3 Şubat 2020 Pazartesi

YAHUDİ-HIRİSTİYAN KÜRESEL YAYILMACILIĞININ BİR BAŞKA AÇIDAN İZAHI


Ne kadar medeni, gelişmiş olsa da özellikle Türkiye ve genel olarak İslam dünyası Yahudi-Hristiyan küresel yayılmacılığının dini, siyasi, mali sistemleri içersinde asimile olmadıkça iyi ilişkiler geliştirmek üzere ortaya konacak tüm çabalara rağmen hoşnutluklarını kazanmak mümkün olmayacak. Onların bitmeyen talepleri doğrultusunda gerçekleştirilecek hamleler yine de aralarında onurlu bir yer edinmeye yetmeyecek; 'Sen onların milletlerine (dinlerine) tabi olmadıkça ne Yahudiler, ne de Hıristiyanlar senden asla hoşnut da olmazlar. De ki: 'gerçekten asıl yol, Allah'ın hidayetidir. And olsun ki, sana vahiyle gelen bu kadar ilimden sonra, bilfarz onların arzu ve heveslerine uyacak olsan Allah'tan sana ne bir dost bulunur nede yardımcı' (Bakara120)

Tarihte ve yaşadığımız son durumda siyasi, dini, ideolojik hareketler, ulusların ya da insanlığın kaderini değiştirmek, dünyayı daha yaşanası kılmak vaatleri ve 'büyük' projelerle karşımıza çıkar, ülkelerde kıtalar ötesinde propagandalarının etkisiyle kendilerine sevdalanmış kitleler bulurlar. Mesela komünizm cenneti, mesela Amerikan rüyası, mesela Yeni Dünya Düzeni ve Büyük Orta Doğu projesi gibi; 'İnsanlar içinden kimileri de vardır ki, dünya hayatı hakkında sözleri seni imrendirir. Bir de kalbindekine Allah'ı şahit tutar. Halbuki o, İslam düşmanlarının en yamanıdır.' (Bakara 204). Gerek Avrupa Birliği gerek A.B.D, İMF ya da Dünya Bankası gibi her ne isim altında olursa olsunlar Yahudi-Hıristiyan genel çerçevesi içinde batılı kurumların dünyada ekonomik, askeri ve siyasi iktidar mücadelesi Afrika'dan Asya'nın doğusuna kadar İslam coğrafyasına yönelmiştir. Zaten kaynakları ve stratejik önemi bakımından başka türlüsü emperyalizm açısından mantıklı görünmemektedir.

'Yeni Dünya Düzeni', 'Küreselleşme', 'Kapitalizm' ya da çoktan tarih olmuş Komünizm, 'insanlar içinden kimileri'nin 'dünya hayatı hakkında sözleri'dir. Ancak dünyanın iktidarı elerine geçtiğinde kaynakları talan etmek, siyasal ve ekonomik krizler, etnik kavgalar çıkararak kargaşadan menfaat temini yoluna giderler. Belki de gelişen teknolojinin yardımıyla nesilleri iktisadi, biyolojik, kimyasal ya da radyoaktif yöntemlerle aşamalı olarak ve çok sinsice yok ederler; 'İş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli yok etmek için koşar. Allah da fesadı sevmez' (Bakara 20)

Emperyalistler Dünyanın kaynaklarını talana koyulmuşlardır. Tabi kaynakların yüzde 76'sı Üçüncü Dünya ülkelerinde bulunduğu için bu yağmadan en fazla onlar zarar görmektedirler. 15 milyonu çocuk olmak üzere 30 milyon insanın her yıl öldüğü bu ülkelerde nesil gerçekten yok edilmektedir (Roger GAURİDİ, Amerikan Efsanesi). Amerika'nın en gelişmiş haliyle temsil ettiği batının iktisadi sistemi tüm Dünyayı kuşatırken çevre felaketi yaşanmakta; ozon tabakası delinmekte, atmosfer ısınmakta, buzullar erimekte. Ayrıca Irak gibi memleketlerde etnik bölünmeler oluşturulmakta ve kaynaklar batılı şirketler tarafından talan edilmektedir.
Güç ve tüm imkanların aslında sonsuza dek insanın elinde olamayacağı insanın ilim ve gücünün tüm gelişmesine rağmen Tanrı'nınki ile kıyaslanamayacağı ve cüzi kalacağı akıl yoluyla da vahiy yoluyla da ortaya konmaktadır; ' Karun Musa'nın kavminden idi de onlara karşı azgınlık etti. Ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları güçlü kuvvetli bir bölüğe ağır geliyordu. O vakit kavmi ona şöyle dedi: 'şımarma, çünkü Allah (şımaranları) sevmez'.(Kasas 76).

Gelinen güç seviyesinin emperyalizme evrimleşmesi istenmemektedir ve insanların bir kısmının kendilerine daha fazla imkan verilmiş olmasının diğerlerini sömürme hakkını da beraberinde taşımadığı, ancak yönetme hakkını taşıyabileceğini ve bunun da imtihan konusu olduğunu en azından  mantıksal olarak kabuk etmek gerekir; ' Allah'ın verdiğinden sen( yolunda harcayarak) ahiret evini ara ve dünyadan da nasibini unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsan et ve yeryüzünde fesat arzulama. Çünkü Allah fesat çıkaranları sevmez'. (Kasas 77).

Eriştikleri bilgi ve teknoloji düzeyi ile geride bırakmış oldukları tüm memleketlerin kaynaklarını sömürge mantığıyla talan etmek isteyenler bu hakka doğal olarak sahip olduklarını düşünmektelerse de ('Karun ise, 'o (servet), sırf bendeki bilgi sayesinde bana verildi.' dedi.' (Kasas 78)) dünyada iktidar vasıtalarını ele geçirmiş bu bozguncuların tüm zenginliğine ve debdebeye rağmen zaafları vardır. Beşer için yenilmezlik yoktur ve Tanrı kendine karşı savaşanların böyle bir şanslarının olmadığını bildiriyor; 'Derken biz onu hem de sarayı ile birlikte yere geçir verdik.....' (Kasas 81)

Müslümanlar aleyhinde Yahudilerin, Mekkeli puta tapan Araplarla anlaşma imzalamalarına ilişkin olarak indiği rivayet edilen ayet, İslamın karşısında durmayı tercih edenlerin güvenilmezliği üzerinedir; 'Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın her defasında anlaşmalarını bozar ve bundan hiç çekinmezler.' ( Enfal 56 )

Yine puta tapan Araplara ilişkin indiği bildirilen ayetlerden birinde onlarla yapılan antlaşmalara güvenilmemesi gerektiğini, şartlar arzu ettikleri gibi geliştiğinde tüm anlaşmaları tek taraflı ve hukuksuz bir şekilde iptal edeceklerini bildiriyor; ' Onlarla nasıl antlaşma olabilir ki, aleyhinize ellerine bir fırsat geçse, hakkınızda ne bir antlaşma gözetirler ne de bir yemin. Dil ucuyla sizi hoşnut etmeye çalışırlar. Fakat kalpleri o kadarına da razı olmaz, çekinir durur. Zaten onların çoğu insanlıktan çıkmış fasıklardır' (Tevbe 8)

Kuran, gayri Müslimlerden putperestler ve ehli kitap arasında fark gözetmekte ve hatta ehli kitaptan Yahudi ve Hıristiyanların da Müslümanlara mesafesine dair yorum sunmaktadır. Ancak ehli kitabın da Allah'a babalık, İsa'ya tanrılık yakıştırmakla kafir olduklarını anlamamıza neden olan ayetler var; ' Muhakkak ki, ' Allah, Meryem oğlu İsa Mesih'tir' diyenler kafir olmuşlardır...' (Maide 17). Tüm kafirler ise ahıret itibarı ile tek kalemde birleştiriliyor ve '. Onlar insanların en şerlileridirler.' (Beyyine 6)

Antlaşmaların karşı taraf için soluklanma aralıkları temin ettiği en azından öyle algılandığını, örtülü taarruzun devam ettiğini düşünmemiz gerekiyor; 'Haberin olsun ki, onlar hep hile kuruyorlar' (Tarık 15). Ancak örtülü mücadeleye aynıyla cevap verilmesine işaret ediliyor; 'Ben de hilelerine karşı hile kurarım' (Tarık 16)

Gelişmeler üzerine şartları uygun görerek antlaşmaya rağmen açık ya da örtülü şekilde karşı cephede yer alacağı ihtimali olanlara karşı antlaşmayı fes edebilirsiniz; 'Eğer bir kavmin hıyanetinden endişe edersen, öncelikle antlaşmayı bozduğunu kendilerine bildir. Çünkü Allah hainleri sevmez.' (Enfal 58)

Buna rağmen antlaşmalara bağlılık gösterenlerin ayırt edilmesi ve kendilerine karşı düşmanlık edilmemesi öngörülmektedir; 'Ancak antlaşma yaptığınız müşriklerden size olan ahitlerinde hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinizde hiçbir kimseye yardımda bulunmamış olanlar bunun dışındadır. Siz de bunlara müddetlerine kadar ahitlerinizi tamamen yerine getiriniz. Muhakkak ki Allah, müttakileri sever.' (Tevbe 4)

Tüm ittifaklarına ve hilelerine karşın savaş kabiliyetinin canlı tutulması ve donanımın hazır olması gerekiyor; ' Siz de, onlara karşı gücünüzün yettiği her kuvvetten ve cihat için beslenen atlardan hazırlık yapın ki, onunla hem Allah'ın düşmanlarını hem kendi düşmanlarınızı, Allah'ın bilip te sizin bilmediğiniz daha başkalarını korkutasınız. Allah yolunda her ne harcarsanız onun sevabı size eksiksiz ödenir ve asla haksızlığa uğratılmaz, hiçte ziyan etmezsiniz.' (Enfal 60)

Ama yeryüzünde kargaşa ve bozgunculuk değil de düzen ve barış isteyen, önceki kitapları bile insan vehimlerinden korumayı hedefleyen Kuran, yine de barışa açık kapı bırakır; 'Eğer onlar barıştan yana olurlarsa sende barıştan yana ol! Ve Allah'a tevekkül et. Çünkü işiten bilen ancak odur' (Enfal 61)

İnsan oğlu çeşitli kriterlerle işleyen yakınlık derecelerine göre (kan, düşünce , ideoloji...) genişleyen halkalar içinde benzerleri ile yardımlaşmaya eğilimlidir. Şayet siz de bu dayanışmayı yerine getirmezseniz dengeler alt üst olur bir tarafın ilerleyişinin önüne geçilmez; 'Kafirler de birbirlerinin dostları ve yardımcılarıdırlar. Eğer siz de öyle yapmazsanız, yeryüzünde bir fitne bir fesat çıkar.' (Enfal 73).

