19 Nisan 2011 Salı

Barnabas İncili-26-33. Bolumler

26. Kişi Allah'ı nasıl sevmeli. Ve bu bölümde, İbrahim'in babasıyla harika mücadelesi yer alıyor.

Sonra İsa dedi: «Seyahat etmekte olan bir adam vardı ve giderken, beş paraya satılacak olan bir tarlada bir hazine buldu. Bunun üzerine hemen bu tarlayı satın almak için pelerinini sattı. İnanır mısınız buna?
«Havariler cevap verdiler: «Buna inanmayacak olan delidir.»
Bunun üzerine İsa dedi: «İçinde sevgi hazinesinin yattığı ruhunuzu satın almak için, duyularınızı Allah'a vermezseniz deli olursunuz; çünkü sevgi, hiç bir şeyle mukayese edilemez bir hazinedir. Allah'ı seven içindir Allah; ve kimin Allah'ı varsa her şeyi vardır.»
Petrus cevap verdi: *Ey Rab(Ey Saygıdeğer Efendim anlamında), kişi, gerçek bir sevgiyle Allah'ı nasıl sevmelidir? Siz bize söyleyin,»
Isa cevap verdi: «Bakın, size söylüyorum ki, kim, Allah sevgisi uğruna babasından ve annesinden ve kendi hayatından ve çocuklarından ve karısından nefret etmezse, böyle bir kişi, Allah tarafından sevilmeye değer bulunmaz.»
Petrus cevap verdi: «Ey Rab, Musa'nın kitabındaki Allah'ın kanununda (şöyle) yazılıdır: «Babana çok saygı göster ki, yeryüzünde fazla yaşayabilesin.» Ve şöyle devam eder: «Babasına ve annesine itaat etmeyen oğula lanet olsun.» Bu bakımdan Allah, böyle itaatsiz bir oğulun, halkın gazabıyla şehir kapısı önünde taşlanmasını emretmiştir. Böyleyken, şimdi siz bize nasıl baba ve anneden nefret etmeği emrediyorsunuz?» Isa cevap verdi:. «Benim her sözüm doğrudur, çünkü benim değil, beni îsrail kavmine gönderen Allah'ın sözüdür. Bu bakımdan size diyorum ki, sahip olduğunuz ne varsa, hepsini size bahşeden Allah'tır; o halde, -hediye mi daha kıymetlidir, yoksa hediyeyi veren mi? Başka şeylerle birlikte, baban ve annen Allah'a hizmette önünde engel oluyorlarsa, bırak o düşmanları. Allah,   ibrahim'e   «Babanın ve yakınlarının   evinden uzaklaş, sana ve soyuna verdiğim ülkeye gel ve yerleş» demedi mi? Allah bunu neden dedi; yalnızca, İbrahim'in babası sahte tanrılar   yapıp tapınan bir put yapıcı olduğu için değil mi? Bu nedenle, aralarında, babanın oğlunu yakmayı isteyecek kadar   düşmanlık vardı.»
Petrus cevap verdi: «Dediklerin doğrudur; şimdi sizden, ibrahim'in babasıyla nasıl alay ettiğini bize anlatmanıza rica ediyorum.»
Isa cevap verdi: «ibrahim, Allah'ı aramaya başladığında yedi yaşındaydı. Bir gün babasına, «baba, insanı kim meydana getirdi?» diye sordu.
Aptal baba cevap verdi: «insan; ben seni meydana getirdim, beni de babam meydana getirdi.» .
İbrahim cevap verdi: «Öyle değil, baba; çünkü, ben yaşlı bir adamın ağlanarak, «Ey Allah'ım, neden bana çocuk vermedin?» dediğini duydum.»
Babası cevapladı: «Doğrudur oğlum, Allah, insana insan meydana getirmesi için yardım eder, fakat, başka türlü müdahalesi olmaz; insanın sadece Allah'a dua etmesi ve O'na kuzu ve koyun vermesi gerekir, o zaman Allah da kendisine yardım eder.»
İbrahim cevap verdi: «Kaç tane Allah vardır, baba?»
Yaşlı adam cevapladı: «Sonsuz sayıda, oğlum.»
Sonra İbrahim dedi: «Ey baba, eğer ben bir tanrının dediklerini yapar ve diğeri de, kendisinin dediklerini yapmadığım için benim kötülüğümü isterse, o zaman ben ne yapacağım? Her ne durumda olursa olsun, aralarında anlaşmazhk çıkacak ve tanrılar birbirleriyle savaşacaklardır. Ya, benim kötülüğümü isteyen tanrı, benim kendi tanrımı öldürüverirse, ben o zaman ne yapacağım? Belli ki, beni de öldürecektir o.»
Yaşlı adam gülerek cevap verdi: «Ey oğul, korkma, çünkü hiç bir tanrı, bir diğer tanrı üzerine savaş açmaz; mabette büyük tanrı Baal'ın yanısıra bin tanrı daha var; ve yetmiş şu yaşıma geldim, bir tanrının diğerine vurduğunu görmüş değilim. Hem, herkes aynı tannya ibadet etmez ki, biri birine, diğeri diğerine ibadet eder.»
İbrahim cevap verdi: «O zaman, aralarında barış var herhalde?»
Babası dedi: «Evet var.»
Ardından ibrahim dedi: «Ey baba, tanrılar neye benzerler?»
Yaşlı adam cevap verdi: «Budala, her gün bir tanrı yapıyor ve ekmek almak için başkalarına satıyorum; sen ise, halâ tanrıların neye benzediğini bilmiyorsun!» O sırada bir put yapmaktaydı. "Bu" dedi, «palmiye odunundan, şu zeytin ağacından, şu küçük olan ise fildişinden; bak, ne kadar da güzel! Canlıymış gibi görünmüyor mu? Mutlaka (görünüyor), sadece nefesi eksik!»
ibrahim cevap verdi: «Yani, tanrıların nefesi yok mu, baba? Öyle de, nasıl nefes veriyorlar? Ve kendileri cansızken, nasıl can veriyorlar? Belli baba, bunlar tanrı değil.»
Yaşlı adam bu sözlere kızarak, (şöyle) dedi: «Eğer anlayacak yaşta olsaydın, kafanı bu baltayla kırardım. Ama, rahat ol, çünkü anlayacağın yok!»
İbrahim cevap verdi: «Baba, eğer tanrılar insanlara yardım ediyorsa, o zaman, nasıl olur da insan tanrı yapabilir? Ve, eğer tanrılar odundansa, o zaman, odun yakmak büyük bir günahtır. Fakat, söyle bana baba, sen nasıl bu kadar çok tanrı yapmış bulunuyorsun da, dünyanın en güçlü insanı olasın diye, pek çok çocuk meydana getirmen için neden tanrılar sana yardım etmedi?»
Oğlunun konuştuklarını dinlerken, babanın sabrı taşma noktasına gelmişti. Oğul (yine) devam etti: «Baba, dünyada hiç insanın bulunmadığı zaman oldu mu?»
«Evet» diye cevap verdi yaşlı adam, «Neden soruyorsun?»
«Çünkü» dedi ibrahim, «îlk tanrıyı kimin yaptığını öğrenmek istiyorum da.»
«Şimdi evimden defol!» dedi yaşlı adam, «Beni bırak da, şu tanrıyı çabucak yapayım; ve bana bir şey söyleme; çünkü, acıkınca ekmek istiyorsun, lâf değil.»
îbrahim dedi: «Güzel bir tanrı gerçekten, onu istediğin gibi kesiyorsun da, kendisini korumuyor!»
Sonunda yaşlı adam kızarak dedi: «Bütün dünya onun bir tanrı olduğunu söylüyor, sen, deli herif ise, değil diyorsun. Tanrılarıma yemin ederim ki, bir adam olmuş olsaydın, seni öldürebilirdim!» Böyle deyip, yumruk ve tekmelerle ibrahim'e girişti ve onu evden kovaladı.»

27. Bu bölümde, insandaki gülmenin ne kadar uygunsuz olduğu açıkça görülür: Ve, İbrahim'in fetaneti:

Havariler yaşlı adamın deliliğine güldüler ve ibrahim'in fetanetine şaşıp kaldılar. Fakat, İsa onları susturarak, dedi: «Şu andaki gülme, gelecekteki ağlamanın bir habercisidir» diyen ve «Gülmenin olduğu yere gitmeyecek, fakat ağlanılan yerde oturacaksınız, çünkü, bu hayat acı ve ızdırap içinde geçer» şeklinde devam eden peygamberi unuttunuz.» Sonra, (şöyle) dedi İsa: «Musa'nın zamanında, Allah'ın Mısır'da pek çok kişiyi, başkalarına gülüp eğlendiklerinden dolayı, çirkin hayvanlar haline getirdiğini bilmiyor musunuz? Ne olursa olsun, sakın kimseye gülmeyin, çünkü, hiç kuşkusuz karşılığında ağlarsınız.»
Havariler cevap verdi:


«Yaşlı adamın deliliğine gülmüştük.» Bunun üzerine Isa dedi: «Bakın, size diyorum ki, herkes kendi gibi olanı sever ve ondan zevk alır. Bu nedenle, eğer deli değilseniz, deliliğe gülmezsiniz.»
Cevap verdiler: «Allah bize merhamet etsin.»
İsa dedi: «Amin.»
Ardından Filipus dedi: «Ey Rab, nasıl oldu da, İbrahim'in babası oğlunu yakmak istedi?»
Isa cevap verdi: «Bir gün, İbrahim oniki yaşındayken, babası kendisine dedi; «Yarın bütün tanrıların bayramıdır; bu nedenle, büyük mabede gidecek ve tanrım büyük Baal'e bir hediye götüreceğiz. Ve, sen de kendin için bir tanrı seçeceksin, çünkü, bir tanrı edinecek yaştasın artık.»
İbrahim kurnazca cevap verdi: «Hay hay, ey benim babam.» Ve, sabahleyin erkenden, herkesten önce mabede gittiler. Fakat, ibrahim eteğinin altında gizlice bir balta taşıyordu. Gelip, mabede girdiler; kalabalık arttığından, İbrahim mabedin karanlık bir bölümünde bir putun arkasına gizlendi. Babası, mabedden çıktığında, İbrahim'in kendinden önce eve gittiğine inanıyordu. Bu nedenle onu aramak için geride kalmadı.

28.

«Herkes mabedden ayrılınca, din adamları mabedi kapatıp gittiler. Sonra, İbrahim baltayı alarak, büyük put Baal'ın dışında bütün putların ayaklarını kesti. Eski ve parçalı olduklarından, düşüp parçalanan heykellerin meydana getirdiği harabeliğin ortasında kalan Baal'ın ayaklarına baltayı koydu. Bundan sonra mabedden çıkan ibrahim'i bir takım kimseler gördüler ve mabedden bir şeyler çalmaya gitmiş olabileceği kuşkusuna kapıldılar. Önüne engel koyup, mabede vardılar ve tanrılarının parça parça edilmiş olduğunu görünce, yas ederek bağırdılar! «Çabuk gelin ey ahali, tanrılarımızı öldüreni öldürelim!» Birden, din adamlarıyla birlikte oraya onbin kişi üşüştü ve İbrahim'e, tanrılarını niye kırıp parçaladığım sordular.
İbrahim cevap verdi: «Aptalsınız siz! Bir insan tanrı mı öldürürmüş? Onları öldüren büyük tanrıdır. Ayaklarının yanındaki baltayı görmüyor musunuz? Belli ki, hiç arkadaş istemiyor.»
«Sonra, İbrahim'in babası geldi, oğlunun tanrılarına karşı söylediği sözleri düşünüyordu ve İbrahim'in putları parçaladığı baltayı tanıyarak, bağırdı: «Tanrılarımızı öldürmüş olan bu hain benim oğlumdur, çünkü, bu balta benimdir!» Ve, oğluyla aralarında olup geçen her şeyi oradakilere anlattı.
Hemen, bir odun toplayıp yığdılar; ibrahim'in ellerini ve ayaklarını bağlayıp, odunların üzerine koydular ve altmdaki odunları ateşlediler.
«Ama, hayır; Allah, melekleri aracılığıyla ateşe, kulu ibrahim'i yakmamasını emretti. Ateş şiddetle parladı ve ibrahim'i ölüme mahkûm edenlerden ikibin kişiyi yaktı, ibrahim Allah'ın meleği tarafından, kendini taşıyanı görmeyen babasının evinin yakınına götürülüp, serbest olduğunu gördü; ve böylece ölümden kurtuldu.»

29.

Sonra, Filupus dedi: -Allah'ın kendisini sevenler üzerine rahmeti büyüktür. Anlat bize Rab, ibrahim Allah'ın bilgisine nasıl vardı?»
İsa cevap verdi: «İbrahim, babasının evine yaklaşınca, eve girmekten korktu; evden biraz uzağa gidip, bir palmiye ağacının altına oturdu ve burada kendi kendine dedi: «Hayat sahibi ve insandan daha güçlü bir tanrı var olmalı, çünkü, insanı o meydana getiriyor ve insan, tanrı olmadan insan meydana getiremez.» Sonra, çevresine yıldızlara, aya ve güneşe baktı ve onların tanrı olduklarını düşündü. Fakat, onların hareketlerinde değişken olduklarını görünce, (şöyle) dedi: «Bu tanrı hareket etmemeli ve bulutlar onu gizlememeli; yoksa, insanlar hiç olacak.» Bu şekilde kararsız dururken, «İbrahim!» diye çağırıldığını işitti, çevresine bakındı ve dört bir yanda kimseyi göremeyip, (şöyle) dedi: *Adım İbrahim'le çağırıldığıma eminim, (ama)!.» Ardından, aynı şekilde iki defa daha «İbrahim» ismiyle çağırıldığını duydu.
Cevap verdi: «Beni kim çağırıyor?»
Sonra, şöyle dendiğini duydu: «Ben, Allah'ın meleği Cebrail'im.»
Bunun üzerine, İbrahim korkuya kapıldı; fakat melek onu rahatlatarak, dedi: «Korkma, İbrahim, çünkü, sen Allah'ın dostusun; bu nedenle, insanların tanrılarını parçaladığın zaman, meleklerin ve peygamberlerin Tanrı'sını seçmiştin; öyle ki, adın hayat kitabında yazılıdır.»
Ardından, îbrahim dedi: *Ben meleklerin ve kutsal peygamberlerin Tanrı'sına hizmet etmek için ne yapmalıyım?»
Melek cevap verdi: «Şu çeşmeye git ve yıkan, çünkü Allah seninle konuşmayı irade ediyor.»
İbrahim cevap verdi: «Şimdi, nasıl yıkanmam gerekiyor?»
Bunun üzerine melek, güzel bir genç suretinde geldi, ona ve çeşmede yıkanıp, dedi: «Sen de, sırayla böyle yap, ey İbrahim.» İbrahim yıkanınca, melek dedi : «Şu dağa çık, çünkü, Allah seninle orada konuşmayı irade eder.»
«Melek böyle deyince, İbrahim dağa çıktı ve dizleri üstüne oturup, kendi kendine dedi: «Meleklerin Tanrısı benimle ne zaman konuşacak?»
Yumuşak bir sesle çağınîdığını duydu: «îbrahim!» îbrahim cevap verdi: «Beni kim çağırıyor?» Ses cevap verdi: «Ben senin Tanrınım ey İbrahim.» îbrahim korkuya kapılarak, yüzünü toprağa sürdü ve dedi: «Toz ve kül olan senin kulun, seni nasıl duyabilir?»
Sonra, Allah dedi: «Korkma, kalk, ben seni kullarım için seçtim ve seni kutsamak, seni büyük bir ümmet haline getirmek istiyorum. Bu nedenle, babanın ve yakınlarının evinden ayrıl ve sana ve soyuna vereceğim ülkeye gelip, yerleş.»
ibrahim cevap verdi: .«Her istediğini yaparım, Rabb(ım); fakat, başka bir tanrının beni incitmemesi için beni koru.»
Sonra, Allah şöyle konuştu: «Ben tek olan Tann'yım ve benden başka tann yoktur. Yıkan da benim,
yapan da; ben öldürürüm ve ben hayat veririm; Cehennem'e atarım, oradan çıkarırım da ve kimse benim elimden kurtulamaz.» Ardından, Allah ona sünnet ahdini verdi; ve, işte böyle babamız İbrahim Allah'ı tanıdı.»
Isa bunlan söyleyip, ellerini kaldırdı ve dedi: «Yücelik, şan ve şeref sanadır, ey Allah. Sana olsun!»

