Afrikadan Bir Çığlık
"Ülkemin insanları okumak için Hristiyan oluyor!"
Sierre Leone, misyonerlerin kuşattığı Batı Afrika'nın küçük ve fakir bir ülkesi... Sömürgeden kurtulup bağımsızlığını kazanmış olmasına rağmen İngiliz ve Amerikalı misyonerlerin yoğun tesiri devam etmekte ülkede... Öyle ki, Hristiyanlığı seçmeyen gençleri okullarında okutmuyorlar, açtıkları su kuyularına bayraklarını dikiyorlar, dağıttıkları gıda paketlerinin içerisine muhakkak sûrette İncil koyuyorlar... ( Şebnem Dergisi: Sayı: 76, 2011)
"Ülkemin insanları okumak için Hristiyan oluyor!"
Sierre Leone, misyonerlerin kuşattığı Batı Afrika'nın küçük ve fakir bir ülkesi... Sömürgeden kurtulup bağımsızlığını kazanmış olmasına rağmen İngiliz ve Amerikalı misyonerlerin yoğun tesiri devam etmekte ülkede... Öyle ki, Hristiyanlığı seçmeyen gençleri okullarında okutmuyorlar, açtıkları su kuyularına bayraklarını dikiyorlar, dağıttıkları gıda paketlerinin içerisine muhakkak sûrette İncil koyuyorlar... ( Şebnem Dergisi: Sayı: 76, 2011)
BATI
MİSYONERLİK İLE NEYİ AMAÇLIYOR?
Hıristiyan misyonerler emperyalizmin öncü kuvvetleridirler. Batı ülkeleri dini, yönetimin tamamen dışında bıraktıkları halde İslam dünyasındaki misyonerlik çalışmalarına büyük maddi katkıda bulunmaktadırlar. Misyonerliğin öncelikli amacı insanlara hıristiyanlık dinini tebliğ etmek değil gelişmemiş üçüncü dünya ülkelerinin halklarının Batı ülkelerinin dünya üzerinde kurmuş oldukları sömürgeci yapıya tamamen teslim olmalarını ve başkaldırmamalarını sağlamaktır.
Hıristiyan misyonerler emperyalizmin öncü kuvvetleridirler. Batı ülkeleri dini, yönetimin tamamen dışında bıraktıkları halde İslam dünyasındaki misyonerlik çalışmalarına büyük maddi katkıda bulunmaktadırlar. Misyonerliğin öncelikli amacı insanlara hıristiyanlık dinini tebliğ etmek değil gelişmemiş üçüncü dünya ülkelerinin halklarının Batı ülkelerinin dünya üzerinde kurmuş oldukları sömürgeci yapıya tamamen teslim olmalarını ve başkaldırmamalarını sağlamaktır.
Bu
arada misyonerler, söz konusu sömürgeci yapıyı tehdit eden tehlikeleri de
ortadan kaldırmayı amaçlamaktadırlar. İslam dünyasındaki hıristiyan
misyonerlerin sadece din propagandası yapmakla kalmayarak bozgunculuk
yapmaları da bu yüzdendir. (1)
Günümüzde Müslümanların karşı karşıya olduğu meselelerin pek çoğuna onlar
sebep oldular ve halen de sebep olmaya devam ediyorlar. Misyonerler
geçmişte, Müslümanları hıristiyan yapmakta başarılı olamayacaklarını
anlayınca "İslam Birliği"ni ve Müslümanların İslamca yaşantılarını bozmak
için değişik bir yol tuttular. Dolayısıyla Müslümanlar arasında
kavmiyetçilik, liberalizm vs. gibi fikirleri yaymaya başladılar. Bugün
Müslümanlar arasında yaygın olan gayrı İslâmi düşüncelerin çoğu onların
ürünüdür.
Bugünkü hıristiyanlığın asıl vatanı durumunda olan Avrupa ve Amerika'da din
büyük oranda arka plana atıldığı, hıristiyanlığın kuralları tümüyle
unutulduğu halde, misyonerler çalışmalarını İslam ülkelerinde ve geri kalmış
durumdaki Afrika ve Asya ülkeleri üzerinde yoğunlaştırmaktadırlar. Böyle
yapmaları emperyalizmin çıkarlarına hizmeti amaç edindikleri yolundaki
iddiamızı doğruluyor. Emperyalizmin desteği ile çok büyük bir maddi güce
sahip olan kilisenin sömürge durumundaki ülkelerde yürüttüğü çalışmaları
aksatmamak için kendi vatanını ihmal etmesi boşuna değildir.
Sahip oldukları dokunulmaz ve özerk statüyü çok iyi değerlendiren kilise
otoriteleri kendi vatandaşlarına "din" konusunda pek söz geçirememekle
beraber, üçüncü dünyada faaliyet göstermek üzere büyük bir sermaye desteğine
sahiptirler. Özellikle Afrika ve Uzakdoğu gibi istismar edilmeye çok uygun
yerlerde misyonerler, sınırsız ekonomik imkânların yanında batı ülkelerinin
ve mevcut kukla rejimlerin askeri ve siyasi desteğiyle çalışmaktadırlar.
Bugün dünyada hıristiyan bir azınlık tarafından yönetilen Müslüman ülkelerin
sayısı az değildir. (2)
Misyonerliğin Geçmişi
İslam âleminde hıristiyanlaştırma faaliyetlerinin kökleri haçlı savaşlarına
kadar uzanır. Hıristiyan Avrupa'nın İslam âleminde teşkilatlı bir şekilde
misyonerlik çalışmalarını başlatması ise 13. asrın başlarında olmuştur.
Hıristiyan misyonerler İslam âlemindeki hıristiyanlaştırma faaliyetlerini
organize etmek amacıyla tarih boyunca çeşitli dernekler ve teşkilatlar
kurmuşlardır. On dokuzuncu asrın girmesiyle misyonerlik faaliyetleri daha da
gelişmeye ve güçlenmeye başladı. Özellikle Batı'nın gerçekleştirdiği
teknolojik gelişmeleri çeşitli İslam topraklarına sokmak suretiyle nüfuzunu
genişletmesi İslam âlemine misyonerlik faaliyetlerinin sızmasını da
kolaylaştırdı. Misyonerlerin Müslümanlar arasında yayılmasını Avrupa
ülkelerinin İslam topraklarına askerler göndermesi takip etti. Bu noktada
sömürgeci güçlerle misyonerlerin gayeleri birleşiyordu. (3)
Afrika'da Sömürgecilik ve Misyonerlik El Ele
Emperyalizmin Afrika senaryosu ve bunda misyonerlerin rolü,
emperyalizm-misyonerlik ilişkisini ortaya koyma bakımından üzerinde
durulmaya değer.
Afrika'nın keşfinden sonra bu kıtaya ilk yayılanlar misyonerler oldu.
Misyonerlerin amacı sadece insanları hıristiyanlaştırmak değil aynı zamanda
onları sömürge hâkimiyetine hazır hale getirmekti. Böylece Avrupa'nın Afrika
üzerindeki hâkimiyeti daha da kuvvet kazanacaktı.
Nitekim misyonerler bütün güç ve imkânlarıyla çalıştılar. Avrupalılar da
hâkimiyetlerini kurdular ve bunun sonucunda bir yandan Afrika'nın tabii
zenginlikleri Avrupa'ya aktarılırken, diğer yandan ekonomik gelişmeler
dolayısıyla işçi talebinin karşılanması için insanlar köleleştirildiler.
Avrupalının yüzyıllar süren sömürge düzeninin neticesi, bu kıtanın verimsiz,
kurak ve çöl haline getirilmesi dolayısıyla insanlarının fakirleşmesi oldu.
Afrika kıtasının tabii zenginliklerinin Avrupa'ya taşınması sonucunda bu
kıtanın çölleşmesini de Avrupalılar kendi çıkarları açısından kullanmayı
bildiler. Batılılar, hıristiyanlaştırma faaliyetleri çerçevesinde geçmişte
gerçekleştiremediklerini bugün yoksulluğu fırsat bilerek gerçekleştirmek
istiyorlar. Bugün Batı'nın göndermiş olduğu hıristiyan misyonerler Afrika
insanının yoksulluğunu ve açlığını onu hıristiyanlaştırmak için
değerlendirmektedirler.
World Christian Encyclopaedia (Hıristiyan Dünyası Ansiklopedisi)'nın yayın
müdürü istatistikçi Dawid Warren'e göre 1970'lerde hıristiyanlaştırma
faaliyetlerine 70 milyar dolar ayrılmışken bu miktar gittikçe artırılarak
1980'lerde 100.3 milyar dolara çıkarıldı. Dawid Warren, tüm dünyada
yapılacak hıristiyanlaştırma faaliyetleri için 1985 yılında da 127 milyar
dolar ayrıldığını bildirdi. (Buna misyonerlik faaliyetleriyle bağlantılı
gıda, sağlık ve diğer zorunlu ihtiyaç yardımlarının da dahil olduğunu
sanıyoruz.) Yukarıda da işaret ettiğimiz üzere misyonerler, faaliyetlerini
kuraklık ve açlık musibetine uğrayan ve kendi hallerine terk edilen
Afrikalıların yaşadıkları bölgelerde yoğunlaştırmaktadırlar. Yardımseverler
kisvesi altında faaliyet yürüten misyonerler her gün yüzlerce Etyopyalı,
Sudanlı, Çadlı, Malili ve Mozambikli insanın inancını çalmaktadırlar. Anne
ve babalarını kaybeden Müslüman çocuklar, papazlar tarafından idare edilen
hıristiyan yetimhanelerine götürülmekte ve içlerinden zeki olanlara kilise
bursları temin edilerek Batı ülkelerine tahsil yapmaya gönderilmektedirler.
Bunlar Batı ülkelerinin Afrika ülkelerindeki çıkarlarını korumaya elverişli
hale getirilmek üzere özel bir eğitime tabi tutulmaktadırlar. Söz sırası
gelmişken bugün İslam ülkelerindeki yönetim meselesinin ve bu ülkelerde
yönetim ile halk arasındaki kopukluğunun da geçmişte uygulanan benzer
politikadan kaynaklandığına dikkat çekmemiz uygun olur.
Misyonerliğin Afrika'ya Getirdikleri: Sömürgeleştirme, Yoksullaştırma,
Hıristiyanlaştırma ve Bozgunculuk Bugün Afrikalı Müslüman, iki büyük tehlike
ile karşı karşıyadır. Biri açlık ve sefalet dolayısıyla hayatını kaybetme
tehlikesi, diğeri ise fırsatı ganimet bilip insanların içinde bulundukları
imkânsızlıkları istismar eden hıristiyan misyonerlerin tuzağına düşerek
imanını kaybetme tehlikesi. Bunların ikincisi birinciden çok daha
tehlikelidir. Çünkü birincisi geçici hayatı kaybetme tehlikesi, ikincisi ise
ebedi hayatı kaybetme tehlikesidir. Ama ikincisi birinciyle irtibatlı. Çünkü
Afrikalı Müslüman açlık ve sefalet yüzünden misyonerlerin kucağına itiliyor.
Şimdi size hıristiyan misyonerlerin Afrika'daki çalışmalarından bazı
örnekler sunalım:
Afrika'daki Müslüman halklar içerisinde açlık sıkıntısından en çok etkilenen
toplumlardan biri Mozambik Müslümanlarıdır. Birleşmiş Milletler'in
yayınladığı bir rapora göre Güneydoğu Afrika ülkelerinden Mozambik'te doğan
her bin çocuktan 350'si yetersiz beslenme sebebiyle hayatını kaybediyor.
Mozambik Müslümanları 500 yıl Portekiz emperyalizmine karşı savaş verdiler.
Portekizliler bu beş asır içinde Müslümanların bütün mal varlıklarını gasp
edip onları fakir, çaresiz bıraktılar. Bu beş asır sonunda kazanılan zafer
de çeşitli siyasi oyunlarla yine Müslümanların elinden alındı. 1977 yılında
bağımsızlığını ilan eden Mozambik'te yönetimi ele geçiren Milli Cephe,
sosyalist sistem getirdi. Bu sosyalist rejimin gölgesinde misyonerler gayet
rahat bir çalışma ortamı bulabildiler. Geçmişte Müslümanlardan zorla
aldıklarının çok az bir kısmını geri veren misyonerler, verdikleriyle
beraber batıl inançlarını da kabul ettirmeye çalıştılar.
Hıristiyan kilisesi Mozambik'te yürütülen hıristiyanlaştırma çalışmalarıyla
ilgili olarak verdiği raporunda bu ülkede hıristiyanların sayısının hızla
arttığını duyurdu. Bu ülkede açlığın hüküm sürdüğü yerlerle kurak bölgelerde
gıda maddelerinin dağıtılması hususunda misyoner teşkilatları ile hükümetin
sıkı bir işbirliği içinde oldukları bildirildi. Mozambik'teki
hıristiyanlaştırma çalışmaları genellikle Müslümanlara yönelik. Yukarıda
sözü edilen kilise raporuna göre Mozambik'teki "Yav" kabilelerinin % 80'i, "Makondi"
kabilelerinin de % 43'ü Müslüman.
Bugün hâlâ açlığın cenderesinden kurtulamamış olan Somali'de misyonerlik
çalışmalarının iki asırlık bir geçmişi var. Misyonerler bu ülkede iki
asırlık hummalı çalışmaları sonunda tek bir Müslümanı bile hıristiyan
yapmayı başaramadılar ama sömürgeci güçlerin bu ülkenin yönetimini kendi
çıkarlarına hizmet edecek kişilerin eline teslim etmeleri için şartları
hazırlamayı başardılar. Somali'nin 1991 ayaklanmaları ile iktidardan
uzaklaştırılan eski diktatörü Siyad Berri, ülkedeki İslâmi uyanışın önüne
geçmek amacıyla hıristiyan misyonerlerden yararlanıyordu. İslâmi hareket
mensuplarına göz açtırmayan Siyad Berri, misyonerlere Müslüman halk içinde
faaliyet yürütmeleri için her türlü imkânı sağlıyordu. Sömürgeci güçlerin
çıkarlarını koruması üzere Somali devlet başkanlığına getirilen Siyad Berri
misyonerlerin önüne bütün kapıları açmış ve misyoner okulları açmalarına
fırsat tanımıştı. Hatta Berri ihtiyaçlı durumdaki Müslüman ailelerin
çocuklarının binlercesini hıristiyan misyonerlere satmaya bile kalkıştı. (4)
Somali Müslümanlarının 1988 sonlarına doğru Kuveyt İslam Fıkhı Enstitüsü'nün
5. dönem toplantısına gönderdikleri mektupta şöyle deniyordu: "...Yönetim
hıristiyanlaştırma çalışmaları için her türlü imkânı hazırladı. Müslümanlar
tarafındaki bütün engelleri kaldırdı. Müslümanların İslâmi hislerini
öldürdü. İslâmi tebliğ çalışmalarını yasakladı, ağızları kapattırdı ve
misyonerlerin seslerinden başka her sesi susturdu. Artık misyonerlerin
ülkemizde enine boyuna dolaşmaları ve istediklerini yapmaları için bir engel
söz konusu değil. Ağızların kapatılmasından, İslam'ın sesinin kısılmasından,
Müslüman davetçilerin kovulmalarından veya hapse atılmalarından sonra meydan
onlara kaldığı için misyonerler artık Müslümanların çocuklarını arabalara
yükleyerek adeta mal gönderir gibi Avrupa veya Amerika kiliselerine
gönderebiliyorlar. Somali tarihinde ilk kez bazı gençlerin boyunlarına haç
astırıp sokaklarda dolaştığı görüldü. Kuzey bölgedeki bazı şehirlerin
yıkılmasına ve ahalilerinin sürgün edilmesine yol açan son olaylardan sonra
bazı aileler çoluklarıyla çocuklarıyla Avrupa'ya veya Amerika'ya göç
ettiler. Gittikleri yerlerde onları kilisenin adamları karşılayıp
çocuklarını alıyorlar". (5) Somali'de 1991 yılında çıkan ve Siyad Berri
diktatörlüğüne son vermeyi amaçlayan iç savaşın, halkı daha çok fakirliğe ve
açlığa itmesi de misyonerlerin işine yaradı. Hatta misyoner teşkilatları bu
kez Birleşmiş Milletler teşkilatı ile de işbirliği yaparak
hıristiyanlaştırma çalışmalarını daha da hızlandırdılar.
Fakir Afrika ülkelerinden Malavi'de elli - altmış yıl öncesine kadar nüfusun
% 66'sını Müslümanlar oluştururken bu oran zaman içinde % 17'ye kadar düştü.
Bu kadar kısa süre içinde böyle büyük bir düşüş gerçekleşmesinin sebebi
eğitimin hıristiyanların denetimi altında olmasıdır. Misyonerler eğitimi
denetimlerine almaları sayesinde okuyan kesimi ele geçirdiler. Bunun üzerine
İslam okumamış kesimin dini haline geldi. Misyonerler bunu da İslam aleyhine
bir propaganda malzemesi olarak kullandılar ve İslam'ın ancak cahil kesim
tarafından kabul edilebilecek bir din olduğuna ülke halkının bir bölümünü
inandırabildiler. (6) Fakat özellikle 1980'li yıllarda bu ülkede yeniden bir
İslâmi uyanış ortaya çıktı. Bu uyanış sayesinde, geçmişte hıristiyan
misyonerlerin İslam hakkındaki asılsız iddialarından etkilenen ve özellikle
inançları yiyecek maddesi karşılığında çalınmış olan Malavililer yeniden
İslam'ı tanımaya ve Müslüman olmaya başladılar. Bu durum karşısında Papa II.
Jean Paul'ün emriyle Malavi'de görev yapan misyonerler yeniden bir atağa
geçtiler. Ama bu kez misyonerler pek başarı elde edemediler ve Müslümanların
çalışmaları daha etkili oldu. Hıristiyan kilisesi Malavi'de yenik düştüğünü
ve geçmişte kullandığı hilelerin artık iş görmediğini anlayınca bu ülkede
her türlü dini propagandanın yasak edilmesini istedi. Katoliklerin dini
lideri II. Jean Paul de 1989 baharında çeşitli Afrika ülkelerini içeren
ziyareti esnasında Malavi'ye de uğradı. Ziyaret ettiği diğer Afrika
ülkelerindeki misyonerlik çalışmalarına devletin destek vermesini isteyen II.
Jean Paul, Malavi'de bütün dini propagandaların yasak edilmesi çağrısını
tekrarladı. Bu durum sömürgecilerin çıkarlarını garantiye almak için dini
bir altyapı oluşturmak üzere görevlendirilen hıristiyan misyonerlerin eşit
şartlarda mücadeleye ve er meydanında güreşe yanaşamadıklarını ortaya
koyuyordu.
Mali'nin Kav şehrinde misyonerlik faaliyetleri 1927'de başladı. O tarihten
1980'lere kadar hıristiyanlaştırılabilen Müslüman sayısı sadece ikiydi. Ama
bu zaman zarfında misyonerlerin "fakirleştirme" ve "cahilleştirme"
politikaları başarılı oldu. Dolayısıyla 1980'lerden sonra
hıristiyanlaştırılabilen Müslüman sayısı hayli arttı.
