Ülkemizde Hıristiyan misyonerleri faaliyet sahaları olarak önceleri Ermenileri kışkırtmak şeklinde başlamış,Ülkemizde
Hıristiyan misyonerleri faaliyet sahaları olarak önceleri Ermenileri
kışkırtmak şeklinde başlamış, bunlardan güç alan Ermeniler binlerce
masum Türk müslümanı kadın, çocuk, yaşlı demeden, erkeklerinde
cephede olmasından yararlanarak kahpece katletmişlerdi. Ardından
Kürtlere el atan misyonerler onları isyana teşvik etmiş bunun
sonucunda gerek Ulusal kurtuluş savaşı sırasında gerekse Musul
görüşmeleri sırasında ayrı bir Kürt devleti kurmak isteyen çapulcular
isyanlar çıkararak yine binlerce vatandaşımızın kanına girdikleri
gibi Musul'un elimizden çıkmasına da yol açmışlardı. Bu isyanların
başlıcaları; 1921 yılında Koçgiri, 1924'de Şeyh Sait, yine 1924 de
Nasturi, 1925 Sasan, 1925 Roçkotan ve Roman, 1926 ve 1930 Ağrı, 1926
Koçuşağı, 1937 Dersim isyanlarıydı.
Haçlı ordularının
kuvvet kullanarak yapamadıklarını gerçekleştirme hayaliyle;
risalelerle, kitaplarla, okullarla, hastanelerle, vaazlarla,
kasetlerle, filmlerle ve propagandanın her türlü yöntemleriyle büyük
bir misyoner ordusu ülkemizin dört bir yanını istila etti. Şehirlerde
onlarca ev kiraladılar. Amerikan, İngiliz, Kanada asıllı misyonerler
günümüze gelindiğinde taşeron olarak ta Korelileri kullanmaya
başladılar. Bunlar insanlarımızla birebir diyalog kurarak
Hıristiyanlık propagandasına giriştiler.
Koreliler
Türkiye'ye mastır yapmak, şirket kurmak gibi esas niyetlerini kamufle
eden gerekçelerle geliyorlar, kiraladıkları evlerde hummalı bir
Hıristiyanlık propagandasına koyuluyorlardı. zaman içinde bu evlerin
yurdun her tarafını bir örümcek ağı gibi sardığını gördüm.
Misyonerler sadece ev toplantıları ile yetinmiyor, eğitimleri; Selçuk
ve çevresi, Nevşehir ile civarında gerçekleştirdikleri kamplarda da
sürdürüyorlardı. Olayın ilginç yanı 1400 yıllık irticadan korkan
yetkili ve etkili güçlerimizin 2000 yıllık ile daha eski irticadan
korkmamaları(!) bunların faaliyetlerine göz yummalarıydı. Başörtülü
birkaç kız çocuğunun karşısında aslanlaşanlar, kara çarşaflı yunan
rahibe ve papazlarıyla bu misyoner tayfalarının başka bir deyişle de
irticanın katmerlisinin karşısında süt dökmüş kediye dönüyorlardı. Ev
toplantılarına, kiliselerdeki kurslara ve kamplara, eğitim görmek
için küçük yaştaki çocuklarda katılıyor, orta ve lise öğrencileri de
bu misyonerlerin ağlarına düşüyorlardı.
Misyonerler ev
toplantılarında, kamplarda İslam dini ve ezanla alay ederlerken, Hz.
Muhammed ve İslam alimleri içinde "Şeytan" tabirini kullanıyorlardı.
Bu topraklara onları İsa'nın gönderdiğini iddia eden misyonerler,
buraların Hıristiyanlığın yayıldığı ilk merkezler olmaları sebebiyle
sözde atalarının olan bu topraklarını tekrar ele geçireceklerini ve bu
topraklara sımsıkı sarılıp, sahip olacaklarını da ilan ediyorlardı.
Misyoner
faaliyetleri sonucunda Türkiye'de garip olaylar olmaya başlıyor, bu
toprakların tapusunun başkalarına ait olduğunu göstermeye yol açacak
türden gelişmeler son hızıyla sürüyordu. Eskişehir'de Taşdelen olan
sokak ismi Firavun'a, Şişli'de Ölçek olan sokak ismi Papa Jean
Roncalli'ye dönüştürülüyordu. İstanbul burçlarına bayrağı ilk diken
yiğit Ulubatlı Hasan'ın ismi ise Sultanbeyli'de bir sokağa çok
görülüyor, yerini Yolkonak sokağa bırakıyordu.
Yeni
Mesaj gazetesinden Faruk Alemdar'ın haberine göre Silivri'de bir
başka Yunan tezgâhı sergileniyordu. Osmanlıyı sırtından hançerleyen
Aziz Nektorios'un Silivri'deki evi yeniden inşa ediliyordu. Bu inşa
olayı o kadar hızlı yürütülüyordu ki, Anıtlar Yüksek Kurulu'nun onayı
dahi beklenmiyordu.
