Yıllardır üzerinde geniş çaplı araştırmalar yapageldiğimiz
Sabetaycılık konusunda bugüne kadar yazmayı, araştırmalarımızı yazıya
dökmeyi, konunun son derece çetrefilli ve çok geniş siyasi
implikasyonları barındırması dolayısıyle, istememiştik. Buna karşın son
dönemlerdeki konuya ilişkin tartışmalar bizi böyle bir zorunluluğa
yöneltti. “Meşhur Mechul” konumunda olup, ülkemizin başlıca
sorunlarından biri olan, Sabetaycı kimlik, ya da Sabetaycılık sorunu,
20. yüzyılda zaman zaman gündeme gelmiş, yüzyıl başında “ Dönmeler”, “
Dönmelerin Hakikati” gibi eserlerle tartışılan konu, zaman zaman
Sabetaycı cemaat içerisinde bulunmuş olup, itiraflarda bulunan kimseler
vesilesiyle de gündeme damgasını vurmuştur. Bunun ilk örneği 1924’teki
Karakaşzâde Mehmed Rüşdü Bey olayıdır. Son dönemlerde ise Sayın Ilgaz
Zorlu’nun “Evet, Ben Selanikliyim” kitabı, Prof. Yalçın Küçük’ün
“Tekelistan, Tekeliyet” adlı eserleriyle ve en son Soner Yalçın’ın
“Efendi” kitabıyla gündemin en üst sıralarında yerini almıştır.
Ancak, konuya ilişkin kitap ve makalelerde genellikle, Sabetaycı
cemaat içinden olanları ve yabancı kaynaklı olanları hariç, ya çok ciddi
ve sağlıklı bilgiler içermediği, ya da siyasi manipulasyon içeren,
abartılara çok fazlaca yer veren çalışmalar olduğu gözlemlenmektedir.
Özellikle, 50’li yıllardan sonra, genelde milliyetçi/Muhafazakâr kesimin
konuya ilişkin yayınlarında, konunun ülkemiz açısından son derece
ciddiyet kesbetmiş olmasına rağmen, hiç bir ciddi bilgi ve kaynağa
dayanmadığı, daha çok tepkisel ve ideolojik yorumları içerdiği
gözlemlenmiştir. Bugüne kadar konuya ilişkin birkaçı hariç sadra şifa
bilgi ve araştırmaya dayalı önemli bir çalışmanın pek de ortaya
konulmadığı görülmektedir. Veya, son dönemlerdeki bazı çalışmalarda
Türkiye’deki nüfusun büyük bir çoğunluğunun İbranî kökenli olduğunu
ileri sürecek derecede konunun fazlasıyla abartıldığı, halkın önemli bir
bölümünün gereksiz yere töhmet, zann ve şüphe altında bırakıldığı
müşahade olunmaktadır. Bu yüzden, abartı ve spekülasyonlara tepki
olarak, bunları baz alarak gerek bazı Sabetaycı kökenli çevreler,
gerekse bazı pro-semitic/pro-sabetaycı İslamcı çevreler ironic/alaycı
yaklaşımlarla konunun ehemmiyetini gözardı ettirerek, örtbas etmeye
çalışmaktadırlar.
Oysaki, Sabetaycılık konusu ülkemizin yaklaşık iki yüzyıllık bir
tarih diliminin , batılılaşmaşma sürecinin, kimlik çatışmalarının doğru
biçimde okunmasının anahtarlarından biridir. Sabetaycı kimlik,
abartılmamakla birlikte, bu topraklardaki batılılaşma/modernleşme
serüveninin içerideki başat kimliğidir. Bu kimlik doğru biçimde
araştırılıp, okunmadığı müddetçe, bu serüvenin içerideki dinamiklerinin
sağlıklı bir şekilde tesbit edilemeyeceği açıktır.
Tarihsel Arka Plan
Bu makaleler dizisinde, İzmirli Haham Sabetay Sevi’nin (1626-1676)
Kabbala’dan etkilenerek 1666’da Musevilerin/Yahudilerin beklenen “Mesih”
i olduğu iddiasıyla ortaya çıkıp, Yahudi/Musevi toplumu içinde
çalkantıların oluşmasına neden olduğu zamandan başlayan Sabetaycılık
serüveninin tarihini uzun uzadıya anlatmayacağız. Zira, konu ciltler
dolusu çalışma ve eserlerin yazılmasını gerektirmektedir.
Sabetay Sevi
Ancak, şu şekilde uzun bir özet yazabiliriz. Sabetay Sevi’nin 1666’da
Mistik/Kabbalistik bir yorumla İzmir’de mesihliğini ilân ederek,
yakında mesih olarak Yahudileri tekrar Filistin’e, kutsal topraklara
döndürüp, Kutsal Dünya Yahudi krallığını kuracağını vadetmesi, zâten
birçok Hristiyan Avrupa ülkesinde zor koşullarda ve Katolik kilisesinin
baskısı altında olan Yahudiler arasında büyük yankı uyandırır, hatta en
rahat biçimde yaşayan Osmanlı Yahudileri arasında da aynı yankı ve
heyecanı uyandırır. Yahudi toplumu bu Mesih hareketiyle çalkalanır. Çoğu
bu umutla, Sabetay Sevi’nin yanına koşar. Bu durum, Orthodox/Rabbinical
yahudileri ve hahamlarını oldukça rahatsız eder, bu Mesiyanik hareket
Orthodox hahamlar tarafından sapkın ve heretic olarak ilân edilir.
