6 Şubat 2012 Pazartesi

“Biz, siz Müslümanlarla aynı Allah’a inanıyoruz” derse, biliniz ki bir misyonerdir ve yalan söylüyordur.

Hayır, sizinle aynı Allah'a inanmıyoruz!
Kanal 7’de Mustafa Karataş Hoca, bir vatandaşın kendisine, “Hocam, Müslümanlıktan Hıristiyanlığa geçersem günaha girmiş olur muyum?” diye soran bir elektronik posta gönderdiğini söylüyor.
Ve bizim yüreğimiz “cız!” ediyor
Adam dinden çıkıyor, cennetten cehenneme geçiyor, “Günaha girmiş olur muyum?” diye soruyor.
Peki, niye?

Niye olacak, Türkiye bir misyonerler cenneti oldu da onun için.

Niye olacak, misyonerler tarafından, “Hepimiz aynı Allah’a inanıyoruz!” yalanı söyleniyor ve bazı Müslümanlar tarafından bu “misyoner yalanı” tasdik görüyor da ondan.

 Niye olacak, toplum nazarında itibarı yüksek kimi isim ve kalemler tarafından, “Hıristiyanlar da cennete girecektir” deniyor da ondan.

Niye olacak, “Hıristiyanlarla amentüde ittifakımız var” görüşü Müslüman Türk milletine benimsetilmeye başlandı da ondan.

Niye olacak, “İbrahimi dinler” kavramı ile Hıristiyanlık Müslümanlıkla aynı kefeye kondu, sanki, yok birbirlerinden farkı, zannı Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar yayılmaya başladı da ondan.
Dostlar, üniversite camiasında, kimi evlerde, kimi toplantılarda bu konuda ne kadar tehlikeli sularda geziniliyor bir bilseniz
Başa dönecek olursak..
Şunu bilelim ki, biz Müslümanlar Hıristiyanlarla asla aynı Allah’a inanmıyoruz. ZAten bizim inandığımız Allah’a da onlar inanmıyor. Bu konuda ister Müslüman ister bir Hıristiyan, “Biz aynı Allah’a inanıyoruz” dediğinde doğru söylemiyor. Çünkü Hıristiyan, Hz. İsa’yı tanrı kabul ediyor. Tanrı annesi olarak kabullendikleri için Hıristiyanlar, Hz. Meryem’i de tanrı kabul etmektedirler. Şimdi biri çıkıp hayır böyle bir şey yok derse, o kişi Kur’anı inkar etmiş demektir. Çünkü, Maide suresinde (5/116) Cenab-ı Allah, İsa aleyhisselam’a şöyle sesleniyor:
Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara: ’Beni ve anamı, Allah’tan başka ilah bilin’diye sen mi dedin?
Demek ki neymiş?
Demek ki Hıristiyanlar Hz. İsâ ve Hz. Meryem’i ’Allah’tan başka Allah’kabul ediyorlarmış. Bunu ben söylemiyorum. Bunu bir şeyh, bir profesör değil, bunu Allah söylüyor. Şimdi biri çıkıp, Hıristiyanların öyle bir iddiası yok demek, “Allah yalan söylüyor!” demektir.
Rabbinin bu sorusuna İsa(a) şu cevabı veriyor
Haşa!; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim, Sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zatında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca Sensin!
Peki İsA(a), “Beni ve anamı Allah’tan başka Allah bilin değil dememişti de ne demişti? Bunu da Maide suresinin 117’inci ayetinde Allah(c.c.) bizlere doğru şekliyle bakınız nasıl öğretiyor
İsa aleyhisselam
Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim. ’Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz Allah’a kulluk edin’dedim
Evet, İsa doğruyu söyledi amma sonrakiler ve özellikle Pavlus İsâ’nın Allah’tan aldığı ve aldığı gibi naklettiğini bozdu, bugünkü hale getirdi.
Bir Müslüman için gerçek sadece budur.
Buna rağmen bir Hıristiyan çıkıp, “Biz, siz Müslümanlarla aynı Allah’a inanıyoruz” derse, biliniz ki bir misyonerdir ve yalan söylüyordur. Ona bu yalanı söylemesini, Hz. İsa yani Allah’ın dinini üç tanrılı dine çeviren Pavlus şu sözleri ile telkin etmiştir
Ben özgürüm, kimsenin kölesi değilim. Ama daha çok kişi kazanayım diye herkesin kölesi oldum. Yahudileri kazanmak için Yahudilere Yahudi gibi davrandım. (..) Güçsüzleri kazanmak için güçsüzlerle güçsüz oldum. Ne yapıp ne edip bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum.
İşin aslı budur.
Bir Hıristiyan bir Müslüman’a “Seninle aynı Allah’a inanıyoruz” ve “Hz. Muhammed de peygamberdir” dediğinde Pavlus’un yap dediğini yapıyor, tuzağa düşürmek için sana yalan söylüyordur. Çünkü Hz. Muhammed’i Peygamber olarak kabul ettiği an, “Hak geldi, batıl zail oldu (İsra/81)” hükmünce üç Allahlı inancını terk edip, Allah’ın dini İslam’a girmesi bir mecburiyet olur
Sizinle aynı İsa'ya da inanmıyoruz!
” denildiğinde bir Müslüman bir Hıristiyan’a içten ve samimiyetle, “O bizim de peygamberimiz!” der.
Çünkü Müslümanlar İsa Aleyhisselam dahil bütün peygamberlere iman ederler. Bu inanç onun amentü esaslarındandır.
Musa aleyhisselamdan Şit, İbrahim Aleyhisselamdan Şuayip Aleyhisselama kadar ismi Kur’anda geçen geçmeyen bütün peygamberlere inanmayan, tasdik etmeyen bir kişi Müslüman olmuş sayılmaz. Bir Müslüman bir Hıristiyan’a, “İsa aleyhisselam bizim de Peygamberimiz” dediğinde onunla ortak bir yönü olduğunu vurgulamak ister, lakin Hıristiyan açısından durum Müslüman’ın zannettiği gibi değil, bilakis tam tersidir.
Çünkü bir Hıristiyan için İsa demek peygamber demek değil, Rab demek, Allah demektir. Sen, “İsa bizim de peygamberimiz” derken onu sevindirmek istediğini zannediyorsun amma aslında onu kızdırıyorsun, çünkü sen onun Allah dediğine kul, sen onun Rab dediğini Peygamber seviyesine indiriyorsun. Senin için bir kul, bir peygamberin Allah olduğunu kabullenmen nasıl akıl dışı bir şey ise bir Hıristiyan için de İsa’yı Rab ve Allah olmaktan kulluk derecesine indirmek işte öyle imkansız, işte öyle tahammül edilmez bir şeydir
Şimdi cevap ver bakalım
 Senin inandığın İsa ile bir Hıristiyan’ın inandığı İsa aynı İsa mıdır?
Hıristiyanlar da cennete gidecek diyen kimi Müslümanlar, İsa eşittir Allah diyen Hıristiyanlar için Allah’ın şu ayetini bilmiyor olabilirler mi
Muhakkak ki, ’Allah, ancak Meryem oğlu İsa Mesih’tir’diyenler, kafir olmuşlardır.
Ve Allah (c.c.) ayetin devamında “İsa Allah’tır” diyenlere o gün Hz. Muhammed’in, bugün de bizlerin şu soruyu sormasını emrediyor
Onlara de ki : ’Allah, Meryem oğlu İsa Mesih’i, anası ve bütün yeryüzündekileri helak etmek isterse, O’na kim engel olabilir? ‘Göklerin ve yerin ve her ikisi arasındakilerin mülkiyeti sadece Allah’a aittir. O, dilediğini yaratır. O’nun her şeye gücü yeter. (Mâide, 17)”
Yani Allah (c.c.) sizin Rab, sizin Allah dediğiniz İsa’yı ve onun annesi Meryem’i istediğim an helak edebilirim, buna İsa ve annesi dahil, kim engel olabilir. Onlar ölümlüdür, ölümlü olan biri hiç Rab olabilir mi demektedir
Hıristiyanların inandığı İsa çarmıha gerilmiş bir İsa, Müslümanların inandığı İsa ise Allah’ın çarmıha gerdirmediği, göklere yükselttiği bir İsa’dır. Hıristiyanların İsa’sı ölmüş, gömülmüş, cehennemlere inmiş, üç gün sonra canlanmış, göklere çıkmış haşa Baba Tanrı’nın sağına oturmuş bir İsa’dır. Müslüman’ın İsa’sı ölmemiş, gömülmemiştir. Müslüman’ın İsa’sının üç günlüğüne de olsa Cehennem’de ne işi vardır! Müslüman’ın İsa’sı Allah’ına “sağ” ve “sol” gibi cenah izafe etmez. Hıristiyanların İsa’sı bir yandan Allah İsa’dır diğer yandan insanların günahlarına kefaret olmak için çarmıha gerilmekten cehenneme girmeye kadar bir sürü işkenceyi kendine reva görülen bir İsa’dır
İsa gerçekten Rab İsa, İsa gerçekten Hıristiyan’ın İsa’sı Allah İsa olsa kendine cehennemi layık görür mü ve yarattıklarını affetmesi için böylesine dolambaçlı yollara ihtiyaç duyar mı?
“Affettim” der olur, biter.
Şimdi, “Hıristiyanlarla aynı İsa’ya inandığını zanneden” Müslüman’a soruyoruz
 Gerçekten senin İsa’n ile Hıristiyan’ın İsa’sı aynı İsa mı?”
Değil
Zaten bunun böyle olmadığını Hıristiyan misyoner biliyor, biliyor amma, Pavlus’un Korintoslulara yazdığı mektupta söylediği gibi, “Özgürüm, kimsenin kölesi değilim. Ama daha çok kişi kazanayım diye herkesin kölesi oldum. Güçsüzleri kazanmak için güçsüzlerle güçsüz oldum. Ne yapıp edip bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum” öğretisi gereği, susuyor, içinden geçenleri sana söylemiyor
Özetle.
Hıristiyan kendi inancının, Müslüman kendi inancının insanı cennete götürdüğüne inanır..
Bu normaldir ve “Herkesin dini, kendine”dir.
Amma Müslüman’ın İslam’ın ve Hıristiyan’a bakışını ve bir Hıristiyan bir misyonerin de bir Müslüman’a bakışını doğru bilmesi gerekir.
Paganizm ve Hristiyanlık
Hristiyanlığın aslında Yunan bir pagan dini olduğu günümüzde aralarında hristiyanlığı bırakmış sayısız rahip(Dan Barker gibi) ve eski hristiyan yazarlar tarafından dile getirilmektedir.(örnek olarak Tom Harpur, Timothy Freke,Arthur Weighall gibi)
Hristiyanlık, aslında yahudiliğin hellenileştirilip(hellenizm), Pagan/putperest dinine dönüştürülmüş halidir.
İncil’in içinde pek çok pagan öğesi bulunmaktadır.İsa’dan önce de ölen ve dirilen pagan Tanrıları vardı.
Greko Romen etkisinde büyümüş hristiyanlık da bu Greko Romen pagan dinlerinin devamı niteliğindedir.
(Greko Romen pagan inançları hristiyanlığı öyle etkilemiştir ki İncil bile İsa’nın konuştuğu dil olan Aramice ile değil, grekçe yani Yunanca ile yazılmıştır)İsa’nın “Tanrı oğlu” yahut “Tanrı’nın özünden Tanrı”…vs olması,İsa’nın kanıyla günahlardan/suçlardan arınma fikri(İbraniler 13:12,Rom 3:25-26..vs) ,İsa’nın ölüp dirilmesi ve şeytana karşı “zafer”kazanması ve daha pek çok öğe, Hellenistik dönemde oluşmuş Greko Romen Pagan dinlerinin ayrıca bunlara bağlı mistik gizem kültlerinin etkileri sonucudur.
Hristiyanlığı direkt olarak etkileyen pagan Yunan tanrılarından biri Dionysos idi,Dionysos Greklerde “şarap Tanrısı” idi.
Bu gizem kültünün MÖ 300-200 yıllarında oluşup çok hızlı bir şekilde yayıldığı söylenmektedir.Dionysos Roma’da Bakkhus ile özdeşleştirilmişti.
Dionysos da 25 Aralıkta doğmuştur, geleneğe göre İsa’da 25 Aralıkta doğmuştur.
İncil’deki bölümlerin hepsi Grek pagan dinleri etkisinde Grekçe yazılmış metinlerdir.
Ama bütün incillerin arasından Grek pagan etkilerinin, gizem kültleri etkilerinin en çok görüldüğü İncil “Yuhanna incili”dir.Pavlus’un mektupları da aynı şekilde Grek pagan inançlarından büyük oranda etkilenmiştir.Bu incili paganlıktan dönmüş kişilerin yazdığı sanılmaktadır(olasılıkla Efesliler)Yuhanna incilinde paganizmden kaynaklanan pek çok “mistik” ve “gizem” anlatımları bulunmaktadır.Örneğin incildeki şu gizemli ve mistik anlatım:
‘’Yu 6:53 İsa onlara şöyle dedi: «Size doğrusunu söyleyeyim, İnsanoğlu’nun bedenini yiyip kanını içmedikçe, sizde yaşam olmaz.
Yu 6:54 Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim.
Yu 6:55 Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir.
Yu 6:56 Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda.'’
(benzeri anlatımlar Pavlus’un mektuplarında da bulunur)
Bu oldukça “tuhaf” sayılabilecek ayetlerin yahudi kaynaklı olmadığı bilim adamlarınca belirtilmiştir.
Greklerin pagan Dionysos ve Attis kültüdür.
Bu ayin bir pagan ayiniydi,Dionysosçular da sembolik olarak (hatta bazen bir hayvanı kurban ederek onun etini sembolleştirip) Dionysos’un etini yiyip kanını içiyorlardı.Bu sembolik ayin ile Dinysos’un ruhuyla birleştiklerine,ölümsüz olduklarına, arınıp yeniden doğduklarına..vs inanıyorlardı.
(Prof.Barry Powell’in belirttiği gibi bugün kiliselerin hepsinde gizem kültlerine ait bu eski pagan ayini yapılmaktadır;özellikle katolik ve ortodoks kiliselerinde ekmek bölünür,İsa’nın eti ya da bedeni denilerek yenir. Kırmızı şarabın, gerçekten İsa’nın kanına dönüştüğüne inanılır “İsa’nın kanı” diyerek içilir.)
Yuhanna incilinin yazarı (yahut yazarları) da Paganların bu ayinini, İsa’ya uyarlamışlardır.
Ayrıca sadece Yuhanna incilinde bulunan (çünkü yuhanna incili Pavlus’un mektuplarıyla beraber Paganizmden en fazla etkilenmiş yazıdır) ilginç başka bir hikaye daha vardır:
‘’Yu 2:7 İsa hizmet edenlere, «Küpleri suyla doldurun» dedi. Küpleri ağızlarına kadar doldurdular.
Yu 2:8 Sonra hizmet edenlere, «Şimdi bundan alın, şölen başkanına götürün» dedi. Onlar da götürdüler.
Yu 2:9-10 Şölen başkanı, şaraba dönüşmüş suyu tattı.'’
“Suyu şaraba dönüştürme”.İlginç bir mucizedir.
Bu ayetin kökeni de şarap Tanrısı Dionysos’tan gelmektedir.
Dionysos da aynı İsa gibi suyu şaraba dönüştürmüştü…
Ve bu mucize Dionysos inanlılarınca sürekli dile getiriliyordu.
Yuhanna incili yazarları bu mucizeyi kendi tanrıları olan İsa’ya uyarladılar.
İsa’nın üçüncü gün ölümden dirilmesi anlatımında da;
Bu fikrin kaynağı da pagan Dionysos kültüdür.
Dionysos’un dirilmesi ile ilgili farklı anlatımlar vardır;çoğunda Dionysos ölür gömülür ve sonra ölümden dirilir.Hatta Dionysos’un ölümden dirilmesi bu pagan dininin taraftarlarınca her yıl kutlanıyordu.
İncil yazarları da bu “ölüp dirilme” hikayesini Dionysos’tan alıp İsa’ya uyarladılar.
Ayrıca Grek pagan dinlerinde Mö400 yılından itibaren “pharmakos” kavramı önem kazandı.Phamakos “günah keçisi” anlamına gelir.
Dionysos’da kutsal “pharmakos” idi.
Yani aynı İsa gibi kaderinde acı çekmek ve “insanların iyiliği için” insanların menfaati için ÖLMEK vardı,ölmesi gerekiyordu.İnsanların günahlarını kanıyla affettiriyordu.
İncilin yazarları da aynı teolojiyi İsa’ya uyarladılar,böylece İsa’nın da ölmesi günahları bağışlatmak için kurban olması gerekiyodu.Yani pagan dininden alıp hristiyanlığa koydular.
(ilk önce Pavlus bu pagan fikrini hristiyanlığa geçirdi)Hristiyanlığın ikinci kaynağı ise Mitracılık idi.Bu da Dionysos kültü gibi bir gizem kültü idi,pek çok bilim adamı ve yazar Mitraizmin hristiyanlığı doğrudan etkilediğini söylemektedir.Bazı hikayelerde bazı ayrıntı farklılıları olsa da Roma Mitrasının da Hristiyan İsası ile benzeşen pek çok yönü vardır.
Mitracılığın Roma versiyonunda (İran değil sadece Roma Mitra versiyonlarında Mitra ölür ve dirilir) Mitra ölüp dirilmiştir,kendini insanlık uğruna “feda” etmiştir.
Dirilişi pagan taraftarları tarafından kutlanmıştır.
Ayrıca genel olarak pagan dini inanırlarının önderlerinin giyim tarzları da bugünkü katolik ve ortodokslarınkine benziyordu, çok şaşalıydı.
Tapınaklarının süslemeleri de bugünkü katolik ve ortodokslarınki gibi çok süslü ve görkemli idi.Haç ve “balık” sembollerinin zaten pagan kökenli oldukları biliniyor.
Çeşitli hristiyan sanatları resimleri de direkt Mitracılık ve Dionysos sanatlarından ayrıca çeşitli pagan Yunan dini sanatlarından gelir.
Hristiyanlığın bugünkü şeklini almasında en büyük pay sahibi olan Pavlos'un, bütün risalelerinde kin ve nefret kusulmasıdır.