Aziz Nektorios, Osmanlı zamanında
yaşamış Hıristiyan bir din adamı. Bu adam Osmanlıdaki Rumları
ayaklandırmış, onların her daim Osmanlıyı sırtından vurmalarını
sağlamıştı. Gazete, "Osmanlıyı arkadan hançerleyen aziz" başlığı ile
şunları aktarıyordu:
"Silivri Belediyesi'nin, Turizme canlılık
kazandırmak(!) amacıyla yapımını pek önemsediği evin sahibi Aziz
Nekterios'un kim olduğu hakkında, Silivri konusunda Osmanlı
arşivlerinde incelemeler yapan Avukat Hulusi Üstün bazı bilgiler
verdi. Üstün'ün verdiği bilgiye göre , Aziz Nektorios, Osmanlı
topraklarındaki Rumları isyan işçin hazırlayan önemli isimlerden
birisi. Bir diğeri ise Selimpaşa'da doğmuş Dr. Sarandi Arhiyen olup,
kurulmasına ön ayak olduğu okullarda , Rum çocuklarına Osmanlıya karşı
isyan bilinci verilirken, Aziz Nekterios'ta bu işin manevi boyutunu
halletmiş. Bu iki ismin Rumların Osmanlıya karşı ayaklanarak
Yunanistan'ın kurulmasında önemli rolleri olduğuna işaret eden Üstün,
'onun için Silivri ve Selimpaşa'nın Rumların nezdinde büyük yeri var'
diyerek Aziz Nekterios'un evi olayının sıradan bir Turizm olayı
olarak görülemeyeceğine dikkat çekti.
Mahalle sakinleri
ise Silivri'deki gelişmelere dikkat çekiyorlar. Söylediklerine göre
Nekterios'un evinin bulunduğu mekan periyodik aralıklarla Yunan
vatandaşı ve papazlar tarafından ziyaret ediliyor. Hatta Dr. Arhiyen'in
kurduğu Rum okulunun yerinde ayinler düzenliyorlar. Gece yarısından
sonra da Silivri sokaklarını gezerek sokak çocuklarını tespitini
yapıyorlar.
Nekterios, için canını dişine takan belediye
Çanakkale'de şehit olan gençlerin ruhu için yapılan çeşmenin yok olup
tarihe gömülmesine ise seyirci kalıyordu.
Aziz Pavlus
yürüyüşleri düzenleyerek, gerçek amaçlarını gizleyen misyonerler
buradaki işbirlikçileri ile el ele vererek amaçlarına ulaşmayı
hedefliyorlardı. Bu etkinliklerde ve dayanışma da Yunanlıları, Rumları,
Ermenileri, Amerikalı, İngiltereli, Kanadalı ve Koreli
misyonerlerinin yanında "hoşgörü" hainlerini de görüyoruz.
Misyonerlerin gerçek yüzünü görmek için uzun boylu araştırma
yapmamıza gerek yok sanırım. Afrika önümüzde yeterli dersi almamız
için bir örnek olarak duruyor.
Afrikalı bir ihtiyar, İngiliz misyonerlerine şunları söyler:
"Siz
buralara geldiğinizde elinizde sadece kutsal kitabınız vardı. Bizim
ise bol verimli, üzerinde mutluluk içinde yaşadığımız topraklarımız.
Şimdi bizim kutsal kitabımız ve ümitsiz bir geleceğimiz oldu. Buna
karşılık sizin de topraklarınız."
Hıristiyan misyonerler
Afrika ülkelerinde yürüttükleri Hıristiyanlık propagandalarının
meyvelerini, bu ülkelerin yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürerek
toplamaya başladılar. Ardından ülke yönetimine çöreklenerek, kara
derili bu insanları köle gibi kullanmaya ve onları iliklerine,
kemiklerine kadar kemirmeye başladılar.
Afrika'ya ilk
ayak bastıklarında onlara sevgi dini getirdiklerini ilan ederek
ellerine bu sevgi dininin kitaplarından incili tutuşturan Hıristiyan
misyonerler Afrika'yı sömürdükçe sömürürken kendileri de semirdikçe
semirdiler... Mutlu ve her anlamıyla kendine yeten Afrika, bir deri bir
kemik "insancıl" misyonerlerin ülkelerine el açar bir duruma düşmüş
görüntülerle yeni yerini alıyordu.
Katliam Yaptıran Kilise
Kilisenin
Afrika'nın Hıristiyan nüfusunun yüzde 91'ini içinde barındıran
Ruanda'da katliam yaptırdığı Fransa da yayınlanan haftalık Le Nouvel
Observateur Dergisi'nin haberiyle öğreniliyordu.
1994 yılı nisan,
mayıs ve haziran aylarında üç ay süreyle Ruanda'da işlenen ve 500
binden fazla insanın hayatına mal olan soyu kırımın asıl sorumlusunun
Ruanda Katolik kilisesi yetkilileri olduğu açıklanıyordu.
Ruanda'daki
korkunç katliam ile ilgili raporları ve belgeleri yayınlayan Fransız
haftalık Le Nouvel Observateur dergisi, "Cellat papazlar da var!"
üst başlığı ve "Soykırım: Ruanda kilisesinin kara dosyası" ana
başlığı altında tüyler ürperten gerçekleri dünya kamuoyuna
duyuruyordu.
Yazıda Hıristiyan din adamlarının marifetleri şu şekilde dile getiriliyordu.