Özellikle, İstanbul, İzmir ve Manisa’daki Yahudi hahamları Sabetay’a
karşı cephe alır. İlk önceleri, Yahudi toplumu içerisindeki bu olaya
müdahale etmemeyi öngören Osmalı idaresi, sonradan, özellikle bazı
etkili yahudi haham ve bankerlerin etkisiyle konuya eğilir ve Sabetay
tevkif edilir. Önce Gelibolu’da kal’abendliğe tabi tutulan Sabetay daha
sonra olayların durulmaması üzerine Sadrazam Köprülülü Fazıl Ahmed
Paşa’nın emriyle Edirne Sarayı’na getirtilerek Padişah IV. Avcı
Mehmed’in huzuruna çıkarılır. Ve burada kurulan bir ulema divânında
muhakemeye tabi tutulur. Ulemadan, Şeyhülislâm Minkarîzâde Yahya Efendi
(vefatı:1678) ve İmâm-ı Sultânî meşhur Vânî (Vanlı) Mehmed Efendinin
başında bulunduğu bu heyetin muhakemesini padişah da özel bölmesinden
seyreder. Bu sırada, Türkçe konuşamayan Sabetay’ın tercümanlığını
musevilikten dönme olan Hekimbaşı Hayyâtîzâde Mustafa Fevzi Efendi (Asıl
adı Moses Ben Raphael Abrabanel’dir) yapar. Sabetay Sevi’den iddia
ettiği gibi mucizelerini göstermesi istenir. Aksi takdirde, aksi
takdirde vücudunun en mahir okçulara nişan hedefi yapılacağı kesin bir
dille söylenir. Hayatının tehlikeye girdiğini farkeden Sabetay, bu sefer
iddialarını inkar eder, asla mesihlik iddiasında bulunmadığını,
kendisinin bu konuda iftiraya uğradığını ifade eder. Ancak, ulema ve
padişah bu cevaptan tatmin olmaz. Bunun üzerine Hekimbaşı Hayyâtîzâde
(Terzizâde) Mustafa Fevzî Efendi, Sabetay’a Müslüman olma teklifini
götürür. Sabetay önce bunu kabule yanaşmaz. Ancak, Musevi Dönme’si olan
Hekimbaşı, ona bunu kabul etmediği takdirde türlü, türlü işkencelerle
öldürüleceğini Ladino diliyle uzunca anlatır. Başka bir şekilde canını
kurtamayacağını anlayan Sabetay Sevî zahirî olarak müslüman olmayı kabul
eder ve ardından, diliyle kenisine söylenen kelime-i şehâdeti
tekrarlar.
Sadece zahirî olarak müslümanlığı kabul eden Sabetay bunun üzerine
hamama gönderilerek gusül abdesti aldırılır ve müslüman kisvesi
giydirilir. Ve kendisine yevmi 150 kuruş maaşla Edirne sarayında
Kapıcıbaşı-çavuşluk rütbesi verilir. Adı da Mehmed Efendi olarak
değiştirilir.
O dönemde Yahudî toplululğunun önemli bir bölümü için kurtarıcı Mesih
olarak görülen Sabetay Sevi’nin birdenbire görünürde de olsa, müslüman
oluvermesi, Mesihliğini ilanı kadar yankı uyandırıp şok etkisi yapar.
Mesihliğine inanarak ona umut bağlayan yahudilerin büyük bölümü ilk şok
ve şaşkınlıkları üzerlerinden attıktan sonra onu lanetleyerek tekrar
orthodox yahudiliğe dönüş yaparlar. Hahamlar başta olmak üzere ona
inanmamış olan Yahudiler ise onun bu durumundan rahatlama hissederler.
Böylece Yahudilik içindeki fitne ve bölünmenin sona erdiği kanaatine
sahip olurlar. Bu şekilde, Osmanlı sarayının Sabetay’ı müslüman ederek
Yahudiliği, bölünme ve perişanlığa sürüklenmekten kurtardığını ifade
ederek teşekkür ediyorlardı. Ancak, ona inanaların bir bölümü, başta
daha önce onun mesihliğini her tarafa yaymaya çalışan kohen Gazzeli
Nathan olmak üzere inanmaya devam ederler. Olayı kabbalistik yorumlarla
tevil ederler. Onun büyük bir hikmete binaen zahiren müslüman olduğunu,
mesihliğinin bir gereği olduğu yorumunda bulunurlar ve bu yorumlarına
diğerlerini inandırmaya çalışırlar. Bu şekilde Sabetay’a inanmaya devam
eden Yahudiler, mesihliğinin kendi yorumlarınca hikmetine binaen, onun
yolunda giderek zahiren müslümanlığı kabul etmeye başlarlar. Hatta,
sabetay’ın Edirne sarayındaki konumunu Hz. Musa (AS.)’nın Fir’avun’un
Mısır Sarayında yetişmesi durumuna benzeten yorumlar sergilerler.
Sabetay’a bağlı museviler çeşitli bölgelerden Edirne’ye gelerek sarık ve
cübbe giyip müslüman kisvesine bürünürler, Polonyalı karısı Sara da bu
kervana katılır. Sara, Fatma adını alır. Bunlar mü’minler anlamına gelen
İbranice Ma’min adını alırlar. Bu şekilde Sabetay’ın taraftarlarının
peyderpey zahiren müslüman olmaları, Saray nezdinde Sabetay’ı bir ihtida
hareketi önderi konumuna getirmişti. Hatta Sabetay’ın sinagoglara
giderek diğer Yahudileri de İslam’a çekmesi teşvik edilir. Ancak,
Sabetay’ın orthodox Yahudiler arasında artık etkili olmadığı
görülür.Önce Edirne ve Selânik’te yeni müslüman kisvesi ile dolaşan
Sabetay sonra üç yıl İstanbul’da bulunur.
