayı sisteminin (bkz. onluk sistem) kullanıldığını saptamıştır. Harezmî'nin bu konuda yazdığı kitabın Algoritmi de numero Indorum adıyla Latince'ye tercüme edilmesi sonucu, sembollerden oluşan bu sistem ve sıfır     "12. yüzyılda batı dünyasına" sunulmuştur. Hesab-ül Cebir vel-Mukabele adlı kitabı, matematik tarihinde birinci ve ikinci dereceden denklemlerin sistematik çözümlerinin yer aldığı ilk eserdir. Bu nedenle Harezmî (Diophantus ile birlikte) "cebirin babası" olarak da bilinir. İngilizce'deki "algebra" ve bunun Türkçe'deki karşılığı olan "cebir" sözcüğü, Harezmî'nin kitabındaki ikinci dereceden denklemleri çözme yöntemlerinden biri olan "el-cebr"den gelmektedir. Algoritma (İng. "algorithm") sözcüğü de Harezmî'nin Latince karşılığı olan "Algoritmi"den türemiştir ve yine İspanyolca'daki basamak anlamına gelen "guarismo" kelimesi Harezmî'den gelmektedir. Harezmî, İngilizce'de "al-Khwarizmi", Farsça'da خوارزمی diye anılır


Bağdat bilim atmosferi içerisinde kısa zamanda üne kavuşan Harezmi, Şam'da bulunan Kasiyun Rasathanesi'nde çalışan bilim heyetinde ve yerkürenin bir derecelik meridyen yayı uzunluğunu ölçmek için Sincar Ovasına giden bilim heyetinde bulunduğu gibi Hint matematiğini incelemek için Afganistan üzerinden Hindistan'a giden bilim heyetine başkanlık da etmiştir.

Harezmi'nin latinceye çevrilen eserlerinden olan ve ikinci dereceden bir bilinmeyenli ve iki bilinmeyenli denklem sistemlerinin çözümlerini inceleyen El-Kitab 'ul Muhtasar fi'l Hesab'il cebri ve 'l Mukabele adlı eseri şu cümleyle başlar :
"Algoritmi şöyle diyor: Rabbimiz ve koruyucumuz olan Allah 'a hamd ve senalar olsun"

İBN-İ SİNA :
Ebu Ali el-Hüseyin ibn Abdullah ibn Hasan ibn Ali İbn Sina, 980 Ağustos ayında Horasan'ın büyük kenti Belh yakınında bir köy olan Hermisan'ın yakınındaki Afşana'da doğmuş büyük bir Türk bilginidir. 21 Haziran 1037'de Hemedan'da öldü. Babası Belh şehrindendir. II. Nuh Mansur'un saltanatı sırasında Buhara'ya gelmiştir. Samanoğulları hükümdarlarından döneminde sarayla ilişki kurmuş, yüksek görevler almış İdari işlerle uğraşmış ve Buhara'ya bağlı Hermisan köyünün yöneticisi olmuştur. Bu köyün yakınında Afşana diye diğer bir köy vardır.İbn Sina burada doğmuştur. Daha sonra Buhara'ya taşınmışlardır.

İbn-i Sina, önce babasından, sonra çağın önde gelen bilginlerinden Natili ve İsmail Zahid'den mantık, matematik, gök bilimi öğrenimi gördü. 7 yaşında İslam dininin kutsal kitabı Kur'an'ı ezberledi. Bir süre tıpla ilgilendi, özellikle, hastalıkların ortaya çıkış ve yayılış nedenlerini araştırdı, tedavileriyle uğraştı. Bu alandaki başarısı nedeniyle, II. Nuh'un özel hekimi olarak görevlendirildi, onu sağlığa kavuşturunca, dönemin önde gelen tıp bilginlerinden biri olarak önem kazandı.

Batı bu büyük bilgini Avicenne (Avisen) adı ile tanır

Dünyada ilk felsefi roman denemesi, İbni Sina tarafından yapılmış ve yazdığı iki romanla, dünyanın ilk romancısı şerefini kazanmıştır
İbn-i Sina, gerek Doğu gerekse Batı filozoflarını etkiledi. Gazali, özellikle, ruh anlayışında ondan etkilendi. İbn Sina'nın deneyci yanı, Gazali'yi kuşkuculuk'a götürdü. Yapıtları 12.yy'da Latince'ye çevrildi, ünü yayıldı. Tanrıbilimci filozof Albertus Magnus, tin ve us ile güçleri konusunda İbn-i Sina'dan yararlandı.

FARABİ

Farabi, ilimleri sınıflandırdı. Ona gelinceye kadar ilimler trivium (üçüzlü) ve quadrivium (dördüzlü) diye iki kısımda toplanıyordu. Nahiv, mantık, beyan üçüzlü ilimlere; matematik, geometri, musiki ve astronomi ise dördüzlü ilimler kısmına dahildi. Farabi ilimleri; fizik, matematik, metafizik ilimler diye üçe ayırdı. Onun bu metodu, Avrupalı bilginler tarafından kabul edildi.

Hava titreşimlerinden ibaret olan ses olayının ilk mantıklı izahını Farabi yaptı. O, titreşimlerin dalga uzunluğuna göre azalıp çoğaldığını deneyler yaparak tespit etti.Bu keşfiyle musiki aletlerinin yapımında gerekli olan kaideleri buldu. Aynı zamanda tıp alanında çalışmalar yapan Farabi, bu konuda çişitli ilaçlarla ilgili bir eser yazdı.

Farabi insanı tanımlarken “alem büyük insandır; insan küçük alemdir.” Diyerek bu iki kavramı birleştirmiştir. İnsan ahlakının temeli, ona göre bilgidir; akıl iyiyi kötüden ancak bilgiyle ayırır. İnsan için en yüksek en yüksek erdem olan bilgi, insan beyninin çalışması sonucu elde edilemez; çünkü tanrısaldır, doğuştandır (Vehbi). Bilimin ise üç kaynağı vardır: Duyu; akıl; nazar. Bilimler ikiye ayrılırlar: Kurumsal (nazari) bilimler; uygulamalı (ameli) bilimler. Ahlak, siyaset, müzik, matematik uygulamalı bilimlere girer. Toplumlarda öz bakımından ikiye ayrılırlar: Erdemli toplumlar ve erdemsiz toplumlar. Bu toplumları yöneltecek en kusursuz devletse, bütün insanlığı kapsayan dünya devletidir

KİNDİ
Kindi veya tam adıyla Ebū-Yūsuf Ya’kūb ibn Ishāk el-Kindī. (801?-866?). Ortaçağ
Avrupası'nda "Alchindus" adıyla tanınan, ilk İslam filozofudur.
Kindi felesfeden tıbba, matematikten astronomiye, ilahiyattan siyasete, psikolojiden diyalektiğe, astrolojiden kehanete ve optikten kimyaya kadar yirmi ayrı dalda eser vererek sayıları 277'yi bulan bir külliyat oluşturmuştur.

Akla büyük bir yer veren Meşşai felsefe akımını ilk başlatan kişi de olan Kindi'nin 17 eseri Latince'ye, 4'ü İbranice'ye tercüme edilmiştir.


ABDULLATİF EL BAGDADİ
Abdullâtif el-Bağdadi (1162-1231), Muvaffakuddin olarak da anılan ünlü hekim ve filozof.

Hayatı hakkında fazla bir bilgi yoktur. Özellikle anatomi konusundaki çalışmalarıyla tanınmıştır. el-İfade ve'l-İtibar isimli eseri   *1788 senesinde Batı dillerine çevrilmiştir*  . Ayrıca Makalatün fi'l-Havas isminde beş duyu organını konu alan bir eseri de mevcuttur.


İBN-İ HEYSEM
Ebu Ali el-Hasan bin el-Heysem (Arapça: أبو علي الحسن بن الهيثم ) Arap fizikçi, matematikçi ve filozof. 965 Basra'da doğdu, 1038 ve 1040 arasında Kahire'de öldü.

Tahsile Basra'da başladı. Zamanının yüksek din ve fen ilimlerini de burada öğrendi. Tahsilinin bir kısmını tamamladıktan sonra, Bağdat'a giderek bilhassa; matematik, fizik, mühendislik, astronomi, metalurji gibi fen ilimlerini öğrenip, şöhrete kavuştu. Öğrendiklerini uygulama safhasına koymak için çok gayret gösterdi. Birçok önemli neticeler ve başarılar elde etti. O zaman cehlin içinde bulunan ve karanlık günler yaşayan Avrupa ile diğer yerlere İslam alemindeki ilim, kültür ve parlak medeniyet ışıklarını sunan binlerce alimden biri de İbn-i Heysem oldu.

İbn-i Heysem, çağının bütün ilimlerinde otoriteydi. Fevkalade keskin bir görüş, anlayış, muhakeme ve zekaya sahipti. Aristo ve Batlemyüs'ün eserlerini inceleyerek hatalarını gösterdi. Bunları özetleyerek Arapçaya tercüme etti. Ayrıca tıp ilminde de derinleşti. Geometriyi mantığa uyguladı. Euclid ve Apollonius'un geometrik ve sayısal metodlarını geliştirdi ve pratik uygulama alanlarını işaret etti. Geometri ve matematiğin inşaatçılık alanında uygulanmasında katkıda bulundu. Eski medeniyetlerden intikal eden matematik, geometri ve astronomiyi tedkik ederek ilmi tenkitlerini ortaya koydu ve bu sahalarda kendi nazariyelerini geliştirerek ilim alemine sundu. Mesela; Aristo ve Batlemyüs'e ait olan dünyanın, kainatın merkezi olduğu şeklindeki görüşleri üzerindeki şüphe ve tereddütlerini ifade etti. Dünya merkezli bir kainat sisteminin kesin olmayacağını, uzayda daha başka sistemlerin de bulunabileceğini ve güneş sisteminin mevcut olduğunu söyledi. Nitekim İbn-i Heysem'den yüzlerce sene sonra önce, İbn-i Şatır ve Batruci sonra Newton ve Kepler, Güneş sistemi nazariyesini kabullenmişler ve yer kürenin bu sistem içinde bulunduğunu söylemişlerdir.

İbn-i Heysem, optikte gölgenin nasıl meydana geldiğine dair bir teori ortaya attı. Fotoğrafın ilk modelini ve karanlık odayı ilk defa o denedi. Gökkuşağının nasıl teşekkül ettiğini ve bunda renklerin meydana gelişini gayet güzel bir şekilde izah etti. Billur küre şeklindeki küçük su taneciklerinden güneş ışığının kırılıp yansıma prensiplerini açıkladı. Özellikle ışığın yansıması konusunda fizik ve optiğe getirdiği yenilikler, altı asır boyunca dünya bilim çevrelerini etkilemiştir.

İlmi incelemeler sonucu gözün görme olayını açıkladı. Euclid ve Batlemyüs'ten beri herkes görme işini, gözden çıkan ışınların eşyaya ulaşarak, gözün eşyayı algılaması olarak biliyordu. İbn-i Heysem, ilk defa, bunun ilmi olmayıp, yanlış olduğunu savundu ve doğru olan kendi teorisini ortaya koydu. İbn-i Heysem'e göre görme, eşyadan yansıyan ışınların göze gelmesi ve gözün arka odak noktasında birleşmesi üzerine gözün eşyayı görmesidir.