Mali'de faaliyet yürüten hıristiyan misyonerlerin genç kızları çeşitli
yollarla evlerinden alarak misyoner merkezlerine teslim ettikleri tespit
edildi. Konuyla ilgili açıklamalarda hıristiyan misyonerlerin Müslüman
kızları kandırabilmek için onlara süs eşyası, güzel ve lezzetli yiyecekler,
kıymetli giyecekler temin ettikleri bildirildi. Misyonerler bu yollarla
ağlarına düşürebildikleri Müslüman genç kızları ailelerinden habersiz olarak
misyoner merkezlerine götürüyor ve orada hıristiyanlık propagandasına tabi
tutuyorlardı. Mali'de misyonerlik çalışmalarını yürüten örgütlerin
genellikle kadın örgütleri olması da ilgi çekiciydi. Bunun en önemli sebebi
orada daha çok genç kızların hedef alınması ve pusuların, ağların onlara
göre düzenlenmiş olmasıydı. Dikkat çeken bir başka husus ise Mali'de
faaliyet yürüten misyoner kadınların çoğunlukla Fransız asıllı olmalarıdır.
Bunda Fransa'nın Mali'deki sömürgeci çıkarlarının korunmasının etkisi vardı.
Fransa yönetimi hıristiyanlaştırma yoluyla Mali'deki emperyalist çıkarlarını
korumak amacıyla kilise teşkilatlarına ve misyonerlere büyük yardımlar
yapıyor. (7)
Afrika'daki hıristiyan misyonerler zaman zaman siyasi karışıklıklara ve
fitnelere de sebep olmaktadırlar. Mesela Afrika'nın küçük ülkelerinden olan
Liberya'da Ağustos 1990'da çıkarılan ayaklanmanın asıl amacı bu ülkedeki
İslâmi ilerleyişin önüne geçmekti. 3 milyon nüfusa sahip Liberya'da halkın
yaklaşık % 45'ini oluşturan Müslümanlar, ne devlet başkanı Samuel Doe'nin ne
de ayaklananların tarafını tutuyorlardı. Buna rağmen çok sayıda Müslüman
atılan mermilere hedef seçildi. Liberya'daki Müslüman davetçilerin ileri
gelenlerinden olan Seyko Hüseyin Sako'nun haftalık el-Muslimun gazetesine
verdiği demece göre çoğunluğu putperest kavimlere mensup olan isyancılar
Liberya'daki hıristiyan misyoner teşkilatlarından ve kilise temsilcilerinden
önemli oranda yardım alıyorlardı. Liberya'daki ayaklanmanın başlama hikâyesi
de oldukça ilginçti. Önce kilise güdümündeki Observer gazetesinin başkan
Samuel Doe'yi Müslümanlara arka çıkmakla, camilerin ve İslâmi okulların
yapımına yardımcı olmakla suçlamasıyla işe başlandı. Bunun arkasından
karşılıklı suçlamalar ve ithamlar birbirini takip etti. Sonunda yine büyük
ölçüde kilise mensuplarının ve misyonerlerin tahrikleri neticesinde
ayaklanma başlatıldı. İsyancılar gerçekte Samuel Doe iktidarına son vermeyi
amaçladıkları halde birçok yerde silahlarını Müslümanlara çevirdiler. Bazı
Müslüman köylerinde toplu katliam gerçekleştirdiler. Liberya olayları ile
ilgili olarak özellikle üzerinde düşünülmesi gereken de isyancıların bir
Müslüman köyüne girdiklerinde ilk önce köyün imamını sormaları ve ilk iş
olarak onu bulup öldürmeleriydi.
1989 Mayıs'ının ortalarında Batı Afrika ülkelerinden Senegal'in başkenti
Dakar'da Senegallilerin Moritanyalılara saldırmaları üzerine başlayan
çatışmalarda birçok insan öldürüldü. Bu olaylarda özellikle Fransa hesabına
çalışan misyonerlerin parmağı olduğu sonradan ortaya çıkarıldı. Moritanya
kültür bakanı Ahmed el-Emin Veled bu konu ile ilgili olarak yaptığı
açıklamada misyonerlerin Afrika'da güven ve istikrarı bozmak, çeşitli
sürtüşmelere sebep olabilmek için bilhassa hıristiyan yaptıkları kimseleri
kullandıklarını ve bu arada ayrılıkçı gruplar ile de işbirliği içine
girdiklerini söyledi. Ahmed el-Emin Veled, Senegal ile Moritanya arasında
ortaya çıkan sürtüşmede katolik kilisesi hesabına çalışan misyonerlerin
büyük rollerinin olduğuna işaret etti. Bakan Veled, katolik kilisesi
hesabına çalışan misyonerlerin Senegallilerin kavmiyetçi düşüncelerini
harekete geçirmek suretiyle, kendilerini bu ülkede yaşayan Moritanyalı
azınlığa karşı kışkırttıklarını ve Senegal yönetimini de Moritanya ile
savaşa girmek üzere teşvik ettiklerini ifade etti. Senegal olaylarının
başlamasında Fransa hesabına çalışan ajanların ve yayın organlarının da
etkinliği olmuştu. Senegal olaylarını kışkırtanların ve tertipleyenlerin
başında Senegal'in eski başkanı Sengur zamanında İçişleri bakanlığı yapmış
olan Jean Goulan bulunuyordu. Fransa finansmanlı basın organları da
Moritanyalılarla Lübnanlıların geçmişte köle ticareti yaparak zengin
olduklarını ileri sürüyor ve bundan dolayı Senegallileri Moritanyalılara
karşı kışkırtıyorlardı. İşin gerçeğinde ise Senegal'deki köle ticaretini
Fransızlar ellerinde tutmuşlar ve bu ülkeden zorla topladıkları binlerce
Müslümanı Avrupa ülkelerinde köle olarak satmışlardı. Fransa güdümlü
Demokratik Parti gazetesi de Senegalli siyahları Moritanyalı beyazlara karşı
toplu kıyama davet etti. Bütün bu olaylar Fransız emperyalizmi ile misyoner
teşkilatlarının işbirliğine delil teşkil ediyordu.
Uganda'da 19. yüzyılın sonlarına doğru başlayan Müslüman katliamının
arkasında hıristiyan misyonerler vardı. Hıristiyan misyonerler bu ülkedeki
Müslüman hâkimiyetine son verebilmek için adam satın alma yoluyla bazı yerli
Ugandalıları kendi taraflarına çekebildiler. Ardından kendi adamlarına
modern silahlar temin ederek Müslümanlara karşı dini savaşlar başlattılar.
Bu savaşlarda on binlerce Müslüman topluca öldürüldü.
Sudan'ın güneyindeki ayrılıkçı gruplara hıristiyan misyonerler tarafından
tabut içinde silah gönderildiği Sudan polisi tarafından tespit edilmişti. Bu
olayın ortaya çıkarıldığı dönemdeki Sudan Kültür bakanı Ali Şumuvv, bir
açıklamasında Sudan'ın çeşitli iç problemlerinin arkasında hıristiyan
misyonerlerin bulunduğuna işaret etti. Ali Şumuvv, misyonerlerin Sudan'ın
güneyini kuzeyinden ayırarak bu bölgede kendi amaçlarına hizmet edecek ufak
bir devlet ortaya çıkarmak için bütün imkânlarını seferber ettiklerini
belirtti. Ali Şumuvv konuyla ilgili açıklamasında Afrika'daki Müslümanların
en büyük baş belalarının hıristiyan misyonerler olduğuna dikkat çekti. (8)
Orta Afrika ülkelerinden olan Kenya'da misyonerlik çalışmaları bugün hâlâ
oldukça yoğun durumdadır. 1990 yılında bu ülkede sadece İngiltere'den 320
misyoner görev yapıyordu. Batı ülkeleriyle iyi ilişkiler içinde olan Kenya
hükümeti de misyonerlik çalışmalarına her türlü imkânı sağlamaktadır. Bu
ülkede misyonerlik çalışmalarının oldukça yoğun olması sebebiyle bazı
çevreler Kenya'yı Afrika'nın Vatikan'ı olarak adlandırmaktadırlar. Ne var
ki, gittikleri yerlerde merhamet tacirliği yapan misyonerlerin Kenya'da
silah ticareti ile de uğraştıkları belirlendi. Ancak misyonerlerin bu
işgüzarlığı, hıristiyanlık propagandalarına her türlü imkânı tanıyan Kenya
hükümetini kızdırdı. Kenya hükümeti 1989 sonlarına doğru, ülkeye silah
soktukları ve iç güvenliği tehdit ettikleri gerekçesiyle Kenya Hıristiyan
Kiliseler Birliği (ACCK) üyesi bazı misyonerleri sınır dışı etti. Kenya
hükümeti olayla ilgili açıklamasında hıristiyanlık propagandasında
kullanılacak malzeme diye göstererek ülkeye silah ve savaşta kullanılacak
haritalar soktuklarının tespit edildiğini bildirdi. Konuyla ilgili olarak
verilen haberlerde kilise papazlarından Richard Hamilton adında bir kişinin
Kenya'dan kovulduktan sonra mühendis kılığına girerek kilisenin mülkünü alıp
Hıristiyanlığa hizmet eden başka kurumlara çevirmek amacıyla yeniden bu
ülkeye girmeye kalkıştığına işaret edildi. (9)
1977'de siyasi bağımsızlığına kavuşan Cibuti de geniş çaplı bir misyoner
saldırısına maruz kaldı. Somali'nin kuzeyinde Aden Körfezi kıyısında bulunan
Cibuti'nin bir milyon civarındaki nüfusunun yüzde yüze yakını Müslümandır.
Cibuti aynı zamanda Somali zulmünden kaçan Ogadenli Müslümanların da mülteci
olarak yaşadıkları bir ülke. Ogadenli mülteciler misyonerlerin iştahlarını
kabarttı ve Cibuti'ye yönelik misyoner saldırısı da, Ogadenli Müslümanların
yurtlarını terk ederek bu ülkeye iltica etmesiyle birlikte hız kazandı.
Cibuti küçük bir ülke olmasına rağmen emperyalizm için özel bir önem arz
etmektedir. Çünkü Aden Körfezi'ni Kızıl Deniz'e bağlayan Babu'l-Mendeb
boğazı Cibuti'nin kontrolündedir. Güneyden Somali ile kuzeyden ve batıdan da
Etyopya ile sınırdır. Bu itibarla önemli bir coğrafi konuma sahiptir.
Dolayısıyla emperyalizmin öncüleri durumundaki misyonerler Cibuti'ye özel
ihtimam gösteriyorlar. Amaç sadece insanları hıristiyan yapmak değil
buradaki emperyalist çıkarları garantiye almak.
Misyonerler Afrikalı Müslümanları dinlerinden uzaklaştırabilmek için onların
aralarında kavmiyetçiliği yayma yolunda da büyük gayretler sarf ettiler.
Misyonerler uzun yıllar Afrikalıları, İslam'ın bir "Arap dini" olduğuna
inandırmaya çalışarak, onların daha çok kavmiyetçi düşünceleri
benimsemelerini sağlamak istediler. Onların bu yöndeki çalışmalarının
Afrikalılar arasında önemli etkileri olmuştur. Ancak, Afrika kıtasında
İslâmi uyanışın yeniden kendini gösterdiği son yıllarda misyonerlerin
kavmiyetçi fikirleri yayma çabaları eski etkisini kaybetmeye başladı.
Siyonist - Misyoner İşbirliği
Afrika'daki hıristiyan misyonerler İslam'a ve Müslümanlara karşı
çalışmalarında siyonist İsrail rejimi ile de işbirliği yapıyorlar. Özellikle
son yıllarda Afrika ülkelerinde de İslâmi uyanışın etkili olması üzerine
hıristiyan misyonerler siyonist rejimle daha çok işbirliğine girme ihtiyacı
duydular. Liberya'da binlerce Müslümanın öldürülmesine yol açan iç savaşın
arkasında hıristiyan misyonerlerle birlikte siyonistler de vardı. Güney
Sudan'daki ayrılıkçı gruplara da hıristiyan misyonerlerle birlikte siyonist
rejim de destek vermektedir. Misyonerler Güney Sudan'daki ayrılıkçılara
tabut içinde silah temin ederlerken siyonist İsrail yönetimi de ayrılıkçı
militanları özel askeri eğitime tabi tutmaktadır.
Misyonerlerin Asya'daki Çalışmaları da
Afrika'dakinin Benzeri
Hıristiyan misyonerler, Afrika'daki gibi Asya ülkelerinde de insanların
fakirliklerini hıristiyanlaştırma faaliyetlerinde değerlendirmektedirler.
Halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan ve dünya ülkeleri arasında fakirlik
sıralamasında ikinci sırayı alan Bangladeş'te hıristiyan misyonerler gayet
yoğun bir faaliyet yürütmektedirler. Fakirlik, bilgisizlik, işsizlik ve
sağlık hizmetlerinin yetersizliği hıristiyan misyonerlerin başarılı olmak
için aradıkları şartlar. Bu şartların tümü Bangladeş'te mevcut. Dolayısıyla
kilise teşkilatları bu ülkeye oldukça fazla önem veriyorlar. Misyonerler
fakir ve dinleri hakkında yeterince bilgi sahibi olmayan Müslümanları
tuzaklarına düşürmek için sosyal yardım merkezleri, okullar vs. açıyorlar.
Kurdukları sosyal yardım merkezlerinden yardım almak isteyen Müslümanlara
hıristiyan olmalarını şart koşuyorlar. Okullarına öğrenci alırken ise
hıristiyan olma şartı aramıyorlar. Ancak misyoner teşkilatlarına bağlı
okullara giren çocuklar sürekli hıristiyanlık propagandasına tabi
tutuluyorlar. Aynı şekilde misyonerlerin sağlık hizmetlerinden yararlanmak
isteyen Müslümanlar da hıristiyanlık propagandalarına maruz kalıyorlar.
Devletin resmi sağlık kuruluşları yetersiz kaldığından ve düzensiz beslenme,
sağlık kontrolünün ve koruyucu hekimliğin olmaması gibi sebeplerden dolayı
hastalık oranı yüksek olduğu için misyonerlerin sağlık kuruluşlarına ihtiyaç
duyanların sayısı çok oluyor. 200 yıldan buyana yoğun misyonerlik
faaliyetlerine maruz olan Bangladeş'te son yıllara kadar 1 milyon Müslümanın
hıristiyanlaştırıldığı çeşitli kaynaklarda ifade edilmektedir. Bangladeş
hıristiyanları kendilerine özel (bağımsız) bir kilise teşkilatı kurdular.
(10) İslam ülkelerinin nüfusça en kalabalık olanı Endonezya'da da yoğun
misyonerlik faaliyetleri yürütülmektedir. Batı, Endonezya'yı önce doğrudan
işgal etti. Sonra kendi hesabına iş yapacak adamlarını yönetime geçirip
işgal kuvvetlerini geri çekti. Daha sonra bu ülkede, İslâmi uyanışın
başlaması ve emperyalizmin çıkarlarını tehdit etmesi üzerine öncü kuvvetleri
durumundaki misyonerleri gönderdi. Endonezya'daki misyoner teşkilatları
Birleşmiş Milletler teşkilatından da yardım almaktadırlar.
Diktatör Sukarno ve Suharto döneminde misyonerler totaliter rejimle
işbirliği yaparak Müslümanlara baskı yapılması suretiyle onların dinlerini
güvenilir kaynaklardan doğru bir şekilde öğrenmelerine engel oluyor, onları
dinleri hakkında cahil bırakmak ve hıristiyanlık propagandalarından
rahatlıkla etkilenebilecek, şuursuz ve bilgisiz insanlar topluluğu haline
getirmek için çalışıyorlardı.
Bu
ülkedeki misyonerlik faaliyetlerinin en önemli yanını ise diğer ülkelerde
olduğu gibi insanların yoksulluklarından istifade oluşturmaktadır. Bu
faaliyetlerinde başvurdukları metotlardan bazılarını şu şekilde
sıralayabiliriz:
a.Hıristiyan olmak yahut hıristiyanlığı kabul etmek veya çocuklarını
hıristiyan okullarına göndermek şartıyla, fakir Müslümanlara mali yardım
yapılması.
b.Çeşitli vesilelerle rejim tarafından tutuklanan Müslümanların ailelerine
yardım sağlayarak onları hıristiyanlığa ısındırmak.
c.Okullar açarak bu okullarda fakir ailelerin çocuklarına eğitim imkânı
sağlamak.
d.Çeşitli sosyal hizmetlerle insanları kendilerine bağlamak ve
hıristiyanlığa ısındırmak.
Bütün bu faaliyetleri için gerekli yardımları Batılı emperyalist ülkelerden
ve onların kurduğu uluslararası teşkilatlardan alabiliyorlar.
Yine halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan Uzakdoğu ülkelerinden olan
Malezya'ya da misyonerler özel önem veriyorlar. Misyonerler Malezya'daki
faaliyetlerini 1985'den sonra başlayan İslamizasyon faaliyetlerine paralel
olarak hızlandırdılar.
Kısaca, misyonerlik faaliyetlerinden azade durumda hiçbir İslam ülkesi
mevcut değildir.
Neden Hedef Müslümanlar?
Asya'daki misyoner teşkilatlarının çalışmalarını Taocular, Şintocular,
Hindular ve Budistler arasında değil de özellikle Müslümanlar arasında
yoğunlaştırmaları da dikkat çekici. Bunun en önemli sebebi İslam'ın bir
hareket, aksiyon dini olmasıdır. Asya'daki misyonerler Müslümanların
çoğunlukta olduğu bölgelere yönelik faaliyetlerini günden güne artırırlarken
Japonya, Kore gibi Şintocuların ve Budistlerin çoğunlukta olduğu ülkelere
uğrama ihtiyacı bile duymazlar.
Misyonerlerin Müslümanlar arasında yürüttükleri faaliyetlerin tek gayesi
Müslümanları hıristiyanlaştırmak değil dinlerinden uzaklaştırmaktır. Kendi
ülkelerindeki insanların hıristiyanlıktan uzaklaşmalarına rağmen
çalışmalarını Müslümanların üzerinde yoğunlaştırmaları da bunu gösteriyor.
Gayeleri Hıristiyanlığı yaymak olsaydı, hıristiyanlığı unutup dinsizleşmiş
olan ve sayıları milyonları bulan Batı insanlarına daha çok ağırlık
vermeleri gerekirdi. Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmak istemelerinin
asıl amacı da onların Batı çıkarları karşısında zararsız ve etkisiz hale
getirilmelerini sağlamaktır.
Amaç Din Tanıtımı Değil Müslüman'ın Kafasını
Karıştırmak
Misyonerler, Müslümanları hıristiyanlaştırabilmek için ilk hamlede onları
hıristiyanlığa davet etmiyorlar. Bunu yapabilmek için önce Müslümanları
kendi dinlerinden uzaklaştırmaya, İslam dinine göre büyük günah sayılan
kötülükleri Müslümanlar arasında yaygın hale getirmeye ve daha önce de
zikredildiği gibi Müslümanları dini konularda bilgisiz bırakmaya
çalışıyorlar. Ayrıca Müslümanlar arasında fakirliğin artması için çeşitli
ekonomik yollara başvuruyorlar. Uluslararası emperyalizm ile yardımlaşma
içinde olduklarından dolayı buna imkân bulabilmektedirler. Cehalet ve
fakirlik, ikisi bir araya gelince, hıristiyanların işi kolaylaşıyor.
