3 Şubat 2020 Pazartesi

Avrupa birliği hayalimiz...

Avrupa birliği hayalimiz...İsa’nın 12 havarisini bayrağındaki yıldızlar ile temsil eden Avrupa birliği, ilk Hıristiyanların Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığın yayılmaması için yaptığı zulümden kaçarak saklandıkları serbestçe ibadetlerini yaptıkları ve H.z Meryem’in de mezarının bulunduğu Anadolu topraklarını kutsal bölgeler ilan ederek bu toprakların Türklerden ve Müslümanlardan alınıp büyük Hıristiyan Birliği topraklarına geçirmek için çalışan bir topluluktur.H.z Meryem’in mezarının Aydın yakınlarında olduğu kesinleştikten sonra İngilizler buralara gelip binlerce dönüm arazi alıp siteler kurdular belki 20 yıl sonra bu kurdukları siteler büyüyecek ve yerleşim merkezi ilan edecekler ve özerklik isteyip Didim de ki İngilizler biz İngiliz koruması istiyoruz diyecek Alanya da ki Almanlar biz de Almanya dan korunma istiyoruz diyip Almanya veya İngiltere bayrağı çekip burası İngiltere’nin,Almanya’nın toprağıdır demeleri uzak bir ihtimal olmaktan çıkıyor.İstanbul için Vatikan modeli istenmesi ekümenlik talebi, federasyon sistemi için Amerika ile Avrupa Birliği’nin baskı yapması ve sürekli olarak istenilen yerel yönetimler yasasının asıl temelinde bu neden yatmakta.Türkiye’yi ziyarete gelen bütün Avrupa Birliği gözlemcileri ilk söylediği söz Ankara’dan sonra kürdistan’a gideceğini ve Diyarbakır’da kürtçe konuşmasına hiçbir yetkilinin müdahale etmemesi ne anlama geliyor.Türk yetkili İspanya’ya gittiğinde ben Madrid’den sonra Bask bölgesine gideceğim ve Eta militanlarına biraz daha esnek davranılması gerektiğini söylese ve Katalan toprakları için serbestlik istese neler olur. Avrupa Birliği Lozan Antlaşmasından sonra Türkiye’nin siyasal yapısını bir türlü kabul etmemektedir. Birinci Dünya Savaşından sonra Osmanlı’ya dayatılan Sevr Anlaşması genel hükümlerini şimdi Avrupa Birliğinin istedikleri hemen hemen aynı sayılır.Osmanlı’ya bırakılan toprakların parçalanması ve bu bölgelerdeki Müslüman olmayanlara küçük devletçikler kurulması gündeme getiriliyordu.ermenistan,pontus,iyonya,kürdistan gibi kukla devletler kurulması o zaman ki Avrupa devletlerini rüyasıydı.kürdistan kuruldu pontus için çalışmalar başladı Atina olimpiyat oyunlarında ben Karadeniz’den gelen vatandaşlarımız olduğu düşündüğüm bir grup kemençe tulum ile güzel bir oyun sergiledi oyunun bitişinde güzeldi sunucu “Bu güzel oyun için Anadolu pontus’tan gelen arkadaşlarımıza teşekkür ederiz” demesi pontusun da yavaş yavaş hak taleplerine başlayacağı anlamına geliyor. Türkiye gibi diğer bir aday ülke Estonya arasındaki fark ise Türkiye’den azınlık dilleriyle eğitim televizyon yayını yapılması istenirken Estonya’dan bulundukları ülkenin vatandaşı bile olmayan yaşadıkları devletlerin dilini konuşmayan gruplara dil politikalarıyla yaşadıkları ülkelerin dilleri benimsetilmeye çalışılıyor.Avrupa Birliği ikinci dünya savaşından sonra Fransa ve Almanya arasındaki sürtüşmeyi önlemek ve ilerde Almanya’nın tıpkı Hitler gibi yükselmiş bir dönemi olur ise bunu engellemek kısmende kontrol altında tutmak,Kominizim ve Sovyet baskılarından korunmak için kurulan Avrupa Birliği Türkiye toprakları üzerinde yeni bir bizans kurma planları yapıyor.Türkiye de bulunan bütün kendi kontrollerinde ki örgütler vakıflar ile misyoner faaliyetlerde bulunup her istediklerini yapacaklar bu gidişle tam bir dağılma yok ama yok olma aşamasına doğru ilerliyoruz.Sözde ermeni soykırımı tanıyan ülkesinin dört bir yanına soykırım anıtları diken demokrasinin ve özgürlüğün beşiği Fransa’nın ikinci dünya savaşındaki Başkanı Vici Gespato Almanya’sına ülkesindeki 175 bin Yahudi yi Auschwitz ve Birkenau kamplarına yakılmak için yollayan kendisi,Fransız parlamenter ”Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyeliği Sevr yeniden tanımasından geçer” demekte Sevr Anlaşmasının yapıldığı binanın önüne ilk ermeni soykırımı anıtını diken gene Fransa’dır.Avrupa Birliği’nin istekleri Amerikan başkanı Reagan’ın 20 yıl önce başlattığı ulusal demokratikleşme sürecidir Amerika’nın milli gücü için demokrasiyi yayma çalışmasıdır.20 yıl önce CIA yaptıklarını gizli kapaklı yapıyordu,amaç sivil toplum örgütlerini yapılandırmak bu sivil toplum örgütlerinin başına da James Bond ve çiçek çocuk karışımı kendilerini burjuva olarak nitelendirmeyen ancak 100 bin dolarlık araçlara binen kişileri getirmek.Ukrayna’da seçimlere 5 kala Viktor Yuşenko George Soros’un mali desteği ile Eurovizyon birincisinin konserleriyle halk desteği yaratarak seçimlere giriyor.Seçimi Ukrayna da ne kadar sendika vakıf sivil toplum örgütü Viktor Yuşenko için destek veriyor.Bunun aynısı Balkanlar da Kafkasya da oldu.Demokrasi için Kosova’ya gelen Birleşmiş Milletler Kosova’da ilk önce 600 yıllık resmi dili Türkçe‘yi kaldırıp yerine resmi dil olarak Arnavutça ve İngilizce’yi getirdi bunları yaparken de elindeki medya ile halkın beynini yıkayıp uyutarak yaptı.Yugoslavya’da bunu yapan kanal B 92 kanalı idi.Milosevic dönemimde bu kanal ulusal bütünlüğü bozucu,bölücü yayınlar yaptığı gerekçesiyle kapatıldı ama B 92 kanalı BBC üzerinden yayınına devam etti.Kanalın tek yaptığı gün de 6-7 pembe dizi yayınlamak bizdeki gibi Biz Evleniyoruz, Biri Bizi Gözetliyor,vb yarışmalarının benzerleri ile Kosova halkına bir İngiliz gibi giyinmeyi bir Amerikalı gibi yemek yemeyi benimseten programlar yaptı.Yugoslavya döneminde tam bir özgürlük abidesi olarak ülkedeki bütün azınlıklar için çalıştı ve şimdi ise Kosova’nın en çok izlenen kanalı.11 Eylül 2001 saldırılarından sonra misyonerler bu bölgelere akın ettiler.Hıristiyan propagandaları her yerde yapılmakta ihtişamlı kiliseler yapılıyor ve cennet tapuları dağıtılmakta.Bosna Hersek’te ki Mostar Köprüsünün tam karşındaki tepeye dev bir haç dikilmesi Bush’un ve Papa’nın aynı açıklamayı yapması “Üçüncü dünya ülkeleri Müslüman ülkeler ve Doğu Bloğu ülkelerine Hıristiyanlığı taşıyın misyonerler iş başına” bu yapılanların hepsi kimliksizleştirmedir. Misyonerler hep aynı vaazı veriyor Saddam da Müslüman’dı Usame Bin Laden de Müslüman’dı Çakal Corlos ta Müslüman oldu bunların hepsi Müslümanlığın kötülükleri İslam çöküyor yönündeki açıklamalar yapıyorlar.Girmek istediğimiz kapısında yalvardığımız Avrupa Birliğin de ki aile yapısı şuan da tamamen bitmiş durumda Avrupa Birliği’nin lokomotifi olan Almanya,Fransa,İngiltere’deki evcil hayvan harcamaları 36 milyar doları geçti.İnsanlar yalnızlıklarını hayvanlarla paylaşıyor aile sistemi yok olmuş çökmüş durumda Fransa da doğan her üç çocuktan biri,Hollanda da ise her iki çocuktan biri evlilik dışı babası yada annesi belli değil.Hollanda da saat 23 ten sonra her kanalda çocuğunuzu kontrol edin evde tutun şeklinde her TV kanalında alt yazılar verilmekte.Kimlik kartımıza karışan din hanesinin kaldırılmasını laik olmamızı isteyen Avrupa Birliği önce kendisi Almanya da ki Hıristiyan olmayanlardan bile kestiği kilise vergisini kaldırasın sonra Türkiye’deki kimlik kartlarındaki din hanesine karışsın.İşte girmek istediğimiz Avrupa Birliği.Bir de başını Rusya’nın çektiği Avrasya oluşumda kurtuluşumuzu savunanlarda var.


Şahinler Amerika da seçimlerini kazanarak böl yönet politikasının gereği olan dünya üzerindeki devletlere müdahale ederek Amerikan güdümlü ve Amerika’ya ye gözü kapalı güven duyan yönetimleri iktidara getirecek, kendi güvenliği ve çıkarları doğrultusunda ulusal devletleri parçalayan kukla devletler yaratılacak Büyük Ortadoğu Projesi’nin kalıcılığı için proje dahilindeki 23 ülkenin sınırlarını değiştirilecek.Amerikan yönetimi, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği gerçekleşirse buna karşı çıkan çevreleri sokağa dökecek, mezhep ve azınlık haklarını savunarak iç savaş çıkaracak, sonrasında yarattığı otorite eksikliği ve kaos sonrasında Amerika ve NATO’nun askeri müdahalesi ile Türk ordusu yenilgiye uğratılacak.Ekonomik olarak %51 hisselerini ellerinde bulundurdukları Dünya Bankası ve IMF ile ekonomik yıkımda başlatacaklar.Kamunun elinde bulunan elektrik,su,haberleşme gibi kuruluşları kendi kontrolünde ve desteğinde olan büyük patronlara verecekler sermaye piyasasının serbestliğinden dolayı ülkedeki spekülatörler ile yaratacakları karmaşa ile ülkenin döviz rezervleri birkaç günde eritip çöküş başlamış olan ülkeye enflasyonunu ikiye üçe katlaması dayatılmak koşulu ile yüksek faizlerle kredi verilecek ve sonuç olarak ta ülkenin sanayi üretimi vurulacak hazinesi boşaltılacak.Siyasi açıdan da Leyla Zana serbest bırakıldıktan sonra önemli bir kamu görevine getirilecek federasyon sistemine geçtik ten sonra kendisine Güneydoğu Anadolu Bakanlığı verilecek.Türkiye ermeni soykırımını tanımayacak özür de dilemeyecek ancak tazminat ödeyecek ermenistan’ a önemli ticari tavizler verilecek.Askerlik Avrupa Birliğine Uyum Yasaları gereği 1 yılın altına inecek.Kıbrıs’tan tamamen Türk askeri çekilecek.Kıbrıs’ta ki garantör ülke konumu Amerika ve İsrail verilecek.12 Eylül paşaları Avrupa Birliğini etkilemeye yönelik kişisel bir yargılama yapılacak.Hollywood Türk tarihi ve Türk destanlarını konu alan onlarca film çekecek en son olanakta Atatürk’ün hayatını konu alan bir film çekilecek .Abdullah öcalan başka bir cezaevine nakil edilecek ve Abdullah öcalan ve arkadaşlarını da kapsayan geniş bir af çıkarılacak.Yunanistan’ın Türkçe’de ki adı Hellas olacak .Ege orduları dağıtılacak kürdistan kurulduktan sonra tanınacak yeni çizilen sınırlar kabul edilecek.kürdistanın genişleme politikası doğuda İran’a batıda Suriye’ye kuzey de Türkiye’ye genişlemesini tamamladıktan sonra başkentini Kerkük ten Diyarbakır’a taşıyacak Başbakanlık sistemine kabul edilecek Türkiye Cumhuriyetinin Resmi Dili Türkçe ve kürtçe olarak değiştirilecek alfabeye q,w,x harfleri alınacak.Bütün bunlar holding medyaları ile Türk halkına Avrupa Birliği yolunda sağlam adımlarla gitmekteyiz Türkiye değişiyor yapılanlar ile daha çağdaş modern bir ülkeye doğru gidildiği benimsetilecek. Türkiye Cumhuriyetini kuran Mustafa Kemal Atatürk ve Kuvayi Milliyeciler boşuna istiklal savaşı vermiş duruma düşürülmektedir

HZ. İSA’YA İNCİL İNDİRİLDİ Mİ?

