Değerli arkadaşlar,
Ülkemiz üzerine oynanan oyunlar hakkında aşağıda paylaştığım, Sayın Nur GÜDÜCÜ'nün araştırma yazısını mutlaka okuyunuz.Ülkemiz üzerine oynanan oyunları bilmeli,bilinçlenmeli ve cennet vatanımıza sahip çıkmalıyız.
Türkiye Üzerine Oynanan Oyunlar
Genç Türkiye Cumhuriyeti, 1923 yılından günümüze kadar çok büyük mesafeler almıştır. Başarı çıtasını yükseltmek için sürekli çaba harcayan ülkemiz, bazen dış destekli engellerle karşılaşmaktadır.
Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesiyle hareket eden Türkiye; karşılıklı güven ortamına dayalı iyi ve dostane ilişkiler kurma arzusu içindedir. Sorunları karşılıklı iyi niyet ve komşuluk anlayışı ile çözmeyi arzu eden, karşılıklı toprak bütünlüğü ve egemenlik haklarına saygılı, demokratik, laik ve batı ittifakları içinde yer almış, bölgesinde barış, güven ve istikrarın teminatı durumunda olan bir ülkedir.
Türkiye’nin izlemekte olduğu bu politikaya rağmen, başta çevre ülkeler olmak üzere, bazı ülkeler, Türkiye’ye karşı hasmane tutum ve davranışlarını sürdürmeye devam etmektedir.
Türkiye’nin günümüzde yaşadığı olumsuzlukların temeli şark meselesine dayanmaktadır. Şark meselesi, kelime anlamıyla doğuya bakış veya doğu bilimi olarak anlaşılmakla birlikte, gerçek anlamda çok farklı ifade edilmektedir.
Şark meselesini;
Doğu bilimci Eduart Driaul “Ehli İslam ve Gayrimüslimlerin Kavgasıdır.” ,
Rus tarihçi Sloviyev, “Hıristiyan Avrupa milletlerinin Müslüman şark milletleri, ekonomik ve siyasi nüfuz altına almak maksadından ortaya çıkan tarihi meselelerin hepsidir.” ,
Fransız Doğu bilimci Albert Sorel, “Türkler Avrupa’ya ayak bastığından itibaren bir şark meselesi meydana gelmiş oldu.” İfadesiyle belirtmişlerdir.
Türklerin Anadolu’ya girişini engellemek, eğer girerlerse İstanbul’u almalarını engellemek, eğer alırlarsa Trakya’ya geçişlerini engellemek, eğer geçerlerse Avrupa’yı ele geçirmelerini engellemek şeklinde başlatılan şark meselesi, Türklerle Hıristiyan Avrupalıların meselesinden başka bir şey değildir.
Türkler Avrupa’da durdurulduktan sonra, “Türklerin Avrupa’dan hatta Anadolu’dan atılmasıyla çözülecek bir mesele” olarak günümüze kadar gelen şark meselesi yeniden şekillenerek, Türkiye’de; Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Laik-Antilaik, İslamcı-Atatürkçü, demokrat-Antidemokrat gibi suni tartışma konuları yaratılarak, Türkiye’nin problemli bir ülke haline getirilmesi amaçlanmıştır.
Fener Rum patriği Gregorius’un 1821 yılında, işbirliği içerisinde bulunduğu Rus çarı Aleksandr’a gönderdiği mektup, üzerimizde oynanan oyunları açıkça göstermektedir.
Mektupta şöyle yazar;
‘’Türkleri, maddeten ezmek ve yenmek mümkün değildir. Çünkü Türkler çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzeti nefis sahibidirler. Bu hasletleri de, dinlerine bağlılıklarından kadere rıza göstermelerinden, an’a nelerinin kuvvetinden; padişahlarına, kumandanlarına büyüklerine olan itaatlerinden gelmektedir.
Türkler zekidirler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip oldukları müddetçe de çalışkandırlar.
Gayet kanaatkârdırlar. Onların bütün meziyetleri, hatta kahramanlık ve şecaat duyguları da an’a nelerine olan bağlılıklarından, ahlaklarının salâbetinden gelmektedir.
Türker’de evvela itaat duygusunu kırmak ve manevi bağlarını yok etmek, dini metanetlerini zaafa uğratmak icap eder. Bunun da en kısa yolu, milli ve manevi ananelerine uymayan harici fikirler ve davranışlara onları alıştırmaktır.
Türkler, dış yardımı reddederler; haysiyet duyguları, buna manidir. Geçici bir süre için zahiri kuvvet verse de, Türkleri dış yardıma alıştırmalıdır.
Maneviyatları sarsıldığı gün, Türkleri kendilerinden şeklen çok kudretli, kalabalık ve zahiren hâkim kudretler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir.
Bu sebeple Osmanlı devleti’ni tasfiye için mücerret olarak harp meydanındaki zaferler kâfi değildir ve hatta sadece bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden hakikatlere nüfuz edebilmelerine sebep olabilir.
Yapılacak olan, Türklere bir şey hissettirmeden bünyelerindeki bu tahribi tamamlamaktır.”
Mektup ele geçirilince patrik asılarak idam edilmiştir. Patrik vasiyetinde “Bizans kartalı havalanacak, ayin tamamlanacak ve Türkler İstanbul’dan kovulacaktır. Bu gerçekleşinceye dek bu kapı (Fener Rum Patrikhanesinin kapısı) kapalı kalacaktır” demiştir.
Fener Rum Patrikhanesinin bu kapısı halen günümüzde de kapalıdır.
Bölge devletlerindeki etnik çatışmalar, Yunanistan’ın megalı idea’sı, Avrupa ve balkanlardaki Türk varlığına yönelik faaliyetler, Kafkaslardaki doğal enerji kaynaklarının mevcudiyeti ve paylaşımı, R.F’ nun, Güneye yönelik emelleri için Türkiye’yi engel olarak görmesi, Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri ile tarihi bağları ve yakın ilişki içerisinde bulunmasının yarattığı durum, İran’ın Türkiye’nin laik demokratik rejimini kendi rejimi için bir tehdit unsuru olarak görmesi, Ermenistan’ın tarihi emelleri, Suriye’nin tarihi emelleri, bölge devletlerinin antidemokratik ve totaliter yapıları ve karşılıklı toprak taleplerinin devam etmesi Türkiye’ye yönelik tehditlerin temelini oluşturmaktadır.
Suriye’nin Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri
Son dönemlerde ABD’nin Suriye’ye yönelik tehdit ve baskılarının artması üzerine Türkiye ile iyi ilişkiler sergileme gayretinde olan Suriye ile hâlihazırda herhangi bir problemimiz yokmuş gibi gözükmesine rağmen, Suriye’de okutulan ders kitaplarında; Adana, Hatay, Osmaniye, Kahramanmaraş’ın bir bölümü, Adıyaman, Şanlıurfa ve Mardin illerimiz bu ülkenin toprakları arasında gösterilmeye devam edilmektedir.
Yunanistan’ın Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri
Yunanistan’ın hedefi; Anadolu’nun büyük bir bölümünün, Ege Denizi ve Kıbrıs’ın, Yunanistan’a ait olduğu tezini uluslar arası kamuoyunda canlı tutmak,
Güvenliğinin sürekli tehdit altında olduğunu uluslar arası kamuoyuna yansıtmak, bu amaçla, uluslar arası örgütleri Türkiye aleyhine kullanmak, “Türkiye’nin problemli bir ülke olduğunu, problemlerini demokrasi, insan hak ve hürriyetleri ve evrensel değerleri ihlal ederek çözmeye çalıştığını” dünya kamuoyuna duyurarak uluslar arası örgütleri Türkiye aleyhinde harekete geçirmektir.
Yunanistan dünya kamuoyuna sürekli olarak Türklerin barbar, uzlaşmaz ve kendilerini tehdit eden bir ülke olduğu propagandasını yapmaktadır.