Belki de AB ya da Siyonizm, ya da üçlü ittifak, belki diğerleri alır başını yürür. Nitekim gerek AB ve gerek A.B.D'nin düşünce, ideoloji, dinsel bakımından kurucusu ve gerçek sahibi, efendisi olduğu kabul edilen Masonluk çevresindeki organizasyonlar, İslam ve Müslüman uluslara ilişkin politikalarında yaklaşım ve eylem birliği içindedirler. Avrupa Birliği'nin tarihsel süreç içinde düşünce ve aktif eylemlerle gerçekleşmesini sağlayan Mason eksenli örgütler her ne kadar birleşik Hıristiyan Avrupa'yı kurdularsa da bu Hıristiyanlık Katolik Roma kilisesinin Hıristiyanlığı ya da Ortodoks Hıristiyanlığı olmayıp Katolik kilisesi tarafından orta çağ boyunca dışlanmış olan mezhep ya da tarikatlerle yürüyen Hıristiyanlıktır.

Katolik kilisesinin en Katolik savunucusu olan Fransa monarşisinin 1789 Fransız İhtilaliyle yıkılması ile Avrupa'da monarşi ve kiliseye karşı verdiği savaşın ilk büyük zaferini kazanan Masonluk ve Masonluk ortak havuzunda organize olup hayat bulmuş olan kilise dışı Hıristiyanlık ile okült hareketler Avrupa ve Amerika'nın gerçek egemenleridirler. Dünyanın egemenleri olmak iddiasındadırlar.

Tüm bu güçlerin Avrupa'da ve Amerika'da iktidarı ele almakla sonuçlanacak tarihi ve gizli yürüyüşleri yine dünyaya egemen olmak nihayi gayesi ile ve kendileri gibi gizli büyüyen Siyonizm ile paralel olmuştur. Siyonizm de dünya egemenliğine yürümektedir. Bir farkla ki, Siyonizm alenen Yahudi milliyetçiliği üzerine kurulmuştur. Ancak hatırlanacağı üzere Masonluk bir Siyonist yan kuruluşu olarak değerlendirilmektedir. Her şey bir yana Masonluk, Siyonizm, Tapınakçılık ve daha niceleri tarihte köken itibarı ile Yahudi ilahiyatından alınan dogmalarla düşünsel anlamda kurulmuş ve Yahudi mitosu ile beslenmişlerdir. 'Yahudi Komplosu' iddiasını ciddiye almak mı gerekiyor acaba? Muharref, hurafeye dönmüş, insan müdahaleleri sonucunda Tanrı sözünden başka bir şeye dönüşmüş,  batıl teolojik dökümanlardan derlenen mitoslar küresel boyutlara ulaşmış organizasyonların dogmalarını oluşturuyorlar.

Kafirlerin dost edilmemesi bildirilmekle birlikte siyasi, ekonomik, politik, stratejik ilişkilere yol verilmektedir. Şartların değerlendirilmesi sonucu antlaşmalar, ittifaklar blok dayanışmaları düşünülebilir; 'Müminler, müminleri bırakıp ta kafirleri dost edinmesin. Her kim bunu yaparsa, Allah'tan ilişiği kesilmiş olur. Ancak onlardan bir korunma yapmanız başka. Allah sizi kendisinden korkmanız için uyarır.' (Ali İmran 28)

Hıristiyan ve Yahudilerle ya da genel olarak gayrimüslimlerle ilişkileri sınıflandırıp sınırlarına dair hükümler veren ayetlerde Müslümanlara diğerlerinin tercih edilmesi kınanmaktadır; 'Ey iman edenler, Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz onlardan sayılırlar. Allah ise zulmedenleri doğru yola çıkarmaz'( Maide 51).

Gayrimüslimler ya da Hıristiyan ve Yahudilerle ilişkiler hakkında indirilen ayetlerin yanında gayri müslim olmaktan daha ötede bulunan; Müslümanlara ilişkin tutumları düşmanlık olarak netleşenler hakkında ayetler olduğu gibi Müslümanlara karşı saldırganlığı olmayan gayrimüslimler hakkında da ayetler inmiştir. Hayata bakışımızın, stratejimizin bir ayağını da bunlarda bulacağız.; ' Ey inananlar , benim de düşmanım, sizinde düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin.....' (Müntehine 1)

İşte gayri müslimler ve Müslümanlara karşı tutumları hakkındaki hükümler nihayet detaylanarak anlam bütünlüğüne ulaşmamızı sağlamaktadır; 'Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım eden kimselerle dost olmaktan men eder. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.( Müntehine 9)

Üçlü ittifak ve Avrupa Birliği gibi blok hareketleri tarafından kıskaca alınan Türkiye'nin durumu hakkında düşünceler geliştirmemize sebep olan ayetlerin ışığında, Müslümanlara tutumları düşmanlıktan uzak olan gayri Müslimlerle ilişkilerin siyasetten ileri de gidebileceğini anlıyoruz; 'Allah sizi din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez,, çünkü Allah adalet yapanları sever.' (Mümtehine   8) En yakın örnekler olarak Osmanlı tarihinde imparatorluğun Asya topraklarında yaşayan Ermeni, Rum ve Gürcü halklarının yüzyıllar içinde yukarıdaki ayetlere uygun olarak soykırımlar yaşamaksızın tam bir dini, kültürel ve iktisadi hürriyet içinde yaşamış olmaları hatırlanmalı. Aynı yüzyıllarda İspanya'da Endülüslü Müslümanlara ve Yahudilere, Hıristiyanlar tarafından sürgün ve katliam uygulanmaktaydı.

Avrupalıların Selçuklulardan itibaren Anadolu'dan islamiyeti ve Türk varlığını söküp atmak için verdiği 'haçlı' mücadelesi, Siyonizmin doğal olarak Avrupalıların yanında yer almasıyla daha da karmaşık boyutlar kazanarak şimdiki durumuna gelmiştir ve denilebilir ki, Avrupalılar ve Siyonistler son durum itibarı ile epey yol kat etmişlerdir. Osmanlılar Avrupa ve Afrika'dan çıkarılmış, bilindiği şekliyle tüm petrol bölgelerinden atılmakla kalmamış ekonomik imtiyaz sahibi olmasına da izin verilmemiştir. Kudüs merkez olmak üzere Ortadoğu'da Müslümanların hakimiyetine Birinci Dünya Savaşı ile son verilmiş, ancak siyasi sınırları düzenlenmiş bağımlı ülkelere müsaade edilmiştir.

Menfaatleri ve idealleri örtüşen Siyonizm-İngiltere-Amerika üçlüsünün en azından Irak konusundaki dayanışması bile çok sade ve yalın bir örnek olarak göstermektedir ki, dünyanın kaynaklarına ve başlıca da İslam coğrafyasına karşı Yahudi ayağını Siyonistlerin, Hıristiyan ayağını da Amerika ile İngiltere'nin oluşturduğu Yahudi-Hıristiyan ittifakı vardır.
Yahudi-Hıristiyan ittifakı yalnız menfaatler üzerine kuruludur. Çünkü 'aralarına kin ve düşmanlık' sokulmuş bu iki taraftan Yahudilerin Hıristiyanlarca kendilerine uygulanmış katliamlardan dolayı alınacak intikamları vardır. Buna rağmen 'insanların mallarını haksız yere yiyen Hıristiyan papazları ve Yahudi hahamları' bugün eğer Avrupalı ve Siyonist emperyalistlerin yönetim kadroları olarak iş başındaysalar menfaatleri gereği 'birbirlerinin dostudurlar'.

Üçlünün dışında kalan AB üyesi ülkelerden pek çoğu ise İslam dünyasındaki sömürgeleştirme, kaynakların talan edilmesi ve Türkiye'nin Birinci Dünya Savaşı'nda yarım kalan tasfiyesi gibi konularda yine 'birbirlerinin dostudurlar'. Hem de 'haberin olsun ki, hep hile kuruyorlar'. Mücadelenin en azından eşit vasıtalarla yürümesi için 'hilelerine karşı hile' kurmaya ise zaten izin verilmiştir. Ancak 'ahitlerinde hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinizde hiç kimseye yardımda bulunmamış olanlar' ile yapılmış anlaşmalardan dolayı 'ahitlerinizi' yerine getirmeniz isteniyor. Fakat böyle istisna kaydı tutulmakla birlikte başlıcaları için geçerli olmak üzere ' onlarla nasıl antlaşma olabilir ki'. Birinci Dünya Savaşı ile yaşanan kayıplardan sonra Kurtuluş Savaşı ve antlaşmalar neticesinde 'medeni' dünyada yerini alan Türkiye'yi tasfiye planlarını tüm antlaşmalara rağmen yürütmektedirler; 'kendileri ile antlaşma yaptığın her defasında anlaşmalarını bozar ve bundan hiç çekinmezler'. Şartların uygun düştüğü takdirde 'ellerine fırsat geçse hakkınızda ne bir antlaşma gözetirler nede yemin.'

Küçücük parçalara ayırmayı beceremedikleri bir Türkiye'yi aralarında ne yapsınlar? Kendileri Birleşik Avrupa'ya giderken Türkiye'yi ufaltmaya çalışmaları net bir şekilde göstermektedir ki, Türkiye'nin üyeliğini değil planları doğrultusunda küçültülmüş bir Türkiye istemektedirler. Alevilerin ve Kürtlerin azınlık olarak telaffuz edilmesi ve ülkede 40 milyonun üzerinde azınlık bulunduğu şeklindeki yorumlar Sevr gayretinin perdelenmiş olarak devam ettiğine dikkatimizi çekmeli.

'Her şey zıddı ile kaimdir' ve mademki her şey zıddı ile karşıt olarak vardır öyleyse A.B.D'nin de, AB'nin de, Siyonizmin de zıddı vardır ve tabi ki Avrasya hareketinin de. Tüm bu kadar karışık hesaplar arasından sıyrılmak zor görünmekte ve yılgınlık telkin etmektedir ama yılmak kaybetmeyi hızlandırır; zor olması ise işin doğasında vardır ve zorun zıddı da kolaylıksa 'demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık vardır'(İnşirah 5). Madem ki, islamın peygamberi, 'iki şey arasında muhayyer bırakıldığımda günah olmadıkça kolay olanı seçerim' buyurmuş; Pekiştirerek 'din kolaylıktır' demiş, 'düşmana silahıyla mukabele edin' buyurmuş; silahların ve yöntemlerin çok değiştiği ve geliştiği zamanımızda doğrudan yöntemler silah olarak kullanılıyorsa ve 'haberin olsun ki, hep hile kuruyorlar' ise 'bende hilelerine karşı hile kurarım'. Zaten siyaset hileler üzerine kurulu değil mi?

