3 Şubat 2020 Pazartesi

Avrupa birliği hayalimiz...

Avrupa birliği hayalimiz...İsa’nın 12 havarisini bayrağındaki yıldızlar ile temsil eden Avrupa birliği, ilk Hıristiyanların Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığın yayılmaması için yaptığı zulümden kaçarak saklandıkları serbestçe ibadetlerini yaptıkları ve H.z Meryem’in de mezarının bulunduğu Anadolu topraklarını kutsal bölgeler ilan ederek bu toprakların Türklerden ve Müslümanlardan alınıp büyük Hıristiyan Birliği topraklarına geçirmek için çalışan bir topluluktur.H.z Meryem’in mezarının Aydın yakınlarında olduğu kesinleştikten sonra İngilizler buralara gelip binlerce dönüm arazi alıp siteler kurdular belki 20 yıl sonra bu kurdukları siteler büyüyecek ve yerleşim merkezi ilan edecekler ve özerklik isteyip Didim de ki İngilizler biz İngiliz koruması istiyoruz diyecek Alanya da ki Almanlar biz de Almanya dan korunma istiyoruz diyip Almanya veya İngiltere bayrağı çekip burası İngiltere’nin,Almanya’nın toprağıdır demeleri uzak bir ihtimal olmaktan çıkıyor.İstanbul için Vatikan modeli istenmesi ekümenlik talebi, federasyon sistemi için Amerika ile Avrupa Birliği’nin baskı yapması ve sürekli olarak istenilen yerel yönetimler yasasının asıl temelinde bu neden yatmakta.Türkiye’yi ziyarete gelen bütün Avrupa Birliği gözlemcileri ilk söylediği söz Ankara’dan sonra kürdistan’a gideceğini ve Diyarbakır’da kürtçe konuşmasına hiçbir yetkilinin müdahale etmemesi ne anlama geliyor.Türk yetkili İspanya’ya gittiğinde ben Madrid’den sonra Bask bölgesine gideceğim ve Eta militanlarına biraz daha esnek davranılması gerektiğini söylese ve Katalan toprakları için serbestlik istese neler olur. Avrupa Birliği Lozan Antlaşmasından sonra Türkiye’nin siyasal yapısını bir türlü kabul etmemektedir. Birinci Dünya Savaşından sonra Osmanlı’ya dayatılan Sevr Anlaşması genel hükümlerini şimdi Avrupa Birliğinin istedikleri hemen hemen aynı sayılır.Osmanlı’ya bırakılan toprakların parçalanması ve bu bölgelerdeki Müslüman olmayanlara küçük devletçikler kurulması gündeme getiriliyordu.ermenistan,pontus,iyonya,kürdistan gibi kukla devletler kurulması o zaman ki Avrupa devletlerini rüyasıydı.kürdistan kuruldu pontus için çalışmalar başladı Atina olimpiyat oyunlarında ben Karadeniz’den gelen vatandaşlarımız olduğu düşündüğüm bir grup kemençe tulum ile güzel bir oyun sergiledi oyunun bitişinde güzeldi sunucu “Bu güzel oyun için Anadolu pontus’tan gelen arkadaşlarımıza teşekkür ederiz” demesi pontusun da yavaş yavaş hak taleplerine başlayacağı anlamına geliyor. Türkiye gibi diğer bir aday ülke Estonya arasındaki fark ise Türkiye’den azınlık dilleriyle eğitim televizyon yayını yapılması istenirken Estonya’dan bulundukları ülkenin vatandaşı bile olmayan yaşadıkları devletlerin dilini konuşmayan gruplara dil politikalarıyla yaşadıkları ülkelerin dilleri benimsetilmeye çalışılıyor.Avrupa Birliği ikinci dünya savaşından sonra Fransa ve Almanya arasındaki sürtüşmeyi önlemek ve ilerde Almanya’nın tıpkı Hitler gibi yükselmiş bir dönemi olur ise bunu engellemek kısmende kontrol altında tutmak,Kominizim ve Sovyet baskılarından korunmak için kurulan Avrupa Birliği Türkiye toprakları üzerinde yeni bir bizans kurma planları yapıyor.Türkiye de bulunan bütün kendi kontrollerinde ki örgütler vakıflar ile misyoner faaliyetlerde bulunup her istediklerini yapacaklar bu gidişle tam bir dağılma yok ama yok olma aşamasına doğru ilerliyoruz.Sözde ermeni soykırımı tanıyan ülkesinin dört bir yanına soykırım anıtları diken demokrasinin ve özgürlüğün beşiği Fransa’nın ikinci dünya savaşındaki Başkanı Vici Gespato Almanya’sına ülkesindeki 175 bin Yahudi yi Auschwitz ve Birkenau kamplarına yakılmak için yollayan kendisi,Fransız parlamenter ”Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyeliği Sevr yeniden tanımasından geçer” demekte Sevr Anlaşmasının yapıldığı binanın önüne ilk ermeni soykırımı anıtını diken gene Fransa’dır.Avrupa Birliği’nin istekleri Amerikan başkanı Reagan’ın 20 yıl önce başlattığı ulusal demokratikleşme sürecidir Amerika’nın milli gücü için demokrasiyi yayma çalışmasıdır.20 yıl önce CIA yaptıklarını gizli kapaklı yapıyordu,amaç sivil toplum örgütlerini yapılandırmak bu sivil toplum örgütlerinin başına da James Bond ve çiçek çocuk karışımı kendilerini burjuva olarak nitelendirmeyen ancak 100 bin dolarlık araçlara binen kişileri getirmek.Ukrayna’da seçimlere 5 kala Viktor Yuşenko George Soros’un mali desteği ile Eurovizyon birincisinin konserleriyle halk desteği yaratarak seçimlere giriyor.Seçimi Ukrayna da ne kadar sendika vakıf sivil toplum örgütü Viktor Yuşenko için destek veriyor.Bunun aynısı Balkanlar da Kafkasya da oldu.Demokrasi için Kosova’ya gelen Birleşmiş Milletler Kosova’da ilk önce 600 yıllık resmi dili Türkçe‘yi kaldırıp yerine resmi dil olarak Arnavutça ve İngilizce’yi getirdi bunları yaparken de elindeki medya ile halkın beynini yıkayıp uyutarak yaptı.Yugoslavya’da bunu yapan kanal B 92 kanalı idi.Milosevic dönemimde bu kanal ulusal bütünlüğü bozucu,bölücü yayınlar yaptığı gerekçesiyle kapatıldı ama B 92 kanalı BBC üzerinden yayınına devam etti.Kanalın tek yaptığı gün de 6-7 pembe dizi yayınlamak bizdeki gibi Biz Evleniyoruz, Biri Bizi Gözetliyor,vb yarışmalarının benzerleri ile Kosova halkına bir İngiliz gibi giyinmeyi bir Amerikalı gibi yemek yemeyi benimseten programlar yaptı.Yugoslavya döneminde tam bir özgürlük abidesi olarak ülkedeki bütün azınlıklar için çalıştı ve şimdi ise Kosova’nın en çok izlenen kanalı.11 Eylül 2001 saldırılarından sonra misyonerler bu bölgelere akın ettiler.Hıristiyan propagandaları her yerde yapılmakta ihtişamlı kiliseler yapılıyor ve cennet tapuları dağıtılmakta.Bosna Hersek’te ki Mostar Köprüsünün tam karşındaki tepeye dev bir haç dikilmesi Bush’un ve Papa’nın aynı açıklamayı yapması “Üçüncü dünya ülkeleri Müslüman ülkeler ve Doğu Bloğu ülkelerine Hıristiyanlığı taşıyın misyonerler iş başına” bu yapılanların hepsi kimliksizleştirmedir. Misyonerler hep aynı vaazı veriyor Saddam da Müslüman’dı Usame Bin Laden de Müslüman’dı Çakal Corlos ta Müslüman oldu bunların hepsi Müslümanlığın kötülükleri İslam çöküyor yönündeki açıklamalar yapıyorlar.Girmek istediğimiz kapısında yalvardığımız Avrupa Birliğin de ki aile yapısı şuan da tamamen bitmiş durumda Avrupa Birliği’nin lokomotifi olan Almanya,Fransa,İngiltere’deki evcil hayvan harcamaları 36 milyar doları geçti.İnsanlar yalnızlıklarını hayvanlarla paylaşıyor aile sistemi yok olmuş çökmüş durumda Fransa da doğan her üç çocuktan biri,Hollanda da ise her iki çocuktan biri evlilik dışı babası yada annesi belli değil.Hollanda da saat 23 ten sonra her kanalda çocuğunuzu kontrol edin evde tutun şeklinde her TV kanalında alt yazılar verilmekte.Kimlik kartımıza karışan din hanesinin kaldırılmasını laik olmamızı isteyen Avrupa Birliği önce kendisi Almanya da ki Hıristiyan olmayanlardan bile kestiği kilise vergisini kaldırasın sonra Türkiye’deki kimlik kartlarındaki din hanesine karışsın.İşte girmek istediğimiz Avrupa Birliği.Bir de başını Rusya’nın çektiği Avrasya oluşumda kurtuluşumuzu savunanlarda var.