Son senelerde Türk - Yunan ilişkilerinin kamuoyunda görüntülenen dostluk mesajlarına ve kendilerini bu konuda görevli hisseden sanatçılarımızın dostluk konser ve toplantılarına rağmen; ne Yunanistan’ın Ege ve Anadolu üzerindeki hayalleri ortadan kalkmış, ne Yunanlıların Batı Trakya’daki soydaşlarımızla ilgili yaklaşımları değişmiş, ne Yunanlılar megalı idea hayallerinden vazgeçmişler, ne de Kıbrıs sorunu çözülmüştürler.
Gümrük kapıları, hava limanlarında el ilanları ve duyuru levhalarına yapıştırılan propaganda resimleri ile Türkiye’nin bir terör ülkesi olduğu anlatılmaya çalışılmakta, can güvenliğinin olmadığı, Kıbrıs’ta Rumlara zulüm yapıldığı ve Türk askerinin işgalci güç olduğu her fırsatta vurgulanmaktadır.
İstanbul’da konuşlu Fener Patrikhanesi, özellikle Yunanistan’ın destekleriyle Türkiye için bir çıbanbaşı olmuştur.
Fener Rum patrikhanesi; Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması için ulusal ve uluslar arası lobi çalışmalarına devam etmektedir. V. Gregorius, Kıbrıs’ı kan gölüne çeviren Makarıos ve I. Bartholomeos bu okulun mezunlarından bazılarıdır.
Eylül 1997’de Fener Rum Patrikhanesi tarafından düzenlenen “Din, Bilim ve Çevre“ konulu sempozyumda, dağıtılan haritada Karadeniz “Pontus Gölü“ olarak gösterilmiştir.
Karadeniz limanlarına düzenlenen seyahatte kullanılan geminin adı “Venizelos”tur (Anadolu’yu işgal emrini veren başkomutan).
Son bir kaç yıldır Türkiye’yi ziyarete gelen yabancı devlet başkanları patrikhaneye uğramaktadırlar.
Patrik Türkiye ziyaretinde Alman Cumhurbaşkanına “Aziz Andreas” nişanı (Anadolu’yu Hıristiyanlaştırmakla görevli havarinin adı) takmıştır. Patrik, resmi belgelere “Konstantinapol’deki tahtın temsilcisi” sıfatıyla imza atmaktadır.
“Kökenlerinizi tanıyor musunuz?” yaklaşımıyla misyonerlik faaliyetlerini günümüzde de sürdürmekte, Sümela manastırı bir din merkezi haline getirilmeye çalışılmakta, tüm bu faaliyetler sürdürülürken; turizm, kardeşlik ve Türk - Yunan ilişkilerindeki yumuşama temaları işlenmektedir. Bu faaliyetlerine ülkemizdeki bazı kişi ve gruplar da katılmaktadır.
Yurt içinde oluşturduğu yandaş kişiler ile karadeniz bölgesinin Pontus kültürü olduğu, burada yaşayan halkın aslının Rum olduğu temalarını işleyen kitap dergi ve gazeteleri yayınlatmaktadır.
Özellikle Karadeniz bölgesinde bölge insanları ve yandaş gazetecileri kullanarak Pontus’çuluk faaliyetlerini destekleyen, halkın bu konuya bakışını yumuşatmaya yönelik yayınlar yaptırmaktadır.
Bu konuda en yoğun çalışmaları yapan Yorgo Andreadis adındaki yunanlı, bu kapsamda Karadeniz bölgesine elliden fazla maksatlı gezi ve ziyaret düzenlemiştir. Yayınlanan kitap ve makalelerin çoğunda yazar olarak bu şahsın ismi görülmektedir.
Yorgo Andreadis’in yazdığı sözde Rum soykırımını anlatan “Pontus’un Yitik Kızı Tamama” adlı kitabı kendi yönetmenlerimizden biri tarafından filmi yapılarak izleyiciye sunulmuştur. Bu yönetmenin tanıtılması için de her türlü destek sağlanmıştır.
İran’ın Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri:
“Türkiye’deki laik rejimin İslam’a uygun olmadığı ve kendi rejiminin en uygun rejim olduğu” konusunda Türk halkını etkilemek.(rejimi ihraç politikası).
“İran; Orta Asya, Kafkaslar ve Kuzey Irak’ta dikkate alınması gereken bir güçtür. Bu bölgede İran’ın yer almadığı bir çözüm mümkün değildir” tezini canlı tutmak. Türkiye’nin bu bölgedeki etkinliğini kırma ve enerji kaynakları üzerinde söz sahibi olma politikası.
“İran halkı, Şiilik mezhebi içinde bir bütündür, İran halkı, hiçbir şekilde parçalanamaz” tezini Türkiye ve diğer ülkelere kabul ettirmek. (Azeri Türklerini asimilasyon politikası).
Basın organları vasıtasıyla Türkiye’deki en küçük olayları dahi büyüterek, ülkede huzur ve emniyet bulunmadığı imajını yaymaya çalışmakta, İslam ülkelerinde, İslami akımların güçlenmekte olduğu ve İran’ın, İslam dünyasının lideri olma yolunda ilerlediği temasını işlemektedir,
Türkiye’deki Laik Cumhuriyeti, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin baskısı ile ve zorla muhafaza edilebilen bir yönetim olarak İslam dünyasına tanıtmaktadır.
Tahran radyosu vasıtasıyla, İslam rejiminin propagandası mahiyetinde ve adeta Türkiye aleyhinde yurt dışında faaliyet gösteren bir korsan radyo gibi Türk halkını devlete karşı tahrik etmektedir. Aynı program, Tebriz radyosu aracılığı ile Doğu Anadolu’ya yönelik olarak tekrarlanmaktadır.
Türkiye’den din tahsili için İran’a gidenlere, Türkiye, Atatürk ilke ve inkılâpları aleyhinde propaganda çalışmalarında bulunulmaktadır.
Hac dönemlerinde, Türkçe bilen kendi hacıları kanalıyla Türkiye’deki yönetim ve laiklik aleyhinde vaazlar, parasız teyp bantları ve broşürler verilmektedir.
Türkiye’deki büyükelçilik ve diğer temsilcilikleri vasıtayla, ülkemizdeki irticai kesim mensuplarına kitap, bildiri ve broşür gönderilmekte, zaman zaman bu kesimin yaptığı toplantı ve seminerlere iştirak edilmek suretiyle işbirliği yapılmaktadır. (Sincan’daki Kudüs gecesine İran büyükelçisi katılmıştır).
Çeşitli önemli günleri (devrim yıldönümü gibi) bahane ederek, temsilcilikler girişlerindeki panolara çeşitli fotoğraf ve afişler asarak, devrim ihracı ile ilgili propaganda faaliyetlerinde bulunulmaktadır.
Elçiliklerinde açtıkları çeşitli sergi ve dil kurslarında kendi devrim propagandalarını yapmaktadırlar.
Avrupa’da ve özellikle batı Almanya’daki vatandaşlarımıza ideolojilerini benimsetmek gayesiyle, Avrupa’daki vatandaşlarımızın arasından seçilip, İran’a özel uçaklarla götürülen aşırı dinci kesime mensup gençlere, medrese ve özel amaçlı kamplarda, ideolojik ve silahlı eğitim verme gayretlerini sürdürmektedir.
İranlı resmi yetkililer (parlamenter, DİP. Temsilcileri, devrim muhafızları komutanları gibi) Türkiye Cumhuriyetini, Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ü ve Laikliği hedef alan açıklamalar yapmakta, tutumlarını sık sık tekrarlayarak, Türkiye’deki aşırı dinci kesime mesajlar vermektedirler.