Misyonerler ayrıca insanları tuzaklarına düşürebilmek için sosyal kurumlara
oldukça ağırlık veriyorlar. Maddi finansman açısından herhangi bir sıkıntı
çekmediklerinden dolayı bilhassa Afrika ülkelerinde ve geri kalmış durumdaki
diğer ülkelerde oldukça etkili sosyal kurumlar tesis etme imkânları
bulabilmektedirler. En çok önem verdikleri alanlar ise eğitim ve sağlıktır.
Mısır'ın İskenderiye şehrinde kıpti bir ailede dünyaya gelen, hıristiyan
ilahiyatı üzerine öğrenim gören ve bir süre hıristiyan ilahiyat fakültesinde
öğretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra Müslüman olan Dr. İbrahim Halil
Ahmed, misyonerlerin Müslümanlar arasındaki çalışmalarıyla ilgili
açıklamasında, kilise görevlilerinin Müslümanların inançlarına fitne sokmak
ve onları bazı durumlarda zor duruma düşürmek amacıyla İslam'ı
öğrendiklerine dikkat çekmişti. Ünlü misyoner casus Hampher'in şu sözü de bu
konuda fikir veriyor: "Müslümanların kalbindeki cihad duygularını söküp
atabilmenin en büyük başarı olduğu, gerisinin çorap söküğü gibi geleceği
yetiştirildiğimiz misyoner okullarında öğretilmişti."
Londra'da düzenlenen "İslam Ülkelerinin Sömürgeleştirilmesi ve Bu Yoldaki
Güçlükler" adlı konferansta delegelerden birisi şöyle konuşmuştu: "Elli yıl
durmadan çalıştık. Sadece beş kişiyi hıristiyan yapabildik. Bu durum her
şeye rağmen Müslümanların ne kadar zor hıristiyan olduklarının bir
kanıtıdır. Fakat elli yıl içerisinde milyonlarca insanı İslam'dan
uzaklaştırabildik ve İslam'a karşı Müslümanları lakayt bir hale
getirebildik. İşte bu durum bizleri çok sevindirmektedir". Delegenin bu
şekilde konuşmasından sonra misyoner merkezi: "Bundan böyle İslam
ülkelerinde Müslümanları hıristiyanlaştırmak için çaba sarfetmeyelim. Onları
İslam'dan uzaklaştıralım ve İslâmi hükümlere düşman yapalım..." diye karar
aldı.(11) Bunları okuyunca İslam ülkelerinde neden bu kadar çok "şeriat"
düşmanlığı yapıldığını daha iyi anlamak mümkün olabilmektedir.
Hıristiyan misyonerlerin Müslümanları hıristiyan yapmaktan çok dinlerinden
uzaklaştırmayı öne çıkarmaları onlarda ciddi bir din hassasiyetinin
bulunmadığının ve onların sömürgeci güçlerin çıkarlarına hizmeti sahip
oldukları inanca hizmetten üstün tuttuklarının bir başka delilidir. Bu durum
Batı'da din müessesesinin de kendi içinden çürüdüğünü, bozulduğunu ve dinin
de sadece dünya çıkarları için kullanıldığını gösteriyor. Kendileri
hıristiyanlığı yaşamayan, hıristiyanlığın bütün yasaklarını kendileri için
meşru gören bazı Batılıların İslam ülkelerindeki misyonerlik faaliyetlerine
katkıda bulunmaları bu durumun bir başka şahidi. Kendileri hıristiyanlıktan
son derece uzak olan bazı Batılı turistlerin İslam ülkelerinde misyonerlik
faaliyetlerinde bulunmaya kalkıştıklarına sık sık rastlanabilmektedir.
Bizzat Avrupa ülkelerinde bile hıristiyan misyonerlerin, çalışmalarını
hıristiyanlıktan çıkan gençler üzerinde değil de, Müslüman işçiler ve
göçmenler üzerinde yoğunlaştırmaları da yukarıda serdettiğimiz fikirleri
doğruluyor.
Diyalog da Bir Misyoner Oyunu
Misyonerler yürüttükleri hıristiyanlaştırma çalışmalarının önünü açmak
amacıyla son zamanlarda İslam - hıristiyan diyalogu konusuna önem vermeye
başladılar. İslam-hıristiyan diyalogu toplantıları da genellikle İslam
ülkelerinde düzenleniyor. Bu toplantılardan birisine şahsen katılma imkânım
oldu. Gözlemlediğime göre bu toplantılara hıristiyanlık adına katılanlar
genellikle "saldırı", İslam adına katılanlar ise "savunma" konumunda
oluyorlar. Üstelik İslam'ı savunmak amacıyla toplantıya katılanların
çoğunluğu İslam'ın getirdiği hayat nizamını kendi nefislerine kabul
ettiremeyenler oluyor. Toplantılarda misyonerler bir yandan sahip oldukları
teslis inancını masum göstermeye çalışırken, diğer yandan da Kur'an-ı Kerim
etrafında bazı şüpheler uyandırmak istiyorlar. Müslüman - hıristiyan
yakınlaşmasını sağlamak adına, İslam'ın reddettiği inanç esaslarına da
geçerlilik kazandırılması arzu ediliyor.
İçleri Müslüman Düşmanlığıyla Dolu
Ünlü misyonerlerden Reid: "Misyonerlerden pek çok kimse bir tek Müslüman
şehrinde yıllarca çalışırlar, sonunda kendilerine bir ya da iki dost
bulamadan ayrılırlar. Müslümanı sevmen zordur, çünkü Müslüman cana yakın
biri değildir" (12) diyor. Böyle söylerken de kendi acziyetlerini
Müslümanlara saldırmakla kapatmaya çalışıyor.
Bu
kafadaki misyonerlerin diyalog konusundaki sözlerine, numaralarına ve
oyunlarına güvenmenin büyük bir saflık olacağını düşünüyoruz.
1. M. Ahmet
Varol, Emperyalizmin Oyunları, sh.178, Seha neşriyat, İstanbul, 1990 2.
Kahraman Kemal, Çağdaş Sömürge İmparatorluğu, sh. 132, Seha Neşriyat,
İstanbul, 1989 3. M. Ahmet Varol, İslam Dünyasından Kesitler, C.I, sh. 9-15,
Seha neşriyat, İstanbul, 1990 4. Somali Misyonerlik Çalışmalarını
Destekliyor, İslam, Ocak 1986, sh. 30 5.Somali Müslümanlarının Çağrısı,
Vahdet, 9-15 Ocak 1989, sh.17 6. Afrika Müslümanları Komisyonu Başkanı Dr.
Abdurrahman Sümeyyit ile, İslam, Mart 1986, sh.23-24 7.Mali'de İnanç
Avcıları, Vahdet, 26 Mart-1 Nisan 1990, sh. 16 8. Afrika'da Papa Fitnesi,
Altınoluk, Eylül 1990, sh.41 9.Silahlı Misyonerlik, Vahdet, 1-7 Ocak 1990,
sh.18 10. Bangladeş: Bir Tabak Yemek Karşılığı Vaftiz, Altınoluk, Nisan
1990, sh.38-39 11. Emperyalistlerin Öncüleri Misyonerler, İslam, Ocak 1986,
sh.31-32 12. M. Ahmet Varol, İslam Dünyasından Kesitler, C.1, sh. 14
AHMET VAROL
MİSYONERLİK VE MİSYONERLERİN ÇALIŞMA METOTLARI
1. Giriş
1. Giriş
Bugün
iki milyarı aşan nüfusuyla dünyadaki en yaygın din olan Hıristiyanlık;
Katolik, Ortodoks ve Protestan kiliseleri[1] ve küçük çaptaki birçok grup
veya tarikattan oluşan çeşitli cemaatlere ayrılmış durumdadır. Günümüzde
dünyada tahmini olarak 21.000 Hıristiyan cemaat veya grup
bulunmaktadır.[2]
Hıristiyanlığın kendi kaynakları göz önüne alınırsa bu dinin tamamen İsa
Mesîh anlayışına dayanan bir inanca sahip olduğu görülür. Ancak, Hz. İsa
ne yazılı bir mesaj, ne de otobiyografi bırakmıştır. Tarihi kaynaklardan
onun söylediklerini ve yaptıklarını çıkarmak oldukça zordur. Hz. İsa’nın
hayatını anlatan dört İncil de dahil tüm Hıristiyan kaynakları ondan sonra
yazılmıştır.[3]
Hıristiyanlığa göre İsa Mesih; hem tanrının oğlu hem de insanlığın
kurtarıcısıdır. Tanrı insanlığı ezeli günahtan kurtarmak üzere “biricik
oğlunu” yeryüzüne göndermiştir. İsa Mesih, “ilahi planı” yürürlüğe koyacak
şekilde insanlığı kurtarışının sembolü olarak önce çarmıha gerilmiş, sonra
da “ölülerden kıyam ederek” Babanın yanındaki yerini almıştır. Hıristiyan
inancının merkezinde bulunan bu doktrin, Hıristiyan teolojisi içerisinde
işlenerek değişik görüşlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bununla
birlikte, Hz. İsa ve onun getirdiğine inanılan mesaj, bütün Hıristiyanları
birbirine bağlayan ortak bir bağ olarak varlığını sürdürmektedir.[4]
Hıristiyanlığa göre ahirette kurtuluş ancak İsa Mesih’in aracılığı ile
elde edilebilir. Onun ölümünden sonra onun yerine kilise kaim olmuştur ve
onun izinden gitmektedir. İsa Mesih bizzat kendisi kiliseye ve onun
cemaatine rehberlik ve liderlik etmeye devam etmektedir. O baş, kilise de
bedendir ve hayatını ondan almaktadır. Kilise, İsa vasıtasıyla kurtuluşa
çağırmaktadır.[5] Katolik Kilisesinin resmi öğretisine göre, “kilise
dışında kurtuluş mümkün değildir”. Latince “Extra ecclesiam nulla salus”
şeklinde formüle edilen bu inanç 1445 yılında yapılan Floransa Konsilinde
kararlaştırılmıştır.[6] Bu inanca göre Katolik kilisesinin otoritesini
kabul etmeyen Hıristiyan cemaatler de kurtarılmaya muhtaçtırlar. Her ne
kadar II. Vatikan Konsilinde bu anlayış yumuşatılmışsa da tamamen
vazgeçilmemiştir. Papalık tarafından 2000 yılında yayınlanan ve Kilisenin
diğer din ve mezheplere yaklaşımını tenkit eden kendi iç dinamiklerine
cevap verme mülahazasıyla hazırlandığı izlenimini veren Dominus Iesus adlı
belge, Katoliklerin kurtuluş için mutlaka Katolik Kilisesine mensup olmak
gerektiği inancında ısrar ettiklerini göstermektedir.[7]
Kilise insanlığın kurtuluşu için çalışma görevini İsa’dan almıştır.
Yuhanna İncilinde bulunan iki ayet onun ve kilisenin misyonunu şöyle ifade
etmektedir: “Senin (Baba) beni dünyaya gönderdiğin gibi ben de onları
dünyaya gönderdim”.[8] “Ben size bir örnek gösterdim, benim sizin için
yaptığım gibi siz de başkaları için yapınız.”[9] İsa’nın bu sözüne sadık
kalma iddiasında olan kilise insanlığa gerçek hürriyetini kazandırmak,
dünya ile tanrı arasında aracılık yapmak, onun hakimiyetini temin etmek,
kanunlarını uygulamak ve kendisi ile çocukları arsındaki ilişkileri
düzenlemek için çalışmaktadır. Kilise, kurucusu ve liderinin yaptığı gibi
insanları araştırmaktadır. İnsanın hayatı ve faaliyetlerinin hiçbiri
gözardı edilmemiştir. Kurtuluşa vesile olabilmek için insanın maddi ve
manevi ihtiyaçları, sanat, bilim, teknik, vatan sevgisi, fakirlik veya
zenginlik ve benzeri durumların tamamı kullanılmıştır.[10]
Hıristiyanlık hakkında bu kısa bilgilerden sonra esas konumuza geçmek
istiyoruz. Bu çalışmamızın temel amacı; Hıristiyanlığı yayma anlamına
gelen misyonerlik anlayışını, bu anlayışın tarihi gelişimini, bu konuda
geliştirilen metotları tespit ederek, yapılan misyonerlik faaliyetlerini
gözönüne sermek ve misyonerliğin uluslararası ilişkiler boyutunu ortaya
koymaya çalışmaktır. Tarihin çeşitli dönemlerinde ortaya çıkan misyon
anlayışları tespit edilebilir, özellikle günümüzde misyonerlerin hangi
metotlarla çalıştıkları gözönüne serilebilir ve dünden bugüne
misyonerlerin elde ettikleri başarı gösterilebilirse, bu çalışma ile
verilmesi amaçlanan mesaj verilmiş olacaktır.
2. Misyon ve Misyoner
Misyon ve misyoner kelimeleri genel olarak bütün evrensel dinler için
geçerli olmakla birlikte, Hıristiyanlık söz konusu olduğunda, tarihi süreç
bakımından ve organize bir Kilise faaliyeti olması bakımından daha özel
bir anlama sahiptir.
Misyon, Latince “missio” kelimesinden türemiş olup, İngilizce ve
Fransızca’da “mission” şeklinde kullanılmaktadır. Dilimize “misyon”
telaffuzuyla aynen alınmış olan bu kelime sözlükte; görev, yetki, vekalet,
bir kimseye bir işi yapması için verilen özel vazife anlamlarına gelir.
Terim anlamı ise; Hıristiyanlığı, Hıristiyan olmayanlar arasında yayma
görevidir.[11] Dolayısıyla bir işi yapmakla görevli ve yetkili kimseye;
özel olarak da Hıristiyanlığı yaymayı vazife edinmiş ve bu alanda kilise
tarafından özel olarak yetiştirilmiş ve resmi olarak görevlendirilmiş
kimseye “misyoner” denir.[12] Bu kişilerin yapmış oldukları sistematik
faaliyetlere de misyonerlik denilmektedir. Günümüz Batı literatüründe
evangelizm terimi de misyonerliğin müteradifi olarak kullanılmaktadır.
16.
yüzyılda Hıristiyanlığı anlatmak ve ibadetleri yönetmek amacıyla çeşitli
yerlere din adamları gönderilmesine misyon, gönderilen kişilere de
misyoner deniyordu. Bu terim 17. yüzyıldan sonra ticari ve siyasi alanda
da kullanılmıştır.[13] Günümüzde ise teknik bir terim olarak misyon,
Uzakdoğu ve Afrika ülkelerinin Hıristiyanlaştırılması anlamını ifade
etmektedir.[14] Adı geçen bölge ülkelerinden bir çok misyonerin, özellikle
Batı ülkelerindeki çeşitli enstitü ve seminerlerde yetiştirilerek
misyonerlik faaliyeti yapmak üzere kendi ülkelerine veya dünyanın diğer
bölgelerine gönderilmiş olması misyonerlik faaliyetlerinin başarısını
göstermektedir. Bir başka ifade ile, misyonerlik kelimesine teknik olarak
anlam kazandıran ülkelerin insanlarının Hıristiyanlaştırılması işlemi
tamamlanmış, söz konusu ülkelerden bazı kimseler dünyanın başka
bölgelerine misyoner olarak gitmeye başlamışlardır.
Hıristiyan inancına göre misyonerlik, Hıristiyanlıkla birlikte ortaya
çıkmıştır. Kilisenin kurucusu olan Hz. İsa aynı zamanda ilk misyonerdir.
Onun hayatı tam bir misyoner hayatıdır.[15] Kilisenin kurucusu ve temeli
kabul edilen İsa Mesih’in Havarilerine tevdi ettiği en önemli görev de
İncil’i bütün milletlere yaymalarıdır. Bu temel görev, dört temel İncil’de
ve Yeni Ahid’in “Resullerin İşleri” bölümünde, aralarında bazı küçük
farklılıklar olmakla birlikte açıkça ifade edilmiştir.[16] Matta
İncil’inde geçen ifadeler kilisenin temel misyonunu şöyle açıklamaktadır:
“İsa yanlarına geldi ve onlara söyleyip dedi: Gökte ve yeryüzünde bütün
hakimiyet bana verildi. İmdi, siz gidip bütün milletleri şakirt edin,
onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adıyla vaftiz eyleyin, size emrettiğim her
şeyi tutmalarını onlara öğretin, ve işte ben bütün günler, dünyanın sonuna
kadar sizinle beraberim”.[17]
Matta
İncilinde yer alan bu ifadeler evrensel bir misyonerliği tarif etmektedir.
Ancak yine aynı İncilde İsa’nın mesajını sadece İsrail oğulları arasında
yaymaya çalıştığını ve havarilerine de bunu tavsiye ettiğini gösteren
ayetler vardır. Mesela İsa, “Ben yalnız İsrail halkının kaybolmuş
koyunlarına gönderildim”[18] demekte, başka bir ayette de “İsa on ikileri
şu emirle halkın arasına gönderdi: Diğer uluslara ait yerlere gitmeyiniz.
Samiriyelilere ait kentlerin hiç birisine uğramayınız. Bunun yerine İsrail
halkının kaybolmuş koyunlarına gidiniz. Gittiğiniz her yerde göklerin
egemenliğinin yaklaştığını duyurunuz.”[19] ifadeleri yer almaktadır.
Buradaki hükümlerden de sadece bir ulusun hedef seçildiği görülmekte, bu
durum tezat olarak dikkat çekmektedir. Hıristiyanlar bu tezadı çarmıh
öncesi ve çarmıh sonrası İsa anlayışı ile izah etmeye çalışmaktadırlar.
Onlara göre, tarihsel İsa hayatında sadece İsrailoğullarına mesajın
ulaştırılmasına çalışmış ve bunu tavsiye etmiştir. Yine onların inancına
göre, çarmıhta ölüp üç gün sonra dirilmesinin ardından ise mesajının tüm
insanlara ulaştırılmasını istemiştir.
Çalışmamızın ileriki bölümlerinde görüleceği gibi Hıristiyanlığın Yahudi
olmayanlara tebliği Havariler Konsilinde kararlaştırılmış olup, sıkı
takipten bunalan Hıristiyanlara bir kurtuluş yolu bulmak amacıyla alınmış
siyasi bir karara benzemektedir. Bu noktada çalışmamızı ilgilendiren
önemli husus, yukarıda alıntı yapılan İncil ayetlerinin arasında bir
anlayış ve metot farklılığının hemen göze çarpıyor olmasıdır. Misyonerliği
evrensel hale getiren Matta, 28/18-20 ayetlerinde herhalukarda
muhatapların Hıristiyanlaştırılması emredilirken, daha sonra alıntı
yaptığımız ayetlerde, özellikle Matta, 10/5-7 ayetlerinde sadece mesajın
iletilmesi ve inançların anlatımı söz konusudur. Yani ilkinde misyonerlik,
ikincisinde tebliğ anlayışı vardır.