Işığın kürevi ve parabolik aynalarda yansımasını inceleyerek bu olayı açıklayan İbn-i Heysem, iç bükey aynalar hakkında şöyle demektedir: "Güneş ışıkları, güneşten doğru yolla yayılırlar ve her parlak cisimden eşit açılarla yansırlar. Yani yansıyan ışık, yansıyan ışık alanı içinde bulunan ve parlak cisme ışığın geldiği noktada teğet olan bir doğru ile gelen ve yansıyan ışın iki eşit açı yapar. Bundan şu netice çıkar: Küresel yüzeye gelen ve yansıyan ışınla, ışık alanı içinde bu noktaya birleşen daire yarıçapıyla iki eşit açı teşkil ederler. Parlak bir cisimden herhangi bir noktaya yansıyan her şua, o nokta üzerinde bir ısı üretir. Eğer bir noktaya birçok şua gönderilse o noktada ısı, şua sayısıyla orantılı olarak artar. Küresel içbükeyliği yarım daireden daha az olan ve ekseni güneş kütlesinde son bulacak şekilde güneşe karşı yerleştirilen her çukur aynada, güneşten aynanın eksenine paralel olarak gelen şualar, ayna yüzeyinden eksene doğru yansırlar ve eksen üzerinde yarıçapı iki eşit parçaya ayırırlar. Eğer küre yüzeyi içindeki bir çemberin çevresinden belli bir yönde gelen şualar, küresel içbükey bir aynanın ekseni üzerindeki bir noktaya doğru yansırlarsa, küre alanındaki başka şualar umûmiyetle oraya doğru yansımazlar..."

Özellikle ışığın yansıması konusunda optiğe getirdiği yenilikler, batı bilim dünyasında Alhazen problemi diye meşhûr olmuştur. İbn-i Heysem, ayrıca ışığın şeffaf cisimlerden geçmesi sırasında meydana gelen yansımayı da incelemiştir. İbn-i Heysem bir müddet yer küreyi kuşatan atmosfer tabakasını da inceledi. Atmosfer kalınlığını hesaplamaya çalıştı. Güneş ve Ay'ın ufka yakınken daha büyük görünmelerinde atmosferin tesiri olduğunu fark etti. Yaptığı rasatlarla astronomik tan'ın, güneş ufkun tam 19 derece altındayken başladığını veya bittiğini ve güneş ışınlarının bize atmosferik bir kırılma ve dağılma ile ulaştığını açıkladı. Sabahleyin tam karanlıktan aydınlığa geçişin başladığı bu astronomik tan'a fecr-i sadık denir. İbn-i Heysem, bu anda güneşin irtifaını -19° olarak hesaplamıştır.

Akşam güneş battıktan sonra ufukta sabah vaktindeki gibi bir hadise meydana gelir. Şafak denen kızıllık, turuncu, sarı ve beyaz renklerden sonra yine aynı astronomik tan anında siyahlık çöker. Atmosferin ağırlığı ve yoğunluğu ile bunların maddelerin ağırlığına tesir etmesi arasındaki münasebeti tahlil etti. Havanın yoğunluğunun ışığın kırılması ile doğru orantılı olduğunu ve hava yoğunluğunun yükseklik ile değiştiğini keşfetti

İbn-i Heysem'in yüzü aşkın eserlerinin en meşhur ve geniş muhtevalı olanı Kitab-ül-Menazir'dir. Eser, yedi bölümden meydana gelmiştir.

Birinci bölümde
Görme olayının keyfiyeti, gözün özellikleri, ışık ve özellikleri, ışığın aydınlatmasının nasıl olduğu, göz ile ışık arasına giren nesneler, gözün anatomik yapısı, gözün faydaları;

ikinci bölümde
Görülebilen şeyler, görülmeyi sağlayan sebepler, görülmenin nasıl olduğu, gözün bu şeyleri birbirinden nasıl ayırd edebildiği;

üçüncü bölümde
Gözde veya görmede meydana gelen yanılmalar ve bunların sebepleri, gözün yanılmasıyla bilgide meydana gelen yanılmalar, düşünce ve araştırmalarda vaki olacak hatalar;

dördüncü bölümde
Parlak cisimlerden ışığın yansıması yoluyla gözün bunları görmesi, gözde bunların görüntülerinin meydana gelmesi;

beşinci bölümde
Görüntülerin, hayallerin yerleri;

altıncı bölümde
Işıkların eşyadan göze yansıması yoluyla görmede meydana gelebilecek yanlışlık ve hatalar, bunların sebepleri, düzlem aynalarda, küresel tümsek aynalarda, silindirik tümsek aynalarda, konik tümsek aynalarda, küresel çukur aynalarda, silindirik çukur aynalarda ve konik çukur aynalarda ışıkların yansıması ve bütün bunlardan dolayı görmede meydana gelebilecek yanılmaları ve değişik görüntüleri;

yedinci bölümde
Işınların çeşitli şeffaf cisimlerden geçişi, ışık demetlerinin doğrusal yayılışı, şeffaf cisimlerin içindeki katı cisimlere tesadüf eden ışık hüzmelerinin yani demetlerinin kırılıp yansımaları, kırılma olayının incelenmesi ve nasıl meydana geldiği, bundan meydana gelen hatalı görüntüler veya yanlış görme olayları anlatılmaktadır.

İbn-i Heysem'in bu meşhur eseri, **ortaçağda beş defa Latinceye çevrilmiş olup, ** bütün Avrupa üniversite ve ilim merkezlerinde tanınan tek müracaat eseri durumundaydı. **Eser, 1572 senesinde Risner tarafından Opticae Thesaurus Alhazeni Arabis Libri ismiyle Latinceye çevrilerek İspanya'nın Bale şehrinde bastırılmıştır. Kemaleddin Farisi isimli bir Müslüman fen alimi bu eseri açıklayarak genişletmiş ve Tenkih-ül-Menazir adını vermiştir. Kitab-ül-Menazir, 1948 senesinde Kemaleddin Farisi'nin yaptığı şerhle beraber Hindistan'ın Haydarabad şehrinde basılmıştır.

ÖZELLİKLE BUNU OKU İBN-İ HEYSEM
Bu eserlerinden başka, Mutezile fırkasına, mantıkçılara ve diğer fen ve ilim erbabına cevaben birçok reddiyeler ile kendisine sorulan fen sorularına verdiği cevapları bildiren risaleleri de vardır. İbn-i Heysem'in fizik, astronomi, güneş ve ay sistemleriyle ilgili o kadar çok eseri vardır ki, bunların bir kısmından bastırılarak hazırlanan kitaplar ***Hıristiyan ve Yahudi aleminde ders kitabı olarak okutulmuştur. Muhtelif ilim dallarında ortaya koyduğu terimler bugün hala kullanılmaktadır. Astronomideki modern başarıların kaynağı, İbn-i Heysem'in parlak görüş ve teorilerinden kaynaklanmaktadır. ***Apollo ile Ay'a inen ilk astronotlar, orada gördükleri muhteşem kraterlere önemli adlar verirken, bir tanesini de İbn-i Heysem olarak isimlendirdiler.

EL-BRUNİ
Son eseri olan Kitabü's Saydele fi't Tıb'bı yazdığında 80 yaşını geçmişti. Üstad diye saygıyla yad edilen yalnız İslam aleminin değil, tüm dünyada çağının en büyük bilgini olan Biruni, 1051 yılında Gazne'de hayata gözlerini yumdu.

Biruni,  benzeri her asırda görülmeyen bilginler bilgini bir dahiydi. Arapça, Farsça, Ibranice, Rumca, Süryanice, Yunanca ve Çinçe gibi daha birçok lisan biliyordu. Matematik, Astronomi, Geometri, Fizik, Kimya, Tıp, Eczacılık, Tarih, Coğrafya, Filoloji, Etnoloji, Jeoloji, Dinler ve Mezhepler Tarihi gibi 30 kadar ilim dalında çalışmalar yaptı, eserler verdi.

Onun tabiat ilimleriyle yakından ilgilenmesi,  Eserlerinde çok defa Kur an ayetlerine başvurur, onların çeşitli ilimler açısından yorumlanmasını amaçlardı. Kuran'ın belağat ve i'cazına olan hayranlığını her vesileyle dile getirdi. İlmi kaynaklara dayanma, deney ve tecrübeyle ispat etme şartını ilk defa o ileri sürdü.

İbni Sina'yla yaptığı karşılıklı yazışmalarındaki ilmi metod ve yorumları, günümüzde yazılmış gibi tazeliğini halen korumaktadır. Tahkik ve Kanunı Mes'udi adlı eserleriyle trigonometri konusunda bugünkü ilmi seviyeye ta o günden, ulaştıgı açıkça görülür. Bu eser astronomi alanında zengin ve ciddi bir araştırma abidesi olarak tarihe mal olmuştur.

Ayın, güneşin ve dünyanın hareketleri, güneş tutulması anında ulaşan hadiseler üzerine verdiği bilgi ve yaptığı rasatlarda, çağdaş tespitlere uygun neticeler elde etti. Bu çalışmalarıyla yer ölçüsü ilminin temellerini sekiz asır önce attı. Israrlı çabaları sonunda yerin çapını ölçmeyi başardı. Dünyanın çapının ölçülmesiyle ilgili görüşü, günümüz matematik ölçülerine tıpatıp uymaktadır. ***Avrupa'da buna BIRUNI KURALI denmektedir.

Newton ve Fransız Piscard yaptıkları hesaplama sonucu ekvatoru 25.000 mil olarak bulmuşlardır. Halbuki bu ölçüyü Biruni, onlardan tam 700 yıl önce Pakistan'da bulmuştu. O çağda Batılılardan ne kadar da ilerideymişiz.

Biruni, hastalıkları tedavi konusunda değerli bir uzmandı. Yunan ve Hint tıbbını incelemiş, Sultan Mes'ud'un gözünü tedavi etmişti. Otların hangisinin hangi derde deva ve şifa olduğunu çok iyi bilirdi. Eczacılıkla doktorluğun sınırlarını çizmiş, ilaçların yan etkilerinden bahsetmiştir.

Daha o çağda Ümit Burnu'nun varlığından söz etmiş, Kuzey Asya ve Kuzey Avrupa'dan geniş bilgiler vermişti. Christof Coloumb'dan beş asır önce Amerika kıtasından, Japonya'nın varlığından ilk defa söz eden O'dur.

Dünyanın yuvarlak ve dönmekte olduğunu, yerçekimin varlığını Newton'dan asırlarca önce ortaya koydu. Henüz çağımızda sözü edilebilen karaların kuzeye doğru kayma fikrini 9.5 asır önce dile getirdi.

Botanikle ilgilendi, geometriyi botaniğe uyguladı. Bitki ve hayvanlarda üreme konularına eğildi. Kuşlarla ilgili çok orijinal tespitler yaptı. Tarihle ilgilendi. Gazneli Mahmud, Sebüktekin ve Harzem'in tarihlerini yazdı. Biruni, ayrıca dinler tarihi konusuna eğildi, ona birçok yenilik getirdi. Çağından dokuz asır sonra ancak ayrı bir ilim haline gelebilen Mukayeseli Dinler Tarihi, kurucusu sayılan Biruni'ye çok şey borçludur.