İran; bölücü terör örgütüne, Türkiye sınırına yakın bölgelerde barınma imkânı sağlamakta, buralardaki kamplardaki bölücü terör örgütü mensuplarına lojistik destek vermekte, zaman zaman Türkiye’ye illegal yollardan girerek eylem yapmalarına göz yummaktadır. İran yetkilileri resmi açıklamalarında bu durumu inkâr etmekte ve işbirliğine hazır olduklarını ifade etmelerine rağmen, bölücü terör örgütüne örtülü desteklerini sürdürmektedir.
İran, Türkiye’deki Caferi mezhebine mensup kişileri her türlü yolu deneyerek etki altına almaya çalışmakta, ayrıca, Türkiye’de kendisine yakın mezhep ve tarikatları desteklemek suretiyle yanına çekmek için faaliyet göstermektedir. İran halkı Türkiye’deki mevcut yönetime ve yaşam tarzına büyük bir özlem duymaktadır.
Irak’ın Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri
Irak, ABD’nin müdahalesinden sonra yönetim kademesini yeni kurmuş, dış politika ve ilişkilerini iç sorunlar nedeniyle tam belirleyememiştir. Koalisyon güçleri ile ve etnik guruplar arasındaki çatışmalar devam etmektedir.
Başta ABD olmak üzere koalisyon güçleri tarafından Irak’ın işgali sonucunda, bölge üzerinde etkin olan güçlerin amaçları ve planlarına uygun olarak, ülke nazariyatta olmasa bile fiiliyatta üçe bölünmüştür. Kuzeyde Kürt gruplar aleyhimize desteklenerek bir devlet olmalarına çalışılırken, diğer unsurların birbirleriyle çatışmaları için ortam hazırlanmaya başlanmıştır.
Basında ve birçok kaynaklarda, bölge ile ilgili planlanan değişikliklere ve konuşmalara rastlanmaktadır.
Ülkemiz aleyhine faaliyet gösteren PKK Kongra-Gel terör örgütü de kuzey bölgedeki Kürt gruplardan da destek alarak bölgede bir tehdit olarak faaliyetlerini sürdürmeye devam etmektedir.
Irak kuzeyinde yaşayan Türkmenlere yönelik baskılar sürekliliğini korumakta ve Kürtler lehine demografik yapı değiştirilmektedir.
Ermenistan’ın Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri
Ermenistan, bağımsızlığını ilan etmeden önce 01 Aralık 1989 tarihinde yayınladığı bağımsızlık bildirgesinde, “Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiye’si ve batı Ermenistan’daki 1915 ermeni soykırımının uluslararası alanda kabul edilmesi için sürdürülecek çabaları destekleyecektir.” ifadelerine yer vermiştir.
1991 yılında bağımsızlığını ilan ettikten sonra, Ermenistan bağımsızlık bildirgesi ile tespit edilen milli hedefler esas alınarak, asılsız soykırım iddiaları, büyük Ermenistan hayali anayasasının bir parçası haline getirilmiştir.
Bu güne kadar uluslar arası alanda yaptıkları propaganda ve siyasi girişimler sonucu asılsız tezlerini Avrupa parlamentosu raporlarına kadar getirmeyi başarmışlardır.
1 nci dünya savaşında Osmanlı imparatorluğu 7 cephede savaşmaktadır ve eli silah tutan herkes cephelerdedir. 1914 yılı mart ayında Taşnak yöneticileriyle bir toplantı yapan Osmanlı İmparatorluğu yetkilileri savaşa girilmesi halinde Ermenilerin kendilerini destekleyip desteklemeyeceklerini sorduklarında, Ermeniler destek vereceklerini ifade etmişlerdir,
Daha sonra kendi aralarında toplanmış, tarihi fırsatın doğduğunu ifade ederek, “Osmanlıdan kurtulmak istiyorsan önce komşunu öldür” sloganıyla harekete geçmişler ve seferberliğin ilanıyla ele geçirdikleri silahlarla katliamlara başlamışlardır.
Osmanlı Hükümeti, Ermeni ayaklanma ve katliamları karşısında, önce ermeni patriğini, mebuslarını ve önde gelenlerini çağırarak Ermenilerin Müslümanları katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını bildirmiş, bundan sonuç alınamayınca, 24 Nisan 1915’de Ermeni komitelerini kapatmış ve yöneticilerinden 2345 kişiyi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklamıştır.
Sözde soykırım yıldönümü olarak bu tarih seçilmiştir.
Ermeniler, uluslararası forumlarda, “asılsız ermeni soykırımı”nın onaylanmasını ve 24 Nisan’ın asılsız ‘’Ermeni Soykırımını Anma Günü” ilan edilmesini bir devlet politikası haline getirmiştir.
Ermeniler asılsız iddialarını kabul ettirmek için her yolu denemişler ve asala terör örgütü militanları ile 1973 yılından 1985 yılına kadar 41 diplomatımızı vahşice katletmişlerdir. Asala terör örgütü, sahneden çekilmeden önce PKK Kongra-Gel terör örgütüyle ortak çalışmaya başlamış ve eğitimlerini yaptırmıştır.
Ermeniler, yaptıkları propaganda kartları, sinema filmleri, internet siteleri vasıtasıyla hem İslamiyet’i karalamakta hem de Anadolu’nun büyük bir bölümünün kendilerine ait olduğunu ispatlamaya çalışmaktadırlar.
Ermeniler, zulme ve haksızlığa uğramış bir toplum imajı yaratarak, başta ABD olmak üzere belli başlı devletleri ve uluslararası kuruluşları, Ermeni davası lehine çevirmeye çalışmaktadır.
Ermenistan dışında yaşayan Ermenilerin Türkiye aleyhindeki girişimlerinde belirgin bir artış meydana gelmiş, Ermenistan büyükelçilikleri bu çabaları açıkça yönlendirmeye ve destek vermeye başlamışlardır.
Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan, “Ermenistan hükümetinin asılsız soykırımın tanınması yönünde çaba harcadığını ve Ermenistan dışında yaşayan Ermenilerden bu amacın gerçekleştirilmesi için siyasi yardım sağlamasını beklediklerini” ifade etmiştir.
Ermenistan, Azerbaycan’ın %20’sini halen işgal altında tutmaktadır. Ermenistan’ın bu faaliyetlerinde en büyük desteği veren ülke ise Rusya’dır.
Ülkemiz üzerine oynanan oyunlar hakkında aşağıda paylaştığım, Sayın Nur GÜDÜCÜ'nün araştırma yazısını mutlaka okuyunuz.Ülkemiz üzerine oynanan oyunları bilmeli,bilinçlenmeli ve cennet vatanımıza sahip çıkmalıyız.
Türkiye Üzerine Oynanan Oyunlar
Genç Türkiye Cumhuriyeti, 1923 yılından günümüze kadar çok büyük mesafeler almıştır. Başarı çıtasını yükseltmek için sürekli çaba harcayan ülkemiz, bazen dış destekli engellerle karşılaşmaktadır.
Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesiyle hareket eden Türkiye; karşılıklı güven ortamına dayalı iyi ve dostane ilişkiler kurma arzusu içindedir. Sorunları karşılıklı iyi niyet ve komşuluk anlayışı ile çözmeyi arzu eden, karşılıklı toprak bütünlüğü ve egemenlik haklarına saygılı, demokratik, laik ve batı ittifakları içinde yer almış, bölgesinde barış, güven ve istikrarın teminatı durumunda olan bir ülkedir.
Türkiye’nin izlemekte olduğu bu politikaya rağmen, başta çevre ülkeler olmak üzere, bazı ülkeler, Türkiye’ye karşı hasmane tutum ve davranışlarını sürdürmeye devam etmektedir.
Türkiye’nin günümüzde yaşadığı olumsuzlukların temeli şark meselesine dayanmaktadır. Şark meselesi, kelime anlamıyla doğuya bakış veya doğu bilimi olarak anlaşılmakla birlikte, gerçek anlamda çok farklı ifade edilmektedir.