Yeryüzünde bulunan fikir, düşünce, din ve inanç sahiplerinin çoğu
görüşlerinin yayılmasını, kendi fikirlerini kabul edenlerin çoğalmasını
isterler. Dinleri bu bakımdan misyonerli ve misyonersiz dinler olarak iki
sınıfa ayırmak mümkündür. Yahudilik misyonersiz din sınıfına örnek olup,
milli bir kimliğe sahip olduğu ve soy esasına dayandığı için yayılmaya
karşıdır. Yahudi olmak için o soya mensup olmak gerekmektedir.
Hıristiyanlık ise yayılmaya en çok gayret eden ve bunu örgütlü olarak
yapan bir dindir.[20] Ancak, Ermeni Ortodoks Kilisesi gibi bazı Hıristiyan
gruplar da cemaatlerine katılım için milliyet şartı aradıkları için başka
bir millete mensup kişileri kendi cemaatlerine üye olarak kabul
etmemektedirler. Buradan hareketle, Hıristiyan olmalarına rağmen bazı
milli kiliselerin uluslararası boyutta misyonerlik faaliyetinde
bulunmadıkları söylenebilir.
Misyonerlik konusunun tartışıldığı zeminlerde bazılarının misyonerliği
İslam’ın tebliğ anlayışıyla aynılaştırdıkları görülmekte, özellikle
misyonerlerin kasıtlı olarak ikisini aynı göstermeye çalıştıkları
bilinmektedir. Dolaysıyla burada İslam dininin tebliğ anlayışıyla
misyonerliğin farkını çok kısa da olsa ortaya koymanın gerekli olduğu
kanaatindeyiz.
Müslümanlara göre İslam, en son hak dindir ve hükmü kıyamete kadar
bakidir. Bütün insanları İslam’ı kabul etmeye davet eder. Ancak, her ne
pahasına olursa olsun insanları kendi dinine kazanma gibi bir anlayışı
yoktur. Hıristiyan misyonerliği ile İslam’ın tebliğ anlayışının en bariz
farkı burada görülebilir. İslam dini ve Müslümanlar art niyetli usulleri
hoş görmemişlerdir. Ayrıca Müslümanlar İslam’ın tebliğinden dünyevi hiç
bir menfaat gütmemiş, onu bir sömürü aracı olarak kullanmamış, dünya
siyaseti ve hakimiyetinin bir aracı olarak görmemiş, sadece Allah’ın
kelamını yüceltmek (i’lay-ı Kelimetullah) için bu görevi yerine
getirmişlerdir. İslam dininde zorlama ve kandırma yoktur. “Dinde zorlama
yoktur”[21], “Ey Muhammed! İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel
sözlerle davet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et”[22] ve
“Peygamberlere düşen sadece tebliğdir”[23] ayetleri İslam dininin tebliğ
metodunu ortaya koymaktadır.
Bugün
dünya coğrafyasına bakıldığında Hıristiyan misyonerlerin ciddi bir başarı
elde ettikleri söylenebilir. Zira Hıristiyanlığın ulaştırılmadığı ve
yayılmadığı bir bölge bulmak hemen hemen mümkün değildir. Girişte de
değinildiği gibi, dünya dinleri arasında mensubu en fazla olan din
Hıristiyanlıktır. 20. yüzyılın başında 558 milyon olan dünya Hıristiyan
nüfusu 21. yüzyılın başında 2 milyarı aşmış bulunmaktadır. Son asırda,
özellikle asrın son çeyreğinde Hıristiyanlığın asıl vatanı olan Batı
dünyasında nüfus kontrollerinin olumlu sonuç vermesi ve toplumun
sekülerleşmesi nedeniyle buralarda Hıristiyan nüfusun azalmasına rağmen
Afrika ve Asya kıtalarında ciddi bir artış göstermesi misyonerlik
faaliyetlerinin elde ettiği başarının en açık göstergesidir.[24] 20.
yüzyıla genel olarak baktığımızda, 1900 yılından günümüze dünya nüfusunun
3.7 kat arttığını görüyoruz. Yüzyıl boyunca Avrupa kıtasında yaşayan
Hıristiyan nüfus 1.5, Kuzey Amerika’da 3.6 kat artarken Asya’da 14.6,
Afrika’da ise 38.3 kat artmıştır. 1900 de Afrika’da 9 milyon Hıristiyan
yaşamaktayken bu gün bu rakam 330 milyona ulaşmış bulunmaktadır. Afrika
kıtasının Hıristiyan nüfusu, Avrupa kıtasındaki Hıristiyan nüfusu hemen
hemen yakalamıştır. Misyologların tahminlerine göre 30 yıl içerisinde de
ikiye katlayacaktır.[25]
İstatistiki verilere göre 1900 yılında 558 milyon olan dünya Hıristiyan
nüfusunun yaklaşık %50’si Avrupa kıtasında bulunuyordu. Bugün ise bu
kıtada dünya toplam Hıristiyan nüfusunun sadece %20’si yaşamaktadır. Bunun
sebebi kıta nüfusunun çok fazla artmamasının yanında diğer kıtalardaki
Hıristiyan nüfusunda ciddi bir artış olmasıdır. Hıristiyanlığın 20.
yüzyılda en fazla artış gösterdiği kıtalar Asya ve Afrika kıtalarıdır.
Günümüzde toplam Hıristiyan nüfusunun %35’i bu iki kıtada yaşamaktadır.
Oysa yüzyılın başında adı geçen iki kıtada yaşayan Hıristiyanlar toplam
Hıristiyan nüfusun sadece %5’ini oluşturuyordu. Başka bir ifade ile; 20.
yüzyılın başında Asya ve Afrika kıtalarında toplam 25-30 milyon civarında
Hıristiyan mevcutken bugün bu rakam 700 milyona ulaşmış bulunmaktadır.[26]
İstatistikî bilgiler geçtiğimiz yüzyılda misyonerlerin elde ettikleri
başarıyı hiçbir tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.
3. Misyonerlerin Gayesi
Tarih
boyunca, insanların sahip oldukları fikir, inanç, din veya mezhebi yayma
veya hakim kılmaya gayret ettikleri ve bu amaç için çeşitli savaşlar bile
yaptıkları bilinen bir husustur. Din savaşları olarak bilinen bu
çatışmaların hemen tamamı da Hıristiyanlık dünyasında meydana gelmiştir.
Hıristiyan alemi hem diğer dinlerin mensuplarıyla hem de kendi mezhebinden
olmayan Hıristiyan gruplarla çatışıp savaşmışlardır.
Hıristiyan inancına göre misyonun asıl amacı İncil’in anlatılması ve
muhataplarda imanı uyandırmaktır. Başka bir ifade ile imanın temel konusu
olan İsa Mesih’in kurtarıcı fonksiyonunu, henüz bilmeyen kimselere
tanıtmaktır. İmanın konusu olan kurtuluşun şartlarından birisi kiliseye
girince gerçekleşmektedir. Dolayısıyla misyonun önemli amaçlarından birisi
de yeni bir ülkede kiliseyi kurmak, yani orada kilise hiyerarşisini
yerleştirmektir. Tabi ki bir ülkede kilisenin kurulmuş olması
Hıristiyanlığın yerleşmesi için yeterli değildir. Hıristiyanlığın orada
benimsenebilmesi için misyonun kültürü de kapsaması gerekmektedir.
Hıristiyanlık o ülkenin kültür ve gelenekleriyle bütünleşmeli, bunu
yapabilecek Hıristiyan ilhamlı yerli aydınlar ve onların kaleme aldıkları
eserler ortaya çıkarılmalı ve böylece, Hıristiyanlık o ülkede yabancı bir
olgu olarak görülmemelidir.[27]
Katolik Kilisesi, varlığının yegane gayesi olarak gördüğü yer yüzünde
bulunan bütün insanları ve ulusları Hıristiyanlaştırmak için Halkları
Hıristiyanlaştırma Konseyini kurmuştur. Bu Kurul çok sayıda dini kuruluş,
kolej ve üniversite ile işbirliği içerisinde görev yapmaktadır. Adından da
anlaşılacağı gibi görevi Hıristiyanlık propagandası olan Kurul’un II.
Vatikan Konsilinden sonra işlerliği ve önemi daha da artmıştır. Kurul’un
çok sayıda yayın organı bulunmaktadır.[28]
Halkları Hıristiyanlaştırma Konseyince 8 Mayıs 2000 tarihinde organize
edilen ‘Papalık Misyonerlik Cemiyetleri Ulusal Başkanları Yıllık
Toplantısı’nda açılış konuşması yapan adı geçen Konseyin Başkanı Kardinal
Josef Tomko’nun konuşmasından misyonerliğin amacını, hedefini ve bugünkü
durumunu anlamak mümkündür. Tomko, tüm kıtalardan 115 ülkeden
temsilcilerin katıldığı toplantıda misyonerliğin Hıristiyanlıktaki dini
temellerini anlattıktan sonra; “İsa’dan 2000 yıl sonra misyon hala
tamamlanamamıştır. 6 milyar insanın sadece 1/3’ü Hıristiyan, 2 Milyar
Hıristiyan’ın da sadece 1 milyar kadarı Katolik’tir. Katoliklerin çoğalma
hızı Hıristiyan olmayanların çoğalma hızından biraz azdır”[29] demektedir.
Bu ifadeler Kilisenin tüm dünya insanlarını Katolik yapma niyetinde
olduğunu ve bu amaç için gayret edildiğini göstermektedir.
Kardinal Josef Tomko söz konusu konuşmasında çeşitli kıtalarda yürütülen
hizmetlerden bahsetmekte ve yapılan bazı faaliyetleri şöyle
özetlemektedir: İstatistiklere göre 20. yüzyılın en başarılı misyonerlik
faaliyeti Afrika kıtasında yaşanmıştır. 1900 yılında 2 milyon olan kıta
Katolik nüfusu bu gün 116 milyona ulaşmış bulunmaktadır. Bu Toplam nüfusun
%15’ine tekabül etmektedir. Afrikada misyonerler Kuzey Afrikadaki Müslüman
devletlerde sıkıntılarla karşılaşmaktadırlar. Dünya nüfusunun %60’ının
yaşadığı Asya kıtası göreceli olarak misyonerliğin sonradan hızlandığı
kıtadır. Kıta nüfusunun %85’i Hıristiyan değildir. Kıtadaki Katolik nüfus
105 milyon civarındadır. Ortaasya’da Kazakistan’da misyon başlatılmış olup
Çin ile ilgili olarak da fırsatlar değerlendirilmektedir. Papalık Dünya
Misyonerlik Günü vesilesiyle elde edilen bağışların da katkısıyla
özellikle fakir bölgelerde bulunan kurumlara yaptığı yardımları
artırmıştır. Yardım edilen kilise sayısı kısa sürede 877’den 1045’e, büyük
seminer sayısı 99’dan 374’e, seminerlerde yardım edilen öğrenci sayısı 50
000’e, yardım yapılan görevli sayısı 400 000’e ulaşmıştır. Ayrıca bir çok
küçük kilise, dispanser, ilk yardım merkezleri ve eğitim projelerine
katkıda bulunulmuştur.[30]
Kardinalin verdiği bilgiler, misyonerlik alanlarını göstermenin yanında,
misyonerlik faaliyetlerini yürütecek kişilere ve onların eğitimine yapılan
yatırımın büyüklüğünü de ortaya koymaktadır. Elbette yapılan bu
yatırımların karşılığı da beklenmektedir.
Merkezi Roma’da bulunan Papalık Aziz Peter Cemiyeti’nin 2000 yılında tek
başına yaptığı faaliyetler dünya genelinde yürütülen misyonerlik
faaliyetleri hakkında ipucu verecek mahiyettedir. Adı geçen cemiyetin bazı
faaliyetleri şöyle sıralanmaktadır:
Finanse edilen seminer sayısı: 904
Burs verilen seminer öğrencisi sayısı: 81 343
Kaydedilen yeni üye sayısı: 8276
Yetiştirilerek ataması yapılan papaz sayısı: 1877
Yetiştirilen papaz yardımcısı sayısı: 9693 [31]
Burs verilen seminer öğrencisi sayısı: 81 343
Kaydedilen yeni üye sayısı: 8276
Yetiştirilerek ataması yapılan papaz sayısı: 1877
Yetiştirilen papaz yardımcısı sayısı: 9693 [31]
Ayrıca, gerek Roma gerekse Afrika’nın çeşitli ülkelerinde düzenlenen
uzmanlık kurslarına devam eden 595 öğrenciye burs imkanı, yine Roma’da
çeşitli üniversitelere devam etmekte olan 57 farklı ülkeden 343 papaz ve
21 farklı ülkeden 81 rahibenin iaşe ve ibate giderleri karşılanmıştır.[32]
Yapılan bu kadar masraf ve emeğin amacı yetiştirilen insanların kendi
bölgelerinde misyonerliği devam ettirmeleri, o bölgelerde çalışma yapan
Batılı misyonerlerin yerlerini almaları düşüncesidir. Böylece bölgelerde
aynı kültürden insanların gayretleriyle çalışmalar devam edecektir. Bu
amaçlar Halkları Hıristiyanlaştırma Konseyi Başkanı Kardinal Josef Tomko
tarafından da açıklıkla ifade edilmektedir.[33]
Yukarıda aktarılan hizmetler sadece bir misyonerlik cemiyetinin
faaliyetlerini göstermektedir. Bu alanda yapılan çalışmaların kapsamını
ortaya koyabilmek için bir örnek daha vermek istiyoruz. 1985 yılı
verilerine göre sadece Katolik Kilisesince yürütülen bazı hizmet
müesseseleri ve hizmet verilenlerin sayıları şöyledir:
75.000 ilkokulda 21.000.000 öğrenci,
30.000 ortaokulda 11.000.000 öğrenci,
Katolik kolej ve üniversitelerinde 2.100.000 öğrenci,
6.500 Hastane,
12.000 Dispanser,
10.000 Yaşlı ve özürlü evi,
6.200 Yetimhane,
5.800 Anaokulu.[34]
30.000 ortaokulda 11.000.000 öğrenci,
Katolik kolej ve üniversitelerinde 2.100.000 öğrenci,
6.500 Hastane,
12.000 Dispanser,
10.000 Yaşlı ve özürlü evi,
6.200 Yetimhane,
5.800 Anaokulu.[34]
Kilisenin hizmetleri elbette bunlarla sınırlı değildir. Bunlara ek olarak;
okuma yazma programları, tarım geliştirme programları ve yayınevleri de
sayılabilir. Bahsedilen hizmetlerin tamamının misyonerlik amaçlı
olmayabileceği şeklindeki bir istifhama, bilgilerin alındığı kaynağın adı
cevap teşkil etmektedir. Ayrıca, Kilisenin seçmiş olduğu hizmet alanlarına
bakıldığında, misyonun en kolay şekilde yerine getirilebileceği alanların
seçilmiş olduğu görülmektedir.
1985
yılından günümüze kadar geçen yaklaşık 20 yılda bu hizmetlerin
katlandığını, Ortodoks Kilisesi ve özellikle misyonerlik faaliyetlerinde
Hıristiyan cemaatlerin en aktifi olan Protestan cemaatlerinin
faaliyetlerini de yukarıdaki rakamlara ilave ederek düşünürsek modern
dünyada yapılan misyonerlik faaliyetlerinin boyutunu kavramış oluruz. Öz
olarak ifade etmek gerekirse, yukarıda bahsedilen tüm dünya insanlarının
Hıristiyanlaştırılması amacıyla dünyanın her tarafı karış karış
dolaşılarak büyük mesailer sarfedilmektedir. Misyonerlik faaliyetlerinin
kesin olarak yasaklandığı ülkelere bile misyonerlerin gidiyor olmaları,
oralarda başlarına gelebilecek her türlü tehlikeyi göze alabilmeleri,
inançlarına göre oralarda şehit olmayı arzulamaları onların söz konusu
gayelerini gerçekleştirme hususundaki azim ve kararlılıklarını
göstermektedir.
4. Başlangıçtan Günümüze Misyonerlik ve Misyonerlerin Çalışma
Metotları
Matta
İncil’inde geçen “İsa yanlarına geldi ve onlara söyleyip dedi: Gökte ve
yeryüzünde bütün hakimiyet bana verildi. İmdi, siz gidip bütün milletleri
şakirt edin, onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adıyla vaftiz eyleyin, size
emrettiğim her şeyi tutmalarını onlara öğretin, ve işte ben bütün günler,
dünyanın sonuna kadar sizinle beraberim”.[35] ayetinden anlaşılabileceği
gibi misyonerliğin tarihi Hıristiyanlığın tarihi ile birlikte başlar.
Kilise yeryüzünde varoluşunun gereği olarak Hıristiyan olmayanlara yönelik
misyonunu başlangıçtan beri icra etmiştir. M. 50 yılında Kudüs’te yapılan
Havariler Konsili’nde alınan kararla İncil’in Yahudi olmayanlara da
ulaştırılmaya başlanması ve Pavlus’un seyahatleriyle evrensel bir mahiyet
kazanmıştır.[36] Adı geçen Konsil aslında Yahudi olmayanlar arasında
misyon icra eden Pavlus ve Barnaba’nın tecrübelerini aktardıkları bir
toplantıdır. İlk Hıristiyan Konsili veya Havariler Konsili olarak sonradan
adlandırılmıştır. Gerçekte Pavlus ve Barnaba, burada alınan karardan önce
Filistin, Anadolu ve Roma İmparatorluğunun diğer bazı bölgelerinde
misyonerlik yapmışlardır.[37]
Hıristiyanlık esas olarak Filistin’de ortaya çıkmış, dini yayma gayretleri
başlayınca bütün faaliyetleri yasaklanmış, yeni dine girenler sıkı bir
takibe alınmışlardır. İnançlarında sadık olanlardan bir kısmı bu bölgeleri
terk ederek, Roma İmparatorluğunun hakimiyetinde olmayan bölgelere göç
etmişlerdir. Göç edilen yerlerden birisi de Antakya bölgesidir. Başka bir
ifade ile Kudüs ve çevresinde ümitlerini kaybeden Hıristiyanlar, başka
bölgelere iltica etmek ve oralarda kendilerine yeni müntesipler bulmak
zorunda kalmışlardır.[38]
Pavlus misyonerlik konusunda ilk dönemden itibaren Hıristiyanlar için
tartışmasız en önde gelen örnek olmuştur. Dolayısıyla onun faaliyetleri
hakkında kısa da olsa malumat vermek uygun olacaktır.
Pavlus’un Hıristiyanlığı anlatmak üzere en az üç yolculuk yaptığı
bilinmektedir. O, 47-48 yıllarındaki ilk seyahatine Kıbrıs’tan başlamış,
Anadolu’da çeşitli yerleri dolaşarak Kudüs’e gelmiştir. İkinci misyon
faaliyetinde Suriye’deki kiliselerden başlayarak yine Anadolu’yu merkez
seçmiş, Makedonya ve Yunanistan’daki kiliseleri içine alacak şekilde devam
etmiş ve sonra Antakya’ya dönmüştür. Bu seyahat yaklaşık 49-52 yılları
arasında yapılmış olmalıdır. Üçüncü seyahat özellikle Efes’e ve burası
merkez alınarak Balkan kiliselerine yapılmıştır. Yaklaşık 52’de başlayan
bu seyahat 57’de sona ermiştir.[39] Pavlus gittiği her yerde yeni dini
anlatmış, dinin inanç ve öğretilerini yorumlamış, yeni cemaatler
oluşturmuş ve irtibat kurduğu, tanıştığı topluluklara daha sonra da
mektuplar göndererek onları yetiştirmeye çalışmıştır. Pavlus’un
misyonerlik faaliyetlerindeki metodolojisini gösteren mektupları Yeni
Ahit’in bir bölümü olarak Kitab-ı Mukaddeste yer almaktadır.
