20 Nisan 2011 Çarşamba

Barnabas İncili.194.207.Blm

194.

Yazıcılar ve ferisiler Lazarus'u öldürmek için başkâhinle istişarede bulundular; çünkü, pek çokları, Lazarus'un insanlarla konuştuğunu, yiyip içtiğini gördüklerinden, Lazarus mucizesinin büyüklüğü dolayısıyla kendilerinin geleneklerini bırakıp, îsa'ya iman ediyorlardı. Fakat, Kudüs'te taraftarları olduğundan ve kizkardeşiyle Magdala ve Beytanya'yı da elinde bulunduran Lazarus güçlü de olduğundan ne yapacaklarını bilmiyorlardı.
îsa Beytanya'ya, Meryem'le birlikte Marta ve Lazarus'un evine vardı. Kendisine hizmet ettiler.
Bir gün İsa'nın ayaklan dibinde oturan Meryem onun sözlerini dinliyordu. Bu sırada Marta îsa'ya dedi : «Rab, görmüyor musun kızkardeşim sana gereken bakımı yapmıyor ve senin ve havarilerinin yiyeceklerini getirmiyor.»
İsa cevap verdi.- «Marta, Marta, sen yapman gereken şeyin düşüncesine kapılıyorsun, çünkü Meryem kendinden ebediyen ayrılmayacak bir pay seçti.»
Kendine iman eden büyük bir kalabalıkla birlikte sofrada otururken îsa, konuşup dedi: «Kardeşler, sizinle kalacak pek az zamanım var. Çünkü, vakit gelmiş demektir ve benim dünyadan ayrılmam gerekiyor. Bu nedenle, size Allah'ın Hezekiel Peygambere söylediği sözü hatırlatıyorum:    «Ben,   senin Allah'ın ebediyen sağ ve diriyimdir ki, günah işleyen ruh ölecektir, ama eğer günahkâr, tevbe edecek olursa ölmeyecek, yaşayacaktır.»
Bu bakımdan, şimdiki ölüm, ölüm değil, gerçekte uzun bir ölümün sonudur; nasıl bedenin bir baygınlık anında içinde ruh varken, candan ayrıldığı zaman, ölenler ve gömülenler üzerinde bayılmak dışında başka hiç bir avantajı olmuyorsa, gömülen (vücut) da Allah'ın kendisini yeniden diriltmesini bekler.
«O halde dikkat edin, Allah'ı idraktan yoksun olan bir hayat ölüdür.»

195. "Bana İnananlar Ebediyyen Ölmeyeceklerdir."

Bana inananlar ebediyen ölmeyeceklerdir. Çünkü, benim sözüm sayesinde Allah'ı içlerinde idrâk edecekler ve bu nedenle de kurtuluşlarını gerçekleştireceklerdir.
«Ölüm, Allah'ın buyruğuyla tabiatın yaptığı bir hareketten başka nedir? Şöyle ki, biri bir kuşu tutup, ipini de eline aldığı zaman, baş kuşun uçmasını dilediğinde ne yapar? Tabii ki, mutlaka ele açılmasını emreder ve böylece kuş hemencecik uçup gider. «Ruhumuz», peygamber Davud'un dediği gibi, kişi Allah'ın koruması altında bulunduğu zaman, «kuş avcısının tuzağından kurtulmuş bir serçe gibidir.» Ve hayatımız, tabiatın kendisiyle ruhu insanın bedenine ve canına bağlı tuttuğu bir ip gibidir. Ve, bu bakımdan, Allah dilediği ve tabiata açılmasını emrettiği zaman, hayat kopar ve ruh, Allah'ın ruhları almakla görevlendirdiği meleklerin elinde kurtulur.
O halde, dostlar, dostları öldüğü zaman ağlamasınlar, çünkü Allah'ımız böyle dilemiştir. Ama, günah işledikleri zaman, bırakın durmaksızın ağlasınlar. Çünkü, (günah işlemekle) ruh, Allah'tan, -gerçek hayattan- koptuğundan ölür.
Eğer beden ruhla birleşmeyince çirkinleşiyorsa, ruh, rahmet ve lûtfuyla kendini güzelleştiren ve dirilten Allah'la birleşmeyince çok daha fazla korkunçlaşır.»
Ve, îsa bunu deyip Allah'a şükretti; sonra Lazarus dedi ki: «Rab, bu ev bana geçimim için verdiği tüm şeylerle birlikte, yoksullara bakılması için Yaratıcım olan Allah'a aittir. Bu nedenle, sen de yoksul olduğuna ve pek çok şakirdin de bulunduğuna göre, istediğin zaman istediğin kadar kalmak için buraya gel. Çünkü, Allah'ın kulu, Allah sevgisi için gerektiği kadar size hizmet edeceğim.»