Zahirdeki bu müslümanlaşma furyasına karşın, Sabetay taraftarlarıyla
birlikte gizlice kendi kabbalistik/Mesiyanik yorumu ile Musevî ayin ve
toplantılarını sürdürmeye devam eder. Hatta bu durumu Sadrazam Fazıl
Ahmed Paşa’ya ihbar edilir. Bunun üzerine Sadrazam adamlarını gizlice
gönderir. Sadrazamın adamları, Sabetay’ı kendisine bağlı bazı
Yahudilerle birlikte, Boğaziçi’nde-kuruçeşme’de ayîn yapıp mezâmir
okurken yakalarlar. Bu duruma Sadrazam çok içerler. Sadrazam’ın yanısıra
orthodox yahudiler de olaydan rahatsızlık duyup, Sadrazam’ın onu
İstanbul’dan sürgün etmesine çalışırlar. Bunun üzerine Sabetay ailesi
ile birlikte Arnavutluk-Berat’a sürgüne gönderilir. Sabetay burada iken
de küçük bir cemaatle faaliyetlerini sürdürür. Burada beş yıl yaşadıktan
sonra ölür. Avram Galanté’ye göre Berat’ta müslümanlar tarafından,
şehrin içinden geçen ırmağın kıyısında toprağa verilir. Sabetay’ın ölüm
tarihi kaynaklarda çelişkili olarak verilir. Bu çelişki, sabetaycı
cemaatin mesihleri Sabetay’ın ölmediğine inanmalarından kaynaklanmıştır.
Avram Galanté, sabetay’ın 30 Eylül 1675’te bir Yom Kippur (Keffaret
Günü) bayramında öldüğünü kaydetmekte, Gershom Scholem ise, Sabetay’ın
kaleminden çıktığını belirttiği bazı mektuplardan yola çıkarak bir çok
farklı tartışmaları da kaydettikten sonra 1676 tarihini vermektedir.
Sabetaya inananlar mesihlerinin ölümüne inanmazlar, onun göğe
yükselmiş olup, yeniden geleceğine dair inançlarını sürdürüler. Hala
inançlı Sabetaycılar, belli zamanlarda deniz ve ırmak kenarklarına
gelerek “ Sabetay sevi Seni bekliyoruz” diye bağırma geleneğini
sürdürmektedirler. “Kayıp Mesih” kitabının yazarı John Freely bu kitabı
yazdıktan sonra bazı Sabetaycılardan hala Sabetay’ın mesih olduğuna
inandıklarını ifade eden mesajlar aldığını belirtmiştir.
Sabetay Sevi, İstanbul ve Berat’ta bulunduğu yıllarda Sabetaycı
inancın kurallarını belirler. Kendi Mesihliğine olan inancı yaymaya
devam eder ve Müslüman kisvesi altında kabbalist-mesihçi yorumla
inançlarını ne şekilde sürdüreceklerinin de kural ve kaidelerini tesbit
eder. Hatta Tevrat’taki On Emir’e nazire olarak. On Sekiz Emri kaleme
alır. Bu Onsekiz Emr’in İbranice metni 1910 yılında, Rabbi Abraham Danon
tarafından Paris’te basılan, “Etudes Sabbatiennes” adlı eserinde
yayınlanır. Aynı metin daha sonra, Avram Galanté’nin kitabında da Ladino
ve Fransızca tercümesi ile beraber yayınlanır. On Sekiz Emri içeren
metin şu şekilde kaydedilmiştir:
“ İşte Efendimiz, Kral ve Mesihimiz Sabetay Sevi’nin On Sekiz Emr’i bunlardır. Şan ve Şerefi Artsın,
1. Yaratıcının birliğine ve ondan başka bir hâlik bulunmadığına dair
olan iman muhafaza edilecek. Bir ve eşsiz olan yaratıcının dışında
hiçbir âmir ve hakime sena ve övgüde bulunulmayacak.
2. Onun Mesih’inin gerçek Mesih olduğuna ve ondan başka kurtarıcı
bulunmadığına ve Efendimiz , kralımız Sabetay Sevi’nin Davud’un
neslinden geldiğine iman edilecek. Şerefi bol olsun.
3. Ne Tanrının, ne de Mesih’in adına yalan yere yemin edilmeyecek.
Zira, Mesih’in adı da Tanrı’dan alınmıştır. Tanrı’nın adı onda
mündemiçtir.
4. Gerek Tanrı’nın , gerekse Mesih’in adının geçtiği yerlerde tazim
ve saygı gösterilecek Yine bilgisi ile akranları arasında temayüz
edenlere de tazim ve saygı gösterilecek.
5. Mesih’in sırrını anlatmak ve araştırmak için meclisten meclise, toplantıdan, toplantıya gidilecektir.
6. Onlar (Sabetaycılar) arasında katiller bulunmayacak. Hatta,
kendilerinden nefret eden başka topluluk mensuplarından kimse de
öldürülmesin.
7. Kislev ayının ( Musevi yılının dokuzuncu ayı) 16’ncı günü herkes
bir ev veya mekanda toplanarak Mesih hakkında ve Mesih inancının sırrı
hakkında işittiklerini birbirlerine anlatacaklar.
8. Cemaatin arasında zina hüküm sürmesin. Beriâ vesilesinde bile hilekârlardan dolayı ihtiyatlı bulunulacaktır.
9. Yalancı şahitlikte bulunulmayacak ve kendi yakınına karşı yalan
söylenmeyecek, birbirlerini hatta ma’min olmayanları bile ihbar
etmeyeceksin.
10. Hiç kimse sarık imanına (yani cemaate mahsus olan Zahiri
müslümanlığa) zorla sokulmasın. Hatta inansa bile.. Zira, cidâl
üstadlarının zümresine (Cemaatin Oganları) mensup olanlar oraya ancak
kendiliklerinden ve kendi gönülleri ve iradelerinin sevkiyle girerler.
11. Aralarnda kıskançlar, ihtiraslılar ve kendilerine ait olmayan şeylere karşı arzu ve hırs gösterenler bulunmasın.
12. Kislev ayının 16’sındaki bayram büyük bir sevinç ile ilan edilip
kutlanacak. (Bu Sabetay’ın Edirne Sarayında müslüman edilip sünnet
edildiği Rebi’ulevvel’in 16. günüdür.)
13. Birbirine karşı iyiliksever ve merhametli davranılcak. Ve
kendisine yakın olanın arzusu kendi arzusuymuş gibi gayret gösterilecek.