Şahinler Amerika da seçimlerini kazanarak böl yönet politikasının gereği olan dünya üzerindeki devletlere müdahale ederek Amerikan güdümlü ve Amerika’ya ye gözü kapalı güven duyan yönetimleri iktidara getirecek, kendi güvenliği ve çıkarları doğrultusunda ulusal devletleri parçalayan kukla devletler yaratılacak Büyük Ortadoğu Projesi’nin kalıcılığı için proje dahilindeki 23 ülkenin sınırlarını değiştirilecek.Amerikan yönetimi, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği gerçekleşirse buna karşı çıkan çevreleri sokağa dökecek, mezhep ve azınlık haklarını savunarak iç savaş çıkaracak, sonrasında yarattığı otorite eksikliği ve kaos sonrasında Amerika ve NATO’nun askeri müdahalesi ile Türk ordusu yenilgiye uğratılacak.Ekonomik olarak %51 hisselerini ellerinde bulundurdukları Dünya Bankası ve IMF ile ekonomik yıkımda başlatacaklar.Kamunun elinde bulunan elektrik,su,haberleşme gibi kuruluşları kendi kontrolünde ve desteğinde olan büyük patronlara verecekler sermaye piyasasının serbestliğinden dolayı ülkedeki spekülatörler ile yaratacakları karmaşa ile ülkenin döviz rezervleri birkaç günde eritip çöküş başlamış olan ülkeye enflasyonunu ikiye üçe katlaması dayatılmak koşulu ile yüksek faizlerle kredi verilecek ve sonuç olarak ta ülkenin sanayi üretimi vurulacak hazinesi boşaltılacak.Siyasi açıdan da Leyla Zana serbest bırakıldıktan sonra önemli bir kamu görevine getirilecek federasyon sistemine geçtik ten sonra kendisine Güneydoğu Anadolu Bakanlığı verilecek.Türkiye ermeni soykırımını tanımayacak özür de dilemeyecek ancak tazminat ödeyecek ermenistan’ a önemli ticari tavizler verilecek.Askerlik Avrupa Birliğine Uyum Yasaları gereği 1 yılın altına inecek.Kıbrıs’tan tamamen Türk askeri çekilecek.Kıbrıs’ta ki garantör ülke konumu Amerika ve İsrail verilecek.12 Eylül paşaları Avrupa Birliğini etkilemeye yönelik kişisel bir yargılama yapılacak.Hollywood Türk tarihi ve Türk destanlarını konu alan onlarca film çekecek en son olanakta Atatürk’ün hayatını konu alan bir film çekilecek .Abdullah öcalan başka bir cezaevine nakil edilecek ve Abdullah öcalan ve arkadaşlarını da kapsayan geniş bir af çıkarılacak.Yunanistan’ın Türkçe’de ki adı Hellas olacak .Ege orduları dağıtılacak kürdistan kurulduktan sonra tanınacak yeni çizilen sınırlar kabul edilecek.kürdistanın genişleme politikası doğuda İran’a batıda Suriye’ye kuzey de Türkiye’ye genişlemesini tamamladıktan sonra başkentini Kerkük ten Diyarbakır’a taşıyacak Başbakanlık sistemine kabul edilecek Türkiye Cumhuriyetinin Resmi Dili Türkçe ve kürtçe olarak değiştirilecek alfabeye q,w,x harfleri alınacak.Bütün bunlar holding medyaları ile Türk halkına Avrupa Birliği yolunda sağlam adımlarla gitmekteyiz Türkiye değişiyor yapılanlar ile daha çağdaş modern bir ülkeye doğru gidildiği benimsetilecek. Türkiye Cumhuriyetini kuran Mustafa Kemal Atatürk ve Kuvayi Milliyeciler boşuna istiklal savaşı vermiş duruma düşürülmektedir

KİM KİMDEN İSTİFADE ETMİŞ


ALİMLER KİM KİMDEN İSTİFADE ETMİŞ ACABA ÖNCE ARAŞTIR...

(Kitabı Kuran olan İslam dünyası, bilime hiç bir katkı yapamazken, dünyadaki hertürlü gelişimi Yahudiler, Hristiyanlar ve Budistler gerçekleştiriyor.. Müslümanlar ise bu gelişmelerden sadece istifade ediyorlar, o da edebildikleri kadar.. Biraz düşünelim..Bu kadar tesadüf olabilir mi..?)
MUHAMMED ATAY BU SENİN YAZIN... VE SENİN DÜŞÜNCEN...
BENCE DE BİRAZ DÜŞÜNELİM...

HAREZMİ: CEBİRİN BABASI  AVRUPAYA MATEMATİĞİ ÖĞETEN İSLAM ALİMİ

Ebu Abdullah bin Musa el Harezmi (Arapça: أبو عبد الله محمد بن موسى الخوارزمي ) Horasan'da doğup Bağdat'ta yaşamış olan ünlü matematik, astronomi ve coğrafya bilginidir. Matematik alanındaki çalışmaları cebirin temelini oluşturmuştur. Bir dönem bulunduğu Hindistan’da sayıları ifade etmek için harfler ya da heceler yerine basamaklı sayı sisteminin (bkz. onluk sistem) kullanıldığını saptamıştır. Harezmî'nin bu konuda yazdığı kitabın Algoritmi de numero Indorum adıyla Latince'ye tercüme edilmesi sonucu, sembollerden oluşan bu sistem ve sıfır     "12. yüzyılda batı dünyasına" sunulmuştur. Hesab-ül Cebir vel-Mukabele adlı kitabı, matematik tarihinde birinci ve ikinci dereceden denklemlerin sistematik çözümlerinin yer aldığı ilk eserdir. Bu nedenle Harezmî (Diophantus ile birlikte) "cebirin babası" olarak da bilinir. İngilizce'deki "algebra" ve bunun Türkçe'deki karşılığı olan "cebir" sözcüğü, Harezmî'nin kitabındaki ikinci dereceden denklemleri çözme yöntemlerinden biri olan "el-cebr"den gelmektedir. Algoritma (İng. "algorithm") sözcüğü de Harezmî'nin Latince karşılığı olan "Algoritmi"den türemiştir ve yine İspanyolca'daki basamak anlamına gelen "guarismo" kelimesi Harezmî'den gelmektedir. Harezmî, İngilizce'de "al-Khwarizmi", Farsça'da خوارزمی diye anılır


Bağdat bilim atmosferi içerisinde kısa zamanda üne kavuşan Harezmi, Şam'da bulunan Kasiyun Rasathanesi'nde çalışan bilim heyetinde ve yerkürenin bir derecelik meridyen yayı uzunluğunu ölçmek için Sincar Ovasına giden bilim heyetinde bulunduğu gibi Hint matematiğini incelemek için Afganistan üzerinden Hindistan'a giden bilim heyetine başkanlık da etmiştir.

Harezmi'nin latinceye çevrilen eserlerinden olan ve ikinci dereceden bir bilinmeyenli ve iki bilinmeyenli denklem sistemlerinin çözümlerini inceleyen El-Kitab 'ul Muhtasar fi'l Hesab'il cebri ve 'l Mukabele adlı eseri şu cümleyle başlar :
"Algoritmi şöyle diyor: Rabbimiz ve koruyucumuz olan Allah 'a hamd ve senalar olsun"

İBN-İ SİNA :
Ebu Ali el-Hüseyin ibn Abdullah ibn Hasan ibn Ali İbn Sina, 980 Ağustos ayında Horasan'ın büyük kenti Belh yakınında bir köy olan Hermisan'ın yakınındaki Afşana'da doğmuş büyük bir Türk bilginidir. 21 Haziran 1037'de Hemedan'da öldü. Babası Belh şehrindendir. II. Nuh Mansur'un saltanatı sırasında Buhara'ya gelmiştir. Samanoğulları hükümdarlarından döneminde sarayla ilişki kurmuş, yüksek görevler almış İdari işlerle uğraşmış ve Buhara'ya bağlı Hermisan köyünün yöneticisi olmuştur. Bu köyün yakınında Afşana diye diğer bir köy vardır.İbn Sina burada doğmuştur. Daha sonra Buhara'ya taşınmışlardır.

İbn-i Sina, önce babasından, sonra çağın önde gelen bilginlerinden Natili ve İsmail Zahid'den mantık, matematik, gök bilimi öğrenimi gördü. 7 yaşında İslam dininin kutsal kitabı Kur'an'ı ezberledi. Bir süre tıpla ilgilendi, özellikle, hastalıkların ortaya çıkış ve yayılış nedenlerini araştırdı, tedavileriyle uğraştı. Bu alandaki başarısı nedeniyle, II. Nuh'un özel hekimi olarak görevlendirildi, onu sağlığa kavuşturunca, dönemin önde gelen tıp bilginlerinden biri olarak önem kazandı.

Batı bu büyük bilgini Avicenne (Avisen) adı ile tanır

Dünyada ilk felsefi roman denemesi, İbni Sina tarafından yapılmış ve yazdığı iki romanla, dünyanın ilk romancısı şerefini kazanmıştır
İbn-i Sina, gerek Doğu gerekse Batı filozoflarını etkiledi. Gazali, özellikle, ruh anlayışında ondan etkilendi. İbn Sina'nın deneyci yanı, Gazali'yi kuşkuculuk'a götürdü. Yapıtları 12.yy'da Latince'ye çevrildi, ünü yayıldı. Tanrıbilimci filozof Albertus Magnus, tin ve us ile güçleri konusunda İbn-i Sina'dan yararlandı.

FARABİ

Farabi, ilimleri sınıflandırdı. Ona gelinceye kadar ilimler trivium (üçüzlü) ve quadrivium (dördüzlü) diye iki kısımda toplanıyordu. Nahiv, mantık, beyan üçüzlü ilimlere; matematik, geometri, musiki ve astronomi ise dördüzlü ilimler kısmına dahildi. Farabi ilimleri; fizik, matematik, metafizik ilimler diye üçe ayırdı. Onun bu metodu, Avrupalı bilginler tarafından kabul edildi.

Hava titreşimlerinden ibaret olan ses olayının ilk mantıklı izahını Farabi yaptı. O, titreşimlerin dalga uzunluğuna göre azalıp çoğaldığını deneyler yaparak tespit etti.Bu keşfiyle musiki aletlerinin yapımında gerekli olan kaideleri buldu. Aynı zamanda tıp alanında çalışmalar yapan Farabi, bu konuda çişitli ilaçlarla ilgili bir eser yazdı.

Farabi insanı tanımlarken “alem büyük insandır; insan küçük alemdir.” Diyerek bu iki kavramı birleştirmiştir. İnsan ahlakının temeli, ona göre bilgidir; akıl iyiyi kötüden ancak bilgiyle ayırır. İnsan için en yüksek en yüksek erdem olan bilgi, insan beyninin çalışması sonucu elde edilemez; çünkü tanrısaldır, doğuştandır (Vehbi). Bilimin ise üç kaynağı vardır: Duyu; akıl; nazar. Bilimler ikiye ayrılırlar: Kurumsal (nazari) bilimler; uygulamalı (ameli) bilimler. Ahlak, siyaset, müzik, matematik uygulamalı bilimlere girer. Toplumlarda öz bakımından ikiye ayrılırlar: Erdemli toplumlar ve erdemsiz toplumlar. Bu toplumları yöneltecek en kusursuz devletse, bütün insanlığı kapsayan dünya devletidir

KİNDİ
Kindi veya tam adıyla Ebū-Yūsuf Ya’kūb ibn Ishāk el-Kindī. (801?-866?). Ortaçağ
Avrupası'nda "Alchindus" adıyla tanınan, ilk İslam filozofudur.
Kindi felesfeden tıbba, matematikten astronomiye, ilahiyattan siyasete, psikolojiden diyalektiğe, astrolojiden kehanete ve optikten kimyaya kadar yirmi ayrı dalda eser vererek sayıları 277'yi bulan bir külliyat oluşturmuştur.

Akla büyük bir yer veren Meşşai felsefe akımını ilk başlatan kişi de olan Kindi'nin 17 eseri Latince'ye, 4'ü İbranice'ye tercüme edilmiştir.


ABDULLATİF EL BAGDADİ
Abdullâtif el-Bağdadi (1162-1231), Muvaffakuddin olarak da anılan ünlü hekim ve filozof.

Hayatı hakkında fazla bir bilgi yoktur. Özellikle anatomi konusundaki çalışmalarıyla tanınmıştır. el-İfade ve'l-İtibar isimli eseri   *1788 senesinde Batı dillerine çevrilmiştir*  . Ayrıca Makalatün fi'l-Havas isminde beş duyu organını konu alan bir eseri de mevcuttur.