196.

îsa bunu duyunca sevindi ve dedi: «ölmek ne kadar iyi bir şeymiş görün! Lazarus yalnızca bir kere öldü ve dünyanın, kitaplar arasında büyüyen en akıllı adamlarının bilmediği böyle bir akideyi öğrendi! Allah için, her insan Lazarus gibi, insanlar yaşamayı öğrensinler diye yalnızca bir kez için olsun ölmeli.»
Yuhanna karşılık verdi: «Ey muallim, bir söz söylememe izin var mı?»
«Bin tane söyle» (diye) karşılık verdi îsa, «Çünkü, nasıl bir insan Allah'a kulluk için mallarını dağıtmaya hazırsa, o akideyi dağıtmaya da hazırdır. Ve, o (böyle yapmaya) ne kadar hazır olursa, mal ölüye yeniden hayat veremezken, sözün o kadar çok bir ruhu tevbeye getirme gücü olur. Bu bakımdan, yoksul bir insana yardım etme gücü olan adam, yardım etmeyip de, yoksul açlıktan öldüğü zaman bir katil olmuş olur. Ama daha kötü katil, Allah'ın Kelâmı'yla günahkârı tevbeye getirebilen, ama getirmeyip, Allah'ın dediği gibi «dilsiz bir köpek» örneği oturup duran kişidir. Böylelerine karşı Allah der: «Kelâmımı gizlediğinden dolayı günahkârın helak olacak olan ruhunu senin ellerinden isteyeceğim, ey benim imansız kulum.»
«Bu durumda anahtarı olup da sonsuz hayata girmeyen, hatta girmek isteyenlere engel olan yazıcıların ve Ferisîler'in durumu ne olmaktadır şimdi?»
«Ey Yuhanna, benim yüzbin sözümü dinledikten sonra bir söz söylemek için benden izin istersin. Bak sana diyorum ki, beni dinlediğin her bir sözün on katını senden dinlemeye hazırım. Ve, bir diğerini dinleyecek olan, konuştuğu her defada günah işler. Çünkü, kendimiz için istediğimizi başkalarına da yapmalı, kendi görmek istemediğimizi başkalarına da yapmamalıyız.»
O zaman Yuhanna dedi: «Ey muallim, neden Allah bunu, yani, kendilerini ve Yaratıcılarını bilmeleri için, Lazarus'un yaptığı gibi bir kez ölüp geri dönmeği insanlara bahşetmedi?»

197.

îsa cevap verdi: «Söyle bana Yuhanna; ev sahibinin biri bir hizmetçisine, evinin manzarasını kapayan ağacı kesmesi için mükemmel bir balta verdi.
Ama işçi baltayı unuttu ve dedi: «Eğer efendi bana eski bir balta vermiş olsaydı ağacı kolayca keserdim» Söyle bana Yuhanna, ev sahibi ne dedi? Mutlaka kızdı ve eski baltayı alıp adamın başına çarptı ve dedi:
«Aptal hilekâr! Sana ağacı zahmetsizce kesebileceğin bir balta verdim, sense büyük zahmetlerle çalışman gerekecek ve gidip, hiç bir şey elde edemeyeceğin bu baltayı mı istersin? Ben senin ağacı, çalışman işe yarasın diye kesmeni isterim. Doğru değil mi bu?»
Yuhanna cevap verdi: «Doğruların doğrusu.» (O zaman îsa dedi) : -Ebediyen sağ ve diriyimdir ki» der Allah, «Ben herkese iyi bir balta verdim, bu da bir ölünün gömüldüğünü görmektir. Kim bu baltayı iyi kullanırsa, kalbindeki günah ağacını sancısız çıkarır; böylece lütuf ve rahmetimi kazanır. Onlara salih amellerinden dolayı sonsuz yaşama hakkı veririm. Ama, gün be gün başkalarının ölüp durduğunu gördüğü halde ölümlü olduğunu unutan ve «eğer öbür hayatı görsem, iyi işler yaparım» diyenin üzerine olacaktır öfkem, ve onu ölümle öylesine çarparım ki, bir daha hiç iyilik bulamaz.»
«Ey Yuhanna» dedi îsa, «Başkalarının düşüşünden ayakları üzerinde durmayı öğrenenin avantajı ne büyüktür!»