14. Davud’un Mezâmir’i her gün gizlice okunacak.
15. Her ay, kamer’in doğuşu izlenecek ve Ayı’n yüzünü Güneş’e
çevirmesi ve Ay’la Güneş’in karşı karşıya gelip bakışmaları için duâ
edilecek.
16. Müslümanların âdetlerine onların gözlerini boyamak için dikkat
edilecek. Ramazan orucunu tatbik için sıkıntı gösterilmeyecek, kurban
içinde aynı şey yapılacak. Zahirde gözüken herşey yerine getirilecek.
17. Onlarla (Müslümanlarla) evlilik akdi yapılmayacak, nikahlanılmayacak.
18. Oğulların sünnet edilmesine itina gösterilecek. Bu, mukaddes ve seçilmiş Milletten hayasızlığı kaldırmak içindir.
Emrettiğim On Sekiz madde budur. Bunlardan bazıları “ Beriâ”
(Yaratılış) kanununa âittir. Bunun böyle oluşu, henüz İsrailoğullarının
şeytandan ve taraftarlarından intikam almaya müsait olacak güce
erişmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Güç elde edilip o tarih
geldiğinde herkes ve herşey eşit olacak. Hiçbir emir, günah ve sevap
kalmayacak. Küçük büyük herkes beni tanıyacak. Bana inanan (Ma’min)
kimselere şunu da haber vereyim: Beriâ (Yaratılış) ile Asiluth’a itina
göstersinler. Keşif ve ilham zamanına kadar ondan hiçbir şey
eksiltmesinler. Onlar o zaman hayat ağacının altına girecekler. Ve hepsi
birer melek olacaklar. İlâhî ve Ezelî irade bir an evvel tecelli etsin.
Amin. “
Sabetay Sevi bu On Sekiz Emr’in yanısıra, başta 22 Mart’taki Kuzu Bayramı olmak üzere 16 ayrı bayram ihdas eder.
Sabetay Sevi, kısa bir süre sonra karısı Sarah’ın ölümünün ardından,
Selanikli Yoheved adlı bir yahudi kadınla evlenir. Bu kadına Müslüman
adı olarak Aişe adı verilir. Kayınpederi Yossef Pilosof, Abdülgafur
adını, kayınbirâderi Yossef Kerido da Abdullah Yakup adını alır.
Sabetay’ın ölümünden sonra onun mesihliğine inanan ve onun yolunda
giderek zahiren müslüman olan ma’minler daha çok Selânik’te toplanırlar.
Ancak onların önemli bir bölümü İzmir, Manisa ve Aydın civarına
yerleşir.
Önceleri, kayınbiraderi Yakub’un liderliği yürütmeye çalıştığı
cemaatte anlaşmazlıklar, bölünmeler husule gelir. Sabetay’ın Berat’ta
ölümü üzerine Kayınpederi Abdülgafur oğulları ile Selanik’e
gelir.Cemaatin ileri gelenlerinin bir bölümü Yakup Kerido’nun cemaatin
başına geçmesini ister. Ve bu doğrultuda Cemaatin idaresini eline alır.
Ancak koyduğu bazı yeni kurallar, bir kısım cemaat üyelerini rahasız
eder. Özellikle, zahirde müslüman gözükmek için Hacc dahil her türlü
dini vecibenin yerine getirilmesi gerektiğini savunur. Buna Sofyalı
Mustafa Çelebi’nin başını çektiği bir grup karşı çıkar. Bunlar
Sabetay’ın öğretilerinde değişikliğin olamayacağını ileri sürerler.
Yaklaşık 200 Sabetaycı ailenin önemli bir bölümü Mustafa Çelebî’nin
saflarında yer alır. 1690 yılında Selanik’te Yakub’un evinde yapılan
toplantı sırasında oluşan bir anlaşmazlık üzerine, Mustafa Çelebî’nin
ayağa kalkarak “ Beni seven arkamdan gelsin” demesinin ardından bu
bölünme fiilen gerçekleşir. 43 Aile Yakub’a sadık kalır. Bunlara artık
Yakubîler adı verilecekti. Diğerleri ayrılır. Yakup Kerido yeni koyduğu
prensipleri sıkı sıkıya uygulamak için Mustafa adlı bir bağlısıyla
beraber Hacc’a bile gider Hacc yolculuğu esnasında Mekke-i Mükerreme ile
Medine-i Münevvere arasında bir mevkide azgın bir devenin saldırısına
uğrar. Bu devenin ayakları altında can verir. Kendisi Hicaz’da terk-i
hayat eder ancak, arkadaşı Mustafa Hacı olarak Selanik’e döner. Yerine,
nesli olmadığı için Hacc arkadaşı Hacı Mustafa bu grubun başına
geçirilir.
Yakub Kerido’ya karşı gelerek cemaati bölen Sofyalı Mustafa Çelebî,
Karakaşlar olarak adlandırılacak olan grubu kurmuş olur. Yakub’un
grubundan ayrıldıktan 12 yıl sonra, 1702 yılında yeni reenkarnasyonu
(reincarnation) içeren mistik yorumlara girişir. Mustafa Çelebi bu
tarihte, Sabetay Sevi’nin ruhunun kendi taraftarlarından Abdurrahman
adlı bir Sabetaycı’nın oğlu Osman’da tekrar tecessüm ettiğini iddia
eder. Sözde Sabetay’ın ruhu bu çocuğa geçmişti. Bu şekilde Mustafa
Çelebî, Osman’ı Sabetay’ın halefi olarak ilan eder. Sonra da 1716
yılında o sırada 40 yaşında olan Osman’ı Mesih olarak ilan eder. Bu
durum Karakaş cemaati içinde tartışmalara neden olur. Cemaat içinden
İbrahim Ağa adlı biri buna karşı çıkarak, Osman Ağa’nın Sabetay’ın
temsilcisi olabileceğini, ancak Mesih olamayacağını söyler. Cemaat
içinde ayrılıklar büyür. Ancak on yıl sonra 1726’da Osman Ağa ölür.