Biruni, felsefeyle de ilgilendi. Ama felsefenin dumanlı havasında boğulup kalmadı. Meseleleri doğrudan Allah'a dayandırdı. Tabiat olaylarından söz ederken, onlardaki hikmetin sahibini gösterdi. Eşyaya ve cisimlere takılıp kalmadı.

Biruni, Cebir, Geometri ve Cografya konularında bile o konuyla ilgili bir ayet zikretmiş, ayette bahsi geçen konunun yorumlarını yapmış, ilimle dini birleştirmiş, fenni ilimlerle ilahi bilgilere daha iyi nüfuz edileceğini söylemiş, ilim öğrenmekten kastın hakkı ve hakikatı bulmak olduğunu dile getirmiş ve "Anlattıklarım arasında gerçek dışı olanlar varsa Allah'a tövbe ederim. Razı olacağı şeylere sarılmak hususunda Allah'tan yardım dilerim. Batıl şeylerden korunmak için de Allah'tan hidayet isterim. İyilik O'nun elindedir!" demiştir.

Eserleri halen Batı bilim dünyasında kaynak eser olarak kullanılmaktadır. Türk Tarih Kurumu 68. sayısını Biruni'ye Armağan adıyla bilginimize tahsis etti. Dünyanın çeşitli ülkelerinde Biruni'yi anmak için sempozyumlar, kongreler düzenlendi, pullar bastırıldı. UNESCO'nun 25 dilde çıkardığı Conrier Dergisi 1974 Haziran sayısını Biruni'ye ayırdı. Kapak fotoğrafının altına, "1000 yıl önce Orta Asya'da yaşayan evrensel deha Biruni; Astronom, Tarihçi, Botanikçi, Eczacılık uzmanı Jeolog, Şair, Mütefekkir, Matematikçi, Coğrafyacı ve Hümanist" diye yazılarak tanıtıldı.

İncil'de "Oğul" kelimesi üçlemeyi destekleme amacıyla kullanılmamıştır

İncil'de "Oğul" kelimesi üçlemeyi destekleme amacıyla kullanılmamıştır Üçleme inancının özünde Hz. İsa'nın "Allah'ın oğlu" olduğu yönündeki yanlış inanç yatar. (Allah'ı tenzih ederiz.) Oysa Hıristiyanlığın ilk doğduğu yıllarda ve daha önceki dönemlerde "oğul" ifadesinin nasıl ve ne amaçla kullanıldığı incelendiğinde ortaya çok daha farklı bir durum çıkmaktadır. Oğul kelimesi İncil'de Hz. İsa için 4 farklı şekilde kullanılmaktadır: Meryem oğlu, Davud oğlu, İnsanoğlu, Allah'ın oğlu. "Meryem oğlu" ifadesi Hz. İsa'nın Hz. Meryem tarafından dünyaya getirildiğini, "Davud oğlu" ise Hz. İsa'nın İncil'e göre Hz. Davud'un soyundan geldiğini ifade etmektedir. "İnsanoğlu" ifadesi hem Hz. İsa'nın kendisini nasıl tanıttığının hem de çevresindeki kişilerin ona nasıl bir bakış açısına sahip olduklarının anlaşılması açısından çok önemlidir. Çünkü bu ifade İncil metinlerinde Mesih ve Allah'ın oğlu ifadelerinden çok daha fazla kullanılmaktadır. "İnsanoğlu" Yahudi ilahiyatına özgün bir ifadedir ve Eski Ahit'te -özellikle de Mezmurlar'da- çok fazla kullanılmaktadır. Doğrudan insanları ifade eder ve çok alışılmış bir tabirdir. Örneğin Hezeikel Peygamber'den bahsedilirken 90 kez "İnsanoğlu" ifadesi kullanılmıştır ve o, insanlara ölümlü bir beşer olarak tanıtılmıştır. Bu tabirin Aramicesi olan "bar nash(a)", Hz. İsa'nın döneminde de herkes için kullanılıyordu; ancak İncil'de kullanılan "insanoğlu" tabiri, Yahudi kutsal kitaplarındaki gibi, herkes için kullanılmamış, sadece Hz. İsa'ya işaret eden bir ünvan olarak birçok kez kullanılmıştır. İnsanoğlu ifadesi Matta, Markos ve Luka'da 69 kez, Yuhanna İncili'nde 13 defa zikredilmektedir. Sadece bir yerde tüm insanlığı ifade etmek için kullanılır. (İbranilere Mektup, 2/6-8). Bu tanım hem Hz. İsa için hem de Hz. İsa tarafından birçok kez ve "ben" anlamında kullanılmıştır. Bu İncil pasajlarından bazıları şu şekildedir: Herkes Tanrı'nın büyük gücüne şaşıp kaldı... Herkes İsa'nın tüm yaptıkları karşısında hayret içindeyken, İsa öğrencilerine, "Siz şu sözlerime iyice kulak verin" dedi. "İnsanoğlu, insanların eline teslim edilecek." (Luka, 9/44) ... Yunus nasıl Ninova halkına bir belirti olduysa, İnsanoğlu da bu kuşak için öyle olacaktır. (Luka, 11/30) .... Şimdi Kudüs'e gidiyoruz. Peygamberlerin İnsanoğlu'yla ilgili yazdıklarının tümü yerine gelecektir. O, diğer uluslara teslim edilecek..." (Luka, 18/31-32) İnsanoğlu, belirlenmiş olan yoldan gidiyor. Ama onu ele veren adamın vay haline!" (Luka, 22/22) İsa daha konuşurken bir kalabalık çıkageldi. Onikilerden biri, Yahuda adındaki kişi, kalabalığa öncülük ediyordu. İsa'yı öpmek üzere yaklaşınca İsa ona, "Yahuda" dedi, "İnsanoğlu'nu bir öpücükle mi ele veriyorsun?" (Luka, 22/47-48) Yukarıda da belirttiğimiz gibi "insanoğlu" ifadesi ilk Hıristiyanlar tarafından "beşer" anlamında kullanılıyordu. Çünkü büyük bir bölümü Yahudi olan ilk Hıristiyanlar bu ifadeyi her zaman bu anlamda kullanmışlardı ve bu tanıma "beşer" dışında başka bir anlam yüklemiyorlardı. Eski Ahit'teki kullanımlar da bu görüşü desteklemekte, Hz. İsa'nın Allah'ın var ettiği, Allah'ın rahmetine muhtaç bir beşer olduğunu ortaya koymaktaydı. İncil'de geçen "Allah'ın oğlu" ifadeleri ise üçleme inancını savunanların sözde dayanaklarından birini oluşturmaktadır. Ancak bu yorum, Hıristiyan dünyasında asırlardır büyük tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Çünkü Yahudi kültürünü yakından bilen, Hz. İsa'nın yaşadığı dönemde halkın kullandığı dilin özelliklerini inceleyen her araştırmacı bu kullanımın mecazi bir anlam taşıdığını ifade etmiştir. Yaygın görüş şudur: "Allah'ın oğlu" Yahudi toplumu içinde zaten yaygın olan ve toplumdaki önemli şahsiyetler için sıkça kullanılan mecazi bir ifade biçimiydi. 1977 yılında aralarında Anglikan teologların da bulunduğu 7 İncil uzmanı "The Myth of God Incarnate" ("Tanrı İnsan Şeklini Aldı" Efsanesi) isimli bir kitap yayınladılar. Bu kitap çok büyük bir etki meydana getirdi. Önsözde editör John Hick şunları yazıyordu: Bu kitabın yazarları 20. yüzyılın bu son döneminde büyük bir dini gelişmenin gerçekleşmesi gerektiği konusunda hemfikirdirler. Bu ihtiyaç öncelikle Hıristiyanlığın kökenleriyle ilgili bilginin artışından kaynaklanmaktadır. Ayrıca Hz. İsa'nın Allah tarafından özel bir görev ve kutsal bir amaçla gönderilmiş bir insan olduğunu kabul etmeye dayanmaktadır. Ve Hz. İsa'nın Allah'ın enkarnasyonu (insan şeklini alması) ve üçleme inancının ikinci kişisi olduğu yönündeki inancın, Hz. İsa'nın bizim için ifade ettiklerinin şiirsel ve mitolojik bir ifade şekli olduğunu kabul etmeye dayanır. John Hick'in kitabı boyunca çeşitli delillerle üzerinde durduğu gerçek "Tanrı'nın oğlu" ifadesinin tamamen Hz. İsa'nın ardından ortaya atılan bir inanç olması ve Hz. İsa'nın hiçbir şekilde böyle bir inanışı tebliğ etmemesidir. Hz. İsa, daha sonra yaşayan Hıristiyanların düşündükleri gibi, kendisi hakkında bir ilahlık iddiasında bulunmamıştır. Kendisini Tanrı, Tanrı oğlu ya da enkarnasyonu olarak görmüyordu... Hz. İsa'nın kendisini bu şekilde gördüğünü düşünmek kesinlikle mümkün değildir. Üstelik o bu yöndeki bir fikri inkar olarak görmüştür; ona ait olduğu söylenen şu söz bunu açıkça ortaya koyar: "Neden bana Tanrı diyorsunuz? Allah'tan başka Tanrı yoktur" (Markos, 10/18) Tabi ki Hz. İsa'nın ne söyleyip, ne söylemediği ile ilgili kesin olarak konuşmak mümkün değildir. Ancak eldeki deliller, tarihçilerin oybirliği ile Hz. İsa'nın böyle bir iddiada bulunmadığını kabul etmelerini sağlamıştır. -----Yahudiler arasında çok yoğun bir şekilde kullanılan "Allah'ın oğlu" ifadesi mecazi olarak "Allah'a ait" anlamına geliyordu. Buna göre, bir kişiye Allah'ın oğlu dendiğinde, o kişinin Allah'a yakın olduğu, Allah'a gönülden hizmet ettiği ve Allah'ın razı olacağı gibi bir yaşam sürdüğü ifade edilmek isteniyordu. Hiçbir şekilde o kişinin Allah'a benzer veya eşit vasıflara sahip olduğu ya da ilahlık taşıdığı kast edilmiyordu. (Allah'ı tenzih ederiz) Nitekim Yahudilikte de böyle bir inancın yeri yoktu. Sanders'ın da ifade ettiği gibi, Hz. İsa'nın tebliğinin Yahudilerden Yahudi olmayanlara, yani putperest Romalılara intikal etmesiyle birlikte, mecazi olarak kullanılan bu tabirin anlamı değişmeye başlamış ve Hz. İsa'nın sözde ilahlığını ifade eden bir anlamda kullanılmaya başlanmıştır. Böylece ilk Hıristiyanlar tarafından Mesih olarak bilinen ve tamamen beşeri tabiata sahip bir şahsiyet olarak kabul edilen Hz. İsa, ilah olarak anılmıştır. (Allah'ı tenzih ederiz.) William C. Varner, bir makalesinde bu terimin Hıristiyanlar tarafından nasıl algılandığını inceler: İncil'de Hz. İsa'ya inanan herkesin de "Allah'ın oğlu" olarak tanıtıldığı inkar edilemez bir gerçektir. (Yuhanna, 1/12) O halde benim Allah'ın oğlu oluşumla Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu oluşu arasında nasıl bir fark vardır? Allah'ın oğlu ifadesi gerçekten Hz. İsa'nın ilahlığının bir ifadesi mi, yoksa Hıristiyanlar İncil'in kast ettiğinden daha fazlasını mı okuyorlar? Bu soruyu cevaplayabilmek için Hıristiyanlık mesajını ilk dinleyen ve ilk okuyanların bu ifadeyi nasıl anladıklarını incelemek gerekir. Peki bu kişiler kimdi? Bu kişiler genel anlamda alırsak Yahudiler ve Yahudi olmayanlardı. Bu iki grup da "Allah'ın oğlu" terimini 1. yüzyılın dilbilimi ve kültürel ortamında her zaman kullanıyorlardı. Üçlemeyi savunanlar, İncil'de geçen "oğul" kavramını onurlandırma ve saygı sunma ifadesi olarak yorumlamayı kabul etmezler. Oysa İncil'in birçok yerinde, söz konusu kavram, açıkça bu anlamda kullanılmıştır. Örneğin "Tanrı'nın oğulları" ifadesi Allah'a iman eden ve Hz. İsa'nın yolundan giden tüm samimi iman sahipleri için kulllanılmaktadır: "Fakat ben size derim: Düşmanlarınızı sevin ve size eza edenler için dua edin ki, siz göklerde olan Rabbinizin oğulları olasınız; zira o, güneşini kötülerin ve iyilerin üzerine doğdurur; ve salih olanlar ile olmayanların üzerine yağmurunu yağdırır. Çünkü eğer sizi sevenleri severseniz, ne karşılığınız olur? (Romalıların) Vergi mültezimleri de öyle yapmıyorlar mı? Ve yalnız kardeşlerinizi selamlarsanız, fazla ne yapmış olursunuz? Putperestler de öyle yapmıyorlar mı? Bundan dolayı, semavî Rabbiniz kâmil olduğu gibi siz de kâmil olun." (Matta, 5/44-48) Allah'ın Ruhuyla yönetilenlerin hepsi Allah'ın oğullarıdır. (Pavlus'un Romalılara Mektubu, 8/ 14) Gücü herşeye yeten Rab diyor ki, "Size Allah olacağım, siz de oğullarım ve kızlarım olacaksınız." (Pavlus'un Korintlilere İkinci Mektubu, 6/18) Karşıtlığınız büyük olacak ve sizlere Yüce olanın oğulları denecek. Çünkü o iyilik bilmezlere ve kötülere karşı da iyi yüreklidir. (Luka, 6/35) Bir diğer Tevrat alıntısında aynı ifade, melekleri tarif etmek için kullanılmıştır: Ve Allah oğulları Rabbin önünde kendilerini takdim etmeye geldikleri gün vaki oldu ki, onların arasında şeytan da geldi. (Eyüb, 1/6) Dolayısıyla bu ifade Yahudi geleneklerinden kaynaklanan mecazi bir anlatımdır. Bu terim Yahudi kültürüyle yetişen, Tevrat'ı bilen ve Hz. İsa'ya tabi olana kadar Yahudiliğin gereklerini uygulayan ilk Hıristiyanlar tarafından da saygı, takva ve Allah'a yakınlığı ifade etmek için seçilmiştir. "Allah'ın oğlu" ifadesinin üçleme inancına bir dayanak oluşturamayacağını gösteren bir diğer delil ise İncil'de Allah'ın isminin kullanımıyla ilgilidir. Anthony Buzzard, İncil'de Allah'ın isminin ne şekilde kullanıldığını "Who is Jesus? Do the creeds tell us the truth about him?" (Hz. İsa Kimdir? İtikatler bize onunla ilgili gerçeği söylüyorlar mı?) başlıklı makalesinde şu sözlerle tarif eder: Tanrı kelimesi Kitab-ı Mukaddes'te binlerce defa tekil isimdeki şahıs zamirleriyle ifade edilmektedir: Ben, Bana, Beni, Sen, Sana, Seni, O, Ona, Onu... Biri bu zamirlerin 11.000 defa geçtiğini hesaplamıştır. Tüm dillerdeki bu zamirler 3 kişiyi değil, tek şahısları ifade etmektedir. Allah'ın üç değil, bir varlık olduğunu bize anlatan binlerce ayet bulunmaktadır. Yeni Ahit'teki Allah isminin "Allah'ın üç kişide bulunduğu" anlamına geldiğini ispatlayabilecek hiçbir yer yoktur. Bu yüzden Kitab-ı Mukaddes'teki Allah ismi hiçbir zaman üçleme prensibindeki Allah anlamına gelmemektedir. Hz. İsa'ya ilahlık atfederek kullananlar Kuran ayetlerinde birçok kez uyarılmaktadırlar. Bu yaptıkları Allah Katı'nda çok büyük bir günahtır. Rabbimiz Maide Suresi'nde şu şekilde bildirilmektedir: Andolsun, "Şüphesiz, Allah Meryem oğlu Mesih'tir." diyenler küfre düşmüştür. De ki: "O, eğer Meryem oğlu Mesih'i, onun annesini ve yeryüzündekilerin tümünü helak (yok) etmek isterse, Allah'tan (bunu önlemeye) kim bir şeye malik olabilir? Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah'ındır; dilediğini yaratır. Allah herşeye güç yetirendir. (Maide Suresi, 17) A'raf-143. Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca "Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!" dedi. (Rabbi): "Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!" buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.