198.

Sonra, Lazarus dedi: «Muallim, bakın size diyorum ki, günbegün ölenlerin mezara, götürüldüğünü görüp de Yaratıcımız Allah'tan korkmayanın hak edeceği cezayı tasavvur edemiyorum. Böyle biri, tümüyle vazgeçmesi gereken dünyadaki şeyler için kendisine nesi varsa veren Yaratıcısı'na karşı gelir.»
O zaman îsa havarilerine dedi: «Bana muallim diyorsunuz ve iyi ediyorsunuz, çünkü Allah benim ağzımla size öğretiyor. Ama, Lazarus'a ne diyeceksiniz? Gerçekten o burada, bu dünyada akideyi öğreten tüm muallimlerin muallimidir. Ben şüphesiz size nasıl iyi yaşanacağını öğrettim, ama Lazarus size nasıl iyi ölüneceğini öğretecektir. Allah sağ ve diridir ki, o peygamberlik hediyesini almıştır; bu bakımdan onun doğru sözlerini dinleyin. Ve, insan kötü ölürse, iyi yaşama boşuna olacağından onun sözlerini o derece fazla dinlemelisiniz.»
Lazarus dedi: «Ey muallim, sana teşekkür ederim ki, gerçeğin değerini veriyorsun; bu nedenle Allah sana büyük hak verecektir.»
O zaman, (bu satırlar)ı yazan dedi: «Ey muallim, Lazarus sana, «hak alacaksın» demekle, nasıl gerçeği söylemiş oluyor? Halbuki, sen Nikodemus'a insanın cezadan başka bir şeye hakkı olmadığını söylemiştin. Sen de bu durumda Allah'ın cezasına mı uğrayacaksın?»
îsa cevap verdi: «Înşallah bu dünyada Allah'ın cezasına uğrarım, çünkü, yapmam gerektiği kadar imanla ona kulluk etmedim.»
«Ama, Allah rahmetinden dolayı beni öylesine sevdi ki, her ceza benden geri alındı. O kadar ki, ben yalnızca bir başka kişide azap göreceğim. Ceza benim için yerindedir. Çünkü insanlar bana Allah dediler. Ama ben gerçek olarak, yalnızca Allah olmadığımı değil aynı zamanda, Mesih de olmadığımı itiraf ettiğimden Allah benden cezayı çekti ve utanç benim olsun diye, onu şerli birine çektirecektir. Bu bakımdan, sana diyorum ki benim Barnabas'ım, bir insan Allah'ın komşusuna ne vereceğinden söz ederken 'komşusunun onu hak ettiğini de söylesin. Ama dikkat etsin ki, Allah kendine vereceği şeyden söz ederken «Allah bana verecek» desin. Ve, «benim hakkım var» dememeye dikkat etsin; çünkü Allah kullarına günahları nedeniyle Cehennem'i hak ettikleri zaman rahmetini bahşetmekten memnunluk duyar.

199.

Allah rahmette o kadar zengindir ki, bin denizin suyu, eğer bu kadarı bulunabilirse, Cehennem alevlerinin bir kıvılcımını söndüremezken, Allah'a karşı suç işlediğine ağlayan kişinin bir damla göz yaşı, Allah'ın imdadına yetiştiği büyük rahmetiyle tüm Cehennem'i söndürür. Bu nedenle, Allah şeytan'ı kahretmek ve kendi nimetini göstermek için, mü'min kulunun her iyi amelini rahmetinin varlığıyla hak diye isimlendirmek diler ve onun komşusu hakkında böyle konuşmasını ister. Yine de, bir insan kendisi hakkında «hakkım var» demekten kaçınmalıdır, çünkü kınanır.»

200.