Şark meselesini;
Doğu bilimci Eduart Driaul “Ehli İslam ve Gayrimüslimlerin Kavgasıdır.” ,
Rus tarihçi Sloviyev, “Hıristiyan Avrupa milletlerinin Müslüman şark milletleri, ekonomik ve siyasi nüfuz altına almak maksadından ortaya çıkan tarihi meselelerin hepsidir.” ,
Fransız Doğu bilimci Albert Sorel, “Türkler Avrupa’ya ayak bastığından itibaren bir şark meselesi meydana gelmiş oldu.” İfadesiyle belirtmişlerdir.
Türklerin Anadolu’ya girişini engellemek, eğer girerlerse İstanbul’u almalarını engellemek, eğer alırlarsa Trakya’ya geçişlerini engellemek, eğer geçerlerse Avrupa’yı ele geçirmelerini engellemek şeklinde başlatılan şark meselesi, Türklerle Hıristiyan Avrupalıların meselesinden başka bir şey değildir.
Türkler Avrupa’da durdurulduktan sonra, “Türklerin Avrupa’dan hatta Anadolu’dan atılmasıyla çözülecek bir mesele” olarak günümüze kadar gelen şark meselesi yeniden şekillenerek, Türkiye’de; Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Laik-Antilaik, İslamcı-Atatürkçü, demokrat-Antidemokrat gibi suni tartışma konuları yaratılarak, Türkiye’nin problemli bir ülke haline getirilmesi amaçlanmıştır.
Fener Rum patriği Gregorius’un 1821 yılında, işbirliği içerisinde bulunduğu Rus çarı Aleksandr’a gönderdiği mektup, üzerimizde oynanan oyunları açıkça göstermektedir.
Mektupta şöyle yazar;
‘’Türkleri, maddeten ezmek ve yenmek mümkün değildir. Çünkü Türkler çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzeti nefis sahibidirler. Bu hasletleri de, dinlerine bağlılıklarından kadere rıza göstermelerinden, an’a nelerinin kuvvetinden; padişahlarına, kumandanlarına büyüklerine olan itaatlerinden gelmektedir.
Türkler zekidirler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip oldukları müddetçe de çalışkandırlar.
Gayet kanaatkârdırlar. Onların bütün meziyetleri, hatta kahramanlık ve şecaat duyguları da an’a nelerine olan bağlılıklarından, ahlaklarının salâbetinden gelmektedir.
Türker’de evvela itaat duygusunu kırmak ve manevi bağlarını yok etmek, dini metanetlerini zaafa uğratmak icap eder. Bunun da en kısa yolu, milli ve manevi ananelerine uymayan harici fikirler ve davranışlara onları alıştırmaktır.
Türkler, dış yardımı reddederler; haysiyet duyguları, buna manidir. Geçici bir süre için zahiri kuvvet verse de, Türkleri dış yardıma alıştırmalıdır.
Maneviyatları sarsıldığı gün, Türkleri kendilerinden şeklen çok kudretli, kalabalık ve zahiren hâkim kudretler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir.
Bu sebeple Osmanlı devleti’ni tasfiye için mücerret olarak harp meydanındaki zaferler kâfi değildir ve hatta sadece bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden hakikatlere nüfuz edebilmelerine sebep olabilir.
Yapılacak olan, Türklere bir şey hissettirmeden bünyelerindeki bu tahribi tamamlamaktır.”
Mektup ele geçirilince patrik asılarak idam edilmiştir. Patrik vasiyetinde “Bizans kartalı havalanacak, ayin tamamlanacak ve Türkler İstanbul’dan kovulacaktır. Bu gerçekleşinceye dek bu kapı (Fener Rum Patrikhanesinin kapısı) kapalı kalacaktır” demiştir.
Fener Rum Patrikhanesinin bu kapısı halen günümüzde de kapalıdır.
Bölge devletlerindeki etnik çatışmalar, Yunanistan’ın megalı idea’sı, Avrupa ve balkanlardaki Türk varlığına yönelik faaliyetler, Kafkaslardaki doğal enerji kaynaklarının mevcudiyeti ve paylaşımı, R.F’ nun, Güneye yönelik emelleri için Türkiye’yi engel olarak görmesi, Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri ile tarihi bağları ve yakın ilişki içerisinde bulunmasının yarattığı durum, İran’ın Türkiye’nin laik demokratik rejimini kendi rejimi için bir tehdit unsuru olarak görmesi, Ermenistan’ın tarihi emelleri, Suriye’nin tarihi emelleri, bölge devletlerinin antidemokratik ve totaliter yapıları ve karşılıklı toprak taleplerinin devam etmesi Türkiye’ye yönelik tehditlerin temelini oluşturmaktadır.
Suriye’nin Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri
Son dönemlerde ABD’nin Suriye’ye yönelik tehdit ve baskılarının artması üzerine Türkiye ile iyi ilişkiler sergileme gayretinde olan Suriye ile hâlihazırda herhangi bir problemimiz yokmuş gibi gözükmesine rağmen, Suriye’de okutulan ders kitaplarında; Adana, Hatay, Osmaniye, Kahramanmaraş’ın bir bölümü, Adıyaman, Şanlıurfa ve Mardin illerimiz bu ülkenin toprakları arasında gösterilmeye devam edilmektedir.
Yunanistan’ın Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri
Yunanistan’ın hedefi; Anadolu’nun büyük bir bölümünün, Ege Denizi ve Kıbrıs’ın, Yunanistan’a ait olduğu tezini uluslar arası kamuoyunda canlı tutmak,
Güvenliğinin sürekli tehdit altında olduğunu uluslar arası kamuoyuna yansıtmak, bu amaçla, uluslar arası örgütleri Türkiye aleyhine kullanmak, “Türkiye’nin problemli bir ülke olduğunu, problemlerini demokrasi, insan hak ve hürriyetleri ve evrensel değerleri ihlal ederek çözmeye çalıştığını” dünya kamuoyuna duyurarak uluslar arası örgütleri Türkiye aleyhinde harekete geçirmektir.
Yunanistan dünya kamuoyuna sürekli olarak Türklerin barbar, uzlaşmaz ve kendilerini tehdit eden bir ülke olduğu propagandasını yapmaktadır.
Son senelerde Türk - Yunan ilişkilerinin kamuoyunda görüntülenen dostluk mesajlarına ve kendilerini bu konuda görevli hisseden sanatçılarımızın dostluk konser ve toplantılarına rağmen; ne Yunanistan’ın Ege ve Anadolu üzerindeki hayalleri ortadan kalkmış, ne Yunanlıların Batı Trakya’daki soydaşlarımızla ilgili yaklaşımları değişmiş, ne Yunanlılar megalı idea hayallerinden vazgeçmişler, ne de Kıbrıs sorunu çözülmüştürler.
Gümrük kapıları, hava limanlarında el ilanları ve duyuru levhalarına yapıştırılan propaganda resimleri ile Türkiye’nin bir terör ülkesi olduğu anlatılmaya çalışılmakta, can güvenliğinin olmadığı, Kıbrıs’ta Rumlara zulüm yapıldığı ve Türk askerinin işgalci güç olduğu her fırsatta vurgulanmaktadır.
İstanbul’da konuşlu Fener Patrikhanesi, özellikle Yunanistan’ın destekleriyle Türkiye için bir çıbanbaşı olmuştur.
Fener Rum patrikhanesi; Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması için ulusal ve uluslar arası lobi çalışmalarına devam etmektedir. V. Gregorius, Kıbrıs’ı kan gölüne çeviren Makarıos ve I. Bartholomeos bu okulun mezunlarından bazılarıdır.