Pavlus’un Hıristiyanlık için ifade ettiği mana şüphesiz çok büyüktür. Kimi
modern kristoloğa göre o, bugün bilinen Hıristiyanlığın kurucusu, kimine
göre de Hıristiyanlığı sistemleştiren kişidir. Misyonerliğin mucidi olduğu
hususunda ise ittifak vardır. Hz. İsa’nın metodu daha çok İslam tebliğ
metoduyla benzerlik gösteren kendini tanıtma şeklindedir. Pavlus ise bugün
misyonerlik denilince anlaşılan metodu ilk uygulayan kişidir. Pavlus
Korintlilere yazdığı birinci mektubunda metodunu şöyle anlatmaktadır: “Ben
özgürüm, kimsenin kölesi değilim. Ancak daha çok kişi kazanayım diye
herkesin kölesi oldum. Yahudileri kazanmak için Yahudilere Yahudi gibi
davrandım. Kutsal Yasanın (Musa Şeriatı) altında olmadığım halde Yasa
altındakileri kazanmak için onlara Yasa altındaymışım gibi davrandım.
Mesih’in yasası altında olan birisi olarak , Yasaya sahip olmayanları
kazanmak için Yasaya sahip değilmişim gibi davrandım. Güçsüzleri kazanmak
için güçsüzlerle güçsüz oldum. Ne yapıp ne edip bazılarını kurtarmak için
herkesle bir şey oldum.”[40] Bu ifadeler, Pavlus’un insanları kendi dinine
döndürmek için her yolu caiz gördüğü şeklinde yorumlanabilir. Günümüzde
bir çok Batılı yazar misyonerliği İslam’ın tebliğ anlayışı ile aynı
göstermeye gayret etmektedir. Ancak daha önceki satırlarımızda da işaret
ettiğimiz gibi Pavlus tarafından tanımladığı şekilde devam etmekte olan
misyonerlikle İslam’ın tebliğ anlayışı arasında çok ciddi farklar vardır.
Pavlus’tan
sonra Hıristiyanlık, onun ve diğer arkadaşlarının ziyaret ettikleri yerler
başta olmak üzere çeşitli bölgelerde hızla yayılmaya başlamıştır. Daha ilk
yüzyılda putperest Arap kabilelerinden bazılarının Hıristiyan olduklarını
görmekteyiz. Suriye’de yaşamakta olan Kudaa kabilesi Hıristiyan olan ilk
Arap kabilesidir. Daha sonra da Salih ve Gassan kabileleri onları takip
etmiştir. Mezopotamya ve Cezirede yaşayan Bekr, Tağlib, Lahm, Cüzam, Rebia,
İyad ve Kelb kabileleri de zamanla Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Arap
Yarımadasının güneyinde yer alan Yemende de ilk asırdan itibaren
Hıristiyanlık var olagelmiştir. Hz. İsa’nın elçileri arasında yer alan
Bartelomeos bu bölgede misyonerlik yapmıştır.[41]
Ayrıca Yarımadanın güneyinde bulunan Necran, bölgenin en güçlü
Hıristiyanlık merkezi haline gelmiştir. İslamiyet’in doğum yeri olan
Mekke’de Hıristiyanlık çok yayılamamıştır. Mekke’de Hz. Muhammed’e eşi
Hatice tarafından akraba olan Varaka b. Nevfel’in dışında birkaç köle bu
dini benimsemişti.[42] Onların nasıl Hıristiyan oldukları hakkında bilgi
bulunmamakla birlikte misyonerlerin oralarda yaptıkları çalışmalar
neticesi Hıristiyan olduklarını tahmin edebiliriz. Ayrıca, tüccar olan
Mekke halkının ticaret kervanlarıyla Suriye ve Yemen taraflarına her yıl
seyahatler düzenledikleri bilinmektedir. Dolayısıyla Mekkeliler,
İslamiyet’in gelişinden önce bu bölgelerde yayılmış olan Hıristiyanlıktan
kesinlikle haberdardılar. Hz. Muhammed’in de çocukluk döneminde amcasıyla
birlikte bir kervanda yer aldığı ve Busra denilen beldede bir papazla
görüştüğü rivayet edilmektedir.[43] Bu görüşme Müslümanlar ve
Hıristiyanlarca değişik yorumlanmıştır. Müslümanlar Rahip Bahira’nın Hz.
Muhammed’in gelecekte bir peygamber olacağını bildiğini söyleyerek
görüşmeyi onun peygamberliğine delil olarak gösterirler. Hıristiyanlar ise
Hz. Peygamberin adı geçen rahipten etkilendiği ve bu yüzden peygamberlik
iddiasında bulunduğu şeklinde yorumlamaktadırlar. Ancak olayın bir de
misyonerlik boyutu vardır. Tarihi hadise esas olarak, bu bölgelerde
bulunan Hıristiyan din adamlarının ticaret kervanlarını ağırlayarak
dinlerini onlara anlattıklarını ve o dönemde böyle bir misyon metodu
olduğunu göstermektedir.
400-700 yılları arsında Hıristiyanların misyonerlik faaliyetleri çok büyük
bir artış göstermiştir. Bu dönemde kilise fakirlerin neredeyse tek
sığınağı olmuştur. Kilise okulları ve manastırlar eğitimin yegane
merkezidir. Kurumlaşmış kilisenin önemi artmış, kilisenin gücü oranında
papanın rolü de artmıştır. İslam fütuhatı sebebiyle Kuzey Afrika ve
Ortadoğu’da yaşanan kayıplara rağmen kilisenin arazi ve mal varlığında çok
büyük bir artış görülmüştür.[44]
Bu
dönemde Batı’da rahiplerin çalışmaları netice vermiş, büyük gruplar
liderleriyle birlikte Hıristiyan olmuşlardır. Hıristiyanlık artık Batı’da
çoğunluğun dinidir. Hıristiyanlığın doğduğu topraklara Avrupa’nın en uzak
noktalarından birisi İngiltere’dir. Adaya misyonerler, bu asırlarda
yaşanan Alman ve Danimarkalıların istilalarından sonra gelmiştir. 597
yılında Papa Gregory 40 kadar misyoner papazı buraya göndermiş ve
İngiltere’nin Hıristiyanlaştırılması temin edilmiştir.[45]
800’lü yıllardan itibaren dünya yeni bir sürece giriyor, derebeylik dönemi
başlıyordu. Bu dönemde lokal kiliseler daha çok bulundukları yerlerin
mahalli otoritelerine bağlanıyorlardı. Bu yüzyılın sonlarında hem doğuda
hem de batıda idareciler kiliseyi kendi hükümetlerinin bir uzvu olarak
görmeye başladılar. Bizans İmparatorları kiliseyi kontrolleri altına
aldılar ve dinin öğretimine kadar her hususa müdahale ettiler. İstanbul
Patriği Ignatus devletin bir uzvu olmayı reddedince İmparator tarafından
görevinden alındı ve yerine din adamı olmayan Photius atandı. İmparator
atadığı Photius’un meşruiyetini temin için bir konsil topladı ve Papanın
kilise üzerindeki etkisini reddetti. Daha sonra gelen İmparator, Patrik
Ignatus’u görevine iade etti ve doğu ile batı arasındaki problem
çözüldü.[46] Ancak, bir ilke imza atılmış, Papanın otoritesine karşı
çıkılmıştı. Bu hareketin başka bölgelerdeki Hıristiyan krallarca da daha
sonra örnek olarak görüldüğü bilinen bir husustur.
8–11.
yüzyıllarda misyonerliğin önündeki en büyük engelin dil problemi olduğu
anlaşılmıştır. Bizans İmparatoru tarafından Slavlar arsında misyonerlik
yapmak üzere görevlendirilen Cyril ve Methodius bu zorluğa bir çözüm
bulmuşlar, Cyril alfabesi denilen bir alfabe icat ederek İncil’i Slav
diline tercüme etmişler ve ayinleri bu dille yaptırmışlardır. Bu
faaliyetin çok büyük bir başarı elde etmesi üzerine Alman papazlar Papadan
İncil’i Almanca’ya tercüme etmek için izin istemişler ancak Papa izin
vermemiştir. Katolik Kilisesi son dönemlere kadar ibadet dili olarak
Latince ve Rumca’dan başka bir dilin kullanılmasına müsaade
etmemiştir.[47] Dil konusu Hıristiyanlığın çeşitli mezheplere
ayrılmalarının da ana sebeplerinden birisi olmuştur. Ancak, bugün
gösterilen hedef, İncil’in tüm dünya dillerine çevrilmesine gayret
edilmesidir. Neredeyse küçük kabilelerin dilleri de hesaba katılarak
yapılan sayıma göre dünyada var olan 2200 dilin tamamına İncil tercüme
edilmeye çalışılmaktadır. Büyük bir kısmına da tercüme edilmiş
bulunmaktadır. İbadet dili olarak da her dil kullanılabilmektedir.
Misyonerlik çalışmaları ve dil konusu ele alındığında işaret edilmesi
gereken bir husus da, son iki asırdır İngilizce’nin dünya dili olarak
kabul edilmesinin misyonerlik çalışmalarına yaptığı katkıdır. 19. yüzyılda
sömürgecilik, 20. yüzyılda da daha çok ABD’nin dünyadaki ağırlığı
dolayısıyla İngilizce dünya dili olarak kabul görmüştür. Bu durum
misyonerlere iki şekilde yardımcı olmuştur. Bunlar, gittikleri bölgelerde
anlaşabilecekleri, aynı dili konuşabilecekleri birilerinin var olması ve
dil kursları görüntüsü altında misyonerlik yapılmasıdır. İngilizce
öğretilirken Hıristiyanlık da aktarılmıştır. Misyonerlerin geçen yüzyılda
en başarılı olduğu bölgeler (Afrika ve Uzakdoğu) İngilizce’nin ikinci dil
olarak en yaygın olduğu kıtalardır. Afrika’da misyonerlik yapacak bazı
Alman, Fransız ve İsviçreli papazların İngiltere’de dil eğitimi aldıkları,
İngilizce vasıtasıyla gidilen ülkenin dilinin oralarda öğrenileceği
tarafımızdan müşahade olunan bir husustur.
11.
yüzyıldan itibaren Doğu ve Batı kiliseleri arasında çeşitli ve derin
problemler ortaya çıktı. Dil, adet, gelenek ve dini uygulamalarda
farklılıklar vardı. 1054’te İstanbul Patriği Michael Cerularius bu
farklılıklardan dolayı iki kilisenin kesinlikle birleşemeyeceğini açıkça
ifade etti. Esas konu yine Papanın otoritesiydi. Papanın temsilcisi olarak
bir kardinal İstanbul’a geldi. Birliği müzakere etmek için yapılan
toplantılarda karşılıklı suçlamalardan vazgeçilemedi ve bir netice
alınamadı. Kardinal İstanbul Patriği Michael’i aforoz ederek İstanbul’dan
ayrıldı. Böylece kilise fiilen ikiye bölünmüş oldu.[48]
Ayrılık, misyonerlik faaliyetleri açısından da son derece önemlidir. Zira
iki kilise de karşılıklı olarak birbirlerinin mensuplarını kazanmak için
misyon başlatmıştır. Aradaki nefret son derece büyümüş, sözde doğu
kilisesine yardım amacıyla düzenlenen Haçlı Seferlerinde İstanbul’un
yağmalanması onarılmaz yaralar açmıştır. Batı kilisesine karşı doğu
kilisesinin nefretinin boyutunu, İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethi
esnasında bazı din adamlarınca söylenmiş “Türk sarığını Latin kavuğuna
tercih ederiz”[49] sözünden anlamak mümkündür.
Misyonerlerin gayelerinin Hıristiyan olmayanları Hıristiyanlaştırmak
olduğunu daha önce belirtmiştik. Ancak Hıristiyan cemaatlerin
birbirlerinin mensuplarını kazanmak için de misyonerlik yapmalarının ancak
misyonerliğin gerçek amacından uzaklaştığı şeklinde açıklanabileceği
kanaatindeyiz. Hıristiyan olmayanları kazanmak yerine başka mezhep veya
grup mensuplarını kendi mezhebine veya grubuna geçirebilmek için
misyonerlik yapılması söz konusu dönemde ortaya çıkmıştır. Bu gün de durum
bundan farklı değildir. Hıristiyan Batı devletlerinde, kendi cemaatine üye
kazanmak için birbirlerine karşı yoğun bir misyonerlik faaliyeti icra eden
yüzlerce Hıristiyan grup bulunmaktadır. Bugün misyonerlerin en yoğun
olarak faaliyet gösterdikleri bölgeler gelişmiş batılı devletler olsa
gerektir. Buna rağmen batıda çok ciddi oranda kiliseden uzaklaşma söz
konusudur. İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre, Anglikan Kilisesi
halkın %25’ini kilise üyesi olarak gösterirken ayinlere katılma oranı
%0.5’tir. Ayrıca, yetişkinlerin %44’ü, 18-24 yaşları arsındaki gençlerin
ise %70’i kendisini inançsız olarak tanımlamaktadır.[50] Başka bir ifade
ile, misyonerler dışarıda ciddi başarılar elde ederlerken kendi evlerinde
kaybetmişlerdir. Hıristiyanlıktan uzaklaşan batı toplumu daha çok
ateistleşmektedir.
Orta
Çağda iki yeni cemaat ve etkisi günümüzde de devam eden iki farklı misyon
anlayışı doğmuştur. Bu cemaatler Fransiskenler ve Dominikenlerdir.
Kardeşler olarak da adlandırılan Fransiskenler, basit ve fakirlik
içerisinde bir hayat yaşamayı ve insanlar arasında dolaşarak misyonerlik
yapmayı önermişlerdir. İnsanların verdikleriyle yaşadıkları için
dilenciler diye de bilinegelmişlerdir. Bu cemaatin kurucusu Assisi’li Aziz
Francis’tir. 1182 yılında zengin bir tüccar babanın oğlu olarak doğan
Francis genç yaşında babasının servet ve zenginliğini terk etmiş, fakir
olarak yaşamaya başlamış ve Hıristiyanları fakir, sakat, yetim ve bakıma
muhtaç insanlara yardım etmeye çağırmıştır. Ona göre misyonerliğin en
uygun yolu budur. Zira bu Mesih İsa’nın yoludur.
İslam
aleminde misyonerlik tarihi açısından en önemli şahıslardan birisi
şüphesiz Assisi’li Aziz Francis’tir. O, 1219 yılında Mısır’a yapılan
beşinci Haçlı Seferlerine katılmış, Eyyubi Sultanı Melik Kamil ile
görüşmüştür. Savaşta din anlatmanın mümkün olmayacağını, Hıristiyanlığı
anlatmanın yolunun barıştan geçtiğini ifade etmiştir. Aziz Francis,
Müslümanlar arasında misyonerlik yapmak isteyenlerin bağlı bulundukları
bölgenin din otoritesinden izin almaları gerektiğini, otoritelerin de
ancak yeterli bilgi ve misyon anlayışında olanlara izin vermelerini tembih
etmiştir. O bu tavsiyesiyle, bilgi düzeyi yüksek misyonerlerin İslam
alemine gönderilmelerini temin etmeye çalışmış olmalıdır. Aziz Francis’in
misyonerlik metodu onun şu cümlesinden anlaşılmaktadır: “Kardeşlerim,
Mesih’i tanıtmak için gittikleri yerlerde tartışmaktan kaçınmalı, sözlü
mücadelelere girmemeli, karşı tarafı yargılamamalıdır. Son derece nazik,
barışsever, mütevazı ve olabildiğince affedici olmalıdırlar.”[51]
Dominikenler ise vaaza verdikleri önem sebebiyle vaizler olarak
bilinmişlerdir. Bunlar toplumun içerisinde yaşamışlar, toplumun hayat
standardına uymuşlar, ilme önem vermişler, İncil’in ancak ilim yoluyla
anlatılabileceğine inanmışlardır. Orta Çağ üniversitelerinde görev yapan
öğretim görevlilerinin büyük çoğunluğu Dominikenlerdendir. Bu grubun esas
amacı sapıklıklara karşı Hıristiyanlığı muhafaza etmektir. Misyonerlik
anlayışlarındaki temel yaklaşımları ise Hıristiyan yapılmak istenen grubun
dilini öğrenerek onlarla etraflıca tartışabilmektir. 13. asırda çok sayıda
misyonerlerini Kuzey Afrika’ya göndermişlerdir. Dominikenlerin en önde
gelenlerinden birisi Farabi ve İbn Rüşd’ün eserlerini inceleyerek onların
Batı’da tanınmalarını sağlayan Thomas Aquinas’tır.[52] Bugün dünyada
7000’in üzerinde Dominiken vaiz ve yüzlerce rahibe grubu vardır.
Fransisken papaz sayısı ise 30.000’in üzerindedir. Sadece ABD’de yüzlerce
Fransisken cemiyet ve grup vardır. Bunlar geleneklerine uygun olarak
okullar, hastaneler, yetimhaneler ve benzeri yerlerde çalışmalar
yapmaktadırlar.[53]
Hıristiyanlık ikinci büyük bölünmeyi 16. yüzyılda Protestanlığın ortaya
çıkmasıyla yaşamıştır. Reform hareketinin başlatıcıları yahut ilk
Protestanlar olarak genellikle Martin Luther, Ulrich Zwingli ve Jean
Calvin gösterilir. Her ne kadar kopmanın geri planında birtakım sosyal ve
politik sebepler yatıyorsa da meselenin gerçek sebebi sosyal değil
teolojiktir. Onlara göre kilise organizasyonu modern Avrupa insanını
kucaklayamadığı için çökmüş, teolojik açıklamalar yetersiz kalmış ve
Hıristiyanlık asıl mesajından uzaklaştırılmıştır. Dolayısıyla
reformcuların asıl amacı da kilisenin asıl mesajına geri dönmesini
sağlamaktır. Bu dönüşün iki temel yolu vardır: Kutsal kitabın herkes
tarafından anlaşılmasını sağlamak ve Papanın otoritesini ve bu otoritenin
biçimlendirdiği geleneği reddetmek. Böylece ruhban sınıfının rehberliği
dışlanıp merkezi otoriteden uzak kalan pastoral kilise anlayışına
yönelinilmiştir. Otorite, kilisenin ve rehber din adamlarının elinden
alınarak Kutsal Kitabın aracısız anlaşılmasına ve imana devredilmiştir.