HZ. İSA’YA İNCİL İNDİRİLDİ Mİ?
Bugünkü Hıristiyan inancına göre, Hz. İsa’ya Tanrı tarafından vahiy yoluyla bildirilen öğretilerinin toplandığı bir kitap yoktur. Yani Hıristiyan inancına göre, İslam dinindeki Hz. Muhammed’e Kur’an’ın indirildiği gibi bir İncil indirilmemiştir. Mevcut kutsal kitaplar-İnciller Hz.İsa’dan çok sonraları derlenip toplanmış, O’nun hayat ve öğretilerini içeren eserlerdir. Yine bu dinin inancına göre bu kitaplar, yazarlarının kendi akıllarıyla oluşturduğu eserler olmayıp Kutsal Ruhun kontrolünde ve Tanrı esinlemesiyle (vahiyle) yazılmıştır. D. Wickwire bu konuda şunları yazmaktadır.
Hıristiyanlık’taki Kitab-ı Mukaddes’e bakış İslamiyet’teki Kuran’ı Kerim’e bakıştan belirgin bir şekilde farklıdır. Hıristiyanlığa göre Kitab-ı Mukaddes Tanrı’nın esinlemesi ile dikte ettirilmiş veya cennetten indirilmiş demek değildir. Tanrı’nın esiniyle Kitab-ı Mukaddes değişik kişilerce yazılmış tam güvenebileceğimiz bir eser ve ruhsal rehberdir. Hz. İsa, İncil’i gökten inen bir kitap olarak anlamadı. İlk Mesih İnanlılarının zamanında İncil kitap olarak hala yoktu. Kitap olarak İncil’i de İsa yazmadı. Onu kaleme alan kişiler, İsa’nın bunun için tayin ettiği elçilerdir. Elçiler, Kutsal Ruh’un denetimi altında yazarak tanık oldukları olayları ve kendi anlayışlarını ifade tarzlarını birleştirerek Tanrı’nın istediği sözleri yazdılar. Esin Tanrı’nın nefesidir. Kutsal Ruh yanlışlık olmadan, her kelimeyi denetleyerek yazdırıyordu.” 5
Gerçi İncillerin hiçbir yerinde Hz. İsa’nın kendi öğretilerini yazmak için birilerini görevlendirdiği görülmemektedir ve yine önemli üç İncil yazarı Markos ile Luka (elç. İşleri yazarı) elçi değil. Kutsal Ruh’un da denetlediğinden pek emin değiliz veya birden fazla Kutsal Ruh olduğunu sanıyoruz. Bu iddiaların ispatını konuların ilerlemesiyle bir bir göreceğiz. Türkiye’deki Bağımsız Protestan Kiliseleri basın danışmanı İsa Karataş “ Gerçekleri Saptıranlar” isimli eserinde şunları yazmaktadır;

“ Bu durumda, şu gerçeği kabul etmek zorundayız: İncil İsa’ya indirilmemiştir. Çünkü hem İncil’e göre (Yuhanna, 1-4), hem de Kuran’nın bir başka ayetine (Nisa-4) göre İsa Mesih, “ Allah’ın Canlı Sözü” değil mi Öyle ise Allah’ın O’na ayrıca İncil indirmesine ne gerek var?”6


Yeni Yaşam Yayınları’nın yayınladığı İncil’de bu konuda şu ifadeler bulunmaktadır.
İncil’e göre, İsa Mesih’in kendisi ne bir kitap yazdı, ne de gökten kendisine bir kitap indirildi. Buna karşılık İncil’de İsa’nın, Tanrıyı bize açıklamak için dünyaya gelmiş olan “Tanrı Sözü” olduğu belirtilir (Yuhanna 1:1-18).” 9
 Bunlar böyle diyor ama bu iddialar acaba doğru mu? Bu konuda en önemli kanıt sanırım yine İncil’den ve Hz. İsa’dan olmalıdır. Hep beraber okuyalım;

“18-19Rab’bin Ruhu üzerimdedir. Çünkü O beni yoksullara MÜJDE’Yİ İLETMEK İÇİN meshetti. Tutsaklara serbest bırakılacaklarını, Körlere gözlerinin açılacağını duyurmak için, Ezilenleri özgürlüğe kavuşturmak Ve Rab’bin lütuf yılını ilan etmek için BENİ GÖNDERDİ.” (Luka-4)



“38 İsa onlara, “Başka yerlere, yakın kasabalara gidelim” dedi. “Oralarda da TANRI SÖZÜNÜ duyurayım. Bunun için çıkıp geldim.” (Markos-1)

“ 14Yahya’nın tutuklanmasından sonra İsa, TANRI’NIN MÜJDESİ’Nİ duyura duyura Celile’ye gitti.15 “Zaman doldu” diyordu, “Tanrı’nın Egemenliği yaklaştı. Tövbe edin, Müjde’ye inanın!” (Markos-1)
 Yukarıda ki bizzat İncil’de Hz. İsa’nın kendi ağzından söylediği sözlere bakılırsa O’na verilmiş bir İncil var. Peki bu İncil’i İsa’ya kim vermiş bir de bunu bizzat yine incillde ki İsa’nın kendi ağzından öğrenelim;

49 Çünkü ben kendiliğimden konuşmadım. Beni gönderen Baba’nın kendisi ne söylemem ve ne konuşmam gerektiğini bana buyurdu.50 O’nun buyruğunun sonsuz yaşam olduğunu biliyorum. Bunun için ne söylüyorsam, Baba’nın bana söylediği gibi söylüyorum.“ (Yuhanna-12)



“16 İsa onlara, “Benim öğretim benim değil, beni gönderenindir” diye karşılık verdi.17 “Eğer bir kimse Tanrı’nın isteğini yerine getirmek istiyorsa, bu öğretinin Tanrı’dan mı olduğunu, yoksa kendiliğimden mi konuştuğumu bilecektir.“ (Yuhanna-7)

“25 O’na, “Sen kimsin?” diye sordular. İsa, “Başlangıçtan beri size ne söyledimse, O’yum” dedi.
26 “Sizinle ilgili söyleyecek ve sizleri yargılayacak çok şeyim var.
Beni gönderen gerçektir. BEN O’NDAN İŞİTTİKLERİMİ DÜNYAYA BİLDİRİYORUM. “ (Yuhanna-8)

 “28 Bu nedenle İsa şöyle dedi: “İnsanoğlu’nu yukarı kaldırdığınız zaman benim O olduğumu, KENDİLİĞİMDEN HİÇBİR ŞEY YAPMADIĞIMI, ama tıpkı Baba’nın bana öğrettiği gibi konuştuğumu anlayacaksınız.“ (Yuhanna-8)

“24 Beni sevmeyen, sözlerime uymaz. İŞİTTİĞİNİZ SÖZ BENİM DEĞİL, beni gönderen Baba’nındır.25 “Ben daha aranızdayken size bunları söyledim.” (Yuhanna-14)
Özellikle Yuhanna İncilinde bu kadar açık ifadeler varken, nasıl olurda Hz. İsa’nın, Tanrıdan aldığı vahiy ile değil de, kendiliğinden konuştuğu iddia ediliyor anlaşılır gibi değil. İşte İncillerde ki en çok dikkatimizi çeken nokta bu. Birbirine tamamen ters ifadelerle dolu olması. Zaten İşte bu da, anlamak isteyen için, ilk başta var olan asıl gerçekler üzerine acemice yeni ve zıt ilavelerin yapılmış olduğunun en açık kanıtı olmaktadır. Yukarıdaki ifadelerden anlaşılıyor ki, Hz.İsa kendiliğinden konuşmuyor. Tanrının sözünü ve Tanrının Müjdesini (İncil’ini), insanlara iletmek için “ Tanrı Beni gönderdi, ben kendiliğimden konuşmuyorum, beni gönderen ne söylemem ve ne konuşmam gerektiğini bana bildirdi” diyor. Bütün İncil’lerde bu kadar açık ifadeler varken, bunları   görmezden gelip Yuhanna İncil’inin başındaki kapalı bir ifadeden zorlama yorumlar yapmak, aynen Kur’an’ın ifadesiyle bile bile gerçeği gizlemek, kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamaktır.10 Eğer Hz. İsa teslise göre Tanrı’nın üç kimliğinden biri ve Tanrı’ya eşit ise, kendinden üstün bir otoriteden direktif alan bir emir kulu gibi, “O beni gönderdi, Tanrı sözünü duyurayım. Tıpkı bana öğrettiği gibi konuşuyorum” demezdi. Ayrıca Yuhanna’nın başında ki ifadelerden yapılan yorumlamalara göre, yaşayan Tanrı Sözü olsaydı, aynı incildeki gün gibi açık bu ifadeleri söylemezdi. Her ikisi de doğru olamayacağına göre, ifadelerin biri yanlış veya yapılan zorlama yorum yanlış. Aynı İncilde ve diğer üç İncilde gerçeğin ne olduğunu açıkça anlatan bir sürü ifade ortada iken, dileyen hala zorlama yorumunda ısrar edebilir. Eğer O’nu, sözlerini insanlara duyurmak için gönderen bir Tanrı varsa ve kendiliğinden konuşmuyorsa, duyurduğu bu Tanrı Söz’leri de apaçık vahiy (Tanrı’dan alınan sözler) olur. Bu konuda İ.Karataş gibi, Kuran’ı da kaynak olarak kabul edeceksek, Kuran’da Hz.İsa; ‘Allah’ın kendisine kitap verdiğini ve peygamber olarak gönderdiğini’ açıkça söylemektedir.11 İ.Karataş yine kitabında yukarıdaki İncil ayetleri için şunları yazmaktadır;

“Hz.İsa’ya gönderilmiş yazılı bir kitaptan ziyade, Allah’ın iyi haberlerinin açıklanması ve yayılması olarak anlaşılmalıdır” 12

Gayet tabi her peygamber, Allah’ın iyi haberlerini yaymakla görevlendirilmiştir. Ama sıradan bir insanda bilir ki, peygamberler kendiliğinden konuşmaz ve Allah’ın kendilerine bildirdiklerini (vahiyleri) insanlara iletirler. Yine herkesin bildiği gibi Allah, peygamberlerin duyurulmasını istediği vahiyleri topluca yazılı bir kitap olarak gökten indirmez. Ne Kuran’dan, nede İncil’den böyle bir anlam çıkmaz. Allah buyruklarını vahiy yoluyla zamana yayarak bildirir. Kutsal kitaplar da, bunların derlenip toplanmasıdır. Yukarıdaki İncil metinlerini nasıl yorumlarsak yorumlayalım, Hz. İsa, kendisini gönderen Tanrı’nın Buyruklarını-Müjdesini insanlara duyurmuştur. Önemli olan bunların ne olduğudur. Ama ne yazık ki bunların yazılıp toplandığı orijinal bir metin günümüze ulaşamamıştır. O’nun irşat faaliyetlerini anlatan mevcut İncillerden ilki, vefatından ancak 30 yıl sonra derlenerek yazılabilmiştir ve ne yazık ki elimize ulaşan en eski elyazması da MS. 130 yılları civarına aittir. Maalesef bunların çoğu iyi korunamamış ve eksik metinler içermektedir. Mesele olan bu yazılanların ne miktarda, ne kadar doğru ve hangisi gerçektir. Tabi şimdi birileri; Hz. İsa’nın kendi ağzıyla yukarıda söylemiş olduğu sözleri delil olarak sunmamıza karşı savunma olarak, “-Bu sözler İsa’nın insan yönüyle söylediği sözlerdir” dediklerini duyar gibiyiz. Bu onların kendi kuruntuları. Bakın İncil’de ki son bölüm olan Yuhanna’nın Vahyi yazarı bu konuda neler söylüyor, hala ikna olmayanlar ve sayın İ.Karataş için son bir kanıt daha sunalım;
“1-İsa Mesih’in vahyidir. Tanrı yakın zamanda olması gereken olayları kullarına göstermesi için O’na bu vahyi verdi. O da gönderdiği meleği aracılığıyla bunu kulu Yuhanna’ya iletti.” (Vahiy;1)

TANRI ESİNLEMESİ Mİ KONSİLLERİN SEÇMESİ Mİ?