Hristiyan misyonerleri dinlerini yaymak üzere propaganda yaparlarken ençok Hristiyanlığın sevgi, saygı, şefkat ve merhamet dini olduğunu ileri sürerler.
Bu iddialarını ispat etmek için İncillerden bu iddiayı destekleyen özel pasajları seçip bunları örnek olarak gösterirler.
Mesela: "Biri gelip bir yanağına vurursa öbür yanağını da çevirip ona da vurmasını sağla"; "Dostlarını sevdiğin gibi düşmanlarını da sev" gibi ifadelerin arkasına saklanan Hristiyan misyonerleri, bu dinin ve incillerin, tamamı ile sevgi, saygı, şefkat ve merhamete dayalı olduğu intibaını uyandırmaya çalışırlar.
Halbuki İncillere kısaca bir göz attığımız zaman durumun hiç de misyonerlerin dediği gibi olmadığını kolayca görürüz.
Evet incillerde sevgi, saygı, şefkat ve merhamet ile ilgili bazı ifadeler vardır, ancak bunlar incillerde çok az bir yer kaplamaktadırlar. Gerek incillerde ve gerekse Kitab-ı Mukaddesin diğer bölümlerinde kin, nefret, düşmanlık ve intikam duyguları öylesine çok yer kaplamaktadır ki, bunlar sevgi ve şefkat ile ilgili olarak mevcut olan birkaç satırın etkisini tamamen yok etmektedir.
Dört İncilde ve Yeni Ahidin diğer kitaplarında yer alan kin ve intikam duygusu aşılayıcı pasajlar yüzünden Hristiyan dünyası bir türlü savaşsız edememektedir. Asırlarca süren Haçlı Seferlerinin kaynağı, İnciller ve Pavlos'un Mektuplarıdır. Haçlı Seferleri sırasında Hristiyan ordusu, sadece Hristiyan olmayanlara saldırmamış, bunların yanısıra sefer sırasında gelip geçtikleri yerlerdeki Hristiyan halka da zulüm ve işkenceler yapmışlardır.
Hristiyan batı dünyası kan dökme ve zulüm ihtirasını muharref İncillerden almıştır. Çünkü İncillerde Hz. İsa'nın şöyle söylediği iddia edilmektedir: "Ben dünyaya ateş almaya geldim, eğer şimdiden tutuşmuşsa daha ne isterim...Dünyaya selamet getirmeye mi geldim sanıyorsunuz? Size derim ki hayır; fakat daha doğrusu ayrılık getirmeye geldim. Çünkü bundan sonra bir evde beş kişi olacak, üçü ikiye, ikisi de üçe karşı ayrılacaklar". Luka İncilinde geçen bu pasaja göre Hz. İsa, yer yüzüne sevgi ve şefkat getirmeye değil, aksine ateş atmaya, fitne fesat çıkarmaya, insanlar arasına ayrılık sokmaya, beş kişilik bir toplulukta dahi tesanüd ve ahengi yoketmeye gelmiştir.
İncillere göre Hz.İsa, barıştan yana bir kimse değildir, incillerde o, kılıç ve savaş çığırtkanlığı yapan bir kimse olarak takdim edilir. Matta'da bu durum açıkça görülmektedir. "Yer yüzüne selamet getirmeye geldiğimi sanmayın, ben selamet değil, fakat kılıç getirmeye geldim." Naklettiğimiz bu ifadeler bizzat incillerde yer almaktadır. Asırlardan beri bu duygularla beslenen Hristiyan batı dünyası, bu duyguların etkisi ile kendi aralarında on yıl, yirmi yıl, otuz yıl, hatta yüzyıl süren savaşlar yapmışlar ve sürekli olarak kan dökmüşlerdir. Hristiyanlar kılıçla, silahla insanları yoketmeyi, mahvetmeyi muharref İncillerden ilham alarak ve Hz.İsa'nın direktifleri doğrultusunda gerçekleştirmişlerdir. incillerin naklettiğine göre Hz.İsa, kendisine inanmayan, yani Hristiyan olmayan insanları ölü olarak kabul etmektedir. Dolayısı ile ölü mesabesinde olan insanları öldürülmesinde hiçbir mahzur yoktur.
Bu konuda Matta İndlinde şu ifadeye rastgeliyoruz: "Şakirtlerden bir başkası İsa'ya dedi: Ya rab! bana izin ver, önce gideyim ve babamı gömeyim, fakat İsa ona dedi: Benim ardımca gel, ölüleri bırak, kendi ölülerini gömsünler". Hz. İsa'nın, babası ölen öğrencinin, babasının cenazesini kaldırmak üzere izin istemesine karşılık ona vermiş olduğu bu cevap ve gerekli izni vermeyişi İncillerdeki insan sevgisinin mahiyetinin ne olduğunu açıkça göstermektedir. Ayrıca bu olay, hem Hz.İsa'nın (Muharref İncillere göre) ana babaya karşı sevgisizliğini ortaya koymakta, hem de "Bırak ölüleri, kendi ölülerini gömsünler" demek sureti ile kendisine inanmayan, yani Hristiyan olmayan insanları ölü saydığını ispat etmektedir.
Muharref İncillerde şekillenen bu kin ve nefret, Hz.İsa'mn çarmıha gerilmesi hikayeleri ile zirveye ulaşmıştır. Dört İncilin de son kısmında yer alan çarmıha gerilme hikayesi, Hristiyanların kalbinde Hristiyan olmayan insanlara karşı, özellikle Yahudi ve Putperestlere karşı sönmez bir kin, buğz ve nefret duygusu uyandırmakla kalmamış, aynı zamanda Tanrı'ya karşı bir isyan ve galeyan meydana getirmiştir. Muharref İncillerdeki okudukları satırlardan, "Eloî, Eloî lama sabaktanî" (Tanrım, Tanrım! Niye beni terkettin) diye çarmıha gerildiği sırada Allah'a isyan eden Hz.İsa'yı, ellerinden, ayaklarından ve başından çivilerle ağaçlara çakılmış, orada susuzluktan ve acıdan inliyor olarak tasavvur eden Hristiyanlar, İncillerin takdim ettiği Hz. İsa'nın hissettiklerinin aynısını hissederek Allah'a isyan etmekte ve Hz.İsa'nın intikamını almak üzere bütün dünyayı ateşe vermekten çekinmemektedirler. Her pazar günü ayin için kiliselere götürülen küçük çocuklar, çarmıha gerilmiş İsa tasvirlerini gördükçe daha o yaşlardan itibaren, kalpleri İsa düşmanlarına karşı kin ve nefretle dolmakta ve onlar büyüdükçe kalplerin-deki bu kin ve nefret de onlarla birlikte büyümektedir. Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi olayı, bir yandan onu çarmıha gerenlere karşı kin ve nefret duygusu uyandırırken, öbür yandan çarmıhta İsa'yı terkeden Allah'a karşı şuur altında (Hz.İsa'yı çarmıhta terketmesi yüzünden) bir isyan ve nefret duygusu uyandırmakta ve Hristiyanları, Allah'ın Hz. İsa'ya karşı bir haksızlık yaptığı hissine sevketmektedir.
Hristiyanlıktaki "Ekmek Şarap Ayini" de Hristiyanların şuur altlarına gizli bir sadizm ve kan dökücülük duygusunu yerleştirmektedir. Şarabın, Hz. İsa'nın kanını, ekmeğin de onun etini temsil ettiğini İnciller haber verdiğine göre, Ekmek Şarap Ayininde bir yandan et yendiği, öbür yandan kan içildiği duygusunu yıllarca hissederek büyüyen Hristiyan çocuklar, insan öldürmekten ve kan dökmekten korkmaz hale gelmektedirler. Kiliselerde sürekli olarak İsa'nın etini yediğini ve kanını içtiğini hayal eden her Hristiyan, artık İsa'nın intikamını almak için kan dökmekten ve insan öldürmekten asla çekinmez olmaktadır.
M.S. ilk asırlarada Hristiyanlara yapılan zulüm ve iş-kencelere mukabil, Hristiyanların, M.S. dördüncü asırdan itibaren başlatıp günümüze kadar sürdürdükleri zulüm ve işkencelerin, savaşların ana kaynağı, onların Kitâb-ı Mukaddesidir. Çünkü kin ve nefret sadece incillerde ve Yeni Ahidin diğer kitaplarında değil, hemen hemen Kitâb-ı Mukaddesin bütün kitaplarında işlenen ana mevzu durumundadır.
Hristiyanlığm bugünkü şeklini almasında en büyük pay sahibi olan Pavlos'un, bütün risalelerinde kin ve nefret kusulmaktadır. Pavlos, Romalılara yazmış olduğu mektubunda günahkarların katledilmesine şöyle fetva vermektedir: "Bütün haksızlık, kötülük, tamah ve şerirlikle dolmuş olarak, haset, katil, zina, hile, huysuzluk ile dolu, kötülük söyleyenler, zemmamlar, Allah'ın menfurları, küstah, kibirli, övünü-cü, kötü şeyler mucidi, ana babaya itaatsiz, anlayışsız, sözünde durmaz, tabii sevgiden mahrum ve merhametsizdirler.