"Ülkedeki
soykırım üzerinde yapılan soruşturmalar gösteriyor ki, katolik
papazlar ve bu arada Protestan din adamları katliamlara doğrudan ve
bizzat katılmışlar, cani milislere rehberlik etmişler, hatta onları
yönlendirmişlerdir. Ayrıca katillerden kaçıp kiliselerine sığınan masum
insanları ihbar etmişlerdir. Ayrıca Hutular ile Tutsiler arasındaki
kini daha bir alevlendirmiş ve daha ziyade körüklemişlerdir.
Ruanda'
da olayları yatıştıracak yerde daha çok tahrik eden kilise
yönetiminin ülkede yapılan soy kırımı ört bas etmeye çalışması,
Hükümetin yaptığı soy kırımı kamufle edip, yerli halkı asi olarak ilan
etmesinin ve suçu bu zavallı insanların üzerine atmasının en önemli
nedenleri de şöyle sıralanıyordu:
"Kilise
yetkililerinin bu akıl almaz tutumları, Ruanda kilisesinin ülkede
yıllar boyu kazandığı maddi imkanları elinden kaçırmak istemeyişinden
ileri gelmektedir. Ruanda kilisesi gerçek anlamda devlet içinde
devlettir. Ülkenin en büyük ve bir numaralı toprak ağasıdır. Bir
numaralı yatırımcı ve hükümetten sonra en fazla eleman kullanan bir
kuruluştur."
Hıristiyan din adamları ve bu dinin
fanatikleri, mukaddes kitaplarından aldıkları emirlerle kendilerinden
olmayan insanlara her türlü vahşet ve zulmü hoş görüp teşvik etmekte
adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Haçlı seferlerini hepimiz yakından
biliyoruz.
Haçlı seferlerinin en belirgin örneğini
Bosna'da açık ve net bir şekilde gördük. Bosna'da binlerce Müslüman
çok yoğun işkenceler altında can verirken, Hıristiyanlar tecavüz
ettikleri annenin bebeğini öldürüp etinden kıyma yapıp aynı anneye
yediriyorlar ve bu annenin feryatlarını tüm Sırplara adi kahkahaları
altında dinlettirirlerken bunları da kutsal kitaplarından aldıkları
güçle yapıyorlardı.
Ve bu katliam ve işkenceleri ise bilindiği
gibi Hıristiyan ülkeler seyretmekle kalmadı, Sırplıları teşvik
ederken, sadece Bosnalılara ambargo uyguladı. Sırplar Müslümanların
kanlarını daha rahat içsin diye...
Filistinlileri çoluk,
çocuk, kadın, erkek demeden soykırıma uğratan Yahudilere bırakın
karşı gelmeyi, kınayan Hırıstiyan toplumu ve din adamları gördünüz
mü?. Kaldı ki burada, yolladıkları yazar geçinen bazı Yahudi uşakları
bunlara destek bile çıkmaya başlamadılar mı?..
Kıbrıs'ta binlerce Türkün kanına giren Rum çetecilerinin başı ve dayanağı Hıristiyan bir din adamı olan Makarios değil miydi.
Kutsal kitap mı haramilerin anı defteri mi?..
Hıristiyanların
ve Yahudilerin "Kitabı Mukaddes" dedikleri kutsal kitaplarını
yakından incelediğimizde bu vahşiliklerinin de kaynağı kolayca ortaya
çıkıyordu. Kutsal kitaplarının Tesniye 7. Bab, 1-6 ve Çıkış 23 Bab
23. ayetlerinde kendi dinlerinden olmayan milletleri Allah'ın da
vuracağını belirterek şöyle diyorlar:
"Sende onları
vuracağın zaman; onları tamamen yok edeceksin, onlarla ahdetmeyeceksin
ve onlara acımayacaksın ve onlarla hısımlık etmeyeceksin. Kız alıp
vermeyeceksin"
Allah onlara şunları da söylemiş:
"Heybetimi senin önünden gönderip, üzerlerine varacağın bütün kavimleri perişan edeceğim"
Ve şöyle de devam etmiş:
"Onları tamamen devireceksin. Onların dikili taşlarını tamamen parçalayacaksın"
Mukaddes kitaplarının "Sayılar" bölümünün 31. Bab 9-10. Ayetleri, korkunç gaddarlıklarıyla övünme sahnesi olarak yer alıyordu:
"kadınlarını, çocuklarını esir aldılar. Bütün mallarını çapul ettiler. Şehirlerini ve obalarını ateşle yaktılar"
Yine Mukaddes kitaplarının Tesniye bölümünün 2. Bab 34. Ayetinde bu vahşiliklerinden duydukları onuru görüyoruz:
"O
vakit onun bütün şehirlerini aldık, ve her şehri erkekler, ve
kadınlar ve çocuklarla beraber tamamen yok ettik, arta kalan kimse
bırakmadık"
Hıristiyanların mukaddes kitapları diğer ulusları
kendilerine kul, köle edinmelerini de öğütlüyor. Tesniye, 20. Bab
10.... Ayetler:
"..Şehre cenk için geldiğinizde sulh ederseniz,
bütün kavim sana angaryacı olacak, sana kulluk edecektir. Cenk
ederse, her erkeği kılıçtan geçirecek, kadınları, çocukları, herşeyi
çapul edeceksin."
"...Rabbin miras verdiği bu kavimlerin şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın, tamamen yok edeceksin."
Hıristiyanların mukaddes kitabında Allah'ın kendileri için cenk edecekleri de belirtiliyor. Nehemya. 4. Bab, 20. ayet
"Her nerede boru sesi işitirseniz oraya, yanımıza toplanın, bizim için Allah'ımız cenk edecektir."