Hz. İsa’nın sağlığında O’nun, sözleri belirli bir otorite ve kural oluşturularak yazılı bir metinde toplanmamıştı. Çünkü bizzat O’nun yanında eğitilmiş inananları O’nun öğretilerini biliyorlardı. Belki   yazılı bir metine ihtiyaç olmaması, Hz. İsa’nın dünyaya geri dönüşü çok yakın bir zaman diliminde gerçekleşme beklentisi de olabilir. Çok yakın bir zaman diliminde (hatta daha onlar hayattayken)Hz. İsa dünyaya yeniden gelip, inananları mükâfatlandırıp diğer insanları ise cezalandıracak olması ve dünyanın sonunun yakın olması böyle bir ihtiyaca gerek kalmıyordu. Havariler Hz. İsa’nın söz ve eylemlerini dilden dile aktarıyor ve uzak beldelere onun hatıraları irşat mektupları vasıtasıyla iletiyorlardı. Fakat ilerleyen zaman diliminde beklentiler gerçekleşmeyince ve Havarilerin bir bir dünyadan ayrılmaları, onların Hz. İsa’dan naklettikleri hatıraların kaleme alınmasına neden oldu. Çeşitli yörelerde birçok yazılı belge ortaya çıktı. Bunların birçoğu kutsal kitap beklentisini karşılamak için yazılmamıştı. Hz.İsa’nın Yahudi kökenli inananları hala kutsal kitap olarak Tevrat’ı okumaya devam ediyorlardı. Roma topraklarındaki diğer inananların elinde ise daha çok Pavlus’un Mektupları vardı. Daha henüz Tevrat’ın yerine geçeçek bir İncil anlayışı oluşmamıştı. Hıristiyan dünyada ilk defa Kutsal Kitap (Kanon-onaylanmış metin) oluşturan Sinoplu Marcion’dur. Marcion 137 yılında Tevrat’ı ve Musevilikle olan bağları atarak (hatta Tevrat’taki Tanrı Yehova’yı bile reddetmiştir) sadece Pavlus’un Mektupları’yla Luka İncili’nden oluşan Kutsal Kitabını oluşturmuştur.71 Konuyu ilk gündeme getiren olmuştur. İyi organize edilmiş cemaatler oluşturmaya başladı. Bu kitapları, eğitim, iman ve ibadet kaynağı olarak kullanılmaya başladı. Bu gelişmeler kiliseyi harekete geçirdi. Kilise gelişmenin gerisinde kalmamak için Marcion ile çatışmaya başladı ve onu sapkın (heretik) ilan edip kiliseden uzaklaştırıldı. Böylece kilisede kutsal kitap-kanon arayışı başladı. Gerçi henüz merkezi bir kilise anlayışı henüz oluşmamıştı. Suriye, İskenderiye ve Roma önemli merkezlerdi. Tabi bu kolay olmadı. Çünkü Suriye, Filistin, Mısır, Anadolu, Yunanistan ve bütün Roma Toprakları’nı kapsayan geniş bir coğrafyada yayılmış Hıristiyan topluluklar vardı. Birçoğu da birbirleriyle tam uyuşmuyordu ve yüzlerce yazılmış metin bulunmaktaydı. Harekete geçen kilise otoriteleri –babaları belirli bir metin üzerinde anlaşmaları kolay olmadı ve uzun zaman aldı. Uzun çalışmalardan sonra kanon son şeklini, bu konuda toplanan birçok konsülden sonra, Roma Katolik Kilisesinin 8 Nisan 1546 da düzenlediği Trent konsilinde almıştır. Daha önceleri kanona dahil edilmeyen “Yuhanna’nın Vahyi “ Kanona dahil edilerek İncil 27, Tevrat ise 45 kitap olmak üzere, toplam 72 kitaptan oluşan  Kitabı Mukaddes kanonuna son şekil verilmiştir. Bu konu hakkında, Türkçe İncil metninin sonuna ilave edilmiş açıklamalar kısmında ‘İncil’e Giren Kutsal Yazılar Nasıl Bir Araya Getirildi ‘ başlığı altında şu açıklamalar bulunmaktadır.

“Geriye bir soru kalıyor.İncil’deki 27 kitapçık nasıl bir araya getirilip tek geçerli metin olarak tanındı?Hepside İ.S. 100 yılından önce yazıldı; ama bir kitap oluşturacak biçimde bir araya getirilmeleri zaman aldı.Bu süreçte sözü edilebilecek birkaç etken var.Birincisi, mektuplar birbirine çok uzak düşen çeşitli yerleşim birimlerine yazılmıştı.İlk yüzyıllarda haberleşme ve bilgi toplama gibi işlemlerin, bugünkünden daha yavaş olduğunu söylemeye gerek yok sanırız….İşte bu nedenlerle derleme işi oldukça yavaş gerçekleşti.Bazı kitaplar, örneğin doğal bir grup oluşturan Pavlus’un mektupları daha hızlı şekilde toplandı; bazılarıysa daha uzun zaman aldı.Aslında Kutsal Yazılar’ın derlenmesine duyulan büyük ihtiyaç, çoğunluğun benimsediği öğretilere aykırı düşen çarpık öğretiler yaymaya çalışan bazı kişilerin türemesinden kaynaklandı.Bu gelişmelerden ötürü İreneyus,İ.S. 180 cıvarıda ‘Sapık Öğretilere Karşı’ adlı bir kitap yazdı.Yazar bu kitapta,İncil’in ilk dört kitapçığının hiç kimsenin itiraz etmediği doğal bir bütünlük oluşturduğunu sergiliyor.Bunların   yanı sıra geçerli saydığı diğer metinler şunlardır: Elçilerin İşleri, Pavlus’un mektupları, Vahiy ve beş mektup daha.Bundan başka, Muratori Kanon’u adı altında geçen, ikinci yüzyıl sonlarına rastlayan ve benzer bir liste içeren bir derleme daha vardır.  Görülüyor ki, Kutsal Yazılar’ın ana listesi, yani ilk dört kitapçık, Elçilerin İşleri, Pavlus’un Mektupları,1.Petrus ve 1. Yuhanna, üçüncü yüzyılın başlarına   gelindiğinde tartışmasız olarak herkesçe benimsenmişti. İbraniler, Yakup, 2. ve 3. Yuhanna, Yahuda ve Vahiy kitapçıklarının derlenmesi daha uzun zaman aldı….Kilise konseyleri, örneğin İ.S. 397 yılında toplanan Kartaca Konseyi, hangi kitapların benimsenmesi, hangilerinin reddedilmesi yönünde inanlılara baskı uygulamış değiller; ama bu konseyler, onaylanan yazılara bir resmiyet kazandırma yönünde kararlar almışlardır.”72
Bu ifadelerden de açıkça anlaşılacağı üzere elimizdeki İnciller, yüzlerce kitap arasından kilise babaları ve konsülleri tarafından belirlenmiştir. Şimdi gelelim ‘ ELİMİZDEKİ İNCİL TANRI’NIN ESİNLEMESİYLE Mİ ya da KUTSAL RUHUN DENETLEMESİYLE Mİ BELİRLENDİ yoksa KİLİSE BABALARI TARAFINDAN KONSÜLLERDE Mİ?’ sorusunu sormaya. Bunun cevabını, herkes dilediği şekilde verip konuyu kapatabilir. Eğer denildiği gibi bunların Tanrı esinlemesiyle yazıldığından eminseler, niçin yıllarca tartışıp Kanona almakta tereddüt ettiler.   Ama konu Protestan hareketinin önderinden Martin Luther için daha kapanmamıştı. Martin Luther’in, Kitab-ı Mukaddes kanonundaki İncilde bazı bölümlerin Tanrı sözü olabileceği hakkında şüpheleri vardı.Martin Luther İncil’in İbraniler, Yakup, Yahuda ve Vahiy bölümlerini, Kitab-ı Mukaddes’i Almanca’ya tercüme ettiğinde, İncil’e ayrı bir ek olarak listeledi ve bunların İncil’deki diğer kitaplarla aynı önemin verilmesini düşünmedi.73 Bu anlaşmazlık yalnızca İncil üzerinde değil, Hıristiyan dünya Tevrat üzerinde de anlaşamamaktadırlar. Katolik Trent Konsülünde Vulgate   Kutsal Kitap 72 kitap olarak belirlenmiş ve şu bildiri ile tespit yapılmıştı;
“Her kim ki bu kitapları tümüyle, Katolik Kilisedeki metinde genellikle tüm bölümleriyle okunduğu şekilde ve antik Latin Vulgate’de oldukları şekildekutsal ve Kanonik kabul etmezse aforoz olsun”74
Fakat bu konu Katolikler için halledilmişti. Ama Protestanlar için durum farklıydı ve Tevrat’ın sonundaki 6 kitabı (13 bölümden ibaret) tanrısal kabul etmeyip insan uydurması (Apokrif) ilan ettiler. Yahudilerin Tevrat için Yamniya Konsilinde kabul ettikleri ve Latince’ye Vulgate olarak tercüme edilen Kanondaki (kutsal olarak ilan edilen resmi metin) 39 kitabı esas aldılar. Bu konuda itirazı olan Protestanlar 1648 yılında Westminster toplantısında karşı bildiri yayınladılar;
“Apokrif külliyat Tanrı’nın Kilisesinde insanların yazdığı diğer kitaplardan farklı hiçbir otoriteye sahip olmayacak, herhangi bir şekilde onaylanmayacak veya kullanılmayacaktır.”75
Ayrıca, Tevrat’ın son 6 kitabı konusunda Ortodokslar, Katolikler’den farklı olarak 4 bölüm daha ilave etmektedirler (MS. 1612 Kudüs konsilinde ).Bu 6 kitap Katoliklerde 13 bölümden, Ortodokslarda ise 17 bölümden oluşur. Bunun sebebi, Ortodoksların Tevrat olarak, kendi dillerinde Yunanca ilk tercüme olan, yine 45 bölümden oluşan Septuagint’i esas almalarıdır. Bu durumda Katolikler, kendi dilleri Latince’ye tercüme edilen ve Yahudilerin Tevratı ile uyuşmadığı için çıkarılan (Ortodoksların kabul ettikleri) 4 bölüm hariç, 45 kitaptan oluşan ve Vulgate ismini alarak, yeniden düzenlenmiş olan, Kutsal Kitaptaki Septuagint’i esas almış oldular. Bu durumda Katolikler ve Ortodoksların Tevrat Kanonu, Protestanlardan 6 kitap daha fazladır. Protestanlar ise bu 6 kitabı bütün bölümleriyle reddettiler. Böylece şimdi, Protestanların kutsal kitabı 66 bölüm (Tevrat 39, İncil 27 bölüm), Katolik ve Ortodoksların ise 72 bölümdür (Tevrat 45, İncil 27 bölüm).76 Bu durum da Katolikler ve Ortodoksların, Protestanlarla olduğu gibi kendi aralarında da farklılıklar (6 kitap arasındaki 4 bölüm) vardır.   Aslında Tevrat üzerinde bu itilafın kaynağı, birazda Yahudi din otoriteleridir. Hıristiyanlıkla ilgili eserlerin çoğu, Pavlus’çu Roma vatandaşı Grek’lere ait olduğundan, bunların kullandığı Tevrat ta Grekçe idi. Yunanca ilk Tevrat, M.Ö.3. yüzyılda İskenderiye’de yaşayan Yahudiler için yapılan bir tercümedir. Bu kitap, İbranice asıllarından, 70 çıvarında Yahudi din adamı tarafından yapıldığı için, adı yetmişler anlamına gelen, Septuagint olarak anılmaktadır. Fakat Musevilerin bugün kullandığı Tevrat metni en son şeklini, Yahudi din otoriteleri tarafından, M.S. 90 yıllarında Yamniya Konsil’inde, 39 kitap olarak kanonlaştırılarak almıştır. Bu yeni Tevrat Kanonu, daha önce Yunanca’ya tercüme edilen Septuagint’ten farklı olarak ( son 6 kitap ve 4 bölüm) kanonlaştırıldı. Bu yeni İbranice Tevrat Kanonu, Hıristiyanlarda olduğu gibi, çeşitli tarihlerde değişik kişiler tarafından derlenmiş olan, birçok kitap arasından seçilmiştir. Hıristiyanlar ise, bu İbranice Tevrat’ı değil, ellerindeki Yahudiler tarafından bazı kısımları Yamniya Konsil’inde apokrif sayılmış metinler içeren, Grekçe’yi kullanmaya devam ettiler. Sonraları bu Grekçe Septuagint ve İnciller, Yerome isimli din adamı M.S. 405 yılında Latince’ye tercüme ederek, Vulgate (yayılmış nüsha) ismini aldı. Yerome bu tercümesinde son İbrani Tevrat’ı ile Septuagint arasındaki farkları da belirtti (6 kitap ve 4 bölüm). Bu tercüme ancak M.S. 7. yüzyılda yaygınlaştı. Ama Hıristiyan dünyada yaygın olan ve İncillerde de kullanılmış olan eski tercüme apokrif metinler, kullanılmaya devam edilerek günümüze kadar geldi.77Daha sonraları Hıristiyanlar arasında Eski Ahid konusunda tartışma başladı. Septuagint mi, yoksa yeni İbrani metin mi Kanonda olmalıydı? Sonunda kilise kararını baştan beri İncillerde kullanılan ve 45 bölümden oluşan Septuagint lehine 1546’da Trent Konsil’inde karar verdi. Ama Protestanlar buna itiraz edip Yahudilerin yeni 39 kitaptan oluşan İbraniler Kanonunu esas aldılar. Daniel Wickwire ‘Kutsal Kitabın Değişmezliği’ isimli eserinde Eski ve Yeni Ahid’in eski elyazmalarından ve kanonlaşmalarından bahsederek bu konuda şunları yazar;
“M.S. 1546 Trent Konsil’de Vulgata’nın Katolik Kilise’de kullanıma uygun tek nüsha olduğu belirtilmiş ve şu karar alınmıştır: “Kilise tarafından birçok asırdan beri muhafaza edilmekte  olan Vulgata , umuma açık okumalarda va’azlarda ve tefsirlerde tek otantik tercüme olarak kabul edilmelidir.Hiçbir şekilde, onu reddetme cüreti gösterilmemelidir.”Roma Katoliklerinin ağırlığını ortaya koymasıyla Trent Konsili’nde  Latince Vulgata’nın  tek otantik nüsha olarak kabul edilmesi üzerine, Katoliklerle Doğu Ortodoksları arasında ayrılık meydana gelmiştir.Doğu Ortodoksları, otantik nüsha olarak Septuagint’i kabul etmiş, reform yanlısı Protestanlar ise, Eski Ahid kısmı olarak, Yahudi versionunu esas almışlardır.”78
Durum çok garip değil mi? Şimdi hem bu faklı Hıristiyan mezheplerinin, farklı Kutsal Kitaba sahip olduklarını kabul edeceksiniz (Tabi birinin 45, diğerinin 39 olmak üzere farklı kitaplara sahip olduklarından bahsetmeyerek),hem de Kutsal Kitap değiştirilmemiş olduğunu ispat etmek için, 419 sayfalık ”KUTSAL KİTABIN DEĞİŞMEZLİĞİ” isimli bir kitap yazacaksınız. Çok yaman bir çelişki değil mi? Hem de 8 üniversite bitirmiş biri için.
Buyurun İncil’deki bunca uyarı kimin için siz karar verin;