Protestanlara göre Kutsal Kitabın anlaşılması için geleneğe ihtiyaç
yoktur, herkes onu anlayabilecek kapasiteye sahiptir. Reformcular, insan
ile Tanrı arasındaki ilişkide ibadet etmek, hayır işlemek, iyilik veya
kötülük yapmaktan ziyade imanlı olmayı ön plana çıkardılar. Evharistiya ve
vaftiz dışındaki tüm sakramentleri Kutsal Kitapta olmadığı gerekçesiyle
reddettiler.[54]
Protestanlık hareketi özellikle Kuzey ve Orta Avrupa ülkelerinde hızla
yayıldı. Katolik Kilisesince tehlikeli görülen bu durum, 1618-1648 yılları
arasında yapılan Otuz yıl savaşlarının patlak vermesine yol açtı. 1648’de
Vestfalya’da imzalanan anlaşma ile sona eren bu savaşların ardından
bugünkü Avrupa coğrafyasının da temeli atılmış oldu. 16-17. yüzyıldan
itibaren çok sayıda alt gruplara ayrılan Protestan kiliseleri Ortodoks
dünyası da dahil olmak üzere hemen her yerde yoğun bir misyonerlik
faaliyeti başlattı. Lutherciler İstanbul Patriği Il. Jeremiah ile ilişki
kurdular. İstanbul Patriği Cyril Lucaris Kalvinci görüşlerden etkilendi ve
Protestanlarla temasa geçti.[55]
Katolik kilisesi, Protestanlık tehlikesinin bütün Avrupa’yı sarmasından
endişelenerek kilise içerisinde ıslahat hareketi yapmaya girişti. Bu
amaçla toplanan Trent Konsili reformcularla benzer görüşler geliştirmek
suretiyle uzlaşma yanlısı bir tutum ortaya koydu. Bununla birlikte
Katolikler Papanın bütün Hıristiyanlığın lideri olduğu fikrinden
vazgeçmediler. Karşı reform hareketi Protestanlığı asimile etme hususunda
başarısız kaldı ve iki mezhebin birbirinden daha çok ayrılmasına sebep
oldu. Fakat bu gelişme misyonerlik faaliyetlerinde çok aktif olan
Cizvitler gibi birtakım teşkilatların örgütlenmesine imkan vererek Katolik
Hıristiyanlığın Asya ve Amerika’da güçlenmesine katkı yapmıştır.[56]
16.
yüzyildan itibaren Afrika, Asya ve Amerika’da sürdürülen misyon
faaliyetleri, Avrupa disindaki Hiristiyan cografyasini belirleyen en
önemli olgudur. Özellikle Cizvitlerin önderliginde Hiristiyanlik Dogu Asya
gibi dünyanin uzak bölgesine tasinmaya baslandi. Bununla birlikte
Islamiyet’in yayilisi sonucunda Anadolu ve Balkanlar basta olmak üzere
bazi bölgelerin elden çikmasi üzerine kilise yeni misyon teknikleri
gelistirdi. Bu yeni durum, kilisenin daha örgütlü misyoner teskilatlari
kurmasina ve daha entelektüel misyonerler yetistirmesine yol açti. Akdeniz
ticaretinin Müslümanlarca kapatilmasi sonucunda yeni rotalara yönelen
Avrupali denizcilerin kesifleri, kilisenin misyonerlik yapacak yeni
bölgelerle karsilasmasina zemin hazirladi. Bu bölgeleri kesfe çikan
seyyahlar yalnizca Katolik din adamlari olmamis, özellikle Güneydogu
Asya’da basarili olan gruplar Protestanlar arasindan çikmistir.[57] Bugün
de elimizde bulunan verileri bir araya getirdigimizde Protestan
misyonerlerin sayi olarak digerlerinden çok daha fazla ve etkin
olduklarini görürüz.
Misyonerlik faaliyetlerinin zirveye ulastigi dönem sömürgeci Bati
imparatorluklari ile misyonerlerin el ele vererek çalistiklari 19.
yüzyildir. Sömürgeci imparatorluklar koloni ülkelerin vatandaslarinin
Hiristiyanlastirilmasini siyasi ve ticari emellerine ulasmanin en hizli
yolu olarak görmüslerdir. Misyonerlerle sömürgeci devletin idarecileri
birlikte çalismislar, gelismemis bölgelerin Batililarin kontrolünde
olmasinin bu bölge insaninin çikarina hizmet anlamina geldigini
islemislerdir. Hiristiyan olma batililasma olarak takdim edilmistir.[58]
Bu dönemde misyonerlik faaliyetlerinin dogrudan veya dolayli tesirleri her
zaman dinin kapsama alaninin disina tasmis; siyasi, cografi, sosyal,
ekonomik ve kültürel bakimlardan geldikleri ülkelerin lehine, gittikleri
ülkelerin ise aleyhine sonuçlar dogurmustur. 2. Dünya Savasindan sonra bu
devletler bagimsizliklarini elde edince gerçegi farketmisler, söz konusu
ülkelerde misyonerler sömürgeciligin bir uzantisi ve kolluk gücü olarak
görülmüstür.[59]
20.
yüzyilda misyonerlik misyoloji (missiology) adi altinda diger ilim dallari
gibi bir ilim dali olarak gelismistir. Yeni vaaz teknikleri
gelistirilmistir. Dünyanin her tarafinda görev yapmis önemli misyonerler
tecrübelerini ve biyografilerini kaleme almislardir. Kilise ve Misyonerlik
baslikli uluslararasi konferanslar düzenlenmis, bunlarin hepsi de
misyonerlik metotlarinin gelistirilmesine yardim etmistir. Insanin bir çok
özelligi ve ihtiyaci oldugu göz önüne alinmistir. Insanin ruhi hayatina
hitap ederken maddi hayatina da hitap etmek gerektigi, bir misyonerin
insanlari Tanri’ya çagirirken onlarin fiziki ihtiyaçlarini da dikkate
almasi gerektigi önemli bir misyonerlik metodu olarak ortaya konulmustur.[60]
Günümüzde kullanilan misyonerlik metotlarina geldigimizde, artik belirli
birkaç metottan söz etmek yeterli degildir. Yukarida anlatmaya
çalistigimiz, tarih boyunca tespit edilen metotlarin tamami
kullanilmaktadir. Bunlara ilave olarak günümüz sosyal ve teknik
sartlarinin ortaya çikardigi yeni durumlarda misyonerlik için
kullanilmaktadir.
a)
Günümüzde Misyonerlerce Kullanilan Teknik ve Metotlar
Avrupa
veya Amerika’ya ögrenci olarak giden kisiler misyonerlerin faaliyetlerine
en fazla muhatap olan kisilerdir. Çogunlukla bizim teblig anlayisi olarak
gördügümüz bir metotla bu ögrencilere yaklasilmakta ve yaptiklari
yardimlarla kendilerini ve dolayisiyla dinlerini onlara sevdirmeye
çalismaktadirlar. Misyonerlerin buralardaki muhataplari kültürlü, egitimli
ve kimligi oturmus kisiler oldugu için dinlerinden bahsetmeden gerekli her
türlü yardimi yapmaktadirlar. Ögrenci olarak buralarda bulunan herkes konu
ile ilgili mutlaka çesitli tecrübeler yasamistir. Doktora ögrencisi olarak
Amerika’da bulunmus Ilahiyat Fakültesi Ögretim Üyesi Mustafa Köylü’nün
konu ile ilgili olarak yasadiklarini aktardigi makalesi konuyu yeterince
açiklamaktadir. Söz konusu makalede yazar, kendisinin ve ailesinin dil
ögreniminde, adli problemlerinde, ev esyasi temininde, hastahane ve dogum
islerinde ve arabalarinin tamiri konularinda kiliseden gördükleri
yardimlari söz konusu etmekte ve oralarda yapilan misyonerligi ortaya
koymaktadir. [61]
Biz de
Ingiltere’deki egitimimiz süresince baska ülkelerden, özellikle Islam
ülkelerinden gelen ögrencilerin aileleriyle misyonerlerin yakindan
ilgilendiklerine, fakültelerle is birligi içerisinde aile programlari
düzenlediklerine, evleri ziyaret ettiklerine, çocuklar için getirdikleri
hediyelerle onlarin gönüllerine girmeye çalistiklarina, dersler
dolayisiyla son derece yogun olan ögrencilerin aileleri için çesitli
kurslar düzenlediklerine, kendi ülkelerine dönen bu ögrencileri kendi
ülkelerinde de ziyaret ettiklerine sahit olduk. Evimize, orada kaldigimiz
iki yil boyunca her cumartesi saat 10.30’da gelmeyi hiç ihmal etmediler.
1.5 saat kadar süren sohbetlerimiz bizim yabanci dilimizi gelistirmemize
gerçekten çok yardimci oldu. Ilahiyatçi ve din görevlisi oldugumuzu bile
bile, kendilerine göre yaptiklari hizmetlerini bir kez bile aksatmadilar.
Yukarida da belirttigimiz gibi oralarda kullanilan metot daha çok teblig
metodudur. Gerekirse dini konular müzakere edilmektedir. Ancak misyonerler
her zaman ve her yerde böyle çalismamaktadirlar. Baska bir dinler
tarihçisi akademisyenin bizzat gördügü bir hadise bunu teyit etmektedir.
O, Türkmenistan’in içme suyu bulma problemi yasanan Gözleve kentinde
misyonerlerin oradaki bir caminin bahçesine oturarak halkin Hiristiyan
olmasi karsiliginda kuyu açabileceklerini söylediklerine sahit olmustur.[62]
Günümüzde özellikle Katolik kilisesince kullanilan en belli basli
misyonerlik metotlari sosyal adalet projesi, inkültürasyon ve diyalogdur.
Kilise, dünyanin gelismemis olan ve dünya nüfusunun yarisindan fazlasini
kapsayan, açlik, fakirlik ve sefalet içinde yasayan ülkelerin içinde
bulundugu durumdan faydalanma yoluna gitmistir. Sözkonusu ülkelerde
yasayan insanlarin sosyal ve ekonomik problemleriyle ilgilenme adina, bu
faaliyetleri Incil’i yayma projesiyle irtibatlandirmis ve yeni bir misyon
stratejisi gelistirmistir. Fakir ülkelerin problemleri ve borçlari konusu
kilise yetkililerince her platformda dile getirilmektedir. 2000 yili
dolayisiyla en fazla islenen sosyal konu bu olmustur. Gelismis devletlerin
baskanlarinin toplanti yaptiklari hemen her yerde gösteriler organize
edilmektedir. 1998’de Birminghamda yapilan G-8 liderlerinin zirvesi
sirasinda fakir ülkelerin borçlarinin silinmesi talebiyle kilise
tarafindan organize edilen program ve gösterilere bizzat sahit olduk.
Papaligin girisimleri sonucu Italya tarafindan 41 fakir ülkenin 6 milyar
dolar tutarindaki borcunun silindigi de bilinmektedir.[63] Bu
faaliyetlerin ve Italya tarafindan yapilan jestin söz konusu ülkelerde
görev yapan misyonerlerin islerini ne kadar kolaylastirdigini tahmin etmek
güç degildir.
Katolik Kilisesi’nin II. Vatikan Konsili vasitasiyla açikladigi yeni
misyon anlayisinin bir digeri inkültürasyondur. Inkültürasyon, Incil’in
mesajini Hiristiyan olmayan ülkelerin kültürlerine sokma demektir. Bir
baska ifadeyle, Hiristiyanligin mesajini ve hayat tarzini diger kültürlere
uygun sekilde adapte etme çalismasi anlamina gelmektedir. Yukarida da
genisçe ifade etmeye çalistigimiz gibi Kilise ile diger milletler ve
kültürler arasinda irtibat kurma düsüncesi kilisenin kurulusuna, Pavlus’a
kadar gider. Pavlus’un Hiristiyanligi Yahudi olmayanlara da ulastirmaya
karar vermesi, Incil ile diger kültürler arasindaki iliskinin baslangiç
noktasidir. Bundan sonra Kilise, iliskinin adi, metodu ve sekli degismis
olsa da, kültürlere nüfuz etme gayretini devam ettirmistir. Ancak,
Hiristiyanligin çesitli kültürlere adaptasyonu anlaminda inkültürasyon
kavraminin kullanilmaya baslanmasi oldukça yenidir.[64] Incil mesajlarinin
diger kültürlere adaptasyonu için neredeyse hiçbir sinir taninmamaktadir.
Hatta Incil ögretisine ters olan bazi hususlar bile bu baglamda
kullanilmistir. Afrika’da putperest kabileler arasinda yapilan
çalismalarda atalara tapma ve çok evlilik gibi Hiristiyanlikta bulunmayan
hususlar muhatap toplumla ortak zemin bulmak, onlarin tepkisini bertaraf
etmek için bu hususlarin Hiristiyanlikta var oldugu imajini vermislerdir.
Zaire’de bir cemaat olarak kurulan ‘Atalarimizin Tanrisinin Kilisesi’ buna
güzel bir örnektir.[65] Bu sekilde kilise kurulduktan sonra orada
toplananlara yavas yavas Hiristiyanlik empoze edilecektir.
Katolik Kilisesi’nin II. Vatikan Konsili vasitasiyla açikladigi yeni
misyon anlayisinin üçüncü temel alanini diyalog faaliyetleri olusturur.
Diyalog hem sosyal adalet çalismalari yoluyla Incil’in tebligi, hem de
Incil ile kültürler arasinda kurulacak irtibatin vazgeçilmez bir
vasitasidir. Dolayisiyla, Kilise’nin misyon anlayisinda ayri bir yeri
vardir. Bir baska ifadeyle, hem Kilise’nin toplumlari Incil’e göre yeniden
insa etme süreci, hem de kültürlere girme süreci bir diyalog süreci içinde
gerçeklesmektedir.[66] Dominus Iesus ve Redemptorios Missio gibi önemli
Papalik genelgeleri basta olmak üzere pek çok genelgede Kilise diyalogun
çagdas misyonerlik anlayisinin vazgeçilmez bir parçasi oldugunu açikça
ortaya koymaktadir.[67]
20-24
Eylül 2000 tarihleri arasinda Hindistan’in Bangalore sehrinde yapilan
Hindistan Katolik Kilisesi Ulusal Toplantisinda Halklari
Hiristiyanlastirma Konseyi Baskani Kardinal Josef Tomko, modern
misyonerlik hakkinda; “Bugün misyonerlik bir realite olup hem zengin hem
de dinamik bir husustur. Modern misyonerligin sayisiz elemanlarindan
bazilari sunlardir: sahitlik, diyalog, ilan, dini ögretim, dine döndürme,
vaftiz etme, kilise cemaatine adapte etme, kilisenin kurumlastirilmasi,
inkültürasyon ve temel insan tesviki. Bunlardan bir kismi beraberce
uygulanirken diger bazilari da Hiristiyanlastirma isleminin tamamlanmasi
için onlari takip eder. Kilise sahitligini ortaya koyma, diyalog, vaaz
etme, Hiristiyanlastirma faaliyetini kültürler içerisine yerlestirme (inkültürasyon)
vb. faaliyetlerle Incil’i ilan etme hakkindan kesinlikle vazgeçemez”
demistir.[68] Burada sayilanlar tarih boyunca gelistirilen misyonerlik
usullerinin hemen hepsini kapsamaktadir. Gerek teblig, gerekse degisik
usullerle duruma göre misyonerlik yapilmasi günümüz misyonerliginin en
önde gelen özelligidir.
Ülkemizde misyonerlikten söz açildiginda bazi kimseler, özellikle Diyanet
Isleri Baskanliginca basta Avrupa ülkeleri olmak üzere çesitli dis
ülkelere din görevlisi gönderildigini ileri sürerek, gönderilen din
görevlileriyle ülkemize gelen misyonerlerin sonuçta ayni hizmeti
yürüttüklerini ileri sürmektedirler. Oysa durum böyle degildir.
Türkiye’den gönderilen din görevlileri gittikleri ülkelerdeki Türk
toplumuna din hizmeti vermek üzere oradadirlar. Fakat misyonerler
gittikleri ülkelerdeki Hiristiyan cemaate hizmetten öte o ülke halkinin
tamamini Hiristiyanlastirmak gayesiyle gitmektedirler. Kardinal Josef
Tomko, yukarida bahsedilen konusmasinda Hindistan’i örnek göstererek,
“Hindistan’da görev yapan papazlar sadece buradaki 16 milyon Katolik ile
mesgul olmamali, Hiristiyan olmayan 1 milyar insani Hiristiyanlastirmak
için çalismalidir” diyerek aramizdaki farki birinci elden ortaya
koymaktadir.