PAVLUS ,ESKİ AHİTİ,YANİ TEVRAT VE ZEBUR’U KABUL MÜ EDER YOKSA RETMİ EDER ?

Pavlus eski ahidi, kutsal yasayı, yani Tevrat ve Mezmurları ( Zebur ) kabul mü eder? Red mi eder? Yada hepsini birden mi yapar? Bu konuyu araştırmak için İncile birlikte bakalım; “Bununla birlikte, sana şunu itiraf edeyim ki, kendilerinin tarikat dedikleri Yol'un bir izleyicisi olarak atalarımızın Tanrısına kulluk ediyorum. Kutsal Yasa'da ve peygamberlerin kitaplarında yazılı her şeye inanıyorum.” ( incil elçilerin işleri kitabı: 24:14 ) devam ediyoruz; “Kutsal Yazıların tümü Tanrı esinidir ve öğretmek, azarlamak, yola getirmek ve doğruluk konusunda eğitmek için yararlıdır.” ( İncil Pavlus un Timoteos a 2. mektubu:3:16 ) İlk örnekte yani elçilerin işleri:24:14 de Pavlus bu sözleri Hırodes’in sarayın da göz altına alındıktan beş gün sonra bir tutuklu olarak, O’nu suçlayanlara karşı Feliks’in huzurunda söylüyor. İkinci örnek ise timoteos a yazdığı kendi mektubundandı. Bu örneklere bakıldığında eski ahid ve kutsal yasayı kabul etmiş olduğunu görmekteyiz Aziz Pavlus’un. ŞİMDİ DE KONUYU BİZ İNCELEMEYE ALALIM; Pavlus eski ahidi, kutsal yasayı, yani Tevrat ve Mezmurları ( Zebur ) kabul mü eder? Red mi eder? Yada hepsini birden mi yapar? Diye sormuştuk. Verdiğimiz örneklerde de Pavlus’un kabul ettiğini görmüştük. Şimdi Pavlus başka yerlerde bu konu ile alakalı neler demiş onlara bakacağız. “Şimdiyse biz, daha önce tutsağı olduğumuz Yasa karşısında ölerek o Yasa'dan özgür kılındık. Öyle ki, yazılı yasanın eski yolunda değil, Ruh'un yeni yolunda kulluk edelim.” ( İncil Pavlus’un Romalılara mektubu: 7:6 ) “O bizi yazılı yasaya değil, Ruh'a dayalı yeni bir antlaşmanın hizmetkârları olmaya yeterli kıldı. Yazılı yasa öldürür, Ruh ise yaşatır.” ( İncil Pavlus’un Korintlilere ikinci mektubu: 3:6 ) “ Yine de kişinin, Kutsal Yasa'nın gereklerini yapmakla değil, İsa Mesih'e olan imanla aklandığını biliyoruz. Bunun için biz de, Yasa'nın gereklerini yapmakla değil, Mesih'e imanla aklanalım diye Mesih İsa'ya iman ettik. Çünkü hiç kimse Yasa'nın gereklerini yapmakla aklanmaz.” ( İncil Pavlus’un Galatyalılara mektubu: 2:16 ) “Ama, iman gelmiş olduğundan, artık Yasa'nın eğiticiliği altında değiliz.” ( İncil Pavlus’un Galatyalılara mektubu: 3:25 ) “Kurallarıyla bize karşı ve aleyhimizde olan yazılı antlaşmayı sildi, onu çarmıha mıhlayıp ortadan kaldırdı.” ( İncil Pavlus’un Kolosililere mektubu: 2:14 ) “Çünkü Mesih'in kendisi barışıklığımızdır. Kutsal Yasa'yı, buyrukları ve kurallarıyla birlikte etkisiz kılarak iki topluluğu birleştirdi, kendi bedeninde aradaki engel duvarını, yani düşmanlığı yıktı. Amacı, bu iki topluluktan kendisinde yeni bir insan yaratarak esenliği sağlamak, düşmanlığı çarmıhta öldürmek ve çarmıh aracılığıyla bir bedende iki topluluğu Tanrı'yla barıştırmaktı.” ( İncil Pavlus’un Efeslilere mektubu:2:14-16 ) Evet bu örnekler ile yukarda başta verdiğimiz ilk örnekler birbirlerinin aynılarımı? Kutsal yasa kabul mü ediliyor red mi edilmektedir? Ya da her ikisi de var mıdır? Yukarılar da bir kabul etme var mı idi? Ya bu örnekler de bir ret etme var mıdır? Hem kabul hem de ret var da diyebilir miyiz? GÖRDÜĞÜNÜZ GİBİ, YAHUDİ DİN ADAMLARI TARAFINDAN, ÖZELLİKLE DE PAVLUS TARAFINDAN,HEM KELİMELER, HEM DE ANLAMLAR YOLU İLE TAHRİF EDİLEN İNCİLİN, YUKAIDA YAZMIŞ OLDUĞUMUZ AYETLERİ,SİZCE NE ANLAM TAŞIYABİLİR ? BİR YERDE KABUL EDİLEN ,BİR YERDE RET EDİLİYOR. BÖYLE BİR İLAHİ KİTAP OLABİLİRMİ ?