Haçlı mücadelesi, ticaret yolları ve stratejik güzergahlar üzerinde büyüyen Osmanlıların ilerleyişi ile paralel yeni politik, stratejik, ekonomik boyutlar kazanarak devam etmiştir. Hıristiyanlıkça da kutsal olan yerlerin Müslümanlardan kurtarılması iddiası, Papalık kurumunca Avrupalı halklardan ordular oluşturmak için öne sürülmüş dinsel propaganda olmakla birlikte, kraliyet sarayları nezdinde doğu ülkelerinin zenginlikleri ve ticaret yolları daha önemli gerekçelerdi. Şimdi doğunun zenginlikleri gerekçe olarak varlığını daha güçlü bir şekilde sunmaktadır; baharat, ipek, altın, gümüş değil çok daha önemlisi petrol ve bunun yanında doğal gaz doğunun başlıca zenginlikleri olarak batının doğuya yönelik mücadelesinin gerekçeleridir.

Stratejik güzergahlar daha da önem kazanmıştır. Emevilerden itibaren Akdeniz çevresinde zaten inisiyatifi ele alan Müslümanlar Selçukluların sahneye girişi ile Bizans'ı kesin olarak geri plana itmiş ve Osmanlı dönemi ile birlikte inisiyatif egemenliğe dönüşmüştür. Papalık öncülüğünde Avrupa'nın haçlı hareketini başlattığı Selçuklular dönemi ve sonrasında batıda bu günkü ABD ile kıyas olunacak bir imparatorluk yoktu. Bugün ise doğunun ham maddeye dayalı önemine binaen A.B.D-İsrail ittifakı  Çin'e kadar tüm İslam dünyasını ikdisadi, siyasi, askeri alanlarda birleşiği durumuna getirmektedir. Bu durum ise bölgenin kaynaklarının sonuna kadar merhametsizce talan edileceği ve bölge kendi kaderine terk edileceği güne kadar süreceğe benzemektedir. Siyonist güç kutsal yerlerin Müslümanlardan ve Araplardan kurtarılması, Davut'un soyunun devletlerini yeniden kurması için yüzyıllarca besleyip büyüttüğü rüyayı idealizme dönüştürmüş ve Osmanlının çöküş sürecinde Avrupalıların yanında yer alarak bu ideali uygulamaya koymuş, denkleme dahil olmuştur. Şimdi Doğu Akdeniz ve Ortadoğu'daki kaynakların ve stratejik bölgelerin durumu daha önemlidir, çünkü Amerika'nın her durumda yanında olacağı İsrail, oradadır ve Araplara ya da Müslümanlara karşın yaşatılması hatta büyütülmesi Amerika'daki Yahudi lobisinin A.B.D'den tartışmasız beklentisidir.

Hıristiyanların kutsal kitabındaki tam 45 bin ifadeyi, "Yeni nesil yanlış anlıyor"

ABD'li ve İngiliz 15 bilim adamı, Hıristiyanların kutsal kitabındaki tam 45 bin ifadeyi, "Yeni nesil yanlış anlıyor" gerekçesiyle değiştirdi. Böylece İncil'in yüzde 7'si yeniden yazılmış oldu
DIŞ HABERLER SERVİSİ
Hıristiyanların kutsal kitabı İncil'in İngilizce basımı, dili çok eski olduğu ve genç kuşaklar bazı deyimleri yanlış anladığı için, 15 ABD'li ve İngiliz din adamı tarafından güncel İngilizceyle yeniden yazıldı.
Yeni versiyon İncil'de, bu kapsamda tam 45 bin değişiklik yapıldı. Böylece İncil'in metni yüzde 7 oranında değiştirildi.
Yeni İncil'in ABD'deki muhafazakAr çevreleri rahatsız ettiği ve din adamlarının kutsal kitaba feminizmin sızdığını iddia ettiği kaydedildi. İngiliz gazetesi Daily Telegraph'ın haberine göre, önceki gün basımı tamamlanan Uluslararası Yeni Versiyon İncil'de, aziz yerine 'Tanrı tarafından seçilmiş insan' tanımı kullanılıyor ve klasikleşmiş birçok İncil kavramı ortadan kalkıyor. 'E.T.' var sanıyorlar 
Haberde, gençlerin yabancı anlamına da gelen 'alien' kelimesini duyunca İncil'in E.T.'den (uzaylılardan) bahsettiğini düşündüğü, bu nedenle yeni versiyonda bu kelime yerine 'foreign' sözcüğünün kullanıldığı dile getirildi. Eski İncil'de taşlayarak öldürme cezasının anlatıldığı 'Taşlandı ve öldü' ifadesi de, sokak dilinde 'uyuşturucu kullanmak' anlamına geldiği için değiştirilerek, 'taşlanarak öldürüldü' haline getirildi.
'Adem' metinden çıkarıldı Eski İncil'de Meryem Ana için kullanılan 'Karnında çocuk taşıyordu' ifadesi de 'Hamileydi' diye düzeltildi. Ayrıca insanın yaratılışıyla ilgili bölüm de yeni bir bakış açısıyla anlatıldı.
Eski İncil'de genel olarak insan kastedilerek, "Tanrı, Adem'i yaratırken kendi suretini verdi" ifadesinde yer alan 'Adem' sözcüğü, erkekleri temsil ettiği için metinden çıkarıldı.(Milliyet, 16.03.2005) Bu girişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?..
Bu bir sıkıntıdan(İncil'in tahrifatını gizleme amacıyla) yapılmış olmasın!..45 bin ifade neye göre değiştirilmiştir veya yeniden yorumlanmıştır? Metnin aslını ortaya koyup; asıl metindeki ifade şudur, bu bugünkü dilde şu anlama gelir şeklinde bir meal'tefsir yapmak yerine keyfî bir düzeltme ile "işte yeni nesil için İncil!" demenin anlamı nedir?
(Tabii ki, asıl ilahi metin mevcut olsaydı bunu çoktan yaparlardı) Yıllar geçtikten sonra birileri çıkıp 45 bin ifadeyi daha değiştirmeyeceğini nereden bileceğiz?..
İşte Kutsal Kitap bu şekilde tahrif ediliyor.
Kutsal Kitab'a bu kadar insan müdahalesi olursa, o kitap ilahi kitap olmaktan çıkar ve insanların uydurduğu hayali bir eser haline gelir. Hep bunu anlatmaya çalışıyoruz. Bir anlayabilseler!..

RAB Musa'ya şöyle dedi: Çık.9: 13


Çık.9: 13 RAB Musa'ya şöyle dedi: "Sabah erkenden kalkıp firavunun huzuruna çık, de ki, 'İbraniler'in Tanrısı RAB şöyle diyor:
Halkımı salıver, bana tapsınlar
Çık.9: 14 Yoksa bu kez senin, görevlilerinin, halkının üzerine bütün belalarımı yağdıracağım.
Öyle ki, bu dünyada benim gibisi olmadığını öğrenesin
Çık.9: 15 Çünkü elimi kaldırıp seni ve halkını salgın hastalıkla vurmuş olsaydım, yeryüzünden silinmiş olurdun.
Çık.9: 16 Gücümü sana göstermek, adımı bütün dünyaya tanıtmak içinseni ayakta tuttum.
Çık.9: 17 Hâlâ halkımı salıvermiyor, onlara üstünlük taslıyorsun.
Çık.4: 21 RAB Musa'ya, "Mısır'a döndüğünde, sana verdiğim güçle bütünşaşılası işleri firavunun önünde yapmaya bak" dedi, "Ama ben onu inatçı yapacağım. Halkı salıvermeyecek.
Çık.10: 1 RAB Musa'ya, "Firavunun yanına git" dedi, "Belirtilerimiaralarında göstermek için firavunla görevlilerini inatçı yaptım.
Çık.10: 2 Mısır'la nasıl alay ettiğimi, aralarında gösterdiğim belirtileri sen de çocuklarına, torunlarına anlat ki, benim RAB olduğumu bilesiniz.
Çık.10: 3 Musa'yla Harun firavunun yanına varıp şöyle dediler: "İbraniler'in Tanrısı RAB diyor ki, 'Ne zamana dek alçakgönüllü olmayı reddedeceksin? Halkımı salıver, bana tapsınla
__________________________________________________________________________
BU DA PAVLUSTAN

Rom.9: 15 Çünkü Musa'ya şöyle diyor:

"Merhamet ettiğime merhamet edeceğim,
......
Acıdığıma acıyacağım."

Rom.9: 16 Demek ki bu, insanın isteğine ya da çabasına değil, Tanrı'nın merhametine bağlıdır.
Rom.9: 17 Tanrı Kutsal Yazı'da firavuna şöyle diyor:

"Gücümü senin aracılığınla göstermek

Ve adımı bütün dünyada duyurmak için

Seni yükselttim."

Rom.9: 18 Demek ki Tanrı dilediğine merhamet eder, dilediğinin yüreğini

nasırlaştırır.

Rom.9: 19 Şimdi bana, "Öyleyse Tanrı insanı neden hâlâ suçlu buluyor? O'nun isteğine kim karşı durabilir?" diyeceksin.

Rom.9: 20 Ama, ey insan, sen kimsin ki Tanrı'ya karşılık veriyorsun? "Kendisine biçim verilen, biçim verene, 'Beni niçin böyle yaptın' der mi?"

Rom.9: 21 Ya da çömlekçinin aynı kil yığınından bir kabı onurlu iş için, ötekini

bayağı iş için yapmaya hakkı yok mu?

Rom.9: 22 Eğer Tanrı gazabını göstermek ve gücünü tanıtmak isterken, gazabına hedef olup mahvolmaya hazırlananlara büyük sabırla katlandıysa, ne diyelim?

Rom.9: 23 Yüceltmek üzere önceden hazırlayıp merhamet ettiklerine yüceliğinin

zenginliğini göstermek için bunu yaptıysa, ne diyelim?

Rom.9: 24 Yalnız Yahudiler arasından değil, öteki uluslar arasından da çağırdığı bu

insanlar biziz.

ŞİMDİ PAVLUS TEVRAT YAZARLARININ TANRISINI KORUMAYA ÇALIŞIYOR VE BUNU ROMAYA YAZDIĞI MEKTUPDA BELİRTİYOR....

PAVLUS NEDEN BUNU YAPIYOR NEDEN TEVRATTA YAZILANLARI DEĞİŞTİRMYE ÇALIŞIYOR, NEYİ DEĞİŞTİRMİŞ DİYE SORANLARA AÇIKLAYAYIM DA GÖZLERİNİ NASIL KÖR ETTİKLERİNİ ANLASINLAR....