Yukarida da arz etmeye çalistigimiz gibi, Islam dünyasi Hiristiyan
misyonerlerin her zaman ulasmak istedikleri en önde gelen cografya
olmustur. Islam ülkelerinin bulundugu bölge, bir baska ifade ile Ortadogu,
‘dünya misyonerliginin kara deligi’ olarak tanimlanmistir.[69] 90’li
yillar, teknolojik imkanlarin da yardimiyla, misyonerlerin Islam alemini
yogun bir misyon akimina tuttuklari yillardir. Misyonerlerin Latin
Amerika’da elde ettikleri basari, özellikle Sovyetler Birliginin
dagilmasindan sonra onlari bu bölgede çalismaya tesvik etmistir. Islam
aleminde milli ve dini kimlik arasindaki bagin kuvvetli olmasi ve bazi
ülkelerde irtidatin yasak olmasi veya hos karsilanmamasi gibi sebeplerle
Hiristiyanlasma yogun olmamistir. 1990’li yillarda misyonerler Islam
alemini misyonerlik için “son sinir” olarak görmüslerdir. Misyonerlerin
kendi tabirleriyle “10/40 Penceresi” olarak isimlendirdikleri bölge, Kuzey
Yarimkürenin 10-40. paralelleri arasinda kalan bölgesidir. Bu bölgenin
büyük bölümünde Islam ülkeleri vardir. Günümüzde en yogun misyonerlik bu
bölgelerde gerçeklestirilmektedir. Tüm misyonerlik cemiyetleri 10/40
penceresine misyoner yerlestirme gayreti içerisindedir. Yogun misyonerlik
çalismalarinin neticesinde son 25 yilda Hiristiyanliga geçen kisi
sayisinin daha önceki 1400 yilda Müslümanliktan Hiristiyanliga geçenlerin
sayisindan fazla oldugu kaydedilmektedir.[70]
Misyonerlik faaliyetlerinin yapildigi Islam ülkelerinin çogunda, Batili
ülkelerin buralarda bulunan diplomatik misyonlari direkt olarak isin
içerisindedir. Bazi ülkelere giris zor oldugu için misyonerler diplomatik
pasaport ile oralara girmekte ve dokunulmazlik zirhindan istifade
etmektedir. Bunlar çogu kere bilinmesine ragmen sözkonusu devletlerin
uluslararasi iliskilerdeki rolleri nedeniyle göz yummak mecburiyeti hasil
olmaktadir. Bu bölgelerde din degistirmenin hos karsilanmamasi veya
kesinlikle yasak olmasi misyonerler için büyük bir engeldir. Bu engeli
asabilmek için özellikle Amerika’li misyoner gruplari, Kongrede yaptiklari
lobi faaliyetleriyle Islam ülkelerinde bulunan kilise ve Hiristiyan cemaat
için “Zulüm altindaki kilise” tabirini yerlestirmislerdir. Lobi
faaliyetleri neticesinde ABD Hükümeti, Din Özgürlügü Komisyonu’nu
kurmustur. Komisyonun öncelikli isi zulüm gören Hiristiyanlara dikkat
çekmektir.[71] Böylece sözkonusu devletler, uluslararasi örgütler ve dünya
kamuoyu karsisinda sikintiya sokulmaktadir. Sikintidan kurtulmanin yolu
misyonerlere her kapiyi açmak ve onlarin çalismasina destek olmak, en
azindan engel olmamaktir. Geçmiste Osmanli Imparatorlugu bu sikintiyi en
çok yasayan devletti. Ne zaman Batili devletlerle masaya otursa gündemin
birinci maddesini Hiristiyan azinliklar konusu teskil ediyordu. Bu gün de
ABD, AB, BM ve diger bazi uluslararasi organlar dünya ülkeleri hakkinda
insan haklari raporlari hazirlamakta, bu raporlarda o ülkelerde yasayan
Hiristiyanlarin durumlari hakkinda bilgi vermektedirler. Ferdi hadiseler
de dahil misyonerlerle alakali sikintilar, (tutuklanma, sinir disi edilme
vs.) tüm inceligine kadar zikredilmekte, sözkonusu ülke dini
hosgörüsüzlükle suçlanmaktadir.[72]
Esas
olarak ekonomik bir birlik olan Avrupa Birliginin üçüncü ülkelerde din
hürriyeti konusunu takip ettigi, iliski kurulan ülkelerde insan haklarinin,
bu baglamda din hürriyetinin korunmasina özen gösterdigi ve iliskilerin
gelistirilmesi için bunu bir sart olarak öne sürdügü Birligin bilinen bir
politikasidir. Is birligi yaptiklari ülkelerdeki Hiristiyan ve
misyonerlerin durumlarini takip ettigini bir Islam ülkesi olan Özbekistan
örneginde açiklamak istiyoruz. AB Özbekistan ile yaptigi görüsmelerde bu
ülkedeki insan haklari ve din hürriyeti konularini takip ettigini ve bunu
önemli buldugunu açikça dile getirmistir. Bir AB Milletvekilinin yazili
sorusuna AB Komisyonu tarafindan verilen cevap, konuyu açikça ortaya
koymaktadir. Konseye yöneltilen soru önergesinde; Özbekistan’daki insan
haklari uygulamasi ve özellikle Hiristiyanliga dönenlerin durumlarinin
takip edilip edilmedigi ve bu konuda Özbekistan hükümetine bir yaptirimda
bulunulup bulunulmadigi sorulmaktadir. Komisyon, sözkonusu soruya;
Özbekistan’daki insan haklari uygulamalarinin Konsey tarafindan takip
edildigi ve Özbek otoritelere iletildigi seklinde cevap vermistir.[73]
Ayrica,
13 Eylül 1999 tarihinde Taskent’te yapilan I. AB - Özbekistan Isbirligi
Toplantisinda; AB, din hürriyeti ve özellikle Özbekistan’in Hiristiyanlara
karsi olan kötü tutumunun kendilerini direkt olarak ilgilendirdigini ifade
etmistir. Aralarinda yaptiklari ortaklik ve isbirligi antlasmasinin geregi
olarak, Özbekistan’dan din hürriyetine saygi göstermesi istenmistir. AB
ayrica, Özbekistan’daki insan haklari uygulamalarini her yönden takip
edecegini ve konuyu Özbek yetkililere devamli olarak iletecegini de
bildirmistir.[74]
Yukarida yer alan ifadelerden, baska ülkelerde yasayan Hiristiyanlarin
durumlarinin AB tarafindan takip edildigi anlasilmaktadir. Bütün bunlardan
Avrupa Birliginin dünyada yürütülen misyonerlik faaliyetlerini takip
ettigi ve üzerine düseni yapma gayretinde oldugu sonucunu çikarabiliriz.
Bu sekilde misyonerlik faaliyetlerine yardimci olunmakta, misyonerlerin
karsilastiklari problemler ortadan kaldirilmaya çalisilmaktadir. Bunu da
misyonerligin yeni bir metodu olarak tanimlamak mümkündür.
b)
Misyonerlerin Müslümanlara Karsi Uyguladiklari Bazi Metotlar
Müslümanlari da Hiristiyanlastirma düsüncesi baslangiçtan beri
misyonerlerin gayelerinden birisi olmustur. Bunun için çesitli çalisma
metotlari gelistirilmis ve taktikler uygulanmistir. Kongrelerin birinde;
Islam dünyasindaki tasavvuf ve tarikat anlayisi ve bu anlayislara olan
baglilik üzerinde durulmus, seyhlerin veya ileri gelen müritlerin
kandirilarak misyon faaliyetlerine alet edilebilecegi, onlari yaniltmak ve
bu gayeye ulasabilmek için de eleman yetistirip bu teskilatlara sokmanin
en uygun yol olabilecegi kanaatine varilmistir. [75] Çünkü açik
düsmanligin, ayniyle mukabele görmesi kaçinilmazdir. Bu konuda en tesirli
silah, ondan gözükerek, sinsice yapilanidir. Tarihte en tesirli propaganda
yolu da bu olmustur. Burada misyon metodu olarak kabul edildigi belirtilen
husus din tebliginden çok bir casusluk faaliyeti planina benzemektedir.
Islam
ülkelerinde görev yapan misyonerler yukarida arz etmeye çalistigimiz,
diger bölgelerde uygulanan metotlari uygulamislar ve bu cografyaya mahsus
daha baska bazi metotlar da gelistirmislerdir. Islam aleminin çesitli
bölgelerinde misyoner olarak görev yapmis olan Charles D. Egal’in
‘Müslümanlar Arasinda Misyonerlik’ baslikli makalesi günümüzde Islam
aleminde görev yapan misyonerlerin metotlarini anlatmasi bakimindan son
derece çarpicidir. Egal söz konusu makalesinin ‘Kuran’in Misyonerlikte
Kullanilmasi’ basligi altinda sunlari söylemektedir: “Kuran’in
misyonerlikte kullanilmasi hususunda bir çok tavsiye bulunmaktadir.
Günümüzde bir çok misyoner Müslümanlar arasinda görev yapanlara Kuran’in
Isa hakkindaki ögretileriyle ise baslamayi önermektedir. Bu ögretiler
Isa’yi methetmekte oldugundan muhatap biraz daha fazla bilmek
isteyecektir. Incil onun bu istedigine cevap verecektir. Kuran’in Isa’yi
Kelimullah olarak vasiflandirmasi arastirilacak bir konu olabilir. Burasi
da Incil ögretisiyle cevaplandirilir. Bu konularda Incil üzerinde yapilan
çalisma muhatap Müslümanin ilgisini artiracaktir. Üzerinde çalisilacak
diger bir konu peygamberlik ve Isa’nin nasil bir peygamber oldugu
konusudur. Hiristiyanlar genellikle Isa’nin peygamber olusunu gözardi
ederler ancak peygamberlik Islam’da temel bir öneme sahiptir. Kuran’in
peygamber ögretisi Incil’in ögretisine çekmek için araç olarak kullanilir.
Kuran’in Allah’i merhamet edici ve affedici olarak vasiflandirmasi Incil
ile Müslümanlar arasinda köprü olabilecek bir baska noktadir. Yeni
Hiristiyan olanlarla yapilan ayinlerde Kuran’in bazi bölümleri tipki ilahi
veya siir okunur gibi okunabilir. Onun burada kullanilmasi vahiy oldugunu
kabul etme anlamina da gelmez. Hiristiyan teoloji açisindan da yanlis bir
unsur barindirmayan hatta dogru olan Fatiha Suresinin okunmasi
önerilebilir. Benzeri diger surelerde ayinde kullanilabilir.”[76]
Yukarida ifade edilenlere göre misyonerler bulunduklari ortamda ortak bir
zemin bularak oradan baslamayi tercih etmektedirler. Burada Aziz Pavlus’un
yaptigi gibi “ondan görünme” yolu da açik görünmektedir. Anlatilan
hususlar, muhatabi planli olarak, adim adim kendi sahasina çekme
projesidir. Yapilan tavsiyeler özellikle dini bilgisi az olan kimseler
için kurtulmasi zor bir tuzagi andirmaktadir. Zaten Islam dünyasinda ve
ülkemizde misyonerler böyle kimseleri seçmekte, Hiristiyan olanlar da
böyle kisiler arasindan çikmaktadir.
Misyonerlerin Islam dünyasinda uyguladiklari önemli bir diger misyon
metodu da, müstesrik yetistirerek gerek Islam ülkelerindeki çesitli
seviyelerdeki okullarda, gerekse Bati üniversitelerinde Islam ile alakali
olumsuz görüsler imal etmeye çalismaktir. Bu metot kendini anlatmaktan
ziyade karsisindakini kötülemek üzerine kurulmustur. Müstesriklerce imal
edilmis bazi fikirler sunlardir: Islam maddi bir din olup onda ruhiyat
yoktur. Dünyaya çagirir, sevgi, muhabbet ve nefis temizligine çagri
yoktur. Savas dinidir, kendinden olmayanlara düsmanlik yapmayi ögütler.
Çok evlilige müsaade eder.[77] Ayrica, Islam’in ana kaynaklari olan Kur’an
ve Hadis etrafinda süphe olusturmaya çalisirlar.
Islam
ile alakali yazan, arastiran Hiristiyanlar asirlardir var olmustur.
Özellikle 20. yüzyilin ikinci yarisindan itibaren bu sayi kat kat
artmistir. Bugün yüzlerce Avrupa ve Amerika üniversitesinde Islam
arastirmalari bölümü bulunmakta, bu bölümlerde binlerce müstesrik görev
yapmakta ve Islam aleminde misyonerlik yapacak Hiristiyanlarin yaninda on
binlerce Müslüman ögrenci de bu bölümlerde egitim görmektedir. Papaligin
da 1926 yilinda kurulmus, oldukça büyük ve son derece zengin imkanlari
olan, Islam Arastirmalari Enstitüsü bulunmaktadir. Bizzat ziyaret etmis
oldugumuz enstitüde daha çok Islam devletlerinde görev yapacak papazlar
yetistirilmektedir. Bazi Islam ülkelerinden Müslüman ögrencilerin de
ögretim gördügü enstitünün 1999-2000 ögretim yilinda toplam ögrenci
sayisinin 1430 oldugu düsünülürse yapilan faaliyetin büyüklügü rahatça
ortaya çikar. Papalik Dinlerarasi Diyalog Konseyi ile müsterek çalisan
Enstitü ülkemizde de iyi bilinen Encounter ve Islamochristiana adli
akademik dergileri de çikarmaktadir.[78]
Burada, iki yil boyunca önce dil kurslari, daha sonra da mastir çalismasi
yapmis oldugum Birmingham Üniversitesi bünyesinde bulunan Selly Oak
College’den bahsetme ihtiyacini duyuyorum. Adi geçen kolejin Islam
Arastirmalari ve Hiristiyan Müslüman Diyalogu, Westhill Koleji, Dogu
Dinleri, Sosyal Çalismalar vb. bir çok bölümü bulunmaktadir. Kolejin hem
Ingilizce Dil Kurslari hem de Islam Arastirmalari bölümlerinde birlikte
ders aldigimiz çok sayida misyoner vardi. Çesitli ülkelerden dünyanin
degisik bölgelerine misyonerlik yapmak üzere gidecek din adami, doktor,
hemsire, ögretmen, mühendis, gazeteci, baris gönüllüsü gibi degisik
mesleklerden çok sayida insan burada dil ögreniyorlardi. Misyonerlik
bölümlerinde dersler genelde katilanlarin müsahedelerini anlatmalari veya
çesitli bölgeler için yazilmis raporlarin ve çesitli metotlarin müzakeresi
seklinde isleniyordu. Islam Arastirmalari bölümünde de Müslümanlar
arasinda çalisacak olanlar önce Islam dinini ögreniyorlar, daha sonra da
Islami konularda mastir ve doktora çalismalari yapiyorlardi.
Selly
Oak College’de misyonerlik egitimi almak amaciyla gelenler için, gerçekten
en ince ayrintilarina kadar her sey düsünülerek çesitli imkanlar
hazirlanmistir. Bekar olanlar için pansiyonlar, evliler için daireler
mevcut olup, zamanin egitime ayrilmasini temin için adaylara yemek,
çamasir yikama, ütü vb. her türlü hizmet verilmektedir. Küçük çocuklar
için kres, yetiskinler için okul, Ingilizce bilmeyen es ve çocuklar için
özel ögretmenler esliginde Ingilizce dil kurslari düzenlenmektedir.
Görevliler mahalli kilise ve misyonerlik cemiyetleriyle tanistirilmakta,
yaptirilan çesitli görevlerle görevlinin tecrübesi ve kendine güveninin
artmasina yardim edilmektedir. Dünyanin bir çok ülkesinden gelen çok
sayida ögrencinin katilimlariyla gerçeklestirilen dini, ilmi ve kültürel
faaliyetlerle elemanlarin kültürleri artirilarak çogulculuk adeta orada
yasatilmaktadir. Bu imkanlara ilave olarak egitime alinan misyonerlerin
çesitli yerleri gezip görebilmelerini temin için her hafta sonu
seyahatler, aksamlari sinema ve tiyatro programlari düzenlenmektedir.[79]
Kolejde bulundugum süre içerisinde en çok gipta ettigim husus da Almanya,
Fransa ve Isviçre gibi Avrupa’nin en gelismis ülkelerinden Hiristiyan din
görevlilerinin ve bilgisayar mühendisi, doktor vb. bazi önemli meslek
erbabinin Papua Yeni Gine, Mozambik ve Tanzanya gibi dünyanin en geri
kalmis ülkelerine en az 6 yillik bir süre için gönüllü olarak gitmeyi
kabullenmis olmalaridir. Kiliseler bu konuda kimseyi mecbur etmemekte,
yani misyonerlik için degisik ülkelere gitme durumu onlarin
sözlesmelerinden kaynaklanmamakta, sadece bu kisilerin kendi arzulariyla
gerçeklesmekte, gitmek için kendileri basvuruda bulunmaktadirlar.
Isin
içinde maddi bir çikar olup olmadigini ögrenmek için kendi ülkelerindeki
ve gittikleri yerlerdeki maas durumlarini sordum. Almanya’da pastörlerin
(Protestan papaz) en iyi maas alan grup içerisinde olduklarini (yaklasik
6500 Alman Marki), gittikleri ülkelerde ise bu maasin yariya (3500 Marka)
düsecegini ögrendim. Aileleriyle birlikte hayat sartlarinin çok zor oldugu,
bazilarinda içecek suyun bile zor bulundugu ülkelere gönüllü olarak
gitmenin samimiyetten baska izahini bulamadim. Yasi 60’i geçmis, 6
çocugunu Belçika’da birakarak Uzakdogu ülkelerine giden ve 17 yil oralarda
çalisan bir misyonerin özveri dolu maceralarini dinlerken dogrusu baska
bir izah bulmakta zordu.
Günümüzde teknik imkanlarin artmasina paralel olarak misyon metotlari ve
aletleri de artmis bulunmaktadir. Mahalli, bölgesel, ulusal veya
uluslararasi yayin yapan ne kadar televizyon ve radyo kanalinin
Hiristiyanlik propagandasi yaptigini kestirmek bile mümkün degildir.
Kiliselerce hazirlanan programlardan bazilarinin ülkemizde bile
gösterilmis oldugunu düsünürsek bunun boyutlarini tahmin edebiliriz.
Ayrica, 24 saat Hiristiyanlik anlatan Kaliforniya merkezli TBN EUROPE
televizyonu misali uluslararasi yayin kuruluslari mevcuttur. Internet’te
Hiristiyanlikla ilgili binlerce site vardir. Herhalde Hiristiyanlik
hakkinda bilinmesi gerekenlerin tamamini internet sitelerinde bulmak
mümkündür. Internet baska bir ifadeyle e-ticaret bile misyonerligin
hizmetine sokulmustur. Kurulan bir site ile basta hediyelik esya olmak
üzere çesitli mamuller satisa sunulmus, buradan elde edilecek gelirin her
kurusunun misyonerlik faaliyetlerini desteklemek amaciyla kullanilacagi
not düsülmüstür.[80]
Misyoner cemiyetleri Hiristiyanligin mesajini tüm dünya insanlarina
ulastirma hedefini yerine getirirken hiçbir toplum katmanini atlamamis,
tamamina ulasmanin yollarini bulmuslardir. Örnegin; Katolik Kilisesi
‘Çocuk Misyonerlik Cemiyeti’ni çoktan kurmus, 1993 yilinda küçük
misyonerlerin dogusunun 150. yili kutlanmistir. Hedef, çocuklarin dine
bagli olarak yetismelerini temin etmek, egitimlerine katkida bulunmak ve
çocuklarin yapabilecekleri çalismalardan istifade etmek olarak açiklanmis,
her bölgenin benzeri cemiyetler kurmasi tavsiye edilmistir.[81]
Toplumlarda çogu kere kendilerine hizmet götürülmesi unutulan veya gözardi
edilen görme, isitme ve konusma engelliler gibi özürlü kimseler Hiristiyan
cemaatler tarafindan unutulmamis olup, onlara da ulasmanin yollari
bulunmustur. Onlarla ilgili çesitli metotlar gelistirilmistir.[82]
Bütün
bu faaliyetler insana her seyden önce, bu isin hangi imkanlarla
yürütüldügünü, bu kadar çok isin hangi kaynaktan beslendigini
düsündürmektedir. Konuyu Katolik Kilisesi yönünden ele alirsak, bir
zamanlar Avrupa’nin tek kilisesi olan ve tüm kitayi idare eden kilisenin
elinde çok büyük topraklar vardi. Bugün bu yerlerin çogu meskun yerler
olup kira getiren mülkiyetler haline gelmistir. Kilise kendi belgelerinde
bile 18-19. yüzyillarda yani sömürgecilik çaginda misyonerlik faaliyetleri
için paranin Avrupa devletlerinden geldigini itiraf etmekte, ancak modern
devletlerin artik yardim etmediklerini, misyonerlik masraflarinin halktan
gelen paralarla karsilandigini ifade etmektedir.[83]
Avrupa
ve Amerika’da kiliseye üye olan Hiristiyanlardan kilise vergisi
alinmaktadir. Muhtemelen bugün tüm kiliselerin en önemli gelir kaynaklari
bu vergilerdir. Gönüllü bagislar ve kilise adina vakfedilmis mülkler de
ciddi bir gelir kaynagidir. Ayrica, geliri misyonerlik çalismalarinda
kullanilmak üzere bir takim ticari faaliyetler de yapilmaktadir. Ayinlere
katilmis kimselerin bilecegi gibi, hemen her ayinden sonra özellikle
misyonerlik cemiyetleri için toplanan paralar da iyi bir gelir kaynagi
olmalidir. Selly Oak College’de ögretim üyesi olarak görev yapan bir
papazin kilisesinde ayine katildigimizda orada ayinden sonra para
topladiklari zaman hocamiz olan papaz çok utanmisti. Bizden Islam
ülkelerinde böyle bir usulün olup olmadigini sordu ve var oldugunu
ögrenince rahatladi. Utanmis olmasina ve bizim de haberli olarak katilmis
olmamiza ragmen bir ayinde bile, yani bir hafta bile bagis toplama isine
ara vermeyecek kadar bu ise önem vermektedirler. Yukarida da bahsettigimiz
gibi teknik imkanlardan yararlanilarak yeni gelir yollari bulunmaktadir.