Bu gibi şeyleri işleyenler ölüme müstehaktırlar".
Pavlos'a göre sayılan günahları işleyenleri öldürmek gerekir. Yine Pavlos, Titus'a yazmış olduğu mektupta şöyle söylemektedir: "Nizamsız, boşboğaz, aldatıcı birçok kimseler, bilhassa sün-netlilikten olanlar vardır, onların ağzını kapatmak lazımdır...Onlardan kendilerinin peygamberi olan biri demiştir: 'Giritliler daima yalancı, kötü canavarlar, tembel oburlardır.' Bu şehadet gerçektir...Fakat murdar olanlara ve imansızlara hiçbir şey temiz değildir". Pavlos burada açıkça Hristiyan olmayan imansızların murdar olduğunu, onların hiçbir şeylerinin temiz olmadığını iddia ettiği gibi, Girit halkını hedef alarak onlar hakkında başka bir şahsın söylemiş olduğu sözlerin doğru olduğunu, yani Giritlilerin yalancı, kötü canavarlar olduklarını ifade etmektedir. Hz. İsa'nın Kudüs şehrini hedef almasına benzer şekilde Pavlos da Girit adasını ve Giritlileri hedef almaktadır.

Pavlos'un, diğer mektuplarında da insanlar hakkında aşağılayıcı karanlık tablolar çizdiği görülmektedir. Pavlos'a göre "İnsanlar, kendilerini seven, parayı seven, övünücü, mağrur, küfürbaz, ana babaya itaatsiz, nankör, murdar, şefkatsiz, imansız, iftiracı, nefsine mağlup, azgın, iyilik düşmanı, hain, inatçı, kibirli, zevki Allah'tan ziyade seven, takva sureti-ni gösterip, onun kuvvetini inkâr edenlerdir". Pavlos'un bu ifadesine bir de Hz. İsa'nın şu ifadesini eklediğimiz zaman Hristiyanlığın insanlara bakış açısını tam olarak tesbit etmiş oluruz. Muharref İncillere göre Hz. İsa şöyle söylemektedir: "Benden evvel gelenlerin hepsi haydut ve hırsızdır". Pavlos'un dediklerine paralel olarak İncillerde Hz.İsa'ya nisbet edilen bu sözler, herşeyi açığa çıkarmaktadır.
Şimdi insafla sormak lazımdır: Kadınları, ellerinde hiçbir delil olmadığı halde cadılıkla suçlayıp ateşte yakan, ruh ve akıl hastalarını, vücutlarına cin girdiği düşüncesi ile asırlarca sopa ile tedavi etmeye çalışan, kiliseye karşı geldikleri iddiası ile bazı masum insanları engizisyon mahkemelerinde sorgusuz sualsiz ölüme mahkum eden bu dinin, yukarıda aktarılan pasajları gördükten sonra sevgi, bağış ve şefkat dini olduğunu söylemek mümkün olabilir mi?
Batılı bazı araştırmacılar, İncillerde ve Kitâb-ı Mukaddes'in diğer bölümlerinde ekilmiş bulunan bu kin ve nefret tohumlarını görmezlikten gelerek eserlerinde Hristiyanlar ve Hz. İsa hakkında masum sevgi ve şefkat hikayelerine yer vermektedirler. Onlara göre Hz. İsa bir psikiyatristtir, o sevgi ve şefkat sembolüdür. Bütün insanları anne sevgisi ile sevmektedir. O, Bütün Hristiyanlara anne sevgisi ile sevmeyi, karşılıksız olarak sevmeyi öğretmiştir. Çocuklar anne ve babadan ne kadar nefret ederlerse etsinler, anne ve babanın çocuklara karşı sevgisi nasıl azalmıyorsa, Hz. İsa'nın da insanlara karşı olan sevgisi aynı şekilde azalmıyormuş. Dolayısı ile bütün Hristiyanlar da Hz. İsa'nın bu karşılıksız sevgisi gibi bir sevgiye sahip imişler. Ernest. M. Ligon, Hristiyan ahlâkına yerleştiğini ve Hristiyan şahsiyetini oluşturduğunu iddia ettiği bu psikolojiye şöyle bir misal vermektedir :
"Hristiyan bir ailenin çocuğu olan Bradley, zaman zaman annesine yardım ettiği için, yapmış olduğu yardımların karşılığını istemek üzere sabah kahvaltısı için sofraya oturunca, annesinin tabağına katlanmış bir kağıt parçası koyar. Annesi sofraya gelip oturunca kağıdı alır ve okur. Pusulada şunlar yazılıdır : Annenin Bradley'e olan borcu için :

Siparişleri getirdiği için 0.25
İyi hali için 0.10
Müzik dersi aldığı için 0.10
Ekstralar için 0.10
Toplam 0.55

Kağıttaki yazıyı okuyan anne hiçbir şey söylemez. Ancak öğle yemeğinde anne, oğlu Bradley'in tabağına 0.55 dolarla beraber bir pusula bırakır. Bu defa pusulada annenin şöyle bir listesi yer almaktadır :
Bradley'in anneye borcu için:

İyi halinden dolayı 0.00 dolar
Kızıl hastalığı esnasında ona baktığı için 0.00
Elbise, ayakkabı, eldiven ve oyuncaklar için 0.00 " "
Ona hazırladığı yiyecekler ve odası için 0.00 " "
Toplam olarak Bradley'in anneye borcu 0,00 " "
Pusulayı okuyan Bradley ağlayarak annesinin boynuna sarılır ve 'Elli beş senti geri al ve bana sevgini ver' diyerek ona yalvarır".
Yukardaki satırların yazarı Ernest Ligon'a göre Hristiyan şahsiyetinin Bradley örneğinde görülen böyle bir sevgi üzerine kurulmasında Hz. İsa'nın sunmuş olduğu sevgi mesajının büyük bir katkısı vardır. Herhalde yazar İncilleri hiç okumamış, Yeni Ahit sayfalarında imansızlarla birlikte günahkarların da öldürülmeleri gerektiğini belirten satırları hiç görmemiştir. Özellikle Hz.İsa'nın annesine, "anne" diye hitabetmeyip, "Kadın, benden sana ne!" diyerek yaptığı hakaretlere hiç şahit olmamıştır. Hristiyanlığı propaganda etmek amacı ile yazılmış olan eserlerde yer alan Hristiyanlıkta-ki sevgi, Hz. İsa'daki sevgi ve şefkat hikayelerini okuduğumuz zaman sanki bu eserlerin, İncilerde takdim edilen Hz. İsa ve Hristiyanlıktan başka bir İsa ve Hristiyanlıktan bahsettiklerini sanmaya başlıyoruz. Nerede Ernest Ligon'un bahsettiği sevgi ve şefkat timsali Hristiyanlık? Bugün elde mevcut İncillerdeki Hristiyanlık, maddeci, sevgisiz, kin ve nefret duyguları ile dopdolu bir Hristiyanlıktır.
Hz. İsa’nın hak olan dini az zaman sonra Yahudiler tarafından sinsice değiştirildi.

İncil’de Allah’ın bir olduğu Hz. İsa’nın Allah’ın kulu ve Resulü olduğu yazılı idi.
Hz. İsa’nın hak olan dini az zaman sonra Yahudiler tarafından sinsice değiştirildi.
Yahudi Bolüs [pavlos] İsevi görünerek hakiki İncil’i yok etti.
Sayısız İncillerin yazılmasına sebep oldu.
Büyük Kostantin bütün İncilleri birleştirmek için miladi 325’te İznik’te 319 papazı toplayıp yazdırdığı yeni İncil’e eski dini olan putperestlikten de birçok şey sokturmuş yeni bir Hıristiyanlık dini kurmuştu.
Hz. İsa’nın ve Barnabas’ın yazdığı İncil’de Allah’ın bir olduğu bildirilmişti.
Eflatun’un 3 tanrı fikri de yeni İncil’e kondu.
Papaz Arius bu yeni İncillerin yanlış olduğunu bildirince aforoz edildi.
Yeni Hıristiyanlık Arius’ün mezhebinden farklı idi. 6 defa meclis kurulup yeni İnciller ortaya çıktı.
Papaz Luther Martin ve Calvin son değişiklikleri yaptı.
Bu yeni İncil’e inanan Hıristiyanlara Protestan denildi.
Böylece Hıristiyanlık iyice değişti.
Yahudiler Hz. İsa’yı katletmek isteyince İncil’i yakıp ortadan kaldırdılar.
O zaman İncil yayılmamış idi.
Çünkü Hz. İsa’nın peygamberlik zamanı 3 yıl olup iman edenler de pek az idi çoğu da okur yazar değildi.
325’te birbirine uymayan 40-50 İncil vardı.
Arius mahkeme edilirken dördü hariç diğer İncillerin yasaklandığı kilise tarihlerinde yazılıdır.
Matta İncili’nin 15. fıkrasında (Milletler yoluna gitmeyin ve Samiriyelilerin şehirlerine girmeyin) denildiği halde 24. babın 14. fıkrasında (İncil bütün milletlere vaaz edilecektir) demektedir.
Bunun gibi sayısız tenakuz vardır.
Hıristiyan bilginleri dört incildeki tezatlar yüzünden şaşkınlık içinde kalıp Ekharn Kiser Haysi Ghabuth Wither Fursen gibi araştırmacılar (İncillerde ihtilaf çoktur) dediler.
Joseph Barnabas’ın yazdığı İncil miladi 325’e kadar İskenderiye kiliselerinde okunuyordu.
Papa 5. Sixtus 1585-1590’daki papalık zamanında bunu İbranice’den İtalyanca’ya tercüme ettirdi.
Prusya kralının müşaviri J.F. Gramer bunu bulup prens Öjene [Eugen’e] hediye etti. Bu ölünce kitaplar Hofbibliyotheke kondu. Bu el yazma İncil Viyana imparatorluk kütüphanesinde hala mevcuttur. Bu İncilde Hz. İsa diyor ki:
Ben günah affedemem günahları ancak Allah affeder.
(Bab 71) Ben Allah’ın resulünün yolunu hazırlamak için geldim.
Bu Resul bir müddet sonra İncil tahrif edilip inananların 30 kişi kadar kalacağı bir zamanda gelir. O zaman Allah elçisini gönderir. Onun başının üzerinde beyaz bir bulut bulunur. O putları kırar. Onun sayesinde insanlar Allah’ı tanır. Ben de hakiki olarak tanınırım. (Bab 72) O resul güneyden gelir. (Bab 96) O resulün adı Ahmeddir. ((Bab 97)
Barnabas İncili Allah’ın bir olduğunu bildirmekte ve teslisi yalanlamaktadır. Bugünkü İncillerde ve Ahd-i atikte de bütün tahriflere rağmen Hz. İsa’dan sonra bir Peygamber geleceği yazılıdır. Yuhanna İncili’nin bu yazısı 1886’da İstanbul’da Boyacıyan Agob matbaasında basılan Kitab-ı Mukaddesin Türkçe tercümesinin s.885’te (O gelince dünyayı günah salah ve hüküm hususlarında ilzam edecektir) deniyor. Buradaki “O”nun Latince aslında (Paraclet) yazılıdır. Bu kelime “teselli edici” demektir. Papazlar her şeye rağmen (benden sonra bir teselli edici gelecektir) ibaresini İncil’den kaldıramadı. Pavlos’un yazdığı ve Hıristiyanların Kitab-ı mukaddesten kabul ettikleri mektuplardan “Korintoslulara 1. mektubun 13/ 8’de (Peygamberler sona erecek diller de kaybolacak [Latince gibi] ilim iptal olacak [Ortaçağ ilmi gibi] ama O kâmil gelince yarım kalan ve kusurlu olan bilgiler ortadan kalkacaktır) deniliyor. [Bu yazı Türkçe Kitab-ı Mukaddeste de vardır.]