“18 Bu kitaptaki peygamberlik sözlerini duyan herkesi uyarıyorum! Her kim bu sözlere bir şey katarsa, Tanrı da bu kitapta yazılı belaları ona katacaktır.
19 Her kim bu peygamberlik kitabının sözlerinden bir şey çıkarırsa, Tanrı da bu kitapta yazılı yaşam ağacından ve kutsal kentten ona düşen payı çıkaracaktır. ” (Vahiy-22)
Ayrıca Daniel Wickwire yine bu eserinde, Protestanların insan uydurması Apokrifa (sahte) olduğu için, Tevrat Kanonuna kabul etmedikleri 6 kitaptan, 46. bölümde ‘Apokrifa Kitapları Nedir ?’ başlığı altında bahsetmektedir. Nasıl mı?
“ Tüm Hıristiyan mezhepleri arasında, Kutsal Kitap ile ilgili, ancak bir tek farklılık vardır. Bu da Apokrifa kitaplar konusundadır. Bir avuç mezhep bu kitapları Tanrı’nın sözü olarak kabul ediyor, Hıristiyanların çoğu ise kabul etmiyor. “79
Tabi yine ayrıntıya girmeyerek ve bunların Katolik ile Protestanlık arasındaki 6 kitap farkı olduğu gerçeğinden bahsetmeden. Bunların tek tek isimleri ve yazılış tarihlerini vererek şöyle devam eder;
“İncil’de, İsa ve elçileri tam 2.559 kez Tevrat, Zebur ve peygamberler’den alınma vardır. Bunlardan hiçbiri Apokrifik bir kısımdan alınmış değildir. Mesih ve elçileri Apokrifa hakkında bilgi sahibiydiler, fakat İsa ve elçiler Apokrifa yazılarından bir kez bile alıntı ya da aktarma yapmamışlardır. Bu yazılarla ilişkisi olan bir peygamber bile yoktur, ve bu kitaplar Tanrı esini olarak asla kabul edilemez.”80
Ama hayret ediyoruz 8 Üniversitede ilahiyat öğrenimi yaptığını söyleyen yazarımız, nasıl oluyorda bizim gördüğümüz gerçekleri göremiyor anlamak mümkün değilŞimdi sıkı durun ve aşağıdakileri iyi okuyun;
“Erken dönem kilisesindeki misyonerler, Grekçe konuşan dünyada misyonerlik yaparken, Grekçe yazılmış olan Septuagint’ten alıntılar ve daha sonra Yahudiler tarafından kanon dışı olarak tanımlanan kitaplardan da alıntılar yapmaktan ve bunlara referans vermekten çekinmediler.   Örneğin, kanonik İncil’deki Yahuda 14-16, apokrif Enok kitabından (Enok 1:19) alıntı yapmaktadır. Yakup 1:19, Sirak Kitabı 5:1181ve İbraniler 11:37’de, Apokrif The Martyrdom of Isaiah’ta (işaya’nın şahadeti) bulunmaktadır. Yuhanna’ya göre İncil’deki 7:38 ile Yakup 4:5’in kaynakları bilinmemektedir. The New Catholic Bible, bu sözler’in hiçbir Eski Ahid kitabında olmadığını belirtmektedir. ”82

Sanırım bu gerçekleri sadece biz görmedik. Şimdi acaba birileri “gerçekleri saptırıyor mu?” diye sormadan edemiyoruz. Bunların İncillerde kullanımı doğruysa, demek ki apokrif metinler değil ve Ortodokslar ile Katolikler haklı. Ellerindeki Tevrat doğru ve Protestanlar yanlış Tevrat kullanıyorlar. Eğer bunları apokrif ilan eden Yahudiler haklı ise elimizdeki İncillerde apokrif (uydurma) metinler içermektedir. Çık işi içinden çıkabilirsen. Bu hataları kim yaptı? Hz. İsa mı, elçiler mi, yoksa İncil yazarları mı? Tanrı böyle insan uydurması hatalı şeyleri esinler mi, Kutsal Ruh bunlara müsaade eder mi? Tekrar iyi düşünelim. İşin şakaya gelir tarafı yoktur. Hz. İsa ve elçileri, hatalı duruma düşürülmektedir. Konu milyarlarca insanın, doğru iman meselesidir. Eğer birileri yanılıyor ve insanları da yanıltıyorlarsa; bu duruma sebep olanlar, bunun vebalini ödeyemezler. Bütün iyi niyetimizle konunun üzerinde, tekrar tekrar enine boyuna iyice düşünülmesini, gönülden arzu etmekteyiz. Hala ikna olmayanlar için Hıristiyan kaynaklardan kanıtlar sunalım. Olurya bizim yorumlarımızı konuyu saptırma olarak değerlendirenler olabilir. ABD üniversitelerinde Hıristiyan ilahiyatı üzerinde eğitim alıp yine ABD’de öğretmenlik yapmış Fikret Böcek “Da Vinci Şifresine Panzehir” isimli eserinin 36. sayfasında İncillerin derlenmesi hakkında neler yazmış okuyalım;
“Bugün Yeni Antlaşma’da yer alan bazı kitaplar ilk zamanlarda herkes tarafından kabul edilmediği için, kısa bir süre kanon dışında bırakılmıştır. Kısa bir süreliğine kanon dışında kalan ve daha sonra tüm testlerden gecip kanona dahil edilen kitaplar şunlardır: İbraniler, Yakup, İkinci Petrus, İkinci ve Üçünçü Yuhanna, Yahuda ve Vahiy. İbraniler Kitabı, yazarının kesin olarak kim olduğu bilinmediği için kanon dışında bırakılmıştır. Yakup Kitabında, insanların günahlarından iyi işlerle kurtulabileceğini açıkladığı düşünüldüğünden, bu kitap kanon dışı bırakılmıştır. Yahuda Kitabı ise, Eski Antlaşma kanonu dışındaki (apokrif) iki kitapta anlatılan olaylarlardan bahsettiği için kanon dışı bırakılmıştır.Vahiy kitabı, İsa Mesih’in 1000 yıllığına hüküm süreceğini öğrettiği için kanon dışı bırakılmıştır.”
Diyerek sonra bunların resmi İncil kanonuna nasıl dahil edildikleri anlatılmaktadır. Bu da yetmez diyenlere ikinci bir kaynak, yine Yeni Yaşam Yayınları’nın “Hıristiyanlık Tarihi” kitabının 109. sayfasındaki “Kutsal Yazılar’ın listesi” başlığı ile yazılan yazıyı okumalarını tavsiye ederiz. Hala ikna olmayanlar, konunun başında tamamını verdiğimiz Yeni Yaşam Yayınları’nın İncilinin 525. sayfasına bakıp benzer anlatımları doğrulayan kısımları tekrar okuyabilir ve bugünkü resmi İncillerin yıllarca süren konsüllerce nasıl uzun süren tartışmalar sonucu seçildiğini görebilir.  Böylece Tanrı esinlemesi mi yoksa konsüllerin seçmesi mi olduğunu tekrar tekrar iyi düşünelim.Şimdi yılarca süren tartışmalardan sonra, her bir grup için farklı Kutsal Kitap oluşup, sonrada bunların her biri için tartışmasız Tanrı Sözü olduğunu iddia etmek ne kadar inandırıcıdır? Her mezhebin ayrı Kutsal Kitabı olduğuna göre, insan; acaba her birine ilham eden, ayrı Kutsal Ruhu’mu var? Diye düşünmeden edemiyor. Gerçi birden fazla Kutsal Ruh olduğunu İncilde açıkça söyleyenlerin olduğunu göreceğiz. Sanırım bir önceki Tevrat’ın nasıl derlendiğini anlattığımız bölümlerle beraber, Daniel wiçkwire’in kitabının 32. sayfasındaki sorularının bir çoğuna yeterince cevap olmuştur.