ROMAYA YAZIYOR ÇÜNKÜ ROMALILAR ONUN KOYU BİR YAHUDİ OLDUĞUNU BİLİYOR, O Kİ TEVRAT UĞRUNA HRİSTİYANLARI KATLETMİŞTİ, ONA SORMASZLARMI SEN DÜNE KADAR TEVRAT DİYE İNLİYORDUN ŞİMDİ NE OLDU DİYE, İŞTE O DA POPOSUNU KURTARMAK İÇİN KIVIRMAYA BAŞLIYOR.... KONUMUZA GELİNCE MISIR ZENGİNDİ VE MUSA YUSUFUN 3. KUŞAĞIYDI, YUSUFTAN SONRA İSRAİLLİLER MISIRDA BOLLUK İÇİNDE YAŞADI, KÖLELİK VE ZULÜM BAŞLANGICI MUSA İLE HEMEN HEMEN AYNI ZAMANA GELİYOR VE MUSA 40 YIL İÇİNDE HALKI KURTARIYOR, YANİ 400 YIL ZULÜM GÖREN KÖLELİK EDEN BİR HALK YOK Kİ, KÖLELİKLERİ EN FAZLA 80 YIL SÜRÜYOR.... VE ZULMÜN BAŞLANGICI DA MISIRIN TANRIYI İNKAR ETMESİ DEĞİL, TANRININ FİRAVUNU İNATÇI YAPMASINDAN KAYNAKLI, PEKİİ TANRI HİÇ TEVRATTA MUSAYA , "GİT MISIRA, FİRAVUNA BENİ TANIT BANA İMAN ETSİNLER" DEMİŞ Mİ? DEMEMİŞ,... NE DEMİŞ PEKİ "GİR SÖYLE FİRAVUNA SİZİ BANA TAPMANIZ İÇİN SERBEST BIRAKSIN" Kİ " SİZLERİ BOLLUK OLAN BALLAR AKAN ÜLKEYE GÖTÜREYİM, ORADA YİYİN İÇİN MÜLK EDİNİN" O ZAMAN PAVLUS YUKARDA NE SAÇMALIYOR, NASIL TÜM ULUSLAR İÇİN TANRI DİYEBİLİYOR... BU SALAK PAVLUSUN DEMESİNE GÖRE "İNSANLAR TANRININ KUKLASI" TANRIDA HER ŞEYLE ALAY EDİYOR... YANİ BEN ŞİMDİ"İSA TANRIDIR" DİYEMİYORSAM İSA İSTEMEDİĞİ İÇİN DİYEMİYORUM.... NEFİS, ŞEYTAN, İNSANIN İRADESİ NERDE, İNSANIN DOĞRUYU YANLIŞI SEÇEBİLME GÜDÜSÜ NERDE? PAVLUS YİNE BİR ÇUVAL İNCİLİ BERBAT EDİYOR.....

İŞİN DOĞRUSU ŞUDUR, MUSA AS FİRAVUN VE MISIR HALKINI İMAN ETMEYE DAVET ETMİŞTİR, AMA FİRAVUN GÜCÜNDEN DOLAYI İNKAR ETMİŞ VE TANRININ ZULMÜNE HEDEF OLMUŞLARDIR... BU DA KURANIN AÇIKLAMASIDIR.. VE FİRAVUNUN BAŞINA GELENLER TÜM İNSALIĞA İBRETTİR

EL- İLAH MI, ALLAH CC MI..?

Kainatın ve kainatta bulunan tüm varlıkların yaratıcısı, koruyucusu olan tek varlık, ibadet edilmeye layık tek Rab, Mevla, Huda'ya ait özel isim.

En yüce varlık olarak inanılan, bütün kemal sıfatları şahsında bulunduran ve her türlü noksan sıfatlardan uzak olan gerçek Ma'bud. Varlığı zorunlu olan tek yaratıcıya ait yüce bir isim.
Bu isimle çağrılan bir başka varlık olmamıştır, olmayacaktır da.
İsim, ifade ettiği ilahi manasıyla yalnız Allah'a aittir ve hiçbir kelime bu ismin manasını ve muhtevasını ifade gücüne sahip değildir.
Bu isim başkası için de kullanılamaz (Meryem Suresi, 19/65).Ancak muhtelif lisanlarda Allah'u Teala'nın ayrı ayrı isimleri olabilir. Türkçe'de Tanrı, Farsça'da Huda, İngilizce'de God, Fransızca'da Dieu gibi. Ne var ki bu isimler "Allah!' gibi özel isim değildir. ilah, rab, ma'bud gibi cins isimdirler.
Arapça'da ilahın çoğuluna "alihe", rabbın çoğuluna "erbab" denildiği gibi Farsça'da Huda'nın çoğulu da "hudayan" ve lisanımızda da "tanrılar", rablar, ilahlar, ma'budlar denilir. Çünkü bu isimler gerçek ma'bud -Allah- için kullanıldığı gibi, Allah'ın dışında gerçek olmayan bir nice ma'bud kabul edilen şeyler için de kullanıla gelmiştir.
Eski Türklerde gök tanrısı, yer tanrısı; Yunanlılar'da güzellik tanrıçası, bereket tanrısı, vs olduğu gibi.  Halbuki "Allahlar" denilmemiş ve denilemez. Manasındaki birlik ve özel isim olması nedeniyle Allah ne tanrı kelimesiyle ne de bir başka kelimeyle tercüme edilebilir.
 İslam'ın temel ilkesi olan "La İlahe İllallah" tevhid kelimesi, mesela Fransızca'ya tercüme edildiği zaman "Diyöden başka diyö yok" Türkçe'ye aktarılmasında "İlahtan başka ilah yoktur." denir.
O zaman da Allah kelimesi "ilah" kelimesiyle tercüme edilmiş olur.
Bu da yanlış bir tercümedir. Çünkü ilah cins isimdir, Allah ise özel isimdir. Kelime-i Tevhid "tanrı" kelimesiyle Türkçe'ye çevrildiğinde aynı çarpıklık ve yanlışlık ortaya çıkar. "Allah" kelimesinin kökenini araştıran dil bilimcileri bu konuda birçok beyanlarda bulunmuşlarsa da en kuvvetli görüş; bu kelimenin Arapça olup herhangi bir kelimeden türetilmeden aynen kullanıldığı ve has bir isim olduğudur.
                                     
AY KÜLTÜ İDDİASI

Bu iddianın ilk çıkış noktası fanatik Hıristiyanlardır.
İslam dinin karalama çalışmasıyla bu iddiaları ortaya atmaktadırlar.
Buna göre Allah ismi, Kuran’ın gelişinden de önce vardı.
Araplar, İslam dininden önce de Allah’ı biliyorlardı.
Bu iddiaya göre Allah yani El- İlah Ay tanrısının adıydı.
İslam inancı da Ay kültünden gelmekteydi.
Bu iddiaların ışığında diğer semavi dinlerle hiçbir ilgisinin olmadığını, arkeolojik bulgularda bulunmuş bazı kabartma resimleri  delil olarak öne sürmektedirler.
Bu iddiaların tümü açık bir saptırmadır.
Bu iddialar detaylı incelendiğinde gerçek bir temelinin olmadığı ortaya çıkacaktır.
Şimdi madde madde bu iddialara bakalım:
1-Arapların İslam öncesi Allah inancı olduğu fikri yeni bir buluş değildir. Peygamberimizin babasının adı bizzat “Abdullah” ( Allah’ın kulu) dur.
Kuran’da bu gerçek, bir çok ayette ifade edilir.
Bunlarda birisi şöyledir:39/3- Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Bu ayetten de anlaşılacağı gibi peygamberimizin döneminde müşrikler Allah’ı biliyordu; ama “Putlara bizi Allah’a yakınlaştırsın diye tapıyoruz” diyorlardı. Onlarda Allah’ı tümüyle bir inkar söz konusu değildi.
Sadece bazı putları ona ortak koşuyorlardı.
Allah inancı İslam öncesi diğer hak dinlerden geliyordu.
İslam dininin ilk geldiği dönemde İbrahim dininden gelen “Hanef” dini de bu ortamda bulunmaktaydı.
Bunlar dinlerini dejenere etseler de İbrahim’in dininden gelen birçok ibadeti ve inancı korumayı başarmışlardı.
O yüzden İslam öncesinde de Allah inancı ve hac, namaz, oruç gibi ibadetler de bozulsa da hala mevcuttu.
Dolayısıyla İslam geldiğinde bu kavram ve ibadetleri onlardan almamış, aksine onları ilk defa insanlara buyuran Allah, hataları düzelterek tekrar Hz. Muhammed vasıtasıyla tüm insanlara emretmiştir.

 2-Bu konuda delil olarak gösterilmeye çalışılan arkeolojik bulgularda kasıtlı olarak çarpıtılmaktadır.
Bu bulgular Mekke bölgesinde değil oradan çok daha uzak güney Arabistan bölgesinde bulunmuştur.
Bu bulgular kasıtlı olarak Kuzey Arabistan’da bulunmuş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.
 3-Ay tanrısı Arkeolojik bulgularda “Sin” olarak geçer.Allah (el-ilah) kelimesinin ay tanrısı olduğu iddiasını destekleyecek hiçbir kanıt yoktur.
Buna rağmen bu tarz iddialarda birkaç resim koyup altına böyle bir yorum yazarak Ay tanrısının Allah olduğunu iddia ederler. Eğer biraz bunun kökeni soruşturulsa, bu iddiaların fanatik din düşmanlarının vehmi olduğu ortaya çıkacaktır.