İBN-İ HEYSEM
Ebu Ali el-Hasan bin el-Heysem (Arapça: أبو علي الحسن بن الهيثم ) Arap fizikçi, matematikçi ve filozof. 965 Basra'da doğdu, 1038 ve 1040 arasında Kahire'de öldü.

Tahsile Basra'da başladı. Zamanının yüksek din ve fen ilimlerini de burada öğrendi. Tahsilinin bir kısmını tamamladıktan sonra, Bağdat'a giderek bilhassa; matematik, fizik, mühendislik, astronomi, metalurji gibi fen ilimlerini öğrenip, şöhrete kavuştu. Öğrendiklerini uygulama safhasına koymak için çok gayret gösterdi. Birçok önemli neticeler ve başarılar elde etti. O zaman cehlin içinde bulunan ve karanlık günler yaşayan Avrupa ile diğer yerlere İslam alemindeki ilim, kültür ve parlak medeniyet ışıklarını sunan binlerce alimden biri de İbn-i Heysem oldu.

İbn-i Heysem, çağının bütün ilimlerinde otoriteydi. Fevkalade keskin bir görüş, anlayış, muhakeme ve zekaya sahipti. Aristo ve Batlemyüs'ün eserlerini inceleyerek hatalarını gösterdi. Bunları özetleyerek Arapçaya tercüme etti. Ayrıca tıp ilminde de derinleşti. Geometriyi mantığa uyguladı. Euclid ve Apollonius'un geometrik ve sayısal metodlarını geliştirdi ve pratik uygulama alanlarını işaret etti. Geometri ve matematiğin inşaatçılık alanında uygulanmasında katkıda bulundu. Eski medeniyetlerden intikal eden matematik, geometri ve astronomiyi tedkik ederek ilmi tenkitlerini ortaya koydu ve bu sahalarda kendi nazariyelerini geliştirerek ilim alemine sundu. Mesela; Aristo ve Batlemyüs'e ait olan dünyanın, kainatın merkezi olduğu şeklindeki görüşleri üzerindeki şüphe ve tereddütlerini ifade etti. Dünya merkezli bir kainat sisteminin kesin olmayacağını, uzayda daha başka sistemlerin de bulunabileceğini ve güneş sisteminin mevcut olduğunu söyledi. Nitekim İbn-i Heysem'den yüzlerce sene sonra önce, İbn-i Şatır ve Batruci sonra Newton ve Kepler, Güneş sistemi nazariyesini kabullenmişler ve yer kürenin bu sistem içinde bulunduğunu söylemişlerdir.

İbn-i Heysem, optikte gölgenin nasıl meydana geldiğine dair bir teori ortaya attı. Fotoğrafın ilk modelini ve karanlık odayı ilk defa o denedi. Gökkuşağının nasıl teşekkül ettiğini ve bunda renklerin meydana gelişini gayet güzel bir şekilde izah etti. Billur küre şeklindeki küçük su taneciklerinden güneş ışığının kırılıp yansıma prensiplerini açıkladı. Özellikle ışığın yansıması konusunda fizik ve optiğe getirdiği yenilikler, altı asır boyunca dünya bilim çevrelerini etkilemiştir.

İlmi incelemeler sonucu gözün görme olayını açıkladı. Euclid ve Batlemyüs'ten beri herkes görme işini, gözden çıkan ışınların eşyaya ulaşarak, gözün eşyayı algılaması olarak biliyordu. İbn-i Heysem, ilk defa, bunun ilmi olmayıp, yanlış olduğunu savundu ve doğru olan kendi teorisini ortaya koydu. İbn-i Heysem'e göre görme, eşyadan yansıyan ışınların göze gelmesi ve gözün arka odak noktasında birleşmesi üzerine gözün eşyayı görmesidir.

Işığın kürevi ve parabolik aynalarda yansımasını inceleyerek bu olayı açıklayan İbn-i Heysem, iç bükey aynalar hakkında şöyle demektedir: "Güneş ışıkları, güneşten doğru yolla yayılırlar ve her parlak cisimden eşit açılarla yansırlar. Yani yansıyan ışık, yansıyan ışık alanı içinde bulunan ve parlak cisme ışığın geldiği noktada teğet olan bir doğru ile gelen ve yansıyan ışın iki eşit açı yapar. Bundan şu netice çıkar: Küresel yüzeye gelen ve yansıyan ışınla, ışık alanı içinde bu noktaya birleşen daire yarıçapıyla iki eşit açı teşkil ederler. Parlak bir cisimden herhangi bir noktaya yansıyan her şua, o nokta üzerinde bir ısı üretir. Eğer bir noktaya birçok şua gönderilse o noktada ısı, şua sayısıyla orantılı olarak artar. Küresel içbükeyliği yarım daireden daha az olan ve ekseni güneş kütlesinde son bulacak şekilde güneşe karşı yerleştirilen her çukur aynada, güneşten aynanın eksenine paralel olarak gelen şualar, ayna yüzeyinden eksene doğru yansırlar ve eksen üzerinde yarıçapı iki eşit parçaya ayırırlar. Eğer küre yüzeyi içindeki bir çemberin çevresinden belli bir yönde gelen şualar, küresel içbükey bir aynanın ekseni üzerindeki bir noktaya doğru yansırlarsa, küre alanındaki başka şualar umûmiyetle oraya doğru yansımazlar..."

Özellikle ışığın yansıması konusunda optiğe getirdiği yenilikler, batı bilim dünyasında Alhazen problemi diye meşhûr olmuştur. İbn-i Heysem, ayrıca ışığın şeffaf cisimlerden geçmesi sırasında meydana gelen yansımayı da incelemiştir. İbn-i Heysem bir müddet yer küreyi kuşatan atmosfer tabakasını da inceledi. Atmosfer kalınlığını hesaplamaya çalıştı. Güneş ve Ay'ın ufka yakınken daha büyük görünmelerinde atmosferin tesiri olduğunu fark etti. Yaptığı rasatlarla astronomik tan'ın, güneş ufkun tam 19 derece altındayken başladığını veya bittiğini ve güneş ışınlarının bize atmosferik bir kırılma ve dağılma ile ulaştığını açıkladı. Sabahleyin tam karanlıktan aydınlığa geçişin başladığı bu astronomik tan'a fecr-i sadık denir. İbn-i Heysem, bu anda güneşin irtifaını -19° olarak hesaplamıştır.

Akşam güneş battıktan sonra ufukta sabah vaktindeki gibi bir hadise meydana gelir. Şafak denen kızıllık, turuncu, sarı ve beyaz renklerden sonra yine aynı astronomik tan anında siyahlık çöker. Atmosferin ağırlığı ve yoğunluğu ile bunların maddelerin ağırlığına tesir etmesi arasındaki münasebeti tahlil etti. Havanın yoğunluğunun ışığın kırılması ile doğru orantılı olduğunu ve hava yoğunluğunun yükseklik ile değiştiğini keşfetti

İbn-i Heysem'in yüzü aşkın eserlerinin en meşhur ve geniş muhtevalı olanı Kitab-ül-Menazir'dir. Eser, yedi bölümden meydana gelmiştir.

Birinci bölümde
Görme olayının keyfiyeti, gözün özellikleri, ışık ve özellikleri, ışığın aydınlatmasının nasıl olduğu, göz ile ışık arasına giren nesneler, gözün anatomik yapısı, gözün faydaları;

ikinci bölümde
Görülebilen şeyler, görülmeyi sağlayan sebepler, görülmenin nasıl olduğu, gözün bu şeyleri birbirinden nasıl ayırd edebildiği;

üçüncü bölümde
Gözde veya görmede meydana gelen yanılmalar ve bunların sebepleri, gözün yanılmasıyla bilgide meydana gelen yanılmalar, düşünce ve araştırmalarda vaki olacak hatalar;

dördüncü bölümde
Parlak cisimlerden ışığın yansıması yoluyla gözün bunları görmesi, gözde bunların görüntülerinin meydana gelmesi;

beşinci bölümde
Görüntülerin, hayallerin yerleri;

altıncı bölümde
Işıkların eşyadan göze yansıması yoluyla görmede meydana gelebilecek yanlışlık ve hatalar, bunların sebepleri, düzlem aynalarda, küresel tümsek aynalarda, silindirik tümsek aynalarda, konik tümsek aynalarda, küresel çukur aynalarda, silindirik çukur aynalarda ve konik çukur aynalarda ışıkların yansıması ve bütün bunlardan dolayı görmede meydana gelebilecek yanılmaları ve değişik görüntüleri;

yedinci bölümde
Işınların çeşitli şeffaf cisimlerden geçişi, ışık demetlerinin doğrusal yayılışı, şeffaf cisimlerin içindeki katı cisimlere tesadüf eden ışık hüzmelerinin yani demetlerinin kırılıp yansımaları, kırılma olayının incelenmesi ve nasıl meydana geldiği, bundan meydana gelen hatalı görüntüler veya yanlış görme olayları anlatılmaktadır.

İbn-i Heysem'in bu meşhur eseri, **ortaçağda beş defa Latinceye çevrilmiş olup, ** bütün Avrupa üniversite ve ilim merkezlerinde tanınan tek müracaat eseri durumundaydı. **Eser, 1572 senesinde Risner tarafından Opticae Thesaurus Alhazeni Arabis Libri ismiyle Latinceye çevrilerek İspanya'nın Bale şehrinde bastırılmıştır. Kemaleddin Farisi isimli bir Müslüman fen alimi bu eseri açıklayarak genişletmiş ve Tenkih-ül-Menazir adını vermiştir. Kitab-ül-Menazir, 1948 senesinde Kemaleddin Farisi'nin yaptığı şerhle beraber Hindistan'ın Haydarabad şehrinde basılmıştır.

ÖZELLİKLE BUNU OKU İBN-İ HEYSEM
Bu eserlerinden başka, Mutezile fırkasına, mantıkçılara ve diğer fen ve ilim erbabına cevaben birçok reddiyeler ile kendisine sorulan fen sorularına verdiği cevapları bildiren risaleleri de vardır. İbn-i Heysem'in fizik, astronomi, güneş ve ay sistemleriyle ilgili o kadar çok eseri vardır ki, bunların bir kısmından bastırılarak hazırlanan kitaplar ***Hıristiyan ve Yahudi aleminde ders kitabı olarak okutulmuştur. Muhtelif ilim dallarında ortaya koyduğu terimler bugün hala kullanılmaktadır. Astronomideki modern başarıların kaynağı, İbn-i Heysem'in parlak görüş ve teorilerinden kaynaklanmaktadır. ***Apollo ile Ay'a inen ilk astronotlar, orada gördükleri muhteşem kraterlere önemli adlar verirken, bir tanesini de İbn-i Heysem olarak isimlendirdiler.