Örnegin kurulan bir web sitesi ile basta hediyelik esya olmak üzere
çesitli mamuller satisa sunulmus, buradan elde edilecek gelirin
misyonerlik faaliyetlerini desteklemek amaciyla kullanilacagi
belirtilmistir.[84]
Ülkemizde yapilan misyonerlik faaliyetlerinin en çok bilineni kapi kapi
dolasarak Incil, Hiristiyanlik ve Hz. Isa ile ilgili kitaplarin
dagitilmasidir. Son günlerde misyonerlerce milyonlarla ifade edilen
adetlerde Incil dagitildigi haberleri gazetelerde yer almistir. Bunlarin
disinda çesitli yayinlar dagitma, mektupla Incil kurslari düzenleme gibi
etkinlikleri devam etmektedir. Internetin yayginlasmasiyla birlikte web
siteleri yolu ile propaganda yapmaya agirlik verdikleri de görülmektedir.
Müjde FM ve Radyo Kumru gibi çesitli radyo istasyonlarindan da Türkçe
Hiristiyanlik propagandasi yapilmaktadir.
5.
Sonuç
Misyon, icra edilis metodu açisindan günümüze kadar çesitli dönemler
geçirmistir. Hz. Isa’nin metodu bir teblig metodu olup hedef kitle de
Yahudilerken, Pavlus’un ögretisiyle Hiristiyanlik baska bir sekle girdigi
gibi misyonerlik de degismis, evrensellesmistir. Misyon kelimesi tek
kelime ile ifade etmek gerekirse “Hiristiyanlastirma” anlamina
dönüstürülmüstür.
Pavlus’tan sonra Kilise, en büyük görevi ve varolus sebebi olarak gördügü
misyonerligi, ondan aldigi sekliyle devam ettirmistir. Kilisenin
geleneksel misyon anlayisi, zamana ve sartlara göre, metod ve uygulama
açisindan bazi farkliliklar göstermistir. Zamanla, misyon faaliyetlerinin
daha planli ve kurumsal biçimde gerçeklestirilmesi gerektigi fikri agirlik
kazanmistir. Bu ihtiyaci karsilamak üzere Katolik Kilisesi ‘Halklari
Hiristiyanlastirma Konseyi’ni kurarken diger Hiristiyan kilise ve
cemaatleri de çok sayida misyon cemiyetleri teskil etmislerdir. Bu gün
misyonerlik faaliyeti yapmak amaciyla kurulmus bulunan cemiyetlerin sayisi
binlerle ifade edilmektedir.
Kilise, dolayisiyla misyonerlik kurumu dünyada meydana gelen gelismelerden
de etkilemistir. 18-19. yüzyillarda sömürgecilik anlayisi sebebiyle altin
çagini yasarken 20. yüzyilda yasanan materyalizm felsefesi dolayisiyla
basta Bati’da sikinti çekmistir. Modernizm, sömürge altindaki ülkelerin
bagimsizliklarina kavusmasi, bilimsel ilerlemeler, sosyal problemler,
ahlaki çöküntü, dine olan ilginin iyice azalmasi gibi faktörlerin ortaya
çikmasi misyonerlik çalismalarina sekte vurmus, ancak kiliseler teknolojik
gelismelerin de yardimiyla gelistirdikleri yeni misyon anlayislari ve
metotlariyla problemlerini çözerek yollarina devam etmislerdir. Bugün
itibariyla dünyanin ulasilmadik hiçbir yerini birakmamislardir.
Günümüzde son derece sistematik, egitime ve bilgiye dayanan bir misyon
anlayisi mevcuttur. Misyoloji bir bilim dali olarak dünyanin önemli bazi
üniversitelerinde gelisimini devam ettirmekte, akademisyenlerce elde
edilen bilimsel veriler de misyonerler tarafindan uygulamaya konulmaktadir.
Din ve vicdan hürriyetinin çok önemli görüldügü ve bundan en çok
misyonerlerin yararlandigi günümüzde bu faaliyetleri yasaklamak veya
polisiye tedbirlerle engellemek mümkün degildir. Misyonerlik
faaliyetlerine karsi koymanin yolu egitimden geçmektedir.
Misyonerlerin ülkemizde özellikle Islami iyi bilmeyen gençler üzerinde
çalismalarini yogunlastirdiklari ve bu alanda basarili olduklari gerçegi
göz önünde bulundurularak basta genç neslin egitimine önem verilmelidir.
Hiristiyanlik ve misyonerlikle ilgili dokümanter programlar hazirlanarak
halkin istifadesine sunulmalı, konferans, panel vb. faaliyetlerle
misyonerlik çalismalarina karsi halk bilinçlendirilmelidir. Milli birlik
ve beraberligimizin devami için gençlerimizin dini ve milli kimliklerini
iyi tanimalari ve benimsemelerinin önemi gözardi edilmemeli, basta aile
olmak üzere, Milli Egitim, üniversite, medya ve diger kurumlar konuya
sorumluluk bilinci içerisinde yaklasmalıdır.
[1]
Kilise teriminin; 1-Hiristiyan cemaat, 2-Katolik, Ortodoks vb. mezhep veya
grubun kurumu, 3-Kilise binasi anlamlari vardir. [2] Wilson, Brian,
Christianity, London 1999, s. 15. [3] Wilson, a.g.e., s. 23. [4]
Aydin, Mehmet, “Hiristiyanlik”, TDV Islam Ansiklopedisi, c. 17, s. 328.
[5] Van Lierde, Peter Canisius, The Holy See at Work, London, 1964,
s.19-20. [6] Sullivan, F. A., Salvation Outside the Church?, London,
1992, s. 66. [7] www.zenit.org <http://www.zenit.org> , 5 Eylül 2000. [8]
John, 17/18. [9] John, 13/15.[10] Van Lierde, a.g.e., s. 21. [11] Tümer,
Günay - Küçük, Abdurrahman, Dinler Tarihi, Ankara 1993, s. 381-382. [12]
Danielou, Jean, ‘Kilisede Misyoner Düsüncesi’, (Trc. A. Küçük), A.Ü.I.F.
Dergisi, c. 37, 1997, s. 101.[13] Kocabasoglu, Uygur, Kendi Belgeleriyle
Anadolu’daki Amerika, Istanbul 1991, s.14.[14] Danielou, a.g.m., s. 103.
[15] www.newadvent.org/Catholic <http://www.newadvent.org/Catholic>
Encyclopedia/Catholic Parochial Missions[16] Matta, 28/18-20; Markos,
16/15-16; Luka, 24/46-48; Yuhanna, 17/18, 20/21; Resullerin Isleri,
1/8.[17] Matta, 28/18-20.[18] Matta, 15/24.[19] Matta, 10/5-7.[20] Tümer,
Günay - Küçük, Abdurrahman, a.g.e., s. 382. [21] Bakara, 256. [22] Nahl,
125.[23] Nur, 54.[24] Zafar, Imtiaz, ‘Christian Missionary Approaches in
the 20th Century’, Hamdard Islamicus, v. XIX, No: 2, s. 65. [25] Walls,
Andrew F., ‘the Missionary Movement in Christian History’, www.leaderu.com/ftissues/ft0003/articles
<http://www.leaderu.com/ftissues/ft0003/articles>.[26] Wilson, Brian,
Christianity, London, 1999, s. 84-85. [27] Danielou, a.g.m., s.
102-103.[28] Van Lierde, a.g.e., s. 96. [29] www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang/documents
<http://www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang/documents>.
[30] ayni yer.[31] www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang/pont-soc/pospa <http://www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang/pont-soc/pospa>. [32] ayni yer. [33] www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang/documents <http://www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang/documents>. [34] Pluth, Alphonsus - Koch, Carl, The Catholic Church: Our Mission in History, Minnesota (USA) 1985, s. 31.[35] Matta, 28/18-20.[36] Houtin, Albert, “Hiristiyanligin Kisa Tarihi”, (Trc. A. Küçük), A.Ü.I.F.Dergisi, Ankara 1981, Sayi, 25, s. 438; Güngör, Ali Isra, ‘Katolik Kilisesinin Yeni Misyon Anlayisi’, www.yeniarayislar.com/ayýnkonusu <http://www.yeniarayislar.com/ayýnkonusu>. [37] Pluth, Alphonsus - Koch, Carl, a.g.e., s. 58. [38] Öztürk, Levent, Islam Toplumunda Hiristiyanlar, Istanbul 1998, s. 43.[39] Resullerin Isleri, 18/23; 21/26. Genis bilgi için bkz. Pluth, Alphonsus - Koch, Carl, a.g.e., s. 52-63.[40] 1 Kor. 9/19-22.[41] Öztürk, a.g.e., s. 45-46.
[42] Öztürk, a.g.e., s. 52. [43] Ibn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 120-121; M. Asim Köksal, Islam Tarihi, c. 1, s. 78-81.[44] Pluth, Alphonsus - Koch, Carl, a.g.e., s. 142. [45] Pluth, Alphonsus - Koch, Carl, a.g.e., s. 135.[46] Pluth, Alphonsus - Koch, Carl, a.g.e., s. 160-161.[47] Pluth, Alphonsus - Koch, Carl, a.g.e., s. 159. [48] Pluth, Alphonsus - Koch, Carl, a.g.e., s. 172. [49] Eliot, S. C., Turkey in Europe, London, 1908, s. 242. [50] www.zenit.org <http://www.zenit.org>, 28 Kasim 2000. [51] Pluth, Alphonsus - Koch, Carl, a.g.e., s. 178. [52] Walz, J., ‘Muhammad and the Muslims in Thomas Aquinas’, Muslim World, No: 66, 1976, s. 87.[53] Pluth, Alphonsus; Koch, Carl, a.g.e., s. 177-179. [54] Tümer, Günay - Küçük, Abdurrahman, a.g.e., s. 272-273.[55] Aydin, Mehmet, a.g.m., s. 336. [56] Aydin, Mehmet, a.g.m., s. 336. [57] Aydin, Mehmet, a.g.m., s. 336. [58] Wilson, a.g.e., s. 84.[59] Wilson, a.g.e., s. 85.[60] Zafar, a.g.m., s. 66.[61] Köylü, Mustafa, ‘Günümüz Misyonerlik Faaliyetlerinde Bazi Metodik Yaklasimlar (ABD Örnegi)’, Diyanet Ilmi Dergi, c. 35, sayi: 2, 1999, s. 41-50. [62] Turan, Ömer, “Avrasya Cografyasinda Misyonerlik Faaliyetleri”, Avrasya Etüdleri sy.16. 1999 s. 25. [63] www.kibrisgazetesi.com <http://www.kibrisgazetesi.com> 15 Temmuz 2000.[64] Güngör, Ali Isra, ‘Katolik Kilisesinin Yeni Misyon Anlayisi’, www.yeniarayislar.com <http://www.yeniarayislar.com> /ayinkonusu. [65] Wilson, Brian, a.g.e., s. 95. [66] Güngör, Ali Isra, a.g.m., www.yeniarayislar.com/ayýnkonusu <http://www.yeniarayislar.com/ayýnkonusu>.
[67] Adi geçen belgeler için bkz. www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang <http://www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang> /documents [68] www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang/documents <http://www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang/documents>. [69] www.cmalliance.org <http://www.cmalliance.org>. [70] www.peopleunitedforreligiousfreedom.org/missionaries<http://www.peopleunitedforreligiousfreedom.org/missionaries>.[71] www.peopleunitedforreligiousfreedom.org/missionaries <http://www.peopleunitedforreligiousfreedom.org/missionaries>.[72] Çesitli ülkeler için düzenlen raporlar için bkz. www.state.org/humanrigts <http://www.state.org/humanrigts>; www.amnesty.org/ <http://www.amnesty.org/> [73] 20.06.2000 tarih ve C 170E/47 sayili Avrupa Topluluklari Resmi Gazetesi. [74] ayni yer.[75] Tümer, Günay - Küçük, Abdurrahman, a.g.e., s. 413.[76] Egal, Charles D., ‘Ministering to Muslims’, www.leaderu.com/isot/docs/minmuslim.html <http://www.leaderu.com/isot/docs/minmuslim.html>[77] El- Behiyy, Muhammed, ‘el-Mübessirun ve’l-Müstebsirun fi Mevgihim mine’l-Islam’, Mecelletü’l-Ezher, c. 31, sy. 3-4, s. 394.[78] Arinze, Francis, P.I.S.A.I: Fifty Years in the work of Dialogue, Roma 2000, s. 18-20.[79] Söz konusu kolejin faaliyet ve imkanlari hakkinda genis bilgi için bkz. www.sellyoakcolleges.ac.uk <http://www.sellyoakcolleges.ac.uk>. [80] www.ardithkeef.com <http://www.ardithkeef.com>. [81] www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang/p-missionary-works/infantia <http://www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang/p-missionary-works/infantia>
[82] www.lcmsworldmission.org <http://www.lcmsworldmission.org> ; www.hometown.aol.com <http://www.hometown.aol.com> [83] www.newadwent.org/catholicencyclopedia/missionaries <http://www.newadwent.org/catholicencyclopedia/missionaries> [84] www.ardithkeef.com <http://www.ardithkeef.com>
[30] ayni yer.[31] www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang/pont-soc/pospa <http://www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang/pont-soc/pospa>. [32] ayni yer. [33] www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang/documents <http://www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang/documents>. [34] Pluth, Alphonsus - Koch, Carl, The Catholic Church: Our Mission in History, Minnesota (USA) 1985, s. 31.[35] Matta, 28/18-20.[36] Houtin, Albert, “Hiristiyanligin Kisa Tarihi”, (Trc. A. Küçük), A.Ü.I.F.Dergisi, Ankara 1981, Sayi, 25, s. 438; Güngör, Ali Isra, ‘Katolik Kilisesinin Yeni Misyon Anlayisi’, www.yeniarayislar.com/ayýnkonusu <http://www.yeniarayislar.com/ayýnkonusu>. [37] Pluth, Alphonsus - Koch, Carl, a.g.e., s. 58. [38] Öztürk, Levent, Islam Toplumunda Hiristiyanlar, Istanbul 1998, s. 43.[39] Resullerin Isleri, 18/23; 21/26. Genis bilgi için bkz. Pluth, Alphonsus - Koch, Carl, a.g.e., s. 52-63.[40] 1 Kor. 9/19-22.[41] Öztürk, a.g.e., s. 45-46.
[42] Öztürk, a.g.e., s. 52. [43] Ibn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 120-121; M. Asim Köksal, Islam Tarihi, c. 1, s. 78-81.[44] Pluth, Alphonsus - Koch, Carl, a.g.e., s. 142. [45] Pluth, Alphonsus - Koch, Carl, a.g.e., s. 135.[46] Pluth, Alphonsus - Koch, Carl, a.g.e., s. 160-161.[47] Pluth, Alphonsus - Koch, Carl, a.g.e., s. 159. [48] Pluth, Alphonsus - Koch, Carl, a.g.e., s. 172. [49] Eliot, S. C., Turkey in Europe, London, 1908, s. 242. [50] www.zenit.org <http://www.zenit.org>, 28 Kasim 2000. [51] Pluth, Alphonsus - Koch, Carl, a.g.e., s. 178. [52] Walz, J., ‘Muhammad and the Muslims in Thomas Aquinas’, Muslim World, No: 66, 1976, s. 87.[53] Pluth, Alphonsus; Koch, Carl, a.g.e., s. 177-179. [54] Tümer, Günay - Küçük, Abdurrahman, a.g.e., s. 272-273.[55] Aydin, Mehmet, a.g.m., s. 336. [56] Aydin, Mehmet, a.g.m., s. 336. [57] Aydin, Mehmet, a.g.m., s. 336. [58] Wilson, a.g.e., s. 84.[59] Wilson, a.g.e., s. 85.[60] Zafar, a.g.m., s. 66.[61] Köylü, Mustafa, ‘Günümüz Misyonerlik Faaliyetlerinde Bazi Metodik Yaklasimlar (ABD Örnegi)’, Diyanet Ilmi Dergi, c. 35, sayi: 2, 1999, s. 41-50. [62] Turan, Ömer, “Avrasya Cografyasinda Misyonerlik Faaliyetleri”, Avrasya Etüdleri sy.16. 1999 s. 25. [63] www.kibrisgazetesi.com <http://www.kibrisgazetesi.com> 15 Temmuz 2000.[64] Güngör, Ali Isra, ‘Katolik Kilisesinin Yeni Misyon Anlayisi’, www.yeniarayislar.com <http://www.yeniarayislar.com> /ayinkonusu. [65] Wilson, Brian, a.g.e., s. 95. [66] Güngör, Ali Isra, a.g.m., www.yeniarayislar.com/ayýnkonusu <http://www.yeniarayislar.com/ayýnkonusu>.
[67] Adi geçen belgeler için bkz. www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang <http://www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang> /documents [68] www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang/documents <http://www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang/documents>. [69] www.cmalliance.org <http://www.cmalliance.org>. [70] www.peopleunitedforreligiousfreedom.org/missionaries<http://www.peopleunitedforreligiousfreedom.org/missionaries>.[71] www.peopleunitedforreligiousfreedom.org/missionaries <http://www.peopleunitedforreligiousfreedom.org/missionaries>.[72] Çesitli ülkeler için düzenlen raporlar için bkz. www.state.org/humanrigts <http://www.state.org/humanrigts>; www.amnesty.org/ <http://www.amnesty.org/> [73] 20.06.2000 tarih ve C 170E/47 sayili Avrupa Topluluklari Resmi Gazetesi. [74] ayni yer.[75] Tümer, Günay - Küçük, Abdurrahman, a.g.e., s. 413.[76] Egal, Charles D., ‘Ministering to Muslims’, www.leaderu.com/isot/docs/minmuslim.html <http://www.leaderu.com/isot/docs/minmuslim.html>[77] El- Behiyy, Muhammed, ‘el-Mübessirun ve’l-Müstebsirun fi Mevgihim mine’l-Islam’, Mecelletü’l-Ezher, c. 31, sy. 3-4, s. 394.[78] Arinze, Francis, P.I.S.A.I: Fifty Years in the work of Dialogue, Roma 2000, s. 18-20.[79] Söz konusu kolejin faaliyet ve imkanlari hakkinda genis bilgi için bkz. www.sellyoakcolleges.ac.uk <http://www.sellyoakcolleges.ac.uk>. [80] www.ardithkeef.com <http://www.ardithkeef.com>. [81] www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang/p-missionary-works/infantia <http://www.vatican.va/roman-curia/congregations/cevang/p-missionary-works/infantia>
[82] www.lcmsworldmission.org <http://www.lcmsworldmission.org> ; www.hometown.aol.com <http://www.hometown.aol.com> [83] www.newadwent.org/catholicencyclopedia/missionaries <http://www.newadwent.org/catholicencyclopedia/missionaries> [84] www.ardithkeef.com <http://www.ardithkeef.com>
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder