18 Nisan 2011 Pazartesi

2.Bölüm;Pavlus'un kurguladığı din

Pavlus'un kurguladığı din
Hz. İsa'nın ve Nasranilerin en büyük düşmanlarından biri olan Tarsuslu Saul, Şam
yolunda gördüğü halüsinasyonun ardından Mesih'e inandığını açıkladı. İsa (a.s)'ın
yolunu izleyen Nasraniler yıllar sonra bir dini sapma ile karşı karşıya olduklarını
anlayacaklardı. Hıristiyanlığın dejenerasyonu başlamıştı artık…
Günümüzde birçok Kitab-ı Mukaddes araştırmacısına göre Hıristiyanlık inancı
sadece ve sadece Pavlus'la doğmuştu. Yahudileri doğru yola çağırmak için Hz.
İsa, günümüzde yaşanan Hıristiyanlığı insanlara tebliğ etmemişti. Bugün
Hıristiyanlık olarak bildiğimiz dini üreten kaynak, Hz. İsa'nın ya da Nasraniler'in
tebliğinden çok, Pavlus'un zihnidir. Yeni Ahit'in şekillenmesindeki en büyük rol de
yine ona aittir. Tarihte bu denli büyük bir rol oynamış olan Pavlus'un hikayesi de
son derece ilginçtir doğal olarak. Unutmayalım ki, bu hikaye aynı zamanda
Hıristiyanlığın da hikayesidir.
 

Tarsuslu Saul ve Nasraniler
 

Latin dillerinde Paul olarak da anılan Pavlus'un yaşamı iki temel döneme ayrılır.
İlk dönem Pavlus'un Yahudi dönemiydi ve asıl adı da Saul'du. Hz. İsa'ya iman
ettiğini açıkladığında ise zihni ile birlikte adını da değiştirdi ve Pavlus ismini
kullanmaya başladı.
Saul dönemin önemli kentlerinden biri olan Tarsus'ta doğmuş bir Yahudiydi.
Roma İmparatorluğu'nun önemli kültürel merkezlerinden biri olan Tarsus'ta
büyüdüğü için Roma kültürünü iyi tanıdı ve Grekçe öğrendi. Gençliğinin
başlarında ise Kudüs'e giderek dini eğitim görmeye başladı. Roma yönetimi ile
işbirliği yapan Saduki mezhebinin gönüllü bir öğrencisi olarak din adamları
hiyerarşisine hizmet etti.
Saul'un Sadukilerin elinde eğitildiği dönem, aynı zamanda Hz. İsa'nın tebliğinin
Kudüs'e ulaştığı dönemdi. Yeni Ahit'te anlatıldığına göre Saul bu dönemde Hz.
İsa'yı hiç görmemişti, ama bağlı olduğu Saduki tarikatının çoğu üyesi gibi o da
Hz. İsa'ya nefretle bakmıştı. Bu nedenle de Hz. İsa'nın vefatının ardından Nasrani
cemaatine karşı başlatılan baskı politikasına en ön safta katıldı. Saul'un ilk
sahneye çıkışı, Nasraniler'e yapılan baskının en somut ve erken örneklerinden biri
olan İstefan'ın şehit edilmesiyle oldu.
Saul, Nasraniler'e karşı sistemli bir baskı politikası uygulayan Roma-Saduki
rejiminin kullandığı militanlardan biriydi. Öyle ki Nasraniler'in lideri ve Yeni Ahit'e
göre "İsa'nın kardeşi" olan Yakup'u öldürmeye kalkmıştı. Bu olayın hemen
ardından da, üstteki alıntıda ve Elçilerin İşleri'nde anlatıldığına göre, Saul Şam'a
göç etmiş olan Nasraniler'i yakalamak için Saduki Başrahipten özel bir izin aldı ve
yanındaki bir grup silahlı adam ile birlikte Şam'a doğru yola çıktı.
Ancak, anlatıldığına göre, Saul Şam'a giderken yolda metafizik bir mesaj aldı ve
tüm yaşamı bir anda değişti.