4- Camilerin Kubbesinde ay sembolünün bulunması Ay kültünün bir uzantısı olduğunun delili olarak sunulmaktadır. Bu da oldukça desteksiz bir iddiadır.
Camilerin tepesine ay sembolü konması Peygamberimizin döneminde kullanılan bir sembol değildir.
Hatta halifeler döneminde de kullanılmamıştır.
Bu adeti ilk yapanlar Emeviler de olmamıştır.
Bu adet ilk defa Araplar tarafından değil, Türkler tarafından uygulanmıştır. Alparslan 1064'te Ani'yi fethedince camiye çevrilen katedralin kubbesindeki büyük haç indirilip yerine büyük bir hilal konulmuştur.
Ve bundan sonra bu uygulama gelenek haline gelmiştir.
Müslümanların ay takvimi kullanmasının yine Ay kültüyle alakası yoktur.
İslam geldiğinde var olan takvim budur. Ve Müslümanlar da bunu kullanmışlardır.
Sonradan bu takvime geçmemişlerdir. Bu iddiaların hiç birinin temeli yoktur.
Sadece akla gelen her şey, temelsizce bu şekilde vehimlerle açıklanmaya çalışılmıştır.
Yoksa herhangi bir akli ve bilimsel bir dayanağı yoktur.
5- Bu konuda en açıklayıcı nokta ise Allah kelimesinin kökeni ile ilgilidir.
Allah kelimesi “El-İlah”tan gelir. “El” takısı İngilizcedeki “the” gibidir. Allah (El- İlah) “The God” anlamına gelir. Yani Allah El- İlah belli bir ilahtır.
Bu kelime sadece Arap dilinde yoktur.
Arapçanın mensubu olduğu Sami dillerinde de bu kelime vardır.
Örneğin İbranice’de “Elohim” ( Tanrı) kelimesi bu kökten gelir.
Ayrıca yine aynı dil ailesinden gelen ve Hz.İsa’nın ana dili olan Aramicede de aynı kelime vardır.
Hem de Arapçadaki “İlah” kelimesiyle aynı kelimedir. Okunuşu da aynıdır.
Bu konuda Aramice bir sözlüğe ulaşamayanlara bir filmi kaynak olarak gösterebiliriz. Mel Gibson’un yönettiği “Passion” filminde, konu orijinali gibi olması için o dönemde konuşulan diller seçilmiştir. Filmde, İsa rolünde oynayan kişi de Aramice konuşmaktadır. Bu filmde bir çok yerde Tanrı kelimesi kullanırken Aramice “İlah” şeklinde telaffuz edilir. ( Bu filmi seyretme imkanı bulunanlar, Hz. İsa rolündeki kişinin  çarmıha gerildiği sahnede, Aramice Allah’a dua ederken “İlah” diye seslendiğini duyabilirler, yine benzer bir şeyi Yahudi rolündeki kişinin Hz. İsa’yı sorgularken, “Sen Allah’ın oğlu musun?” diye sorarken, yine Aramice “ilah” kelimesini söylediğini duyabilirsiniz.”)
 Bu gerçek Fanatik Hıristiyanların iddialarını tümüyle boşa çıkartmaktadır. Eğer El- İlah  ay tanrısıysa, Hz. İsa’da bu tanrıya inanıyordu. Ona bu isimle dua ediyordu. Böyle bir şey söz konusu değildir. Hz. Muhammed’in seslendiği Allah ile Hz. İsa’nın seslendiği Allah aynıydı. Ve o her şeyin yaratıcısı olan eşi ve benzeri olmayan yüce Allah’tır.Dolayısıyla bu iddiada bulunan Hıristiyanlar bilmeden kendi kendilerini yalanlamaktadırlar. Bu iddialarda bulunanlar kendi dinlerini bilmeden, Aramicede tanrının ne demek olduğundan haberleri olmadan, İsa’nın konuştuğu dilin farkında olmadan bu vehimleri söylemişlerdir.
6-Bu tip çalışmalar yukarıda da söylediğim gibi fanatik Hıristiyanlar tarafından ortaya atılmaktadır. Bağımsız bilim adamları bu iddialara destek vermez. Bu konuda Türkiye’de ateist çevrelerin destek olmasının sebebi, olayın bilimsel temellerine dayanması değildir. Adeta “Düşmanıma atılan çamur benim çamurumdur.” mantığında bu iddialara sahip çıkmaktalar. Bu çevreler için söylenenlerin bilimsel olup olmaması önemli değildir. Önemli olan dine bir saldırıda bulunulmasıdır. Aynı çevreler İslam’ın kökeni “güneş kültü”dür diye de iddialarda bulunmaktadırlar.
İşine geldiğinde işine gelen şeyleri söylemekten çekinmezler.
Onlara göre, bunların bilimsel bir alt yapısı olmasına gerek yoktur.
Sonuç olarak, bu iddialar tümüyle gerçek dışıdır. İslam tevhid dinidir. Bu din Adem’den günümüze kadar yeryüzünde hep var olmuştur. Allah elçileri vasıtasıyla bu dini İnsanlara ulaştırmıştır. Allah Kuran’da insanları aya güneşe değil sadece Allah’a tapmaları gerektiğini şöyle vurgulamaktadır:
41/37- Gece, gündüz, güneş ve ay O'nun ayetlerindendir. Siz güneşe de, aya da secde etmeyin. Alah’a secde edin, ki bunları kendisi yaratmıştır. Eğer O'na ibadet edecekseniz.
            

İncil'de saat kavramı


İncil okuyanlar bilirler. Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İsa ile ilgili bilgilerini esin yani vahiy yoluyla almışlar ve bunları da “müjde veren haber” diğer adıyla İncil olarak insanlara takdim etmişlerdir. Öyle ki sayfalar boyunca okumanıza rağmen ilahi bilgi sayılacak sözlere rastlamanız neredeyse imkansızdır. Sürekli olarak İsa’dan 3. şahıs olarak zikredilmesi ve onu insanüstü yapabilme gayretleri ve “insanoğlu”nun ileriki anlatımlarda baba’nın oğlu olarak sunulması sinirlerinizi sürekli zorlamaktadır. Kur’an’ın yüceliğini hissetmiş insanların bu muharref kitaptaki ifadeleri anlamaya çalışma aşamasında sürekli sıkıntı çekmeleri kaçınılmaz olmaktadır. En safiyane duygularla bu karmaşık ve çelişki dolu ifadeleri anlamaya çalışmak için herhangi bir Hıristiyan topluluğuna bunları edep dairesinde sorsanız bile kısa bir zaman sonra sizden yüz çevirmektedirler.
İncilde hayret edilecek anlaşılamayacak pek çok noktalar var. Dilerseniz konuyu bir kavramdan başlatacağım. O dönemin insanlarının zaman kavramını daha açıkçası bir günün bölümlerini nasıl adlandıracağını kuşkusuz biz güneş ve ay’ın durumuyla ifade edeceklerdir diyeceğiz ancak İnciller sanki size günümüzün ifadelerini sunar. Yazının son bölümünden bunlardan bir kısmını okuyabilirsiniz. İncil’deki bu saat kavramı için Hıristiyanlar bakınız şu açıklamayı getiriyor:

“Saat :
Eski çağlarda genellikle günbatımı, yeni bir günün başlangıcı sayılırdı. Gece, on iki saate ya da `nöbet' denen üçer veya dörder saatlik zaman dilimlerine bölünmüştü. Gündüz ise gün doğuşundan başlayarak on iki saate bölünmüştü. Örneğin, bu düzenlemeye göre (gündüz) altıncı saat = öğle vakti; dokuzuncu saat = saat 15.00, vb. Müjde'de belirtilen saatler bu sisteme göre düzenlenmişti. Ne var ki, bazı bilginlere göre Yuhanna yazılarında bugünkü sisteme yakın bir sistem kullandı. Bu durumda onuncu saat sabah saat 10.00 olur. Bkz. Yu.1:39.”
Gerçi bilim camiası “999 yılında bir keşiş tarafından ilk mekanik saat icat edildi.” demesine rağmen İncildeki “Saat beşe doğru çıkınca, Saat üçe doğru İsa yüksek sesle, Dün öğleüstü saat birde ateşi düştü” ifadeler yukarıdaki açıklamayı bile zorlamaktadır.

İncil’de “saat” kavramı geçen bazı yerler:
Matta 20,3 ‹‹Saat dokuza doğru tekrar dışarı çıktı, çarşı meydanında boş duran başka adamlar gördü.
Matta 20,4-5 Onlara, ‹Siz de bağa gidip çalışın. Hakkınız neyse, veririm› dedi, onlar da bağa gittiler. ‹‹Öğleyin ve saat üçe doğru yine çıkıp aynı şeyi yaptı.
Matta 20,6 Saat beşe doğru çıkınca, orada duran başka işçiler gördü. Onlara, ‹Neden bütün gün burada boş duruyorsunuz?› diye sordu.
Matta 20,9 ‹‹Saat beşe doğru işe başlayanlar gelip kâhyadan birer dinar aldılar.
Matta 26,40 Öğrencilerin yanına döndüğünde onları uyumuş buldu. Petrus'a, ‹‹Demek ki benimle birlikte bir saat uyanık kalamadınız!›› dedi.
Matta 27,46 Saat üçe doğru İsa yüksek sesle, ‹‹Eli, Eli, lema şevaktani?›› yani, ‹‹Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?›› diye bağırdı.
Markos 14,37 Öğrencilerinin yanına döndüğünde onları uyumuş buldu. Petrus'a, ‹‹Simun›› dedi, ‹‹Uyuyor musun? Bir saat uyanık kalamadın mı?
Markos 15,25 İsa'yı çarmıha gerdiklerinde saat dokuzdu.
Markos 15,34 Saat üçte İsa yüksek sesle, ‹‹Elohi, Elohi, lema şevaktani›› yani, ‹‹Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?›› diye bağırdı.

Luka 22,59 Yaklaşık bir saat sonra yine bir başkası ısrarla, ‹‹Gerçekten bu da O'nunla birlikteydi›› dedi. ‹‹Çünkü Celileli'dir.››
Yuhanna 4,52 Adam onlara, oğlunun iyileşmeye başladığı saati sordu. ‹‹Dün öğle üstü saat birde ateşi düştü›› dediler.
Yuhanna 11,9 İsa şu karşılığı verdi: ‹‹Günün on iki saati yok mu? Gündüz yürüyen sendelemez. Çünkü bu dünyanın ışığını görür.
Yuhanna 19,14 Fısıh Bayramı'na Hazırlık Günü'ydü. Saat on iki sularıydı. Pilatus Yahudiler'e, ‹‹İşte, sizin Kralınız!›› dedi.
Elçilerin İşleri 2,14-15 Bunun üzerine Onbirler'le birlikte öne çıkan Petrus yüksek sesle kalabalığa şöyle seslendi: ‹‹Ey Yahudiler ve Yeruşalim'de bulunan herkes, bu durumu size açıklayayım. Sözlerime kulak verin. Bu adamlar, sandığınız gibi sarhoş değiller. Saat daha sabahın dokuzu!
Elçilerin İşleri 3,1 Bir gün Petrus'la Yuhanna, saat üçte, dua vaktinde tapınağa çıkıyorlardı.
Elçilerin İşleri 5,7 Bundan yaklaşık üç saat sonra Hananya'nın karısı, olanlardan habersiz içeri girdi.
Elçilerin İşleri 10,3 Bir gün saat üç sularında, bir görümde Tanrı'nın bir meleğinin kendisine geldiğini açıkça gördü. Melek ona, ‹‹Kornelius›› diye seslendi.
Elçilerin İşleri 10,9 Ertesi gün onlar yol alıp kente yaklaşırlarken, saat on iki sularında Petrus dua etmek için dama çıktı.
Elçilerin İşleri 10,30 Kornelius, ‹‹Üç gün önce bu sıralarda, saat üçte evimde dua ediyordum›› dedi. ‹‹Birdenbire, parlak giysili bir adam önüme çıkıverdi.
Elçilerin İşleri 19,34 Ama halk kendisinin Yahudi olduğunu anlayınca hep bir ağızdan yaklaşık iki saat boyunca, ‹‹Efesliler'in Artemisi uludur!›› diye bağırıp durdu.