30.

îsa, kavmimizin bir bayramı olan Gül Bayramı'na yakın Kudüs'e gitti. Yazıcılar Ferisî'ler bunu duyunca, onu konuşmasında yakalamak için müşavere ettiler. Bunun üzerine, ona bir fakih gelerek, dedi: «Muallim, sonsuz hayatı elde etmek için ne yapmalıyım?» İsa cevap verdi: «Kanunda ne şekilde yazılıdır?» Kışkırtıcı şöyle cevap verdi:  «Allah'ın Rabb'ı ve komşunu sev. Allah'ı her şeyin üstünde, bütün kalbinle ve düşüncenle, komşunu da kendin gibi seveceksin.» îsa cevap verdi:  «Güzel cevapladın. Bu nedenle git ve böyle yap, derim, ve (o zaman)  sonsuz hayatı elde edersin.»
Adam dedi: «Benim komşum kimdir?» îsa, gözlerini kaldırarak, cevap verdi: «Bir adam Kudüs'ten çıkmış,   lanetle yeniden yapılan   bir şehre, Eriha'ya gidiyordu. Bu adam yolda eşkıya tarafından yakalandı, yaralandı ve soyuldu, bundan sonra, şakiler onu yarı ölü bir durumda bırakarak çekip gittiler. Yolu bu yere düşen bir kâhin yaralı adamı görüp, selâm vermeden geçip gitti. Aynı şekilde, hiç bir şey demeden bir Levili de geçip gitti. Aynı yere bir Samiriyelinin yolu düştü; yaralı adamı görünce merhamete geldi ve atından inip, yaralı adamı yanına aldı ve yaralarını şarapla yıkadı, üzerlerine merhem sürdü, yaralarını sarıp, rahatlattı ve kendi atına bindirdi. Sonra, akşamleyin hana vardıklarında, onu han sahibine emanet etti. Ertesi gün, uyandığında (han sahibine) şöyle dedi: «Bu adama bak, ne tutarsa sana ödeyeceğim.» Ve hasta adama han sahibi için dört altın vererek, (şöyle) dedi: «Geçmiş olsun, üzülme; ben hemen dönüp, seni kendi evime götüreceğim.»
«(Şimdi) söyle bana» dedi îsa, «bunlardan hangisi komşuydu?»
Fakih cevap verdi: «Merhamet gösteren.»
Ardından, Isa dedi: «Doğru cevap verdin; işte, sen de git ve böyle yap.»                           .
Fakih şaşırmış bir halde çekip gitti.

31. "Kayser'in Olanı Kayser'e, Allah'ın Olanı Allah'a Verin!"

Sonra, Isa'ya Ferisîler yaklaşarak dediler: «Muallim, Kayser'e vergi vermek caiz midir?» îsa, Yahuda'ya dönerek, dedi: «Para yar mı yanında?» Ve, eline bir kuruş alarak, Ferisîler'e döndü ve dedi; «Bu parada bir resim var; söyleyin bana, kimin resmidir o?»
Cevap verdiler: «Kayser'in.»
«Öyleyse verin» dedi İsa, Kayser'in olanı Kayser'e, Allah'ın olanı Allah'a verin.»
Şaşkınlık içinde çekip gittiler.
Ve bak ki, bir yüzbaşı yaklaşıp, dedi: «Rab, oğlum hastadır; yaşlılığıma acı!»
îsa cevap verdi: «İsrail'in Allah'ı Rabb sana acır!»
Adam gidiyordu; Isa (ardından) seslendi: «Beni bekle, evine gelip, oğlun için dua edeceğim.»
Yüzbaşı cevap verdi: «Rab, sen, Allah'ın bir peygamberi evime gelecek kadar değerli biri değilim ben, oğlumun iyileşmesi için söylediğin söz yeter bana; çünkü, senin Tanrın, meleğinin uykumda bana söylediği gibi, seni her hastalığın hekimi yapmıştır.»
Isa hayrete düştü ve kalabalığa dönerek, dedi: *Şu yabancıya bakın, onun imanı, İsrail kavminde gördüğüm imanların hepsinden daha fazla.» Ve, yüzbaşıya dönerek, dedi: «Selâmetle git, çünkü Allah, sana verdiği büyük imandan dolayı oğluna sıhhat bahsetmiştir.»
Yüzbaşı yoluna gitti ve yolda, oğlunun nasıl iyileştiğini bildiren hizmetçileriyle karşılaştı.
Adam karşılık verdi: «Hangi saatte ateş kendisini terketti?»
Dediler: «Dün, altıncı saatte ateş kendisinden ayrıldı.»
Adam, İsa'nın, «israil'in Alah'ı Rabb sana acır» dediği zaman oğlunun sıhhatine kavuştuğunu anladı. Bunun üzerine, adam bizim Allah'ımıza inandı ve evine girip, «Yalnızca İsrail'in Allah'ı, gerçek ve yaşayan Allah vardır» diyerek, bütün kendi tanrılarını parça parça etti. Bundan sonra da, dedi: «İsrail'in Allah'ına ibadet etmeyen kimse benim ekmeğimden yemiyecek.»

32.

Kanunda uzmanlaşmış biri, İsa'yı, denemek için akşam yemeğine çağırdı. İsa havarileriyle birlikte geldi; onu denemek için pek çok yazıcı da evde bekliyordu. Havariler, ellerini yıkamadan sofraya oturdular. Yazıcılar, bunun üzerine Isa'ya seslendiler: «Neden havarilerin ekmek yemeden önce ellerini yıkamamakla, büyüklerinin geleneklerine dikkat etmiyorlar?»


«Siz yazıcılar ve Ferisîler, başkalarının omuzlarına taşınamaz yükleri yükler, fakat kendiniz, bu esnada tek parmağınızla olsun, onları kımıldatmak istemezsiniz. «Size söylüyorum, size, her şer dünyaya, sözde büyükler sebep gösterilerek girmiştir. Söyleyin bana, büyüklerin kullanmasıyla değil de, kim sokmuştur puta tapıcılığı dünyaya? Bir kral vardı, Baal adındaki babasını aşırı derecede seven. Ve, babası ölünce, oğlu, kendini teselli etmek için, babasına benzeyen bir heykel yaptırıp, şehrin pazar yerine diktirtti. Ve, bu heykele onbeş gez(bir uzunluk birimi)yaklaşanın güven içinde olacağı ve her ne olursa olsun, onun incitilmeyeceğine dair bir emir çıkardı. Bundan böyle bütün kötüler ve suçlular, oradan gördükleri yarar nedeniyle, heykele güller ve çiçekler sunmaya başladılar ve kısa bir zaman sonra, sunulan bu şeyler paraya ve yiyeceğe dönüştü. O kadar ki, onurlandırmak için ona tanrı dediler. Adetten kanuna dönüşen şu şeye bakın, o kadar ki, Baal putu dünyanın her tarafına yayıldı; ve Allah buna ne kadar üzüldüğünü peygamber îşaya'ya bildirdi: «Gerçekten benim kullarım bana boşuna tapınıyor, çünkü onlar, kulum Musa aracılığıyla kendilerine verilen benim kanunumu hükümsüz kılıp, büyüklerinin geleneklerine uymaktadırlar.»
«Size diyorum, temiz olmayan ellerle ekmek yemek, bir insanı kirletmez, çünkü, insanın içine giren insanı kirletmez, insanı insandan çıkan şeyler kirletir..
Bunun üzerine, yazıcılardan biri dedi: «Eğer ben domuz eti veya bir başka temiz olmayan et yersem, benim vicdanımı kirletmezler mi?»
îsa cevap verdi: «İtaatsizlik insanın içine girmez, insandan, kalbinden dışarı çıkar; ve bu nedenle, yasaklanmış yemeği yerse, kirlenmiş olur.»
Ardından, fakihîerden biri dedi: «Muallim sanki îsrail kavminin putları varmış gibi, verdin putatapıcıhk aleyhinde konuştun, ve bize haksızlık etmiş oldun.»
İsa cevap verdi: «Bugün îsrail halkmda odundan heykeller olmadığını ben de pek ala biliyorum; fakat, etten heykeller var.»
Bütün yazıcılar buna kızarak cevap verdi : «O halde, biz de puta tapıcılardan(mı) oluyoruz?»
İsa cevapladı: «Size diyorum ki, hükümde, «tapınacaksınız» demiyor, «Allah'ınız Rabb(ı) bütün ruhunuzla, bütün kalbinizle ve bütün düşüncenizle seveceksiniz» diyor. Doğru değil mi bu?»
«Doğru» dediler hepsi birden.

33.

Sonra, îsa dedi: «Şüpheniz olmasın ki, kişinin seveceği ve uğruna her şeyden geçeceği tek şey Allah' -dır. Ve, bundandır ki, zanînin hayalinde zina, pis bogaz ve sarhoşun hayalinde kendi bedenî ve dünyaperestin hayalinde altın ve gümüş ve bunun gibi, her bir diğer günahkârın hayalinde kendi günah düşüncesi yatar.»
Ardından, kendini davet etmiş olan dedi: «Muallim, en büyük günah nedir?»
İsa cevap verdi: «Bir evi, en kötü şekilde harabe haline getiren nedir?»
Herkes sustu ve İsa parmağıyla temele işaret ederek, dedi: «Eğer yıkıma temel yol açarsa, bu durumda evi yeniden yapmak gerekir; fakat, her bir bölüm yıkıma yol açarsa, o zaman onarmak imkansızlaşır. İşte, size diyorum ki, putatapıcılık en büyük günahtır. Çünkü, kişiyi tümüyle inançtan ve sonunda Allah'tan yoksun hale getirir; böylece, kişide hiç bir manevî duygu görülemez olur. Bunun dışında her günah, merhamet olunma ümidi bırakabilir insanda; ve, bundan.dolayı diyorum ki, putatapıcılık en büyük günahtır.»
Herkes, İsa'nın sözlerine şaşakaldı, çünkü, hiç bir şekilde karşı çıkamıyacaklarmı anlamışlardı.
Sonra İsa devam etti: «Allah'ın sözlerini ve Musa ile Yuşa'nm kanunda neler yazdıklarını hatırlayın, o zaman, bu günahın ne kadar ağır olduğunu göreceksiniz. Allah, İsrail kavmine (şöyle) demişti: «Gökte olanlardan ve göğün altında olan şeylerden kendinize putlar yapmayacaksınız, yerin üstünde olan şeylerden ve yerin altmdakilerden de yapmayacaksınız; suyun üstünde olanlardan ve suyun altındaki şeylerden de yapmayacaksınız. Çünkü, sizin Tanrınız benim, güçlü ve gayyûrum, bu günahın öcünü babalardan ve dördüncü batma varıncaya kadar çocuklarından bile alırım.» Kavminiz buzağıyı yaptığı ve ona tapındığı zaman, Yuşa ve Levi kabilesinin kılıcı çekip, Allah'tan merhamet dilenmeyenlerden yüzyirmidörtbin kişiyi nasıl öldürdüğünü hatırlayın. Ah, puta tapıcılar üzerine Allah'ın korkunç, ne korkunç cezası!»

Barnabas İncili-2o-25. Bolumler

20. İsa'nın denizde gösterdiği mucize ve İsa, bir peygamberin nerede kabul gördüğünü bildiriyor.

îsa Galile denizine gitti ve bir gemiye binerek Nasıra'ya doğru yola çıktı. Bu sırada denizde büyük bir fırtına başladı. O kadar ki, gemi nerede ise batacaktı. Ve îsa geminin pruvasında uyuyordu. Havariler yanına yaklaşarak uyardılar. «Ey muallim, kurtar kendini, helak oluyoruz!» Ters taraftan esen kuvvetli rüzgâr ve denizin kükremesi nedeniyle büyük bir korkuya kapılmışlardı. îsa uyandı ve gözlerini gök yüzüne dikerek dedi: «Ey Elohim Sabao (Çoğul kipi, orjinal dilde saygı ifadesi olarak kullanılmaktadır, türkçedeki 'Siz' gibi), kullarına merhamet et.» İsa bunu demişti ki, birden rüzgâr durdu ve deniz sakinleşti. Bunun üzerine denizciler korkuya kapılarak dediler: «Kimdir bu, deniz ve rüzgâr kendisine itaat ediyor?» Nasıra kentine gelince denizciler, İsa ne yaptıysa hepsini yaydılar. Bunun üzerine İsa'nın kaldığı evin çevresine şehirde oturanların hemen hemen hepsi yığıldı. Ve yazıcılarla fakihler kendilerini O'na takdim ederek dediler: «Denizde ve Yahudiye'de yaptıklarını işittik; bu nedenle burada kendi memleketinde de bize bazı işaretler (ayetler) göster.» İsa cevap verdi: «Bu imansız nesil bir işaret ister, fakat bu onlara gösterilmeyecek. Çünkü hiç bir peygamber kendi memleketinde kabul görmez. îlya zamanında Yahudiye'de pek çok dullar vardı. Fakat emzirilmesi için hiç birine gönderilmedi. Saydalı bir dula (gönderildi). Elişa zamanında ise Yahudiye'de pek çok cüzzalı vardı. Ama, yalnız Suriyeli Naaman temizlendi.»
Bunun üzerine şehir halkı kızarak O'nu yakaladılar ve aşağıya atmak için bir uçurumun tepesine götürdüler, fakat îsa aralarından geçip giderek onlardan ayrıldı.


21, İsa bir deliyi (cin çarpmış) iyileştiriyor ve domuzlar denize atılıyor. Ardından Kenânîler'in kızını iyileştiriyor.

İsa Kefernahum'a gitti ve şehire yaklaştığında, bak ki kabirlerden cinlere tutulmuş birinin çıkıp geldiğini ve ne yapılırsa yapılsın hiç bir zincirin kendisini zaptedemediğini ve adama büyük zarar verdiğini gördü. Cinler ağzıyla bağırdılar: «Ey Allah'ın mukaddesi, vaktinden önce bizi incitmek için neden gelirsin?» ve kendilerini fırlatıp atmaması için yalvardılar.
îsa, kaç tane olduklarını sordu : Cevap verdiler: «Altıbinaltıyüzaltmışaltı.» Havariler bunu duyunca korktular. Ve Isa'ya gitmesi için ricada bulundular. Sonra Isa dedi: «Sizin îmanınız nerede? Cinlerin gitmesi gerekir, benim değil. Cinler, bunun üzerine bağırıştılar : «Çıkacağız fakat bize izin ver de şu domuzların içine girelim. Deniz kenarında Kenanîler'e ait onbin kadar domuz otluyordu. îsa dedi: «Çıkın ve domuzların içine girin.»
- Büyük bir gürültüyle cinler domuzların içine girerek, onları baş aşağı denize düşürdüler. Bunun üzerine domuzlara bakanlar şehre kaçarak, îsa'nın yaptığı her şeyi anlattılar.
Bunun üzerine, kent halkı hemen ileri çıkıp, İsa'yı ve iyileştirilen adamı buldu. Halk korkuya kapıldı ve Isa'ya sınırlarının dışına çıkmasını rica ettiler. îsa, buna uyarak onlardan ayrıldı ve Sur ve Sayda bölgelerine gitti.
Ve, işe bakın, İsa'yı bulmak için memleketinden ayrılan Kenanî bir kadın iki oğluyla birlikte gelmiyor mu! İsa'nın havarileriyle birlikte karşıdan geldiğini görünce, bağırdı: «îsa, Davud'un oğlu, kızıma merhamet et, cinler kendisine işkence ediyor!»
îsa, bir kelimeyle olsun cevap vermedi: çünkü onlar sünnet olmayan insanlardandı. Havarilerin acıma duyguları harekete geçip, dediler: «Ey muallim, onlara acı! Bak, nasıl da ağlayıp çığrışıyorlar!»
İsa cevap verdi: «Ben ancak İsrail kavmine gönderildim.» Bunun üzerine, kadın iki oğluyla birlikte İsa'nın önüne gelip, ağlayarak dedi: «Ey Davud'un oğlu, bize merhamet et.» îsa cevap verdi; «Ekmeği çocukların ellerinden alıp, köpeklere vermek doğru değildir.» Ve, îsa bunu, onların temiz olmaması nedeniyle söyledi. Çünkü onlar, sünnet olmayan insanlardandı.
Kadın cevap verdi: «Ey Rab, köpekler, sahiplerinin sofralarından düşen kırıntıları yerler.» İsa, kadının sözüne hayran kalarak, dedi: «Ey kadın, senin İmanın çok hoş.» Ve, ellerini gök yüzüne kaldırıp, Allah'a dua etti ve ardından dedi: «Ey kadın, kızın kurtulmuştur, var, huzurla yoluna git.» Kadın ayrıldı ve eve döndüğünde, kızını Allah'ı tesbih ederken buldu. Bunun üzerine (şöyle) dedi:'«Bildim ki, İsrail kavminin Tanrı'sından başka Tanrı yoktur.» Ardından, tüm yakınları, Musa'nın kitabında yazılan kanuna göre (Allah)'ın kanununa teslim oldular.