Yerine oğlu Abdurrahman geçer. Ancak İbrahim Ağa bu gruptan kendi
taraftarlarıyle birlikte tümden koparak, Kapancılar olarak
nitelendirecek olan grubu kurar. İbrahim Ağa, Sabetay’ın öğretilerinin
Sabetay’ın hayatta olduğu dönemlerdeki şekliyle korunmasını öngören
fikirler ileri sürüp, bu yönde kurallar vaz’eder.
Uzun süre, Müslümanlarla ihtilat etmeden, gerek Selanik’te gerekse
İzmir ve Manisa çevresinde daha çok izole bir hayat sürerler. Her ne
kadar Yakubiler, müslümanlarla ihtilatı bir şekilde ön görse de bu pek
fazla gerçekleşmez. Sabetaycılar, 18. yüzyılda gerek ticari, gerekse
siyasi alanda ciddi bir varlık gösteremezler. Yalnız Selanik ve İzmir
limanlarında ticaret dolayısıyla, yabancı tüccarlarla zaman zaman
irtibata geçerler.
Ancak 19. yüzyılın başlarından itibaren, adı geçen liman kentlerinde
yabancı tüccar ve misyonlarla irtibatlarının artmasıyla, yabancılara ve
Batı’ya açılmaya başlarlar. Ticari hayatta atılımlar gerçekleştiriler.
Ticari sahada Rum ve Ermenilere rakip olacak hale gelirler.
Capitulationlar dolayısıyla yabancılarla artan irtibatları zamanla
eğitim konusunda da Batı’ya açılma eğilimi gösterirler. Özellikle
Tanzimât sonrasında mektep ve medreselerde yer alırlar. Ayrıca bu süre
içinde Osmanlı Rumelisinin birçok yerine dağlıp yerleşirler.
Bulgaristan, Bosna, Arnavutluk, Teselya, Tırhala, Mora, Girit, Sakız,
Drama, Edirne gibi yerlerde Sabetaycı aileler oluşur. Hata bir bölümü
Balıkesir’in bazı kazalarına yerleşirler. Zamanla müslüman ailelerle
daha sıkı ilşkilere girerler.
Özellikle, Bektaşilik, Mevlevîlik, Melamilik gibi tarikatlar
içerisinde yer almaya başlarlar. Bunun ilk örnekleri, Üçüncü devre
Melâmîliğinin kurucusu Şeyh Seyyid Muhammed Nûr El-Arabî’nin Mısır’da
Ezher’de tahsilini tamamlamasının ardından Rumeli’de Yanya’ya göç
etmesinden sonra görülmüştür.
Seyyid El-Hacc Muhammed Nûr El-Arabî, Aslen Kudüslü Seyyid İbrahîm’in
oğlu olup, 1228 Hicri tarihinde Mısır’da Mahalletu’l-Kübra kasabasında
doğmuştur. Ezher’de tahsilini tamamlamış ve Nakşibendi tarikatına
girmiştir. Sonradan, Bugün Yunanistan’ın Arnavut bölgesinde kalan Yanya
şehrine göçmüştür. Nakşibendî-Müceddidîliğin, Melâmiyye kolunu
kurmuştur. Bunun dışında Muhammed Nûr El-’Arabî, Halvetî Şa’bânî, Ekberî
ve Uveysî silsilesine de sahip olmuştur. 19. yüzyılda Melamîliği tekrar
canlandırmıştır. Bir çok ünlü halifesi vardır. Fatih türbedârı ’Amiş
Efendi, Tibyânu’l-Vesâil sahibi Harîrîzâde Kemaleddîn Efendi bunlar
meyanındadır. Yanya’dan sonra Selânîk ve Üsküp’te ikâmet eden Muhammed
Nûr El-’Arabî son olarak Ustrumca’da ikamet etmiş ve 29 Cemaziyelahir
1305 tarihinde burada vefat ederek, vefat ettiği odada gömülmüştür.
Tasavvufta Melâmet ve Vahdet-i Vücud ekolüne bağlı olan, Nûr El-’Arabî
Hazretleri 17’si Arapça, diğerleri Türkçe olmak üzere 55 civarında eser
kaleme almıştır. Buna karşın, Selânîk ve Üsküp’te kendisine intisap
edenlerin önemli bir bölümü Sabetaycı kökenliydi. Bunlar arasında, Ali
Örfî, Usturumcalı Hacı Süleyman Bey, Selânîkli Osman Zevkî Bey önde
gelenlerdendi. Şeyh Muhammed Nûr El-’Arabî’nin vefatından sonraları,
Rumeli ve İstanbul’da Melâmilik genellikle Sabetaycıların kontrolünde
bulunmuştur [1]. Hatta, Üçüncü devre Melâmiliğine ait dergâhların
bazıları, aynı zamanda gizli Sabetaycı sinagogları olarak faaliyet
göstermekteydi. Halen de İstanbul ve İzmir’de az sayıdaki Melâmîlerin
çoğunluğu Sabetaycı kökenlilerden oluşmaktadır.
Üçüncü devre Melâmîliğinin yanısıra, Sabetaycı kökenliler, 19.
yüzyıldan itibâren Mevlevîlik, Bektâşîlik ve Celevetîlik gibi
tarikatlarda yoğun bir şekilde yer almışlardır.
Mevlevî tarikatındaki bunun ilk önemli örneği, Selânikli Mevlevî
Es’ad Dede’dir. Hüseyin Vassâf, Mehmed Es’ad Dede ile ilgili yazmış
olduğu ancak basılmamış halde kalan “Es’adnâme” adlı eserinde, Esad
Dedenin hayatını anlatırken şu şekilde bir başlangıç yapar:
“Arif-i esrar-ı Mesnevî Mehmed Es’ad Dede, Selânîk tüccarından ve
avdetî (Dönme) lerden Receb Efendi’nin sulbünden 1259 Hicri, 1258 Rumî
(Milâdi 1843) tarihinde dünyaya gelmiştir. Mahall-i vilâdeti Selânîk’te
Kadı Abdullah Efendi mahallesidir.