îsa sonra Lazarus'a döndü ve dedi: «Kardeş, benim dünyada kısa bir zaman kalmam gerekiyor. Bu bakımdan, senin evine yakın olduğum zaman, hiç başka yere gitmeyeceğim, çünkü sen bana, benim sevgim için değil, Allah sevgisi için hizmet edersin.»
Yahudi'lerin Fısıh bayramı yaklaştı, bu nedenle İsa havarilerine dedi: «Kudüs'e fısıh kuzusu yemeye gidelim.» Ve, Petrus'la Yuhanna'yı şehre gönderip, dedi : «Şehrin kapısının yanında bir sıpayla birlikte bir eşek bulacaksınız, onu çözüp buraya getirin; çünkü, Kudüs'e kadar ona binmem gerekiyor. Ve, eğer biri size, «onu niye çözüyorsunuz» diye sorarsa «muallimin ona ihtiyacı var» deyin, onu getirmenize izin verirler.» Havarileri gittiler. İsa'nın kendilerine söylediklerinin hepsini gördüler ve aynı şekilde eşeği ve sıpayı getirdiler. Havariler cübbesini sıpanın üstüne koydular ve İsa ona bindi. Ve, öyle oldu ki, Kudüs halkı Nasıra'lı İsa'nın gelmekte olduğunu duyunca, ellerinde palmiye ve zeytin dalları «Allah Rabb adına bize gelen kutlu olsun; şükürler Davud'un oğlu!» diye çocuklarıyla birlikte İsa'yı görmek için şehrin dışına çıktılar. İsa şehre girince, halk, «Allah Rabb adına bize gelen kutlu olsun; şükürler Davud'un oğlu!» diye diye elbiselerini eşeğin ayaklan altına yazdılar.
Ferisiler İsa'yı azarlayıp dediler: «Görmüyor musun ne diyorlar? Sustur onlan!»
O zaman İsa dedi: «Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir kî, eğer insanlar susacak olsa, habis günahkârların küfrüne karşı taşlar haykıracaktır.» Ve, İsa bunu deyince, Kudüs'ün bütün taşları büyük bir gürültüyle haykırdılar. «Allah Rabb adına bize gelen kutlu olsun!»
Yine de Ferisiler küfürlerine devam ettiler ve bir araya toplanıp, onu konuşurken yakalamak için istişarede bulundular.

201. "İlk Taşı Günahsız Olanınız Atsın!"

İsa mabede girince, yazıcılar ve Ferisiler kendisine zina suçu işlemiş bir kadın getirdiler. Aralarında dediler: «Eğer onu kurtarırsa, bu Musa'nın kanununa aykırıdır ve böylece onu suçlarız; eğer mahkûm ederse, bu kendi akidesine aykırıdır, çünkü o merhameti tebliğ etmektedir. Bu şekilde Isa'ya varıp, dediler: «Muallim, bu kadını zina ederken bulduk. Musa, böylesinin recm edilmesini emretmişti; buna sen ne dersin?»
Bunun üzerine îsa eğilip, parmağıyla yerde bir ayna yaptı ve içinde herkes kendi kötülüklerini gördü. Cevap için sıkıştırırlarken, İsa doğrulup parmağıyla aynayı gösterdi ve dedi: «Aranızda günahsız olan ona ilk taşı atsın.» Ve, yeniden eğilip, aynayı çizdi.
Bunu gören insanlar, en yaşlısından başlayarak bir bir çıktılar, çünkü kirli işlerini görünce utanıyorlardı.
İsa yeniden doğrulup, kadından başka kimseyi göremeyince dedi: «Kadın, seni ayıplayanlar nerede?»
Kadın ağlıyarak cevap verdi, «Rab, gittiler; eğer beni bağışlarsan, Allah sağ ve diridir ki, bir daha günah işlemiyeceğim.»
O zaman îsa dedi: «Allah'ı tesbih ederim! Huzurla yoluna git ve bir daha günah işleme, çünkü Allah beni seni mahkûm etmek için göndermedi.»
Sonra, yazıcılar ve Ferisiler toplanınca, îsa kendilerine dedi: «Söyleyin bana; eğer sizden birinizin yüz koyunu olsa ve onlardan birini yitirse doksandokuzunu bırakıp, onu aramaya gitmez misiniz? Ve, onu bulunca, onu omuzlarınıza atıp, komşularınızı çağırarak, onlara demez misiniz? «Benimle birlikte sevinin, çünkü, yitirdiğim koyunu buldum.» Mutlaka böyle yaparsınız.
«Şimdi söyleyin bana, Allah'ımız, dünyayı kendisi için yarattığı insanı daha mı az sever? Allah sağ ve diridir ki, tevbe eden günahkâr üzerine Allah'ın meleklerinde böylesine bir sevinç meydana gelir; çünkü, günahkârlar Allah'ın rahmetini bildirirler.»

202.