İNCİL YENİDEN YAZILMIŞTIR

ABD'li ve İngiliz 15 bilim adamı, Hıristiyanların kutsal kitabındaki tam 45 bin ifadeyi, "Yeni nesil yanlış anlıyor" gerekçesiyle değiştirdi. Böylece İncil'in yüzde 7'si yeniden yazılmış ol du DIŞ HABERLER SERVİSİ Hıristiyanların kutsal kitabı İncil'in İngilizce basımı, dili çok eski olduğu ve genç kuşaklar bazı deyimleri yanlış anladığı için, 15 ABD'li ve İngiliz din adamı tarafından güncel İngilizceyle yeniden yazıldı. Yeni versiyon İncil'de, bu kapsamda tam 45 bin değişiklik yapıldı. Böylece İncil'in metni yüzde 7 oranında değiştirildi. Yeni İncil'in ABD'deki muhafazakâr çevreleri rahatsız ettiği ve din adamlarının kutsal kitaba feminizmin sızdığını iddia ettiği kaydedildi. İngiliz gazetesi Daily Telegraph'ın haberine göre, önceki gün basımı tamamlanan Uluslararası Yeni Versiyon İncil'de, aziz yerine 'Tanrı tarafından seçilmiş insan' tanımı kullanılıyor ve klasikleşmiş birçok İncil kavramı ortadan kalkıyor. 'E.T.' var sanıyorlar Haberde, gençlerin yabancı anlamına da gelen 'alien' kelimesini duyunca İncil'in E.T.'den (uzaylılardan) bahsettiğini düşündüğü, bu nedenle yeni versiyonda bu kelime yerine 'foreign' sözcüğünün kullanıldığı dile getirildi. Eski İncil'de taşlayarak öldürme cezasının anlatıldığı 'Taşlandı ve öldü' ifadesi de, sokak dilinde 'uyuşturucu kullanmak' anlamına geldiği için değiştirilerek, 'taşlanarak öldürüldü' haline getirildi. 'Adem' metinden çıkarıldı Eski İncil'de Meryem Ana için kullanılan 'Karnında çocuk taşıyordu' ifadesi de 'Hamileydi' diye düzeltildi. Ayrıca insanın yaratılışıyla ilgili bölüm de yeni bir bakış açısıyla anlatıldı. Eski İncil'de genel olarak insan kastedilerek, "Tanrı, Adem'i yaratırken kendi suretini verdi" ifadesinde yer alan 'Adem' sözcüğü, erkekleri temsil ettiği için metinden çıkarıldı.(Milliyet, 16.03.2005) Bu girişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?..Bu bir sıkıntıdan(İncil'in tahrifatını gizleme amacıyla) yapılmış olmasın!..45 bin ifade neye göre değiştirilmiştir veya yeniden yorumlanmıştır? Metnin aslını ortaya koyup; asıl metindeki ifade şudur, bu bugünkü dilde şu anlama gelir şeklinde bir meal'tefsir yapmak yerine keyfî bir düzeltme ile "işte yeni nesil için İncil!" demenin anlamı nedir? (Tabii ki, asıl ilahi metin mevcut olsaydı bunu çoktan yaparlardı…) Yıllar geçtikten sonra birileri çıkıp 45 bin ifadeyi daha değiştirmeyeceğini nereden bileceğiz?.. İşte Kutsal Kitap bu şekilde tahrif ediliyor. Kutsal Kitab'a bu kadar insan müdahalesi olursa, o kitap ilahi kitap olmaktan çıkar ve insanların uydurduğu hayali bir eser haline gelir. Hep bunu anlatmaya çalışıyoruz. Bir anlayabilseler!..

"İSA" aslında "HORUS" mu? değil ise bu benzerlikler neyin nesi?

1.Horus 25 Aralık'da bakire Meri tarından dünyaya getirilir.(Hz.İsa 25 Aralık'da bakire Meryem tarafından dünyaya getirildi.) 2. Horus 12 yaşına geldiğinde cömert bir çocuk ve öğretmendi.(Hz.İsa'da 12 yaşına geldiğinde öğretmen oluyor) 3.Horus 30 yaşına geldiğinde vaftiz edildi ve göreve başladı.(30 yaşına geldiğinde Hz.İsa John tarafından vaftiz ediliyor ve görevine başlıyor) 4.Horus'un birlikte yolculuk ettiği 12 havarisi vardı. (Hz.İsa'nında 12 havarisi vardı.) 5.Horus Hastaları iyileştirmek , su üstünde yürümek gibi mucizeleri geçekleştirirdi.(hz.isa'da ölüleri diriltmek , su üstünde yürümek gibi mucizeler gerçekleştirdi) 6.Horus , Gerçek , Işık , Tanırının Oğlu , Çoban , Tanırının koyunu gibi isimlerle anıldı. (Kralların Kralı , Tanrının oğlu , Alfa ve Omega , Işık , Tanırının koyunu gibi isimler Hz.İsa için de verildi) 7.Horus Typhon tarafından ihanete uğradı ve çarmıha gerildi.Öldükten sonra yeniden dirildi.(Hz.isa'da çarmıha gerilerek öldürüldü ve 3 gün sonra dirilerek göğe yükseldi.) 8.Meryem’in kucağında İsa’yı tasvir ettiği resim ile Mısırlıların İsis’i kucağında Horus’u tasvir ettiği resim ayrıdır. Hıristiyanlıktaki teslis inancının (üçleme – Baba, Oğul ve Kutsal Ruh) da başka inançlardan alındığı bellidir. İsis, Osiris ve Horus, büyük Mısır teslisidir! Bu teslis inancı Hz. İsa’dan yaklaşık üç yüz yıl kadar sonra hıristiyan inancına uyarlanmıştır. “Antik Tanrı” dedikleri İsis’in heykelcik ve resimleri Meryem Ana ve Çocuğuna dönüşmüştür. Aynı şekilde Mitra, Diyanissos, Attis, Krişna aynı özellikleri gösterir. Hepsinin doğumu 25 Aralıktır ve hepsi çarmığa gerilmiştir Bu Hz.İsa Değildir! Neden İsa'nın arkasında her zaman bir güneş var bunu hiç düşünmediniz mi? Çünkü İsa öldükten sonra gizli örgütler İsa'nın gerçek hikayesini horus denilen deccal'e yani kendi tanrılarına yazmıştır. Gizli örgütler istemsiz bir şekilde olsa dahi kendi tanrılarına tapınmanız için hikayeleri ve araçları değiştirmiş İsa gibi göstermiştir.Onu tanrı ilan etmişlerdir. Bir düşünün Hristiyanlık'da kutsal gün nedir? Pazar yani Sunday. Peki bunu bir açalım; Sun = Güneş Day = Gün SunDay= Güneş Günü Onlar sizi kandırdılar! Siz istemsiz bir şekilde Deccal'e (Horus,Ra,Güneş Tanrısı,Tek göz)'e inandınız Sizce neden her resmedilişinde güneşin önünde veya içinde? Sizce neden kutsal günleri Sunday=GüneşGünü? Lütfen bu bilgileri yayalım ve gerçeği herkes görsün.

BİR İTİRAF...KULLUKTAN TANRI OĞULLUĞUNA TERFİ ETTİĞİMİ ZANNETTİM....YANLIŞI YAŞADIM GERÇEĞİ BULDUM..