Hususi muallimden tahsil-i ilme başlayıp, henüz sinn-i büluğa vâsıl
olmadığı bir çağda iken âlem-i menâm (Rüyâ) da görür ki, bir kuyuya
düşmüş; Server-i âlem (SAV) Efendimiz Hazretleri şeref-zâhir olup
mübârek yed-i saâdet-münevverlerini uzatıp Cenâb-ı Es’ad’ı kurtarmıştır.
İşte bu neş’e onun hâlini diger-gûn etmiş, mertebe-i celîle-i
İslâmiyyet’de sâhib-i makâm ve nâil-i merâm olmasına sebeb-i lutf-i
İlâhî olmuştur.” (Hüseyin Vassâf, Es’adnâme)
Hüseyin Vassâf’a göre İslâm’a bu rüya sonucunda iyice ısınıp
bağlanan, Mehmed Es’ad önce Selânik’te bazı hocalarda tahsil görür.
Selanik Vilayet kaleminde bir süre çalışır. O sırada Selanik’te
Bedeviyye tarikatı şeyhlerinden Şeyh Osman Efendi diye birisine
bağlanır. Sonra da İstanbul’a gelerek medreselere girer uzun zaman
medrese tahsili görür. Kısa zamanda zekasıyla temayüz eder. Birçok kitap
okuyup, toplar geniş bir kütüphane kurar. Çeşitli dini ilim dallarında
icazetler alır. Ders okutmaya başlar birçok talebesi olur. Fatih’teki
Tahir Ağa tekkesi, Yenikapı Mevlevihânesi ve Kasımpaşa
Mevlevihanelerinde bulunur. Buralarda Mesnevi dersleri okutur. Altı kez
Hacc ve Umre yapar. Bir çok kimseye icâzet verir. İcazet verdikleri
arasında, Es’adnâme kitabının müellifi Hüseyin Vassâf, Tahiru’l-Mevlevî
(Tahir Olgun, Yenikapı Mevlevihânesi’nin ünlü Mesnevihanlarından olup,
bir çok eser telif etmiştir. Şapka kanunununun ardından, İstklâl
mahkemesinde, İskilipli Atıf Hoca ile birlikte yargılanmıştır. Birçok
eseri yayınlanmış olan Tahiru’l-Mevlevî 1951 tarihinde İstanbul’da vefat
etmiştir. Mezarı Eyüp’te kırkmerdivenlerdedir.), Şeyh Muhammed Zâhid
El-Kevseri gibi ulema ve maşâyihten ünlü kimseler vardır. Mehmed Es’ad
Efendi 12 Şa’bân 1329/11 Ağustos 1914 tarihinde Pazartesi günü vefat
etmiş olup, Kasımpaşa Mevlevihanesi mezarlığına defnedilmiştir. Ancak,
mezarı Mevlevihanedeki diğer mezarlar gibi tekkelerin kapatılmasının
ardından 1926’da kaldırılmış, mezarı Fatih’te Aşık Paşa mahallesindeki
Tahir Ağa tekkesinin haziresinde, Salahaddin Uşşakî’nin ayak ucuna
nakledilmiştir. Halen mevcut olan ve demir parmaklıkla çevrili mezarın
demir çerçeve içindeki mermer kitâbesini şu şekilde okuduk. Kitâbe
Hüseyin Vassâf’a aittir:
Huve’l-Hayyu’l-Bâkî
Mesnevî-Hân, kenz-i esrâr u hikem Es’ad Dede
Alem-i devrânda dervîş-i hümâ-pervâz idi
Feyz-i nutkun ahz edenler, dediler tarîhini
Gitdi sû-yi lâmekâna, nâsih-i mümtâz idi
Mesnevî-Hân-ı şehîr Mehmed Es’ad Dede Efendi hazretlerinin ruh-ı pür-fütuhları için Fatiha
12 Şa’bân Sene 1329 Yevmu’l-İsneyn 25 Temmuz Sene 1327
Mevlevî Es’ad Dede’nin bir kısmı Arapça ve Farsça olmak üzere 16
eseri vardır. Farsça gramerle alakalı olarak ” Numune-i Kavâid-i Farsi”
adlı bir eseri basılmıştır. Vakfettiği yazma eserlerin 700 cilde yakını
bugün Beyazıt Devlet kütüphanesindendir. Günümüzdeki ünlü Sabetaycı
Bezmenler ailesi bu zâtın neslinden gelmektedir.
Mevlevîlik’teki ikinci önemli Sabetaycı da Selanik Mevlevihanesi
Şeyhi İshak Dede olayıdır. Karakaş Sabetaycılarının önemlilerinden olan ,
İshak Dede Mevleviliğe intisabından bir süre sonra Selanik
Mevlevihanesinin postnişînliğine yükselir. Aynı zamanda güçlü bir
sabetaycılık eğitimi de alan İshak Dede, Mehmed Es’ad Dede’nin aksine
Sabetaycı geleneği ve inancını gizliden güçlü bir şekilde sürdürür.
Sabetaycılar içerisinde hahamlık (Ogan) mevkiine yükselir. Selanik’teki
Sabetaycı mezarlığının bitişiğinde olan Mevlevîhanenin şeyhi olarak
maruf günlerde Mevlevî ayin ve erkânını sürdürdüğü gibi, bu
mevlevihanede çifte kimlikli mürtleriyle birlikte gizliden Sabetaycı
ayinlerini de sürdürür. Mübadele sonrasında İzmir’e gelen İshak Dedenin
ölüm tarihini tesbit edemedik. Dışişleri Eski bakanı Prof. Dr. Emre
Gönensay İshak Dede’nin torunlarındandır.