O, 'baba tek başına Allah'tır, oğul mahluktur, yaratılmıştır, ilah değildir. Çünkü oğul olmadan önce baba vardı'


Kur'an-ı Kerimin bahsettiği İncilin tahrifi ve çok sayıda incillerin ortaya çıkmasına, İbn Hazm'in dediği gibi sadece o devirde mevcut olan baskı ve zulüm sebep olmamıştır. Hristiyan mezhepleri arasında meydana gelen ihtilafların da, bu incillerin ortaya çıkmasında büyük payı vardır. Başlangıçta var olan baskı ve zulüm, zorunlu olarak gizlenmeyi gerekli kılmıştır. Gizlilik, Hristiyan inancına dışardan pekçok fikrin girmesine sebep olmuştur.
Özellikle şeriatın açıklanmasına yönelik konularda gizli, gözden uzak, merkezi bir kontrol sistemi olmaksızın, adeta sis bulutlarının altında meçhul bir ortamda bir takım şeyler ortaya çıkmıştır. Gizlilik bir karanlık içinde, karanlıktan çıkan şey büyük bir gizlilik içinde, vuku' bulduğu söylenen akıl almaz şeyler, bu rivayet edilen şeylerin hepsi sadece zannedilmiş şeyler. İşte böyle bir durumda incillerin içine, aslında vaki olmamış şeyleri sokmaya hiçbir engel yoktu. Çünkü kimse, kimsenin ne yaptığının ve ne söylediğinin farkında bile değildi. Hristayanların kutsal kitaplarının düzenlenmesi sırasında bu şekilde koyu bir şüphe karanlığı ortaya çıkınca, haliyle senet, yani güvenilirlik yok olmuştur.
İnciller, esrarengiz karanlıkların derinliklerinde yazılmışlardır. Böyle olunca bunlara dışardan birtakım fikirlerin girmesi elbette kaçınılmaz olmuştur. Dışardan giren fikirler, uzun süre merkezi bir otorite kanalı ile kontrol edilemeyince ortaya çok değişik inanç ve fikirler çıkmış ve böylece bir takım mezhepler doğmuştur. Baskının getirdiği gizlilik, bir takım farklı fikir ve görüşleri ortaya çıkarmakla beraber, bu farklılıklar uzun süre su yüzüne çıkamamış, her farklı fikir kendi alanında gelişerek şekillenmiş olmakla beraber, her fikrin ayrı ayrı muhitlerde ortaya çıkması ve üzerlerinde bulunan gizlilik bulutları sebebi ile bunlar, birbirleri ile çatışmadan uzun süre varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Ancak, Hristiyanlığın üzerindeki baskılar hafifleyip sis bulutları dağılmaya başlayınca iş değişmiş ve Hristiyan cemaatler gizlendikleri yerlerden çıkarak birbirleri ile diyaloga başlamışlardır. İşte bu diyalogun başlaması ile birlikte gerçekler su yüzüne çıkmaya başlamış, adeta her Hristiyan cemaatinin, diğer Hristiyan cemaatlerden çok farklı ve değişik bir inanç ve fikre sahip olduğu görülmüştür. Denilebilir ki, Roma'dan Ermenistan'a, Anadolu'dan Habeşistan'a kadar olan geniş bir arazi içinde ortaya çıkan pekçok Hristiyan cemaatinden, inanç esasları tam olarak birbirine uyan iki cemaat dahi bulmak imkansızdı.
Hristiyan din kardeşliği tutkusu ile, cemaatler birbirleri ile irtibat kurmaya başlayınca, her cemaat kendi Hristiyanlık anlayışının diğerlerinden faril olduğunu görmüş ve dolayısı ile diğer cemaatlere şüphe ile bakmaya başlamıştır..Diyalog sıklaştıkça farklı noktaların münakaşaları artmış, ihtilaflar düşmanlığa dönüşmeye başlamıştır. Bazı devlet adamlarının, artan Hristiyan nüfusun potansiyelinden faydalanmak amacı ile Hristiyanlara yaklaşmaları, bu dine birtakım imtiyazlar kazanma fırsatı vermiştir. Bazı devlet adamları, Hristiyanlığı devletlerinin resmi dini haline getirmişler, bunu yaparken esas gayeleri, çoğunluk haline gelen Hristiyanları kendi saflarına katıp onların gücünden istifade etmek, ülke toprakları üzerinde bir inanç birliğine gitmekti.
Ancak kısa bir süre sonra bunlar, umduklarının aksini buldular. Onların arzuladıkları birlik ve beraberlik, Hristiyanlardan çok uzaktı. Üstelik Hristiyan cemaatleri arasındaki kavga ve çekişmeler azalacağına, gitgide artıyordu. Durumu gören devlet adamları, ülkelerindeki birlik ve güvenliği tehdit eden bu durumu önlemek üzere tedbirler almaya başlamışlar ve Hristiyan din adamlarını bir araya getirerek aralarındaki ihtilafları gidermelerini onlardan istemişler, bunun için konsiller toplamışlardır.
Hristiyanlıkta ortaya çıkan ihtilafları gidermek üzere toplanan en önemli konsillerden biri, M.S.325 yılında toplanan İznik Konsilidir. Konsil, İmparator Kostantin tarafından toplanmıştır. İmparator Kostantin, Hristiyanlığa sempati beslemekle beraber henüz o sırada Hristiyan bile değildi. İmparatorlukta yaşayan büyük bir çoğunluğun Hristiyanlığı benimsediğini gören bu imparator, Hristiyanlar arasında meydana gelen ihtilafların imparatorluğu için tehlikeli bir hal almaya başlaması üzerine, yönetimi altında bulunan topraklardaki patrik ve piskoposları İznik'e davet etti. Amacı, yönettiği topraklar üzerinde yaşayan Hristiyanları bir görüş çerçevesinde birleştirip, onlardan birleşik bir güç olarak daha çok istifade etmekti. Kostantin'in bu davetine 2048 patrik ve piskopos uyarak konsile katıldı. Kostantin'in de hazır bulunduğu ilk toplantıda, Hristiyan inancının temel esasları hakkında öylesine değişik görüşler ortaya atıldı ki, bunu işiten Kostantin, hayretler içinde kaldı ve fevkelade şaşırdı. Hemen hemen her konuda farklı görüşler olmakla beraber, özellikle Hz. İsa'nın tabiatı konusunda birbirinden çok değişik görüşler ortaya çıktı. Bu konsilde Hz.İsa'nın tabiatını münakaşa eden Hristiyan din adamları, onda ilahi tabiatın mı, beşeri ve insani tabiatın mı, yoksa her ikisinin mi birlikte mevcut olduğu konusunda bir türlü ittifak sağlayamadılar. Bu konsilde Hz.Isa ve annesi Meryem hakkında başlıca şu görüşler ortaya çıkmıştı:

1- Hz. İsa ve annesi Meryem, Allaht'tan başka iki ayrı ilahtırlar. Bu görüşü benimseyenlere "Meryemîler" adı verildi.

2- Hz.Isa, Allah'ın bir şulesi, bir alevi menzilesindedir. Yani ateşin alevi ne ise, Allah için Hz.Isa odur. Allah ateş, Hz.Isa ise Allah'ın alevi gibidir.

3- Hz.İsa, Meryemden doğmuştur ama, onun karnında dokuz ay kalmamıştır. O, Meryem'in rahminden suyun oluktan akışı gibi süratle geçmiştir. Bu görüş sahiplerine göre kelime, Meryem'in kulağından girmiş ve aynı saatte çocuk olarak rahminden çıkmıştır.

4- Hz.Isa, Allah'tan halkedilmiş bir insandır; cevheri
bakımından bizden biri gibidir. Oğul olarak onun başlangıcı
Meryem'dendir. Allah onu, insani cevheri içinde kurtarıcı
olmak üzere seçmiş, ilahi nimetlere sahip kılmış, muhabbet,
sevgi ve arzu ile ona hulul etmiş ve onun bedenine girmiş
tir. Bu hulul ediş sebebi ile, ona "Allah'ın Oğlu" denmiştir.
Allah, bir cevher ve bir unsurdur, ancak O'nun üç ismi vardır.
Bu görüşü savunanların başında Antakya patriği vardı.

5- Salih ilah, salih olmayan ilah ve bu ikisinin arasında
adil olan ilah olmak üzere üç ayrı ilah vardır. Bu görüş sahip
ten muhtemelen Zerdüştlükten etkilenmiş olmalıdırlar.