Hıristiyanlık'la ilk tanışmam, eskilere dayanır. Üniversite yıllarımda düştüğüm inanç boşluğu, 1999'a kadar Nüfus kağıdında Müslüman, ama pratikte ateist ve Tanrı'nın varlığını reddeden, daha doğrusu (Verenin de Alanın da O olduğunu unutup) çok "Sevdiğim İnsan"ı elimden alması üzerine O'na kızıp Tanrı'yla ipleri tamamen kopardığım, kendisine isyan ettiğim bir yaşam tarzına beni götürüyordu. "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciun" (Allah'tan geldik, yine O'na döneceğiz) hakikatini henüz kavrayamamış, Rabbimin "Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele." (Bakara 155) sözlerine ve vaadine sırtını dönmüş, rûhumdaki inanç boşluğunu tatmin edecek arayışlara girmiştim. Çünkü aşk, kördür ve akılla mantığın önünde bir engeldir. Üstüne üstlük kaldığım yurtta yobaz bir yurt müdürünün sürekli beni ve diğer insanları namaz kılmaya zorlaması, namaz kılmanın yurdun şartları arasında olduğu, kılmayanların yurttan atılacağı tehditleri ile 3 haftada bir kıldığım Cuma namazından ibaret olan İslam anlayışımdan bile daha da uzaklaşmıştım. Hani şu İslam adına hizmet edenler diye geçinirler ya... En büyük din zararlıları bunlar olmalı herhalde. Şimdi düşünüyorum da, dinde zorlama olmadığı halde zorla insanları dindar yapmaya ve insanların inançları üzerinde tahakküm kurmaya çalışmak, aslında onları ateizme itmekten başka bir işe yaramıyormuş. Ama dedim ya, adı üstünde: Yobaz... Mehmet Akif'in deyişiyle; “Din adına yol kesen dünkü yobazın oğlu.Yine sen kesiyorsun küfür uğrunda yolu” olan yobaz... Dönem sonu, yurttan ayrıldım. Ama dini duygularım, tamamen ölmüş bir şekilde. Son yol ayrımını yine o yıllarda yaşadım. Yine bir bayanı çok sevdim. Biraz da toprağa verdiğim sevgiliyi unutmak ve aklımdan çıkarabilmek için sanırım... Onunla aynı sınıftaydık. Zifir mi zifir saçları, kapkara gözleri vardı. Bir çocuk kadar saf, duru ve temiz... O, benim adeta "Mona Rosa"mdı Sezai Karakoç'ça söyleyişle. Bir-iki yıl, platonikçe onu sevmekle geçti. Çekingenliğim yüzünden bir türlü ona açılamıyordum. Şiirlerimde olduğu gibi onu "kapı aralıklarından, aynalı minibüs koltuklarından" seyrederek yetiniyordum. Birgün bütün cesaretimi toplayıp yakın bir arkadaşına onun evli ya da nişanlı olup olmadığını sordum utana sıkıla. Ama aldığım, "benden böyle bir şey beklemediği" gibi bir tepkiydi. Biraz da küçük düşüren bir tepki. Sonuç; çevresine üşüşmüş 5-10 yobazın telkinleriyle onu tamamen kaybettim. Aşkı günah olarak gören, insanların sevdalarına karışmayı "İnanç" zanneden, seni aşağılayan vs vs. Bir daha onun gözlerine uzaktan bile bakamadım. Sonra rûhî bunalımlar, ilaçlar, alkol vs. Bu son yol ayrımı, artık dine, daha doğrusu İslam'a adeta düşman olduğum bir noktaydı. Ezan sesine bile tahammül edemiyordum. Buna rağmen hâlâ içimde Tanrı'nın varlığına olan inancım vardı kırık-dökük. Birgün, bir gazete ilanında "İncil'i hiç okudunuz mu?" başlıklı bir ilanla karşılaştım ve telefonla kendime bir İncil gönderilmesini istedim. Ardından mektuplaşma kursları, uzaktan Hıristiyan ilahiyatı dersleri, vs. Evden dışarı bile çıkmıyordum. Okulu, dersleri vs hepsini boşlamıştım. 1998'de memleketimdeyken ilk astral seyahat deneyimini yaşadım farkında olmadan ve astral seyahatin ne olduğunu bilmeden. O sıralar, yaz olduğu için damda yatardım. Gökyüzündeki yıldızlara odaklanırdım. Gözlerimi yıldızlara dikip, yıldız kaymalarını ve o an gökyüzünden geçen garip ışıkları yakalamaya çalışırdım. Sözün burasında bu kafa karıştırıcı deneyimi anlatmayı günlüğüme bırakıyorum: «Uyumadan önce, sanki bir sudan kurtulma, yada vakum gibi bir ses duyuyorum o an. Karşımda binlerce görüntü, tam uyuyor değil. Dağlardan, denizlerden aşıyorum. Uykuda olmadığımın bilincindeyim; gözlerimi açar açmaz o görüntüleri kaybedeceğimi düşünerek açmıyorum. Sonra, eski Yeruşalim'de buluyorum kendimi. Yani tarih olarak o çağda yaşıyorum gibi. Ben, sanki sara krizine yakalanmış gibi titriyorum. Yardım istiyorum çevremdeki insanlardan; ama onlar, bana bakıp aldırışsızca çekip gidiyorlar yollarına. Sonra gökyüzünden bir kapı açılıyor; sürgülü, iki kanatlı bir kapı. Kapının iki yüzünde de farklı farklı iki işaret var. Biri, güneşi andırıyor. Hıristiyanların peygamberi, İsa Mesih geliyor yanıma. Omzuma dokunup, "Kalk oğlum, günahların affedildi." diyor. Sonra bana Yeruşalim'i gezdirmeye başlıyor. (Kudüs'ü...) Sadece bedenini görebiliyorum beraber yürürken. Yada sadece ayaklarını. Yüzüne bakmıyorum hiç. Sonra bir kapıdan içeri giriyorum. Ardımı döndüğümde o yok. Etraf, zifirî karanlık. Bir yoldan geçiyorum; ama çok farklı bir yol olduğunu hissediyorum. Çevresinde altın çarmıhlar var yolu aydınlatan. En ilginci ise, yolun düzenli taşlardan döşenmesi. Yolun dışında kalan taşlar, gri yada renksiz. İçindeki, yani yolu oluşturan taşlarsa hepsi de rengarenk mozaiklerden oluşuyor. Yol bitiminde, ışık da bitiyor. Bir sürü yılan akrep gibi şeylerin üzerine basa basa karşıma çıkan basamaklardan ilerliyorum. Sonra iki kişi beni yakalıyor. Deccal'in hizmetkarları olduklarını hatırlıyorum sadece. Beni testereyle ikiye bölüyorlar; ama ben onun Tanrı'lığını asla kabul etmiyorum. Sonra görüntü değişiyor... Bu kez herkes bir yana doğru koşuyor. Mehdi geldi, Mehdi geldi diye çığlık atan atana. Gökyüzüne bakıyorum. Yıldızlar, bir araya gelmişler; bir insan yüzü oluşturmuşlar. Yıldız değil de yıldırım gibi tuhaf ışıklar da olabilir. O yüz, bana gülümsüyor... Sonraki görüntüleri hatırlamıyorum. Ama asıl ilginç olay ben uyanınca gerçekleşiyor. Yatağımın yanı başında, daha o yıllar 6-7 aylık yeğenim uyuyor. Onu seyrederken, birden göğe yükseliyor ve beni de gökyüzüne çekmeye başlıyor ağır ağır. Beni 1 metre yükselttikten sonra, yine damda yatan komşunun, korkulu sesini duyuyorum; "Aman Allah'ım! Tövbe tövbe..." diye. O ses'ten sonra, yavaşça yatağıma doğru geri iniyorum; ama zerre kadar korku yok. Ve gözlerim hala açık, hiçbir şey olmamış gibi yataktan kalkıp odama gidiyorum. Yani tek bildiğim şey, uykudan sonraki o olayı son ana kadar gözlerim açık izlemem.» Odama geldiğimde daha da kafa karıştırıcı bir olay yaşadım: Masanın üzerinde İncil, sayfaları açılmış bir biçimde duruyordu ve ilk ayeti, İsa'nın az önce yaşadığım deneyimde bana söylemiş olduğu sözdü: «Kalk oğlum, günahların affedildi.» Daha astral seyahati tanım olarak bile duymamıştım. Cinlerin insanları aldatmak için astral seyahat yoluyla telkinlerde bulunduğunu da. Denize düşen yılana sarılır misali, düştüğüm inanç boşluğunu Hıristiyanlık'la kapamaya çalıştım. Bir hafta sonra kararımı verip Adana'daki bebekli kiliseye gittim. Luca Pedretti ile tanıştım ve bir müddet sohbet ettik. Tabii daha protestan-katolik vs mezhep farklılıklarını bilemeyecek kadar cahil... Birgün yine kiliseye gittiğimde adam, telaş içinde özel ayin var diyerek kabaca kapı dışarı etti kiliseden. Büyük bir düş kırıklığı yaşamıştım. Bu mu İncil'de geçen sevgi dolu inanlılar topluluğu dedim kendi kendime. Daha başlamadan büyük bir hayal kırıklığıydı benim için. Hoş, bir kaç hafta sonra o "özel ayin" dedikleri şeyin sırrı da çözüldü. Medya kanallarında boy boy küçük kızları taciz eden bu "özel ayinci" rahiplerden bahsediyordu. Allah'ım, ben nereye düşmüşüm!!! Sonra mektuplaşma kurslarında okuduğum bir yazı geldi aklıma: "İnsana bakma, İsa'ya bak" Ama bir zamanlar İslam'dan İNSANLAR YÜZÜNDEN SOĞUDUĞUMU da hatırlayarak. Ama başka şansım yoktu. Çünkü İslam'la bağlarımı tamamen koparmıştım. Daha doğrusu Târık b. Ziyâd gibi, ben de aramızdaki bütün gemileri yakmıştım. İlk kilise deneyimim böyle sona erince, internetten Hıristiyan forumlarına katılmaya başladım. Kendim için seçtiğim isim, Luciin'di. Luka İncili'nin yazarı Doktor Luka'dan etkilenerek... İnsan'a ne tatlı geliyor KULLUK'tan TANRI ÇOCUKLUĞU olmaya terfi etmek. Nefsini zorlamıyor KUL olmakla. Seçilmiş olmanın verdiği minnet, vs vs. İncil sohbet odasında Kral Kayra diye bir Hıristiyan vardı. Onunla sohbet ediyorduk bazen. Kanala bir de Satanist İmam diye biri geliyordu. Güya, Müslüman'dı ve Hıristiyanlara, Baba, Oğul ve Kutsal Rûh'a, Meryem'e vs Hıristiyanlığın kutsal değerlerine en ağır küfürleri ediyor, hakaretler yağdırıyordu. Kanaldakiler de diyordu ki, "Ya sen nasıl Müslümansın? İslam, bu mu? Hz. İsa da Allah'ın peygamberi. O'na küfredilir mi?" Ama bizim imam (!), laftan-sözden pek anlamıyor, kanalın PROVAKE olduğunu gördüğünde daha da seviniyordu. Birgün yine sohbet odasındayken ve kanal da hayli kalabalıkken yine bizim İmam Efendi geldi. O an bir şey oldu. Bir anlık bir görüntü: Yahuda İskaryot. Ve içime doğan güçlü bir cümle: "Aramızdaki hain, kendini ele verecek." Neden bilmiyorum ama bu cümleyi hemen kanala yazdım. Herkes, benim ne demek istediğimi anlamak istercesine susmuştu. Konuşmayı bozansa YAHUDA'nın, yani hainin kendisi oldu. Kral Kayra denen bu zât, aslında iki farklı nickle yazıyordu. Hem Satanist İmam nikiyle Hıristiyanlığın kutsal değerlerine en ağır küfürleri yağdırıyor, hem de kendi nikiyle "Nasıl Müslümansın? Müslüman, böyle yapar mı?" diye sahte HOŞGÖRÜ dersi veriyordu ve İslam'ı kötülüyordu aklınca. Böylece kanala gelen bu SALDIRGAN MÜSLÜMAN'IN aslında Müslüman değil de bir Hıristiyan olduğunu tüm kanal öğrenmiş oldu. Müslümanları kötülemek ve Hıristiyanlığı yüceltmek için KENDİ İNANÇLARINA KÜFREDEN, KENDİ KUTSAL DEĞERLERİNE KÜFRETMEYİ İSLAM'I KÖTÜLEMEK İÇİN MÜBAH GÖREN bir Hıristiyan anlayışı... Yazık... Tabii yine insana değil İsa'ya bakmayı tercih ederek. Ama keşke bu daha o zamanlar keşfedebildiğim "İnsana Bakma!" sözünü Müslüman kılıklı 3-5 yobaz için de söyleyebilmiş olsaydım ve onların yaptıklarından keşke İNANÇLARINI değil, kendilerini sorumlu tutabilmenin GERÇEK ERDEM olduğunu fark edebilseydim... Ama hayat... Hata yaptıkça öğreniyor insan... Artık kendimce imanlı bir Hıristiyan'dım artık. Kanala Hıristiyanlığı araştırmaya gelen insanlara sabırla İsa'dan, insanın günahlı oluşundan, Tanrı'dan ayrı düştüğünden ve günahın sonunun ölüm olduğundan, Yol ve Yaşam'ınsa sadece İsa olduğundan bahsediyordum. (Bilmeyerek bâtıl bir inanca kazandırdığım insanlar için Allah beni affetsin...) Okulu tamamen boşlamış, kendimi İsa'yı anlatmaya adamıştım adeta. Kendime örnek aldığım Hıristiyanlar vardı. İlk başta sürekli bana moral veren Kanada'dan yazıştığım bir arkadaşım, sonra birkaç yazar... (İsimleri bende saklı) Okuduğum kentte de tesadüfen Hıristiyan bir aile ile tanıştım. üstüne üstlük bir de benimle aynı edebiyat bölümünde okuyan başka bir Hıristiyan arkadaşımla ki, ileriki yıllarda onunla bir kardeşten daha yakın olacaktık... Artık benim için araştırmanın, öğrenmenin sonu yoktu. Diyordu ya İncil: "Gerçeği bileceksiniz ve gerçek, sizi özgür kılacak." Ama gerçeği aramak, diğerlerini pek de "mutlu" etmiyordu. Hepsi de sorularıma yetersiz kalıyordu. Hani şu meşhur laf: "Her şeyin cevabını biz bilemeyiz. Her şeyi bir tek Rabb bilir." Hemen hemen bütün sorularıma aldığım mazeret, buydu. Her yanı çelişkilerle dolu, tahrif edilmiş bir kitabın başka bir çelişkisi beni rahatsız ettiğinde bunu önderlere ya da bilgili arkadaşlara soruyordum. Mesela; "Esenlik esenlik diyorsunuz. Peki esenlik nedir? Huzur dolu olabilmek mi? Eğer Hıristiyanlığın diğer dinlerden farkı bu esenlikse, aynı huzur ve rahatlama İslam'da, hatta Uzakdoğu dinlerinde de var. Madem Şeytan esenlik veremiyor, neden bu insanlar da iç huzurunu yakalayabiliyor? Yoga yaparak, tütsü yakarak bile bulunan bu huzur, Hıristiyanlığın nasıl diğer inanç ve dünya görüşlerine attığı bir fark olabilir ki..." Bu yıllar, 2003-2004 arası. Yani kendimce hemen hemen bütün Hıristiyan kaynaklarını hatmettiğim, ama derinliğine indikçe çelişkiler yumağı haline gelen bir öğretiydi Hıristiyanlık. "Keşke İslam'ı da bu kadar iyi öğrenmiş olsaydım zamanında... Haftada bir ya da üç haftada bir Cuma'ya gitmeyi İslam, ne yaparsak yapalım, Allah bizi bağışlar. Hem, peygamberin şefaati var. Kalbinde zerre kadar iman bulunan, Cennet'e girer." demeyi Müslümanlık zannetmeseydim... Ama dedim ya, İslam'la bağlarımı tamamen koparmıştım. Üstüne üstlük üzerimdeki baskılar, inancımdan ötürü uğradığım hakaretler, Hıristiyanlık'la kopma noktamda hep zayıf da olsa bağlayıcı halka oluyordu. Ah, İslam adına hizmet ettiğini zannedip insanları İslam'dan uzaklaştırarak İslam'a en büyük zararı veren cahil bazı Müslümanlarımız. Onların İslam'ı, "Biz, İslam'ı yaşayamıyoruz. bari bir gayrimüslimi Müslüman yapalım da belki Allah, sırf bu ecir yüzünden bizleri Cennet'ine koyar." diyen, ama ne özü sözüne uyan, ne namaz kılan, ne Mümin'ce yaşayan, ne dinle-diyanetle alakası olan, TEBLİĞİN ne olduğundan zerre kadar haberdâr olmayan, tebliğ diye yaptığı şeyle sadece insanları İslam'dan daha da uzaklaştıranlarımız... İslam'a verdikleri zarar, yobazlar kadar büyük değil mi? Diyeceksiniz ki "Hani insana bakma diyordun... Hani insanların yaptıklarıyla inançlarını mukayese etmek, yanlıştır diyordun... Nerden çıktı şimdi bu sözler?" Evet, hâlâ diyorum. Ama ne yazık ki insanların %90'nı, bunu demiyor. İnsanların çoğunu bâtıl dinlere iten, İslam'dan uzaklaştıran şey, ne yazık ki bu sebep. Çünkü inancından ötürü baskı ve zulüm görüyorsan, o inanca daha da sarılırsın. Bunun ötesi, eşyânın tabiatine aykırıdır çünkü. Neden Mason medyası, sürekli gazetelerinde TV'lerinde sık sık "İmam şöyle yaptı. Hacı-Hoca, böyle yaptı." türünden ve bir çoğu asılsız haberler yayınlıyorlar? Toplumun çoğunluğunun inançları insan davranışlarına göre değerlendirdiğini bildikleri, insanları İslam'dan soğutmak için en etkili yol olduğunu düşündükleri için. Aynı Mason medyasının başka bir taktiği: Bu gençliği TV kanallarında, gazetelerinde "İrticacı, Gerici" olarak sürekli bilinçaltı bir harple soğuk savaş usullerini kullanıp İNSANLARI İNANÇLARINDAN UTANIR hâle getirmek için uğraşıldı onlarca yıl... Bir gençliği ideolojilerin peşinden sürüklemek için birbirlerini öldürterek yok ettiler... Bir gençliği inançlarını, değerlerini ellerinden almaya çalışarak yok ettiler... Bir gençliği onları nefsinin esiri, kölesi yapacak çıplak neşriyatla, yoz Batı'nın simgesi Hollwood filmleriyle, bir gençliği töresini, dinini adına "Çağdaşlaşma" dedikleri Milattan Öncesi'nin Sodom ve Gomore kültürünü empoze ederek yok ettiler. Ama bizden sonraki gençlik, elbette onların sahte madalyonlarının sahte ışıklarını, "çağdaş" diye adlandırdıkları Kurân'da helak edilen kavimlerin öğreti ve dünya görüşlerini, antik bilmem ne felsefelerini yüzlerine çarpıp İslam'ın çağlarüstülüğünü tüm vicdanıyla haykıracak ve başka vicdânlara da ışık olacaktır. Necip Fazıl'ın özlediği gençliği, Mehmet Akif'in Asım'ları, dahası "Peygamberin Gençleri" olacaklardır. Bizden sonraki gençlik, Mason TV'leri ile, Siyonist gazeteler ile, "tek dişi kalmış" Batı mandacısı Aydın (!) ların izinden değil, ALLAH'I HATIRLATAN BİR MÜSLÜMAN OLAN DURUŞLARIYLA, Peygamber'i hatırlatan sonsuz bir sabır ve hoşgörüyle, ölümü ve ahireti hatırlatan vakar, olgunluk ve edepleriyle, ceddini hatırlatan kahramanlık ve mertliğiyle, ışığı anımsatan nurlu alınları, Münafığı Kâfir'den ayıran ferâsetleri, kemâle ermiş şeref ve izzetleri, Mehdiler beklemekten vazgeçip her biri İslam'ın Mehdisi olan, kahramanlar beklemekten vazgeçip her biri, şaire; "Bedir'in Aslanları ancak bu kadar şanlı idi" dedirten Çanakkale Savaşı'nın gençleri olan, İZ'lerin İZM'lerin peşinden yürümekten vazgeçip ardından gelecek olanlara doğruyu ve hakikati asla kaybetmemelerini sağlayacak derin ve anlamlı İZ'ler bırakan, korkaklıktan, bezginlikten vazgeçip EN AZ DÜŞMANLARI KADAR CESARETLİ OLAN, Cennet'ten vazgeçip derdi davası sadece Allah'ın rızası olan, kendinden vazgeçip Rabbinin sözünü, kendi isteklerinden ve nefsani arzularından üstün tutan, "Hakk'ın hatırı âlîdir, başka hiçbir hatıra fedâ edilemez." sözünün bilincinde olan bir gençlik olacaktır.