Eylül 1997’de Fener Rum Patrikhanesi tarafından düzenlenen “Din, Bilim ve Çevre“ konulu sempozyumda, dağıtılan haritada Karadeniz “Pontus Gölü“ olarak gösterilmiştir.
Karadeniz limanlarına düzenlenen seyahatte kullanılan geminin adı “Venizelos”tur (Anadolu’yu işgal emrini veren başkomutan).
Son bir kaç yıldır Türkiye’yi ziyarete gelen yabancı devlet başkanları patrikhaneye uğramaktadırlar.
Patrik Türkiye ziyaretinde Alman Cumhurbaşkanına “Aziz Andreas” nişanı (Anadolu’yu Hıristiyanlaştırmakla görevli havarinin adı) takmıştır. Patrik, resmi belgelere “Konstantinapol’deki tahtın temsilcisi” sıfatıyla imza atmaktadır.
“Kökenlerinizi tanıyor musunuz?” yaklaşımıyla misyonerlik faaliyetlerini günümüzde de sürdürmekte, Sümela manastırı bir din merkezi haline getirilmeye çalışılmakta, tüm bu faaliyetler sürdürülürken; turizm, kardeşlik ve Türk - Yunan ilişkilerindeki yumuşama temaları işlenmektedir. Bu faaliyetlerine ülkemizdeki bazı kişi ve gruplar da katılmaktadır.
Yurt içinde oluşturduğu yandaş kişiler ile karadeniz bölgesinin Pontus kültürü olduğu, burada yaşayan halkın aslının Rum olduğu temalarını işleyen kitap dergi ve gazeteleri yayınlatmaktadır.
Özellikle Karadeniz bölgesinde bölge insanları ve yandaş gazetecileri kullanarak Pontus’çuluk faaliyetlerini destekleyen, halkın bu konuya bakışını yumuşatmaya yönelik yayınlar yaptırmaktadır.
Bu konuda en yoğun çalışmaları yapan Yorgo Andreadis adındaki yunanlı, bu kapsamda Karadeniz bölgesine elliden fazla maksatlı gezi ve ziyaret düzenlemiştir. Yayınlanan kitap ve makalelerin çoğunda yazar olarak bu şahsın ismi görülmektedir.
Yorgo Andreadis’in yazdığı sözde Rum soykırımını anlatan “Pontus’un Yitik Kızı Tamama” adlı kitabı kendi yönetmenlerimizden biri tarafından filmi yapılarak izleyiciye sunulmuştur. Bu yönetmenin tanıtılması için de her türlü destek sağlanmıştır.
İran’ın Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri:
“Türkiye’deki laik rejimin İslam’a uygun olmadığı ve kendi rejiminin en uygun rejim olduğu” konusunda Türk halkını etkilemek.(rejimi ihraç politikası).
“İran; Orta Asya, Kafkaslar ve Kuzey Irak’ta dikkate alınması gereken bir güçtür. Bu bölgede İran’ın yer almadığı bir çözüm mümkün değildir” tezini canlı tutmak. Türkiye’nin bu bölgedeki etkinliğini kırma ve enerji kaynakları üzerinde söz sahibi olma politikası.
“İran halkı, Şiilik mezhebi içinde bir bütündür, İran halkı, hiçbir şekilde parçalanamaz” tezini Türkiye ve diğer ülkelere kabul ettirmek. (Azeri Türklerini asimilasyon politikası).
Basın organları vasıtasıyla Türkiye’deki en küçük olayları dahi büyüterek, ülkede huzur ve emniyet bulunmadığı imajını yaymaya çalışmakta, İslam ülkelerinde, İslami akımların güçlenmekte olduğu ve İran’ın, İslam dünyasının lideri olma yolunda ilerlediği temasını işlemektedir,
Türkiye’deki Laik Cumhuriyeti, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin baskısı ile ve zorla muhafaza edilebilen bir yönetim olarak İslam dünyasına tanıtmaktadır.
Tahran radyosu vasıtasıyla, İslam rejiminin propagandası mahiyetinde ve adeta Türkiye aleyhinde yurt dışında faaliyet gösteren bir korsan radyo gibi Türk halkını devlete karşı tahrik etmektedir. Aynı program, Tebriz radyosu aracılığı ile Doğu Anadolu’ya yönelik olarak tekrarlanmaktadır.
Türkiye’den din tahsili için İran’a gidenlere, Türkiye, Atatürk ilke ve inkılâpları aleyhinde propaganda çalışmalarında bulunulmaktadır.
Hac dönemlerinde, Türkçe bilen kendi hacıları kanalıyla Türkiye’deki yönetim ve laiklik aleyhinde vaazlar, parasız teyp bantları ve broşürler verilmektedir.
Türkiye’deki büyükelçilik ve diğer temsilcilikleri vasıtayla, ülkemizdeki irticai kesim mensuplarına kitap, bildiri ve broşür gönderilmekte, zaman zaman bu kesimin yaptığı toplantı ve seminerlere iştirak edilmek suretiyle işbirliği yapılmaktadır. (Sincan’daki Kudüs gecesine İran büyükelçisi katılmıştır).
Çeşitli önemli günleri (devrim yıldönümü gibi) bahane ederek, temsilcilikler girişlerindeki panolara çeşitli fotoğraf ve afişler asarak, devrim ihracı ile ilgili propaganda faaliyetlerinde bulunulmaktadır.
Elçiliklerinde açtıkları çeşitli sergi ve dil kurslarında kendi devrim propagandalarını yapmaktadırlar.
Avrupa’da ve özellikle batı Almanya’daki vatandaşlarımıza ideolojilerini benimsetmek gayesiyle, Avrupa’daki vatandaşlarımızın arasından seçilip, İran’a özel uçaklarla götürülen aşırı dinci kesime mensup gençlere, medrese ve özel amaçlı kamplarda, ideolojik ve silahlı eğitim verme gayretlerini sürdürmektedir.
İranlı resmi yetkililer (parlamenter, DİP. Temsilcileri, devrim muhafızları komutanları gibi) Türkiye Cumhuriyetini, Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ü ve Laikliği hedef alan açıklamalar yapmakta, tutumlarını sık sık tekrarlayarak, Türkiye’deki aşırı dinci kesime mesajlar vermektedirler.
İran; bölücü terör örgütüne, Türkiye sınırına yakın bölgelerde barınma imkânı sağlamakta, buralardaki kamplardaki bölücü terör örgütü mensuplarına lojistik destek vermekte, zaman zaman Türkiye’ye illegal yollardan girerek eylem yapmalarına göz yummaktadır. İran yetkilileri resmi açıklamalarında bu durumu inkâr etmekte ve işbirliğine hazır olduklarını ifade etmelerine rağmen, bölücü terör örgütüne örtülü desteklerini sürdürmektedir.
İran, Türkiye’deki Caferi mezhebine mensup kişileri her türlü yolu deneyerek etki altına almaya çalışmakta, ayrıca, Türkiye’de kendisine yakın mezhep ve tarikatları desteklemek suretiyle yanına çekmek için faaliyet göstermektedir. İran halkı Türkiye’deki mevcut yönetime ve yaşam tarzına büyük bir özlem duymaktadır.
Irak’ın Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri
Irak, ABD’nin müdahalesinden sonra yönetim kademesini yeni kurmuş, dış politika ve ilişkilerini iç sorunlar nedeniyle tam belirleyememiştir. Koalisyon güçleri ile ve etnik guruplar arasındaki çatışmalar devam etmektedir.
Başta ABD olmak üzere koalisyon güçleri tarafından Irak’ın işgali sonucunda, bölge üzerinde etkin olan güçlerin amaçları ve planlarına uygun olarak, ülke nazariyatta olmasa bile fiiliyatta üçe bölünmüştür. Kuzeyde Kürt gruplar aleyhimize desteklenerek bir devlet olmalarına çalışılırken, diğer unsurların birbirleriyle çatışmaları için ortam hazırlanmaya başlanmıştır.