«Söyleyin bana, doktor en çok kimin tarafından sevilir, hiç hastalık görmemiş olanlar tarafından mı, yoksa doktorun ağır hastalıklarını iyileştirdiği kişiler tarafından mı?»
Ferisiler ona dedi: «Sağlam adam doktoru nasıl sevsin ki? O mutlaka onu, yalnızca hasta olmadığı için sevecektir; ve hastalığı bilmediği için de çok az sevecektir.»
O zaman ruhî bir şiddetle îsa konuşup dedi: «Allah sağ ve diridir ki, sizin kendi diliniz kendi gururunuzu mahkûm ediyor, o kadar ki, Allah'ımız müttakî olandan çok, Allah'ın üzerindeki büyük rahmetini bilen tevbekâr günahkâr tarafından sevilir. Çünkü, muttaki Allah'ın rahmetini bilmez. Bu bakımdan, Allah'ın meleklerinin yanında, tevbe eden bir günahkâr için duyulan sevinç, doksan dokuz muttaki kişiye (duyulandan) daha çoktur.
«Zamanımızda müttakîler nerede? Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, takvasız müttakîlerin sayısı çoktur; onların durumu şeytanınki gibidir.»
Yazıcılar ve Ferisiler karşılık verdiler: «Biz günahkârlarız, bu nedenle Allah bize merhamet edecektir» Ve, onlar bunu İsa'yı kışkırtmak için dediler; çünkü, yazıcılar ve Ferisîler, kendilerine günahkâr denmesini büyük bir hakaret sayarlardı.
O zaman İsa dedi: «Korkarım ki siz, takvasız müttakîlersinizdir. Çünkü, günah işleyip de günahınızı inkâr eder ve kendinize muttaki derseniz, takvasız olursunuz; ve eğer kalbinizden kendinizi muttaki kabul ediyor ve dilinizle günahkâr olduğunuzu söylüyorsanız, o zaman bir kat daha takvasız müttakilersiniz demek olur.»
Yazıcılar ve Ferisîler bunu duyunca, İsa'yı havarileriyle birlikte huzur içinde bırakıp başları önünde çekip gittiler ve cüzzamı temizlenmiş olan cüzzamlı Simun'un evine vardılar. Şehir halkı hastalarını Simun'-un evinde toplamış bulunuyorlardı; Isa'ya hastaların iyileştirilmesi için ricada bulundular.
O zaman, saatinin yakın olduğunu bilen İsa dedi: «Ne kadar hasta varsa çağırın, çünkü Allah onları iyileştirecek kudrette ve merhamettedir.»
Karşılık verdiler: «Burada, Kudüs'te başka hasta bulunduğunu bilmiyoruz.»
Isa ağlayarak karşılık verdi: «Ey Kudüs, ey İsrail, senin için ağlıyorum. Sen sana olan ziyareti bilmiyorsun; çünkü, bir tavuğun civcivlerini kanatları altına topladığı gibi, ben de seni yaratıcınız Allah sevgisinde toplamak istedim, ama sen istemedin! Bu nedenle, Allah size şöyle diyor:                                             

203. İlahi Gazaba Uğrayacaklar..

«Ey sert yürekli, sapık fikirli şehir, sana, seni kalbine çevirmesi için ve sen de tevbe edesin diye kulumu gönderdim; ama sen ey bozuk şehir, senin için, ey İsrail, Mısır'a ve Firavun'a yaptıklarımın hepsini unuttum. Kulum hasta vücudunu iyileştirsin diye defalarca ağlarsın; ama, senin günahkâr ruhunu iyileştirmeye çalıştığı için, kulumu öldürmenin yollarını ararsın.»
«Cezama uğramayan yalnızca sen mi kalacaksın şimdi? Sen ebediyyen yaşayacak mısın? Ve, senin gururun seni benim ellerimden kurtaracak mı? Kasinlikle hayır, çünkü, bir orduyla birlikte karşına reisler çıkaracağım ve onlar seni kuvvetle saracaklar ve seni onların ellerine öylesine teslim edeceğim ki, gururun doğru Cehennem'e düşecek.»
«Yaşlıları ve dulları bağışlamıyacağım, çocukları bağışlamıyacağım, seni tümden kıtlığa, kılıca ve hakarete terk edeceğim ve üzerine rahmetle baktığım mabedi şehirle birlikte ıssız bırakacağım; o kadar ki, uluslar arasında bir efsane, bir alay konusu ve bir darb-ı mesel olacaksın. Gazabım üzerinde böyle kalacak ve benim öfkem uyumaz.»