22. Sünnet olmayanların zavallı hali.

Havariler, o gün Isa'ya şunu sordular: «Ey muallim, neden o kadına, onların köpek olduğu şeklinde cevap verdin?»
İsa cevap verdi: «Bakın, size diyorum ki, bir köpek, şünnetsiz bir adamdan daha iyidir.» Buna havariler üzülerek, dediler: «Bu sözler ağır, onları kim kabul edebilecek?»
İsa cevap verdi: «Eğer siz, ey budalalar, aklı olmayan bir köpeğin sahibi için neler yaptığını düşünürseniz, benim dediklerimin doğru olduğunu göreceksiniz. Söyleyin bana, köpek sahibinin evini koruyup, soyguncuya karşı hayatını ortaya koymaz mı? Kesinlikle, böyle. Fakat, ne görür (karşılığında)? Dayak, incinme, azıcık ekmek ve (yine de) sahibine daima neşeli bir yüz gösterir. Doğru değil mi?»
«Evet muallim, doğru» diye cevap verdi havariler.
Ardından İsa dedi: -Şimdi düşünün, Allah insana neler veriyor ve Allah'ın, kulu İbrahim'e verdiği söze itibar etmemekte, onun ne kadar haksız olduğunu görün. Filistinli Calut karşısında İsrail kralı Saul'e Davud'un dediklerini hatırlayın «Rabbım! Senin kulun Senin kulunun sürüsüne bakarken, kurt, ayı ve arslanlar gelip, kulunun koyunlarını yakaladı; bunun üzerine, kulun gidip onları öldürerek, koyunları kurtardı. Ve işte onlara (ayı, arslan, kurt) benzemekten başka nedir bu sünnetsiz adam? Bu bakımdan kulun, İsrail'in Tanrısı Rabb adına gidecek ve Allah'ın kutsal milletine küfreden bu necisi öldürecek.»
Sonra havariler dediler: «Söyle bize ey muallim, ne sebeple insanın sünnet olması gerekir?»
İsa cevap verdi: «Allah'ın İbrahim'e olan şu emri yetsin: «İbrahim, kendinin ve evinde, bulunanların ön derisini al (sünnet et); bu seninle Benim aramda ebedî bir ahiddir.»

23. Sünnetin menşei, Allah'ın İbrahim'le ahidleşmesi ve sünnetsizlerin lanetlenmesi.

Ve bunu dedikten sonra, Isa seyretmekte oldukları dağın yanına oturdu. Ve, havarileri sözlerini dinlemek için yanına geldi. Sonra İsa dedi: «îlk insan Adem, şeytanın kandırması ile Allah'ın yasakladığı yemeği Cennet'te yeyince, derisi ruhuna isyan etti; bunun üzerine yemin edip dedi: «Vallahi seni keseceğim!» Ve bir kaya parçası bulup, taşın keskin kenarıyla kesmek için derisini ele aldı; bunun üzerine Cebrail tarafından azarlandı. Ve, cevap verdi: «Onu keseceğim diye Allah'a yemin ettim: Asla bir yalancı olmayacağım!»
«Ardından, Melek ona derisinin fazla kısmını gösterdi ve o da bunu kesti. İşte, bundan böyle nasıl herkes derisini Adem'in derisinden aldı ise, öyle de Adem'­in bir yeminle söz verdiği şeyi yerine getirmekle yükümlüdür. Adem bunu oğullarına uyguladı ve bu sünnet zorunluluğu nesilden nesile süregeldi. Fakat İbrahim'in zamanında yeryüzünde yalnızca birkaç kişi vardı sünnetli. Çünkü, şu putatapıcılık yeryüzünde pek yaygındı. Bunun üzerine, Allah İbrahim'e sünnetle ilgili gerçeği söyledi ve bu ahdi yaptı. «Derisini sünnet ettirmeyecek kişiyi, ebediyyen kullarım arasından atacağım.»
Havariler İsa'nın bu sözleri üzerine konuşmasının ciddiyet ve ateşinden dolayı korkuyla titrediler. Sonra İsa dedi: «Korkuyu, ön derisini sünnet ettirmeyene bırakın, çünkü o, Cennet'ten mahrumdur.» Ve îsa bunu deyip ardından da şöyle konuştu: «Pek çoklarının ruhu Allah'ın hizmetine hazırdır, fakat beden zayıftır. Bu bakımdan Allah'tan korkan insan bedenin ne olduğuna, nereden geldiğine ve neyde yok olacağına bakmalıdır. Yeryüzünün çamurundan Allah bedeni yarattı. Ve ona bir iç üflemeyle hayat nefesini üfledi. Ve bu nedenle, beden Allah'ın hizmetinden geri kaldığı zaman, bu dünyada ruhundan nefret ettiği kadar, sonsuz hayatta onunla birlikte olacağı düşünülerek çamur gibi atmalı ve çiğnenmelidir.
«Şimdiki halde bedeni, arzuları ortaya koyuyor —bütün iyiliklerin amansız düşmanıdır o—, çünkü tek başına günahı arzulayan odur.
«İnsan, bir düşmanını tatmin etmek uğruna, Allah'ın, Yaratıcı'sının rızasını bir kenara mı atmalıdır? Buna dikkat edin, bütün veliler ve peygamberler, Allah'a hizmet için bedenlerinin düşmanı olmuşlardır. Bu nedenle de, Allah'ın kulu Musa'ya verilen kanuna karşı gelmemek ve gidip sahte ve yalancı tanrılara hizmet etmemek için, tereddüt etmeden ve severek ölüme gitmelidir.
«Dağların çöllük yerlerine kaçıp, yalnızca ot yiyen ve keçi derisi giyen îlya'yı hatırlayın. Ah, kaç gün ağzına yiyecek, içecek bir şey almadı! Ah, ne kadar da dayandı, sabretti! Ah, ne yağmurlar ıslattı onu ve yedi yıl necis îzabel'in acımasız zulümlerine tahammül etti!
«Arpa ekmeği yiyen ve kaba giysileri giyen Elisa'-yı hatırlayın. İşte size söylüyorum ki, bedeni terketmekten korkmayan bu zatlardan krallar ve prensler şiddetle korkuyorlardı. Bedenin terkedilmesi için bu kadarı yetmelidir size ey insanlar. Taş türbelere bakarsanız, bedenin ne olduğunu bilirsiniz.»

24.   Bir İnsanın ziyafet ve çok yemekten nasıl kaçması gerektiğine dair ilgi çekici örnek.

Bunu söyledikten sonra İsa ağladı ve dedi: «Bedenlerinin hizmetçisi olanlara yazıklar olsun, çünkü onlar, öbür hayatta günahlarının azabından başka kesinlikle hiç bir iyilik görmezler. Size anlatıyorum ki, yiyip içmekten başka hiç bir şey düşünmeyen zengin bir obur vardı ve her gün görkemli, ziyafetler verirdi. Lazarus adında yoksul bir adam dururdu kapısında; yaralarla kaplıydı (bedeni) ve oburun sofrasından düşen ekmek kırıntılarını seve seve almaya (razıydı). Fakat, bunları (bile) vermiyordu kimse ona; tersine herkes alay ediyordu kendisiyle. Ona yalnızca köpekler acıyordu da, yaralarını yalıyorlardı. Gün geldi, yoksul adam öldü ve melekler onu babamız İbrahim'in kucağına taşıdılar. Zengin adam da öldü, onu da cinler şeytanın kucağına taşıdılar. Evet şimdi azabın en büyüğüne maruz kalan (bu adam) gözlerini kaldırınca uzaktan Lazarus'u İbrahim'in kucağında gördü. Gördü de bağırdı: «Ey baba İbrahim, bana merhamet et de Lazarus'u gönder. O bana bu alev içinde azap gören dilimi serinletmek için bir damla su getirebilir belki.»
»İbrahim cevap verdi: «Oğul, hatırla ki sen öbür hayatın tadını aldın, Lazarus ise kötülüklerini tattı; bu bakımdan şimdi sen azapta olacaksın, Lazarus nimetler içinde.
«Zengin, adam yeniden bağırdı: «Ey baba İbrahim, evimde üç kardeşim var. Lazarus'u gönder de onlara benim ne kadar işkence çektiğimi anlatsın, belki tevbe ederler de buraya gelmezler.»
İbrahim cevap verdi: «Onların Musa'sı ve peygamberleri var, onlan dinlesinler.»
Zengin adam cevap verdi: «Hayır baba İbrahim; ama bir ölü kalkar varırsa inanırlar.»
İbrahim cevap verdi: «Musa'ya ve peygamberlere inanmayan, kalkıp gitseler bile, ölülere de inanmazlar.»
«Görün işte,» dedi İsa, «sabreden ve gerekli tek arzusu bedenden nefret etmek olan yoksulların kutsanıp kutsanmadığını! Başkalarını, bedenleri solucanlara yem olsun diye mezara götürenler ve gerçeği öğrenmiyenler ne kötüdür! Gerçekten öylesine uzaktalar ki, büyük büyük evler yapıp, büyük akarlar satın alırlar ve böbürlene böbürlene ömür sürerek, ölmiyecekler gibi yaşarlar burada.»

25. Kişi bedeni nasıl hakir görmeli ve dünyada nasıl yaşamalı.

Sonra, (bunları) yazan dedi: «Ey muallim, sözlerin doğru; bunun için biz peşinden gelmek uğruna her şeyden geçtik. Ama, bedenimizden nasıl nefret etmemiz gerektiğini bize söyle; çünkü, kişinin kendini öldürmesi meşru değil, yaşamak için de, bedene yiyeceğini vermemiz gerekiyor.»
İsa cevap verdi: «Bedenini bir at gibi tut; o zaman güven içinde yaşarsın. Şöyle ki, bir ata yemek ölçüyle verilir ve ölçüsüz çalıştırılır, istediğiniz gibi yürümesi için gemlenir, herhangi birini incitmesin diye bağlanır, kötü bir yerde tutulur ve itaat etmediği zaman dövülür;, ve sen de Barnabas, işte böyle ol ve o zaman daima Allah'la yaşarsın.
«Ve, benim sözlerime alınmayın, Davud peygamber de, itirafta bulunurken aynı şeyi yapmış ve (şöyle) demişti: «Ben sizin önünüzde bir atım ve daima sizinle beraberim.»
«Şimdi söyleyin bana, az ile yetinen mi daha yoksuldur, yoksa, çok şeyi arzulayan mı? Bakın, size diyorum ki, dünyanın sağlam bir aklından başka hiç bir şeyi olmasa, kimse kendisi için bir şey biriktirmez, her şey ortak olurdu. Fakat, bu durumda onun deliliği biliniyor, ne kadar çok biriktirirse, o kadar çok arzu duyuyor. Ve, biriktirdikçe biriktiriyor, çünkü, başkalarının bedeni rahatı aynı şekilde biriktirmeyi gerekli kılıyor. Bu bakımdan, bırakın, tek bir ip size yetsin, kesenizi fırlatıp atın, hiç bir cüzdan taşımayın, ayağınızda sandal olmasın; ve, «bize ne olacak» diye düşünmeyin, aksine, Allah'ın iradesini yerine getirme düşüncesi içinde olun; O, hiç bir eksiğiniz olmayacak şekilde ihtiyaçlarınızı karşılayacaktır.
«Bakın, size söylüyorum, bu hayatta biriktirdikçe biriktirmek, öbüründe hiç bir şey bulamamanın kesin kanıtıdır. Kudüs'ü vatan edinen, Samiriye'de evler yapmaz, çünkü, bu şehirler arasında düşmanlık vardır. Anlıyorsunuz değil mi?»
«Evet» diye cevap verdi havariler.

Barnabas İncili-13-19 Bolumler

13. İsa'nın dikkat çekici korkusu, duası ve melek Cebrail'in harika biçimde onu rahatlatması.

Birkaç gün sonra, ruhunda kâhinlerin arzularını sezen İsa, dua etmek için Zeytinlik Daği'na çıktı. Ve, bütün geceyi ibadetle geçirerek, sabah olunca şöyle dua etti: «Ey Rabb'im, biliyorum ki, yazıcılar benden nefret ediyor ve Ferisîler, beni, senin kulunu öldürmeyi düşünüyorlar; bu bakımdan Rabb'im, Kadir ve Rahim Allah, merhamet et ve bu kulun dualarını duy ve beni onların tuzaklarından kurtar, çünkü benim kurtuluşum Sende'dir. Ey Rabb'im, sözünü söyle, çünkü Senin sözün sonsuza değin sürecek olan gerçektir.»
Isa bu sözleri söyleyince, bak ki, onu melek Cebrail gelip dedi: «Korkma ey îsa, çünkü senin giysilerini koruyan bir milyon (melek) vardı. Gökler üstünde ve sen her şey yerini buluncaya ve dünya sonuna yaklaşıncaya kadar ölmeyeceksin.»
îsa yere kapanıp, «Ey Rabb'im Allah, Senin bana olan merhametin ne büyüktür; senin bana bahşettiğin bütün bu şeyler karşısında ben Sana ne vereceğim Rabb'im?» dedi.
Melek Cebrail cevap verdi: «Kalk îsa ve Allah'a bir tanecik oğlu İsmail'i Allah'ın sözünü yerine getirmek için kurban etmek isteyen İbrahim'i ve oğlunu bıçak kesmeyince bir koyun kurban etmesini bildiren benim sözümü hatırla. Sen de böyle yapacaksın Ey Allah'ın kulu İsa.»
îsa cevap verdi: «Başım üstüne, fakat kuzuyu nerede bulacağım? Görüyorum ki, param yok ve çalmak da meşru değil.»
Bunun üzerine, Cebrail kendisine bir koyun gösterdi ve îsa her zaman şanı Yüce Allah'ı hamd ve tesbih ederek onu kurban etti.

14. Kırk günlük oruçtan sonra İsa Oniki Havari'-yi seçiyor.

İsa dağdan inip, yalnız başına geceleyin Erden'in karşı yakasına geçti ve kırk gün, kırk gece hiç bir şey yemeden, sürekli Rabb'e Allah'ın kendilerine göndermiş olduğu halkının kurtuluşu için niyazda bulunarak oruç tuttu. Ve kırk günün sonunda aç bir insandı. Sonra, şeytan göründü ve pek çok sözlerle onu iğfal etmeye çalıştı. Fakat îsa, Allah'ın sözlerinin gücü ile onu def etti. şeytan çekilip gittikten sonra melekler gelip, İsa'nın ihtiyaç duyduğu şeyleri kendisine verdiler.
Kudüs bölgesine dönen İsa'yı halk yine coşkun bir sevinçle karşıladı ve ona kendileri ile kalması için ricada bulundular; çünkü onun sözleri yazıcılarınki gibi değildi; bir güç taşıyor ve kalbe dokunuyordu.
îsa, Allah'ın kanunu üzerinde yürümek için kendilerine dönen insanların çokluğunu görünce dağa çıktı ve bütün gece orada kalıp dua ve ibadette bulundu; gün başlayınca dağdan inip, Havariler diye adlandırdığı, aralarında çarmıha gerilip öldürülen Yahuda'-nın da bulunduğu oniki kişi seçti. Adları budur: Balıkçı iki kardeş Andreas ve Simun (Petrus), vergi mültezimi Matta ve bu kitabı yazan Barnabas, Zebedi'nin oğulları Yuhanna ve Yakup, Tomas (Taddeus) ve Yahuda, Bartolomeus ve Filipus, Yakup ve hain Yahuda îskariyot. Bunlara her zaman ilâhî sırlan açıklardı; fakat, zekatları (toplayıp) dağıtmakla görevlendirdiği Yahuda îskariyot her şeyin onda birini çalardı.

15. İsa'nın bir evlenme töreninde suyu şarap yapan mucizesi.