Mukaddes kitapları buyuruyor. İşaya, 60. Bab 12. Ayet.
"Çünkü sana kulluk etmeyen millet ve ülke yok olacak ve o milletler tamamen harap olacak."
Hıristiyanlar, dinlerinin "Sevgi Dini", İsa'nın da tek kurtarıcı olduğunu ilan ediyorlar ve tanrı olarak ta
ilan
ettikleri İsa'ya herkesi tapınmaya çağırıyorlardı. Hıristiyanların
İsa'sı sevgi dini olarak lanse edilen İncil'in Matta kısmının 5. Bölüm
17 ve 18 ayetlerinde, yukarda belirttiğimiz ayetleri ve "eski
anlaşma" olarak ta tanımlanan Tevrat ve bölümlerinin tamamını
yürürlüğe koymak üzere geldiğini açıklıyordu:
"Sanmayın
ki, ben şeriati ve peygamberleri yıkmaya geldim. Ben yıkmaya değil,
tamam etmeye geldim... Şeriattan en küçük bir harf veya bir nokta
bile yok olmayacaktır."
"Ben Rabbim" diyen ve sevgi sembolü (!)
Hıristiyanların İsa'sı Matta İncili 10. Bölüm 34 ve devamındaki
ayetlerde yeryüzüne selamet yani mutluluk, esenlik getirmediğini
kavga, savaş, vahşet ve kargaşalık getirdiğini söylüyordu:
"Yeryüzüne
selamet getirmeye geldim sanmayın; ben selamet değil, fakat kılıç
getirmeye geldim. Çünkü ben adamla babasının ve kızla anasının ve
gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymaya geldim. Ve adamın
düşmanları kendi ev halkı olacaktır. Babayı ve anayı benden ziyade
seven bana layık değildir, oğlu veya kızı benden ziyade seven bana
layık değildir..."
İncil'deki İsa, Luka, 19. Bölüm 26 ve 27 ayetlerde benzetmelerin arkasına saklanarak gerçek niyetini sergiliyordu:
"O
da, size şunu söyleyeyim, kimde varsa ona daha çok verilecek. Ama
kimde yoksa, kendisinde olan da elinden alınacak' demiş. Beni kral
olarak istemeyen o düşmanlarıma gelince, onları buraya getirin ve
gözümün önünde kılıçtan geçirin"
Hıristiyanların İsa'sını
bize sevgi abidesi olarak yutturmaya çalışıyorlardı. Oysa O mevsimi
olmamasına rağmen üzerinde incir bulamadığı ağacı kurutacak kadar
doğa düşmanı olduğunu su götürmeyecek bir biçimde kanıtlıyordu.
Markos, 11. Bölüm 12 ve 14 ayetler ile 20 ve 24. Ayetler artı Matta;
21. Bölüm,18 ve 20. Ayetlerde İsa'nın gerçek yüzü sırıtıyordu:
Ertesi
gün Beytanya'dan çıktıklarında İsa acıkmıştı. Uzakta, yapraklanmış
bir incir ağacı görünce belki üzerinde incir bulurum diye yaklaştı.
Ağacın yanına vardığında yapraktan başka bir şey bulamadı. Çünkü incir
mevsimi değildi. İsa ağaca, «Artık senden hiç kimse bir daha meyve
yemesin!» dedi. Öğrencileri de bunu duydular.
Sabah
erkenden incir ağacının yanından geçerlerken, ağacın kökten kurumuş
olduğunu gördüler. Olayı hatırlayan Petrus, «Rabbî, bak! Lanetlediğin
incir ağacı kurumuş!» dedi.
İsa onlara şöyle karşılık verdi:
«Tanrı'ya iman edin. Size doğrusunu söyleyeyim, kim şu dağa, `Kalk,
denize atıl!' der ve yüreğinde kuşku duymadan dediğinin olacağına
inanırsa, dileği yerine gelecektir. Bunun için size diyorum ki, duayla
dilediğiniz her şeyi daha şimdiden almış olduğunuza inanın,
dileğiniz yerine gelecektir. Kalkıp dua ettiğiniz zaman, birine karşı
bir şikâyetiniz varsa onu bağışlayın ki, göklerde olan Babanız da
sizin suçlarınızı bağışlasın.»
"İsa sabah erkenden
kente dönerken acıkmıştı. Yol kenarında gördüğü bir incir ağacına
yaklaştı. Ağaçta yapraktan başka bir şey bulamayınca ağaca, «Artık
sonsuza dek meyven olmasın!» dedi. İncir ağacı hemen o anda kurudu.
Öğrenciler bunu görünce şaşkına döndüler. «İncir ağacı birdenbire nasıl kurudu?» diye sordular.
İsa
onlara şu karşılığı verdi: «Size doğrusunu söyleyeyim, eğer imanınız
olur da kuşku duymazsanız, yalnız incir ağacına olanı yapmakla
kalmazsınız; şu dağa, `Kalk, denize atıl' derseniz, dediğiniz olacaktır.
İman ederek dua ettiğinizde, dilediğiniz her şeyi alacaksınız."
İsa'nın öğrencileri imansız mı?
İncir
ağacı örneğinden kolayca anlaşılacağı üzere Hıristiyanların İsa'sı
çıkarlarına son derece düşkün, menfaatleri için yapamayacağı kötülük
olmayan biri. Öyle ya incir mevsimi olmadığı halde ağaçta incir
bulamamasının öfkesini, ağacı kurutarak çıkaran bir sadist olması başka
nasıl açıklanabilir?
Gerek Matta incilinde gerekse
Markos incilinde incir ağacı olayın temel özelliklerinin aynı olmasına
rağmen ağacın kuruma süresi olarak bazı farklılıklar göze çarpıyor.
Matta incilinde ağacın hemen kuruduğu vurgulanırken, Markos incilinde
ağacın kuruma olayının görülmesinin ertesi gün olduğu
belirtiliyordu.
Kehanet vaktinin geldiğini, bazı
saftirikleri kandırmanın ortamının oluştuğunu gören Hıristiyanların
İsa'sı önce ağacı lanetliyor, ardından da gece yarısı ağacın
kurumasını sağlayan asit ve benzeri sıvıları ağacın altına döküyordu.
Sıcak yaz mevsiminin etkisi ile kuruyan ağacın yanından geçirdiği
şakirtlerine sözde gücünü bir kere daha kanıtlıyordu.
Güçleriyle
övünen Hıristiyanların Mesih'i, Matta incili 21 ve 22. Ayetlerinde
gördüğümüz üzere şakirtlerine; "kuşku duymadan iman ederseniz, yalnız
incir ağacına olanı yapmakla kalmazsınız. Şu dağa 'kalk denize atıl'
derseniz dediğiniz olacaktır. İman ederek dua ettiğinizde dilediğiniz
her şeyi alacaksınız" demiş. İsa'nın on iki havarisi dahil hiçbir
öğrencisi bugüne kadar değil dağları denize atmak, dağları bir milim
bile kıpırdatamadı. Ama İsa adına binlerce bebe, kadın, kız, yaşlı
erkek, hunharca tecavüze uğradı. Sakat bırakıldı. Yerleri yurtları
dağıtıldı. Acımasızca katledildi. İsa'nın on iki havarisi bile
gerçekten, kuşkusuz bir şekilde iman etmemişti. Öyle olsa "Rabbi Rabbi"
diye kuyruğunda dolaşan öğrencilerinden Yahuda para karşılığı onu
ihbar eder miydi?... Yine bir diğer sadık bendesi Petrus, bir kadının
"bu onun öğrencisi" sözleri karşısında ve yine üç ayrı olayda üç
kere İsa'yı inkar eder miydi?. "Onu tanımıyorum" der miydi? Yoksa;
imanı ile şahlanıp onu kurtarma yolunu mu seçerdi?
İsa'nın öğrencilerinin hardal tanesi kadar bile imanları yoktu. Luka 17; 6 ya göre İsa şöyle demiş:
"
Rab şöyle dedi: bir hardal tanesi kadar imanınız olsa, şu dut
ağacına , 'kökünden sökül ve denizin içine dikil' dersiniz, o da
sözünüzü dinler."
Kendini asıp tepe üstü çakılan havari
İsa'nın
öğrencileri için mucize gerçekleştiremediler derken haksızlık
etmeyelim arada Yahuda gibi eşi ve benzeri dünya tarihinde
görülemeyecek mucizelere imza atanlarda vardı. Matta İncili 27. Bölüm, 3
ve 5. Ayetlere baktığımızda İsa'yı ele veren Yahuda'nın kendini
astığını, sonra da tepe üstü çakıldığını görüyorduk:
"İsa'yı
ele veren Yahuda, O'nun mahkûm edildiğini görünce yaptığına pişman
oldu. Otuz gümüşü baş kâhinlere ve ihtiyarlara geri götürdü. «Ben
suçsuz birini ele vermekle günah işledim» dedi.
Onlar ise, «Bundan bize ne? Onu sen düşün» dediler.
Yahuda paraları tapınağın içine fırlatarak oradan ayrıldı, gidip kendini astı."
Yine
aynı incilin Elçilerin işleri adlı bölümünün, 17 ve 19. Ayetlerine
geldiğimizde Yahuda'nın baş aşağı düşüp, bedeninin yarıldığını ve
bütün bağırsaklarının dışarı döküldüğünü okuyoruz:
"Yahuda bizden biri sayılmış ve bu hizmette yerini almıştı.»
Bu
adam, yaptığı kötülüğün karşılığında aldığı ücretle bir tarla satın
aldı. Sonra baş aşağı düştü, bedeni yarıldı ve bütün bağırsakları
dışarı döküldü. Kudüs'te yaşayan herkes olayı duydu. Tarlaya kendi
dillerinde 'Kan tarlası' anlamına gelen 'Hakeldema' adını verdiler."
Şimdi
adam gidiyor kendini asıyor, daha sonra baş aşağı düşüp bedenini
parçalıyor, bağırsaklarını yerlere saçıyor. Allah için bu mucize(!)
değil de nedir?...
İsa'nın gömülmesinde elçiler yine yok?
İsa'yı
ele veren, onu inkar eden elçileri İsa'nın aşağılanmasında, çarmıha
gerilme sırasında da ortalıkta görünmüyorlardı. Vali Platus'un, "bir
kişiyi affetmem lazım İsa'yı mı Barabas'ı mı affedeyim?' şeklindeki
sorusuna bile İsa'nın gelinleri olarak adlandırılan öğrencilerinden
"İsa" adı çıkmamış. Halk Barabas'ın salınmasını istemişti. Barabas ise
hayduttu. Halkın gönlünde bir haydut kadar yer alamayan İsa'yı yine
kutsal kitaplarına göre babası olan Allah'ta terk ediyordu: Markos
incili 15. Bölüm 33 ve 34. Ayetlerde bu durum görüleceği gibi, Matta
İncili 27. Bölüm, 45 ve 46. Ayetlerde de aynı olay yer alıyordu:
"Bütün
ülkenin üzerine öğleyin saat onikiden saat üçe kadar süren bir
karanlık çöktü. Saat üçe doğru İsa yüksek sesle, 'Eli, Eli, Lema
şevaktani?' yani, 'Tanrım, tanrım, beni niçin terk ettin?' diye
bağırdı."
Kutsal Yasa Musa aracılığıyla verildi, ama
lütuf ve gerçek İsa Mesih aracılığıyla geldi. Tanrı'yı hiçbir zaman hiç
kimse görmemiştir. O'nu, Baba'nın bağrında bulunan ve Tanrı olan
biricik Oğul tanıttı.
İsa, "tanrıyı kimse görmemiştir" diyordu
demesine de ancak, Tevrat ve bölümlerinde Tanrıyla karşılıklı görüşen,
konuşan, güreş eden, ona içki sunup, yemek veren bir çok peygamber
vardı.
İsa çarmıhta, "Tanrım tanrım beni niçin terk ettin" diye
bağırıyordu. Allah kendisini terk etmiş. Hıristiyan alemi İsa'nın
hayali peşinde Allah'ı ve kurtuluşu arıyor. İsa ile Allah'ın irtibatı
yok ki, Hıristiyanlık Allah'ı bulsun. Zira Allah'ın bıraktığı,
Allah'ın terk ettiği Allah'a ulaştırabilir mi?
İsa arada bir doğru da söylüyordu.
İsa
kendisini karşılayan kalabalıktan birinin hasta çocuğu için yardım
istemesi üzerine karakterini ele veren şu sözleri söylüyordu. Luka 9;
41... Matta 17; 17... Markos 9;19...
"Ey imansız ve sapmış kuşak! Daha ne kadar sizlerle kalacağım, ne zamana dek sizlere katlanacağım?"
İsa'nın
öğrencilerinden birisinin babası ölmüştür. Öğrenci babasının
cenazesini gömmek için izin ister. İşte sevgi dininin sembolünün Matta
8. Bölüm 21. Ayete göre verdiği cevap:
"Sen ardım sıra gel. Bırak ölüleri kendi ölülerini gömsünler."
İsa kendisini dinlemeye gelen İsraillilere Matta 12. Bölüm, 34. Ayet'e göre şöyle hitap ediyordu:
"Engerekler soyu!"
Irkçı İsa
Yeni
Yaşam yayınlarınca basım ve dağıtımı yapılan İncil'in Matta
kitapçığının 15. Bölüm 21-28 Ayetlerinde; "Kenanlı kadının imanı"
başlığı altında ve yine aynı İncilin Markos kitapçığının 7. Bölüm 24-30.
Ayetlerinde bu kere "Fenikeli kadının imanı" başlıklı bölümde;
kendisinden yardım isteyen Matta'ya göre Kenanlı Markos'a göre Fenikeli
bir kadının kendisine yalvarıp yardım istemesi üzerine, kendisinin
sadece İsrail halkına geldiğini belirterek, İsrail halkını öz çocuğa,
diğer halkları ise köpeğe benzetiyordu. Müjde diye yaftaladıkları
sözde kurtuluşu da öz çocuklarının ekmeği olarak nitelendiriyordu.
Kadının "Köpeklerde efendilerinin sofrasından düşen kırıntıları yer"
sözleriyle keyiflenen ve zevke gelen İsa ancak o zaman kadına yardım
ediyordu:
"İsa oradan ayrılıp Sur ve Sayda bölgesine geçti. O
yöreden Kenanlı bir kadın İsa'ya gelip, «Ya Rab, ey Davut Oğlu,
halime acı! Kızım cine tutsak, çok kötü durumda» diye feryat etti.
İsa kadına hiçbir karşılık vermedi. Öğrencileri yaklaşıp, «Sal şunu, gitsin!» diye rica ettiler. «Arkamızdan bağırıp duruyor.»
İsa, «Ben yalnız İsrail halkının kaybolmuş koyunlarına gönderildim» diye cevap verdi.
Kadın ise yaklaşıp, «Ya Rab, bana yardım et!» diyerek o'nun önünde yere kapandı.
İsa ona, «Çocukların ekmeğini alıp köpeklere atmak doğru değildir» dedi.
Kadın, «Haklısın, Rab» dedi. «Ama köpekler de efendilerinin sofrasından düşen kırıntıları yer.»
O zaman İsa ona şu karşılığı verdi: «Ey kadın, imanın büyük! Dilediğin gibi olsun.» Ve kadının kızı o saatte iyileşti."
Yuhanna incili, 4. Bölüm, 22. Ayette "zira kurtuluş Yahudiler'dendir" diyerek yine ırkçılığını gösteriyordu.
Hıristiyanların
İsa'sı şeriatın tek noktasını bile değiştirmeyeceğini haykırıyor,
"ben bu şeriatı tamamlamaya geldim" diyordu. Bu sözleri Matta incili
5. Bölüm, 17 ve 19. Ayetlerde açık bir şekilde yer alıyordu:
"«Kutsal
Yasa'yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için
geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim.
Size doğrusunu söyleyeyim, gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey
gerçekleşmeden, Kutsal Yasa'dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile
eksilmeyecek. Bu nedenle, bu buyrukların en küçüklerinden birini kim
çiğner ve başkalarına öyle yapmayı öğretirse, Göklerin Egemenliğinde en
küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına
öğretirse, Göklerin Egemenliğinde büyük sayılacak."
Şimdi
bu şeriata uymayanlar arasında en yakın akrabalardan insanlar dahi
olsa karşılaşacakları muameleyi mukaddes kitaplarının Çıkış bölümü 32.
Bab 27 ayette görelim:
"Herkes kılıcını beline kuşansın ve
ordugâhta kapıdan kapıya dolaşsın ve herkes kendi kardeşini ve herkes
kendi arkadaşını ve herkes kendi komşusunu öldürsün"
Önce
eline silah verip pohpohladıkları Irak'ın üzerine binlerce ton bomba
yağdıran kitabı mukaddes takipçisi ülkeler ve onların yardakçıları
ölen yaşlı genç Iraklılar için hiçbir üzüntü duymazken, bebeklerin
bile katledilmesi karşısında kılları bile kıpırdamıyor, ilaç ambargosu
bile uygulayarak yüzlerce bebeğin bile ölümüne yol açıyorlardı.
Irak, İsrail'e bir iki bomba sallayınca buradaki sözde Kitabı
Mukaddes'in gizli şakirti sümüklü vaiz İsrailli veletler için feryadı
figan eğliyordu.
Vallahi Dallas, Mukaddes kitaptan çok daha masumdu.
Kitabı
Mukaddes denilen Hıristiyanların kutsal kitabı, Dallas'ı bile son
derece muhafazakar bir kategoriye sokacak kadar seks, ihanet, dalavere,
rüşvet, sapıklık ve katliam içeriyordu.
Üstelik bu olayların
kahramanları(!) ise peygamberlerdi. Lut peygambere izafe edilen sarhoş
olup iki kızıyla yatması ve onları gebe bırakması.
Davut
peygambere yakıştırılan kendisi için savaşa giden en yakın adamı
Yoab'ın karısına göz koyup onu hamile bırakması. Davut peygamber
kadının gebe kaldığını öğrenince savaştan dönen Yoab'ı karısının
yanına gönderiyor. Böylece adam karısı ile yatacak Davut'ta işlediği
suçun yükünden kurtulacak. Adam da çocuk kendisinin sanacaktı. Ancak
kazın ayağının hiçte öyle olmadığı görülüyordu. Adam karısının yanına
gitmektense yorgun olan askerlerinin yanına gidiyor. Bunu öğrenen
Davut peygamber diğer adamlarını çağırıyor ve bunu savaşa tekrar
götürün ve cephenin en önüne koyun orada vurulup ölsün diyor. Aynen
öyle yapılıyor. Adam ölünce Davut'ta onun karısını alıyordu.
Yakup
peygamberde kayınpederinin iki kızını ve mallarını dalavere ile
alıyor, sonra kayınpederine kızlarını üzerine başka karı almayacağına
Allah huzurunda söz veriyor. Ama Yakup peygamber, gelini Tamar ile
yatıyor ve onu hamile bırakıyor.
Peygamberlerin babası
olarak bilinen İbrahim ise karısı Sara'yı önce Kral Abimelek'e, sonra
da Firavun'a "karım değil, kardeşim" diyerek peşkeş çekiyor. Sonra
gerçeği öğrenen Abimelek'te Firavun'da karısını tekrar kendisine iade
ediyor.
Peygamberler böyle olurda oğulları onları
aratır mı?... Tabi ki hayır. Davut'un oğlu Amnon'da kız kardeşi
Tamar'a aşık olup, hasta yataklarına düşüyor. Kendisine yemek yapmak
için gelen kız kardeşine tecavüz ediyordu.
Niye öyle
garip garip bakıyorsunuz?... İnanmayan Hıristiyanların en ünlü
yayınevleri olan Kitabı Mukaddes Şirketi tarafından basılan "Kitabı
Mukaddes'e bakabilir. Fazlası var eksiği yok. Size birkaç tane örnek
vereyim de görün bakalım İsa'nın doğrulamaya geldiği kutsal kitap nasıl
oluyormuş.
1995 yılı Kitabı Mukaddes Şirketi basımı, Tevrat; 2. Samuel bölümü, 11. Bab: 1- 27. Ayetler;
Ve
akşamleyin vaki oldu ki. Davut yatağından kalktı ve Kral evinin damı
üzerinde geziniyordu ve yıkanmakta olan bir kadını damdan gördü. Ve
kadının bakılışı çok güzeldi. Ve Davut gönderip kadın hakkında
soruşturdu. Ve biri dedi: Bu kadın Hitti Uriya'nın karısı Eliamın kızı
Bat-Şaba değil mi? Ve Davut ulaklar gönderip onu getirtti; ve kadın
onun yanına geldi ve murdarlığından tathir edilmiş olduğundan Davut
onunla yattı. Ve kadın evine döndü. Ve kadın gebe kaldı, ve gönderip
Davut'a bildirdi, ve. Ben gebe kaldım, dedi. Ve Davut Yoaba'yı
gönderip dedi: Hitti Uriya'yı bana gönder. Ve Yoab Uriya'yı Davut'a
gönderdi. Ve Uriya yanına gelince Davut: Yoab nasıldır ve kavm
nasıldır ve cenk ne haldedir? Diye sordu. Ve Davut Uriya'ya dedi:
evine in ve ayaklarını yıka. Ve Uriya Kral evinden çıktı ve arkasından
Kralın hediyesi çıktı. Ve Uriya Kral evinin kapısında efendisinin
bütün kulları ile beraber yattı ve evine inmedi. Ve Davut'a: Uriya
evine inmedi diye bildirdiler. Ve Davut Uriya'ya dedi: Sen yoldan
gelmedin mi? Niçin evine inmedin? Ve Uriya Davuda dedi: Ahit sandığı
ve İsrail'le Yahuda haymelerde oturuyorlar; ve efendim Yaobla
efendimin kulları kırlarda konmuşlarken yemek ve içmek ve karımla
yatmak için ben evime mi ineyim? Senin hayatın hakkı için, ve canının
hayatı hakkı için, ben bu şeyi yapmam. Ve Davut Uriya'ya dedi: Bu gün
de burada kal da yarın seni göndereyim. Ve Uriya o gün ve ertesi gün
Yeruşalim'de kaldı. Ve Davut onu çağırdı, ve onun önünde yiyip içti;
ve onu sarhoş etti; ve akşamleyin efendisinin kulları ile beraber
yatağında yatmak üzere
çıktı, ve evine inmedi.
Ve
sabahleyin vaki oldu ki, Davut Yaoba mektup yazdı, ve Uriya'nın eli
ile gönderdi. Ve mektupta: Uriya'yı şiddetli cenkte ön diziye koyun,
ve onun yanından çekilin ki, vurulsun da ölsün, diye yazdı...
...Ve
Uriya'nın karısı, kocası Uriya'nın öldüğünü işitti, ve kocası için
dövündü. Ve yası geçince Davut gönderip onu evine aldı, ve onun karısı
oldu..."
Alın bir örnek daha; Kitabı Mukaddes; Tevrat Tekvin bölümü 12. Bab, 10-20. Ayetler:
"Ve
memlekette kıtlık oldu; ve Abram orda misafir olmak üzere Mısır'a
gitti, çünkü memlekette kıtlık ağırdı. Ve vaki oldu ki, Mısır'a girmesi
yaklaştığı zaman, karısı Sara'ya dedi: İşte biliyorum ki, sen
görünüşü güzel bir kadınsın; ve olur ki, Mısırlılar seni görünce : Bu
onun karısıdır, derler; ve beni öldürürler, fakat seni sağ
bırakırlar. Senin yüzünden bana karşı iyi davranılsın, ve senin
sebebinle canım yaşasın diye: onun kız kardeşiyim de. Ve vaki oldu
ki, Abram Mısır'a girdiği zaman, Mısırlılar kadının çok güzel
olduğunu gördüler. Ve Firavun'un emirleri onu gördüler, ve onu
Firavun'a methettiler; ve kadın Firavun'un sarayına alındı. Ve onun
yüzünden Abram'a karşı iyi davrandı; ve onun koyunları, sığırları ve
eşekleri ve köleleri ve cariyeleri ve dişi eşekleri ve develeri oldu.
Ve Rab, Abram'ın karısı Sara'dan dolayı, Firavun'u ve onun sarayını
büyük vuruşlarla vurdu. Ve Firavun Abram'ı çağırıp dedi: Bana bu
yaptığın nedir? Bunun senin karın olduğunu bana niçin bildirmedin?
Niçin: Bu benim kız kardeşimdir dedin? Ben de onu karı olarak aldım.
Ve şimdi, işte karın, al ve git. Ve onların hakkında Firavun
adamlarına emretti; ve onu, ve karısını, ve kendisine ait olan
herşeyi gönderdiler..."
İsa'nın eşekleri
İsa,
Yaruşelem'e görkemli bir giriş yapmak istiyordu. O nedenle yolunun
üzerinde bulunan bir köy evinin ahırında bulunan bir sıpa ile eşeği
binmek için şakirtlerinden istedi. Matta'ya göre, oradan bir sıpa ve
bir eşek getirttiler ve İsa sıpaya bindi eşek ve eşekler ardı sıra
geldi. Markos ve Lukaya göre sıpa vardı. Eşek yoktu. 1993 yılında
Hıristiyanlarla bir gurup tartışıyor, İsa'nın ardında sıpa ile eşek
varmıydı. Hıristiyanlar yırtınıyor "tabi eşek vardı."
Bence de, ne eşekler var, ne eşekler!..
(*)
Bu yazıda kullanılan ifadeler okuyucularımıza hakaret bazına varan
haksız eleştiriler olarak görebilirler. Ancak fikirler ancak
karşıtlarıyla değerlendirilirlerse anlamını bulabilirler. Bu yüzden bu
ve diğer yazıları objektif bir bakış açısıyla değerlendirmeniz
gerekmektedir.