10 Kasım 2017 Cuma

KUR'AN-I KERİM: "SÖZLERİN EN GÜZELİDİR"




KUR'AN-I KERİM


Elif, Lam, Ra. Bu bir kitaptır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik. (İbrahim Suresi, 1)


ALLAH TARAFINDAN
İNDİRİLMİŞTİR

Batıl, ona önünden de, ardından da gelemez. (Çünkü Kur’an,) Hüküm ve hikmet sahibi, çok övülen (Allah)tan indirilmedir. (Fussilet Suresi, 42)

Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitap’tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik. (İbrahim Suresi, 1)

Gerçekten o (Kur’an), alemlerin Rabbinin (bir) indirmesidir. (Şuara Suresi, 192)

Bu Kur’an, Allah’tan başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak bu, önündekileri doğrulayan ve kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur, alemlerin Rabbindendir. Yoksa: “Bunu kendisi yalan olarak uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Bunun benzeri olan bir sûre getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüyseniz Allah’tan başka çağırabildiklerinizi çağırın.” (Yunus Suresi, 37-38)

(Bu) Kitabın indirilmesi, üstün ve güçlü olan, hüküm ve hikmet sahibi Allah (katın)dandır. (Zümer Suresi, 1)

O, bir şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz? Bir kahinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz? Alemlerin Rabbinden bir indirilmedir. (Hakka Suresi, 41-43)

Kendisinde şüphe olmayan bu Kitabın indirilişi alemlerin Rabbi tarafındandır. Yoksa onlar: “Bunu uydurdu” mu diyorlar? Hayır; o, Rabbinden olan bir haktır; senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş bir kavmi uyarman için (onu sana indirdik). Umulur ki hidayet bulurlar. (Secde Suresi, 2-3)

(Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kur’an’ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona iman etsinler ve kalpleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın. Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir. (Hac Suresi, 54)

De ki: “Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile- onun bir benzerini getiremezler.” (İsra Suresi, 88)


CEBRAİL VASITASIYLA
VAHYOLUNMUŞTUR

O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir. Ona (bu Kur’an’ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir. (Necm Suresi, 4-5)

Böylece O’nun kuluna vahyettiğini vahyetti. (Necm Suresi, 10)

Gerçekten o (Kur’an), alemlerin Rabbinin (bir) indirmesidir. Onu Ruhu’l-emin indirdi. Uyarıcılardan olman için, senin kalbinin üzerine (indirmiştir). (Şuara Suresi, 192-194)


ARAPÇA OLARAK İNDİRİLMİŞTİR

Gerçekten biz, akıl erdirirsiniz diye, onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik. (Yusuf Suresi, 2)

İşte böylece biz onu (Kur’an’ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Andolsun, sana gelen bu ilimden sonra, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir yardımcı, dost, ne bir koruyucu vardır. (Ra’d Suresi, 37)

Bilen bir kavim için, ayetleri (çeşitli biçimlerde, birer birer) ‘fasıllar halinde açıklanmış’ Arapça Kur’an (veya okunan) kitaptır; (Fussilet Suresi, 3)


GÖNDERİLİŞİNİN BİR ÇOK
HİKMETİ VARDIR

Biz bunu (Kur’an’ı) senin dilinle kolaylaştırdık, takva sahiplerine müjde vermen ve direnen bir kavmi uyarıp-korkutman için. (Meryem Suresi, 97)

Her ümmet içinde kendi nefislerinden onların üzerine bir şahid getirdiğimiz gün, seni de onlar üzerinde bir şahid olarak getireceğiz. Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. (Nahl Suresi, 89)

De ki: “İman edenleri sağlamlaştırmak, müslümanlara bir müjde ve hidayet olmak üzere, onu (Kur’an’ı) hak olarak Rabbinden Ruhu’l-Kudüs indirmiştir.” (Nahl Suresi, 102)
Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitap’tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik. (İbrahim Suresi, 1)

İşte bu (Kur’an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O’nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52)

Biz Kitab’ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik. (Nahl Suresi, 64)

Biz sana bu Kur’an’ı güçlük çekmen için indirmedik, ‘İçi titreyerek korku duyanlara’ ancak öğütle-hatırlatma (olsun diye indirdik). (Taha Suresi, 2-3)

De ki: “Şahidlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Allah benimle sizin aranızda şahiddir. Sizi -ve kime ulaşırsa- kendisiyle uyarmam için bana şu Kur’an vahyedildi. Gerçekten Allah’la beraber başka ilahların da bulunduğuna siz mi şahidlik ediyorsunuz?” De ki: “Ben şehadet etmem.” De ki: O, ancak bir tek olan ilahtır ve gerçekten ben, sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım. (En’am Suresi, 19)

Dosdoğru (bir Kitaptır) ki, kendi katından şiddetli bir azabla uyarıp-korkutmak ve salih amellerde bulunan mü’minlere müjde vermek için (onu indirdi); şüphesiz onlara güzel bir ecir vardır. (Kehf Suresi, 2)

(Kur’an,) Diri olanları uyarıp korkutmak ve kâfirlerin üzerine sözün hak olması için (indirilmiştir). (Yasin Suresi, 70)

Bunlar hikmetli Kitabın ayetleridir; Muhsin olanlara bir hidayet ve bir rahmettir. (Lokman Suresi, 2-3)

(Onları) Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye. (Nahl Suresi, 44)


İNSANLARA BİR ÖĞÜT VE UYARIDIR

De ki: “Şahidlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Allah benimle sizin aranızda şahiddir. Sizi -ve kime ulaşırsa- kendisiyle uyarmam için bana şu Kur’an vahyedildi. Gerçekten Allah’la beraber başka ilahların da bulunduğuna siz mi şahidlik ediyorsunuz?” De ki: “Ben şehadet etmem.” De ki: O, ancak bir tek olan ilahtır ve gerçekten ben, sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım. (En’am Suresi, 19)
Çünkü o (Kur’an, Allah’tan sakınan) muttakiler için bir öğüttür. (Hakka Suresi, 48)

İşte bu (Kur’an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O’nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52)

Andolsun, biz bu Kur’an’da çeşitli açıklamalar yaptık, öğüt alıp-düşünsünler diye. Oysa bu, onların daha uzaklaşmalarından başkasını arttırmıyor. (İsra Suresi, 41)

(Bu Kur’an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. (Sad Suresi, 29)

‘İçi titreyerek korku duyanlara’ ancak öğütle-hatırlatma (olsun diye indirdik). (Taha Suresi, 3)