204.

Bunları söyledikten sonra İsa yeniden dedi: «Başka hastalar bulunduğunu bilmiyor musunuz? Allah sağ ve diridir ki, Kudüs'te ruhları sağlam olanlar vücutça hasta olanlardan daha azdır. Ve, gerçeği bilmeniz için, size diyorum ki ey hasta olanlar, Allah'ın adına hastalığınız sizden ayrılsın!»
Ve, o bunu söylediği zaman, derhal iyileştiler. -Allah'ın Kudüs üzerindeki gazabını duyunca insanlar ağladılar ve merhamet için yalvardılar. O zaman îsa dedi: «Eğer Kudüs günahları için ağlayacak ve pişman olup, yolumda yürüyecek olursa» der Allah, «bir daha onun kötülüklerini hatırlamıyacak ve söylediğim belâlardan hiç birini ona vermeyeceğim. Ama Kudüs, uluslar arasında adıma küfretmekle şanımı lekelediğine değil de, kendi yıkımına ağlar. Bu yüzden öfkem daha çok tutuştu. Ebediyyen sağ ve dîriyimdir ki, eğer Musa ile birlikte kullarım Eyub, İbrahim, Samuel, Davud ve Danyal kavimleri için dua etseler, Kudüs'e olan öfkem yatışmayacaktır.» Ve, İsa bunu dedikten sonra, herkes endişe içinde evine çekildi.

205. Hain Yahuda'nın İhaneti

îsa cüzzamlı Simun'un evinde akşam yemeği yerken, bakın ki, Lazarus'un kızkardeşi Meryem eve girdi ve bir kabı kırıp, İsa'nın başına ve elbisesine yağ merhemi döktü. Bunu gören hain Yehuda, Meryem'i böyle bir işi yapmaktan alıkoymaya çalışıp, dedi: -Gidip merhemi sat ve parayı getir de onu yoksullara vereyim.»
îsa dedi: «Ona neden engel olursun? Bırak yapsın, çünkü sizin bulacağınız yoksullar hep sizinledir. Ama beni her zaman bulamıyacaksınız.»
Yehuda karşılık verdi: «Ey muallim; bu yağ merhemi üç yüz kuruşa satılabilir; kaç yoksulun yardım göreceğine bakın şimdi.»
îsa cevap verdi: «Ey Yehuda, ben senin kalbini biliyorum; sabr et bakalım, sana her şeyi vereceğim.»
Herkes korkuyla yemek yedi. Havariler ise üzgündü. Çünkü îsa'nm kendilerinden ayrılması gerektiğini biliyorlardı. Ama, Yehuda kızgındı, çünkü, îsa'ya verilen bütün şeylerin onda birini çaldığından, yağ satılmadığı için otuz kuruşu yitirdiğini biliyordu.
Başkâhini bulmaya gitti; o, kâhinleri, yazıcıları ve Ferisîleri bir heyet halinde toplamış bulunuyordu; kendisine Yehuda dedi: «Bana ne vereceksin? Ben kendisini İsrail kralı yapmak isteyen îsa'yı elinize teslim edeceğim.»
Cevap verdiler: «Şimdi, onu elimize nasıl vereceksin?»
Yehuda dedi: «Şehir dışına ibadet etmeye gittiğini öğrendiğim zaman size söyleyecek ve sizi onun bulunduğu yere ileteceğim; çünkü, onu şehrin içinde fitne çıkmadan yakalamak imkânsız olacaktır.»
Başkâhin karşılık verdi: «Eğer onu bizim elimize verirsen, sana otuz altın vereceğiz ve sana nasıl iyi davranacağımızı göreceksin.»

206.

Gün olunca, İsa halktan büyük bir kalabalıkla birlikte mabede vardı. Bu sırada başkâhin yaklaşıp dedi: «Söyle bana ey İsa, Allah olmadığını, Allah'ın oğlu veya Mesih bile olmadığını itiraf etmiştin, unuttun mu hep bunları?»
îsa cevap verdi: «Hayır, asla unutmadım; çünkü bu, Hüküm Günü'nde, Allah'ın mahkemesi önünde yapacak olduğum itirafımdır. Musa'nın kitabında yazılı olan her şey doğruların doğrusudur. Öyle ki, Yaratıcımız Allah bir tek (Allah) tır, ve ben Allah'ın kuluyum ve sizin Mesih dediğiniz Allah'ın Elçisi'ne hizmet etmek arzu ediyorum.»
Başkâhin dedi: «Öyleyse, mabede halktan bu kadar büyük bir kalabalıkla gelmenin yararı ne? Yoksa, kendini îsrail'in kralı mı yapmak istersin? Sakın ki, başına bir tehlike gelmesin!»
îsa cevap verdi: «Eğer ben kendi ün ve şanım için çalışsam ve kendi payımı bu dünyada istemiş olsaydım, Nain halkı beni kral yapmak istediği zaman kaçmazdım. Bana gerçekten inan ki, bu dünyada hiç bir şeyin peşinde değilim.»
O zaman, başkâhin dedi: «Mesih'le ilgili olarak bir şeyi bilmek istiyoruz.» Ve, hemen kâhinler, yazıcılar ve Ferisiler İsa'nın çevresinde bir halka oluşturdular.
îsa karşılık verdi: «Mesih hakkında bilmek istediğiniz bu şey nedir? Ne belli, yalan olmasın bu? Emin olun ki, size yalan söylemiyeceğim. Çünkü, yalan söylemiş olsaydım, tüm îsrail'le birlikte siz, yazıcılar (ve) Ferisîler tarafından göklere çıkarılacaktım; ama, size gerçeği söylediğim için benden nefret ediyor ve beni öldürmenin yollarını arıyorsunuz?»
Başkâhin dedi: -Şimdi biliyoruz ki, senin sırtında, cinin var; çünkü sen bir Samirîsin ve Allah'ın kâhinine saygı duymazsın.»

207.

îsa cevap verdi: «Allah sağ ve diridir ki, benim sırtımda cinim yok, bilakis ben cini fırlatıp atmaya çalışıyorum, dolayısıyla, bu sebepten cin dünyayı bana karşı ayaklandırıyor. Çünkü, ben bu dünyadan değilim. Ben, beni dünyaya gönderen Allah'ın yüceltilmesi için çalışıyorum. Bu bakımdan, bana kulak verin, size kimin sırtında cini bulunduğunu söyliyeceğim. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, cinin iradesiyle çalışanın sırtında cin vardır, o kendisine iradesinin yularını takmış, onu istediği gibi yönetip, her kötülüğe koşturuyor.
Bir elbise nasıl sahibini değiştirince, aynı kumaş olduğu halde, adını da değiştirirse, insanlar da tek bir maddeden olmalarına rağmen, insanın içinde çalışanın yaptıkları nedeniyle farklılaşırlar.
Eğer ben (bildiğim kadarıyla) günah işlemişsem, bir düşman olarak benden nefret etmek yerine, niye bir kardeş olarak beni uyarmazsınız? Gerçekten, bir bedenin azaları başla birleştikleri zaman birbirlerinin imdadına koşarlar ve baştan kopuk olanlar ise ona hiç yardım etmezler. Çünkü, bir vücudun elleri bir başka vücudun değil, birlikte oldukları vücudun ayaklarının acısını duyarlar, Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Yaratıcı'sı Allah'ı seven ve O'ndan korkan, başının merhamet duyduğu kişiye karşı merhamet duygusu besler. Allah'ın günahkârın ölmesini dilemeyip, her birinin tevbe etmesini beklediğini görerek, eğer siz benim de birlikte olduğum şu bedendenseniz, Allah sağ ve diridir ki, kendi başıma göre hareket etmem için bana yardım edersiniz.

Barnabas İncili.183.193.Blm

183. "Gerçek Alçakgönüllü Nasıl Olunur?"