6- Hz. İsa, Allah'ın oğlu olarak yaratıcı ilahtır. Bu görüşü ileri sürenler Pavlosçulardı.
Bu kadar değişikliye farklı görüşün ortaya çıkmasına çok şaşıran Kostantin, toplantıya katılanlardan bir noktada ittifak etmelerini istedi. Hatta onları kapalı bir yerde toplayarak, belirli bir süre sonunda aynı noktalarda ittifak etmiş olarak kararlarını kendisine bildirmelerini onlardan istedi. Süre bittiği halde çoğunluk bir noktada ittifak edememişti. Bunun üzerine 2048 kişiden sadece 318 kişinin üzerinde ittifak edebildikleri, yukarda altıncı maddede belirtilen Pavlosçu görüş, Kostantin tarafından konsil kararı olarak resmen açıklandı ve resmî devlet görüşü olarak ilan edildi.
Hristiyan tarihçi İbn Batrik'in, eserinde geniş olarak anlattığı bu konsilde, şüphesiz bütün farklı görüş sahiplerinin ellerinde kendi görüşlerini destekleyecek İncilleri vardı. Kostantin, 2048 kişiden sadece 318 kişinin katıldığı Pavlosçu görüşü konsil kararı olarak ilân etmek sureti ile, azınlığın çoğunluk üzerinde tahakküm etmesine yardım etmiştir. Aslında Kostantin, o sırada henüz resmen Hristiyanlığı bile kabul etmemiştir ve putperest inancını benimsemektedir. Bazı araştırmacılar, Kostantin'in, azınlık tarafından benimsenen Pavlosçu görüşü hemen benimseyip konsil kararı olarak açıklamasına, hâlâ kendisinin o sırada putperest olmasını sebep olarak gösteriyorlar. Gerçekten Pavlosçu görüş ile, Putperstliğin ilâh kavramları birbirlerine oldukça yakındır. İznik konsilinde olduğu gibi, Hristiyanlarca toplanan bütün konsillerde her cemaatin elinde kendi davasını destekleyen İncilleri vardı.
İznik konsilinin toplandığı sırada Hristiyanların elinde sadece dört İncil yoktu, yüzü aşkın İncil vardı.  Pavlosçu görüşün başarısı ile kapanan İznik konsilinden sonra, bu görüşü destekleyen dört İncil bırakılarak, diğer bütün İnciller ve Risaleleler yasaklanmış ve sahte sayılmışlardır.
Aslında İznik konsili, Yeni Ahidin kanonizasyonu ile ilgili olarak toplanmış bir konsil olmamakla beraber, bu konsilde çeşitli görüş sahiplerinin görüşleri reddedilmekle, o görüş sahiplerinin ellerindeki İncillerin de reddedilmiş sayılması bakımından çok önemlidir. Daha sonraki konsillerde gerçekleştirilen kanonizasyonun esas dayanağı, İznik konsili kararlarıdır. Bugün elde mevcut olan Yeni Ahidde yer alan kitapların tam olarak tesbiti, M.S. 364 yılında Lodesya'da yapılan konsilde gerçekleşmiştir.
Konu ile alakası olması bakımından burada şunu da belirtmek gerekir: Hristiyanlar arasında ilk Kilise  Konseyinden itibaren hemen hemen her toplantıda sahih ve sahte kitaplar konusu daima gündeme gelmiştir.
İlk Kilise Konseyinde, Yeni Ahidde yer alan sahih kitapların sayısının yirmiyedi değil, yirmibir olduğu karara bağlanmıştı. Bunlar: Dört İncil, Luka'nın yazdığı Resullerin İşleri, Pavlos'un onüç risalesi, Petrus'un Birinci Mektubu, Yehuda'nın Mektubu ve Yuhan-na'nın Birinci Mektubundan ibaret idiler.
Bunların dışında kalan Petrus'un 2. Mektubu, Yuhanna'nın Vahyi, Yuhan-na'nın 2. ve 3. Mektubu, Pavlos'un İbranilere Mektubu ve Yakubun Mektubu, ilk Kilise Konseyinde patrik ve piskoposlarca sahte sayılmışlardır.
Hristiyan bilgini Esebious'a göre, 324 yılında kendisi sahih saydığı halde Kilise tarafından sahih kabul edilmeyen bazı kitaplar vardı. Onun sahih saydığı fakat, o tarihlerde kilisenin apokrif saydığı kitaplar şunlardır: Yehuda'nın Mektubu, Yakub'un Mektubu, Pet-rus'un 2. Mektubu, Yuhanna'nın 2. ve 3. Mektupları, Pav-los'un İşleri, Petrus'un Vahyi, Barnaba'nın Mektubu, Azizlerin Öğretileri vb. kitaplar.
Yeni Ahidde yer alan kitaplar hakkında ileri sürülen bu görüşleri tarafsız bir şekilde değerlendirirsek nasıl bir sonuca ulaşırız? İlk Kilise Konseyinde verilen karara göre halen elde mevcut olan yirmiyedi kitaplık Yeni Ahidin, tam altı kitabı sahte sayılıyormuş. Daha da önemlisi Esebious, birçok kitap ismi sayarak "Bunlar bana göre sahih ama, Kilise bunları sahte sayıyor" diyor. Esebious, Hristiyanlık tarihinde çok önemli yere sahip olan bir kişi, onun sahih saydığı bir eser, nasıl oluyor da diğerleri tarafından sahte addedilebiliyor, bu kararı verenler onun seviyesindeler mi?
Yeni Ahidin altı kitabı hangi sebeblerden dolayı o zaman sahte ilan edildi?
Sonra hangi gerekçelerle bunlar sahih kitaplar listesine dahil edildi?
Bu konularda Hristiyan kaynaklarda tatmin edici hiçbir bilgi yoktur. Bu bize şunu göstermektedir:
Kilise ve Konsillerin bazı İncil ve Risaleleri sahih veya sahte sayması, sağlam esaslara dayanmamaktadır.
Eğer bu kitaplar semavi olsalardı ve vahye dayansalardı, Kilisenin bu kitaplarda tereddüde düşmemesi gerekirdi.
Yine önce şüpheli görülen bu kitaplardaki şüphelerin zail olması ve bunların güvene mazhar olması, ilahi bir emirle veya vahiy ve ilhamla değil, rahip ve patriklerin kararlan ile olduğuna göre, bu hal onlarda şüpheyi daha da arttırıyor. Nasıl oluyor da bunlar daha önceleri sahte kabul edilirken, kendilerinde hiçbir değişiklik olmadığı halde birdenbire sahih olabiliyorlar?
Bu kitaplarda başlangıçta şüphenin var oluşu, insanların kutsal kitapları tasdik etmeleri için gerekli olan vahiy ve kudsiyyet sıfatlarını yoketmektedir.
Ayrıca, bugün sahih kabul edilen bir kısım kitapların önceleri sahte ve şüpheli sayılmaları, fakat bir süre sonra sahih kitaplar listesine alınmaları, bugün hala sahte sayılmakta ısrar edilen bazı kitapların, Hristiyanlık tarihinde çok önemli bir yere sahip olan kimseler tarafından sahih sayılmaları, sahih ve sahte kitapların tesbitinde, kilisenin ve Hristiyan din adamlarının her zaman hata yapabileceklerini göstermez mi?
Hristiyanlık üzerindeki baskıların kalkması sonunda ortaya çıkan Hristiyanlar arası ihtilaflar, İncillerin sayisnı oldukça arttırmıştır.
Bazı araştırmacılara göre bu İncillerin sayısı yüzü geçmektedir.
Ortaya çıkan bu çok sayıda İncil arasında muhtemelen esas İncil kaybolmuştur.

Hristiyanlıktaki ihtilafların hangi seviyede cereyan ettiğini, düşmanlıkların hangi boyutlara ulaştığını göstermesi bakımından, Hristiyan tarihçi İbn Batrik'in, İskenderiyeli Aryos hakkında söylediklerini nakletmek sanırım yeterli bir fikir verir. İbn Batrik şunları söylüyor: "İskenderiye'de Aryos isimli bir kafir vardı.
O, 'baba tek başına Allah'tır, oğul mahluktur, yaratılmıştır, ilah değildir. Çünkü oğul olmadan önce baba vardı' demiştir. İskenderiye patriği bir öğrencisine, bizzat Hz. İsa'nın Aryos'u lanetlediğini, dolayısı ile onun sözlerini kabul etmekten kaçınmaları gerektiğini söylemiş ve kendisinin (patrik) rüyasında Hz. İsa'yı elbiseleri yırtık olarak gördüğünü, elbiselerini kimin yırttığını ondan sorunca, Hz. İsa'nın, elbiselerini Aryosun yırttığını, onu Kiliseye almamalarını kendisine tembih ettiğini ifade etmiştir". Bu beyandan anladığımıza göre İbn Batrik, Aryos'a fikirleri dolayısı ile açıkça kafir dediği gibi, İskenderiye patriği de rüyasında Hz. İsa ile konuşuyor, Hz.İsa rüyasında ona "Aryos, sapık fikirleri ile benim elbiselerimi yırttı, onu kiliseden atın" talimatını veriyor. Talimat rüyada veriliyor. Rüya esbabı ilim oluyor, rüyada görülene dayanılarak bir din adamı tekfir ediliyor. İbn Batrik'in, Aryos hakkındaki bu ağır hücumu, ilk asırlarda Hristiyanlıktaki ihtilafların hangi seviyede cereyan ettiğini göstermesi bakımından çok önemli bir göstergedir.
Konunun tekrar başına dönerek "Hz.İsa'ya nazil olan esas İncil nerede?" diye yeniden sorarsak bu soruya bir Hristiyan araştırmacının eserinde şöyle bir cevap buluruz: "Hristi-yanlığın başlangıcında, kendisine asıl İncil denilebilecek kısa bir İncil vardı. Bu İncil, büyük bir ihtimalle Hz.İsa'nın sözlerini kulakları ile duyamıyan ve onu yakından göremiyen müridler için yazılmıştı. Bu İncil kalp menzilesinde idi, ancak onda Hristiyanlık bir tertip ve düzen içinde değildi". Bu müellifin beyanına göre esas bir İncil vardı, bu sonradan kayboldu. Gerek incillerde ve gerekse Yeni Ahidin diğer bazı kitaplarında yer alan İncil tabiri ile kastedilen İncil, bu İncil olmalıdır. Luka İncilinde "Onlar da çıkıp İncili vaaz ederek ve her yerde şifa vererek köyden köye geçiyorlardı." ifadesinde ve Pavlos'un Romalılara Mektubunda "Ben Yaruşa-lim'den başlayıp İllirya'ya kadar dolaşarak Mesih'in İncilini tamamen vaaz ettim" cümlesinde geçen "vaaz edilen İncil" ile, bu İncil kastedilmiş olmalıdır.