DİN TAHRİFÇİLERİ


“Şimdi (ey müminler) onların size inanacaklarını mı sanıyorsunuz? Oysaki onlardan bir kısmı, Allah’ın kelamını işitirler de iyice anladıktan sonra bile bile onu tahrif ederlerdi.” (Bakara 75)
İnsanlık tarihine baktığımızda ne gariptir ki, tamire müvekkel kılınan insan, sanki tahrife müvekkel kılınmışçasına, kimi zaman bilerek, kimi zaman bilmeyerek, kâinattaki ölçü ve dengeleri tahrife (bozma, değiştirme, çaptırmaya) yönelmiştir.
Bunu tarihimizde ve günümüzde tarihin her alanında görmek mümkündür. Allah’ı inkâr, Allah’a isyan, Allah’ın ahkâmını keyfî yorumlama, insanın yaradılış gayesini unutmuş, nefsinin şeytana uyması, kötü ahlakları huy edinmesi, keyfî bir şekilde suretine müdahale (estetik v.b) etmesi, tabiata müdahale, bilinçsiz ziraî mücadele, hayvan ve bitkilerin fıtratlarına müdahale, hepsi birer tahrifattır. Tabiata bilinçsiz müdahale günümüzde küresel ısınma v.b sıkıntılara kapı aralamıştır.
Maddî ve manevî hayata yönelik her türlü bilinçsizlik ve bilgisiz müdahale, insanın o alanla ilgili mezarını kazmasına sebep olmakta ve olacaktır da.
Biz burada manevî hayatla ilgili tahrifata değinmeğe çalışacağız.
Yukarıya almış olduğumuz ayet-i celilede Rabbimiz, ayetleri işitip iyice anladıktan sonra bile bile tahrif edenleri bize haber vermektedir. Bunlar Medine yahudileri idi. Bu yahudiler İslam Medine’ye ulaşmadan evvel komşuları olan Araplara peygamberlik, vahiy, melek, ilâhî kitap vb hakkında pek çok şey söylemişlerdi. Medineli Araplar da İslam Medine’ye ulaşınca gruplar halinde Peygamber Efendimizi tasdik ettiler. Doğal olarak bir peygamber geleceğini kendilerine bildiren yahudilerin de İslam’a gireceklerini düşünüyorlardı. Bu olmayınca da onlara gidip İslam’ı tebliğ etmeye başladılar. Fakat onlar İslam’ı kabul etmeyişlerini İslam aleyhine delil olarak kabul edip, “Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem gerçekten Allah’ın elçisi olsaydı, kitabı bilen bu âlim insanlar onu reddetmezdi” diyorlardı. Rabbimiz bu yanlış düşüncenin önüne set koyarak yahudilerin geçmiş tarihleri haber verip   onlardan beklenenin ancak böyle bir tavır olacağına dikkat çekti.
Nitekim Rabbimiz onların kendi kitapları Tevrat’a yaptıkları tahrifi de haber vererek:
“Vay kitabı elleri ile yazıp, sonra da onu az bir değere satmak için, “bu Allah katındandır” diyenlere! Vay ellerinin yazdıklarına, vay kazandıklarına!” (Bakara 79) buyurdular.
Onlar sadece ilâhî kitapları kendi arzu ve isteklerine uydurmak için değiştirmekle kalmamış, kendi uydurdukları kanun ve teorilerini de kitaba ekleyerek Allah’tan diye ortaya koymuşlardır.
Diğer bir ayet-i celilede de bu hususa şu şekilde dikkat çekilmekte:
“Onlardan bir kısmı okuduklarını sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Hâlbuki okudukları kitaptan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde, bu Allah katındandır? derler. Onlar bile bile Allah’a iftira ediyorlar.” (Âl-i İmran 78)
Bu ayet yahudilerin, kitabın sözlerini kasten yanlış telaffuz ederek ya da kitapta olmayan sözleri kitabın sözleriymiş gibi söyleyerek kitabın anlamını çarpıttıkları haber verilmektedir.
Onlar sadece kendi kitaplarını tahrif etmekle kalmamış, sonra gelen ilâhî kitaplar ve peygamberlerini de alaya alarak kelimelerle oynamışlardı.
Nitekim Rabbimiz Nisa suresinde 46. ayette bu durumu şöyle haber verir.
“Yahudilerden bir kısmı, (Allah'ın kitabındaki) kelimeleri esas mânâsından kaydırıp; dillerini eğerek ve dine saldırarak, "sözünü işittik, emirlerine isyan ettik, dinle, dinlemez olası ve râinâ (bizi gözet)" diyorlar. Hâlbuki onlar, "işittik ve itaat ettik; dinle ve bize de bak" deselerdi bu, kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, küfürleri yüzünden kendilerini lanetlemiştir. Artık onlar, pek azı müstesna, iman etmezler.” (Nisa 46)
Bu ayette de yahudilerin sözleri yanlış telaffuz ederek, yerlerini değiştirerek, dili eğip bükerek çarpıttıkları anlaşılmaktadır. Müfessirlerin nakline göre yahudilerin “kötü ve incitici söz işitmeyesin!” sözü yerine “işitmez olası” demişlerdi. Birincisi kibar bir ifade, güzel bir dua, ikincisi hakarettir. “İşittik ve itaat ettik” sözünü de “işittik ve isyan ettik” şekline dönüştürerek söylemişlerdi. Yine Arapçada birinin yardımını talep için söylenen “raina” kelimesini, İbranicede sövme anlamı taşıyacak şekilde söylediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme selam verdikleri zaman da kasten selam kelimesinin lamını gizleyerek “es-samu aleyküm” dedikleri aktarılmaktadır. Samu, ölüm anlamına gelir.
Böylece onlar sanki selam veriyormuş gibi davranarak Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme ölüm temenni ediyorlar, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin bunu fark etmediğini sanıyorlardı. Oysa Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin durumun farkında idi ve kendisi bu selamını “Ve aleyküm/sizin üzerinize de olsun” şeklinde alırdı.
Rabbimiz, yaptıklarının yanlış olduğunu ve netice itibari ile bundan dönmedikleri takdirde pişman olacaklarını değişik kıssalarla yahudilere haber verdiyse de onlar bildiklerinden şaşmadılar ve yanlış da ısrar etmeye devam ettiler.
Rabbimiz Maide suresinin 27-30. ayet-i celilelerinde Habil-Kabil kıssasından bahsederek şöyle buyuruyor:
“Onlara Âdem'in iki oğluyla ilgili haberi hakkıyla oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, ötekine): “Seni öldüreceğim" demişti. Diğeri ise şöyle demişti: “Allah, yalnız kendisinden korkanlardan kabul eder. Allah'a yemin ederim ki, sen beni öldürmek için bana el uzatsan da, ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim, ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. Ben isterim ki sen, benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip ateş halkından olasın! Zalimlerin cezası budur." Bunun üzerine kurbanı kabul edilmeyenin nefsi kendisini, kardeşini öldürmeye teşvik etti ve onu öldürdü. Böylece zarara uğrayanlardan oldu.”
Yahudilere bu kıssanın anlatılmasındaki hikmet, haksızlık ve kıskançlığın kardeşi kardeşe öldürtecek kadar kötü olduğu, neticesinde pişmanlık ve ziyana uğramak olduğunu haber vermektedir. Çünkü yahudiler ve Araplar da kökende kardeş idiler.
Yahudiler, Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ın soyundan, Kureyş Arapları da Hz. İbrahim’in diğer oğlu İsmail’in soyundan gelmişlerdi. Bu durum Habil ve Kabil olayına benzetilerek yahudiler uyarılıyordu. Allah’ın dinine yönelik tahrifat faaliyetleri geçmişte, günümüzde ve gelecekte yahudisiyle, hıristiyanıyla ve batıl din mensuplarıyla devam etmiş ve edecektir.
İkiyüz yıl gibi bir zaman süresince devam eden haçlı savaşları ile hedefine ulaşamayan haçlı zihniyeti İslam’ın temel kaynaklarına yönelik çalışmalara başlamış ve bunun neticesinde oryantalistler eliyle büyük bir tahrifat başlatmış. Bunlar eliyle ekilen tohumlar da İslam âleminde “modern İslam düşüncesi” adı altında baş vermeye başlamıştır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem döneminde başlayıp günümüze kadar devam eden dış kaynaklı tahrifat çalışmaları içinde de kendine her zaman yardımcı çömezler bulmuştur. Maalesef geçmişte ve günümüz de bazı İslamî guruplar da bu tahrifata ortak olmuşlardır. Mesela hazreti Ali radıyallahu anh döneminde ortaya çıkan Haricîler, “Biz sadece Kur’an’a ve bizden olanların rivayetlerine güveniriz” derler. Gulat-ı Şia’dan bir kısım ise sünneti inkâra, Kur’an’ı özetlemeye ve işi hazreti Ali’nin nübüvvetine inanmaya kadar götürmüşlerdir. Mutezile ise Kur’an’da açıkça yer almayan fakat sünnette sabit olan bazı konuları kabul etmez. Mürcie fırkası günahları mümine zarar vermez derken; Cebriye de “biz Allah’ın kaderi önünde rüzgâr önündeki kuru yaprak gibiyiz, ne günahtan dolayı cezayı ne de sevaptan dolayı mükâfatı hak etmeyiz” derler.
Bütün bunlara karşı Ehlisünnet fırkası, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin, “Size onlara sarıldıkça sapmayacağınız iki şey bıraktım. Onlar Allah’ın kitabı ve benim sünnetimdir.” (Tirmizî) tavsiyesi doğrultusunda, Kur’an ve sünnet öğretilerine sıkı sıkı sarılarak ümmetin itidal ve denge merkezi olmuştur.
Rabbimiz Teala ve tekaddes hazretleri önceki dinlerin korunmasını müntesiplerine verirken son ilâhî dinin korunmasını kendi üzerine almış ve “Şüphesiz o zikri biz indirdik! Onun koruyucusu da elbette biziz.” (Hicr 9) buyurmuştur. Bundan dolayıdır ki İslam düşmanları şüphe uyandırmak için sünnete yönelmişlerdir. Böylece İslam’ın hedef ve amaçları, din âlimleri ve İslam medeniyeti ile ilgili tahrifat yapmışlardır. Bu çalışmalar neticesinde İslam dünyasında modernist çalışmalar baş göstermiştir.
Modern İslam düşüncesinin bayraktarlarından Fazlur Rahman bu gerçeği şu şekilde dile getirmektedir.
“İslamî gelişmelerin ilk safhaları ile daha sonraki safhaları arasındaki bu fark bize açıkça göstermektedir. Oryantalistlerin çok büyük katkılarda bulundukları bu tarihsel keşif, artık bu dört ilkeyle -Kuran, sünnet, ictihad ve icma ilkeleriyle- ilgili geleneksel ortaçağ tarihinin arkasına gizlenemez.”
Burada geleneğin yıkılması ardına dinin tahrifi gizlenmiştir.
Sünnet etrafında şüpheler oluşturularak dinin tahrifine yöneleceğini asırlar öncesinden nübüvvet nuruyla Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz şu şekilde haber veriyordu:
“Sakın sizden birinizi emrettiğim veya men ettiğim hususlarda biri kendisine gelince koltuğuna yaslanmış olduğu halde “bilmiyorum Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız” derken bulmayayım.” (Ebu Davud, Tirmizî, İ. Mâce)
Diğer bir hadis-i şerifte:
“Bir adama hadisim söylenir. O koltuğuna kurulmuş halde, “sizinle bizim aramızda Allah’ın kitabı vardır. Onda helal olarak ne bulursak onu helal kabullenir ve haram olarak neyi bulursak da onu haram kabulleniriz” der. Biliniz ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.” (İ. Mâce, Ebu Davut)
Büyük İslam âlimi Şevkani şöyle der:
“Sünnet-i mutahharanın hüccet oluşunun kesinliği ve İslamî teşri’de müstakil olması dînî bir zorunluluktur. Buna İslam’ın tadını almamışlardan başka kimse karşı çıkamaz.”
Nitekim Rabbimiz:
“De ki eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmran 31)
“Ey iman edenler Allah’a itaat edin, Peygambere ve sizden olan ululemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz Allah ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız onu Allah ve Rasûlüne götürünüz.” (Nisa 59) buyurmaktadır.
Allah’a başvurmak O’nun kitabına müracaat etmek, Rasûlüne başvurmak da hayatta O’na, vefatında ise sünnetine müracaat etmektir.
Yine Rabbimiz: “Rasül size neyi verdiyse alınız. Sizi neden sakındırdıysa ondan da sakınınız.” (Haşr 7) buyurmaktadır.
Müslüman nefsi ve nesli konusunda din haramîlerinin saptırmalarından Allah’a sığınmalı, ashabın ve âlimlerin yolunu takip ederek bilmediklerini ehline sorarak öğrenmelidir.
“Allah ilmi insanlardan söküp almaz. Ancak âlimlerin ölümüyle alır. Âlimler ölür geriye cahiller kalır.”

BATI GERÇEKTEN HZ. İSA'NIN YOLUNDA MI?..