Basında ve birçok kaynaklarda, bölge ile ilgili planlanan değişikliklere ve konuşmalara rastlanmaktadır.
Ülkemiz aleyhine faaliyet gösteren PKK Kongra-Gel terör örgütü de kuzey bölgedeki Kürt gruplardan da destek alarak bölgede bir tehdit olarak faaliyetlerini sürdürmeye devam etmektedir.
Irak kuzeyinde yaşayan Türkmenlere yönelik baskılar sürekliliğini korumakta ve Kürtler lehine demografik yapı değiştirilmektedir.
Ermenistan’ın Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri
Ermenistan, bağımsızlığını ilan etmeden önce 01 Aralık 1989 tarihinde yayınladığı bağımsızlık bildirgesinde, “Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiye’si ve batı Ermenistan’daki 1915 ermeni soykırımının uluslararası alanda kabul edilmesi için sürdürülecek çabaları destekleyecektir.” ifadelerine yer vermiştir.
1991 yılında bağımsızlığını ilan ettikten sonra, Ermenistan bağımsızlık bildirgesi ile tespit edilen milli hedefler esas alınarak, asılsız soykırım iddiaları, büyük Ermenistan hayali anayasasının bir parçası haline getirilmiştir.
Bu güne kadar uluslar arası alanda yaptıkları propaganda ve siyasi girişimler sonucu asılsız tezlerini Avrupa parlamentosu raporlarına kadar getirmeyi başarmışlardır.
1 nci dünya savaşında Osmanlı imparatorluğu 7 cephede savaşmaktadır ve eli silah tutan herkes cephelerdedir. 1914 yılı mart ayında Taşnak yöneticileriyle bir toplantı yapan Osmanlı İmparatorluğu yetkilileri savaşa girilmesi halinde Ermenilerin kendilerini destekleyip desteklemeyeceklerini sorduklarında, Ermeniler destek vereceklerini ifade etmişlerdir,
Daha sonra kendi aralarında toplanmış, tarihi fırsatın doğduğunu ifade ederek, “Osmanlıdan kurtulmak istiyorsan önce komşunu öldür” sloganıyla harekete geçmişler ve seferberliğin ilanıyla ele geçirdikleri silahlarla katliamlara başlamışlardır.
Osmanlı Hükümeti, Ermeni ayaklanma ve katliamları karşısında, önce ermeni patriğini, mebuslarını ve önde gelenlerini çağırarak Ermenilerin Müslümanları katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını bildirmiş, bundan sonuç alınamayınca, 24 Nisan 1915’de Ermeni komitelerini kapatmış ve yöneticilerinden 2345 kişiyi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklamıştır.
Sözde soykırım yıldönümü olarak bu tarih seçilmiştir.
Ermeniler, uluslararası forumlarda, “asılsız ermeni soykırımı”nın onaylanmasını ve 24 Nisan’ın asılsız ‘’Ermeni Soykırımını Anma Günü” ilan edilmesini bir devlet politikası haline getirmiştir.
Ermeniler asılsız iddialarını kabul ettirmek için her yolu denemişler ve asala terör örgütü militanları ile 1973 yılından 1985 yılına kadar 41 diplomatımızı vahşice katletmişlerdir. Asala terör örgütü, sahneden çekilmeden önce PKK Kongra-Gel terör örgütüyle ortak çalışmaya başlamış ve eğitimlerini yaptırmıştır.
Ermeniler, yaptıkları propaganda kartları, sinema filmleri, internet siteleri vasıtasıyla hem İslamiyet’i karalamakta hem de Anadolu’nun büyük bir bölümünün kendilerine ait olduğunu ispatlamaya çalışmaktadırlar.
Ermeniler, zulme ve haksızlığa uğramış bir toplum imajı yaratarak, başta ABD olmak üzere belli başlı devletleri ve uluslararası kuruluşları, Ermeni davası lehine çevirmeye çalışmaktadır.
Ermenistan dışında yaşayan Ermenilerin Türkiye aleyhindeki girişimlerinde belirgin bir artış meydana gelmiş, Ermenistan büyükelçilikleri bu çabaları açıkça yönlendirmeye ve destek vermeye başlamışlardır.
Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan, “Ermenistan hükümetinin asılsız soykırımın tanınması yönünde çaba harcadığını ve Ermenistan dışında yaşayan Ermenilerden bu amacın gerçekleştirilmesi için siyasi yardım sağlamasını beklediklerini” ifade etmiştir.
Ermenistan, Azerbaycan’ın %20’sini halen işgal altında tutmaktadır. Ermenistan’ın bu faaliyetlerinde en büyük desteği veren ülke ise Rusya’dır.
Rusya Federasyonu’nun Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri
“Kafkaslar ve orta Asya, Rusya federasyonu’nun nüfuz bölgeleridir. Türkiye dâhil diğer devletlerin bu bölgeye müdahale etme hakkı yoktur”,
“Türk boğazları uluslar arası bir su geçididir. Türkiye, petrol dâhil, hiçbir maddenin Türk boğazlarından geçişini önleme ve geciktirme hakkına sahip değildir”.
“Rusya federasyonu, mevcut nükleer, kimyasal, biyolojik ve klasik silah gücü ile halen süper güç olma özelliğini taşımaktadır.” bu gücü; Rusya federasyonu’nun bütünlüğü ve menfaatleri doğrultusunda kullanma hakkında sahiptir, tezlerini uluslar arası kamuoyuna kabul ettirmek istemektedir.
Türkiye’nin; yıpratılmasını sağlamak amacıyla, yıkıcı - bölücü unsurlara propaganda desteği sağlamakta, uluslar arası ortamda, basın-yayın organları vasıtasıyla Türkiye’ye yönelik propagandasına devam etmekte,
Türkiye’deki kendisine müzahir yazar, şair vb. kişileri kullanmak suretiyle, propaganda yapmakta, Kafkaslardaki enerji kaynaklarının Türkiye’den Avrupa’ya aktarımını önlemek amacıyla propaganda yapmakta, iç kamuoyuna yönelik olarak ise, Türkiye’deki siyasi ve ekonomik istikrarsızlığı sürekli yansıtmaktadır.
İsrail’in Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri:
Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’ta ‘’Arz-u Mevüd’’ olarak bilinen, “mısır ırmağından büyük ırmağa kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.” şeklinde bir ifade geçmektedir. (Tekvin suresi 15–18 nci ayetler)
Buradaki ifadeden hareket eden eski İsrailli bir devlet adamı olan Moche dayan, bir toplantıda 'Bizler Tevrat’a sahipsek, bizler kendimizi Tevrat’ın halkı olarak görüyorsak, Tevrat’ta vaat edilen bütün topraklara sahip olmak zorundayız.' ifadelerini kullanmıştır.
Aynı şekilde bir açıklama yapan İsrail eski devlet başkanı Ariel Sharon’da 'stratejik çıkarlarımızı ilgilendiren bölgeler, 80'li yıllarda artık Arap ülkelerinden öte, Akdeniz kıyılarını, Türkiye’yi kapsamaktadır.' ifadelerini kullanmıştır.
Günümüzde İsrail ile herhangi bir anlaşmazlığımız yok gibi görünse de İsrail’in özellikle Gap bölgesine duyduğu ilgiyi hiçbir zaman göz ardı edemeyiz. İsrail’in Şanlıurfa’da konsolosluk açma girişimleri ve şirketler vasıtasıyla bölgede toprak alma çalışmaları yaptığı bilinmektedir.