Gül bayramı yaklaştığında, bilinen zengin bir adam îsa'yı ve şakirtlerini annesi ile birlikte bir evlenme törenine davet etti. îsa da davete gitti ve ziyafet sırasındalarken şarap yetmedi. Annesi Isa'ya usulcâ seslendi: «Şarapları kalmadı.» İsa cevap verdi: «Bana ne bundan, anneciğim?» Annesi, hizmetçilere İsa ne buyurursa itaat etmelerini emretti. Orada, İsrail kavmi adetine göre, ibadet için temizlikte kullanılmak üzere altı su küpü bulunuyordu. îsa, «Bu küpleri suyla doldurun» dedi. Hizmetçiler de dediğini yerine getirdiler, İsa onlara, «Allah'ın adıyla, yemek yiyenlere içmeleri için verin» dedi. Hizmetçiler, bunun üzerine tören sahibine (küpleri) götürdüler ve azar duydular: «Ey işe yaramaz hizmetçiler, neden şarabın daha iyisini şimdiye kadar bekletirsiniz?» Çünkü, onun, İsa'­nın yaptıklarından hiç haberi yoktu.
Hizmetçiler cevap verdiler.- «Ey efendimiz, burada Allah'ın kutlu bir kişisi var, o suyu şarap yaptı.» Törenin sahibi, hizmetçilerin sarhoş olduklarını sandı Fakat, İsa'nın yanında oturanlar tüm olan biteni gördüklerinden, sofradan kalkarak saygılarını sundular: «Kuşkusuz sen Allah'ın bir mukaddesisin, Allah'tan bize gönderilen gerçek bir peygambersin.»
Ardından şakirtleri ona inandılar ve çokları kendinden geçerek şöyle dediler: «İsrail kavmine rahmeti ile davranan ve Yahuda'nın ailesini sevgiyle ziyaret eden Allah'a hamd olsun, onun kutsal adını tesbih ederiz.»

16. İsa'nın havarilerine kötü yaşantıdan kurtulmakla ilgili olarak verdiği harika ders.

Bir gün îsa şakîrdlerini çağırarak dağa çıktı ve orada oturunca, şakirdleri yanına geldiler ve ağzını açıp onlara şunları öğretti: «Allah'ın bize bahşettiği nimetleri büyüktür. Bu nedenle, gerçek bir kalple ona hizmet etmemiz gerekir. Ve madem ki yeni şarap yeni kaplara konuyor ve öyle de, eğer benim ağzımdan çıkan yeni akideyi alacaksanız, sizin de yeni adamlar olmanız gerekmektedir. Hemen size söylüyorum ki, nasıl bir kişi gözleri ile göğü ve yeri bir arada göremezse, Allah'ı ve dünyayı sevmek de işte böyle imkansızdır.
«Ne kadar akıllı olursa olsun, hiç kimse, birbirine düşman iki efendiye hizmet edemez; çünkü, biri seni severse, diğeri senden nefret edecektir. İşte, ben size gerçekten söylüyorum ki, Allah'a ve dünyaya (bir anda) hizmet edemezsiniz, çünkü dünya yalancılık, aç gözlülük ve eza ile cefa doludur. Bu bakımdan, dünyada rahat edemez, ancak zulüm ve yenilgi görürsünüz. Dolayısıyla, Allah'a hizmet edin ve dünyayı hakir görün. Benden ruhlarınız için sekinet elde edeceksiniz; sözlerime kulak verin, çünkü size doğruyu söylüyorum.»
«Gerçekten, bu dünya hayatına ağlayanlara ne mutlu, çünkü onlar rahata ereceklerdir.»
«Dünyanın zevklerinden gerçekten nefret eden yoksullara ne mutlu, çünkü onlar Allah'ın hükümdarı olduğu ülkenin zevklerini bol bol tadacaklardır.»
«Gerçekten, Allah'ın sofrasından yiyenlere ne mutlu, çünkü onlara melekler hizmet edecektir.»
«Siz hacılar gibi yolculuk ediyorsunuz. Bir hacı, yolu üzerindeki saraylar, tarlalar ve başka dünyalık şeylerle eğler mi kendini? Emin olun ki, hayır! Ama o, yolu üzerinde kullanışlı ve işe yarar olan hafif ve para eder şeyleri taşır. Bu, şimdi size bir örnek olmalıdır; ve eğer bir başka örnek daha isterseniz, anlattıklarımın hepsini yapasınız diye onu da vereyim.»
«Dünyalık arzulan kalbinize ağırlık etmeyin. (Şöyle) diyerek:»
«Bizi kim giydirecek?» Veya «Bize kim yemek verecek?» Rabbımız Allah'ın, Süleyman'ın tüm ihtişamından daha büyük bir ihtişamla giydirip beslediği çiçeklere, ağaçlara ve kuşlara bakın ve O sizi yaratıp kendi hizmetine çağıran, kadınlar ve çocuklar dışında sayıları altıyüzkırkbine varan   kulları   îsrailoğulları'na çölde kırk yıl gökten kudret helvası indiren ve giysilerini eskiyip yok olmaktan koruyan Allah, sizi beslemeye de kadirdir. Size söylüyorum, gök ve yer tükenecek; yine de O'nun Kendi'nden korkanlara olan rahmeti tükenmiyecektir. Fakat, dünyanın zenginleri, zenginlikleri içinde aç ve sonludurlar. Geliri artıp duran bir zengin vardı ve (şöyle) derdi: «Ne yapayım ey ruhum? Çiftliklerimi yıkacağım, çünkü onlar küçüktür; yeni ve daha büyüklerini yapacağım, böylece sen zafer kazanacaksın ey ruhum!» Vah zavallı adam! O gece ölüverdi. Yoksulları düşünmeliydi. Ve bu dünyanın haksız zenginliklerinin sadakasını alanlarla  (sadakalarıyla!) arkadaş olmalıydı; çünkü, onlar gök sultanlığında hazineler getirirler.
«Söyleyin bana lütfen, paranızı bankaya, bir bankere, verseniz, o da size verdiğinizin on katını, yirmi katını verse, böyle bir adama her şeyinizi vermez misiniz? Fakat, size söylüyorum, Allah sevgisi uğruna ne verir ve ne harcarsanız, geri yüz katını ve sonsuz bir hayatı alacaksınız. Allah'a hizmet etmekle ne kadar sevinmeniz gerektiğini görün işte.»

17. Bu bölümde mü'minin gerçek inancı açıkça algılanıyor.

İsa bunu deyince, Filipus cevap verdi: «Allah'a hizmet etmeye razıyız, ama Allah'ı bilmek de istiyoruz.» Çünkü İşaya peygamber «Cidden sen gizli bir Allah'sın» demiş ve Allah kulu Musa'ya «Ben neysem oyum» demişti.
îsa cevap verdi: «Filipus; Allah, kendisi olmadan hiçbir hakkın olmadığı bir Hakk'tır; Allah Kendisi olmadan hiçbir şeyin olmadığı Varlık'tır; Allah Kendisi olmadan yaşayan hiçbir şeyin olmadığı bir Hayat'tır. Öylesine büyüktür ki, her şeyi doldurur ve her yerdedir. Tektir, O'nun hiç bir dengi yoktur. Ne başlangıcı vardır, ne de sonu olacaktır. Fakat her şeye bir başlangıç vermiş ve her şeye bir de son verecektir. Ne babası vardır, ne de annesi; ne oğlu vardır, ne kardeşi; ne de yoldaşı. Ve, Allah'ın hiç bir bedeni yoktur. Bu bakımdan yemez, uyumaz, ölmez, yürümez, kımıldamaz, fakat, insandaki gibi olmayan sonsuz bir hayatı vardır. Çünkü, cismanî değildir, bileşik değildir, maddî değildir, en sâde özdendir. O kadar iyidir ki, iyiliği sever yalnızca; öylesine âdildir ki, cezalandırdığı ve bağışladığı zaman, «Bu neden böyle?» denemez. Kısaca, sana diyorum ki Filipus, burada yeryüzünde O'nu göremez ve tam olarak bilemezsin de; fakat melekûtunda O'nu ebedî göreceksin, orada tüm mutluluğumuz ve ihtişamımız bulunur.».
Filipus cevap verdi: «Üstad, siz ne söylüyorsunuz? İyi biliyorum ki, İşaya'da Allah'ın babamız olduğu yazılıdır; bu durumda, nasıl olur da, O'nun hiç bir oğlu bulunmaz?»
İsa cevap verdi: «Peygamberler için yazılmış pek çok kıssalar vardır, bu nedenle, harflere değil, manâya bakmalısın. Allah'ın dünyaya gönderdiği (sayıları) yüzyirmidört bine varan tüm peygamberler kapalı konuşmuşlardır. Fakat, benden sonra bütün peygamberlerin ve kutsal kişilerin ULUSU gelecek ve peygamberlerin söyledikleri tüm şeylerin karanlığı üstüne ışık dökecektir, çünkü O, Allah'ın Elçisi'dir.» Ve İsa bunu söyledikten sonra iç çekerek, (şöyle) dedi: «Ey Rabb(ım) Allah, İsrail kavmine merhamet et ve sana gerçek bir kalble hizmet edebilmeleri için İbrahim'e ve zürriyetine acıyarak bak.»
Şakirdleri cevap verdiler: «Amin, ya Rabb, (Ey) Allah'ımız!»
İsa dedi: "Size ciddî olarak söylüyorum ki, yazıcılar ve muallimler, Allah'ın kanununu, Allah'ın gerçek peygamberlerinin aksine sahte kehanetleriyle boş (ve anlamsız) yaptılar; bu nedenle, Allah, İsrail kavmine ve bu imansız nesle gazap etti. Şakirdleri bu sözler üzerine ağlayarak, şöyle dediler: «Merhamet et ey Allah (ımız), mabed üzerine ve kutsal şehir üzerine merhamet et ve Senin kutsal ahdini hakir görmeyen milletleri ondan nefret ettirme.» İsa cevap verdi: «Amin,  (ey) babalarımızın Allah'ı Rabb(ımız).»

18. Burada, Allah'ın kullarına dünyanın zulmettiği ve Allah'ın korumasının onları kurtardığı anlatılıyor.

İsa bundan sonra (da şöyle) dedi: «Siz beni seçmediniz, fakat, benim havarilerim olasınız diye ben sizi seçtim. Eğer, dünya sizden nefret ederse, o zaman benim gerçek havarilerim olacaksınız; çünkü, dünya her zaman Allah'ın kullarının düşmanı olmuştur. Dünyanın boğazladığı kutsal peygamberleri hatırlayın; İlya zamanında bile Cizebel tarafından onbin peygamber katledilmiş, o kadar ki, yoksul îlya güç belâ gizlenerek kurtulabilmiştir. Ve, yedi bin peygamber oğlu da Ahab tarafından katledildi. Ah, Allah'ı tanımayan şerli dünya! Sen korkma, çünkü başındaki saçlar o kadar çok ki, bitmeyecektir. Dikkat et, tek bir tüyleri bile Allah'ın iradesi olmadan düşmeyen serçelere ve diğer kuşlara bak. Hem sonra Allah, kuşlara, uğruna her şeyi yarattığı insandan daha mı çok dikkat edecektir? Hiç mümkün müdür ki, kendi oğlundan daha çok ayakkabılarına bakan bir insan bulunsun? Kuşkusuz ki, hayır. Şimdi, kuşlara (bile) bakarken, Allah'ın seni terkedeceğini ne kadar da az düşünmen (hiç düşünmemen) gerekiyor. Ve, ben neden kuşlardan söz ediyorum? Bir ağacın yaprağı (bile) Allah'ın iradesi olmadan düşmez.
«Bana inanın, çünkü size gerçeği söylüyorum, ki eğer sözlerime kulak verirseniz, dünya sizden çok korkacaktır. Çünkü, eğer o, kötülüklerinin açığa çıkmasından korkmuyorsa, (o zaman) sizden nefret etmiyecektir; fakat, açığa çıkmasından korkuyor, bu nedenle de, sizden nefret edecek ve size zulüm edecektir. Eğer, sözlerinizden dünyanın hiç hoşlanmadığını görürseniz, onu kalbte tutmayın, fakat, Allah'ın sizden daha büyük olduğunu göz önünde tutun; kim dünyanın sevmediği ve hakir gördüğü böylesi bir akla sahipse, onun akıllılığı delilik kabul edilir. Eğer Allah sabırla dünyaya katlanıyorsa, o zaman sen de onu kalbine mi yerleştireceksin? Ey yeryüzünün tozu ve çamuru!.. Sen sabrınla ruhuna sahip olacaksın. Bu bakımdan, eğer bir kimse, yüzünün bir tarafına bir yumruk vuracak olsa, ona vurması için öbür yanını teklif et. Kötülüğe karşılık verme, çünkü, en kötü hayvanlar böyle yapar; fakat, kötülüğe iyilikle karşılık ver ve senden nefret edenler için Allah'a yalvar. Ateş ateşle söndürülmez, ama suyla söndürülür: îşte böyle, size diyorum ki, kötülüğün üstesinden kötülükle değil, aksine iyilikle geleceksiniz. Güneşi iyilerin ve kötülerin (birlikte) üzerine doğuran ve yağmuru da aynı şekilde (yağdıran) Allah'a bakın. Evet, işte herkese iyilik yapmanız gerekiyor; çünkü kanunda (öyle) yazılıdır : «Kutsal ol, çünkü senin Allah'ın (olan) Ben kutsalım; temiz (ve pak) ol, çünkü Ben temiz (ve pak) im; ve kâmil ol, çünkü Ben kâmilim.» Size cidden söylüyorum ki, bir hizmetçi efendisini memnun etmek için çalışır ve efendisini memnun etmeyecek herhangi bir giysi de giymez, sizin, giysileriniz iradeniz ve sevginizdir. Bakın, Allah'ı, Rabbımızı razı etmeyecek bir şeyi istememeye ve sevmemeye dikkat edin. Emin olun ki, Allah dünyanın debdebesinden ve şehvetlerinden nefret eder, bu bakımdan siz de dünyadan nefret edin.


19. İsa, ihanete uğrayacağını haber veriyor ve dağdan inerken on cüzzamliyi iyileştiriyor.

îsa, bunları söyledikten sonra Petrus (Simon) cevap verdi: «Ey muallim bak ki, biz senin arkandan gelen her şeyi terkettik, (şimdi) bize ne olacak?»
İsa cevap verdi: «Kuşkusuz Hüküm Günü'nde yanıma oturacak (ve) oniki îsrail kabilesine karşı şahitlik edeceksiniz.»
Ve, bundan sonra İsa iç çekerek (şöyle) dedi: «Ey Rabb(ım), nasıl şeydir bu? Ben oniki tane (havari) seçtim ve içlerinden biri bir şeytandır.»
Bu söz üzerine havariler üzüntülerinden sapsarı kesildiler: ve gizlice yazan (not alan) göz yaşlarıyla Isa'ya sordu: «Ey muallim, şeytan beni aldatacak ve sonra ben tart mı edileceğim?»
îsa cevap verdi: «Bu kadar üzülme, Barnabas, çünkü, Allah'ın dünyayı yaratmadan önce seçtikleri helak olmayacaktır. Sevin, çünkü senin adın hayat kitabında yazılıdır.»
İsa (şöyle) diyerek havarilerini rahatlattı: «Korkmayın, çünkü, benim kötülüğümü isteyecek olan benim sözüme üzülmez, çünkü onun içinde îlâhî duygu yoktur.
Bu sözleri üzerine, seçilenler rahatladılar. îsa dualarda bulundu ve şakirdleri de, «amin, amin, kadir ve rahim olan Rabb (miz) Allah» dediler.
Duasını bitirdikten sonra İsa, havarileriyle birlikte dağdan indi ve, uzaklardan «îsa, Davud'un oğlu, bize merhamet et!» diye bağıran on tane cüzzamlıya rastladı.
İsa onları yanına çağırdı ve şöyle dedi: «Benden ne diliyorsunuz, ey kardeşler?»
Hep birden bağırdılar: «Bize sıhhat ver!»
îsa cevap verdi: «Ah, ne kadar zavallısınız siz, aklınızı öylesine yitirmişsiniz ki, «bize sıhhat ver!» diyorsunuz. Benim de sizin gibi bir insan olduğumu görmüyorsunuz. Sizi yaratan Allah'ımıza seslenin: ve kadir ve rahim olan O sizi iyileştirecektir.»
Cüzzamlılar gözyaşlarıyla cevap verdiler: «Senin de bizim gibi insan olduğunu biliyoruz, fakat yine de, Allah'ın kutsal bir (insan)ı ve Rabb'ın bir peygamberi; bu nedenle, Allah'a sen dua et kî, O bizi iyileştirsin.»
Bunun üzerine, havariler Isa'ya rica ettiler: «Rab, onlara merhamet et.» Sonra, İsa derin bir iç geçirdi ve Allah'a yalvardı: «Kadir ve rahim olan Rabb (im) Allah, kuluna merhamet et ve sözlerini duy: ve babamız İbrahim aşkına ve senin kutsal vadin için bu adamların isteklerine rahmetinle davran ve onlara sıhhat bahşet.» Ardından İsa bunları söyleyince cüzzamlılara döndü ve (şöyle) dedi: Gidin ve Allah'ın kanununa göre kâhinlere görünün.
Cüzzamlılar ayrıldılar ve yolda giderken temizlendiler. Bunun üzerine, içlerinden biri iyi olduğunu görünce İsa'yı bulmak için geri döndü; kendisi bir îsmailî idi. İsa'yı bulunca önünde eğilip saygı gösterisinde bulunarak (şöyle) dedi: «Bildim ki, sen Allah'ın bir mukaddesisin» ve teşekkür ederek kendini hizmetçi edinmesi için yalvardı. İsa cevap verdi: «On kişi temizlenmişti; dokuzu nerede?» Ve temizlenene dedi:
«Ben kendime hizmet edilsin diye değil, hizmet etmek için geldim. Haydi evine git ve (evdekilerin de) İbrahim'e ve oğluna verilmiş sözlerin Allah'ın sultanlığı ile birlikte yaklaşmakta olduğunu öğrenmeleri için, Allah'ın sende neler yaptığım anlat.» Temizlenen cüzzamlı ayrıldı ve kendi oturduğu bölgeye gelince Allah'ın İsa aracılığıyla kendinde neler yaptığını anlattı.