Emre Gönensay
Sabetaycılar, Melamilik ve Mevlevilik dışında en güçlü bir şekilde
Bektaşilik tarikatında yer alırlar. Başta, Selanik, Serez, Drama, Üsküp,
Teselya, Batı Trakya ve Edirne olmak üzere İzmir Ve Manisa’da yoğun bir
biçimde Bektaşilik tarikatına nüfuz ederler. Bektaşilğin geniş
meşrepliliği onların nüfuzunu çok daha kolaylaştırır. Sonradan
İstanbul’daki bazı Bektaşi tekkelerine de ciddi bir şekilde nüfuz
ederler. Bugün bile gerek Rumeli’de gerekse İzmir, Aydın ve İstanbul’da,
hatta Ankara’da Bektaşilerin önde gelenlerinin önemli bir bölümü
Sabetaycılardan oluşmaktadır. Bektaşilikte yer alan Sabetaycıların bir
bölümünü şu şekilde sıralaya biliriz. Sabetaycı ve Mason Mesut Koman
Baba, Kazlıçeşme Bektâşî Tekkesi son postnişîni Sabetaycı Küçük Abdullah
Baba, Sabetaycı ve Mason üstadı Teoman Güre (İlhâmî )Halifebaba,
İzmir’de hazine avukatlığı yapmış olan Sabetaycı Feyzi Akeren Baba,
Selânikli Ali Aydın Baba, Mason ve Sabetaycı Yenişehirli Hüseyin Hüsnü
(Erdikut)Baba, Sabetaycı Hüseyin Coşkun Eren, Sabetaycı Prof. Ragıp
Üner, Mustafa Kemal Atatürk’ün başhekimi Sabetaycı Dr. Hasan Ragıp
Erensel Halifebaba, Sabetaycı Ali Gâlip Eren Halifebaba, Kazlıçeşme
Bektâşî Tekkesinin haziresinde medfun olan Tabip Binbaşı Sabetaycı
Haydar Bey, Emekli Albay Sabetaycı Cavid Aker Baba, Emin Uras Baba, Eski
Ziraat vekili Sabetaycı Nedim Ökmen, Ali Oktay Cever, Besim Berkmen,
Cevdet İşçimen.
Sabetaycılar, Bu tarikatlerin yanısıra, Rufâi tarikatına sızarlar.
İstanbul’da, Fatih’te Ümmi Kenân tekkesinin kurucusu Selânikli ünlü
Kenan Rifâî de bu cemaatin bir mensubuydu. 1867’de Selanik’te doğan
Kenan Bey, burada önce Alliance Israélite ve Terakki mekteplerine devam
eder, daha sonra İstanbul’da Galatasaray Sultanisi ve hukuk mektebini
bitirir. Medine , İstanbul ve başka şehirlerde muallimlik yapar.
Medine’de iken Rifâî şeyhlerinden Şeyh Hamza Efendi’den icazet aldığını
ileri sürer. İstanbul’da Fatihte halen mevcut olan Ümmü Kenan tekkesini
kurar. Tekke 1909’da Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi’ye yaptırılır. 1925’e
kadar tekke faaliyetini sürdürür. Geniş meşrepli olup, bir sosyete
tarikatı şeklinde faaliyetlerini sürdüren Kenan Rifâî (Büyükaksoy) 7
Temmuz 1950 yılında vefat ederek Merkez Efendi mezarlığına
defnedilmiştir. Kenan Rifâî’yi takiben bir çok Sabetaycı aile mensubu
halen merkez Efendi ve Kozlu mezarlıklarına defnedilmeye devam
etmektedir. Kenan Rifâî’den sonra Kubbealtı cemiyeti şeklinde
faaliyetini sürdüren cemaatin başına Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi’nin
kızkardeşi Semiha Ayverdi geçer. (Ölümü: 1993)

Kenan Rıfai
Sabetaycılar, Tarikatlerin yansıra, ticari alan başta olmak üzere
diğer alanlarda da boy göstermeye başlarlar. İlkin en önemli adımları
eğitim alanında atarlar. Fransız Ve Türkiye Yahudilerinin birlikte
Selanik, İzmir gibi Batıya açık ticari liman kentleri başta olmak üzere
faaliyete geçirdikleri Alliance Israélite okulları buralardaki
Sabetaycıların ilgi göserip devam ettikleri okullar olmuşlardır. Daha
sonra Robert koleji başta olmak üzere diğer yabancı okullarda da
Sabetatycılar yer almışlardır.
Edirne Alliance Israelite Universelle
(Evrensel Musevi Birliği Okulu)
Kaleiçi semtinde bu gün İnönü İlköğretim Okulu olarak kullanılmakta.
Robert College Gould Hall, İstanbul
Ancak Sabetaycıların eğitim alanındaki asıl atılımları, kendi
kurdukları, Terakki ve Feyziye mektepleriyle olmuştur. Bu her iki mektep
grubunun temelleri Atatürk’ün Selânik’teki öğretmeni Şemsi Efendi
(Şimon Zwi) tarafından atılmıştır. Sabetaycıların Kapancılar koluna
mensup olup, 1851 yılında Selanik’te Koca Kasım mahallesinde Abdi Efendi
ile Rabiâ Hanım’ın oğulları olarak dünyaya gelen Şemsi Efendi Selanik
rüşdiyesini bitirir. Bunun yanısıra hususi dersler alır. Önce Arapça ve
Farsça dersler alır. Ayrıca, İbranice öğrenir. Daha sonra Selanik’teki
Alliance Israélite okulunda Fransızca dersler alarak bu dili öğrenir.
Rüşdiyeyi bitirdikten sonra hemen öğretmenliğe merak saran Şemsi Efendi
genç yaşta, okula gitme imkanı bulamayan Sabetaycı çocuklara hususi
öğretmenlik yapar. Bir ara Aynaroz gümrük kâtipliğinde de çalışan Şemsi
Efendi, 1871 yılında Selanik’e tekrar döner. Hedefi Selânik’te Sabetaycı
Cemaat mensuplarına yönelik Avrupaî tarzda eğitim yapan okul açmaktı.