Hepsinin doğumu 25 Aralıktır ve hepsi çarmıha gerilmiştir

Mısır tanrılarını inceliyor, bir anlamda "Mısır tanrıları arasında geziniyordum"..Horus'la ilgili bilgileri okurken şöyle bir cümle dikkatimi çekti; "Horus; Osiris'le İsis'in oğlu. Cennet'in hükümdarı, yeryüzünün kralı ve kutsal şahin olarak kabul edilir." Bu cümleye, neden bilmiyorum, kafam takıldı. Tekrar tekrar okudum. Bu cümlede beni çelen birşey vardı ama, ne? Sonunda buldum: Baba-oğul-kutsal ruh..Teslis..Cennet'in hükümdarı=baba(rab/tanrı), yeryüzünün kralı=oğul (isa/mesih), Kutsal şahin=kutsal ruh..Acaba Mısır tanrısı Horus'la, Hıristiyanlığın peygamberi İsa arasında bir bağ olabilir mi..? Bunun üzerine "yeni bir gezinti" yaptım, bu kez Mısır, hıristiyanlık ve incilleri kapsayan bir gezi. Çok ilginç bilgiler buldum. (Ne yazık ki hepsini buraya taşıyamam, fazlasıyla teknik, fazlasıyla felsefik ve fazlasıyla ayrıntılı olur, okuyucu sıkar.) Kaynakların çoğunluğu, İsa-Horus, İsa-Dyonissus, İsa-Mithra ilişkisinden bahsetmekle birlikte, özellikle İsa-Horus bağlantısı üzerinde duruyor. Konunun en genel bilgilerini içeren bir yazıyı aşağıya alıntılıyorum. Araştırırsanız çok daha ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz.. ................ Hristiyanlık, aslında yahudiliğin hellenleştirilip(hellenizm), Pagan/putperest dinine dönüştürülmüş halidir.. İncil’in içinde pek çok pagan öğesi bulunmaktadır…İsa’dan önce de ölen ve dirilen pagan Tanrıları vardı..Grek- Romen etkisinde büyümüş hristiyanlık da bu Greko-Romen pagan dinlerinin devamı niteliğindedir..(Greko Romen pagan inançları hristiyanlığı öyle etkilemiştir ki İncil bile İsa’nın konuştuğu dil olan Aramice ile değil, grekçe yani Yunanca ile yazılmıştır) İsa’nın “Tanrı oğlu” yahut “Tanrı’nın özünden Tanrı”….vs olması,İsa’nın kanıyla günahlarımızdan/suçlarımızdan arınma fikri(İbraniler 13:12,Rom 3:25-26..vs) ,İsa’nın ölüp dirilmesi ve şeytana karşı “zafer”kazanması ve daha pek çok öğe Hellenistik dönemde oluşmuş Greko Romen Pagan dinlerinin ayrıca bunlara bağlı mistik gizem kültlerinin etkileri sonucudur… Dionysos’tan başlayalım… Dionysos Greklerde “şarap Tanrısı” idi..Bu gizem kültünün MÖ 300-200 yıllarında oluşup çok hızlı bir şekilde yayıldığı söylenmektedir..Dionysos Roma’da Bakkhus ile özdeşleştirilmişti.. Mesela Dionysos da 25 Aralıkta doğmuştur, geleneğe göre İsa’da 25 Aralıkta doğmuştur… İncil’deki bölümlerin hepsi Grek pagan dinleri etkisinde Grekçe yazılmış metinlerdir…Ama bütün incillerin arasından Grek pagan etkilerinin, gizem kültleri etkilerinin en çok görüldüğü İncil “Yuhanna incili”dir…Pavlus’un mektupları da aynı şekilde Grek pagan inançlarından büyük oranda etkilenmiştir…Bu incili paganlıktan dönmüş kişilerin yazdığı sanılmaktadır(olasılıkla Efesliler) Yuhanna incilinde paganizmden kaynaklanan pek çok “mistik” ve “gizem” anlatımları bulunmaktadır… Örneğin incildeki şu gizemli ve mistik anlatım: “Yuhanna 6:53 İsa onlara şöyle dedi: «Size doğrusunu söyleyeyim, İnsanoğlu’nun bedenini yiyip kanını içmedikçe, sizde yaşam olmaz. Yuhanna 6:54 Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim. Yuhanna 6:55 Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir. Yuhanna 6:56 Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda.” (benzeri anlatımlar Pavlus’un mektuplarında da bulunur) (Bugünkü İranın ataları olan Perslerin "Mitra" efsanesinde de Mitra, "Benim etimi yiyen, benim kanımı içen ölümsüz olur" der- Ercan Baş-) Çok tuhaf ayetler değil mi? Bu ayetlerin yahudi kaynaklı olmadığı bilim adamlarınca belirtilmiştir.. Peki bu ayetlerin kaynağı nedir? Greklerin pagan (Yunan) Dionysos ve (Frigya) Attis kültüdür…Bu ayin bir pagan ayiniydi..Dionysosçular da sembolik olarak (hatta bazen bir hayvanı kurban ederek onun etini sembolleştirip) Dionysos’un etini yiyip kanını içiyorlardı….Bu sembolik ayin ile Dinysos’un ruhuyla birleştiklerine,ölümsüz olduklarına, arınıp yeniden doğduklarına..vs inanıyorlardı…(Prof.Barry Powell’in belirttiği gibi) Bugün kiliselerin hepsinde gizem kültlerine ait bu eski pagan ayini yapılmaktadır…özellikle katolik ve ortodoks kiliselerinde ekmek bölünür..İsa’nın eti ya da bedeni denilerek yenir. Kırmızı şarabın, gerçekten İsa’nın kanına dönüştüğüne inanılır “İsa’nın kanı” diyerek içilir… Yuhanna incilinin yazarı (yahut yazarları) da Paganların bu ayinini, İsa’ya uyarlamışlardır,İsa’nın ağzına koymuşlardır yukarıdaki örnekte olduğu gibi… Ayrıca sadece Yuhanna incilinde bulunan (çünkü yuhanna incili Pavlus’un mektuplarıyla beraber Paganizmden en fazla etkilenmiş yazıdır) ilginç başka bir hikaye daha vardır: “Yu 2:7 İsa hizmet edenlere, «Küpleri suyla doldurun» dedi. Küpleri ağızlarına kadar doldurdular. Yu 2:8 Sonra hizmet edenlere, «Şimdi bundan alın, şölen başkanına götürün» dedi. Onlar da götürdüler. Yu 2:9-10 Şölen başkanı, şaraba dönüşmüş suyu tattı.” Evet “Suyu şaraba dönüştürme”…İlginç bir mucize… İsa’nın şarapla ne ilgisi vardı? Bu ayetin kökeni de şarap Tanrısı Dionysos’tan gelmektedir… Dionysos da aynı İsa gibi suyu şaraba dönüştürmüştü…Ve bu mucize Dionysos inanlılarınca sürekli dile getiriliyordu…Yuhanna incili yazarları bu mucizeyi kendi tanrıları olan İsa’ya uyarlayıverdiler.. Peki İsa’nın üçüncü gün ölümden dirilmesi anlatımı nereden geliyordu? Bu fikir orijinal miydi? Hayır değildi.. Bu fikrin kaynağı da pagan Dionysos kültüdür… Dionysos’un dirilmesi ile ilgili farklı anlatımlar vardır…Çoğunda Dinysos ölür gömülür ve sonra ölümden dirilir!! Hatta Dionysos’un ölümden dirilmesi bu pagan dininin taraftarlarınca her yıl kutlanıyordu…. İncil yazarları da bu “ölüp dirilme” hikayesini Dionysos’tan alıp İsa’ya uyarladılar.. Ayrıca Grek pagan dinlerinde MÖ 400 yılından itibaren “pharmakos” kavramı önem kazandı..Pharmakos “günah keçisi” anlamına gelir… (en.wikipedia.org/wiki/Pharmakos) Dionysos’da kutsal “pharmakos” idi…Yani aynı İsa gibi kaderinde acı çekmek ve “insanların iyiliği için” insanların menfaati için ÖLMEK vardı,ölmesi gerekiyordu…İnsanların günahlarını kanıyla affettiriyordu…(bkz.”İsa gizemleri” adlı kitap) İncilin yazarları da aynı teolojiyi İsa’ya uyarladılar…Böylece İsa’nın da ölmesi günahları bağışlatmak için kurban olması gerekiyodu…Yani pagan dininden alıp hristiyanlığa koydular..(ilk önce Pavlus koydu) Hristiyanlığın ikinci kaynağı ise Mitracılık idi…Bu da Dionysos kültü gibi bir gizem kültü idi…Pek çok bilim adamı ve yazar Mitraizmin hristiyanlığı doğrudan etkilediğini söylemektedir… Bazı hikayelerde bazı ayrıntı farklılıkları olsa da Roma Mitrasının da Hristiyan İsası ile benzeşen pek çok yönü vardır.. Mitracılığın Roma versiyonunda (İran değil sadece Roma Mitra versiyonlarında Mitra ölür ve dirilir) Mitra ölüp dirilmiştir…Kendini insanlık uğruna “feda” etmiştir…Dirilişi pagan taraftarları tarafından kutlanmıştır.. Ayrıca genel olarak pagan dini inanırlarının önderlerinin giyim tarzları da bugünkü katolik ve ortodokslarınkine benziyordu çok şaşaalıydı…Tapınaklarının süslemeleri de bugünkü katolik ve ortodokslarınki gibi çok süslü ve görkemli idi… haç ve “balık” sembollerinin zaten pagan kökenli oldukları biliniyor… Çeşitli hristiyan sanatları resimleri de direkt Mitracılık ve Dionysos sanatlarından ayrıca çeşitli pagan Yunan dini sanatlarından gelir.. İsis.. Mısır tarihinin başından sonuna kadar, İsis, Mısır’ın en büyük tanrıçası olmuştur. Yararlı bir tanrıçadır ve sevgisi tüm yaşayan canlıları kapsayan bir annedir. Kimi zaman başı üzerinde yer alan bir yıldız ve beyaz tacıyla, kimi zaman da kucağında çocuğunu emzirir, süt verir halde tasvir edilen ve Mısır metinlerinde Sirius gibi “vericilik” özelliğiyle nitelenen İsis, aynı zamanda Osiris’in beden parçalarını bir araya getirmeye çalışan bir ilahedir. Şefkatli bir anne gibi verici olan İsis’in diğer belirgin özellikleri sorumluluk taşıması, vazifesine bağlı olması ve sadık kalmasıdır (Ona tapınma Mısır’ın sınırlarının çok ötesinde İngiltere’ye bile yayılmıştır.) Aslında, erken Hristiyanlık, O’nun bazı özelliklerini Bakire Meryem’e atfetmiştir. Şevkatli ve koruyucu anne olarak, onun kültüne yakın olan doğu insanlarına İsis çekici gelmiştir. Hiç kuşkusuz, birçok Madonna ve çocuk ikonaları, çocuğu Horus’u emziren İsis görüntülerini çağrıştırır HORUS VE İSA Hıristiyanlıktaki teslis inancının (üçleme – Baba, Oğul ve Kutsal Ruh) da başka inançlardan alındığı bellidir. Mısır inançlarında da teslis vardır. Bu teslis inancı Hz. İsa’dan yaklaşık üç yüz yıl kadar sonra hıristiyan inancına uyarlanmıştır. “Antik Tanrı” dedikleri İsis’in heykelcik ve resimleri Meryem Ana ve Çocuğuna dönüşmüştür. Horus Mısır’da Tanrının oğlu idi. Hıristiyan kilisesi ve eski Mısır arasında inanılmaz bağlantılar vardır. Hz. İsa dünyanın ışığı idi. Horus’da dünyanın ışığıdır. Hz. İsa bakire Meryem’in oğlu. Horus’da bakire İsis’in oğludur. Hz. İsa’nın 12 havarisi vardır. Horus’un da 12 takipçisi vardır. Meryem’in kucağında İsa’yı tasvir ettiği resim ile Mısırlıların İsis’i kucağında Horus’u tasvir ettiği resim ayrıdır. (Burada müdahale etmem gerekiyor..Horus "bakire ana"dan doğmamıştır. Babası Osiris'in ölümünden sonra, annesi İsis'in büyü gücüyle, Osiris ve İsis'in oğlu olarak, ama, "babasız" olarak doğmuştur. ) Aynı şekilde Mitra, Diyonissos, Attis, Krişna aynı özellikleri gösterir. Hepsinin doğumu 25 Aralıktır ve hepsi çarmıha gerilmiştir..(Krishna=Hindistan) ........... (Not: Bu araştırmalar sırasında, bizim hıristiyanlığın sembolü olarak bildiğimiz "haç" ın, hıristiyanlıktan çok daha eski bir sembol olduğuna dair de, pek çok kaynakla karşılaştım,ama, bunun o kadar önemli bir ayrıntı olmadığını düşünüyorum..)

Asiye Utku

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...