Barnabas İncili-2-12 Bolumler:

2.Cebrail'in Bakire Meryem'in hamileliğiyle ilgili olarak Yusuf'a yaptığı hatırlatma.

Allah'ın iradesini öğrenen Meryem, yüklü olduğundan kendine saldırırlar ve zina suçlusu sayarak taşlarlar diye insanlardan korkup, dindar, takva sahibi, namaz ve oruçla Allah'a ibadet eden ve bir marangoz olarak ellerinin yaptığı ile geçinen bir adam olduğundan, ayıpsız yaşantılı Yusuf adında kendi soyundan bir yoldaş seçti.
Bakire, bildiği böyle bir adamı yoldaşı olarak seçti ve îlâhî teklifi ona açtı.
Dindar bir adam olan Yusuf Meryem'in hamile olduğunu anlayınca, Allah'tan korkup, ondan ayrılmayı düşündü. Bak ki, uyurken, «ey Yusuf, neden kadının Meryem'i bırakmayı düşünüyorsun?» diye Allah'ın meleği tarafından uyarıldı (ve şöyle denildi.) : «Bil ki, ona ne olmuşsa, hepsi Allah'ın iradesiyle olmuştur. Bakire, bir çocuk dünyaya getirecek, adını îsa koyacaksın; şaraptan, kuvvetli içkiden ve her türlü temiz olmayan etten onu uzak tutacaksın, çünkü o, annesinin rahminden Allah'ın kutsal bir (kuludur). O, - Juda'yı (Yehuda) kalbine döndürsün İsrail kavmi Musa'nın Kanunu'nda yazılı olduğu gibi, Rabb'in kanunu yolunda yürüsün diye İsrail halkına gönderilen Allah'ın bir peygamberidir. O, Allah'ın kendine vereceği büyük güçle gelecek, büyük mucizeler gösterecek ve bu sayede pek çok insanlar kurtulacaktır.»
Uykudan uyanan Yusuf Allah'a şükretti ve bütün içtenliğiyle Allah'a ibadet ederek, ömrü boyunca Meryem'in yanında kaldı.

3.İsa'nın harika doğuşu ve Allah'ı Öven meleklerin görünüşü

Bu sıralar, Kayser Avgustos'un buyruğuyla, Yahudiye'de Hirodes hüküm sürüyor ve Arma ve Sayfa şehirlerinde de Pilotus vali bulunuyordu. Bütün dünya kütüklere kayıt yaptırmakta olduğundan, herkes kendi memleketine gidiyor ve kayıt için kendi kabileleriyle kendilerini takdim ediyorlardı. Bu nedenle Yusuf Sezar'ın buyruğuna göre kayıt yaptırmak için, Beytlehem'e (burası, Davut soyundan gelme olduğundan kendi kentiydi) gitmek üzere kadını hamile Meryem'le birlikte Galile'nin bir kenti olan Nasıra'dan ayrıldı. Beytlehem'e varan Yusuf burası çok küçük ve yabancılarla dolu bir kent olduğundan, kalacak yer bulamayıp, kent dışında bir çobanın sığınağı olarak yapılan bir odayı tuttu. Yusuf burada kalırken, Meryem'in de doğum günleri gelmişti. Bakire oldukça parlak bir nurla kuşatıldı ve hiç sancısız çocuğunu doğurdu, kucağına alıp kundağına sardı ve yemliğe yatırdı; çünkü odada hiç yer yoktu. Bir çok melek, Allah'ı takdis edip, Allah'tan korkanlara salât ve selam getirerek  sevinç içinde  odaya geldiler.   Meryem ve Yusuf Rabb'e İsa'nın doğumundan dolayı hamd ve senada bulundular ve sonsuz bir neşe ile çocuğu doyurdular.


4.Meleklerin İsa'nın doğuşunu çobanlara bildirmesi ve çobanların da çocuğu gördükten sonra bunu ilân etmeleri.

Bu sırada, adetleri üzere çobanlar sürülerine bakıyorlardı. Ve dikkat et ki, içinden Allah'ı takdis eden bir meleğin göründüğü oldukça parlak bir nur sardı onları da. Çobanlar, bu ani nur ve meleğin görülmesi nedeni ile korkuya kapıldılar; bunun üzerine Rabb'in meleği şöyle diyerek onları rahatlattı: «Bakın, size büyük bir müjde veriyorum, çünkü, Davud'un kentinde Rabb'in peygamberi olan bir çocuk doğdu; İsrail'in ailesine büyük kurtuluş getirir. Çocuğu Allah'ı ta'zim eden annesi ile birlikte yemlikte bulacaksınız.» Ve, o bunları söyleyince, hayırlı istekleri olanlara selâm ederek, Allah'ı ta'zim eden pek çok melekler geldiler. Melekler gidince, çobanlar birbirlerine şöyle dediler:. «Beytlehem'e kadar gidelim ve Allah'ın meleğin aracılığıyla bize bildirdiği kelimeyi görelim.» Beytlehem'e yeni doğan bebeği aramaya pek çok çobanlar geldi ve kent dışında, meleğin sözlerine göre, yemlikte yatan yeni doğmuş çocuğu buldular. Ona saygı gösterip, annesine gördüklerini ve duyduklarını bildirerek ellerinde olanı verdiler. Meryem bütün bunları kalbinde tuttu ve Yusuf da (aynı şekilde) Allah'a şükretti. Çobanlar sürülerinin başına döndüler ve ne büyük bir şey görmüş olduklarını herkese söylediler. Ve, böylece tüm Yahudiye tepeleri haşyetle doldu ve herkes içinden söyle diyordu: «Bu çocuk acaba ne olacak?»


5. İsa'nın sünnet olması

Musa'nın kitabında yazıldığı gibi, Rabb'ın kanununa göre, sekiz gün dolduğu zaman, çocuğu alıp, sünnet etmesi için mabede götürdüler. Çocuğu sünnet ettiler ve Rabb'in meleğinin çocuk ana rahmine düşmeden önce söylediği gibi, İsa adını verdiler. Meryem ve Yusuf, çocuğun pek çoklarının kurtuluşuna ve pek çoklarının da helakine neden olacağını seziyorlardı. Bundan dolayı, Allah'tan korkuyorlar ve çocuğu Allah korkusuyla koruyorlardı.

6.   Yahudiye'nin doğusundaki bir yıldızın yol göstermesiyle gelip, İsa'yı bularak, saygı ve hediyeler sunan üç müneccim.

Yahudiye kralı Hirodes'in egemenlik günlerinde, İsa'nın doğumu sırası doğu bölgelerinde üç müneccim gökteki yıldızlan gözlüyorlardı. Nihayet kendilerine çok parlak bir yıldız göründü; bunun üzerine, aralarında karar vererek önlerinden giden yıldızın kılavuzluğunda Yahudiye'ye geldiler ve Kudüs'e varıp Yahudilerin kralının nerede olduğunu sordular. Hirodes bunu işitince korktu ve bütün kenti tedirginlik kapladı. Bunun üzerine, Hirodes kâhinleri ve yazıcılar (kahinler-yazıcılar:yahudi din adamları) toplayarak, «Mesih nerede  doğması gerekir?» diye sordu.
«Beytlehem'de doğması gerekir. Çünkü, Peygamber tarafından şöyle yazılmıştır: «Ve, sen Beytlehem, Yehuda reisleri arasında küçük değilsin, çünkü senden kavmim İsrail'e önder olacak bir lider gelecektir» diye cevap verdiler.
Hirodes bunun üzerine müneccimleri toplayarak, gelişlerini sordu. Doğuda kendilerini bu tarafa getiren bir yıldız gördüklerini ve hediyelerle gelip, yıldızın bildirdiği bu yeni Kral'a tapınmak istediklerini söylediler.
Ardından Hirodes şöyle dedi: Beytlehem'e gidin ve bütün dikkatinizle çocuğu araştırın; bulduğunuz zaman gelin ve bana söyleyin, çünkü, ben de seve seve gelecek ve ona secde edeceğim. Ve o yalandan böyle konuştu.

7.   Müneccimlerin İsa'yı ziyareti ve İsa'nın rüyalarında yaptığı uyarıyla kendi memleketlerine dönüşleri.

Müneccimler Kudüs'ten ayrıldılar ve bir de ne görürsün, kendilerine doğrudan görünen yıldız önleri sıra gitmiyor mu? Yıldızı gören müneccimleri sevinç kapladı. Ve böylece Beytlehem'e gelip, şehir dışında, yıldızın İsa'nın doğmuş olduğu hanın üstünde durduğunu gördüler. Bunun üzerine müneccimler o tarafa yönelip, içeri girerek çocuğu annesi ile birlikte buldular ve önünde eğilip saygı gösterdiler. Ve müneccimler üzerine altm ve gümüşle baharat saçarak gördükleri her şeyi Bakire'ye anlattılar.
Sonra uykularında çocuk tarafından Hirodes'e gitmemeleri için ikaz edildiler. Bu nedenle, müneccimler bir başka yoldan kendi memleketlerine dönüp, Yahudiye'de ne gördülerse hepsini yaydılar.


8.   İsa Mısır'a götürülüyor Ve Hirodes suçsuz çocukları katliamdan geçiriyor.

Müneccimlerin dönmediğini gören Hirodes kendisi ile alay edildiğini sanarak doğan çocukları öldürmeye karar verdi.   Ama bak ki,   uykusunda Yusuf'a Rabb'in meleği göründü ve «Çabuk kalk ve çocuğu annesi ile birlikte alıp Mısır'a git, çünkü Hirodes onu öldürmek istiyor» dedi. Yusuf büyük bir korkuyla uyanıp, Meryem ve çocuğu alarak Mısır'a vardı ve müneccimlerin kendisi ile alay ettiklerini sanarak, Beytlehem'de bütün yeni doğan çocukları öldürmek için askerlerini gönderen Hirodes ölünceye kadar orada kaldı. Askerler Beytlehem'e gelip Hirodes'in emri üzerine orada bulunan tüm çocukları boğazladılar. Böylece, peygamberin şu sözleri yerine gelmiş oldu: «Roma'da figan ve büyük ağlamalar var Rahel oğullan için yas tutar, fakat ona teselli verilmez, çünkü onlar yoktur.»


9. Yahuda'ya dönen İsa, oniki yaşına gelmiş olup, muallimlerle harikulade tartışmaya giriyor.

Hirodes ölünce bak ki, Rabb'in meleği rüyada Yusuf'a göründü ve şöyle dedi: «Yahudiye'ye geri dön, çünkü, çocuğun ölmesini isteyenler ölmüş bulunuyor.» Yusuf, Meryem'le (yedi yaşma girmiş olan) çocuğu alarak Yahudiye'ye geldi; bu kez, Hirodes'in oğlu Arhedous'un Yahudiye'de egemen olduğunu duyup, Yahudiye'de kalmaktan korkarak Galile'ye gitti; ve Nasira'da yerleşmek üzere ayrıldılar.
Çocuk insanlar önünde ve Allah'ın önünde kerem ve hikmet içinde büyüdü.
Oniki yaşına gelen İsa, Musa'nın kitabında yazılı bulunan  Rabb'in  kanununa göre   ibadet etmek   için Meryem ve Yusuf ile Kudüs'e geldi. İbadetleri bitince İsa'yı kaybederek ayrıldılar, çünkü, yakınlarıyla eve döneceğini sanıyorlardı. Bu nedenle Meryem, yakınları ve bildikleri arasında İsa'yı aramak için Yusuf ile Kudüs'e geri geldi. Üçüncü gün, çocuğu mabedde muallimler arasında, kanunla ilgili tartışma yaparken buldular. Herkes sorduğu sorulara ve verdiği cevaplara şaşırmıştı ve şöyle diyorlardı: «Bu kadar küçük olduğu ve okuma bilmediği halde, bunda böyle bir akide nasıl bulunabilir?»
Meryem onu azarlayarak şöyle dedi: «Oğul, bize yaptığını görüyor musun? Bak, baban ve ben seni üç gündür yana yakıla arıyoruz.» İsa şöyle cevap verdi: «Allah'a hizmetin baba ve anneden önde gelmesi gerektiğini bilmiyor musunuz?» Sonra İsa annesi ve Yusuf ile birlikte Nasıra'ya gelip, tevazu ve saygı ile onlara tabi oldu.

10. İsa otuz yaşında iken Zeytinlik dağında, mucize olarak melek Cebrail'den İncil'i alıyor.

Otuz yaşına gelmiş olan İsa, kendisinin bana söylediğine göre, annesi ile zeytin toplamak için Zeytinlik Dağı'na çıktı. Sonra öğleyin dua ederken, «Rabb, rahmetle...» sözlerine geldiğinde, çevresini oldukça aydınlık bir nur ve sonsuz sayıda, «Allah'ı tesbih ve ta'zim ederiz» diyen melekler sardı. Melek Cebrail ona, ışıldayan bir aynaymış gibi bir kitap sundu. İnsanın kalbine inen bu kitapta, Allah'ın neler yaptığının, neler dediğinin ve neler irade buyurduğunun bilgisini aldi; öyle ki, «İnan Barnabas, her peygamberlikte her peygamberi öylesine biliyorum ki, söylediğim herşey şu kitaptan geliyor» şeklinde bana anlattığı gibi herşey açık ve çıplak önüne kondu.
Bu vahyi alan ve İsrail Oğullan'na gönderilen bir peygamber olduğunu anlayan Isa herşeyi annesi Meryem'e anlattı ve Allah'ın şanı için büyük eziyetlere katlanması gerektiğini ve kendisine hizmet için daha fazla yanında kalamayacağını söyledi. Bunun üzerine Meryem şöyle karşılık serdi: «Oğul, sen doğmadan önce herşey bana anlatıldı, Allah'ın yüce adını tesbih ve tazim ederim.» İsa hemen o gün peygamberlik görevini yapmak üzere annesinden ayrıldı.

11. İsa, mucizevi bir şekilde bir cüzzamlıyı iyileştiriyor ve Kudüs'e gidiyor.