İlkin burada Yabancı bir okulda Türkçe öğretmenliği yapmaya başlar.
Şemsi Efendi bununla kalmayarak, 1872’de ilk hususi mektebini açma izni
alır. Selanik’te Sabri Paşa caddesinde, Çarşamba tekkesi karşısında tek
katlı bir binada ilk mektebini açar. Sadece Sabetaycı Cemaat mensubu
çocuklara yönelik olarak hizmet veren bu mektep, Sabetaycıların Terakki
ve Feyziyye mekteplerinin nüvesini oluşturacaktı. Avrupâî usulde eğitim
veren Şemsi Efendi’nin bu mektebinde daha sonra Mustafa Kemal Atatürk de
okuyacaktı. Bu, Şemsi Efendi’nin “Atatürk’ün Hocası” ünvanını almasına
neden olacaktı. Ilgaz Zorlu’ya göre Şemsi Efendi aynı zamanda en büyük
Sabetaycı Kabbalistlerden ve Kabbala üstadlarından biriydi. Hatta, kendi
mektebinde Sabetaycılık eğitimi verdiği de bilinmektedir.

Atatürk’ün ilk öğretmeni Sabetaycı Şimon Zvi (Şemsi Efendi)
1879 yılında Selanikte Terakki mektebi kurulur. Kabbala
mistisizminden etkilenen Şemsi Efendi, Karakaşlarla Kapancılar grubunu
yeniden birleştirme çabalarına girer. Hatta bu amaçla, kendisi
Kapancılar koluna mensup olmasına karşın, Karakaşlar grubu ile anlaşarak
1884’te onlara ilk Feyziye mektebini kurar. Bu mektepte öğretmenliğini
sürdüren Şemsi Efendi ilk kurduğu tek katlı mektepde de öğretime devam
eder. İlk önce kısa bir süre mahalle mektebine devam eden Mustafa Kemal
de, bir süre sonra Ali Rıza Bey tarafından mahalle mektebinden alınarak
Şemsi Efendi Mektebi’ne kaydedilir. Mustafa Kemalin ilk ciddi öğrenimi
bu mektepte olur. Daha sonra Askeri Rüşdiyeye kaydolan Mustafa Kemal bu
sırada Fransızca öğrenmek için Selanik’teki Alliance Israélite okuluna
da bir süre devam eder.

1912’de Balkan Harbi sonrasında Selanik’in Osmanlılar tarafından
kaybedilmesi üzerine, Şemsi Efendi buradan göç etmek zorunda kalır.
Önce, İzmir’e yerleşmek isteyen Şemsi Efendi (Şimon Zwi) İstanbul’a
yerleşmek zorunda kalır. İstanbul’da Fatih Kız Lisesine Fransızca
öğretmeni olarak tayin edilir. Ancak bir süre sonra sağlığı bozulmaya
başlar. 1917 yılında İstanbul’da vefat ederek, Kapancılar koluna mensup
olmasına karşın, Üsküdar Bülbülderesi’ndeki Selanikli-Sabetaycılar
mezarlığında, Karakaşlar bölümünde defnedilir. Yine cemaat
mensuplarından Makbule Hanım adlı birisiyle evlenmiş olan Şemsi
Efendi’nin makbule Hanım’dan Ma’rife Ve Yektâ adlı iki kızı olur.
Müziğe ve eğlenceye meraklı olan Ma’rife düzgün bir eğitim almaz,
evlenip biri erkek üç çocuk sahibi olur. Okumaya ve Fransızca öğrenmeye
meraklı olan Yektâ ise, ablası gibi güzel olmamasına karşın iyi bir
eğitim alır. Sonra, Şemsi Efendi’nin akrabası ve yetiştirdiği İbrahim
İhsan’la evlenir ancak bu evlilik bir gece sonra sona erer. İbrahim
İhsan hakkındaki siyasi suçlamalardan dolayı Selanik’i terkeder.
Yektâ’nın İbrahim İhsan’dan Veli adlı bir oğlu olur. Annesi ve Şemsi
Efendi tarafından büyütülen Veli Efendi de Şemsi Efendi ile birlikte
İstanbul’a göçeder. 1934’te ki soyadı kanununda Zeren soyadını alan Veli
Efendi sonra Nazime Hanım diye yine kapancılardan bir bayanla evlenir.
Veli Zeren 1983 yılında İstanbul’da vefat eder.
1877-78 (93) harbi sonrasından başlayarak, Balkanları terk ederek
İstanbul vesair şehirlere göç etmek zorunda kalan sabetaycılar, Selanik
ve çevresinde kurdukları müesseseleri de yeni geldikleri yerlere
taşıdılar. Feyziye ve Terakki mektepleri sadece İstanbul’da değil İzmir,
Bursa, Manisa ve İzmit gibi merkezlerde de kurulur. Özellikle
Sabetaycıların, İstanbul’da Nişantaşı, Şişli ve Teşvikiye semtleri
çevresinde kümelenmeleriyle her iki cemaate ait bu mektepler lise olarak
Teşvikiye’ye taşınır. Şişli Terakki lisesi ve Işık liseleri olarak
faaliyet gösteren bu mekteplerden Terakki lisesi son yıllarda buradan
taşınır. Feyziye mektebi ise halen burada Işık lisesi olarak faaliyetini
sürdürmektedir. Her iki mektep’te uzun süredir Sabetaycı cemaat mensubu
olmayan bir çok öğrenci de öğrenim görmektedir. Feyziye Mektepleri
vakfına bağlı kurum daha da genişleyerek, son yıllarda Işık
Üniversitesini kurar, bu üniversitenin rektörlüğünü halen İstanbul
Üniversitesi eski rektörlerinden karakaşlar cemaatine mensup, Prof.
Bülent Berkarda yürütmektedir.
(www.haberakademi.net, 2009)