Bölücü Unsurların Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri:
Etnik bölücülük yaparak ülkemizi bölmeye çalışan PKK Kongra-Gel terör örgütü ülkemiz aleyhine faaliyetler yürüten ülkelerden aldığı destek ve yönlendirmelerle terör eylemleri ve içerde ve dışarıda bölge üzerindeki emellerini gerçekleştirmeye yönelik propagandalarına devam etmektedir. Örgüt uydu üzerinden yayın yapan televizyon kanalları, kendi görüşlerini savunan yayınlar ile son zamanlarda faaliyetlerinin ağırlık noktasını siyasallaşma çabaları içine yöneltmiştir.
Büyük Ortadoğu projesi olarak açıklanan projelerle örgütün hedef ve yayılma felsefelerinin paralellik gösterdiği, kuzey ırak’ta bulunan Kürt oluşumlardan da farklı söylemlerin aksine destek gördüğü göze çarpmaktadır.
İrticai Unsurların Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri:
Halkın mevcut anayasal rejime olan güvenini sarsarak önerdikleri rejimin en uygun rejim olduğu” konusunda kamuoyu oluşturmak, İslam devletine geçiş aşamaları olan;
1nci aşama: davet ve tebliğ (Müslümanlaştırma),
2 nci aşama: cemaatleşme (teşkilatın tamamlanması)
3 ncü aşama: cihat (devrimin gerçekleşmesi) yoluyla,
Türkiye’nin demokratik ve laik devlet yapısını yıkmaya çalışan irticai unsurlar devletin yanı sıra, TSK ’ni de hedef alarak iç ve dış desteğin de yardımıyla, Türkiye’de şeriata dayalı bir devlet düzeni kurma yönündeki propagandaya devam etmekte, bu propaganda, çeşitli dernek, vakıf ve sermaye kuruluşu tarafından maddi açıdan desteklenmektedir.
İran’ın maddi desteğiyle de, bu ülkede yaşanan teokratik devrime temel oluşturan kitaplar Türkçeye çevrilmekte, çok düşük fiyatla satılmaktadır.
Yapılan propagandada;
—Türkiye’nin sosyal, siyasal ve ekonomik sorunları nedeniyle çökme sürecine girdiği,
—Bu sorunların temelinde laik zihniyetin bulunduğu,
__İrticaya karşı alınan tedbirlerin gerçekte İslam’a karşı alındığı,
—İslam’a karşı alınan tedbirlerin göstergesinden birinin de türban yasağı olduğu,
—Dine dayalı bir devlet kurulması durumunda, tekrar Osmanlı gibi cihan devleti olunabileceği,
---Bütün engellemelere karşın İslami temellere dayanan bir devletin çok yakın zamanda kurulacağı,
—Bunun Kur’an tarafından vaadedildiği üzerinde durulmaktadır.
Misyonerlik Faaliyetleri
Kelime anlamı olarak ”İncil’i Hıristiyan olmamış halklara yaymak” olan misyonerlik, faaliyet gösterilen ülkede: Hıristiyanlığı yaymak, ülkenin aydınlarının eserlerine ve kültürlerine Hıristiyanlık unsurları sokmak, gelişmiş batı medeniyetini Hıristiyanlıkla aynı göstermek amacıyla yapılır.
Misyoner okulları, batılı devletlerin emellerini gerçekleştirme yolunda kullandıkları en güçlü silah olmuş ve Osmanlı devletini yıkma yolunda en verimli şekilde kullanılmıştır.
Bu okullarla ilgili olarak Atatürk; “Bunlar mektep değil, memleketimizde düşmanın işgali altındaki kalelerdir.” ifadesini kullanmıştır.
Misyoner okullarının amaçları:
— Hıristiyanlık inancını yaymak.
— Kendi toplumlarını organize edecek olan, siyasi liderler yetiştirmek.
— Devletin sanayi ve ekonomisini güdümlerine almak.
—Yetiştirdikleri elit bir grupla, devletin politikalarını kendi amaçları doğrultusunda yönlendirmek.
—Kendilerini destekleyen yabancı ülkelerin, Osmanlı üzerindeki emellerinin takipçisi olmak.
— Azınlıkları teşkilatlandırıp, Osmanlıyı bölmek olarak ifade edilebilir.
Cunda Rum Okulu 1884 yılı karar defterinde şu ifadeler tespit edilmiştir.
—Türkleri, Rumlara ezeli düşman olarak tanıtmak.
—Türklerin en ufak hatalarını büyüterek, Avrupa’ya duyurmak, medeni âlemi Türklere düşman etmek.
—Türkleri iktisaden çürütmek, bunun içinde zengin Türkleri sakat ticaret yollarına götürmek, bol faizli krediler açmak, ağır şartlarla rehin kabul etmek.
Türk milletini ahlak, milliyet, din ve gelenekleri bakımından çürütmek için;
—Küfürler öğretmek, küfrü Türkler arasına yaymak,
—Türkleri zinaya, diğer ahlaksızlıklara teşvik etmek. Bilhassa asil Türk aileleri arasına genç, güzel Rum kızlarını ve kadınlarını hizmetçi, cariye olarak verip, bu aile ocaklarını yıkmak,
—Gençlere, külhanbeyi ruhu aşılayarak, Türk geleneklerini çürütmek. Gençler arasında kabadayılık ruhunu yayarak sevgi, saygı ve bağlılıkları kırmak, onları birbirine düşürmek, milli terbiyeyi bozmak,
—Argo dilini, Türkler arasında yaymak suretiyle milli dil ve duyguları bozmak.
Milli mücadelenin kazanılmasıyla, Türkiye’de yabancı okulların faaliyeti engellenmiştir.
Günümüzde de misyonerlik faaliyetleri devam etmektedir. Misyonerler, cemaat oluşturmakta; ev toplantıları, çeşitli etkinlikler (düğün, yaz kampı, dil kursu vb.) ile bu cemaati genişletmeye çalışmaktadırlar.
İstanbul’da jandarmanın düzenlediği operasyonla misyonerlerin sadece Marmara bölgesi'nde yaklaşık 5000 kişiyi fişlediği, fişlerde bu kişilerin sosyal yaşamından cinsel tercihine, aile ve etnik yapısından inanç düzeylerine kadar detaylı bilgilerin yer aldığı görülmüştür.
Sağlık sorunu olanlara yardımda bulunmaktadırlar. Çeşitli adlar altında çocukların katıldıkları geziler düzenlenmekte, bu gezilerde Hıristiyanlık propagandası yapılmaktadır.
“Kafkaslar ve orta Asya, Rusya federasyonu’nun nüfuz bölgeleridir. Türkiye dâhil diğer devletlerin bu bölgeye müdahale etme hakkı yoktur”,
“Türk boğazları uluslar arası bir su geçididir. Türkiye, petrol dâhil, hiçbir maddenin Türk boğazlarından geçişini önleme ve geciktirme hakkına sahip değildir”.
“Rusya federasyonu, mevcut nükleer, kimyasal, biyolojik ve klasik silah gücü ile halen süper güç olma özelliğini taşımaktadır.” bu gücü; Rusya federasyonu’nun bütünlüğü ve menfaatleri doğrultusunda kullanma hakkında sahiptir, tezlerini uluslar arası kamuoyuna kabul ettirmek istemektedir.
Türkiye’nin; yıpratılmasını sağlamak amacıyla, yıkıcı - bölücü unsurlara propaganda desteği sağlamakta, uluslar arası ortamda, basın-yayın organları vasıtasıyla Türkiye’ye yönelik propagandasına devam etmekte,
Türkiye’deki kendisine müzahir yazar, şair vb. kişileri kullanmak suretiyle, propaganda yapmakta, Kafkaslardaki enerji kaynaklarının Türkiye’den Avrupa’ya aktarımını önlemek amacıyla propaganda yapmakta, iç kamuoyuna yönelik olarak ise, Türkiye’deki siyasi ve ekonomik istikrarsızlığı sürekli yansıtmaktadır.