Kudüs'e gitmek için dağdan inen îsa, ilâhi ilhamla kendisinin peygamber olduğunu bilen bir cüzzamlıya rastladı. Gözyaşlarıyla kendisine, «îsa, sen Davud oğlu, bana merhamet et» diye yalvaran cüzzamlıya İsa (şöyle) cevap verdi: *Sana ne yapıvermemi istersin, kardeş?»
Cüzzamlı cevap verdi: «Rabb(Rabb=Efendim anlamında kullanılıyor), bana sıhhat ver.»
İsa azarlayarak şöyle dedi: «Aptalsın sen; seni yaratan Allah'a dua et, o sana sıhhat verecektir; çünkü ben de senin gibi bir insanım.» Cüzzamlı cevap verdi: «Rabb, senin bir insan olduğunu biliyorum, fakat, Rabb'ın kutlu bir insanı. Dolayısıyla, Allah'a sen dua et ve O bana sıhhat versin.» Sonra İsa, iç çekerek (şöyle) dedi: «Rabbim, Kadir olan Allah, kutsal peygamberlerinin aşkı için, bu hasta adama sıhhat ver.» Ardından, bunları söyledikten sonra, hasta adama Allah adına elleriyle dokunarak (şöyle) dedi: «Ey kardeş, sıhhat bul.» Ve, bunu deyince cüzzam kayboldu, öyle ki, cüzzamlının derisi bir çocuğunki gibi oldu. lyileştiğini gören cüzzamlı yüksek sesle bağırdı: «Allah'ın üzerinize gönderdiği peygamberi almak için, ey İsrail kavmi, bu yana gelin!» İsa ona rica ederek, (şöyle) dedi: «Kardeş, sus bir şey söyleme.» Fakat, İsa rica ettikçe o daha çok bağırıyordu : «Peygamberi görün! Allah'ın kutsal (kulu)'nu görün. Bu sözler üzerine, Kudüs'ten çıkanların çoğu koşarak geri döndüler ve İsa ile birlikte Kudüs'e girerek, Allah'ın îsa aracılığıyla cüzzamlıya yaptığını anlattılar.

12. İsa'nın Allah'ın adı konusunda halka ilk verdiği akideyle ilgili harika va'zı.

Tüm Kudüs şehiri bu sözlerle çalkalandı ve hep birden, İsa'yı görmek üzere ibadet için girdiği mabede koşuştular ve sıkışık bir biçimde oturdular. Bunun üzerine kâhinler Isa'ya ricada bulundular: «Bu insanlar seni görmek ve işitmek isterler; bu nedenle şu en yukarı çık ve Allah'ın sana verdiği kelimeleri Rabb adına konuş!»
Sonra îsa yazıcıların şimdiye kadar konuşageldikleri yere çıktı. Ve susulması için bir işaret yapıp, konuşmaya başladı: «Rahmet ve iyiliğinden, yarattıklarını kendisini yüceltsinler diye yaratmak dileyen Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Kulu Davud'a «velilerin parlaklığı içinde Zühre yıldızından önce seni yarattım» diyerek konuştuğu gibi, dünyanın kurtuluşu için göndermek üzere her şeyden önce tüm velilerin ve peygamberlerin ihtişamını yaratan Allah'ın Kutsal adını tesbih ederim. Kendisine hizmet etsinler diye melekleri yaratan Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Ve, Allah'ın saygı duyulmasını irade ettiğine saygı duymayan şeytanı ve peşinden gidenleri cezalandıran ve yoksunluğa iten Allah'ı tesbih ederim, insanı yeryüzünün çamurundan yaratan ve işlerinin başına gönderen Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Koyduğu kutsal kuralı çiğnediği için insanı cennetten çıkaran Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Merhametiyle, insan soyunun ilk anne, babası olan Adem ve Havva'nın göz yaşlarına bakan Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Adaleti ile kardeş katili Kabil'i cezalandıran, yeryüzüne tufan gönderen, üç şerli kenti yakıp yıkan, Mısır'a azap eden Firavun'u Kızıl Deniz'de boğan, kendi kullarının düşmanlarını dağıtan, kafirleri azapla cezalandıran ve tövbe edip doğru yola girmeyenlerin cezasını veren Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Yarattıklarına rahmetiyle bakan ve bu nedenle önünde doğruluk ve takva ile yürüsünler diye kutsal peygamberlerini gönderen; kullarını her kötülükten koruyup, kurtaran ve babamız İbrahim ile oğluna sonsuza değin söz verdiği gibi, bu toprağı kullarına veren Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Sonra, kulu Musa aracılığıyla, şeytanın bizi aldatmaması için bize kutsal kanununu verdi ve bizi bütün diğer kavimlerin üstüne çıkardı.
«Fakat, kardeşler, bugün, günahlarımızdan ötürü ceza görmememiz için ne yapıyoruz?»
Ve ardından Isa Allah'ın sözünü unuttuklarından ve kendilerini boş şeylere verdiklerinden dolayı halkı şiddetli azarladı; Allah'a hizmeti bırakıp, dünyalık hırsları için (çalışan) kâhinleri azarladı; Allah'ın kanununu bırakıp, boş akideler va'z ettiklerinden dolayi yazıcıları azarladı; kendi gelenekleri ve yaptıklarıyla Allah'ın kanununu bir hiç duruma düşürdüklerinden dolayı muallimleri azarladı. Ve, insanlara karşı öyle hikmetli sözler söyledi ki, en küçüğünden en büyüğüne kadar herkes, merhamet için haykırarak ve Isa'ya kendileri adına dua etmesi için yalvararak ağladı; yalnız, o gün, kâhinlere, yazıcılara ve muallimlere karşı bu şekilde konuştuğu için Isa'ya karşı nefret duyan kâhinler ye reisler (ağlamadı). Ve, onu öldürmeyi düşündüler, fakat, onu Allah'ın bir peygamberi olarak kabul etmiş bulunan halktan korkarak hiç bir söz söylemediler.
Isa ellerini Rabb Allah'a açarak dua etti ve halk ağlayarak «amin, amin» dedi. Dua bitince Isa kürsüden indi ve o gün ardından gelen pek çok kişi ile birlikte Kudüs'ten ayrıldı.
Ve, kâhinler İsa hakkında aralarında kötü kötü söyleştiler.

18 Nisan 2011 Pazartesi

Hz. Muhammed (sav) gönderdiği mektuplar





Hz. Muhammed (sav)'in çeşitli ülkelerin krallarına ve bazı eyaletlerin valilerine yazdığı tebliğ mektuplarından bir kısmının orijinalleri günümüze kadar muhafaza edilmiştir. Hükümdarların ve halklarının en güzel ve hikmetli şekilde hak dini yaşamaya davet edildiği bu mektuplar, Peygamber Efendimiz (sav)'in üstün ahlakının, bağışlayıcılığının, hoşgörüsünün ve tebliğ gücünün tarihi örneklerindendir.

Yüce Allah'ın, Kuran-ı Kerim'de “Alemlere Rahmet” olduğunu bildirdiği Peygamber Efendimiz (sav), kendisine bu şerefli görev vahyedildiği ilk andan yaşamını yitirdiği ana kadar Rabbimiz'in dinini tebliğ etmiştir. Hz. Muhammed (sav)'in bu tebliğleri sırasında izlediği yöntemlerden en etkili olanlardan biri ise şüphesiz çeşitli ülkelerin hükümdarlarına yolladığı mektuplar olmuştur. Bu mektuplardaki hikmetli, etkileyici ve ılımlı üslup, pek çok kişinin hak din İslam'ı tanıyıp kabul etmelerine vesile olmuştur. Kuşkusuz Peygamberimiz (sav)'in tebliğindeki bu hikmetli üslup tüm Müslümanlar için bir örnektir.

Hz. Muhammed (sav) gönderdiği mektuplarda toplulukların liderlerine, öncelikli olarak Yüce Allah'ın tek İlah olduğunu ve asla ortağı olmadığını tebliğ etmiştir. Bununla birlikte Peygamberimiz (sav) mektuplarında uzlaştırıcı, davetçi ve Allah'ın koruması altında olduğunu bildirmiştir.

Mektup yolladığı her hükümdarı İslam'a çağıran Peygamberimiz (sav), eğer Müslüman olurlarsa ve topluluklarına da bunu ulaştırırlarsa Allah Katında sevaplarının çok büyük olacağı müjdesini vermiştir. Ayrıca itaat edip tebliği kabul ederlerse iktidarlarını koruyacaklarını, kabul etmezlerse de lideri oldukları topluluğun sorumluluğunu taşıyacakları ve dünyada da iktidarlarının kalmayacağını vurgulamıştır. (Harun Yahya, Hazreti Muhammet)

Kutlu Peygamberimiz (sav), Hıristiyanlara yazdığı tebliğ mektuplarında hep Kuran ayetlerini aktarmış, Kuran'da Allah'ın emrettiği, Ehl-i Kitap ile olması gereken ilişkileri ve diyalogları da emredilen şekilde yerine getirmiştir. Yüce Rabbimiz, Kuran'da Müslümanların, Ehl-i Kitap ile aralarında olması gereken ilişkiyi şöyle bildirir:

“De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız bir kısmımızı Rabler edinmeyelim." Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız." (Al-i İmran Suresi, 64)

Habeşistan Necaşisi'ne Gönderilen Mektup…

Hz. Muhammed (sav)'in Habeşistan Kralı Ashama'ya hitaben yazmış olduğu mektup, Müslümanların Hıristiyanlara bakış açısını göstermesi açısından son derece önemlidir. Ashama, Hz. Muhammed (sav)'in mektubunun ve Müslüman elçilerle yaptığı konuşmaların sonrasında, ülkesine sığınan Müslümanları koruyan bir politika izlemiştir. Peygamberimiz (sav), mektupta şöyle buyurmuştur:

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,
Allah Rasulü Muhammed'den Habeş Necaşisi Ashama'ya.
Kendisi'nden başka İlah bulunmayan gerçek Hükümdar, Mukaddes, Selam, Koruyucu, Kurtarıcı olan Allah'ın övgüsünü sana iletirim. Tasdik edip şehadet ederim ki; Meryem oğlu İsa Allah'ın Ruhu ve Kelimesi'dir. Kendisine dokunulmamış Meryem'e nasib edilmiştir. Böylece Meryem İsa'ya hamile kalmış, Allah Teala da Ruh ve Nefesi'nden olmak üzere Adem'i nasıl yarattıysa onu da öylece yaratmıştır. Seni Tek olan ve Eşi bulunmayan Allah'a çağırıyorum. O'na itaat konusunda karşılıklı yardıma çağırıyorum. Beni takib et, bana uy ve bana gelen şeye iman et. Muhakkak ki ben, Allah'ın Resuluyüm. Bu nedenle seni ve etrafında bulunan askerlerini Allah'a iman etmeye davet ediyorum. Nasihat ve sözlerim size ulaşınca kabul etmenizi tavsiye ederim. Amca tarafından yeğenim olan Cafer'i yanında az sayıda Müslüman grubuyla beraber sana doğru yola çıkarıyorum. Selam gerçek hidayet yolu üzerinde bulunanlara olsun.

Peygamberimiz (sav)'in Mısır'da Mukavkıs'a Gönderdiği Mektup…

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla, Allah'ın kulu ve Resulü Muhammed'den, Kıbtilerin Büyüğü Mukavkıs'a. Allah'ın Selamı; hidayet yoluna girmiş bulunanların üzerine olsun. Buna göre Ben, Seni tam bir İslam daveti ile çağırıyorum. İslam'a gir. Sonunda emniyet ve selamet içinde olursun. Bunun karşılığında Allah sana iki defa sevab verecektir. Şayet bundan kaçınacak olursan bütün Kıbtilerin günahı senin üzerinde toplanacaktır…

Bizans İmparatoru Heraklius'a Gönderilen Mektup…

Hz. Muhammed (sav)'in, Bizans İmparatoru Heraklius'a gönderdiği mektup da Ehl-i Kitab'a yapılacak davette Kuran'dan ayetlerin kullanılmasının gerektiğini gösteren hikmetli bir örnektir. Peygamber Efendimiz (sav), mektubunda daha önce aktarılan Al-i İmran Suresi 64. ayetini, yazarak tebliğ yapmıştır.

Bismillahirrahmanirrahim,
Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'den, Bizanslıların büyük reisi Herakliyus'a: “Selam hakikat yolunu izleyene (olsun)! İlave edeyim ki, seni bütün olarak İslam'a davet ediyorum. İslam'ı kabul et ki felah bulasın. İslam'ı kabul et ki Allah değerini iki kat artırsın. Ama eğer kaçınırsan, tebeanın günahı da senin üzerine yüklenecektir. Ve siz, ey Kitab-ı Mukaddes'in insanları (Ey Ehl-i Kitab!) sizinle bizim aramızda aynı olan bir söze doğru geliniz; ki biz ancak Allah'a taparız, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayız ve aramızda kimse kimseyi, Allah'ın dışında sahib (Rab) edinmez. İmdi, eğer kaçınırlarsa, şöyle deyiniz: Şahit olun biz Müslümanlardanız (Allah'a teslim olanlarız).

İran İmparatoru Kisra'ya Gönderilen Mektup…

Hz. Muhammed (sav) müşrik toplulukların liderlerine gönderdiği mektuplarında onlara sonsuz ilim sahibi Allah'ın tek İlah olduğunu ve kendisinin de O'nun elçisi olduğunu tebliğ etmiştir. Ehl-i Kitap olan topluluklardan farklı olarak müşrik toplumla- ra yollanan bu mektuplarda Yüce Allah'ın varlığı ve birliği ana konu olarak vurgulanmıştır.

Bismillahirrahmanirrahim,
Allah Resulü Muhammed'den, İranlıların büyüğü Kisra'ya: Selam, hakikat yolunu izleyip Allah'a ve Resulüne iman edenlerin ve Allah'tan başka İlah olmadığına, O'nun bir ve ortaksız olduğuna ve Muhammed'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna şehadet edenlerin üzerine olsun! Seni İslam'ı kabule çağırıyorum. Zira Ben, Allah'ın, canlı olan herkesi uyarmak ve ilahi kelamın kafirlere karşı hükmünü tamamlaması için tüm insanlara gönderdiği elçisiyim. Şimdi İslam'a teslim ol ve felaha er. Ama eğer reddedersen, o zaman Mecusilerin günahları da senin üzerine olacaktır.

Uman Melikleri Ceyfer ve Abd'e Gönderilen Mektup…

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,
Allah Resulu Muhammed'den, Culanda'nın iki oğulları Ceyfer ve Abd'e: “Selam, hakikat yoluna tabi olanlar üzerine olsun! Sizin her ikinizi İslam'ın davetine çağırıyorum. İslam'a tabi o-lun ve kurtuluşa erin. Zira ben, Allah'ın tüm canlıları uyarmak üzere ve vaadini kafirler üzerine tamamlaması için tüm insanlığa gönderdiği elçisiyim. Şimdi, eğer her ikiniz de İslam'ı tanırsanız, her ikinize de iktidar vereceğim. Ama ikiniz de (İslam'ı) kabul etmeyi reddederseniz, ikinizin de krallığı sizden uzaklara yok olup gidecektir, süvarilerim, ülkenizde ordugah kuracaklar ve peygamberlik vasfım krallığınıza galip gelecektir.”

El Ahsa Valisi El Münzir'e Gönderilen Mektup..

Bismillahirrahmanirrahim.
Allah Resulü Muhammed'den, El-Münzir b. Sava'ya! Selam üzerine olsun. Seni, kendisi dışında hiçbir ilah olmayan tek bir Allah'a hamd etmeye çağırıyorum ve ilan ediyorum ki, O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur ve Muhammed O'nun kulu ve Resulüdür. Sana Kadir-i Mutlak ve Şanı Yüce Allah'ı hatırlatırım ki; zira kim iyi bir nasihate kulak verirse kendi iyiliği içindir; ve kim benim elçilerime itaat eder ve emirlerine uyarsa bizzat bana itaat etmiş olur. Ayrıca, kim onlar hakkında iyi düşünürse benim hakkımda iyi düşünmüş olur. Muhakkak benim elçilerim seni övmüşlerdir. Ben de senin halkına şefaatini kabul ediyorum. İmdi, Müslüman olmadan evvel sahip oldukları şeyleri Müslümanların elinde bırak. Ve ben suçluları affediyorum. İmdi sen de onların pişmanlıklarını kabul et. Biz ise, sen iyi davrandığın sürece seni görevden azletmeyeceğiz. Aksine, kim ki Yahudilik ya da Mecusilikte ısrar ederse cizyeye tabi olacaktır.
Bu mektuplar, Müslümanların Ehl-i Kitap ve diğer müşrik ve inkarcılar ile olan ilişkilerinde nasıl davranacaklarını görmeleri açısından günümüzde de çok değerli tebliğ örnekleridir. Dinsizliğe karşı mücadele etmesi gereken Müslümanların ve Ehl-i Kitab'ın birleştirilmesi için de bir yöntemdir. Bu birliktelik, Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişini beklediğimiz bugünlerde dünyayı aydınlığa ve huzura kavuşturacak en önemli vesilelerden biri olacaktır.