Bugünkü Hıristiyanlığın esasları

Hz. İsa 30 yaşında iken Benî İsrail’e peygamber olarak gönderildi. Bozulan Yahudiliğin hükümlerini neshedip yürürlükten kaldırdı. Hz. İsa’ya inanmayan Yahudiler onu Romalılara şikayet etti. Kudüs’teki Romalıların Yahudi valisi Pilatus Hz. İsa’nın yakalanıp çarmıha gerilmesini emretti. Havarilerden biri olan Yehuda onu Romalılara ihbar etti. Askerlerle beraber yerini göstermeye gidince Allahü teâlâ Yehuda’yı Hz. İsa’nın şekline çevirdi. Askerler aradıkları İsa’nın bu olduğunu sanarak Yehuda’yı çarmıha gerdiler. O anda Allahü teâlâ Hz. İsa’yı göğe çıkardı.
Hak din olan İsevilik yayılmaya başlayınca Yahudiler ile Yunanlılar ve Romalılar karşı çıktılar. Bolüs [Pavlos] adındaki bir Yahudi; İsa’ya inandığını söyleyerek asıl İncil’i yok etti. Ortaya çıkan kişiler 12 havariden ve Bolüs’ten işittiklerini yazdılar. Böylece birçok incil meydana geldi. Yunan felsefesi ile yetişen Bolüs Havarilerden Barnabas’ın yakın arkadaşı idi. Bozuk fikirlerini ona da aşılamak istedi başaramayınca açıkça düşmanlığa başladı. Bolüs İsevi görünüp kendisini din âlimi tanıtarak; “İsa Allah’ın oğludur” gibi birçok şeyler uydurdu. Şarabın ve domuzun helal olduğunu söyledi. Bolüs’ün “İsa’nın haça gerilmesi hikmet ve kurtuluştur” diyerek ortaya attığı anlamsız iddia; bugünkü Hıristiyanlığın esas felsefesini teşkil etti. Müslümanların kitaplarından alarak dünyanın güneş etrafında döndüğünü söyleyen Galile incillerdeki yanlış bilgiye göre Engizisyonca müebbet hapse mahkum edildi ve gözleri kör olarak öldü. Bugünkü Hıristiyanlıkta:
1- Her çocuk günahkâr doğar. 2- Hz. İsa oğul Allah’tır. 3- Allah insanların günahını affettirmek için kendi oğlunu haçta öldürtmüştür. 4- İnsanlar Allaha dua edemez. Ancak papazlar dua edebilir ve insanların günahını affedebilirler. 5- Papa günahsızdır. Onun her yaptığı iş doğrudur.
Hıristiyanlığın tekrar doğru yola girmesi için çeşitli çalışmalar yapılmış reformlar meydana gelmiştir. Papaz Luther Protestanlığı kurarak bazı düzeltmeler yapacağım derken Hıristiyanlığı büsbütün bozmuştur. Kilise toplumun maddi manevi bütün hayatına hakim olmuştur:
a) Kilise günahları itiraf ettirir ve papazlar günah çıkarır. b) Hıristiyanlıkta baba oğul ve kutsal ruh adına vaftiz olmak kilisenin emridir. c) Nikah kilisede kıyılır. Kilise dışında yapılan nikah geçersizdir.
Son zamanlarda Hıristiyanlıkta Allah inancı hususunda önemli gelişmeler olmaktadır. Katolik Kilisesinin ve Vatikan’ın ileri gelenleri ve bilim adamlarından meydana gelen bir heyetin 7 yıllık bir araştırma sonucunda hazırladığı Evrensel Kateşizm adlı el kitabında Katoliklerin de İslamiyet’teki gibi “Tek Allah” inancında olmaları gerektiği belirtildi. Papalığın direktifi ile hazırlanan bu kitap 1992’de Fransa’da piyasaya çıktı. Hıristiyanların bu yeni el kitabının şimdiye kadar bu amaçla hazırlanan diğer papalık yayınları arasındaki en önemli farkı Allah inancının “Baba-oğul-Ruhül-Kudüs” şeklinde olmaması gerektiğinin açıkça belirtilmesidir. Kitapta (Allah’a yaratılmış varlıkların sıfat ve suretlerinin hiçbirisi yakıştırılamaz; çünkü Allah tek yaratıcı olup ne erkek ne kadın ne de insandı) denmekte bu yeni inancın İslamiyet’teki Allah inancı gibi olması gerektiği açıkça belirtilmektedir.
İnsan hakları yaratılış esasları ile cinsiyet konuları üzerinde durulan Vatikan’ın bu yeni eserinde; “Huzurlu yaşamanın anahtarı Yaratan’ı benimsemek ve Tek Allah’ın varlığına inanmaktır” denilmektedir. Bu eser bilim adamlarınca bir yaratıcıya inanma açısından çok önemli bir gelişme olarak kabul edilmektedir.



Hıristiyanlığı bozanlar kimlerdir?

Hz. Âdem’den beri gelen Allah’ın dini Hz. İsa’dan sonra nasıl bozuldu? Kim bozdu? Daha önce haram olan şeylerin helal edilmesi nasıl oldu? Üç tanrı inancı nereden geldi?
CEVAP: Fransızların Saint Paul dedikleri Bolüs=Paulus=Pavlos adında bir Yahudi peygamber Yahudilerden gelmedi diye İsevi görünüp kendini din âlimi tanıttı. Hz. İsa’dan sonra ilk işi hakiki İncili yok ettirmek oldu. İsa Allah’ın oğlu dedi. Şarabı ve domuzu helal etti. Kıblelerini Kâbe’den güneşin doğduğu tarafa döndürdü. Allah hem bir hem üç dedi. Yahudi dönmesinin sözleri ilk yazılan dört İncil’e özellikle Luka’nın İnciline karıştı. Hz. İsa’nın sohbetinde bulunan Hz. İsa’nın arkadaşı yardımcısı yani Havarilerden olan Barnabas Hz. İsa’dan işittiklerini doğru olarak yazdı. Fakat bozuk dört İncillere aldananlar fırka fırka ayrıldı. Birbirine uymaz 72 fırka hasıl oldu. Pavlos’un düşmanlığı anlaşılarak Kudüs’te iki kere hapsedildi. Sonra Roma’ya götürüldü. Neron tarafından orada başı kesildi.
Pavlos’un hayatı incelenirse hep Havarileri kötülediği ve onları gözden düşürmeye çalıştığı açıkça görülür. Pek çok Hıristiyan papazı Pavlos’u Hıristiyanlığın tek kurucusu kabul eder. Çünkü bu papazlara göre Hz. İsa ve Havarileri iman ve ibadet bakımından Yahudiliğe [Hz Musa’nın dinine] bağlı kalmışlardır. Pavlos buna karşı çıkmış Yahudilikteki bütün ibadetleri terk ettirmiş böylece Hz. İsa ve Havarilerin bildirdikleri dine zıt bir din ortaya çıkarmıştır. Bu din Havari Petrus’un tebliğ etmeye çalıştığı Nasraniliğin dışında Pavlos’un fikirlerinden meydana gelen bir din oldu. Papazlar Pavlos’u Aziz kabul etmektedir. Pavlos’un yazdığı mektuplar Ahd-i cedid’in sonunda kutsal kitabın bir kısmını teşkil eder. Luka’nın yazdığı Resullerin işleri kısmı Pavlos’un hal tercümesidir. Pavlos’un yazdığı mektuplar da dört İncile ayrılan yerden az değildir. Pavlos’un bildirdiği şeylerin çoğu Hıristiyanlığın iman esaslarını teşkil eder. Mesela der ki: (Günah ruh ve beden için ölüm Hz. Âdem’in yasak olan meyveden yemesi ile başladı. Hz. Âdem’in neslinden gelen bütün bebekler bu günah pisliğine bulaşmış olarak doğdular. Tanrı biricik oğlunu yeryüzüne gönderdi ve Hz. Âdem’den beri gelen günahtan kurtardı.) Pavlos böyle saçma inançla Nasranilikten intikamını almıştır. Hıristiyanlar ise ona hâlâ Resul Pavlos diyerek onu Hıristiyan azizi kabul ederler. Hz. İsa’yı hiç görmemiş bir kimsenin sözleri ile dinlerinin inanç ve ibadet esaslarını tespit ediyorlar. Böyle bir dinin de Allah’ın gönderdiği en son ve en kâmil din olduğunu iddia edebiliyorlar.
İzhar-ül-hak’ta deniyor ki: Pavlos’un çelişkileri çoktur. Resullerin işleri kitabında deniyor ki:
Onunla beraber yolculuk edenlerin nutku tutuldu. Sesi işitiyor ama kimseyi görmüyorlardı. (Bab 9/7)
Benimle beraber olanlar nuru gördüler. Ama bana söz söyleyenin sesini işitmediler. (Bab 22/9]
Bab 26’da ise sesten hiç bahsedilmiyor. Yani üç ifade birbirini tutmuyor. Yine deniyor ki:
Rab ona dedi ki: Kalk şehre gir ne yapman gerekiyorsa sana söylenecek. (Bab 9/ 6)
Rab bana: Kalk Şam’a git orada ne yapılması gerekeceği sana söylenir. (Bab 22/10)
Kalk ayakta dur. Çünkü hem gördüğün şeylerde seni şahit tayin etmek için sana göründüm. Seni kendilerine göndereceğim milletlerden de kurtaracağım. (Bab 26/1718)
9. ve 22. babdakilerden onun yapacakları şehre vardıktan sonra kendisine açıklanacağı söylenmiş iken 26. babdakilere göre sesi işittiği yerde ne yapacağı kendisine söylenmiştir.
Nur görünce hepimiz yere düştük. (Bab 26/14)
Halbuki 9/7 babda onunla beraber bulunanların nutku tutulur ses çıkaramaz olurlar. 22 babda ise nutku tutulmak diye bir şey yok. Hıristiyan düşünürler İncilleri bu çelişkilerden kurtarmaya çalışıyorlar!
Ülkemizde Hıristiyan misyonerleri faaliyet sahaları olarak önceleri Ermenileri kışkırtmak şeklinde başlamış,Ülkemizde Hıristiyan misyonerleri faaliyet sahaları olarak önceleri Ermenileri kışkırtmak şeklinde başlamış, bunlardan güç alan Ermeniler binlerce masum Türk müslümanı kadın, çocuk, yaşlı demeden, erkeklerinde cephede olmasından yararlanarak kahpece katletmişlerdi. Ardından Kürtlere el atan misyonerler onları isyana teşvik etmiş bunun sonucunda gerek Ulusal kurtuluş savaşı sırasında gerekse Musul görüşmeleri sırasında ayrı bir Kürt devleti kurmak isteyen çapulcular isyanlar çıkararak yine binlerce vatandaşımızın kanına girdikleri gibi Musul'un elimizden çıkmasına da yol açmışlardı. Bu isyanların başlıcaları; 1921 yılında Koçgiri, 1924'de Şeyh Sait, yine 1924 de Nasturi, 1925 Sasan, 1925 Roçkotan ve Roman, 1926 ve 1930 Ağrı, 1926 Koçuşağı, 1937 Dersim isyanlarıydı.

Haçlı ordularının kuvvet kullanarak yapamadıklarını gerçekleştirme hayaliyle; risalelerle, kitaplarla, okullarla, hastanelerle, vaazlarla, kasetlerle, filmlerle ve propagandanın her türlü yöntemleriyle büyük bir misyoner ordusu ülkemizin dört bir yanını istila etti. Şehirlerde onlarca ev kiraladılar. Amerikan, İngiliz, Kanada asıllı misyonerler günümüze gelindiğinde taşeron olarak ta Korelileri kullanmaya başladılar. Bunlar insanlarımızla birebir diyalog kurarak Hıristiyanlık propagandasına giriştiler.

Koreliler Türkiye'ye mastır yapmak, şirket kurmak gibi esas niyetlerini kamufle eden gerekçelerle geliyorlar, kiraladıkları evlerde hummalı bir Hıristiyanlık propagandasına koyuluyorlardı. zaman içinde bu evlerin yurdun her tarafını bir örümcek ağı gibi sardığını gördüm. Misyonerler sadece ev toplantıları ile yetinmiyor, eğitimleri; Selçuk ve çevresi, Nevşehir ile civarında gerçekleştirdikleri kamplarda da sürdürüyorlardı. Olayın ilginç yanı 1400 yıllık irticadan korkan yetkili ve etkili güçlerimizin 2000 yıllık ile daha eski irticadan korkmamaları(!) bunların faaliyetlerine göz yummalarıydı. Başörtülü birkaç kız çocuğunun karşısında aslanlaşanlar, kara çarşaflı yunan rahibe ve papazlarıyla bu misyoner tayfalarının başka bir deyişle de irticanın katmerlisinin karşısında süt dökmüş kediye dönüyorlardı. Ev toplantılarına, kiliselerdeki kurslara ve kamplara, eğitim görmek için küçük yaştaki çocuklarda katılıyor, orta ve lise öğrencileri de bu misyonerlerin ağlarına düşüyorlardı.

Misyonerler ev toplantılarında, kamplarda İslam dini ve ezanla alay ederlerken, Hz. Muhammed ve İslam alimleri içinde "Şeytan" tabirini kullanıyorlardı. Bu topraklara onları İsa'nın gönderdiğini iddia eden misyonerler, buraların Hıristiyanlığın yayıldığı ilk merkezler olmaları sebebiyle sözde atalarının olan bu topraklarını tekrar ele geçireceklerini ve bu topraklara sımsıkı sarılıp, sahip olacaklarını da ilan ediyorlardı.

Misyoner faaliyetleri sonucunda Türkiye'de garip olaylar olmaya başlıyor, bu toprakların tapusunun başkalarına ait olduğunu göstermeye yol açacak türden gelişmeler son hızıyla sürüyordu. Eskişehir'de Taşdelen olan sokak ismi Firavun'a, Şişli'de Ölçek olan sokak ismi Papa Jean Roncalli'ye dönüştürülüyordu. İstanbul burçlarına bayrağı ilk diken yiğit Ulubatlı Hasan'ın ismi ise Sultanbeyli'de bir sokağa çok görülüyor, yerini Yolkonak sokağa bırakıyordu.

Yeni Mesaj gazetesinden Faruk Alemdar'ın haberine göre Silivri'de bir başka Yunan tezgâhı sergileniyordu. Osmanlıyı sırtından hançerleyen Aziz Nektorios'un Silivri'deki evi yeniden inşa ediliyordu. Bu inşa olayı o kadar hızlı yürütülüyordu ki, Anıtlar Yüksek Kurulu'nun onayı dahi beklenmiyordu.

Aziz Nektorios, Osmanlı zamanında yaşamış Hıristiyan bir din adamı. Bu adam Osmanlıdaki Rumları ayaklandırmış, onların her daim Osmanlıyı sırtından vurmalarını sağlamıştı. Gazete, "Osmanlıyı arkadan hançerleyen aziz" başlığı ile şunları aktarıyordu:
"Silivri Belediyesi'nin, Turizme canlılık kazandırmak(!) amacıyla yapımını pek önemsediği evin sahibi Aziz Nekterios'un kim olduğu hakkında, Silivri konusunda Osmanlı arşivlerinde incelemeler yapan Avukat Hulusi Üstün bazı bilgiler verdi. Üstün'ün verdiği bilgiye göre , Aziz Nektorios, Osmanlı topraklarındaki Rumları isyan işçin hazırlayan önemli isimlerden birisi. Bir diğeri ise Selimpaşa'da doğmuş Dr. Sarandi Arhiyen olup, kurulmasına ön ayak olduğu okullarda , Rum çocuklarına Osmanlıya karşı isyan bilinci verilirken, Aziz Nekterios'ta bu işin manevi boyutunu halletmiş. Bu iki ismin Rumların Osmanlıya karşı ayaklanarak Yunanistan'ın kurulmasında önemli rolleri olduğuna işaret eden Üstün, 'onun için Silivri ve Selimpaşa'nın Rumların nezdinde büyük yeri var' diyerek Aziz Nekterios'un evi olayının sıradan bir Turizm olayı olarak görülemeyeceğine dikkat çekti.

Mahalle sakinleri ise Silivri'deki gelişmelere dikkat çekiyorlar. Söylediklerine göre Nekterios'un evinin bulunduğu mekan periyodik aralıklarla Yunan vatandaşı ve papazlar tarafından ziyaret ediliyor. Hatta Dr. Arhiyen'in kurduğu Rum okulunun yerinde ayinler düzenliyorlar. Gece yarısından sonra da Silivri sokaklarını gezerek sokak çocuklarını tespitini yapıyorlar.

Nekterios, için canını dişine takan belediye Çanakkale'de şehit olan gençlerin ruhu için yapılan çeşmenin yok olup tarihe gömülmesine ise seyirci kalıyordu.

Aziz Pavlus yürüyüşleri düzenleyerek, gerçek amaçlarını gizleyen misyonerler buradaki işbirlikçileri ile el ele vererek amaçlarına ulaşmayı hedefliyorlardı. Bu etkinliklerde ve dayanışma da Yunanlıları, Rumları, Ermenileri, Amerikalı, İngiltereli, Kanadalı ve Koreli misyonerlerinin yanında "hoşgörü" hainlerini de görüyoruz. Misyonerlerin gerçek yüzünü görmek için uzun boylu araştırma yapmamıza gerek yok sanırım. Afrika önümüzde yeterli dersi almamız için bir örnek olarak duruyor.
Afrikalı bir ihtiyar, İngiliz misyonerlerine şunları söyler:
"Siz buralara geldiğinizde elinizde sadece kutsal kitabınız vardı. Bizim ise bol verimli, üzerinde mutluluk içinde yaşadığımız topraklarımız. Şimdi bizim kutsal kitabımız ve ümitsiz bir geleceğimiz oldu. Buna karşılık sizin de topraklarınız."

Hıristiyan misyonerler Afrika ülkelerinde yürüttükleri Hıristiyanlık propagandalarının meyvelerini, bu ülkelerin yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürerek toplamaya başladılar. Ardından ülke yönetimine çöreklenerek, kara derili bu insanları köle gibi kullanmaya ve onları iliklerine, kemiklerine kadar kemirmeye başladılar.

Afrika'ya ilk ayak bastıklarında onlara sevgi dini getirdiklerini ilan ederek ellerine bu sevgi dininin kitaplarından incili tutuşturan Hıristiyan misyonerler Afrika'yı sömürdükçe sömürürken kendileri de semirdikçe semirdiler... Mutlu ve her anlamıyla kendine yeten Afrika, bir deri bir kemik "insancıl" misyonerlerin ülkelerine el açar bir duruma düşmüş görüntülerle yeni yerini alıyordu.

Katliam Yaptıran Kilise
Kilisenin Afrika'nın Hıristiyan nüfusunun yüzde 91'ini içinde barındıran Ruanda'da katliam yaptırdığı Fransa da yayınlanan haftalık Le Nouvel Observateur Dergisi'nin haberiyle öğreniliyordu.
1994 yılı nisan, mayıs ve haziran aylarında üç ay süreyle Ruanda'da işlenen ve 500 binden fazla insanın hayatına mal olan soyu kırımın asıl sorumlusunun Ruanda Katolik kilisesi yetkilileri olduğu açıklanıyordu.

Ruanda'daki korkunç katliam ile ilgili raporları ve belgeleri yayınlayan Fransız haftalık Le Nouvel Observateur dergisi, "Cellat papazlar da var!" üst başlığı ve "Soykırım: Ruanda kilisesinin kara dosyası" ana başlığı altında tüyler ürperten gerçekleri dünya kamuoyuna duyuruyordu.
Yazıda Hıristiyan din adamlarının marifetleri şu şekilde dile getiriliyordu.

"Ülkedeki soykırım üzerinde yapılan soruşturmalar gösteriyor ki, katolik papazlar ve bu arada Protestan din adamları katliamlara doğrudan ve bizzat katılmışlar, cani milislere rehberlik etmişler, hatta onları yönlendirmişlerdir. Ayrıca katillerden kaçıp kiliselerine sığınan masum insanları ihbar etmişlerdir. Ayrıca Hutular ile Tutsiler arasındaki kini daha bir alevlendirmiş ve daha ziyade körüklemişlerdir.

Ruanda' da olayları yatıştıracak yerde daha çok tahrik eden kilise yönetiminin ülkede yapılan soy kırımı ört bas etmeye çalışması, Hükümetin yaptığı soy kırımı kamufle edip, yerli halkı asi olarak ilan etmesinin ve suçu bu zavallı insanların üzerine atmasının en önemli nedenleri de şöyle sıralanıyordu:

"Kilise yetkililerinin bu akıl almaz tutumları, Ruanda kilisesinin ülkede yıllar boyu kazandığı maddi imkanları elinden kaçırmak istemeyişinden ileri gelmektedir. Ruanda kilisesi gerçek anlamda devlet içinde devlettir. Ülkenin en büyük ve bir numaralı toprak ağasıdır. Bir numaralı yatırımcı ve hükümetten sonra en fazla eleman kullanan bir kuruluştur."

Hıristiyan din adamları ve bu dinin fanatikleri, mukaddes kitaplarından aldıkları emirlerle kendilerinden olmayan insanlara her türlü vahşet ve zulmü hoş görüp teşvik etmekte adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Haçlı seferlerini hepimiz yakından biliyoruz.

Haçlı seferlerinin en belirgin örneğini Bosna'da açık ve net bir şekilde gördük. Bosna'da binlerce Müslüman çok yoğun işkenceler altında can verirken, Hıristiyanlar tecavüz ettikleri annenin bebeğini öldürüp etinden kıyma yapıp aynı anneye yediriyorlar ve bu annenin feryatlarını tüm Sırplara adi kahkahaları altında dinlettirirlerken bunları da kutsal kitaplarından aldıkları güçle yapıyorlardı.
Ve bu katliam ve işkenceleri ise bilindiği gibi Hıristiyan ülkeler seyretmekle kalmadı, Sırplıları teşvik ederken, sadece Bosnalılara ambargo uyguladı. Sırplar Müslümanların kanlarını daha rahat içsin diye...

Filistinlileri çoluk, çocuk, kadın, erkek demeden soykırıma uğratan Yahudilere bırakın karşı gelmeyi, kınayan Hırıstiyan toplumu ve din adamları gördünüz mü?. Kaldı ki burada, yolladıkları yazar geçinen bazı Yahudi uşakları bunlara destek bile çıkmaya başlamadılar mı?..
Kıbrıs'ta binlerce Türkün kanına giren Rum çetecilerinin başı ve dayanağı Hıristiyan bir din adamı olan Makarios değil miydi.

Kutsal kitap mı haramilerin anı defteri mi?..
Hıristiyanların ve Yahudilerin "Kitabı Mukaddes" dedikleri kutsal kitaplarını yakından incelediğimizde bu vahşiliklerinin de kaynağı kolayca ortaya çıkıyordu. Kutsal kitaplarının Tesniye 7. Bab, 1-6 ve Çıkış 23 Bab 23. ayetlerinde kendi dinlerinden olmayan milletleri Allah'ın da vuracağını belirterek şöyle diyorlar:

"Sende onları vuracağın zaman; onları tamamen yok edeceksin, onlarla ahdetmeyeceksin ve onlara acımayacaksın ve onlarla hısımlık etmeyeceksin. Kız alıp vermeyeceksin"
Allah onlara şunları da söylemiş:
"Heybetimi senin önünden gönderip, üzerlerine varacağın bütün kavimleri perişan edeceğim"

Ve şöyle de devam etmiş:
"Onları tamamen devireceksin. Onların dikili taşlarını tamamen parçalayacaksın"
Mukaddes kitaplarının "Sayılar" bölümünün 31. Bab 9-10. Ayetleri, korkunç gaddarlıklarıyla övünme sahnesi olarak yer alıyordu:
"kadınlarını, çocuklarını esir aldılar. Bütün mallarını çapul ettiler. Şehirlerini ve obalarını ateşle yaktılar"
Yine Mukaddes kitaplarının Tesniye bölümünün 2. Bab 34. Ayetinde bu vahşiliklerinden duydukları onuru görüyoruz:
"O vakit onun bütün şehirlerini aldık, ve her şehri erkekler, ve kadınlar ve çocuklarla beraber tamamen yok ettik, arta kalan kimse bırakmadık"
Hıristiyanların mukaddes kitapları diğer ulusları kendilerine kul, köle edinmelerini de öğütlüyor. Tesniye, 20. Bab 10.... Ayetler:
"..Şehre cenk için geldiğinizde sulh ederseniz, bütün kavim sana angaryacı olacak, sana kulluk edecektir. Cenk ederse, her erkeği kılıçtan geçirecek, kadınları, çocukları, herşeyi çapul edeceksin."
"...Rabbin miras verdiği bu kavimlerin şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın, tamamen yok edeceksin."
Hıristiyanların mukaddes kitabında Allah'ın kendileri için cenk edecekleri de belirtiliyor. Nehemya. 4. Bab, 20. ayet
"Her nerede boru sesi işitirseniz oraya, yanımıza toplanın, bizim için Allah'ımız cenk edecektir."
Mukaddes kitapları buyuruyor. İşaya, 60. Bab 12. Ayet.
"Çünkü sana kulluk etmeyen millet ve ülke yok olacak ve o milletler tamamen harap olacak."

Hıristiyanlar, dinlerinin "Sevgi Dini", İsa'nın da tek kurtarıcı olduğunu ilan ediyorlar ve tanrı olarak ta
ilan ettikleri İsa'ya herkesi tapınmaya çağırıyorlardı. Hıristiyanların İsa'sı sevgi dini olarak lanse edilen İncil'in Matta kısmının 5. Bölüm 17 ve 18 ayetlerinde, yukarda belirttiğimiz ayetleri ve "eski anlaşma" olarak ta tanımlanan Tevrat ve bölümlerinin tamamını yürürlüğe koymak üzere geldiğini açıklıyordu:

"Sanmayın ki, ben şeriati ve peygamberleri yıkmaya geldim. Ben yıkmaya değil, tamam etmeye geldim... Şeriattan en küçük bir harf veya bir nokta bile yok olmayacaktır."
"Ben Rabbim" diyen ve sevgi sembolü (!) Hıristiyanların İsa'sı Matta İncili 10. Bölüm 34 ve devamındaki ayetlerde yeryüzüne selamet yani mutluluk, esenlik getirmediğini kavga, savaş, vahşet ve kargaşalık getirdiğini söylüyordu:

"Yeryüzüne selamet getirmeye geldim sanmayın; ben selamet değil, fakat kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben adamla babasının ve kızla anasının ve gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymaya geldim. Ve adamın düşmanları kendi ev halkı olacaktır. Babayı ve anayı benden ziyade seven bana layık değildir, oğlu veya kızı benden ziyade seven bana layık değildir..."
İncil'deki İsa, Luka, 19. Bölüm 26 ve 27 ayetlerde benzetmelerin arkasına saklanarak gerçek niyetini sergiliyordu:

"O da, size şunu söyleyeyim, kimde varsa ona daha çok verilecek. Ama kimde yoksa, kendisinde olan da elinden alınacak' demiş. Beni kral olarak istemeyen o düşmanlarıma gelince, onları buraya getirin ve gözümün önünde kılıçtan geçirin"

Hıristiyanların İsa'sını bize sevgi abidesi olarak yutturmaya çalışıyorlardı. Oysa O mevsimi olmamasına rağmen üzerinde incir bulamadığı ağacı kurutacak kadar doğa düşmanı olduğunu su götürmeyecek bir biçimde kanıtlıyordu. Markos, 11. Bölüm 12 ve 14 ayetler ile 20 ve 24. Ayetler artı Matta; 21. Bölüm,18 ve 20. Ayetlerde İsa'nın gerçek yüzü sırıtıyordu:

Ertesi gün Beytanya'dan çıktıklarında İsa acıkmıştı. Uzakta, yapraklanmış bir incir ağacı görünce belki üzerinde incir bulurum diye yaklaştı. Ağacın yanına vardığında yapraktan başka bir şey bulamadı. Çünkü incir mevsimi değildi. İsa ağaca, «Artık senden hiç kimse bir daha meyve yemesin!» dedi. Öğrencileri de bunu duydular.

Sabah erkenden incir ağacının yanından geçerlerken, ağacın kökten kurumuş olduğunu gördüler. Olayı hatırlayan Petrus, «Rabbî, bak! Lanetlediğin incir ağacı kurumuş!» dedi.
İsa onlara şöyle karşılık verdi: «Tanrı'ya iman edin. Size doğrusunu söyleyeyim, kim şu dağa, `Kalk, denize atıl!' der ve yüreğinde kuşku duymadan dediğinin olacağına inanırsa, dileği yerine gelecektir. Bunun için size diyorum ki, duayla dilediğiniz her şeyi daha şimdiden almış olduğunuza inanın, dileğiniz yerine gelecektir. Kalkıp dua ettiğiniz zaman, birine karşı bir şikâyetiniz varsa onu bağışlayın ki, göklerde olan Babanız da sizin suçlarınızı bağışlasın.»

"İsa sabah erkenden kente dönerken acıkmıştı. Yol kenarında gördüğü bir incir ağacına yaklaştı. Ağaçta yapraktan başka bir şey bulamayınca ağaca, «Artık sonsuza dek meyven olmasın!» dedi. İncir ağacı hemen o anda kurudu.

Öğrenciler bunu görünce şaşkına döndüler. «İncir ağacı birdenbire nasıl kurudu?» diye sordular.
İsa onlara şu karşılığı verdi: «Size doğrusunu söyleyeyim, eğer imanınız olur da kuşku duymazsanız, yalnız incir ağacına olanı yapmakla kalmazsınız; şu dağa, `Kalk, denize atıl' derseniz, dediğiniz olacaktır. İman ederek dua ettiğinizde, dilediğiniz her şeyi alacaksınız."
İsa'nın öğrencileri imansız mı?

İncir ağacı örneğinden kolayca anlaşılacağı üzere Hıristiyanların İsa'sı çıkarlarına son derece düşkün, menfaatleri için yapamayacağı kötülük olmayan biri. Öyle ya incir mevsimi olmadığı halde ağaçta incir bulamamasının öfkesini, ağacı kurutarak çıkaran bir sadist olması başka nasıl açıklanabilir?

Gerek Matta incilinde gerekse Markos incilinde incir ağacı olayın temel özelliklerinin aynı olmasına rağmen ağacın kuruma süresi olarak bazı farklılıklar göze çarpıyor. Matta incilinde ağacın hemen kuruduğu vurgulanırken, Markos incilinde ağacın kuruma olayının görülmesinin ertesi gün olduğu belirtiliyordu.

Kehanet vaktinin geldiğini, bazı saftirikleri kandırmanın ortamının oluştuğunu gören Hıristiyanların İsa'sı önce ağacı lanetliyor, ardından da gece yarısı ağacın kurumasını sağlayan asit ve benzeri sıvıları ağacın altına döküyordu. Sıcak yaz mevsiminin etkisi ile kuruyan ağacın yanından geçirdiği şakirtlerine sözde gücünü bir kere daha kanıtlıyordu.

Güçleriyle övünen Hıristiyanların Mesih'i, Matta incili 21 ve 22. Ayetlerinde gördüğümüz üzere şakirtlerine; "kuşku duymadan iman ederseniz, yalnız incir ağacına olanı yapmakla kalmazsınız. Şu dağa 'kalk denize atıl' derseniz dediğiniz olacaktır. İman ederek dua ettiğinizde dilediğiniz her şeyi alacaksınız" demiş. İsa'nın on iki havarisi dahil hiçbir öğrencisi bugüne kadar değil dağları denize atmak, dağları bir milim bile kıpırdatamadı. Ama İsa adına binlerce bebe, kadın, kız, yaşlı erkek, hunharca tecavüze uğradı. Sakat bırakıldı. Yerleri yurtları dağıtıldı. Acımasızca katledildi. İsa'nın on iki havarisi bile gerçekten, kuşkusuz bir şekilde iman etmemişti. Öyle olsa "Rabbi Rabbi" diye kuyruğunda dolaşan öğrencilerinden Yahuda para karşılığı onu ihbar eder miydi?... Yine bir diğer sadık bendesi Petrus, bir kadının "bu onun öğrencisi" sözleri karşısında ve yine üç ayrı olayda üç kere İsa'yı inkar eder miydi?. "Onu tanımıyorum" der miydi? Yoksa; imanı ile şahlanıp onu kurtarma yolunu mu seçerdi?

İsa'nın öğrencilerinin hardal tanesi kadar bile imanları yoktu. Luka 17; 6 ya göre İsa şöyle demiş:
" Rab şöyle dedi: bir hardal tanesi kadar imanınız olsa, şu dut ağacına , 'kökünden sökül ve denizin içine dikil' dersiniz, o da sözünüzü dinler."

Kendini asıp tepe üstü çakılan havari
İsa'nın öğrencileri için mucize gerçekleştiremediler derken haksızlık etmeyelim arada Yahuda gibi eşi ve benzeri dünya tarihinde görülemeyecek mucizelere imza atanlarda vardı. Matta İncili 27. Bölüm, 3 ve 5. Ayetlere baktığımızda İsa'yı ele veren Yahuda'nın kendini astığını, sonra da tepe üstü çakıldığını görüyorduk:

"İsa'yı ele veren Yahuda, O'nun mahkûm edildiğini görünce yaptığına pişman oldu. Otuz gümüşü baş kâhinlere ve ihtiyarlara geri götürdü. «Ben suçsuz birini ele vermekle günah işledim» dedi.
Onlar ise, «Bundan bize ne? Onu sen düşün» dediler.
Yahuda paraları tapınağın içine fırlatarak oradan ayrıldı, gidip kendini astı."

Yine aynı incilin Elçilerin işleri adlı bölümünün, 17 ve 19. Ayetlerine geldiğimizde Yahuda'nın baş aşağı düşüp, bedeninin yarıldığını ve bütün bağırsaklarının dışarı döküldüğünü okuyoruz:
"Yahuda bizden biri sayılmış ve bu hizmette yerini almıştı.»

Bu adam, yaptığı kötülüğün karşılığında aldığı ücretle bir tarla satın aldı. Sonra baş aşağı düştü, bedeni yarıldı ve bütün bağırsakları dışarı döküldü. Kudüs'te yaşayan herkes olayı duydu. Tarlaya kendi dillerinde 'Kan tarlası' anlamına gelen 'Hakeldema' adını verdiler."

Şimdi adam gidiyor kendini asıyor, daha sonra baş aşağı düşüp bedenini parçalıyor, bağırsaklarını yerlere saçıyor. Allah için bu mucize(!) değil de nedir?...

İsa'nın gömülmesinde elçiler yine yok?
İsa'yı ele veren, onu inkar eden elçileri İsa'nın aşağılanmasında, çarmıha gerilme sırasında da ortalıkta görünmüyorlardı. Vali Platus'un, "bir kişiyi affetmem lazım İsa'yı mı Barabas'ı mı affedeyim?' şeklindeki sorusuna bile İsa'nın gelinleri olarak adlandırılan öğrencilerinden "İsa" adı çıkmamış. Halk Barabas'ın salınmasını istemişti. Barabas ise hayduttu. Halkın gönlünde bir haydut kadar yer alamayan İsa'yı yine kutsal kitaplarına göre babası olan Allah'ta terk ediyordu: Markos incili 15. Bölüm 33 ve 34. Ayetlerde bu durum görüleceği gibi, Matta İncili 27. Bölüm, 45 ve 46. Ayetlerde de aynı olay yer alıyordu:

"Bütün ülkenin üzerine öğleyin saat onikiden saat üçe kadar süren bir karanlık çöktü. Saat üçe doğru İsa yüksek sesle, 'Eli, Eli, Lema şevaktani?' yani, 'Tanrım, tanrım, beni niçin terk ettin?' diye bağırdı."

Kutsal Yasa Musa aracılığıyla verildi, ama lütuf ve gerçek İsa Mesih aracılığıyla geldi. Tanrı'yı hiçbir zaman hiç kimse görmemiştir. O'nu, Baba'nın bağrında bulunan ve Tanrı olan biricik Oğul tanıttı.
İsa, "tanrıyı kimse görmemiştir" diyordu demesine de ancak, Tevrat ve bölümlerinde Tanrıyla karşılıklı görüşen, konuşan, güreş eden, ona içki sunup, yemek veren bir çok peygamber vardı.
İsa çarmıhta, "Tanrım tanrım beni niçin terk ettin" diye bağırıyordu. Allah kendisini terk etmiş. Hıristiyan alemi İsa'nın hayali peşinde Allah'ı ve kurtuluşu arıyor. İsa ile Allah'ın irtibatı yok ki, Hıristiyanlık Allah'ı bulsun. Zira Allah'ın bıraktığı, Allah'ın terk ettiği Allah'a ulaştırabilir mi?
İsa arada bir doğru da söylüyordu.
İsa kendisini karşılayan kalabalıktan birinin hasta çocuğu için yardım istemesi üzerine karakterini ele veren şu sözleri söylüyordu. Luka 9; 41... Matta 17; 17... Markos 9;19...
"Ey imansız ve sapmış kuşak! Daha ne kadar sizlerle kalacağım, ne zamana dek sizlere katlanacağım?"

İsa'nın öğrencilerinden birisinin babası ölmüştür. Öğrenci babasının cenazesini gömmek için izin ister. İşte sevgi dininin sembolünün Matta 8. Bölüm 21. Ayete göre verdiği cevap:
"Sen ardım sıra gel. Bırak ölüleri kendi ölülerini gömsünler."
İsa kendisini dinlemeye gelen İsraillilere Matta 12. Bölüm, 34. Ayet'e göre şöyle hitap ediyordu:
"Engerekler soyu!"

Irkçı İsa
Yeni Yaşam yayınlarınca basım ve dağıtımı yapılan İncil'in Matta kitapçığının 15. Bölüm 21-28 Ayetlerinde; "Kenanlı kadının imanı" başlığı altında ve yine aynı İncilin Markos kitapçığının 7. Bölüm 24-30. Ayetlerinde bu kere "Fenikeli kadının imanı" başlıklı bölümde; kendisinden yardım isteyen Matta'ya göre Kenanlı Markos'a göre Fenikeli bir kadının kendisine yalvarıp yardım istemesi üzerine, kendisinin sadece İsrail halkına geldiğini belirterek, İsrail halkını öz çocuğa, diğer halkları ise köpeğe benzetiyordu. Müjde diye yaftaladıkları sözde kurtuluşu da öz çocuklarının ekmeği olarak nitelendiriyordu. Kadının "Köpeklerde efendilerinin sofrasından düşen kırıntıları yer" sözleriyle keyiflenen ve zevke gelen İsa ancak o zaman kadına yardım ediyordu:
"İsa oradan ayrılıp Sur ve Sayda bölgesine geçti. O yöreden Kenanlı bir kadın İsa'ya gelip, «Ya Rab, ey Davut Oğlu, halime acı! Kızım cine tutsak, çok kötü durumda» diye feryat etti.
İsa kadına hiçbir karşılık vermedi. Öğrencileri yaklaşıp, «Sal şunu, gitsin!» diye rica ettiler. «Arkamızdan bağırıp duruyor.»

İsa, «Ben yalnız İsrail halkının kaybolmuş koyunlarına gönderildim» diye cevap verdi.
Kadın ise yaklaşıp, «Ya Rab, bana yardım et!» diyerek o'nun önünde yere kapandı.
İsa ona, «Çocukların ekmeğini alıp köpeklere atmak doğru değildir» dedi.
Kadın, «Haklısın, Rab» dedi. «Ama köpekler de efendilerinin sofrasından düşen kırıntıları yer.»
O zaman İsa ona şu karşılığı verdi: «Ey kadın, imanın büyük! Dilediğin gibi olsun.» Ve kadının kızı o saatte iyileşti."
Yuhanna incili, 4. Bölüm, 22. Ayette "zira kurtuluş Yahudiler'dendir" diyerek yine ırkçılığını gösteriyordu.
Hıristiyanların İsa'sı şeriatın tek noktasını bile değiştirmeyeceğini haykırıyor, "ben bu şeriatı tamamlamaya geldim" diyordu. Bu sözleri Matta incili 5. Bölüm, 17 ve 19. Ayetlerde açık bir şekilde yer alıyordu:

"«Kutsal Yasa'yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. Size doğrusunu söyleyeyim, gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa'dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecek. Bu nedenle, bu buyrukların en küçüklerinden birini kim çiğner ve başkalarına öyle yapmayı öğretirse, Göklerin Egemenliğinde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliğinde büyük sayılacak."

Şimdi bu şeriata uymayanlar arasında en yakın akrabalardan insanlar dahi olsa karşılaşacakları muameleyi mukaddes kitaplarının Çıkış bölümü 32. Bab 27 ayette görelim:
"Herkes kılıcını beline kuşansın ve ordugâhta kapıdan kapıya dolaşsın ve herkes kendi kardeşini ve herkes kendi arkadaşını ve herkes kendi komşusunu öldürsün"

Önce eline silah verip pohpohladıkları Irak'ın üzerine binlerce ton bomba yağdıran kitabı mukaddes takipçisi ülkeler ve onların yardakçıları ölen yaşlı genç Iraklılar için hiçbir üzüntü duymazken, bebeklerin bile katledilmesi karşısında kılları bile kıpırdamıyor, ilaç ambargosu bile uygulayarak yüzlerce bebeğin bile ölümüne yol açıyorlardı. Irak, İsrail'e bir iki bomba sallayınca buradaki sözde Kitabı Mukaddes'in gizli şakirti sümüklü vaiz İsrailli veletler için feryadı figan eğliyordu.
Vallahi Dallas, Mukaddes kitaptan çok daha masumdu.

Kitabı Mukaddes denilen Hıristiyanların kutsal kitabı, Dallas'ı bile son derece muhafazakar bir kategoriye sokacak kadar seks, ihanet, dalavere, rüşvet, sapıklık ve katliam içeriyordu.
Üstelik bu olayların kahramanları(!) ise peygamberlerdi. Lut peygambere izafe edilen sarhoş olup iki kızıyla yatması ve onları gebe bırakması.

Davut peygambere yakıştırılan kendisi için savaşa giden en yakın adamı Yoab'ın karısına göz koyup onu hamile bırakması. Davut peygamber kadının gebe kaldığını öğrenince savaştan dönen Yoab'ı karısının yanına gönderiyor. Böylece adam karısı ile yatacak Davut'ta işlediği suçun yükünden kurtulacak. Adam da çocuk kendisinin sanacaktı. Ancak kazın ayağının hiçte öyle olmadığı görülüyordu. Adam karısının yanına gitmektense yorgun olan askerlerinin yanına gidiyor. Bunu öğrenen Davut peygamber diğer adamlarını çağırıyor ve bunu savaşa tekrar götürün ve cephenin en önüne koyun orada vurulup ölsün diyor. Aynen öyle yapılıyor. Adam ölünce Davut'ta onun karısını alıyordu.

Yakup peygamberde kayınpederinin iki kızını ve mallarını dalavere ile alıyor, sonra kayınpederine kızlarını üzerine başka karı almayacağına Allah huzurunda söz veriyor. Ama Yakup peygamber, gelini Tamar ile yatıyor ve onu hamile bırakıyor.

Peygamberlerin babası olarak bilinen İbrahim ise karısı Sara'yı önce Kral Abimelek'e, sonra da Firavun'a "karım değil, kardeşim" diyerek peşkeş çekiyor. Sonra gerçeği öğrenen Abimelek'te Firavun'da karısını tekrar kendisine iade ediyor.

Peygamberler böyle olurda oğulları onları aratır mı?... Tabi ki hayır. Davut'un oğlu Amnon'da kız kardeşi Tamar'a aşık olup, hasta yataklarına düşüyor. Kendisine yemek yapmak için gelen kız kardeşine tecavüz ediyordu.

Niye öyle garip garip bakıyorsunuz?... İnanmayan Hıristiyanların en ünlü yayınevleri olan Kitabı Mukaddes Şirketi tarafından basılan "Kitabı Mukaddes'e bakabilir. Fazlası var eksiği yok. Size birkaç tane örnek vereyim de görün bakalım İsa'nın doğrulamaya geldiği kutsal kitap nasıl oluyormuş.

1995 yılı Kitabı Mukaddes Şirketi basımı, Tevrat; 2. Samuel bölümü, 11. Bab: 1- 27. Ayetler;
Ve akşamleyin vaki oldu ki. Davut yatağından kalktı ve Kral evinin damı üzerinde geziniyordu ve yıkanmakta olan bir kadını damdan gördü. Ve kadının bakılışı çok güzeldi. Ve Davut gönderip kadın hakkında soruşturdu. Ve biri dedi: Bu kadın Hitti Uriya'nın karısı Eliamın kızı Bat-Şaba değil mi? Ve Davut ulaklar gönderip onu getirtti; ve kadın onun yanına geldi ve murdarlığından tathir edilmiş olduğundan Davut onunla yattı. Ve kadın evine döndü. Ve kadın gebe kaldı, ve gönderip Davut'a bildirdi, ve. Ben gebe kaldım, dedi. Ve Davut Yoaba'yı gönderip dedi: Hitti Uriya'yı bana gönder. Ve Yoab Uriya'yı Davut'a gönderdi. Ve Uriya yanına gelince Davut: Yoab nasıldır ve kavm nasıldır ve cenk ne haldedir? Diye sordu. Ve Davut Uriya'ya dedi: evine in ve ayaklarını yıka. Ve Uriya Kral evinden çıktı ve arkasından Kralın hediyesi çıktı. Ve Uriya Kral evinin kapısında efendisinin bütün kulları ile beraber yattı ve evine inmedi. Ve Davut'a: Uriya evine inmedi diye bildirdiler. Ve Davut Uriya'ya dedi: Sen yoldan gelmedin mi? Niçin evine inmedin? Ve Uriya Davuda dedi: Ahit sandığı ve İsrail'le Yahuda haymelerde oturuyorlar; ve efendim Yaobla efendimin kulları kırlarda konmuşlarken yemek ve içmek ve karımla yatmak için ben evime mi ineyim? Senin hayatın hakkı için, ve canının hayatı hakkı için, ben bu şeyi yapmam. Ve Davut Uriya'ya dedi: Bu gün de burada kal da yarın seni göndereyim. Ve Uriya o gün ve ertesi gün Yeruşalim'de kaldı. Ve Davut onu çağırdı, ve onun önünde yiyip içti; ve onu sarhoş etti; ve akşamleyin efendisinin kulları ile beraber yatağında yatmak üzere
çıktı, ve evine inmedi.

Ve sabahleyin vaki oldu ki, Davut Yaoba mektup yazdı, ve Uriya'nın eli ile gönderdi. Ve mektupta: Uriya'yı şiddetli cenkte ön diziye koyun, ve onun yanından çekilin ki, vurulsun da ölsün, diye yazdı...
...Ve Uriya'nın karısı, kocası Uriya'nın öldüğünü işitti, ve kocası için dövündü. Ve yası geçince Davut gönderip onu evine aldı, ve onun karısı oldu..."

Alın bir örnek daha; Kitabı Mukaddes; Tevrat Tekvin bölümü 12. Bab, 10-20. Ayetler:
"Ve memlekette kıtlık oldu; ve Abram orda misafir olmak üzere Mısır'a gitti, çünkü memlekette kıtlık ağırdı. Ve vaki oldu ki, Mısır'a girmesi yaklaştığı zaman, karısı Sara'ya dedi: İşte biliyorum ki, sen görünüşü güzel bir kadınsın; ve olur ki, Mısırlılar seni görünce : Bu onun karısıdır, derler; ve beni öldürürler, fakat seni sağ bırakırlar. Senin yüzünden bana karşı iyi davranılsın, ve senin sebebinle canım yaşasın diye: onun kız kardeşiyim de. Ve vaki oldu ki, Abram Mısır'a girdiği zaman, Mısırlılar kadının çok güzel olduğunu gördüler. Ve Firavun'un emirleri onu gördüler, ve onu Firavun'a methettiler; ve kadın Firavun'un sarayına alındı. Ve onun yüzünden Abram'a karşı iyi davrandı; ve onun koyunları, sığırları ve eşekleri ve köleleri ve cariyeleri ve dişi eşekleri ve develeri oldu. Ve Rab, Abram'ın karısı Sara'dan dolayı, Firavun'u ve onun sarayını büyük vuruşlarla vurdu. Ve Firavun Abram'ı çağırıp dedi: Bana bu yaptığın nedir? Bunun senin karın olduğunu bana niçin bildirmedin? Niçin: Bu benim kız kardeşimdir dedin? Ben de onu karı olarak aldım. Ve şimdi, işte karın, al ve git. Ve onların hakkında Firavun adamlarına emretti; ve onu, ve karısını, ve kendisine ait olan herşeyi gönderdiler..."

İsa'nın eşekleri
İsa, Yaruşelem'e görkemli bir giriş yapmak istiyordu. O nedenle yolunun üzerinde bulunan bir köy evinin ahırında bulunan bir sıpa ile eşeği binmek için şakirtlerinden istedi. Matta'ya göre, oradan bir sıpa ve bir eşek getirttiler ve İsa sıpaya bindi eşek ve eşekler ardı sıra geldi. Markos ve Lukaya göre sıpa vardı. Eşek yoktu. 1993 yılında Hıristiyanlarla bir gurup tartışıyor, İsa'nın ardında sıpa ile eşek varmıydı. Hıristiyanlar yırtınıyor "tabi eşek vardı."
Bence de, ne eşekler var, ne eşekler!..