Bu (Kur’an) insanlar için bir beyan sakınanlar için de bir hidayet ve öğüttür. (Al-i İmran Suresi, 138)

Andolsun, size açıklayıcı ayetler, sizden önce gelip geçenlerden bir örnek ve takva sahipleri için bir öğüt indirdik. (Nur Suresi, 34)

İşte bu (Kur’an), önündekileri doğrulayıcı ve şehirler anası (Mekke) ile çevresindekileri uyarman için indirdiğimiz kutlu Kitaptır. Ahirete iman edenler buna inanırlar. Onlar namazlarını (özenle) koruyanlardır. (En’am Suresi, 92)

Gerçek (şu ki), o (Kur’an,) elbette bir öğüttür. Artık kim dilerse, öğüt alıp-düşünür. (Müddessir Suresi, 54-55)


BENZERİ KESİN OLARAK YAZILAMAZ

Yoksa: “Bunu kendisi yalan olarak uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Bunun benzeri olan bir sûre getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüyseniz Allah’tan başka çağırabildiklerinizi çağırın.” (Yunus Suresi, 38)

De ki: “Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile- onun bir benzerini getiremezler.” (İsra Suresi, 88)


DAHA ÖNCEKİ KİTAPLARDA
BAHSİ GEÇMEKTEDİR

Ve hiç şüphesiz, o (Kur’an), geçmişlerin kitaplarında da vardır. (Şuara Suresi, 196)


ALLAH’IN KORUMASI ALTINDADIR

Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir. (En’am Suresi, 115)

Hiç şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz. (Hicr Suresi, 9)

Saklanmış-korunmuş bir kitapta (yazılı)dır. (Vakıa Suresi, 78)

Batıl, ona önünden de, ardından da gelemez. (Çünkü Kur’an,) Hüküm ve hikmet sahibi, çok övülen (Allah)tan indirilmedir. (Fussilet Suresi, 42)


TEMEL BAŞVURU KAYNAĞIDIR

Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için diye onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır. (Maide Suresi, 48-49)

Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah’tan daha güzel olan kimdir? (Maide Suresi, 50)

Şüphesiz, Allah’ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitabı hak olarak indirdik. (Sakın) Hainlerin savunucusu olma. (Nisa Suresi, 105)


AÇIK VE ANLAŞILIRDIR

Biz bunu (Kur’an’ı) senin dilinle kolaylaştırdık, takva sahiplerine müjde vermen ve direnen bir kavmi uyarıp-korkutman için. (Meryem Suresi, 97)

Allah’tan başka bir hakem mi arıyayım? Oysa O, size Kitabı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma. (En’am Suresi, 114)

İşte biz onu (Kur’an’ı) apaçık ayetler olarak indirdik; şüphesiz Allah, dilediğini hidayete yöneltir. (Hac Suresi, 16)

Allah size ayetleri açıklıyor; Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nur Suresi, 18)


BİRER BİRER AÇIKLANMIŞTIR

O, karanın ve denizin karanlıklarından yolunuzu bulmanız için size yıldızları var edendir. Bilebilen bir topluluk için biz ayetleri birer birer (bölüm bölüm) açıkladık. (En’am Suresi, 97)

Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Öğüt alıp düşünmesini bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıkladık. (En’am Suresi, 126)

Suçlu-günahkârların yolu apaçık ortaya çıksın diye, ayetlerimizi işte böyle birer birer açıklıyoruz. (En’am Suresi, 55)

De ki: “O, size üstünüzden ya da ayaklarınızın altından azab göndermeye veya sizi parça parça birbirinize kırdırıp kiminizin şiddetini kiminize taddırmaya güç yetirendir.” Bak, iyice kavrayıp-anlamaları için ayetleri nasıl çeşitli biçimlerde açıklıyoruz? (En’am Suresi, 65)

Elif, Lam, Ra. (Bu,) Ayetleri muhkem kılınmış, sonra hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından birer birer (bölüm bölüm) açıklanmış bir Kitap’tır (ki:) (Hud Suresi, 1)


SAFHALAR HALİNDE İNDİRİLMİŞTİR

Gerçek şu ki, Kur’an’ı senin üzerine ‘safhalar halinde bir indirme tarzıyla (tenzil)’ indiren biziz, biz. (İnsan Suresi, 23)


ALLAH’IN NURUDUR

Ey insanlar Rabbinizden size ‘kesin bir kanıt (burhan)’ geldi ve size apaçık bir nur (Kur’an) indirdik. (Nisa Suresi, 174)

Onlar, Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile. (Saf Suresi, 8)

Ey Kitap Ehli, Kitaptan gizlemekte olduklarınızın çoğunu size açıklayan ve bir çoğundan geçiveren elçimiz geldi. Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi. (Maide Suresi, 15)

Böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak Biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip-iletiyorsun. (Şura Suresi, 52)

“Şu halde Allah’a, O’nun Resûlü’ne ve indirdiğimiz nur (Kur’an)a iman edin. Allah yaptıklarınızdan haberdârdır.” (Teğabun Suresi, 8)


İMAN EDENLER İÇİN ŞİFA,
HİDAYET VE RAHMETTİR

Onlara bir ayet getirmediğin zaman: “Sen Onu (inmeyen ayeti) derleyip-toplasana” derler. De ki: “Ben, yalnızca bana Rabbimden vahyolunana uyarım. Bu, Rabbinizden olan basiretlerdir; iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve bir rahmettir.” (A’raf, 203)

Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, sinelerde olana bir şifa ve mü’minler için bir hidayet ve rahmet geldi. (Yunus Suresi, 57)

Her ümmet içinde kendi nefislerinden onların üzerine bir şahid getirdiğimiz gün, seni de onlar üzerinde bir şahid olarak getireceğiz. Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. (Nahl Suresi, 89)

Biz Kitab’ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik. (Nahl Suresi, 64)

Kur’an’dan mü’minler için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Oysa o, zalimlere kayıplardan başkasını arttırmaz. (İsra Suresi, 82)

Kitabın sana (kalbine vahy ile) bırakılacağını umud etmezdin; (bu,) Rabbinden ancak bir rahmettir. Öyleyse sakın kafirlere arka olma. (Kasas Suresi, 86)

Ve gerçekten o, mü’minler için bir hidayet ve bir rahmettir. (Neml Suresi, 77)

Muhsin olanlara bir hidayet ve bir rahmettir. (Lokman Suresi, 3)

Bu (Kur’an), insanlar için basiret (nuruyla Allah’a yönelten ayet)lerdir, kesin bilgiyle inanan bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir. (Casiye Suresi, 20)


SÖZLERİN EN GÜZELİDİR

Onlar, sözün en güzeline iletilmişlerdir ve övülen doğru yola iletilmişlerdir. (Hac Suresi, 24)

Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek-korkanların O’ndan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte bu, Allah’ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidayete erdirir. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için de bir yol gösterici yoktur. (Zümer Suresi, 23)


DOĞRUYU YANLIŞTAN AYIRIR

Bundan (Kur’an’dan) önce (onlar) insanlar için bir hidayet idiler. Doğruyu yanlıştan ayıran (Furkan)ı da indirdi. Gerçek şu ki, Allah’ın ayetlerini inkar edenler için şiddetli bir azab vardır. Allah güçlüdür, intikam alıcıdır. (Al-i İmran Suresi, 4)

Alemlere uyarıcı olsun diye, kuluna Furkan’ı indiren (Allah) ne yücedir. (Furkan Suresi, 1)


DOĞRUYA GÖTÜRÜR, YOL GÖSTERİR

Sen onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: “Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur.” Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı. (Bakara Suresi, 120)

Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah’ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz. (Bakara Suresi, 185)


MÜMİNLERE FARZ KILINMIŞTIR

Şüphesiz, sana Kur’an’ı farz kılan, seni dönülecek yere elbette döndürecektir. De ki: “Rabbim, hidayetle geleni de, açıkca bir sapıklık içinde olanı da daha iyi bilmektedir.” (Kasas Suresi, 85)


ADALETLE HÜKMETMEYİ EMREDER

Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah’ın nimetini inkar mı ediyorlar? (Nahl Suresi, 71)

Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: “Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir.” (Bakara Suresi, 215)

Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi olanından ve sizin için yerden bitirdiklerimizden infak edin. Kendinizin göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki, şüphesiz Allah, hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır, övülmeye layık olandır. (Bakara Suresi, 267)

(Sadakalar) Kendilerini Allah yolunda adayan fakirler içindir ki, onlar, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden dolayı bilmeyen onları zengin sanır. (Ama) Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. Hayırdan her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. (Bakara Suresi, 273)

Eğer (borçlu) zorluk içindeyse, ona elverişli bir zamana kadar süre (verin). (Borcu) Sadaka olarak bağışlamanız ise, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. (Bakara Suresi, 280)

Size kendi nefislerinizden bir örnek verdi: “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde, sağ ellerinizin malik olduklarınızdan, sizinle eşit olup kendi kendinizden korktuğunuz gibi kendilerinden de korktuğunuz (veya çekinip saygı duyduğunuz) ortaklar var mıdır? “İşte biz, aklını kullanabilen bir kavim için ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Rum Suresi, 28)

Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. (İnsan Suresi, 8)

Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp-savurma. (İsra Suresi, 26)

İnsanların mallarından artsın diye, verdiğiniz faiz Allah katında artmaz. Ama Allah’ın yüzünü (rızasını) isteyerek verdiğiniz zekat ise, işte (sevablarını ve gelirlerini) kat kat arttıranlar onlardır. (Rum Suresi, 39)

Yetimlere mallarını verin ve murdar olanla temiz olanı değiştirmeyin. Onların mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu, büyük bir suçtur. (Nisa Suresi, 2)

Allah’ın sizin için (kendileriyle hayatınızı) kaim (geçiminizi sağlamaya destekleyici bir araç) kıldığı mallarınızı düşük akıllılara vermeyin; bunlarla onları rızıklandırıp giydirin ve onlara güzel (maruf) söz söyleyin. (Nisa Suresi, 5)

Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir. (Nisa Suresi, 58)

Sadakaları açıkta verirseniz ne iyi; fakat gizleyip fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. O, günahlarınızdan bir kısmını bağışlar. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Bakara Suresi, 271)

Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)

Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiç bir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever. (Maide Suresi, 42)

Sadakalar konusunda, mü’minlerden ek bağışlarda bulunanlarla emeklerinden (cehdlerinden) başkasını bulamayanları yadırgayarak bunlarla alay edenler; Allah (asıl) onları alay konusu kılmıştır ve onlar için acı bir azab vardır. (Tevbe Suresi, 79)

Sadakalar, -Allah’tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalbleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 60)

Erginlik çağına erişinceye kadar, -o da en güzel bir tarz olması- dışında yetimin malına yaklaşmayın. Ahde vefa gösterin. Çünkü ahid bir sorumluluktur. (İsra Suresi, 34)
“Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiç bir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah’ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.” (En’am Suresi, 152)

Allah’ın o (fethedilen) şehir halkından Resûlü’ne verdiği fey, Allah’a, Resûl’e, (ve Resûl’e) yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet olmasın. Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, cezası (ikâbı) pek şiddetli olandır. (Haşr Suresi, 7)

Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 22)

Allah’a ibadet edin ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Nisa Suresi, 36)

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...