EL-BRUNİ
Son eseri olan Kitabü's Saydele fi't Tıb'bı yazdığında 80 yaşını geçmişti. Üstad diye saygıyla yad edilen yalnız İslam aleminin değil, tüm dünyada çağının en büyük bilgini olan Biruni, 1051 yılında Gazne'de hayata gözlerini yumdu.

Biruni,  benzeri her asırda görülmeyen bilginler bilgini bir dahiydi. Arapça, Farsça, Ibranice, Rumca, Süryanice, Yunanca ve Çinçe gibi daha birçok lisan biliyordu. Matematik, Astronomi, Geometri, Fizik, Kimya, Tıp, Eczacılık, Tarih, Coğrafya, Filoloji, Etnoloji, Jeoloji, Dinler ve Mezhepler Tarihi gibi 30 kadar ilim dalında çalışmalar yaptı, eserler verdi.

Onun tabiat ilimleriyle yakından ilgilenmesi,  Eserlerinde çok defa Kur an ayetlerine başvurur, onların çeşitli ilimler açısından yorumlanmasını amaçlardı. Kuran'ın belağat ve i'cazına olan hayranlığını her vesileyle dile getirdi. İlmi kaynaklara dayanma, deney ve tecrübeyle ispat etme şartını ilk defa o ileri sürdü.

İbni Sina'yla yaptığı karşılıklı yazışmalarındaki ilmi metod ve yorumları, günümüzde yazılmış gibi tazeliğini halen korumaktadır. Tahkik ve Kanunı Mes'udi adlı eserleriyle trigonometri konusunda bugünkü ilmi seviyeye ta o günden, ulaştıgı açıkça görülür. Bu eser astronomi alanında zengin ve ciddi bir araştırma abidesi olarak tarihe mal olmuştur.

Ayın, güneşin ve dünyanın hareketleri, güneş tutulması anında ulaşan hadiseler üzerine verdiği bilgi ve yaptığı rasatlarda, çağdaş tespitlere uygun neticeler elde etti. Bu çalışmalarıyla yer ölçüsü ilminin temellerini sekiz asır önce attı. Israrlı çabaları sonunda yerin çapını ölçmeyi başardı. Dünyanın çapının ölçülmesiyle ilgili görüşü, günümüz matematik ölçülerine tıpatıp uymaktadır. ***Avrupa'da buna BIRUNI KURALI denmektedir.

Newton ve Fransız Piscard yaptıkları hesaplama sonucu ekvatoru 25.000 mil olarak bulmuşlardır. Halbuki bu ölçüyü Biruni, onlardan tam 700 yıl önce Pakistan'da bulmuştu. O çağda Batılılardan ne kadar da ilerideymişiz.

Biruni, hastalıkları tedavi konusunda değerli bir uzmandı. Yunan ve Hint tıbbını incelemiş, Sultan Mes'ud'un gözünü tedavi etmişti. Otların hangisinin hangi derde deva ve şifa olduğunu çok iyi bilirdi. Eczacılıkla doktorluğun sınırlarını çizmiş, ilaçların yan etkilerinden bahsetmiştir.

Daha o çağda Ümit Burnu'nun varlığından söz etmiş, Kuzey Asya ve Kuzey Avrupa'dan geniş bilgiler vermişti. Christof Coloumb'dan beş asır önce Amerika kıtasından, Japonya'nın varlığından ilk defa söz eden O'dur.

Dünyanın yuvarlak ve dönmekte olduğunu, yerçekimin varlığını Newton'dan asırlarca önce ortaya koydu. Henüz çağımızda sözü edilebilen karaların kuzeye doğru kayma fikrini 9.5 asır önce dile getirdi.

Botanikle ilgilendi, geometriyi botaniğe uyguladı. Bitki ve hayvanlarda üreme konularına eğildi. Kuşlarla ilgili çok orijinal tespitler yaptı. Tarihle ilgilendi. Gazneli Mahmud, Sebüktekin ve Harzem'in tarihlerini yazdı. Biruni, ayrıca dinler tarihi konusuna eğildi, ona birçok yenilik getirdi. Çağından dokuz asır sonra ancak ayrı bir ilim haline gelebilen Mukayeseli Dinler Tarihi, kurucusu sayılan Biruni'ye çok şey borçludur.

Biruni, felsefeyle de ilgilendi. Ama felsefenin dumanlı havasında boğulup kalmadı. Meseleleri doğrudan Allah'a dayandırdı. Tabiat olaylarından söz ederken, onlardaki hikmetin sahibini gösterdi. Eşyaya ve cisimlere takılıp kalmadı.

Biruni, Cebir, Geometri ve Cografya konularında bile o konuyla ilgili bir ayet zikretmiş, ayette bahsi geçen konunun yorumlarını yapmış, ilimle dini birleştirmiş, fenni ilimlerle ilahi bilgilere daha iyi nüfuz edileceğini söylemiş, ilim öğrenmekten kastın hakkı ve hakikatı bulmak olduğunu dile getirmiş ve "Anlattıklarım arasında gerçek dışı olanlar varsa Allah'a tövbe ederim. Razı olacağı şeylere sarılmak hususunda Allah'tan yardım dilerim. Batıl şeylerden korunmak için de Allah'tan hidayet isterim. İyilik O'nun elindedir!" demiştir.

Eserleri halen Batı bilim dünyasında kaynak eser olarak kullanılmaktadır. Türk Tarih Kurumu 68. sayısını Biruni'ye Armağan adıyla bilginimize tahsis etti. Dünyanın çeşitli ülkelerinde Biruni'yi anmak için sempozyumlar, kongreler düzenlendi, pullar bastırıldı. UNESCO'nun 25 dilde çıkardığı Conrier Dergisi 1974 Haziran sayısını Biruni'ye ayırdı. Kapak fotoğrafının altına, "1000 yıl önce Orta Asya'da yaşayan evrensel deha Biruni; Astronom, Tarihçi, Botanikçi, Eczacılık uzmanı Jeolog, Şair, Mütefekkir, Matematikçi, Coğrafyacı ve Hümanist" diye yazılarak tanıtıldı.

İncil'de "Oğul" kelimesi üçlemeyi destekleme amacıyla kullanılmamıştır

İncil'de "Oğul" kelimesi üçlemeyi destekleme amacıyla kullanılmamıştır Üçleme inancının özünde Hz. İsa'nın "Allah'ın oğlu" olduğu yönündeki yanlış inanç yatar. (Allah'ı tenzih ederiz.) Oysa Hıristiyanlığın ilk doğduğu yıllarda ve daha önceki dönemlerde "oğul" ifadesinin nasıl ve ne amaçla kullanıldığı incelendiğinde ortaya çok daha farklı bir durum çıkmaktadır. Oğul kelimesi İncil'de Hz. İsa için 4 farklı şekilde kullanılmaktadır: Meryem oğlu, Davud oğlu, İnsanoğlu, Allah'ın oğlu. "Meryem oğlu" ifadesi Hz. İsa'nın Hz. Meryem tarafından dünyaya getirildiğini, "Davud oğlu" ise Hz. İsa'nın İncil'e göre Hz. Davud'un soyundan geldiğini ifade etmektedir. "İnsanoğlu" ifadesi hem Hz. İsa'nın kendisini nasıl tanıttığının hem de çevresindeki kişilerin ona nasıl bir bakış açısına sahip olduklarının anlaşılması açısından çok önemlidir. Çünkü bu ifade İncil metinlerinde Mesih ve Allah'ın oğlu ifadelerinden çok daha fazla kullanılmaktadır. "İnsanoğlu" Yahudi ilahiyatına özgün bir ifadedir ve Eski Ahit'te -özellikle de Mezmurlar'da- çok fazla kullanılmaktadır. Doğrudan insanları ifade eder ve çok alışılmış bir tabirdir. Örneğin Hezeikel Peygamber'den bahsedilirken 90 kez "İnsanoğlu" ifadesi kullanılmıştır ve o, insanlara ölümlü bir beşer olarak tanıtılmıştır. Bu tabirin Aramicesi olan "bar nash(a)", Hz. İsa'nın döneminde de herkes için kullanılıyordu; ancak İncil'de kullanılan "insanoğlu" tabiri, Yahudi kutsal kitaplarındaki gibi, herkes için kullanılmamış, sadece Hz. İsa'ya işaret eden bir ünvan olarak birçok kez kullanılmıştır. İnsanoğlu ifadesi Matta, Markos ve Luka'da 69 kez, Yuhanna İncili'nde 13 defa zikredilmektedir. Sadece bir yerde tüm insanlığı ifade etmek için kullanılır. (İbranilere Mektup, 2/6-8). Bu tanım hem Hz. İsa için hem de Hz. İsa tarafından birçok kez ve "ben" anlamında kullanılmıştır. Bu İncil pasajlarından bazıları şu şekildedir: Herkes Tanrı'nın büyük gücüne şaşıp kaldı... Herkes İsa'nın tüm yaptıkları karşısında hayret içindeyken, İsa öğrencilerine, "Siz şu sözlerime iyice kulak verin" dedi. "İnsanoğlu, insanların eline teslim edilecek." (Luka, 9/44) ... Yunus nasıl Ninova halkına bir belirti olduysa, İnsanoğlu da bu kuşak için öyle olacaktır. (Luka, 11/30) .... Şimdi Kudüs'e gidiyoruz. Peygamberlerin İnsanoğlu'yla ilgili yazdıklarının tümü yerine gelecektir. O, diğer uluslara teslim edilecek..." (Luka, 18/31-32) İnsanoğlu, belirlenmiş olan yoldan gidiyor. Ama onu ele veren adamın vay haline!" (Luka, 22/22) İsa daha konuşurken bir kalabalık çıkageldi. Onikilerden biri, Yahuda adındaki kişi, kalabalığa öncülük ediyordu. İsa'yı öpmek üzere yaklaşınca İsa ona, "Yahuda" dedi, "İnsanoğlu'nu bir öpücükle mi ele veriyorsun?" (Luka, 22/47-48) Yukarıda da belirttiğimiz gibi "insanoğlu" ifadesi ilk Hıristiyanlar tarafından "beşer" anlamında kullanılıyordu. Çünkü büyük bir bölümü Yahudi olan ilk Hıristiyanlar bu ifadeyi her zaman bu anlamda kullanmışlardı ve bu tanıma "beşer" dışında başka bir anlam yüklemiyorlardı. Eski Ahit'teki kullanımlar da bu görüşü desteklemekte, Hz. İsa'nın Allah'ın var ettiği, Allah'ın rahmetine muhtaç bir beşer olduğunu ortaya koymaktaydı. İncil'de geçen "Allah'ın oğlu" ifadeleri ise üçleme inancını savunanların sözde dayanaklarından birini oluşturmaktadır. Ancak bu yorum, Hıristiyan dünyasında asırlardır büyük tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Çünkü Yahudi kültürünü yakından bilen, Hz. İsa'nın yaşadığı dönemde halkın kullandığı dilin özelliklerini inceleyen her araştırmacı bu kullanımın mecazi bir anlam taşıdığını ifade etmiştir. Yaygın görüş şudur: "Allah'ın oğlu" Yahudi toplumu içinde zaten yaygın olan ve toplumdaki önemli şahsiyetler için sıkça kullanılan mecazi bir ifade biçimiydi. 1977 yılında aralarında Anglikan teologların da bulunduğu 7 İncil uzmanı "The Myth of God Incarnate" ("Tanrı İnsan Şeklini Aldı" Efsanesi) isimli bir kitap yayınladılar. Bu kitap çok büyük bir etki meydana getirdi. Önsözde editör John Hick şunları yazıyordu: Bu kitabın yazarları 20. yüzyılın bu son döneminde büyük bir dini gelişmenin gerçekleşmesi gerektiği konusunda hemfikirdirler. Bu ihtiyaç öncelikle Hıristiyanlığın kökenleriyle ilgili bilginin artışından kaynaklanmaktadır. Ayrıca Hz. İsa'nın Allah tarafından özel bir görev ve kutsal bir amaçla gönderilmiş bir insan olduğunu kabul etmeye dayanmaktadır. Ve Hz. İsa'nın Allah'ın enkarnasyonu (insan şeklini alması) ve üçleme inancının ikinci kişisi olduğu yönündeki inancın, Hz. İsa'nın bizim için ifade ettiklerinin şiirsel ve mitolojik bir ifade şekli olduğunu kabul etmeye dayanır. John Hick'in kitabı boyunca çeşitli delillerle üzerinde durduğu gerçek "Tanrı'nın oğlu" ifadesinin tamamen Hz. İsa'nın ardından ortaya atılan bir inanç olması ve Hz. İsa'nın hiçbir şekilde böyle bir inanışı tebliğ etmemesidir. Hz. İsa, daha sonra yaşayan Hıristiyanların düşündükleri gibi, kendisi hakkında bir ilahlık iddiasında bulunmamıştır. Kendisini Tanrı, Tanrı oğlu ya da enkarnasyonu olarak görmüyordu... Hz. İsa'nın kendisini bu şekilde gördüğünü düşünmek kesinlikle mümkün değildir. Üstelik o bu yöndeki bir fikri inkar olarak görmüştür; ona ait olduğu söylenen şu söz bunu açıkça ortaya koyar: "Neden bana Tanrı diyorsunuz? Allah'tan başka Tanrı yoktur" (Markos, 10/18) Tabi ki Hz. İsa'nın ne söyleyip, ne söylemediği ile ilgili kesin olarak konuşmak mümkün değildir. Ancak eldeki deliller, tarihçilerin oybirliği ile Hz. İsa'nın böyle bir iddiada bulunmadığını kabul etmelerini sağlamıştır. -----Yahudiler arasında çok yoğun bir şekilde kullanılan "Allah'ın oğlu" ifadesi mecazi olarak "Allah'a ait" anlamına geliyordu. Buna göre, bir kişiye Allah'ın oğlu dendiğinde, o kişinin Allah'a yakın olduğu, Allah'a gönülden hizmet ettiği ve Allah'ın razı olacağı gibi bir yaşam sürdüğü ifade edilmek isteniyordu. Hiçbir şekilde o kişinin Allah'a benzer veya eşit vasıflara sahip olduğu ya da ilahlık taşıdığı kast edilmiyordu. (Allah'ı tenzih ederiz) Nitekim Yahudilikte de böyle bir inancın yeri yoktu. Sanders'ın da ifade ettiği gibi, Hz. İsa'nın tebliğinin Yahudilerden Yahudi olmayanlara, yani putperest Romalılara intikal etmesiyle birlikte, mecazi olarak kullanılan bu tabirin anlamı değişmeye başlamış ve Hz. İsa'nın sözde ilahlığını ifade eden bir anlamda kullanılmaya başlanmıştır. Böylece ilk Hıristiyanlar tarafından Mesih olarak bilinen ve tamamen beşeri tabiata sahip bir şahsiyet olarak kabul edilen Hz. İsa, ilah olarak anılmıştır. (Allah'ı tenzih ederiz.) William C. Varner, bir makalesinde bu terimin Hıristiyanlar tarafından nasıl algılandığını inceler: İncil'de Hz. İsa'ya inanan herkesin de "Allah'ın oğlu" olarak tanıtıldığı inkar edilemez bir gerçektir. (Yuhanna, 1/12) O halde benim Allah'ın oğlu oluşumla Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu oluşu arasında nasıl bir fark vardır? Allah'ın oğlu ifadesi gerçekten Hz. İsa'nın ilahlığının bir ifadesi mi, yoksa Hıristiyanlar İncil'in kast ettiğinden daha fazlasını mı okuyorlar? Bu soruyu cevaplayabilmek için Hıristiyanlık mesajını ilk dinleyen ve ilk okuyanların bu ifadeyi nasıl anladıklarını incelemek gerekir. Peki bu kişiler kimdi? Bu kişiler genel anlamda alırsak Yahudiler ve Yahudi olmayanlardı. Bu iki grup da "Allah'ın oğlu" terimini 1. yüzyılın dilbilimi ve kültürel ortamında her zaman kullanıyorlardı. Üçlemeyi savunanlar, İncil'de geçen "oğul" kavramını onurlandırma ve saygı sunma ifadesi olarak yorumlamayı kabul etmezler. Oysa İncil'in birçok yerinde, söz konusu kavram, açıkça bu anlamda kullanılmıştır. Örneğin "Tanrı'nın oğulları" ifadesi Allah'a iman eden ve Hz. İsa'nın yolundan giden tüm samimi iman sahipleri için kulllanılmaktadır: "Fakat ben size derim: Düşmanlarınızı sevin ve size eza edenler için dua edin ki, siz göklerde olan Rabbinizin oğulları olasınız; zira o, güneşini kötülerin ve iyilerin üzerine doğdurur; ve salih olanlar ile olmayanların üzerine yağmurunu yağdırır. Çünkü eğer sizi sevenleri severseniz, ne karşılığınız olur? (Romalıların) Vergi mültezimleri de öyle yapmıyorlar mı? Ve yalnız kardeşlerinizi selamlarsanız, fazla ne yapmış olursunuz? Putperestler de öyle yapmıyorlar mı? Bundan dolayı, semavî Rabbiniz kâmil olduğu gibi siz de kâmil olun." (Matta, 5/44-48) Allah'ın Ruhuyla yönetilenlerin hepsi Allah'ın oğullarıdır. (Pavlus'un Romalılara Mektubu, 8/ 14) Gücü herşeye yeten Rab diyor ki, "Size Allah olacağım, siz de oğullarım ve kızlarım olacaksınız." (Pavlus'un Korintlilere İkinci Mektubu, 6/18) Karşıtlığınız büyük olacak ve sizlere Yüce olanın oğulları denecek. Çünkü o iyilik bilmezlere ve kötülere karşı da iyi yüreklidir. (Luka, 6/35) Bir diğer Tevrat alıntısında aynı ifade, melekleri tarif etmek için kullanılmıştır: Ve Allah oğulları Rabbin önünde kendilerini takdim etmeye geldikleri gün vaki oldu ki, onların arasında şeytan da geldi. (Eyüb, 1/6) Dolayısıyla bu ifade Yahudi geleneklerinden kaynaklanan mecazi bir anlatımdır. Bu terim Yahudi kültürüyle yetişen, Tevrat'ı bilen ve Hz. İsa'ya tabi olana kadar Yahudiliğin gereklerini uygulayan ilk Hıristiyanlar tarafından da saygı, takva ve Allah'a yakınlığı ifade etmek için seçilmiştir. "Allah'ın oğlu" ifadesinin üçleme inancına bir dayanak oluşturamayacağını gösteren bir diğer delil ise İncil'de Allah'ın isminin kullanımıyla ilgilidir. Anthony Buzzard, İncil'de Allah'ın isminin ne şekilde kullanıldığını "Who is Jesus? Do the creeds tell us the truth about him?" (Hz. İsa Kimdir? İtikatler bize onunla ilgili gerçeği söylüyorlar mı?) başlıklı makalesinde şu sözlerle tarif eder: Tanrı kelimesi Kitab-ı Mukaddes'te binlerce defa tekil isimdeki şahıs zamirleriyle ifade edilmektedir: Ben, Bana, Beni, Sen, Sana, Seni, O, Ona, Onu... Biri bu zamirlerin 11.000 defa geçtiğini hesaplamıştır. Tüm dillerdeki bu zamirler 3 kişiyi değil, tek şahısları ifade etmektedir. Allah'ın üç değil, bir varlık olduğunu bize anlatan binlerce ayet bulunmaktadır. Yeni Ahit'teki Allah isminin "Allah'ın üç kişide bulunduğu" anlamına geldiğini ispatlayabilecek hiçbir yer yoktur. Bu yüzden Kitab-ı Mukaddes'teki Allah ismi hiçbir zaman üçleme prensibindeki Allah anlamına gelmemektedir. Hz. İsa'ya ilahlık atfederek kullananlar Kuran ayetlerinde birçok kez uyarılmaktadırlar. Bu yaptıkları Allah Katı'nda çok büyük bir günahtır. Rabbimiz Maide Suresi'nde şu şekilde bildirilmektedir: Andolsun, "Şüphesiz, Allah Meryem oğlu Mesih'tir." diyenler küfre düşmüştür. De ki: "O, eğer Meryem oğlu Mesih'i, onun annesini ve yeryüzündekilerin tümünü helak (yok) etmek isterse, Allah'tan (bunu önlemeye) kim bir şeye malik olabilir? Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah'ındır; dilediğini yaratır. Allah herşeye güç yetirendir. (Maide Suresi, 17) A'raf-143. Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca "Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!" dedi. (Rabbi): "Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!" buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.

PAVLUS ,ESKİ AHİTİ,YANİ TEVRAT VE ZEBUR’U KABUL MÜ EDER YOKSA RETMİ EDER ?

Pavlus eski ahidi, kutsal yasayı, yani Tevrat ve Mezmurları ( Zebur ) kabul mü eder? Red mi eder? Yada hepsini birden mi yapar? Bu konuyu araştırmak için İncile birlikte bakalım; “Bununla birlikte, sana şunu itiraf edeyim ki, kendilerinin tarikat dedikleri Yol'un bir izleyicisi olarak atalarımızın Tanrısına kulluk ediyorum. Kutsal Yasa'da ve peygamberlerin kitaplarında yazılı her şeye inanıyorum.” ( incil elçilerin işleri kitabı: 24:14 ) devam ediyoruz; “Kutsal Yazıların tümü Tanrı esinidir ve öğretmek, azarlamak, yola getirmek ve doğruluk konusunda eğitmek için yararlıdır.” ( İncil Pavlus un Timoteos a 2. mektubu:3:16 ) İlk örnekte yani elçilerin işleri:24:14 de Pavlus bu sözleri Hırodes’in sarayın da göz altına alındıktan beş gün sonra bir tutuklu olarak, O’nu suçlayanlara karşı Feliks’in huzurunda söylüyor. İkinci örnek ise timoteos a yazdığı kendi mektubundandı. Bu örneklere bakıldığında eski ahid ve kutsal yasayı kabul etmiş olduğunu görmekteyiz Aziz Pavlus’un. ŞİMDİ DE KONUYU BİZ İNCELEMEYE ALALIM; Pavlus eski ahidi, kutsal yasayı, yani Tevrat ve Mezmurları ( Zebur ) kabul mü eder? Red mi eder? Yada hepsini birden mi yapar? Diye sormuştuk. Verdiğimiz örneklerde de Pavlus’un kabul ettiğini görmüştük. Şimdi Pavlus başka yerlerde bu konu ile alakalı neler demiş onlara bakacağız. “Şimdiyse biz, daha önce tutsağı olduğumuz Yasa karşısında ölerek o Yasa'dan özgür kılındık. Öyle ki, yazılı yasanın eski yolunda değil, Ruh'un yeni yolunda kulluk edelim.” ( İncil Pavlus’un Romalılara mektubu: 7:6 ) “O bizi yazılı yasaya değil, Ruh'a dayalı yeni bir antlaşmanın hizmetkârları olmaya yeterli kıldı. Yazılı yasa öldürür, Ruh ise yaşatır.” ( İncil Pavlus’un Korintlilere ikinci mektubu: 3:6 ) “ Yine de kişinin, Kutsal Yasa'nın gereklerini yapmakla değil, İsa Mesih'e olan imanla aklandığını biliyoruz. Bunun için biz de, Yasa'nın gereklerini yapmakla değil, Mesih'e imanla aklanalım diye Mesih İsa'ya iman ettik. Çünkü hiç kimse Yasa'nın gereklerini yapmakla aklanmaz.” ( İncil Pavlus’un Galatyalılara mektubu: 2:16 ) “Ama, iman gelmiş olduğundan, artık Yasa'nın eğiticiliği altında değiliz.” ( İncil Pavlus’un Galatyalılara mektubu: 3:25 ) “Kurallarıyla bize karşı ve aleyhimizde olan yazılı antlaşmayı sildi, onu çarmıha mıhlayıp ortadan kaldırdı.” ( İncil Pavlus’un Kolosililere mektubu: 2:14 ) “Çünkü Mesih'in kendisi barışıklığımızdır. Kutsal Yasa'yı, buyrukları ve kurallarıyla birlikte etkisiz kılarak iki topluluğu birleştirdi, kendi bedeninde aradaki engel duvarını, yani düşmanlığı yıktı. Amacı, bu iki topluluktan kendisinde yeni bir insan yaratarak esenliği sağlamak, düşmanlığı çarmıhta öldürmek ve çarmıh aracılığıyla bir bedende iki topluluğu Tanrı'yla barıştırmaktı.” ( İncil Pavlus’un Efeslilere mektubu:2:14-16 ) Evet bu örnekler ile yukarda başta verdiğimiz ilk örnekler birbirlerinin aynılarımı? Kutsal yasa kabul mü ediliyor red mi edilmektedir? Ya da her ikisi de var mıdır? Yukarılar da bir kabul etme var mı idi? Ya bu örnekler de bir ret etme var mıdır? Hem kabul hem de ret var da diyebilir miyiz? GÖRDÜĞÜNÜZ GİBİ, YAHUDİ DİN ADAMLARI TARAFINDAN, ÖZELLİKLE DE PAVLUS TARAFINDAN,HEM KELİMELER, HEM DE ANLAMLAR YOLU İLE TAHRİF EDİLEN İNCİLİN, YUKAIDA YAZMIŞ OLDUĞUMUZ AYETLERİ,SİZCE NE ANLAM TAŞIYABİLİR ? BİR YERDE KABUL EDİLEN ,BİR YERDE RET EDİLİYOR. BÖYLE BİR İLAHİ KİTAP OLABİLİRMİ ?

İNCİL YENİDEN YAZILMIŞTIR

ABD'li ve İngiliz 15 bilim adamı, Hıristiyanların kutsal kitabındaki tam 45 bin ifadeyi, "Yeni nesil yanlış anlıyor" gerekçesiyle değiştirdi. Böylece İncil'in yüzde 7'si yeniden yazılmış ol du DIŞ HABERLER SERVİSİ Hıristiyanların kutsal kitabı İncil'in İngilizce basımı, dili çok eski olduğu ve genç kuşaklar bazı deyimleri yanlış anladığı için, 15 ABD'li ve İngiliz din adamı tarafından güncel İngilizceyle yeniden yazıldı. Yeni versiyon İncil'de, bu kapsamda tam 45 bin değişiklik yapıldı. Böylece İncil'in metni yüzde 7 oranında değiştirildi. Yeni İncil'in ABD'deki muhafazakâr çevreleri rahatsız ettiği ve din adamlarının kutsal kitaba feminizmin sızdığını iddia ettiği kaydedildi. İngiliz gazetesi Daily Telegraph'ın haberine göre, önceki gün basımı tamamlanan Uluslararası Yeni Versiyon İncil'de, aziz yerine 'Tanrı tarafından seçilmiş insan' tanımı kullanılıyor ve klasikleşmiş birçok İncil kavramı ortadan kalkıyor. 'E.T.' var sanıyorlar Haberde, gençlerin yabancı anlamına da gelen 'alien' kelimesini duyunca İncil'in E.T.'den (uzaylılardan) bahsettiğini düşündüğü, bu nedenle yeni versiyonda bu kelime yerine 'foreign' sözcüğünün kullanıldığı dile getirildi. Eski İncil'de taşlayarak öldürme cezasının anlatıldığı 'Taşlandı ve öldü' ifadesi de, sokak dilinde 'uyuşturucu kullanmak' anlamına geldiği için değiştirilerek, 'taşlanarak öldürüldü' haline getirildi. 'Adem' metinden çıkarıldı Eski İncil'de Meryem Ana için kullanılan 'Karnında çocuk taşıyordu' ifadesi de 'Hamileydi' diye düzeltildi. Ayrıca insanın yaratılışıyla ilgili bölüm de yeni bir bakış açısıyla anlatıldı. Eski İncil'de genel olarak insan kastedilerek, "Tanrı, Adem'i yaratırken kendi suretini verdi" ifadesinde yer alan 'Adem' sözcüğü, erkekleri temsil ettiği için metinden çıkarıldı.(Milliyet, 16.03.2005) Bu girişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?..Bu bir sıkıntıdan(İncil'in tahrifatını gizleme amacıyla) yapılmış olmasın!..45 bin ifade neye göre değiştirilmiştir veya yeniden yorumlanmıştır? Metnin aslını ortaya koyup; asıl metindeki ifade şudur, bu bugünkü dilde şu anlama gelir şeklinde bir meal'tefsir yapmak yerine keyfî bir düzeltme ile "işte yeni nesil için İncil!" demenin anlamı nedir? (Tabii ki, asıl ilahi metin mevcut olsaydı bunu çoktan yaparlardı…) Yıllar geçtikten sonra birileri çıkıp 45 bin ifadeyi daha değiştirmeyeceğini nereden bileceğiz?.. İşte Kutsal Kitap bu şekilde tahrif ediliyor. Kutsal Kitab'a bu kadar insan müdahalesi olursa, o kitap ilahi kitap olmaktan çıkar ve insanların uydurduğu hayali bir eser haline gelir. Hep bunu anlatmaya çalışıyoruz. Bir anlayabilseler!..

"İSA" aslında "HORUS" mu? değil ise bu benzerlikler neyin nesi?

1.Horus 25 Aralık'da bakire Meri tarından dünyaya getirilir.(Hz.İsa 25 Aralık'da bakire Meryem tarafından dünyaya getirildi.) 2. Horus 12 yaşına geldiğinde cömert bir çocuk ve öğretmendi.(Hz.İsa'da 12 yaşına geldiğinde öğretmen oluyor) 3.Horus 30 yaşına geldiğinde vaftiz edildi ve göreve başladı.(30 yaşına geldiğinde Hz.İsa John tarafından vaftiz ediliyor ve görevine başlıyor) 4.Horus'un birlikte yolculuk ettiği 12 havarisi vardı. (Hz.İsa'nında 12 havarisi vardı.) 5.Horus Hastaları iyileştirmek , su üstünde yürümek gibi mucizeleri geçekleştirirdi.(hz.isa'da ölüleri diriltmek , su üstünde yürümek gibi mucizeler gerçekleştirdi) 6.Horus , Gerçek , Işık , Tanırının Oğlu , Çoban , Tanırının koyunu gibi isimlerle anıldı. (Kralların Kralı , Tanrının oğlu , Alfa ve Omega , Işık , Tanırının koyunu gibi isimler Hz.İsa için de verildi) 7.Horus Typhon tarafından ihanete uğradı ve çarmıha gerildi.Öldükten sonra yeniden dirildi.(Hz.isa'da çarmıha gerilerek öldürüldü ve 3 gün sonra dirilerek göğe yükseldi.) 8.Meryem’in kucağında İsa’yı tasvir ettiği resim ile Mısırlıların İsis’i kucağında Horus’u tasvir ettiği resim ayrıdır. Hıristiyanlıktaki teslis inancının (üçleme – Baba, Oğul ve Kutsal Ruh) da başka inançlardan alındığı bellidir. İsis, Osiris ve Horus, büyük Mısır teslisidir! Bu teslis inancı Hz. İsa’dan yaklaşık üç yüz yıl kadar sonra hıristiyan inancına uyarlanmıştır. “Antik Tanrı” dedikleri İsis’in heykelcik ve resimleri Meryem Ana ve Çocuğuna dönüşmüştür. Aynı şekilde Mitra, Diyanissos, Attis, Krişna aynı özellikleri gösterir. Hepsinin doğumu 25 Aralıktır ve hepsi çarmığa gerilmiştir Bu Hz.İsa Değildir! Neden İsa'nın arkasında her zaman bir güneş var bunu hiç düşünmediniz mi? Çünkü İsa öldükten sonra gizli örgütler İsa'nın gerçek hikayesini horus denilen deccal'e yani kendi tanrılarına yazmıştır. Gizli örgütler istemsiz bir şekilde olsa dahi kendi tanrılarına tapınmanız için hikayeleri ve araçları değiştirmiş İsa gibi göstermiştir.Onu tanrı ilan etmişlerdir. Bir düşünün Hristiyanlık'da kutsal gün nedir? Pazar yani Sunday. Peki bunu bir açalım; Sun = Güneş Day = Gün SunDay= Güneş Günü Onlar sizi kandırdılar! Siz istemsiz bir şekilde Deccal'e (Horus,Ra,Güneş Tanrısı,Tek göz)'e inandınız Sizce neden her resmedilişinde güneşin önünde veya içinde? Sizce neden kutsal günleri Sunday=GüneşGünü? Lütfen bu bilgileri yayalım ve gerçeği herkes görsün.

BİR İTİRAF...KULLUKTAN TANRI OĞULLUĞUNA TERFİ ETTİĞİMİ ZANNETTİM....YANLIŞI YAŞADIM GERÇEĞİ BULDUM..

Hıristiyanlık'la ilk tanışmam, eskilere dayanır. Üniversite yıllarımda düştüğüm inanç boşluğu, 1999'a kadar Nüfus kağıdında Müslüman, ama pratikte ateist ve Tanrı'nın varlığını reddeden, daha doğrusu (Verenin de Alanın da O olduğunu unutup) çok "Sevdiğim İnsan"ı elimden alması üzerine O'na kızıp Tanrı'yla ipleri tamamen kopardığım, kendisine isyan ettiğim bir yaşam tarzına beni götürüyordu. "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciun" (Allah'tan geldik, yine O'na döneceğiz) hakikatini henüz kavrayamamış, Rabbimin "Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele." (Bakara 155) sözlerine ve vaadine sırtını dönmüş, rûhumdaki inanç boşluğunu tatmin edecek arayışlara girmiştim. Çünkü aşk, kördür ve akılla mantığın önünde bir engeldir. Üstüne üstlük kaldığım yurtta yobaz bir yurt müdürünün sürekli beni ve diğer insanları namaz kılmaya zorlaması, namaz kılmanın yurdun şartları arasında olduğu, kılmayanların yurttan atılacağı tehditleri ile 3 haftada bir kıldığım Cuma namazından ibaret olan İslam anlayışımdan bile daha da uzaklaşmıştım. Hani şu İslam adına hizmet edenler diye geçinirler ya... En büyük din zararlıları bunlar olmalı herhalde. Şimdi düşünüyorum da, dinde zorlama olmadığı halde zorla insanları dindar yapmaya ve insanların inançları üzerinde tahakküm kurmaya çalışmak, aslında onları ateizme itmekten başka bir işe yaramıyormuş. Ama dedim ya, adı üstünde: Yobaz... Mehmet Akif'in deyişiyle; “Din adına yol kesen dünkü yobazın oğlu.Yine sen kesiyorsun küfür uğrunda yolu” olan yobaz... Dönem sonu, yurttan ayrıldım. Ama dini duygularım, tamamen ölmüş bir şekilde. Son yol ayrımını yine o yıllarda yaşadım. Yine bir bayanı çok sevdim. Biraz da toprağa verdiğim sevgiliyi unutmak ve aklımdan çıkarabilmek için sanırım... Onunla aynı sınıftaydık. Zifir mi zifir saçları, kapkara gözleri vardı. Bir çocuk kadar saf, duru ve temiz... O, benim adeta "Mona Rosa"mdı Sezai Karakoç'ça söyleyişle. Bir-iki yıl, platonikçe onu sevmekle geçti. Çekingenliğim yüzünden bir türlü ona açılamıyordum. Şiirlerimde olduğu gibi onu "kapı aralıklarından, aynalı minibüs koltuklarından" seyrederek yetiniyordum. Birgün bütün cesaretimi toplayıp yakın bir arkadaşına onun evli ya da nişanlı olup olmadığını sordum utana sıkıla. Ama aldığım, "benden böyle bir şey beklemediği" gibi bir tepkiydi. Biraz da küçük düşüren bir tepki. Sonuç; çevresine üşüşmüş 5-10 yobazın telkinleriyle onu tamamen kaybettim. Aşkı günah olarak gören, insanların sevdalarına karışmayı "İnanç" zanneden, seni aşağılayan vs vs. Bir daha onun gözlerine uzaktan bile bakamadım. Sonra rûhî bunalımlar, ilaçlar, alkol vs. Bu son yol ayrımı, artık dine, daha doğrusu İslam'a adeta düşman olduğum bir noktaydı. Ezan sesine bile tahammül edemiyordum. Buna rağmen hâlâ içimde Tanrı'nın varlığına olan inancım vardı kırık-dökük. Birgün, bir gazete ilanında "İncil'i hiç okudunuz mu?" başlıklı bir ilanla karşılaştım ve telefonla kendime bir İncil gönderilmesini istedim. Ardından mektuplaşma kursları, uzaktan Hıristiyan ilahiyatı dersleri, vs. Evden dışarı bile çıkmıyordum. Okulu, dersleri vs hepsini boşlamıştım. 1998'de memleketimdeyken ilk astral seyahat deneyimini yaşadım farkında olmadan ve astral seyahatin ne olduğunu bilmeden. O sıralar, yaz olduğu için damda yatardım. Gökyüzündeki yıldızlara odaklanırdım. Gözlerimi yıldızlara dikip, yıldız kaymalarını ve o an gökyüzünden geçen garip ışıkları yakalamaya çalışırdım. Sözün burasında bu kafa karıştırıcı deneyimi anlatmayı günlüğüme bırakıyorum: «Uyumadan önce, sanki bir sudan kurtulma, yada vakum gibi bir ses duyuyorum o an. Karşımda binlerce görüntü, tam uyuyor değil. Dağlardan, denizlerden aşıyorum. Uykuda olmadığımın bilincindeyim; gözlerimi açar açmaz o görüntüleri kaybedeceğimi düşünerek açmıyorum. Sonra, eski Yeruşalim'de buluyorum kendimi. Yani tarih olarak o çağda yaşıyorum gibi. Ben, sanki sara krizine yakalanmış gibi titriyorum. Yardım istiyorum çevremdeki insanlardan; ama onlar, bana bakıp aldırışsızca çekip gidiyorlar yollarına. Sonra gökyüzünden bir kapı açılıyor; sürgülü, iki kanatlı bir kapı. Kapının iki yüzünde de farklı farklı iki işaret var. Biri, güneşi andırıyor. Hıristiyanların peygamberi, İsa Mesih geliyor yanıma. Omzuma dokunup, "Kalk oğlum, günahların affedildi." diyor. Sonra bana Yeruşalim'i gezdirmeye başlıyor. (Kudüs'ü...) Sadece bedenini görebiliyorum beraber yürürken. Yada sadece ayaklarını. Yüzüne bakmıyorum hiç. Sonra bir kapıdan içeri giriyorum. Ardımı döndüğümde o yok. Etraf, zifirî karanlık. Bir yoldan geçiyorum; ama çok farklı bir yol olduğunu hissediyorum. Çevresinde altın çarmıhlar var yolu aydınlatan. En ilginci ise, yolun düzenli taşlardan döşenmesi. Yolun dışında kalan taşlar, gri yada renksiz. İçindeki, yani yolu oluşturan taşlarsa hepsi de rengarenk mozaiklerden oluşuyor. Yol bitiminde, ışık da bitiyor. Bir sürü yılan akrep gibi şeylerin üzerine basa basa karşıma çıkan basamaklardan ilerliyorum. Sonra iki kişi beni yakalıyor. Deccal'in hizmetkarları olduklarını hatırlıyorum sadece. Beni testereyle ikiye bölüyorlar; ama ben onun Tanrı'lığını asla kabul etmiyorum. Sonra görüntü değişiyor... Bu kez herkes bir yana doğru koşuyor. Mehdi geldi, Mehdi geldi diye çığlık atan atana. Gökyüzüne bakıyorum. Yıldızlar, bir araya gelmişler; bir insan yüzü oluşturmuşlar. Yıldız değil de yıldırım gibi tuhaf ışıklar da olabilir. O yüz, bana gülümsüyor... Sonraki görüntüleri hatırlamıyorum. Ama asıl ilginç olay ben uyanınca gerçekleşiyor. Yatağımın yanı başında, daha o yıllar 6-7 aylık yeğenim uyuyor. Onu seyrederken, birden göğe yükseliyor ve beni de gökyüzüne çekmeye başlıyor ağır ağır. Beni 1 metre yükselttikten sonra, yine damda yatan komşunun, korkulu sesini duyuyorum; "Aman Allah'ım! Tövbe tövbe..." diye. O ses'ten sonra, yavaşça yatağıma doğru geri iniyorum; ama zerre kadar korku yok. Ve gözlerim hala açık, hiçbir şey olmamış gibi yataktan kalkıp odama gidiyorum. Yani tek bildiğim şey, uykudan sonraki o olayı son ana kadar gözlerim açık izlemem.» Odama geldiğimde daha da kafa karıştırıcı bir olay yaşadım: Masanın üzerinde İncil, sayfaları açılmış bir biçimde duruyordu ve ilk ayeti, İsa'nın az önce yaşadığım deneyimde bana söylemiş olduğu sözdü: «Kalk oğlum, günahların affedildi.» Daha astral seyahati tanım olarak bile duymamıştım. Cinlerin insanları aldatmak için astral seyahat yoluyla telkinlerde bulunduğunu da. Denize düşen yılana sarılır misali, düştüğüm inanç boşluğunu Hıristiyanlık'la kapamaya çalıştım. Bir hafta sonra kararımı verip Adana'daki bebekli kiliseye gittim. Luca Pedretti ile tanıştım ve bir müddet sohbet ettik. Tabii daha protestan-katolik vs mezhep farklılıklarını bilemeyecek kadar cahil... Birgün yine kiliseye gittiğimde adam, telaş içinde özel ayin var diyerek kabaca kapı dışarı etti kiliseden. Büyük bir düş kırıklığı yaşamıştım. Bu mu İncil'de geçen sevgi dolu inanlılar topluluğu dedim kendi kendime. Daha başlamadan büyük bir hayal kırıklığıydı benim için. Hoş, bir kaç hafta sonra o "özel ayin" dedikleri şeyin sırrı da çözüldü. Medya kanallarında boy boy küçük kızları taciz eden bu "özel ayinci" rahiplerden bahsediyordu. Allah'ım, ben nereye düşmüşüm!!! Sonra mektuplaşma kurslarında okuduğum bir yazı geldi aklıma: "İnsana bakma, İsa'ya bak" Ama bir zamanlar İslam'dan İNSANLAR YÜZÜNDEN SOĞUDUĞUMU da hatırlayarak. Ama başka şansım yoktu. Çünkü İslam'la bağlarımı tamamen koparmıştım. Daha doğrusu Târık b. Ziyâd gibi, ben de aramızdaki bütün gemileri yakmıştım. İlk kilise deneyimim böyle sona erince, internetten Hıristiyan forumlarına katılmaya başladım. Kendim için seçtiğim isim, Luciin'di. Luka İncili'nin yazarı Doktor Luka'dan etkilenerek... İnsan'a ne tatlı geliyor KULLUK'tan TANRI ÇOCUKLUĞU olmaya terfi etmek. Nefsini zorlamıyor KUL olmakla. Seçilmiş olmanın verdiği minnet, vs vs. İncil sohbet odasında Kral Kayra diye bir Hıristiyan vardı. Onunla sohbet ediyorduk bazen. Kanala bir de Satanist İmam diye biri geliyordu. Güya, Müslüman'dı ve Hıristiyanlara, Baba, Oğul ve Kutsal Rûh'a, Meryem'e vs Hıristiyanlığın kutsal değerlerine en ağır küfürleri ediyor, hakaretler yağdırıyordu. Kanaldakiler de diyordu ki, "Ya sen nasıl Müslümansın? İslam, bu mu? Hz. İsa da Allah'ın peygamberi. O'na küfredilir mi?" Ama bizim imam (!), laftan-sözden pek anlamıyor, kanalın PROVAKE olduğunu gördüğünde daha da seviniyordu. Birgün yine sohbet odasındayken ve kanal da hayli kalabalıkken yine bizim İmam Efendi geldi. O an bir şey oldu. Bir anlık bir görüntü: Yahuda İskaryot. Ve içime doğan güçlü bir cümle: "Aramızdaki hain, kendini ele verecek." Neden bilmiyorum ama bu cümleyi hemen kanala yazdım. Herkes, benim ne demek istediğimi anlamak istercesine susmuştu. Konuşmayı bozansa YAHUDA'nın, yani hainin kendisi oldu. Kral Kayra denen bu zât, aslında iki farklı nickle yazıyordu. Hem Satanist İmam nikiyle Hıristiyanlığın kutsal değerlerine en ağır küfürleri yağdırıyor, hem de kendi nikiyle "Nasıl Müslümansın? Müslüman, böyle yapar mı?" diye sahte HOŞGÖRÜ dersi veriyordu ve İslam'ı kötülüyordu aklınca. Böylece kanala gelen bu SALDIRGAN MÜSLÜMAN'IN aslında Müslüman değil de bir Hıristiyan olduğunu tüm kanal öğrenmiş oldu. Müslümanları kötülemek ve Hıristiyanlığı yüceltmek için KENDİ İNANÇLARINA KÜFREDEN, KENDİ KUTSAL DEĞERLERİNE KÜFRETMEYİ İSLAM'I KÖTÜLEMEK İÇİN MÜBAH GÖREN bir Hıristiyan anlayışı... Yazık... Tabii yine insana değil İsa'ya bakmayı tercih ederek. Ama keşke bu daha o zamanlar keşfedebildiğim "İnsana Bakma!" sözünü Müslüman kılıklı 3-5 yobaz için de söyleyebilmiş olsaydım ve onların yaptıklarından keşke İNANÇLARINI değil, kendilerini sorumlu tutabilmenin GERÇEK ERDEM olduğunu fark edebilseydim... Ama hayat... Hata yaptıkça öğreniyor insan... Artık kendimce imanlı bir Hıristiyan'dım artık. Kanala Hıristiyanlığı araştırmaya gelen insanlara sabırla İsa'dan, insanın günahlı oluşundan, Tanrı'dan ayrı düştüğünden ve günahın sonunun ölüm olduğundan, Yol ve Yaşam'ınsa sadece İsa olduğundan bahsediyordum. (Bilmeyerek bâtıl bir inanca kazandırdığım insanlar için Allah beni affetsin...) Okulu tamamen boşlamış, kendimi İsa'yı anlatmaya adamıştım adeta. Kendime örnek aldığım Hıristiyanlar vardı. İlk başta sürekli bana moral veren Kanada'dan yazıştığım bir arkadaşım, sonra birkaç yazar... (İsimleri bende saklı) Okuduğum kentte de tesadüfen Hıristiyan bir aile ile tanıştım. üstüne üstlük bir de benimle aynı edebiyat bölümünde okuyan başka bir Hıristiyan arkadaşımla ki, ileriki yıllarda onunla bir kardeşten daha yakın olacaktık... Artık benim için araştırmanın, öğrenmenin sonu yoktu. Diyordu ya İncil: "Gerçeği bileceksiniz ve gerçek, sizi özgür kılacak." Ama gerçeği aramak, diğerlerini pek de "mutlu" etmiyordu. Hepsi de sorularıma yetersiz kalıyordu. Hani şu meşhur laf: "Her şeyin cevabını biz bilemeyiz. Her şeyi bir tek Rabb bilir." Hemen hemen bütün sorularıma aldığım mazeret, buydu. Her yanı çelişkilerle dolu, tahrif edilmiş bir kitabın başka bir çelişkisi beni rahatsız ettiğinde bunu önderlere ya da bilgili arkadaşlara soruyordum. Mesela; "Esenlik esenlik diyorsunuz. Peki esenlik nedir? Huzur dolu olabilmek mi? Eğer Hıristiyanlığın diğer dinlerden farkı bu esenlikse, aynı huzur ve rahatlama İslam'da, hatta Uzakdoğu dinlerinde de var. Madem Şeytan esenlik veremiyor, neden bu insanlar da iç huzurunu yakalayabiliyor? Yoga yaparak, tütsü yakarak bile bulunan bu huzur, Hıristiyanlığın nasıl diğer inanç ve dünya görüşlerine attığı bir fark olabilir ki..." Bu yıllar, 2003-2004 arası. Yani kendimce hemen hemen bütün Hıristiyan kaynaklarını hatmettiğim, ama derinliğine indikçe çelişkiler yumağı haline gelen bir öğretiydi Hıristiyanlık. "Keşke İslam'ı da bu kadar iyi öğrenmiş olsaydım zamanında... Haftada bir ya da üç haftada bir Cuma'ya gitmeyi İslam, ne yaparsak yapalım, Allah bizi bağışlar. Hem, peygamberin şefaati var. Kalbinde zerre kadar iman bulunan, Cennet'e girer." demeyi Müslümanlık zannetmeseydim... Ama dedim ya, İslam'la bağlarımı tamamen koparmıştım. Üstüne üstlük üzerimdeki baskılar, inancımdan ötürü uğradığım hakaretler, Hıristiyanlık'la kopma noktamda hep zayıf da olsa bağlayıcı halka oluyordu. Ah, İslam adına hizmet ettiğini zannedip insanları İslam'dan uzaklaştırarak İslam'a en büyük zararı veren cahil bazı Müslümanlarımız. Onların İslam'ı, "Biz, İslam'ı yaşayamıyoruz. bari bir gayrimüslimi Müslüman yapalım da belki Allah, sırf bu ecir yüzünden bizleri Cennet'ine koyar." diyen, ama ne özü sözüne uyan, ne namaz kılan, ne Mümin'ce yaşayan, ne dinle-diyanetle alakası olan, TEBLİĞİN ne olduğundan zerre kadar haberdâr olmayan, tebliğ diye yaptığı şeyle sadece insanları İslam'dan daha da uzaklaştıranlarımız... İslam'a verdikleri zarar, yobazlar kadar büyük değil mi? Diyeceksiniz ki "Hani insana bakma diyordun... Hani insanların yaptıklarıyla inançlarını mukayese etmek, yanlıştır diyordun... Nerden çıktı şimdi bu sözler?" Evet, hâlâ diyorum. Ama ne yazık ki insanların %90'nı, bunu demiyor. İnsanların çoğunu bâtıl dinlere iten, İslam'dan uzaklaştıran şey, ne yazık ki bu sebep. Çünkü inancından ötürü baskı ve zulüm görüyorsan, o inanca daha da sarılırsın. Bunun ötesi, eşyânın tabiatine aykırıdır çünkü. Neden Mason medyası, sürekli gazetelerinde TV'lerinde sık sık "İmam şöyle yaptı. Hacı-Hoca, böyle yaptı." türünden ve bir çoğu asılsız haberler yayınlıyorlar? Toplumun çoğunluğunun inançları insan davranışlarına göre değerlendirdiğini bildikleri, insanları İslam'dan soğutmak için en etkili yol olduğunu düşündükleri için. Aynı Mason medyasının başka bir taktiği: Bu gençliği TV kanallarında, gazetelerinde "İrticacı, Gerici" olarak sürekli bilinçaltı bir harple soğuk savaş usullerini kullanıp İNSANLARI İNANÇLARINDAN UTANIR hâle getirmek için uğraşıldı onlarca yıl... Bir gençliği ideolojilerin peşinden sürüklemek için birbirlerini öldürterek yok ettiler... Bir gençliği inançlarını, değerlerini ellerinden almaya çalışarak yok ettiler... Bir gençliği onları nefsinin esiri, kölesi yapacak çıplak neşriyatla, yoz Batı'nın simgesi Hollwood filmleriyle, bir gençliği töresini, dinini adına "Çağdaşlaşma" dedikleri Milattan Öncesi'nin Sodom ve Gomore kültürünü empoze ederek yok ettiler. Ama bizden sonraki gençlik, elbette onların sahte madalyonlarının sahte ışıklarını, "çağdaş" diye adlandırdıkları Kurân'da helak edilen kavimlerin öğreti ve dünya görüşlerini, antik bilmem ne felsefelerini yüzlerine çarpıp İslam'ın çağlarüstülüğünü tüm vicdanıyla haykıracak ve başka vicdânlara da ışık olacaktır. Necip Fazıl'ın özlediği gençliği, Mehmet Akif'in Asım'ları, dahası "Peygamberin Gençleri" olacaklardır. Bizden sonraki gençlik, Mason TV'leri ile, Siyonist gazeteler ile, "tek dişi kalmış" Batı mandacısı Aydın (!) ların izinden değil, ALLAH'I HATIRLATAN BİR MÜSLÜMAN OLAN DURUŞLARIYLA, Peygamber'i hatırlatan sonsuz bir sabır ve hoşgörüyle, ölümü ve ahireti hatırlatan vakar, olgunluk ve edepleriyle, ceddini hatırlatan kahramanlık ve mertliğiyle, ışığı anımsatan nurlu alınları, Münafığı Kâfir'den ayıran ferâsetleri, kemâle ermiş şeref ve izzetleri, Mehdiler beklemekten vazgeçip her biri İslam'ın Mehdisi olan, kahramanlar beklemekten vazgeçip her biri, şaire; "Bedir'in Aslanları ancak bu kadar şanlı idi" dedirten Çanakkale Savaşı'nın gençleri olan, İZ'lerin İZM'lerin peşinden yürümekten vazgeçip ardından gelecek olanlara doğruyu ve hakikati asla kaybetmemelerini sağlayacak derin ve anlamlı İZ'ler bırakan, korkaklıktan, bezginlikten vazgeçip EN AZ DÜŞMANLARI KADAR CESARETLİ OLAN, Cennet'ten vazgeçip derdi davası sadece Allah'ın rızası olan, kendinden vazgeçip Rabbinin sözünü, kendi isteklerinden ve nefsani arzularından üstün tutan, "Hakk'ın hatırı âlîdir, başka hiçbir hatıra fedâ edilemez." sözünün bilincinde olan bir gençlik olacaktır.

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...