(*) Bu yazıda kullanılan ifadeler okuyucularımıza hakaret bazına varan haksız eleştiriler olarak görebilirler. Ancak fikirler ancak karşıtlarıyla değerlendirilirlerse anlamını bulabilirler. Bu yüzden bu ve diğer yazıları objektif bir bakış açısıyla değerlendirmeniz gerekmektedir.
Haçlı Vahşeti ve Selahaddin Eyyubi'nin Adaleti
Filistin'de her üç dinin mensupları barış ve huzur içinde yaşarken, Avrupa'daki Hıristiyanlar bir "Haçlı" seferi organize etmeye karar verdiler. Papa 2. Urban'ın 25 Kasım 1095 günü Clermont Konseyi'nde yaptığı çağrı ile, "Kutsal Toprakları Müslümanlardan kurtarmak" ve asıl olarak da Doğu'nun efsanevi zenginliğine ulaşmak üzere yüz binin üzerinde insan Avrupa'nın dört bir yanından Filistin'e doğru yola çıktı.
Uzun ve yıpratıcı bir seferden ve Müslümanlara karşı gerçekleştirdikleri pek çok yağma ve katliamdan sonra 1099 yılında gerçekten de Kudüs'e vardılar.
Yaklaşık 5 hafta süren uzun bir kuşatmanın ardından şehir düştü ve Haçlılar kente girdiler. Ve dünya tarihinde eşine az rastlanır bir vahşet gerçekleştirdiler. Şehirdeki tüm Müslümanları ve Yahudileri kılıçtan geçirdiler.
Bir tarihçinin ifadesiyle "Buldukları tüm Arapları ve Türkleri öldürdüler... Erkek veya kadın, hepsini katlettiler.
"10 Haçlılardan biri, Raymund of Aguiles, bu vahşeti "övünerek" şöyle anlatıyordu:


Beş haftalık kuşatmanın ardından Kudüs'ü ele geçiren Haçlılar, şehrin tüm hazinelerini yağmalayıp, Yahudi ve Müslümanları vahşice katlettiler.
Görülmeye değer harika sahneler gerçekleşti.
Adamlarımızın bazıları -ki bunlar en merhametlileriydi- düşmanların kafalarını kesiyorlardı.
Diğerleri onları oklarla vurup düşürdüler, bazıları ise onları canlı canlı ateşe atarak daha uzun sürede öldürüp işkence yaptılar. Şehrin sokakları, kesilmiş kafalar, eller ve ayaklarla doluydu.
Öyle ki yolda bunlara takılıp düşmeden yürümek zor hale gelmişti.
Ama bütün bunlar, Süleyman Tapınağı'nda yapılanların yanında hafif kalıyordu.
Orada ne mi oldu? Eğer size gerçekleri söylersem, buna inanmakta zorlanabilirsiniz.
En azından şunu söyleyeyim ki, Süleyman Tapınağı'nda akan kanların yüksekliği, adamlarımızın dizlerinin boyunu aşıyordu.11

Haçlı ordusu Kudüs'te iki gün içinde yaklaşık 40 bin Müslümanı üstte anlatılan yöntemlerle vahşice öldürdü.
12 Filistin'in, Hz. Ömer'den bu yana süren barış ve huzuru, korkunç bir katliamla sona ermiş oldu.

Barbar Haçlı ordusu, Kudüs'ü kendisine başkent yaptı ve sınırları Filistin'den Antakya'ya kadar uzanan bir Latin Krallığı kurdu. Ancak Filistin'e vahşet getiren Haçlıların ömrü fazla uzun olmayacaktı.
Ortadoğu'daki tüm Müslüman emirlikleri birleştiren Selahaddin Eyyubi, 1187'deki Hıttin Savaşı'nda tüm Haçlı ordusunu bozguna uğrattı.
Savaşın ardından Haçlı ordusunun iki kumandanı, Reynauld of Chatillon ve Kral Guy, Selahaddin Eyyubi'nin huzuruna çıkarıldı.
Selahaddin Eyyubi, daha önce Müslümanlara karşı uyguladığı korkunç vahşetlerle ünlenmiş olan Reynauld of Chatillon'u idam etti, ancak aynı suçları işlememiş olan Kral Guy'u serbest bıraktı.
Filistin toprakları bir kez daha adaletin ne olduğu görüyordu.


Hıttin Savaşı ile Haçlı ordusunu büyük bir bozguna uğratan Selahaddin Eyyubi, tarihi kaynaklarda adaleti, cesareti ve onurlu karakteriyle anılmaktadır. Selahaddin Eyyubi Hıttin'ın hemen ardından -tam da Peygamberimizin bir gecede Mekke'den Kudüs'e götürüldüğü kutsal Mirac günü- Kudüs'e girerek 88 yıldır Haçlı işgali altında olan şehri kurtardı. Haçlılar, 88 yıl önce Kudüs'ü aldıklarında içindeki tüm Müslümanları katletmişlerdi ve bu yüzden bu sefer de Selahaddin Eyyubi'nin aynı vahşeti kendilerine yapacağını korkuyla bekliyorlardı. Oysa Selahaddin Eyyubi kentteki Hıristiyanların hiçbirine en ufak bir zarar vermedi. Dahası, sadece Latin (Katolik) Hıristiyanların şehri terk etmelerini emretti;
'Haçlı' kimliğine sahip olmayan Ortodokslar ise şehirde yaşamaya ve diledikleri gibi ibadet etmeye devam edebilirlerdi.
İngiliz tarihçi Karen Armstrong, Müslümanların bu ikinci Kudüs fethini şöyle anlatır:

2 Ekim 1187'de Selahaddin ve ordusu Kudüs'e fatihler olarak girdiler; gelecekteki 800 yıl boyunca şehir bir Müslüman kenti olacaktı...
Selahaddin (katliam yapmamak üzere) önceden Hıristiyanlara verdiği sözü tuttu ve şehri yüksek İslami prensiplere göre aldı. Kuran'da emredilmiş olduğu gibi şiddetten kaçındı, 1099 yılındaki katliamların öcünü almaya kalkmadı. Tek bir Hıristiyan öldürülmedi, hiçbir yağma yapılmadı.
Esirleri serbest bırakmak için istenen fidyeler ise son derece düşük tutuldu...
Kuran'da emredildiği gibi, esirlerin çoğunu da hiçbir fidye almadan serbest bıraktı...
Selahaddin'in kardeşi El-Adil, bin kadar esirin kendi hizmetine verilmesini istedi ve sonra hepsini -acınacak durumda olduklarını gördüğü için- karşılıksız olarak serbest bıraktı...
Şehirdeki zengin Hıristiyanlar, değerli eşyalarını yükleyip şehirden bir an önce gittiler, oysa ellerindeki para, şehirdeki tüm savaş esirlerinin fidyesini ödemeye fazlasıyla yetiyordu.
Başrahip Heraclius, herkes gibi 10 dinarlık fidyesini ödedi, sonra da şehri hazinelerle dolu arabalarla terk etti.13


İngiltere Kralı I. Richard, Akra Kalesi'ni aldığında Müslümanlara yönelik çok büyük bir katliam gerçekleştirdi.
Aşağıdaki tabloda yüzlerce Müslüman esirin idamları tasvir edilmektedir.
Platformun altına ise cesetler ve kesik başlar atılmıştır.

Görüldüğü gibi Selahaddin Eyyubi ve onun komutasındaki Müslümanlar, Hıristiyanlara karşı son derece adil ve merhametli davranmışlar, hatta onlara kendi liderlerinden çok daha fazla merhamet etmişlerdi.

Kudüs'ten sonra, Filistin'in diğer şehirlerinde de Haçlıların vahşeti ve Müslümanların adaleti sürdü. İngiliz tarihinde büyük bir kahraman gibi tanıtılan Kral 1. Richard 1191 yılında, Akra Kalesi'nde aralarında pek çok kadın ve çocuğun da yer aldığı tam 3000 Müslümanı katletmişti.
Müslümanlar bu vahşetlere şahit olmalarına rağmen, hiçbir zaman aynı yöntemlere başvurmadılar, ALLAH'ın "Ey iman edenler..., bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin" (Maide Suresi, 2) hükmü uyarınca, hiçbir zaman masum sivillere karşı şiddet uygulamadılar. Mağlup ettikleri Haçlı ordularına karşı dahi, gereksiz şiddet kullanmadılar.

Haçlıların vahşeti ve ardından gelen Müslüman adaleti, tarihi bir gerçeği bir kez daha göstermiş oluyordu: Filistin'de farklı inançlara birarada yaşama şansı veren adil bir yönetim, ancak İslam'ın prensiplerine göre kurulan bir yönetim olabilirdi.
Bu gerçek, Selahaddin Eyyubi'den sonraki 7 yüzyıl boyunca, özellikle de Osmanlı döneminde ispatlanmaya devam etti.
Evet, Allah katında tek bir din vardır, onun adı da İslam’dır.
10 Nisan 2011 Pazar, 06:12 tarihinde {Gel, ne olursan ol yine gel} tarafından eklendi
Evet, Allah katında tek bir din vardır, onun adı da İslam’dır.
„İnneddîne indallahi-l İslam = Doğrusu Allah katında din, İslam'dır.“(3/Al-i İmran: 20)
 Yüce Allah’ın her devirde peygamberleri aracılığıyla gönderdiği dinin adıdır İslam.

Realitede iki, üç veya daha fazla din yoktur.
Tek din vardır.
İnsanların inançları farklı olabilir. Bu, onların fıtratından / yatatıışından kaynaklanmaktadır ve gayet doğaldır.
Ancak, gerçek dinin sahibi; bu evrende Tek olan, eşi emsali ve benzeri bulunmayan Merhametlilerin En Merhametlisi ve Yüceler Yücesi Allah‘tır.
O Allah ki, bu gerçek dini, insanlara daha yakından tanıtmak ve bütün insanlığı sonsuz huzura kavuşturmak için kendi seçtiklerinden Peygamberler ve bu şerefli Elçilere de melekleri aracılığıyla Kitaplar göndermiştir.

Allah, tek olduğu gibi, gönderdiği din de tektir. İki Allah olamayacağı gibi, iki din de olmaz, olamaz.
Tıpkı bir göğüste iki kalp olamayacağı gibi.Evet, her devirdeki hakiki dinin adı, İslam’dır.

Hazret'i Adem’e gönderilen din de İslam’dır; Hazreti İbrahim’e gönderilen de.

Hazreti Musa’ya verilen din de İslam’dır; Hazreti İsa’ya verilen de.

Nihayet Hazreti Muhammed Sallellahu Aleyhi Vesellem‘de noktalanan Tevhid Dini; Allah’ın İradesi’nin bütün insanlık için Rahmet ve Merhamet rejimi olarak tecellisinden başka bir şey değildir.

Demek oluyor ki, Hazreti Musa’ya gönderilen din, yani Hazreti Musa’nın tebliğ ettiği İslam; menfaatperest, hain, ikiyüzlü, „sert enseli“ din tüccarları tarafından tahrifata uğratılınca, zulmün, ifsadın ve kargaşanın anaforuna gömülen insanlığı yeniden kurtarıp, onu nura / ışığa, huzura, adalete ve tek cümleyle gerçek medeniyete kavuşturması için Merhametli Allah, Hazreti İsa’yı ve Hırıstiyanlığı göndermiştir.

Fakat, bozguncu terör; yıkıcı menfaat, dejenere edici tuğyan, başkaldırıcı ihanet ve çürütücü hıyanet, zehrini kusmaya devam etmiş ve ne yazık ki, Hazreti Mesih'in getirdiği dini de, sonunda hurafeler curcunasına dönüştürmüştür!

Yarattığı bütün mahlukata en çok acıyan, Rahman ve Rahim olan Allah bu kez de yine adı İslam olan „Son Din“’i tebliğ etmesi ve yılanlı kuyuya doldurulan insanlığın elinden tutup kurtuluş sahiline çıkartması için; “Alemlere Rahmet olarak“ Hazreti Muhammed Mustafa, Sallellahu Aleyhi Vesellem’i göndermiştir.

Evet, ilk din de İslam’dır, son din de.

İnsanlığın hakikatle karşılaşmasına engel olmak için, binbir şeytani tuzak, akla hayale gelmeyen ölçüde iblis/diyabolus entrikası peşinde koşan çevreler şunu iyi bilsin ki, bütün alem -er veya geç- Mutlak Hakikat‘in farkına varacak ve Allah'ın muradı kesin surette birgün, mutlaka gerçekleşecektir. Buna hiçbir güç ve kuvvetin engel olması da mümkün değildir.

Irmağı tersine akıtamazsınız. O, kesinlikle yatağını bulmuş ve engin denizine doğru çoktan yolalmaya başlamıştır bile.

Kutsal Kitap düşmanlarına ve Hakikat‘in amansız sabotajcılarına:‘Ne yaptığınızı sanıyorsunuz?
Kiminle savaşıyorsunuz!?
Kendi elinizle kafanızı çelik duvara çarpmak akıl karı mıdır?
Neyin önüne engel olmaya kalkıyorsunuz?
Alemlerin Yoktan Varedicisi’yle mücadele etmeye yeltenen hangi kavim başarılı olmuş ki, siz olasınız?!
Nerede Sodom - Gomore halkı?
Nerde Ad ve Semud kavimleri?
Hani Nemrut ve Firavun’un saltanatı?
Lenin, Stalin, Mao, Musolini, Hitler veya benzerinden ne haber?!
Nerede o zalimlerin kanlı dikdatörlükleri?
Güneşi balçıkla sıvayamaz ve hiçbir yere kaçamazsınız!
Dünya ve Ahiret kurtuluşunuzu; maddi ve manevi mutluluğunuzu Hakikat’e teslim olmanın dışında, başka bir yerde bulacağınızı mı sanıyorsunuz?‘
gibi soruları yöneltme hakkımızın olduğunu düşünüyorum.

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...