Batı Avrupalılar genelde Katolik ve Protestan hıristiyanlardır... Doğu Avrupa ve Rusya ise Ortodoks'tur. Bu üç grup arasındaki fark, üç büyük din arasındaki farktan daha büyüktür... 1600'lerde 30 yıl süren din savaşları bunun delilidir.
Batılılar hıristiyan olmalarından hareketle, Hz. İSA'nın manevi yolunda olduklarını öne sürerler.... Ama durum hiç te öyle değildir!..
Onların asıl peygamberi (!) açıkgöz bir Yunan'dır!..
Bilindiği kadarıyla Hz. İSA 30 yaşında peygamber olmuş ve 33-35 yaşlarında dünyadan ayrılmıştır. İSLAM inancına göre de göğe çekilmiştir.
Hz. İSA'ya bu 5 yıl içinde İNCİL indirilmesine ve kendisi İNCİL hükümlerine dayanarak vaaz vermesine rağmen, İlahi Vahiy o dönemde yazıya geçmemiştir. 
Ayrıca Hz. İSA'yı dinliyenlerin sayısı bir hayli olmasına rağmen, çevresine toplanan ve onunla birlikte hareket edenlerin sayısı yüze bile ulaşamamıştı.
Hz. İSA, hayatı boyunca bir kilise kurmamış, yeni bir dinden söz etmemiş, haç taşımamış, "communion" diye bilinen şarap-ekmek ayini yapmamış, ALLAH'a "baba", kendine "oğul" dememişti!.. Yahudilerin içinden çıkmış; kendisine inananlar da, karşı çıkanlar da çoğunlukla Yahudiler olmuştu.. Hz. İSA, İsrailoğulları'ndan bir peygamber olarak bilinir!..
O dönemde, M.S. 6 yılında Yahudiler Filistin'de ayaklanmış, bu isyan aralıklarla M.S. 73 yılına kadar sürmüş, sonunda Romalılar Yahudiler'i Filistin'den bir kere daha sürerek isyanı bastırmışlardı.
M.S. 38 YILINDA HZ. İSA MESİH OLARAK KABUL EDİLİYOR, ANCAK BABA-OĞUL İLİŞKİSİNDEN HİÇ SÖZ EDİLMİYORDU!..
Yine aynı tarihlerde, ilk defa Antakya'da, Hz. İSA'nın yolundan gidenlere HIRİSTİYAN demeye başlandı. Bu kişilerin lideri de Hz. İSA'nın kardeşi olduğu söylenen Yakub (Jacob) idi.
M.S. 44 yılında havarilerden Peter ve John tutuklandılar. Jacob'un da başı kesildi... O tarihlerde, daha önceden Hz. İSA'ya karşı çıkmış olan Yunan kökenli Tarsuslu Saul bu gruba katıldı.
Gruptakilere HIRİSTİYAN deniyordu, ama Yahudi âdetlerine göre yaşıyorlardı, ona göre ibadet ediyorlardı.
Artniyetli Saul, bu durumdan yararlanmak istedi. Önce Paul adını aldı. Grubun içinde etkili bir noktaya geldikten sonra da, kendi sistemini kurdu. Sünneti, Cumartesi'nin dini gün (Sabath) olmasını, domuz eti ve şarap yasağını kaldırdı. ALLAH'a tapmak yerine İSA'ya tapmayı o koydu!
Paul'un sağa sola yazdığı mektupları Kitab-ı Mukaddes'e girdi. Bunlar diğer 4 İncil'den daha fazla yer tutar!..
Böylece Hz. İSA'ya atfen, ama Hz. İSA'nın yolundan tamamen ayrı, yeni bir din ortaya çıktı. Bu dinin sahte peygamberi Tarsuslu Paul idi!..
Paul'un kuralları Grek-Roman, hatta daha eski putperest inançların bir karmaşası idi. Bu uydurma dinde öyle şeyler vardı ki, Hz. İSA hayatında bir kere bile dile getirmemişti. Herhangi bir kimse sözünü etse, derhal reddederdi.
Mesela putperest atalarımız SÜMERLER'in dişi bakireden olma tanrısı Tammuz (ki dilimize de ay adı olarak girmiştir), Paul'un hıristiyanlığında Hz. İSA ile özdeşleştirilmiş, babasız doğan Hz. İSA hemen ilahlaştırılmıştı.
Tammuz'un kitâbelerinde şöyle bir ifade vardı:
"Kim ki benim etimden yer, kanımdan içer, o kurtuluşa erecektir."
Avrupa'da da karanlık çağlarda krallarını yaşlanınca öldüren ve ondaki ilahi gücün kendilerine geçmesi için etini yiyen kavimler vardı!..
Hıristiyanlıkta halen dahi uygulanan "communion" töreninde papaz, karşısında diz çökmüş kişinin ağzına bir parça ekmek koyar, ekmeğin üzerine de biraz şarap damlatır...
İşte bu âdet, SÜMERLER'deki kralların etini yemek, kanını içmek töreninin Paul tarafından Hıristiyanlığa adapte edilmiş halidir. Yenen ekmek Hz. İSA'nın eti, içilen şarap ta onun çarmıhta akan kanıdır!..
Paul'un tutulmasına, Sen Peter sebep olmuştur. Peter onun fikirlerini benimsedi. Thomas ise Hz. İSA'ya sadık kaldı.
Aynı şekilde ANADOLU'daki, Suriye'deki, Mısır'daki Hıristiyanlar, Avrupa'daki hıristiyanlardan farklı bir inanç sistemi içinde yaşadılar. Onların dini Hz. İSA'ya Roma'nınkinden daha yakın oldu. Bu hıristiyanlar Eboniler, Nasturiler, Sabiiler , Monikiler, Agnostikler, Nasıriler ve Süryaniler idi.
Bunların çoğu Hz. İSA'yı sadece bir âdemoğlu ve peygamber kabul eder... İncil'deki "Paul'un Mektupları" kısmını da okumazlar. Hatta bir kısmı sadece Matta İncili'ne inanır. Mesela Eboniler bu gruptandır.
Bosnalılar da, aslında Bizanslılar'ın Güney Anadolu'dan Rumeli'ye sürdükleri Boğomiller'dir. Özal'ın 1993 yılında ABD ziyaretinde iddia ettiği gibi "zorla" değil, İSLAM hoşgörüsü sonucu müslüman olmuşlardır.
Aslında Ahd-i Cedid diye bilinen Hıristiyanların kutsal kitabı Hz. İSA'dan çok sonra, M.S.74-135 yılları arasında meydana getirilmiştir. Mark'ın İncili 70, Lukas'ınki 80, Matta'nınki 85, Yuhanna'nınki de 100 yıllarında kaleme alınmıştı. Lukas'ın ve Matta'nın İncilleri Filistin'de, Yuhanna'nınki Efes'te, Mark'ınki ise Roma'da yazılmıştı.
Paul'un yaptığı değişiklikler Romalılar'a şirin gelecek tarzda düzenlenmişti. Mesela Hz. İSA sadece Mesih olsa, Romalılar'a hiç hitap etmezdi. Çünkü Romalılar insan tanrılara inanırlardı. Şu halde Roma'ya sunulacak dinde Hz. İSA da, tanrı olmalıydı!.. Baba-Oğul karmaşası, Meryem'in erkeksiz doğurmasından değil, bu ihtiyaçtan kaynaklandı.
Öte yandan Lyon Piskoposu İrenus, M.S. 190 yılında Ortodoks mezhebini kurdu. Gerçek Hıristiyanlıktan sapmalar üzerine 5 ciltlik bir kitap yazdı. Ama onun da amacı insanları kiliseye ve papazlara bağlamaktı.
303 yılında Roma İmparatoru Diecletion bütün Hıristiyan eserlerini yaktırdı. Böylece batıl ididalara karşı koyacak bir çok delil ortadan kalkmış oldu. Şu anda mevcut 5000 eski İncil'den hepsi M.S. 4 asra aittir. Yani Hz. İSA'nın vahiylerine en yakın belgeler, ondan 300 yıl sonra yazılmıştır!
İlk devirlerde papazlar için evlenme yasağı yoktu... Bu kural, Paul'un bu sahte dini 312-337 yılları arasında Roma İmparatoru olan Kostantin zamanında resmileşince ortaya çıktı.
Kostantin'den önce Roma'nın resmi dini "Sol Invictus" diye bilinen ve Güneş Tanrısı'na tapılan dindi. Hıristiyanlara şirin görünüp, onların desteği ile imparator olan Kostantin, Paul'un çarpık kurallarına bir de kendi dini Sol Invictus'un kurallarını ekliyerek, bugünkü hıristiyanlığın temelini attı.
Kostantin 325 yılında İznik Konseyi diye bilinen toplantıya başkanlık etti ve oradan bu sahte hıristiyanlığın kurallarını tesbit etmiş olarak ayrıldı. Mesela İSA'nın TANRI olduğunu kabul ettirdi. Yeni İnciller yazdırdı ve dağıttı. Yahudiler'in dini günü olan Cumartesi'ye nazire olarak, hıristiyanlar Pazar'ı benimsedi. Günün adı "SUN-DAY, SON-TAG" oldu, yani GÜNEŞ GÜNÜ!.. Çünkü Pazar, aslında putperest Romalılar'ın kutsal Güneş Günü idi.
Aynı şekilde Hz. İSA'nın doğum günü sayılan 25 Aralık da, eski Roma dinince kutsal sayılan bir gündü... Hz. İSA'nın doğumunda "kuzuların bulunduğu" söylenmesi, dönemin en azından bahar olduğunun işaretidir. Bugün bazı Avrupalı hıristiyanlar bile bu günü (Christmas) kabul etmezler.
Aslında İSLAM'da ALLAH'ın her günü aynı değerdedir. Onun içindir ki, KADİR GECESİ'nin hangi gün olduğu açıklanmamış, müslümanlara onu aramaları istenmiştir. Yani yılın herhangi bir günü olabilir. Öte yandan Hz. İSA bizim için de büyük peygamberdir.
Nasıl ki, Peygamberimizin doğduğu gün MEVLUT KANDİLİ ise, Hz. İSA'nın doğduğu gün de bizim için makbul günlerdendir... Bilinse, Hızır ile İlyas peygamberin buluşması gibi (Hıdırellez) kutlanabilirdi. Ancak Hıristiyan âdetlerine göre kutlanması doğru değildir.
Kaldı ki, hem Pazar günü, hem de Noel Hz. İSA'dan gelen bir şey değil, putperest Kostantin'in uydurmasıdır.
Seçilip makbul addedilen 4 İncil dışında kalanlara "Apocrypha" dendi ve hepsi imha edildi. Orada burada gizli kalmış bir-iki nüsha ise ancak son zamanlarda ortaya çıktı. Peter'in İncili 1886'da Nil vadisinde bulundu. Thomas İncili 1945 yılında Mısır'da Nag Hamadi yakınlarında tesadüfen ortaya cıktı. Ölü Deniz Tomarları diye bilinen belgeler de 1960'larda bulundu. Bunların hepsi Ahd-i Cedid diye bilinen 4 İncil'den farklı unsurlar ihtiva etmektedir.
İstanbul'un kurucusu da olan Kostantin, bundan sonra bütün dünyayı etkiliyecek bir davranışta daha bulundu. ROMA PİSKOPOSU'NA MAAŞ BAĞLADI. BÖYLECE ONU DİĞER KİLİSE PAPAZLARINDAN AYIRMIŞ OLDU. KISA SÜRE SONRA ROMA KİLİSESİ DİĞER KİLİSELER ÜZERİNDE HAKİMİYET KURDU VE BUGÜNKÜ PAPALIK MÜESSESİ OLUŞTU!...
Mısır'daki Hıristiyanlar, Roma Kilisesi ile anlaşamadıklarından, orada Kopt Kilisesi kuruldu. Hâlâ da varlığını sürdürmektedir. Nasraniler ve Süryaniler Türkiye, Suriye, İran, Mısır, Rusya, hatta Hindistan'a kadar yayıldı.
Gelişmelerden ürken Romalılar, 4ll yılında pek çok belge ve kitabın bulunduğu İskenderiye Kütüphanesi'ni yaktılar!.. Hypatia adlı kadın feylezofu da 415 yılında recmederek öldürdüler.
428 yılında İstanbul Patriği Nestrorius, yayınladığı bildiride:
"Artık kimse Meryem'e, "ALLAH'ın Anası" demesin!.. Çünkü Meryem sadece bir insandı,"
dediği için Mısır'a sürüldü...
Putperest Kostantin tarafından kurulan Papalık 1096 yılından itibaren başlattığı HAÇLI SEFERLERİ'ni hep sürdürdü. Zaman zaman diğer mezhepler ile sürtüşmeye girdi. Hatta İstanbul'un fethinden hemen önce Bizans Başvekili Notaras'a:
"İstanbul'da Latin külahı görmektense, TÜRK sarığını tercih ederim,"
dedirtti... Yine hıristiyanlar bütün bu sürtüşmelerine rağmen, müslümanlara karşı birbirlerini daima desteklemişlerdir. En son örnek ise, Bosna-Hersek cinayetleridir.
Papalık bundan sonra malları, arazileri olan bir derebeyine, krallara taç giydiren bir otoriteye dönüştü. Zaman geçtikçe ticarî bir şirket halini aldı. Mafya-Mason-Vatikan üçlüsünün karanlık ilişkileri, 1981'deki P-2 Locası skandalı ile ortaya çıktı.
Sonuç olarak, şu anda bir milyar Hıristiyan'ın çoğunun bağlı olduğu inançların kökeni sahtekâr Paul'un uydurma dinidir!.. Hıristiyanlığın Hz. İSA'ya en yakın şekli gene Doğu'da; Mısır'da, Suriye'de ve ANADOLU' da yaşamaktadır. Batı medeniyeti denilen ucubenin bugünkü sefil halini alması, kiliselerin homoseksüel erkekleri evlendirmesi Hz. İSA'ya bağlanamaz!.. Ne Reform'dan önceki engizisyon vahşeti ve gerilik, ne sonraki sömürgecilik ve ahlâksızlık, ne de bütün kurumları ile Papalık Hz. İSA dininden değildir. Batılıların dini Hz. İSA'ya değil, açıkgöz Yunanlı Paul'a dayanır.
Ve Batılılar'a göre Hz. İSA'nın babası TANRI, PARA'dır!..
______________________________
nakletiğimiz tüm bilgiler İslami eserlerden değil, bizzat Hıristiyan yazarların kitaplarından alınmıştır. Başlıca kaynağımız THE MESSIANIC LEGACY kitabıdır. Yazarları M. Baigent, R. Leiğh ve H. Lincoln'dur. Yazarların dayandıkları kaynaklardan bazılarını aşağıda veriyoruz: Wilson E, The Dead Sea Scrolls, London, 1977
Vermes G., Jesus The Jew, London , 1977
Martin M., The Decline and The Fall of The Roman Church, London, 1982
Momigliano A., The Conflict Between Paganism and Christianity in the 4. Century, London, 1970
Koester H., Apocryphal and Canonical Gospels, , Harvard, Theological Review (Jan-April 1980)
Hammer R., The Vatican Connection, Harmondsworth, 1971
(39) -Tekrar ediyoruz: Biz bu bilgileri tamamen Hıristiyan kaynaklardan derledik!..
(40) - Son zamanlarda Thomas'a ait olduğu söylenen bir İncil bulunmuş ve yayınlanmıştır. Bir de BARNABAS İNCİLİ vardır ki, ötekilerden çok farklı ve çok daha kapsamlıdır.
(41) - Yüce KUR'AN'ın Bakara Suresi 62. Ayeti aynen şöyledir:
"Şüphe yok ki, İMAN EDENLER'le; Museviler, Nasraniler ve Sabiiler'den ALLAH'a ve ahıret gününe gerçekten iman eden ve sahih amel işliyenlerin, elbette RAB'leri indinde ecirleri vardır. Onlar için korku yoktur!"
Bu son derece önemli ayette "iman edenler"den kasıt müslümanlardır. Ama ayetin devamından anlıyoruz ki, bazı yobaz hoca takımının iddia ettiği gibi "geri kalanlar külliyen cehenneme" diye bir şey yok!.. Musevi, Hıristiyan olanlardan da ALLAH'a, ahıret gününe iman edip, iyi işler işleyenler de TANRI'nın rahmetine kavuşacaklardır... bazı din adamlarına göre Sabii=yıldızlara tapandır.
Biz yukarda verdiğimiz gruplardan NASIRÎ ve SABİÎ'ye dikkat çekmek istedik.
(42) - Yine tekrar ediyoruz, burada yazdıklarımız THE MESSANIC LEGACY'den aynen tercüme edilmiştir.