İsrail’in Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri:
Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’ta ‘’Arz-u Mevüd’’ olarak bilinen, “mısır ırmağından büyük ırmağa kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.” şeklinde bir ifade geçmektedir. (Tekvin suresi 15–18 nci ayetler)
Buradaki ifadeden hareket eden eski İsrailli bir devlet adamı olan Moche dayan, bir toplantıda 'Bizler Tevrat’a sahipsek, bizler kendimizi Tevrat’ın halkı olarak görüyorsak, Tevrat’ta vaat edilen bütün topraklara sahip olmak zorundayız.' ifadelerini kullanmıştır.
Aynı şekilde bir açıklama yapan İsrail eski devlet başkanı Ariel Sharon’da 'stratejik çıkarlarımızı ilgilendiren bölgeler, 80'li yıllarda artık Arap ülkelerinden öte, Akdeniz kıyılarını, Türkiye’yi kapsamaktadır.' ifadelerini kullanmıştır.
Günümüzde İsrail ile herhangi bir anlaşmazlığımız yok gibi görünse de İsrail’in özellikle Gap bölgesine duyduğu ilgiyi hiçbir zaman göz ardı edemeyiz. İsrail’in Şanlıurfa’da konsolosluk açma girişimleri ve şirketler vasıtasıyla bölgede toprak alma çalışmaları yaptığı bilinmektedir.
Bölücü Unsurların Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri:
Etnik bölücülük yaparak ülkemizi bölmeye çalışan PKK Kongra-Gel terör örgütü ülkemiz aleyhine faaliyetler yürüten ülkelerden aldığı destek ve yönlendirmelerle terör eylemleri ve içerde ve dışarıda bölge üzerindeki emellerini gerçekleştirmeye yönelik propagandalarına devam etmektedir. Örgüt uydu üzerinden yayın yapan televizyon kanalları, kendi görüşlerini savunan yayınlar ile son zamanlarda faaliyetlerinin ağırlık noktasını siyasallaşma çabaları içine yöneltmiştir.
Büyük Ortadoğu projesi olarak açıklanan projelerle örgütün hedef ve yayılma felsefelerinin paralellik gösterdiği, kuzey ırak’ta bulunan Kürt oluşumlardan da farklı söylemlerin aksine destek gördüğü göze çarpmaktadır.
İrticai Unsurların Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri:
Halkın mevcut anayasal rejime olan güvenini sarsarak önerdikleri rejimin en uygun rejim olduğu” konusunda kamuoyu oluşturmak, İslam devletine geçiş aşamaları olan;
1nci aşama: davet ve tebliğ (Müslümanlaştırma),
2 nci aşama: cemaatleşme (teşkilatın tamamlanması)
3 ncü aşama: cihat (devrimin gerçekleşmesi) yoluyla,
Türkiye’nin demokratik ve laik devlet yapısını yıkmaya çalışan irticai unsurlar devletin yanı sıra, TSK ’ni de hedef alarak iç ve dış desteğin de yardımıyla, Türkiye’de şeriata dayalı bir devlet düzeni kurma yönündeki propagandaya devam etmekte, bu propaganda, çeşitli dernek, vakıf ve sermaye kuruluşu tarafından maddi açıdan desteklenmektedir.
İran’ın maddi desteğiyle de, bu ülkede yaşanan teokratik devrime temel oluşturan kitaplar Türkçeye çevrilmekte, çok düşük fiyatla satılmaktadır.
Yapılan propagandada;
—Türkiye’nin sosyal, siyasal ve ekonomik sorunları nedeniyle çökme sürecine girdiği,
—Bu sorunların temelinde laik zihniyetin bulunduğu,
__İrticaya karşı alınan tedbirlerin gerçekte İslam’a karşı alındığı,
—İslam’a karşı alınan tedbirlerin göstergesinden birinin de türban yasağı olduğu,
—Dine dayalı bir devlet kurulması durumunda, tekrar Osmanlı gibi cihan devleti olunabileceği,
---Bütün engellemelere karşın İslami temellere dayanan bir devletin çok yakın zamanda kurulacağı,
—Bunun Kur’an tarafından vaadedildiği üzerinde durulmaktadır.
Misyonerlik Faaliyetleri
Kelime anlamı olarak ”İncil’i Hıristiyan olmamış halklara yaymak” olan misyonerlik, faaliyet gösterilen ülkede: Hıristiyanlığı yaymak, ülkenin aydınlarının eserlerine ve kültürlerine Hıristiyanlık unsurları sokmak, gelişmiş batı medeniyetini Hıristiyanlıkla aynı göstermek amacıyla yapılır.
Misyoner okulları, batılı devletlerin emellerini gerçekleştirme yolunda kullandıkları en güçlü silah olmuş ve Osmanlı devletini yıkma yolunda en verimli şekilde kullanılmıştır.
Bu okullarla ilgili olarak Atatürk; “Bunlar mektep değil, memleketimizde düşmanın işgali altındaki kalelerdir.” ifadesini kullanmıştır.
Misyoner okullarının amaçları:
— Hıristiyanlık inancını yaymak.
— Kendi toplumlarını organize edecek olan, siyasi liderler yetiştirmek.
— Devletin sanayi ve ekonomisini güdümlerine almak.
—Yetiştirdikleri elit bir grupla, devletin politikalarını kendi amaçları doğrultusunda yönlendirmek.
—Kendilerini destekleyen yabancı ülkelerin, Osmanlı üzerindeki emellerinin takipçisi olmak.
— Azınlıkları teşkilatlandırıp, Osmanlıyı bölmek olarak ifade edilebilir.
Cunda Rum Okulu 1884 yılı karar defterinde şu ifadeler tespit edilmiştir.
—Türkleri, Rumlara ezeli düşman olarak tanıtmak.
—Türklerin en ufak hatalarını büyüterek, Avrupa’ya duyurmak, medeni âlemi Türklere düşman etmek.
—Türkleri iktisaden çürütmek, bunun içinde zengin Türkleri sakat ticaret yollarına götürmek, bol faizli krediler açmak, ağır şartlarla rehin kabul etmek.
Türk milletini ahlak, milliyet, din ve gelenekleri bakımından çürütmek için;
—Küfürler öğretmek, küfrü Türkler arasına yaymak,
—Türkleri zinaya, diğer ahlaksızlıklara teşvik etmek. Bilhassa asil Türk aileleri arasına genç, güzel Rum kızlarını ve kadınlarını hizmetçi, cariye olarak verip, bu aile ocaklarını yıkmak,
—Gençlere, külhanbeyi ruhu aşılayarak, Türk geleneklerini çürütmek. Gençler arasında kabadayılık ruhunu yayarak sevgi, saygı ve bağlılıkları kırmak, onları birbirine düşürmek, milli terbiyeyi bozmak,
—Argo dilini, Türkler arasında yaymak suretiyle milli dil ve duyguları bozmak.
Milli mücadelenin kazanılmasıyla, Türkiye’de yabancı okulların faaliyeti engellenmiştir.
Günümüzde de misyonerlik faaliyetleri devam etmektedir. Misyonerler, cemaat oluşturmakta; ev toplantıları, çeşitli etkinlikler (düğün, yaz kampı, dil kursu vb.) ile bu cemaati genişletmeye çalışmaktadırlar.
İstanbul’da jandarmanın düzenlediği operasyonla misyonerlerin sadece Marmara bölgesi'nde yaklaşık 5000 kişiyi fişlediği, fişlerde bu kişilerin sosyal yaşamından cinsel tercihine, aile ve etnik yapısından inanç düzeylerine kadar detaylı bilgilerin yer aldığı görülmüştür.
Sağlık sorunu olanlara yardımda bulunmaktadırlar. Çeşitli adlar altında çocukların katıldıkları geziler düzenlenmekte, bu gezilerde Hıristiyanlık propagandası yapılmaktadır.