Şam yolundaki halüsinasyon
 

Elçilerin İşleri'nde anlatıldığına göre, Saul Kudüs'teki baskı ve işkenceler
nedeniyle kentten ayrılarak Şam'a göç etmiş olan Nasraniler'i yakalamak için bu
kente doğru ilerlerken, bir anda çok garip bir olay yaşadı. İncilde bu esrarengiz
olay şu şekilde aktarılır:
"Yol alıp Şam'a yaklaştığı sırada, birdenbire gökten gelen bir ışık çevresini
aydınlattı. Yere yıkılan Saul, bir sesin kendisine, "Saul, Saul, neden bana
zulmediyorsun?" dediğini işitti.
Saul, "Ey efendim, sen kimsin?" dedi.
"Ben, senin zulmettiğin İsa'yım" diye cevap geldi. "Haydi kalk ve kente gir, ne
yapman gerektiği sana bildirilecek."
Saul'la birlikte yolculuk eden adamların dilleri tutuldu, oldukları yerde
kalakaldılar. Sesi duydularsa da, kimseyi göremediler. Saul yerden kalktı, ama
gözlerini açtığında hiçbir şey göremiyordu. Sonra kendisini elinden tutup Şam'a
götürdüler. Üç gün boyunca gözleri görmeyen Saul hiçbir şey yiyip içmedi."
(Elçilerin İşleri, 9:3-9)
Bu olay, elbette, görgü şahitleri tarafından doğrulanan somut bir mucize değil,
sadece Saul'un gördüğünü iddia ettiği bir rüya, muhtemelen bir halüsinasyondu.
Elçilerin İşleri'nin yazarı olan Luka, sonradan Pavlus adını alan Saul'un hekimiydi
ve ondan duyduklarını yazmıştı. Dolayısıyla "Saul'un İsa'dan aldığı vahiy" olarak
yorumlanan bu olay, elbette, sadece Saul'un hayalgücünün bir ürünü olabilirdi.
Saul'un "imanı", yaşadığı bir halüsinasyonla başladı. Bu halüsinasyonun kaynağı
da Hz. İsa ya da herhangi bir İlahi vahiy değil, kendi bilinçaltıydı. Ancak o,
yaşadığı-ya da belki sadece yaşadığını söylediği-bu olayı kendisi için bir dönüm
noktası olarak kabul etti ve bu tarihten sonra Hz. İsa'nın kararlı bir taraftarı
olarak ortaya çıktı.
Hıristiyanlığın ve hatta diğer dinlerin tarihinde bu tür "mistik"lerin sayısı oldukça
kabarıktır. Tarih içinde pek çok insan "İsa benimle konuştu" ya da "Tanrı bana
göründü" diyerek ortaya çıkmış, bazıları kendilerine inanan insanlar bulmayı ve
yeni dinler kurmayı başarmıştır. Bu tür mistiklerin çağdaş örneklerinden biri, "Hz.
İsa bana gençliğimde göründü" diyerek yeni bir tarikat, daha doğrusu bir din
kuran Koreli Rahip Sun Yung Moon'dur. Hıristiyanlar bugün Moon'u bir sahtekar,
bir şarlatan olarak görüyorlar. Ama ne yazık ki çoğu Moon'un yaptığı işin
Saul'unkine ne kadar çok benzediğinin farkında değiller.
Biz yine Saul'un hikayesine dönelim. Elçilerin İşleri'nde anlatıldığına göre, Saul
yanındaki görevlilerle birlikte Şam'a vardığında, etrafındakilerin şaşkın bakışları
altında kentteki Nasranilerle görüştü ve onlara artık kendileriyle aynı safta yer
aldığını bildirdi. Bu, kenttekiler için ciddi bir sürprizdi. Öyle ki "onu duyanların
hepsi şaşkına döndü. 'Kudüs'te bu adı ananları kırıp geçiren adam bu değil mi?
Buraya da, öylelerini tutuklayıp başkahinlere götürmek amacıyla gelmedi mi?'
diyorlardı".

"Kristoloji" ya da Pavlus'un "Mesih doktrini"
 