30 Nisan 2011 Cumartesi, 20:22 tarihinde {Gel, ne olursan ol yine gel} tarafından eklendi


Batı Avrupalılar genelde Katolik ve Protestan hıristiyanlardır... Doğu Avrupa ve Rusya ise Ortodoks'tur. Bu üç grup arasındaki fark, üç büyük din arasındaki farktan daha büyüktür... 1600'lerde 30 yıl süren din savaşları bunun delilidir.
Batılılar hıristiyan olmalarından hareketle, Hz. İSA'nın manevi yolunda olduklarını öne sürerler.... Ama durum hiç te öyle değildir!..
Onların asıl peygamberi (!) açıkgöz bir Yunan'dır!..
Bilindiği kadarıyla Hz. İSA 30 yaşında peygamber olmuş ve 33-35 yaşlarında dünyadan ayrılmıştır. İSLAM inancına göre de göğe çekilmiştir.
Hz. İSA'ya bu 5 yıl içinde İNCİL indirilmesine ve kendisi İNCİL hükümlerine dayanarak vaaz vermesine rağmen, İlahi Vahiy o dönemde yazıya geçmemiştir. 
Ayrıca Hz. İSA'yı dinliyenlerin sayısı bir hayli olmasına rağmen, çevresine toplanan ve onunla birlikte hareket edenlerin sayısı yüze bile ulaşamamıştı.
Hz. İSA, hayatı boyunca bir kilise kurmamış, yeni bir dinden söz etmemiş, haç taşımamış, "communion" diye bilinen şarap-ekmek ayini yapmamış, ALLAH'a "baba", kendine "oğul" dememişti!.. Yahudilerin içinden çıkmış; kendisine inananlar da, karşı çıkanlar da çoğunlukla Yahudiler olmuştu.. Hz. İSA, İsrailoğulları'ndan bir peygamber olarak bilinir!..
O dönemde, M.S. 6 yılında Yahudiler Filistin'de ayaklanmış, bu isyan aralıklarla M.S. 73 yılına kadar sürmüş, sonunda Romalılar Yahudiler'i Filistin'den bir kere daha sürerek isyanı bastırmışlardı.
M.S. 38 YILINDA HZ. İSA MESİH OLARAK KABUL EDİLİYOR, ANCAK BABA-OĞUL İLİŞKİSİNDEN HİÇ SÖZ EDİLMİYORDU!..
Yine aynı tarihlerde, ilk defa Antakya'da, Hz. İSA'nın yolundan gidenlere HIRİSTİYAN demeye başlandı. Bu kişilerin lideri de Hz. İSA'nın kardeşi olduğu söylenen Yakub (Jacob) idi.
M.S. 44 yılında havarilerden Peter ve John tutuklandılar. Jacob'un da başı kesildi... O tarihlerde, daha önceden Hz. İSA'ya karşı çıkmış olan Yunan kökenli Tarsuslu Saul bu gruba katıldı.
Gruptakilere HIRİSTİYAN deniyordu, ama Yahudi âdetlerine göre yaşıyorlardı, ona göre ibadet ediyorlardı.
Artniyetli Saul, bu durumdan yararlanmak istedi. Önce Paul adını aldı. Grubun içinde etkili bir noktaya geldikten sonra da, kendi sistemini kurdu. Sünneti, Cumartesi'nin dini gün (Sabath) olmasını, domuz eti ve şarap yasağını kaldırdı. ALLAH'a tapmak yerine İSA'ya tapmayı o koydu!
Paul'un sağa sola yazdığı mektupları Kitab-ı Mukaddes'e girdi. Bunlar diğer 4 İncil'den daha fazla yer tutar!..
Böylece Hz. İSA'ya atfen, ama Hz. İSA'nın yolundan tamamen ayrı, yeni bir din ortaya çıktı. Bu dinin sahte peygamberi Tarsuslu Paul idi!..
Paul'un kuralları Grek-Roman, hatta daha eski putperest inançların bir karmaşası idi. Bu uydurma dinde öyle şeyler vardı ki, Hz. İSA hayatında bir kere bile dile getirmemişti. Herhangi bir kimse sözünü etse, derhal reddederdi.
Mesela putperest atalarımız SÜMERLER'in dişi bakireden olma tanrısı Tammuz (ki dilimize de ay adı olarak girmiştir), Paul'un hıristiyanlığında Hz. İSA ile özdeşleştirilmiş, babasız doğan Hz. İSA hemen ilahlaştırılmıştı.
Tammuz'un kitâbelerinde şöyle bir ifade vardı:
"Kim ki benim etimden yer, kanımdan içer, o kurtuluşa erecektir."
Avrupa'da da karanlık çağlarda krallarını yaşlanınca öldüren ve ondaki ilahi gücün kendilerine geçmesi için etini yiyen kavimler vardı!..
Hıristiyanlıkta halen dahi uygulanan "communion" töreninde papaz, karşısında diz çökmüş kişinin ağzına bir parça ekmek koyar, ekmeğin üzerine de biraz şarap damlatır...
İşte bu âdet, SÜMERLER'deki kralların etini yemek, kanını içmek töreninin Paul tarafından Hıristiyanlığa adapte edilmiş halidir. Yenen ekmek Hz. İSA'nın eti, içilen şarap ta onun çarmıhta akan kanıdır!..
Paul'un tutulmasına, Sen Peter sebep olmuştur. Peter onun fikirlerini benimsedi. Thomas ise Hz. İSA'ya sadık kaldı.
Aynı şekilde ANADOLU'daki, Suriye'deki, Mısır'daki Hıristiyanlar, Avrupa'daki hıristiyanlardan farklı bir inanç sistemi içinde yaşadılar. Onların dini Hz. İSA'ya Roma'nınkinden daha yakın oldu. Bu hıristiyanlar Eboniler, Nasturiler, Sabiiler , Monikiler, Agnostikler, Nasıriler ve Süryaniler idi.
Bunların çoğu Hz. İSA'yı sadece bir âdemoğlu ve peygamber kabul eder... İncil'deki "Paul'un Mektupları" kısmını da okumazlar. Hatta bir kısmı sadece Matta İncili'ne inanır. Mesela Eboniler bu gruptandır.
Bosnalılar da, aslında Bizanslılar'ın Güney Anadolu'dan Rumeli'ye sürdükleri Boğomiller'dir. Özal'ın 1993 yılında ABD ziyaretinde iddia ettiği gibi "zorla" değil, İSLAM hoşgörüsü sonucu müslüman olmuşlardır.
Aslında Ahd-i Cedid diye bilinen Hıristiyanların kutsal kitabı Hz. İSA'dan çok sonra, M.S.74-135 yılları arasında meydana getirilmiştir. Mark'ın İncili 70, Lukas'ınki 80, Matta'nınki 85, Yuhanna'nınki de 100 yıllarında kaleme alınmıştı. Lukas'ın ve Matta'nın İncilleri Filistin'de, Yuhanna'nınki Efes'te, Mark'ınki ise Roma'da yazılmıştı.
Paul'un yaptığı değişiklikler Romalılar'a şirin gelecek tarzda düzenlenmişti. Mesela Hz. İSA sadece Mesih olsa, Romalılar'a hiç hitap etmezdi. Çünkü Romalılar insan tanrılara inanırlardı. Şu halde Roma'ya sunulacak dinde Hz. İSA da, tanrı olmalıydı!.. Baba-Oğul karmaşası, Meryem'in erkeksiz doğurmasından değil, bu ihtiyaçtan kaynaklandı.
Öte yandan Lyon Piskoposu İrenus, M.S. 190 yılında Ortodoks mezhebini kurdu. Gerçek Hıristiyanlıktan sapmalar üzerine 5 ciltlik bir kitap yazdı. Ama onun da amacı insanları kiliseye ve papazlara bağlamaktı.
303 yılında Roma İmparatoru Diecletion bütün Hıristiyan eserlerini yaktırdı. Böylece batıl ididalara karşı koyacak bir çok delil ortadan kalkmış oldu. Şu anda mevcut 5000 eski İncil'den hepsi M.S. 4 asra aittir. Yani Hz. İSA'nın vahiylerine en yakın belgeler, ondan 300 yıl sonra yazılmıştır!
İlk devirlerde papazlar için evlenme yasağı yoktu... Bu kural, Paul'un bu sahte dini 312-337 yılları arasında Roma İmparatoru olan Kostantin zamanında resmileşince ortaya çıktı.
Kostantin'den önce Roma'nın resmi dini "Sol Invictus" diye bilinen ve Güneş Tanrısı'na tapılan dindi. Hıristiyanlara şirin görünüp, onların desteği ile imparator olan Kostantin, Paul'un çarpık kurallarına bir de kendi dini Sol Invictus'un kurallarını ekliyerek, bugünkü hıristiyanlığın temelini attı.
Kostantin 325 yılında İznik Konseyi diye bilinen toplantıya başkanlık etti ve oradan bu sahte hıristiyanlığın kurallarını tesbit etmiş olarak ayrıldı. Mesela İSA'nın TANRI olduğunu kabul ettirdi. Yeni İnciller yazdırdı ve dağıttı. Yahudiler'in dini günü olan Cumartesi'ye nazire olarak, hıristiyanlar Pazar'ı benimsedi. Günün adı "SUN-DAY, SON-TAG" oldu, yani GÜNEŞ GÜNÜ!.. Çünkü Pazar, aslında putperest Romalılar'ın kutsal Güneş Günü idi.
Aynı şekilde Hz. İSA'nın doğum günü sayılan 25 Aralık da, eski Roma dinince kutsal sayılan bir gündü... Hz. İSA'nın doğumunda "kuzuların bulunduğu" söylenmesi, dönemin en azından bahar olduğunun işaretidir. Bugün bazı Avrupalı hıristiyanlar bile bu günü (Christmas) kabul etmezler.
Aslında İSLAM'da ALLAH'ın her günü aynı değerdedir. Onun içindir ki, KADİR GECESİ'nin hangi gün olduğu açıklanmamış, müslümanlara onu aramaları istenmiştir. Yani yılın herhangi bir günü olabilir. Öte yandan Hz. İSA bizim için de büyük peygamberdir.
Nasıl ki, Peygamberimizin doğduğu gün MEVLUT KANDİLİ ise, Hz. İSA'nın doğduğu gün de bizim için makbul günlerdendir... Bilinse, Hızır ile İlyas peygamberin buluşması gibi (Hıdırellez) kutlanabilirdi. Ancak Hıristiyan âdetlerine göre kutlanması doğru değildir.
Kaldı ki, hem Pazar günü, hem de Noel Hz. İSA'dan gelen bir şey değil, putperest Kostantin'in uydurmasıdır.
Seçilip makbul addedilen 4 İncil dışında kalanlara "Apocrypha" dendi ve hepsi imha edildi. Orada burada gizli kalmış bir-iki nüsha ise ancak son zamanlarda ortaya çıktı. Peter'in İncili 1886'da Nil vadisinde bulundu. Thomas İncili 1945 yılında Mısır'da Nag Hamadi yakınlarında tesadüfen ortaya cıktı. Ölü Deniz Tomarları diye bilinen belgeler de 1960'larda bulundu. Bunların hepsi Ahd-i Cedid diye bilinen 4 İncil'den farklı unsurlar ihtiva etmektedir.
İstanbul'un kurucusu da olan Kostantin, bundan sonra bütün dünyayı etkiliyecek bir davranışta daha bulundu. ROMA PİSKOPOSU'NA MAAŞ BAĞLADI. BÖYLECE ONU DİĞER KİLİSE PAPAZLARINDAN AYIRMIŞ OLDU. KISA SÜRE SONRA ROMA KİLİSESİ DİĞER KİLİSELER ÜZERİNDE HAKİMİYET KURDU VE BUGÜNKÜ PAPALIK MÜESSESİ OLUŞTU!...
Mısır'daki Hıristiyanlar, Roma Kilisesi ile anlaşamadıklarından, orada Kopt Kilisesi kuruldu. Hâlâ da varlığını sürdürmektedir. Nasraniler ve Süryaniler Türkiye, Suriye, İran, Mısır, Rusya, hatta Hindistan'a kadar yayıldı.
Gelişmelerden ürken Romalılar, 4ll yılında pek çok belge ve kitabın bulunduğu İskenderiye Kütüphanesi'ni yaktılar!.. Hypatia adlı kadın feylezofu da 415 yılında recmederek öldürdüler.
428 yılında İstanbul Patriği Nestrorius, yayınladığı bildiride:
"Artık kimse Meryem'e, "ALLAH'ın Anası" demesin!.. Çünkü Meryem sadece bir insandı,"
dediği için Mısır'a sürüldü...
Putperest Kostantin tarafından kurulan Papalık 1096 yılından itibaren başlattığı HAÇLI SEFERLERİ'ni hep sürdürdü. Zaman zaman diğer mezhepler ile sürtüşmeye girdi. Hatta İstanbul'un fethinden hemen önce Bizans Başvekili Notaras'a:
"İstanbul'da Latin külahı görmektense, TÜRK sarığını tercih ederim,"
dedirtti... Yine hıristiyanlar bütün bu sürtüşmelerine rağmen, müslümanlara karşı birbirlerini daima desteklemişlerdir. En son örnek ise, Bosna-Hersek cinayetleridir.
Papalık bundan sonra malları, arazileri olan bir derebeyine, krallara taç giydiren bir otoriteye dönüştü. Zaman geçtikçe ticarî bir şirket halini aldı. Mafya-Mason-Vatikan üçlüsünün karanlık ilişkileri, 1981'deki P-2 Locası skandalı ile ortaya çıktı.
Sonuç olarak, şu anda bir milyar Hıristiyan'ın çoğunun bağlı olduğu inançların kökeni sahtekâr Paul'un uydurma dinidir!.. Hıristiyanlığın Hz. İSA'ya en yakın şekli gene Doğu'da; Mısır'da, Suriye'de ve ANADOLU' da yaşamaktadır. Batı medeniyeti denilen ucubenin bugünkü sefil halini alması, kiliselerin homoseksüel erkekleri evlendirmesi Hz. İSA'ya bağlanamaz!.. Ne Reform'dan önceki engizisyon vahşeti ve gerilik, ne sonraki sömürgecilik ve ahlâksızlık, ne de bütün kurumları ile Papalık Hz. İSA dininden değildir. Batılıların dini Hz. İSA'ya değil, açıkgöz Yunanlı Paul'a dayanır.
Ve Batılılar'a göre Hz. İSA'nın babası TANRI, PARA'dır!..
______________________________
nakletiğimiz tüm bilgiler İslami eserlerden değil, bizzat Hıristiyan yazarların kitaplarından alınmıştır. Başlıca kaynağımız THE MESSIANIC LEGACY kitabıdır. Yazarları M. Baigent, R. Leiğh ve H. Lincoln'dur. Yazarların dayandıkları kaynaklardan bazılarını aşağıda veriyoruz: Wilson E, The Dead Sea Scrolls, London, 1977
Vermes G., Jesus The Jew, London , 1977
Martin M., The Decline and The Fall of The Roman Church, London, 1982
Momigliano A., The Conflict Between Paganism and Christianity in the 4. Century, London, 1970
Koester H., Apocryphal and Canonical Gospels, , Harvard, Theological Review (Jan-April 1980)
Hammer R., The Vatican Connection, Harmondsworth, 1971
(39) -Tekrar ediyoruz: Biz bu bilgileri tamamen Hıristiyan kaynaklardan derledik!..
(40) - Son zamanlarda Thomas'a ait olduğu söylenen bir İncil bulunmuş ve yayınlanmıştır. Bir de BARNABAS İNCİLİ vardır ki, ötekilerden çok farklı ve çok daha kapsamlıdır.
(41) - Yüce KUR'AN'ın Bakara Suresi 62. Ayeti aynen şöyledir:
"Şüphe yok ki, İMAN EDENLER'le; Museviler, Nasraniler ve Sabiiler'den ALLAH'a ve ahıret gününe gerçekten iman eden ve sahih amel işliyenlerin, elbette RAB'leri indinde ecirleri vardır. Onlar için korku yoktur!"
Bu son derece önemli ayette "iman edenler"den kasıt müslümanlardır. Ama ayetin devamından anlıyoruz ki, bazı yobaz hoca takımının iddia ettiği gibi "geri kalanlar külliyen cehenneme" diye bir şey yok!.. Musevi, Hıristiyan olanlardan da ALLAH'a, ahıret gününe iman edip, iyi işler işleyenler de TANRI'nın rahmetine kavuşacaklardır... bazı din adamlarına göre Sabii=yıldızlara tapandır.
Biz yukarda verdiğimiz gruplardan NASIRÎ ve SABİÎ'ye dikkat çekmek istedik.
(42) - Yine tekrar ediyoruz, burada yazdıklarımız THE MESSANIC LEGACY'den aynen tercüme edilmiştir.