Kutsal Emanetlerin Merkezi: İstanbul

Peygamber Efendimiz (Sav)'in mektupları her yönüyle hikmetli, amaca yönelik ve Allah'ın dinini tebliğ etmede gösterilen kararlılıklarla doludur. Bunların yanı sıra bu mektupların başka bir özellikleri daha vardır: Mektupların büyük bir kısmı İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda saklanmaktadır. Sarayın Mukaddes Emanetler bölümünde Peygamberimiz (sav)'den ve Sahabe-i Kiram'dan kalan diğer eşyalarla beraber özenle korunan mektuplar, Hz. Muhammed (sav)'in Sancak-ı Şerifi, Hırka-i Saadeti ve Kılıcı ile aynı odada sergilenmektedirler.

Ayrıca özellikle belirtmek gerekir ki; Hadis-i Şeriflerde, Hz. Mehdi'nin çıkış yeri ile ilgili alametlerin başında bu emanetlerin olduğu yer gösterilmektedir. Bu Hadis'i Şeriflerden bazıları şöyledir:

Abdullah b. Şurefe'den nakledildi ki: Mehdi'nin beraberinde süslenmiş bir halde Peygamberimizin bayrağı olacaktır. (Kitab-ul Bürhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, 65)

Alametlere gelince: beraberinde Allah Resulü'nün (s.a.v) gömleği, kılıcı, sancağı bulunacaktır. O sancak ki Resulüllah (s.a.v)'ın vefatından bugüne kadar hiç açılmamıştır. Mehdi'nin zuhuruna kadar da açılmayacaktır. Sancağında “ El Biat'u Lillah” (Allah için Biat) ibaresi yazılı olacaktır. (Kıyamet Alametleri, sayfa 164)

Hiç şüphesiz yüzyıllar öncesinden bildirilen bu hadis-i şeriflerde Peygamber Efendimiz (sav)'in ahir zamanda olacakları müjdelemesi de büyük mucizelerdendir. Hadis-i şeriflerde bildirildiği gibi günümüzde Topkapı Sarayı'nda korunan bayrak süslenmiş ve yine hadiste belirtildiği gibi Osmanlı İmparatorluğu'nda olduğu dönemde savaşlara götürülmesine rağmen bir muhafazanın içinde tutulmuş ve günümüze kadar açılmamıştır. Hadis-i şeriflerde bildirilen bu özelliklerin aradan yüzlerce yıl geçmesine rağmen hala geçerli olması, kuşkusuz Peygamber Efendimiz (sav)'in hikmetli sözlerinin birer delilidir.

Hz. Mehdi'ye dair hadisler, Allah'ın izniyle ahir zamanda gerçekleşecek ve Altınçağ'ın habercisi olan bu mucizeler Müslümanların şükrüne vesile olacaktır.




Hz. Muhammed (a.s.m.) bütün insanlara peygamber olarak gönderilmişti. O, önce yakın çevresini ve içinde yaşadığı toplumu İslâma davet etti.


Daha sonra da İslâm Dini'ni dünyaya tebliğ etme görevine başladı. Bu maksatla Bizans İmparatoruna, İran, Mısır, Habeşistan, Umman ve Bareyn devlet başkanlarına elçiler yolladı. İslâma davet mektupları gönderdi.


Peygamberimiz gümüşten bir mühür yaptırmış, üzerine de "Muhammedü'r-Rasûlüllah" cümlesini yazdırmıştı. Mektuplarının altını bununla mühürlüyordu.


Habeşistan hükümdarı Peygamberimizin mektubunu alınca müslümanlığı kabul etti.


Bizans İmparatoruna gönderilen mektup: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah'ın kulu ve Resuûlü Muhammed'in Rumların büyüğü Hirakl'e. Hidayet yoluna uyanlara selâm olsun. Bundan sonra, ben seni İslâma davet ediyorum. Müslüman ol ki selâamete eresin. Allah da sana ecrini iki kat verir. Eğer kabul etmezsen halkının vebali senin boyundadır. Ey Ehl-i Kitap! Biizmle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin: Ancak Allah'a kulluk edelim. O'na hiçbir şeyi ortak yapmayalım. Allah'ı bırakıp bir kısmınız diğer kısmınızı rab edinmesin. Eğer yüz çevirirlerse, şahit olun, biz müslümanız deyin."


Bizans İmparatoru Hirakl, Peygamberimizin gönderdiği elçiye: "Ben bu Peygamberin zuhur edeceğini biliyordum fakat onun Arabistan'dan çıkacağını zannetmiyordum. Eğer ona ulaşabileceğimi bilsem, her zahmete katlanırdım, yanında olsam ayaklarını yıkar, hizmet ederdim." dedi.


İmparator, müslümanlığı kabul etmedi ancak peygamberin elçisine iyi davrandı ve ona hediyeler vererek geri çevirdi


Resûl-i Ekrem, Tâiflilerin insafsız ve âdice hücum ve hakaretlerine hedef olduktan sonra, Mekke'ye döndüğünde müşriklerin daha da şiddetli muhalefet ve eziyetleriyle karşı karşıya kaldığı halde, îman ve İslâmı tebliğden bir an bile geri durmadı. Aksine, Tâif dönüşü, İslâma dâvet dairesini daha da genişletti ve kabileleri İslâma dâvete başladı.
Bir dâvânın hızla intişârı, şüphesiz, sağlam ve seviyeli müntesiblerinin çokluğu ile doğru orantılıdır. Resûl-i Ekrem de bu gerçeği göz önünde bulundurarak, hem îmâna davet etmek, hem de Kureyş müşriklerine karşı bir kuvvet olarak kullanmak gayesiyle Hac mevsiminde Mekke etrafında konaklamış bulunan Arap kabileleri arasında dolaşıyordu.
Görüştüğü kabile ileri gelenlerinin her biri ayrı ayrı bahaneler ileri sürerek İslâma girmekten uzak duruyorlardı. İçlerinde Müslüman olma arzusunu izhar edenler var idiyse de, bunların İslâm safına katılmalarına engel oluyordu.
İslâma dâvet edilen bazı kabileler ise, dâvete icabet etmedikleri gibi, Efendimize hakaretvâri sözler de söylüyorlardı.
Resûlullahın dolaştığı yerlere müşrikler de gidiyor, onu âdeta bir gölge gibi takib ediyorlardı. Kabile fertlerinin İslâmiyetten uzak durmalarında şüphesiz müşriklerin menfı, yalan ve iftira üzerine kurulu propagandalarının da büyük rolü vardı.
Resûl-i Ekrem, her sene belirli mevsimlerde kurulan Ukâz, Mecenne, Zü'l-Mecâz panayırlarını (bir nevî fuâr) gezmeyi, buraya gelmiş bulunan kabilelerle görüşmeyi, halkına Kur'ân okuyup ve onları İslâma davet etmeyi asla ihmal etmezdi. Ne var ki, o, kudsî gayeyle halk arasında dolaşırken, Ebû Leheb de ara sıra geziyor ve "Muhammed atalarının dininden döndü, yalanlar uyduruyor, ona kanmayın" diyor, halkın kendisiyle temas etmesine mâni olmaya çalışıyordu.
Peygamber Efendimiz, kabileler arasında dolaşıp, tebliğ vazifesinde bulunurken, kabilenin bütün fertleriyle değil, çoğu zaman sadece ileri gelenleri, reisleriyle görüşüyor, konuşuyor ve İslâmı onlara anlatıyordu. Çünkü, kabile ferdlerinin, reislerine sarsılmaz bir bağlılık ve hürmetleri vardı. Reislerinin İslâmı benimsemesi demek, tamamının mü'minler safında yer alması demekti. Bu bakımdan Allah Resûlü, kısa yoldan netice elde edebilecek metodu takip ediyordu.
Resûl-i Ekremin bu tarz bir usül takip etmesinde; hak ve hakikatı tebliğde, mühim bir prensibi tesbit etmiş oluyoruz: Hak ve hakikata dâvete mümkünse önce beldenin ileri gelenlerinden, hatırı sayılır ve herkesin saygısını kazanmış kimselerden başlanmalıdır. Bir beldenin veya bir kabilenin ileri gelenlerinin hak ve hakikatı kabul etmesi, şüphesiz halkın da sür'atle aynı dâvâyı benimsemesini kolaylaştıracaktır.

Medineli ilk Müslümanlar
Bi'setin 11. senesi hac mevsimi idi.
Mekke'ye yarımadanın muhtelif yerlerinden birçok hacı namzedi gelmişti. Bunlar arasında Medine halkından da bazı kimseler vardı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, hac mevsimlerinde âdetleri olduğu üzere, kabileler arasında dolaşıp onları İslâm dinine davet ederken, Akabe mevkii yakınında altı kişiden ibaret olan bu Medineli kafileye rastgeldi.Onlara,
"Siz kimsiniz?" diye sordu.
"Hazreç kabilesindeniz" diye cevap verdiler.
Peygamber Efendimiz,
"Yahudîlerin komşu ve müttefiklerinden misiniz?" diye sordu.
"Evet," dediler.
Bunun üzerine Efendimiz,
"Otursanız da, sizinle biraz konuşsak olmaz mı?" dedi.
"Olur" deyip oturdular.
Nebiyy-i muhterem Efendimiz, onları Allah'ın varlık ve birliğine îmâna çağırdı. İbrâhim Sûresinden bir bölüm okudu, onları İslâm dinine dâvet etti.321
Onlar, "Galip ibn-i Fihr (Peygamberimizin 9. dedesi) evlâdından bir peygamber gelecek" diye kendi ihtiyarlarından işitirlermiş. Ayrıca, Medine'de oturan Yahudilerle iki kardeşten türemiş Hazreç ve Evs kabileleri arasında eskiden beri devam edegelen bir husumet ve anlaşmazlık vardı. Kâh barışırlar, kâh bozuşurlardı. Yahudiler ehl-i kitap ve ilim sahibi idiler.
Evs ve Hazreçliler ise Allah'a şerik koşar, puta taparlardı. Ne zaman Yahudilerle araları açılsa, Yahudiler onlara, "Beklenen peygamber gelmek üzeredir. Gelince, biz ona tabi olacak, İrem ve Ad kavimleri gibi sizin kökünüzü kazıyacağız" der, dururlardı.
Bu sefer Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, onları İslâma davet edince birbirlerine bakıştılar ve aralarında, "Vallahi, bu bize, Yahudilerin geleceğini haber verdikleri peygamber olsa gerektir. Sakın, Yahudiler ona inanmakta bizi geçmesinler" diye konuşarak hemen îmân ettiler ve Peygamber Efendimizin huzurunda kelime-i şehâdet getirdiler.322
Sonra da Resûl-i Kibriyâ Efendimize hitaben şöyle konuştular:
"Kavmimiz birbirlerine kin ve düşmanlık besledikleri gibi, başka bir kavimle de aralarında kötülük ve düşmanlık vardır. Umulur ki, Allah onları da sayenizde bir araya toplar. Biz hemen dönüp, onları da senin anlattıklarına davet edeceğiz.
Eğer Allah, onları bu din üzerine bir araya getirir, birleştirirse, senden daha aziz ve şerefli bir kimse olamaz."323
Resûl-i Kibriyâ Efendimizin dâvetine icabet edip İslâmiyetle müşerref olan Medineli ilk altı zât şunlardı: Ebû Ümâme Es'ad bin Zürâre (r.a.), Avf bin Hâris (r.a.), Rafi' bin Mâlik (r.a.), Kutbe bin Âmir (r.a.), Ukbe bin Âmir (r.a.), Cabir bin Abdullah bin Riâb (r.a.).324
Bu altı zât, kabileleri tarafından hatırı sayılır ve sevilir kimselerdi. Medine'ye döndüklerinde, akrabalarına Peygamber Efendimizi anlatıp, onları İslâma dâvet edince, İslâmiyet Medine içinde bir anda yankı yaptı. Allah ve Resûlullah sadası şehrin ufuklarını sardı. Şehirde, Peygamberimiz ve İslâmın anılmadığı ev hemen hemen kalmamış gibiydi. Böylece, Medine'ye İslâm nûrundan parıltılar götürme bahtiyarlığına bu altı zât ermişti.
Medine'ye parıltıları ulaşan ebedî Nûr, artık birden bire burada parlayacak ve kısa zaman sonra şehri, İslâm Devletinin merkezi haline getirecekti.

321. İbni Hişâm, Sîre: 2/70; İbni Sa'd, Tabakât: 1/217; Taberî, Tarih: 2/234
322. İbni Hişâm, Sîre: 2/70; İbni Sa'd, Tabakât: 1/217; Taberî, Tarih: 2/234
323. İbni Hişâm, Sîre: 2/71; Taberî, Tarih: 2/234
324. İbni Hişâm, Sîre: 2/71; İbni Sa'd, Tabakât: 1/218-219; Taberî, Tarih: 2/234-235

Peygamberimiz’in Hükümdarları İslam’a Daveti


Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (a.s.m.) dini ve dâveti umumidir. Hitabı, bütün insanlığadır. Diğer Peygamberler gibi bir kavme, bir kabileye, bir millete veya bir bölgeye münhasır değildir.
Cenâb-ı Hak, bir çok âyet-i kerimede bu hususu beyan buyurmuştur:
“De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın gönderdiği peygamberim…”259
Buna binâen Peygamber Efendimizin dâveti elbette yalnız bazı Arap kabilelerine, bir takım insanlara ve belli bölgelere münhasır kalamazdı. Bütün insanlığa bu imân ve İslâm dâveti sesinin duyrulması gerekiyordu.
Bunun için, Hudeybiye Sulhü sonrası en müsait bir zamandı. Zira, anlaşma gereğince 10 yıl harp yapılmayacaktı.
Hicretin 7. senesi, Muharrem ayı idi. Peygamber Efendimiz, birgün Ashab-ı Kiramı toplayarak şöyle buyurdu:
“Allah, beni bütün insanlara rahmet olarak gönderdi. İslâmı yayma hususunda bana yardımcı olun! Havarilerin Meryem oğlu İsâ’ya muhâlefetleri gibi, siz de bana karşı muhalefette bulunmayın!”
Sahabîler, “Yâ Resûlallah! Havariler, Hz. İsa’ya (a.s.) nasıl muhalefet etmişlerdi?” diye sordular.
Resûl-i Ekrem şöyle izah etti:”Benim sizi dâvet ettiğim vazifeye, o da Havarilerini dâvet etmişti. Ancak onun yakın yere gönderdiği kimseler isteyerek gidip selâmete eriştiler. Uzak yere göndermek istedikleri kimseler ise, gitmekten kaçındılar. İsâ (a.s.), bu durumu Allah’a arzetti ve şikâyette bulundu.
“Gitmeye üşenenlerin her biri, gönderilecekleri milletlerin dillerini konuşur oldukları halde sabahladılar. İsâ (a.s.), onlara, ‘Bu, Allah’ın sizin için kesinleştirdiği, ve ehemmiyet verdiği bir iştir. Haydi gidiniz!’ demişti. Onlar da gitmişlerdi!”260
Bunun üzerine Sahabîler, “Yâ Resûlallah,” dediler, “biz sana bu hususta yârdımcı olacağız, Bizi arzu ettiğin yere gönder” dediler.261

Kim Nereye Ve Kime Gönderildi?
Bunun üzerine Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, İslâma dâvet maksadıyla Ashabından:
1) Dihyetü’1-Kelbî’yi Rum Kayseri* Heraklius’a,
2) Amr bin Ümeyye ed-Demri’yi, Habeş Necaşîsi Ashame’ye,
3) Abdullah bin Huzâfe’yi İran Kisrâsı Hüsrev Perviz’e,
4) Hanb bin Ebî Beltâa’yı Mısır Firavunu Mukavkıs’a,
5) Salit bin Amr’ı, Yemâme Valisi Havza bin Ali’ye,
6) Şuca’ bin Vehb’i Gassân Meliki Münzir bin Hâris bin Ebî Şemir’e gönderdi.262
Gönderilen elçinin hepsi de gönderildikleri memleketlerin dillerini biliyorlardı. Peygamber Efendimiz, bu elçilerine, mezkur hükümdarlara verilmek üzere birer mektup da yazarak teslim etti.
Mektupları yazdığı sırada, Sahabîler hükümdarların mühürsüz mektup okumadıklarını bildirince Resûl-i Ekrem Efendimiz, gümüşten bir mühür üzerine alt alta gelmek suretiyle şu şekilde imzasını da yazdırdı:
“Allah
“Resûl
“Muhammed”263
Kâinatın Efendisi bu yüzüğünü vefâtına kadar takmıştır. Vefâtından sonra sırasıyla, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman takmışlardır. Günün birinde Hz. Osman’ın elinden Eris Kuyusuna düşerek kaybolmuştur. Kuyunun Bütün suyu çektirildiği halde, bir türlü bulunamamıştır.264

259. Araf Sûresi, 158. Konu ile ilgili olarak diğer âyetler için bkz.: Nisâ Sûresi, 79,170,174; Tevbe Sûresi, 33; Sebe’ Sûresi, 28; Hacc Sûresi, 67; Ahzab Sûresi, 40.
260. Sîre, 4:254.
261. İbn-i Kesîr, Sîre, 3:507.
* O zamanlar Rum (Bizans) devirt başkanına Kayser, İran Şahına Kisnjt, Mısır devlet başkanına Firavun, Yaman hükümdarına Tubbâ, Habeş hükümdarına ise Necaşî denilmekteydi,
262. Sîre, 4:254; Tabakât, 1:258; Ensab, 1:531; Taberî, 3:84; İbn-i Kesir, Sîre, 3:343.
263. Tabakât, 1:258.
264. Buharî, 7:54; Müslim, 3:1658.