Saul Şam'daki Nasraniler'in yanında fazla durmadı. Galatyalılar'a yazdığı
mektupta belirttiğine göre, Şam'dan ayrılarak Arabistan'a gitti, orada bir süre
kaldı ve sonra yeniden Şam'a döndü. Şam'da ve Arabistan'da geçen bu dönem,
yine Galatyalılar'a yazdığı mektupta belirttiğine göre, üç yıl sürdü. Bu üç yılın
sonunda Kudüs'e gitti ve oradaki Nasrani cemaatinin iki önemli ismiyle, Yeni
Ahit'e göre Hz. İsa'nın kardeşi olan Yakup'la ve havari Simon Petrus'la görüştü.
Ancak onların yanında sadece onbeş gün kaldı. Sonra da kuzeye, Suriye
taraflarına giderek dört bir yana Hz. İsa'yı anlatmaya başladı. Ancak onun
anlattığı Hz. İsa, Nasraniler'in bildikleri ve tanıdıkları Hz. İsa'dan oldukça
farklıydı. Bu arada ismini de değiştirmişti. Artık İbranice olan Saul ismini değil,
onun Grekçe karşılığı olan "Pavlus" (Paul) ismini kullanıyordu.
Şam yolunda gördüğü halüsinasyondan sonraki üç yıl boyunca Pavlus'un ne
yaptığı, özellikle de Arabistan'da ne ile uğraştığı, cevabı bilinmeyen önemli bir
sorudur. Ancak anlaşılan bu üç yıl boyunca, belki bilmediğimiz bir takım
öğretilerden etkilenerek, bir süre sonra yaymaya başlayacağı Mesih doktrinini
geliştirdi.
"Kristoloji" olarak da anılan bu Mesih doktrini, Nasraniler'in inancından çok
farklıydı. Hıristiyanlığın temelini oluşturan bu doktrin tümüyle Pavlus'un icadıydı.
Çünkü Pavlus Hz. İsa'yı hiç görmemişti. Hz. İsa'nın öğrencileriyle de hiç
konuşmamıştı. Kudüs'teki Nasrani cemaatini, Yakup'u ya da havarileri
tanımıyordu. Ancak kendisini, gördüğü rüyanın kendisine gerçek Hz. İsa'yı
tanıttığı konusunda ikna etti. Hatta, böyle bir "vahye" mazhar olduğu için
kendisini diğer Nasraniler'den daha üstün sayıyordu.
Nasraniler, Hz. İsa'nın meşru halefleriydiler. Yeni Ahit'e göre Hz. İsa'nın kardeşi
tarafından yönetilen topluluk, Hz. İsa'nın oniki havarisini ve o hayatta iken ona
iman etmiş daha pek çok dindar Yahudiyi içeriyordu.
Ama şimdi Hz. İsa'yı hiç görmemiş, hiç dinlememiş olan bir kişi birden ortaya
çıkıyor, Hz. İsa'nın ruhunun kendisine çölün ortasında göründüğünü söylüyordu.
Nasraniler'in yanına geldiğinde onlarla sadece onbeş gün birlikte oluyordu. Bu
süre zarfında sadece iki kişiyle, Yakup ve Petrus'la görüşmüş olması da
Nasraniler'le çok yakın bir diyaloğa girmediğini gösteriyordu.
En ilginci ise, Nasrani inancından bu denli uzak olan Pavlus'un, kendisini diğer
tüm Nasranilerden üstün görmesiydi. Kendisini "daha anne rahmindeyken Tanrı
tarafından seçilmiş" bir görevli sayıyor, Hz. İsa'dan doğrudan vahiy aldığına
inanıyordu. Kudüs'teki Nasrani cemaatiyle görüşmek için üç yıl beklemesi ise,
onlara ihtiyacı olmadığını düşündüğünü gösteriyordu. Anlaşılan Hz. İsa'yı ve onun
getirdiği mesajı anlamak için kimseye ihtiyacı olmadığını, çünkü bu mesajı
herkesten daha iyi kavradığına inandırmıştı kendini.

Pavlus'un ürettiği Hz. İsa ve Hıristiyanlık
 

Bu ise son derece tehlikeli bir durumdu. Çünkü Pavlus'un kendi zihninde ürettiği
Hz. İsa imajı, Nasraniler'in bildikleri gerçek Hz. İsa'ya uymayabilirdi. Belki kendi
zihninde gerçeklere tamamen aykırı, tümüyle hayali bir Hz. İsa canlandırmış
olabilirdi. Hz. İsa'nın kendisine özel "vahiy"ler ulaştırdığına inandığı ve kendisini
"daha anne rahmindeyken Tanrı tarafından seçilmiş" saymasına yol açan
narsizmini koruduğu sürece, bu düşüncesinden kolay kolay vazgeçmezdi de.
Olayların gelişimi, Saul'un tam da bu tür bir psikolojiye kapılmış olduğunu
gösterdi. Kudüs'teki Nasrani liderliği de bu durumu fark etmekte gecikmedi.
Zaten Saul onların yanına geldiğinde de, Saul'un Galatyalılar'a yazdığı mektupta
da belirttiği gibi, eskiden büyük bir düşmanları olan bu adamın böyle garip
biçimde "dönmesinden" kuşkulanmışlar ve Saul'a pek güvenmemişlerdi.
Yine de Nasrani topluluğunun liderleri Saul'un ısrarlı tutumu karşısında ona karşı
hoşgörü ve iyiniyetle yaklaştılar. Ancak Saul'un gittiği yerlerde neler anlattığını
duyduklarında, dini bir sapma ile karşı karşıya olduklarını fark edeceklerdi

::asiye utku::

Hiç yorum yok:

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...