Gerçeklesmeyen Kehanetler Dizisi - İsa'nın Mısırdan Çağrılması

Gerçeklesmeyen Kehanetler Dizisi - İsa'nın Mısırdan Çağrılması
Matta İncilinin
2. bölümünde ,cinsel ilişkiye girmemiş, bakire Meryem'in " kutsal ruh aracılığıyla" hamile kaldığı ve İsa'yı doğurduğu anlatılır.
Meryem'in nişanlısı Yusuf ilk başlarda bu garip ve anlaşılmaz durumu kabullenememiş fakat İsayı nihayetinde benimsemiş ve mucizevi olduğuna kanaat getirmiştr.
Anlatıldığına göre dönemin kralı Herodes İsayı öldürmeye çalışmış bunun soucunda da Yusuf ve ailesi Mısıra kaçmış,kralın ölümünden sonra da tekrar ülkesine geri dönmüştür.
Mısırdan çıkmalarını İncil yazarı Eski Antlaşmaya dayandırmakta ve bunun bir kehanet olduğunu idda etmektedir.

Peki Eski Antlaşma'da böyle bir Kehanet var mı ?
Matta incilinin yazarı,İsa'nın Mısırdan geri çağrılması olayını Hoşea 11:1 ayetine dayandırmaktadır.
Fakat referans aldığı ayet incelendiğinde durumun hiç de böyle olmadığı,herhangi bir kehanet özelliği  bulunmadığını,tamamiyle tarihsel bir olaya dayanıp geleceğe dönük bir yanı omadığı anlaşılmaktadır.   Matta İncilinden olduğu gibi buraya yazalım :1/14 :Yusuf kalktı, aynı gece çocuğu ve annesini alıp Mısır'a doğru yola çıktı.
1/15 :Hirodes'in ölümüne dek orada kaldı.  
Bu, Rab'bin peygamber aracılığıyla bildirdiği şu sözün yerine gelmesi için oldu:
«Oğlumu Mısır'dan geri çağırdım
Kehanet olarak nitelenen ayetin incelenmesi Öncelikle temel alınan Hoşea 11:1 ayetini olduğu gibi yazalım. "Çocukluğunda sevdim İsrail'i, Oğlumu Mısır'dan çağırdım."
Matta İncilinin yazarı bölümden bu cümleyi cımbızlayarak alıp İncile eklemiş ve kendisine kahanet oluşturmuştur.
Hoşea'da bahsedilen "İsrail'in Mısırdan çağrılması" olayı aslında Çıkış 4:22/23 e dayanmakta olup Musa önderliğinde İsrailoğullarının Mısırdan çıkarılması üzerine kuruludur.
Hoşeada geçmişle ilgili olan bu durum tekrar eilmektedir.
Mısırdan çıkış yada Tanrının İsrail'i Mısırdan çağırması olayı tarihsel bir anlama sahip olup herhangi bir kehanet özelliği taşımamaktadır.
Ayetleri cümle cümle cımbızlamak yerine bir bütün olarak incelediğimizde şunları görmekteyiz:11/1Çocukluğunda sevdim İsrail'i, Oğlumu Mısır'dan çağırdım.
11/2 Peygamberler İsrail'i çağırdıkça,İsrail uzaklaştı onlardan.
 Kurban kestiler Baallar'a,Buhur yaktılar oyma putlara. 11/3 Efrayim'e yürümeyi ben öğrettim,Kollarıma aldım onları. Ama kendilerine şifa verenin ben olduğumu anlamadılar.
Eğer 1.ayette İsrail İsa'yı sembolize ediyorsa,bu durum hristiyanlık açısından büyük bir problem teşkil eder.
Çünkü devamındaki ayetler aynı İsrail'in  
Tanrıdan uzaklaştığını ve putperest tapınmaya yöneldiğini söylemektedir.
Matta İncilinin dediği doğruysa İsa tam bir
Sonuç :
Matta İncil'ini kaleme alan yazar Hoşea 11/1 ayetindeki İsrail'in İsayı temsil ettiğini idda edip,sırf cumleden yola çıkarak İsanın Mısıra kaçırıldığını sonradan geri çağrıldığını öyküleyerek kurgulamış ve İnciline dahil etmiştir.
Halbuki Hoşea 11/1 ayeti kesinlikle ileriye dönük bir bildiride bulunmamakta ve geçmişle ilgili bir hatırlatma yapmaktadır.Üstelik ayette ve devamında Mesihle ilişkilendirilecek bir ipucu da YOKtur.
Daha doğrusu ileriye dönüş HİÇ BİR ŞEY YOKtur. 
Daha fazla Kanıt :1) Hoşea 11/1 ayetinde gecen " İsrail " kimdir ve neyi sembolize eder ?
Eğer Tekvin 32:28 ve 35:10 ayetleri okunursa Yakup'un yeni isminin İsrail olduğu görülecektir.
Yazılanlara göre Tanrı Yakup'a İsrail adını vermekte ,ismini değiştirmektedir.
Bu doğrultuda Yakup'un soyu da "israil-oğulları" olarak anılacaktır.
(Bakınız : Tekvin 18:31) 2) Hoşea 11/3 ayetinde gecen " Efraim " kimdir ?
Tekvin 41:52 ayetinde Yusuf'un ikinci oğluna Efraim adını verdiğini okumaktayız.
Efraimden sonraki nesiller de yine İsrail-oğullarını temsil edecektir.
Dikkat çeken başka unsurlar da bulunmaktadır.
Mesela Matta dışında hiç bir İncil yada mektup,kitap İsanın Mısıra kaçırıldığından bahsetmiyor.
Öyküyü sadece Matta kaleme almış ve Hoşea 11/1 e dayandırmıştır.
Titiz bir tarihçi olarak nam yapan Luka acaba neden bu konuda hiç bir şey söylememiştir?
Hem Luka İsa'nın sekiz günlükken sünnet edildiğini ardından da eski yerleşim bölgesine götürüldüğünden bahseder. Zaten Matta İncili'nin bu konuda gercekleri yansıtmadığını ve güvenilmez olduğunu gösteren başka izler de vardır.
Açık bir örnek vermek gerekirse ; 2/22 : (Yusuf) Rüyada aldığı buyruğa uyarak Celile bölgesine gitti.
2/23 : Oraya varınca Nasıra denen kente yerleşti.
Bu, peygamberler aracılığıyla bildirilen, «O'na Nasıralı denecektir» sözünün yerine gelmesi için oldu. 
Matta yine YANILMAKTADIR...
Çünkü eski antlaşmanın hiç bir yerinde "O'na Nasıralı denecektir
Gercekten de Eski antlaşmanın neresinde böyle bir kehanet yazılmıştır ???
Dikkat edilirse "peygamberler aracılığıyla bildirilen.."diyor.
Demekki birden fazla peygamberin bu kehaneti kaleme alması lazım.
Fakat ortada böyle bir şey görülmemektedir.
Yani Matta bu olayı ya uydurmaktadır yada eski antlaşmadan kehanetler eriyip kaybolmuştur.
İkinci secenek pek makul görünmüyor çünkü pek çok yerde" tanrının sözlerinin kaybolmayacağı" idda edilmektedir.

Haç Sembolü – Putperest Kökeni

Haç Sembolü – Putperest Kökeni

İncillerde İsa’nın dövüldüğünü, kırbaçlandığını , haç üzerinde çivilendiğini okuyoruz. Ancak İsa’yı yada Hristiyanlığı her nedense çivi, kırbaç gibi materyaller değil de Haç sembolü temsil eder oldu. Neden haç diye sormadan edemiyoruz.

Haç , Hristiyanlığa göre İsa’nın üzerinde öldüğü infaz aletidir.İsa da insan üstü bir karakter olarak görüldüğünden üzerine çivilendiği söylenen direk de kiliselerde ,ibadetlerde kutsanarak kullanılmaya başlandı.

Kiliseler Haçla dolduruldu,kolye,takı,giyimde bu sembol işlenmeye başlandı.


Onlara göre bu sembol hristiyanlığın ait özgün birişarettir.,Ancak arkeolojik kazılarda görüldüğü gibi bu idda gerçek dışıdır. Yani haç sembolü hristiyanlık öncesi inanışlarda da egemendi. Örneğin Pagan inanışlarında yaygın olarak görüldüğü gibi eski Mısır’da mabet duvarlarında,

Birbiriyle kesişen iki kereste parçasını haç olarak nitelendirebiliriz. Bu işaret /sembol tamamen hristiyanlık öncesi pagan dinlerine aittir. Bir pagan sembolüdür.

Haç Sembolünün Mısır Kökeni

Eski mısırlılarda Haç önemli bir simgedir. Yaşamı ve cinselliği sembolize edere. Tanrı İsis’in elinde görülmektedir. Bu Mistik Tau’nun işareti olan “T” nin üzerine darire oturulmasıyla oluşur. Pek çok Tanrı ve Tanrıça’nın işareti olarak resmedilmektedir. Cinsellikle bağlantısı ise şöyledir ki alt kısmı penisi ,üst kısmı ise kadın üreme organını işaret etmektedir. Böylece bolluk ve bereket çağrışımı yapılmaktaydı.

Bir başka görünüm;

Mısır Ankh’ının yanı sıra bu gün kiliselerde kullanılan Haç da Mısır hiyografik yazılarda görülebilmektedir. Aşağıdaki şu yazıt dikkate değerdir. Burada Hristiyanların ,kendi inanışlarına özgü olduğunu sandığı Haç sembolü vardır.



Mısır gibi ülkelerde bu işaret Tanrı Tammuz’un simgesidir. İsminin baş harfi olan “T” ,yani mistik Tau’dur. Hristiyanlığın kuruluş dönemlerinde Paganların Kiliseye akın etmesiyle bu işaret de hristiyanlaştırılmıştır Özellikle Üçüncü yızyılın ortalarında bu sembol artık hristiyan işareti olarak algılanmaya başlamıştı.

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...