İMTİHAN SON ANA KADAR DEVAM EDER

İnsanın dünya hayatındaki imtihanı, yaşamının son anına kadar devam etmektedir. Bir insan eğer 75 yıl yaşıyor ise, 75. yılının en son gününde de Allah'a karşı olan sorumluluğu devam eder, Allah tarafından imtihan edilir ve eğitilir. Bu yüzden yaşamının her anında Allah'ın hükümlerine uymalı, ibadetlerini yerine getirmeli, O'nu anarak rızasını aramalıdır.


Ve bu gerçek, çok önemli bir sonucu daha beraberinde getirmektedir: Eğer insan, bu son gününde, hatta son anında dahi yolundan sapacak, Allah'a karşı nankörlük edecek olsa, imtihanı kaybetmiş ve tüm dünya hayatını boşa harcamış olabilir. Bu son andan önceki hayatını Allah'ın rızasına uygun olarak geçirmişse bile, son andaki bir isyankarlığı, tüm emeklerini boşa çıkarabilir.
Bu, her Müslümanın dikkate alması gereken bir tehlikedir. Çünkü insanın en büyük düşmanı olan Şeytan, son nefesine kadar insanın zayıf anlarını ve zayıf yönlerini kullanarak onu saptırmaya gayret edecektir. Türlü yollar, yöntemler kullanarak insanları Allah'a karşı isyana ve inkara sürüklemeye çalışacaktır. "Son an" da, Şeytan'ın insanı saptırmak için çabalayacağı çok önemli bir zaman olabilir. "Ben nasıl olsa Allah'a iman ediyorum, O'nun rızası için bu kadar iş yaptım, elbette artık kurtuluşa erdim." diyen insan büyük bir gaflete düşmüştür. Çünkü ayetlerde insanın son ana kadar hep "korku ve umutla dua" etmesi gerektiği (Secde Suresi, 16) bildirilmektedir ve her Müslüman, Allah'ın aşağıdaki emri üzerinde düşünmeye davet edilmektedir:
Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak Müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin. (Al-i İmran Suresi, 102)
İMANLARINDAN SONRA İNKARA DÖNENLER
İman, Allah'ın vermiş olduğu en büyük nimetlerdendir. İnsanın bu dünya hayatındaki mutluluk ve huzuru da, sonsuz hayatındaki kurtuluşu da imanı sayesinde olur. Bu yüzden her nimet gibi, iman nimeti için de Allah'a şükretmek gerekmektedir. Allah, imanı dilediği kuluna nasip eder, dilediğine ise etmez. Allah'ın iman nasip etmediği kişiler, tüm dünya onları imana davet etmek için uğraşsa dahi, hiçbir şekilde iman edemezler. Bu gerçek, Allah'ın Peygamberimize hitaben indirdiği bir ayetinde şöyle belirtilmektedir:
Sen, onların hidayet bulmalarını ne kadar tutkuyla istesen de, Allah, şüphesiz saptırdığına hidayet vermez, onlar için yardım edecek yoktur. (Nahl Suresi, 37)
İşte Allah'ın hidayet verdiği insanlar, yani müminler, O'nun rahmeti sayesinde inkardan kurtulmuş olurlar. Bu nedenle de her mümine düşen, cennet ehlinin yapacak olduğu duayı şimdiden yaparak "Bizi buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik..." deyip şükretmektir. (Araf Suresi, 43)
Bir nimete şükretmek ise, sözlü olarak Allah'a hamd etmenin yanında, fiili olarak Allah'ın rızasına uygun tavırlar göstermekle olur. İmanın şükrü ibadettir. Her mümin, Allah'ın kendisine verdiği imana bir şükür olarak, ibadetlerini titiz bir biçimde yerine getirmeli, elinden gelen tüm imkanları Allah rızası için kullanmalı, kendisini Allah'a tam manasıyla adamalıdır.
Eğer bu şükür yapılmaz ise, yani mümin olan kişi, "Ben nasıl olsa müminim, cennet ehlinden olacağım." gibi bir mantık içinde rehavete kapılıp, bir denemeden geçirildiğini unutursa, o zaman kendisine verilen nimet geri alınabilir. Kuran'da Allah'ın tarif ettiği biçimde kalbi katılaşabilir ve sonunda inkara düşebilir. Bu durumda, daha önceki imanı ve yapmış olduğu salih işler kendisine hiçbir yarar sağlamayacak, boşa çıkacaktır. Allah bu gerçeği birçok ayetinde haber vermiştir:
... sizden kim dininden geri döner ve kafir olarak ölürse, artık onların bütün işledikleri (amelleri) dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar ateşin halkıdır, onda süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 217)
Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): "Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın." (Zümer Suresi, 65)
İman edenler: "Olanca yeminleriyle elbette sizlerle birlik olduklarına ilişkin Allah'a yemin edenler bunlar mıdır? Onların bütün yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, böylece hüsrana uğrayanlar olmuşlardır." derler. Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) Kendisinin onları sevdiği, onların da Kendisini sevdiği müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Maide Suresi, 53-54)
Allah Kuran'da imanlarından sonra inkar eden bu gibi insanların varlığını bildirir. Ayetlerde, bu kişilerin büyük bir sapkınlığa düştükleri ve Allah tarafından bağışlanmayacakları haber verilmektedir:
Gerçek şu, iman edip sonra inkâra sapanlar, sonra yine iman edip sonra inkâra sapanlar, sonra da inkârları artanlar... Allah onları bağışlayacak değildir, onları doğru yola da iletecek değildir. (Nisa Suresi, 137)
Doğrusu, imanlarından sonra inkâr edenler, sonra inkârlarını artıranlar; bunların tevbeleri kesinlikle kabul edilmez. İşte bunlar, sapıkların ta kendileridir. (Al-i İmran Suresi, 90)
Bu gibi kişilerin ahiretteki durumları ise şöyle bildirilir:
Bazı yüzlerin ağaracağı, bazı yüzlerin de kararacağı gün... Yüzleri kapkara-kesilecek olanlara:
"İmanınızdan sonra inkar ettiniz, öyle mi? Öyleyse inkar etmenize karşılık olarak azabı tadın" (denilir). (Al-i İmran Suresi, 106)
Tüm bu ayetler, "imandan sonra inkara sapma" gibi bir tehlikenin varlığını açıkça göstermektedir.
Ayetlerde sözü edilen kişiler, yaşamlarının bir kısmında Allah'ın varlığına ve birliğine iman edip, O'nun hükümlerine göre yaşamış kişilerdir. Ancak sonra, bir şekilde nefisleri onları Allah'ın dininden uzaklaştırmış ve inkara sürüklemiştir. Bu şekilde inkara düşmekle, belki de diğer pek çok inkarcıdan daha suçlu hale gelmişlerdir. Çünkü onlar doğru olanı öğrenmiş, bir müddet yaşamış ama sonra vicdanları kabul ettiği halde Allah'ın dinini terk etmişlerdir. Bu yüzden bir zamanlar yaptıkları tüm hayırlı işler de, tamamen boşa gitmiştir. (En doğrusunu Allah bilir.) Bu yüzden bir insanın dünyada geçirdiği süre boyunca bir gün bile imtihan edildiğini unutmaması gerekir. Karşılaştığı tüm olaylarla denemeden geçirildiğini, şeytanın kendisine çeşitli vesilelerle vesvese vermeye çalışacağını, karşısına çıkan zorlukları hiç bitmeyecekmiş gibi göstermeye ve bu yolla onu doğru yolundan döndürmeye çalışacağını asla aklından çıkarmamalıdır. Çünkü imandan sonra inkara sapmak, sonsuz bir azabı hak etmek demektir.
Üstelik bu kişiler imanlarından döndükten sonra dünyada sefil bir hayat yaşarlar. Maddi olarak zenginliğe ve refaha ulaşsalar bile, hayatlarının sonuna kadar manevi bir azap çekerler. Gerçeği bildikleri için sürekli olarak vicdanlarını bastırmaya çalışırlar, ama bunun verdiği vicdan azabı ise sürekli olarak canlarını yakar. Asıl büyük azabı ise, ölümleriyle birlikte başlayacak olan ahiret hayatında yaşarlar. Allah bu gibilerin durumunu şöyle haber vermektedir:
Şüphesiz küfredip kafir olarak ölenler, bunların hiçbirinden, yeryüzü dolusu altını olsa -bunu fidye olarak verse de- kesin olarak kabul edilmez. Onlar için acı bir azap vardır ve onların yardımcıları yoktur. (Al-i İmran Suresi, 91)
Madem böyle bir tehlike vardır, bir mümin hayatının en son anına kadar bu tehlikeden sakınmak zorundadır. Çünkü insanın "iman ettim" deyip, gevşeklik göstermemesi çok önemlidir. İnsan ne zaman yaptıklarının sonsuz ahiret hayatına ulaşmak için yeterli olduğunu düşünse, o zaman "Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden." (Alak Suresi, 6-7) ayetinde bildirildiği gibi azgınlık gösterebilir. Bu nedenle de her an bu tehlikeyi gözönünde bulundurmalı, her hareketinde Allah'ın rızasına uygun hareket etmelidir. Çünkü imtihan, insanın hayatının son anına kadar devam etmektedir.
MÜCADELEDEN KAÇANLAR VE GERİ KALANLAR
Kalbindeki iman zayıflamış ya da tümüyle yok olmuş bir kimse, bir süre sanki hiçbir şey yokmuş gibi Müslümanların arasında bulunabilir ve dinin kurallarına uygun bir görüntü altında yaşayabilir. AncakAllah bu gibi insanları açığa çıkarmak için bazı imtihan ortamları yaratır. Zorluklarla, açlıkla, yoklukla, hastalıkla, mallardan ve canlardan eksiltmeyle denemeden geçirilen müminlerin bu zorluklar karşısında sağlamlığı artarken, kalplerinde hastalık olanlar ise her geçen an inkara biraz daha yaklaşırlar.
İşte son anın önemi burada bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Bir insan hayatının büyük bölümünü iman ederek geçirebilir. Dine büyük hizmetlerde bulunup, son derece hayırlı işler yapabilir. Ancak eğer vicdanına uymaktan vazgeçer, gevşeklik gösterir ve bu nedenle de kalbi katılaşır ise, söz konusu imtihan anlarında gereken dirayeti gösteremeyecektir. Dünya sevgisi ve can korkusu Allah rızasına ağır basıp, bu kişiyi küfre sürükleyebilir.
Ayetlerde pek çok Peygamberin, kendi döneminde saldırgan bir topluma karşı, masum insanları korumak ve Allah'ın dinini muhafaza etmek için mücadele ettiğinden bahsedilmektedir. Bu mücadele o dönemler için çok önemli bir ibadettir. Peygamberimiz döneminde de inkarcı topluluklara karşı güçlü bir mücadele yürütülmüştür.Allah'ın ve Peygamberin emriyle gerçekleştirilmiş olan bu mücadelelerin hepsi dini bir yükümlülüktür. Bu görevden kaçmak isteyenler ise, Kuran'da kalpleri mühürlenmiş, yani tam olarak imandan çıkmış kimseler olarak bildirilmektedir.
Günümüzde ise Müslümanların inkarcılara karşı yapacakları bu mücadele fikri alanda yürütülmektedir. Bu fikri mücadele ise inkarcıların tüm dayanak noktalarının bilimsel olarak ortadan kaldırılması, ilmi olarak çürütülmesi anlamını taşımaktadır. Bu konuda her Müslümana çok büyük bir sorumluluk düşmektedir ve hiç kimse fikri mücadelede geri planda kalmamalıdır. Çünkü Allah ayetlerinde, geride kalmayı tercih edenlerin kalplerinin katılaştığını bildirmiştir:
"Allah'a iman edin, O'nun elçisi ile cehd etmeye çıkın" diye bir sûre indirildiği zaman onlardan servet sahibi olanlar, senden izin isteyip: "Bizi bırakıver, oturanlarla birlikte olalım" dediler. Geri kalanlarla birlikte olmayı seçtiler. Onların kalbleri mühürlenmiştir. Bundan dolayı kavrayıp-anlamazlar. (Tevbe Suresi, 86-87)
Kuran'da verilen başka bir örnek ise bir zorlukla karşılaştıklarında hemen bahaneler öne sürüp, kaçmaya çalışanların kendi nefislerini nasıl helake uğrattıklarıdır:
Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı, onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi. "Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte çıkardık." diye sana Allah adına yemin edecekler. Kendi nefislerini helaka sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor. (Tevbe Suresi, 42)
Gerek Peygamberimiz döneminden, gerekse geçmiş Peygamberlerin dönemlerinden verilen bu örnekler bir gerçeği açıkça ortaya koymaktadır: Allah insanları yaşamlarının her anında imtihan etmekte ve doğru söyleyenler ile yalancıların birbirinden ayrılacağı ortamlar yaratmaktadır. Özellikle zorluk ve sıkıntılarla karşılaştıkları dönemlerde Müslümanlar güçlü bir kararlılık gösterirken, zayıf olanlar kendilerini belli etmekte ve dinlerinden geri dönmektedirler. Bunun bir örneği de, Peygamberimiz döneminde Müslümanlar ile inkarcılar arasında geçen bir savaş anında yaşanmıştır. Ayetlerde böyle bir zorluk anında bazı Müslümanların zayıflık gösterdikleri ve "Allah hakkında cahiliye zanlarına kapıldıkları" anlatılmaktadır. Şeytan, zorluk anında, bu Müslümanların "ayaklarını kaydırmak" istemiştir:
İki topluluğun karşı karşıya geldikleri gün, sizden geri dönenleri, kazandıkları bazı şeyler dolayısıyla şeytan onların ayağını kaydırmak istemişti. Ama andolsun ki, Allah onları affetti. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, yumuşak olandır. (Al-i İmran Suresi, 155)
Allah bu olayda zayıflık gösteren Müslümanları affettiğini bildirmiştir.
İşte bu ayetlerde bildirilen olayda inananlar için çok büyük dersler vardır. Çünkü Allah iyilerle kötülerin ayrılması için insanların mutlaka denemelerden geçirileceklerini vaat etmiştir. Bu "zor anlar"a karşı dayanıklı olmanın tek yolu ise Allah'a güçlü iman, ihlas ve samimiyettir. Elbette Allah salih kullarına kolaylık verir, onların "ayaklarını sağlamlaştırır", onların kalplerine her türlü zor ortamda "huzur ve güven duygusu" indirir. Ama şunu da unutmamak gerekir ki, Allah'ın yeryüzünde insanları imtihan edeceğine ve iyilerle kötüleri ayıracağına dair vaadi kesindir:
Yoksa siz, içinizden cehd edenleri (çaba harcayanları) ve Allah'tan ve Resûlü'nden ve müminlerden başka sır-dostu edinmeyenleri Allah 'bilip (ortaya) çıkarmadan' bırakılıvereceğinizi mi sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Tevbe Suresi, 16)
İnsanlar, (sadece) "İman ettik" diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir. (Ankebut Suresi, 2-3)

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...