Yemekte otururlarken yazıcı dedi: «Ey muallim, Allah'ın gerçek alçak gönüllülüğü sevdiğini söyledim. Bu bakımdan, bize alçak gönüllülüğünü ve onun nasıl gerçek, nasıl sahte, olabileceğini anlatın.»
İsa cevap verdi: «Bakın size diyorum ki, küçük bir çocuk gibi olmayan göklerin melekûtuna girmeyecektir.»
Herkes bunu duyunca şaşırdı ve birbirlerine dediler ; «Şimdi, otuz ya da kırk yaşında olan biri nasıl küçük bir çocuk gibi olacak?»
îsa cevap verdi: «Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, sözlerim doğrudur. Size, «(bir insanın) çocuk gibi olması gerektiğini söyledim; çünkü bu, gerçek alçak gönüllülüktür. Eğer küçük bir çocuğa, «Senin elbiselerini kim yaptı?» diye sorsanız, «babam» (diye) cevap verecektir. Eğer ona, oturduğu evin kimin olduğunu sorsanız, «babamın» diyecektir. Eğer «sana kim yiyecek veriyor?» deseniz, «babam» (diye) karşılık verecektir. Eğer, «sana yürümek ve konuşmayı kim öğretti?» deseniz, «babam» (diye) cevap verecektir. Ama deseniz ki, «alnını kim yardı, alnını böyle sardırmışsın» diyecek olsanız, «düştüm ve başımı yardım» (diye) cevap verir. Eğer, «neden düştün?» derseniz, «görmüyor musunuz küçüğüm, yetişkin bir insan gibi yürüme ve koşma gücüm yok ki! Bu bakımdan babam, sağlam yürümem için benim elimden tutmadı. Fakat iyi yürümeyi öğrenmem için babam beni bir an bıraktı ve ben de koşmak isteyince düştüm.» (diye) cevap verir. Eğer, «o zaman baban ne dedi?» derseniz, «niye şimdi oldukça yavaş yürümedin? Bak, ileride benim yanımdan ayrılmayacaksın» dedi (diye) cevap verir.»

184.

«Söyleyin bana, doğru değil mi bu?» dedi İsa.
Havariler ve yazıcı cevap verdiler: «Doğruların doğrusu!»
O zaman İsa dedi: «Kalbinden Allah'ı tüm iyiliklerin yazarı, kendini de günahların, yazarı olarak tanıyan gerçekten alçak gönüllü olur. Ama, dille çocuk gibi konuşup, hareketle zıtlarını ortaya koyan, emin olun ki, sahte alçak gönüllülük ve gerçek gurur sahibidir. Çünkü, gurur bu şekilde, insanlar tarafından azarlanıp tekmelenmedikçe, alçak gönüllü şeyleri kullandığı zaman zirvesine varır.
Gerçek alçak gönüllülük insana kendini gerçekten bildiren bir ruh alçak gönüllülüğüdür; ama sahte alçak gönüllülük Cehennem'den bir duman olup, ruhun anlayışını öylesine karartır ki, insan kendinde bulması gerekeni Allah'ta bulup, Allah'ta bulması gerekeni kendinde bulur. Bu şekilde, sahte alçak gönüllü insan kendisinin ağır bir günahkâr olduğunu söyler, fakat biri kendisine günahkâr olduğunu söylediği zaman, hemen ona karşı gazaba gelir ve ona eziyet eder.
«Sahte alçak gönüllü insan, sahip olduğu her şeyi kendisine Allah'ın verdiğini söyler, ama kendi başına kalınca uymaz ve salih ameller yapmış olur. Ve, bu zamanın bu Ferisîleri kardeşler, söyleyin bana, nasıl yürürler?»
Yazıcı ağlayarak cevap verdi: «Ey muallim, bu zamanın Ferisîleri Ferisi cübbesi ve adını taşırlar, ama kalben ve amel bakımından Kenanîdirler. Ve, Allah'a karşı böyle bir adı gasbetmekle kalmıyorlar, bu şekilde basit insanları da aldatıyorlar! Ey eski zaman, ne kadar zalimce dayrandın bize. Gerçek Ferisileri bizden aldın ve bize sahtelerini bıraktın!»

185.

İsa karşılık verdi: «Kardeş, bunu yapan zaman değil, gerçekte şerli dünyadır, çünkü her zaman içinde Allah'a gerçekten kulluk etmek mümkündür; ama dünyâ ile bir olunca, yani her zaman kötü tavırlarla insanlar kötüleşir. Elişa peygamberin hizmetçisi Gehazi'nin yalan söyleyip efendisini utandırdığını, para ve Suriyeli Naaman'ın elbiselerini aldığını biliyor musunuz? Ama, Elişa'nın da Allah'ın onu kendilerine peygamber yaptığı çok sayıda Ferisî'si vardı.
«Bakın, size diyorum ki, İnsanlar kötü işlere öylesine meyillidir ve dünya da onları bu işlere öylesine çeker ve şeytan da kendilerini şerre sürükler ki, bu zamanın Ferisi'leri her salih amelden ve her kutsal örnekten kaçınmaktadırlar; ve Gehazi örneği, Allah tarafından lanetlenmeleri için kendilerine yeter.»
Yazıcı karşılık verdi: «Doğruların doğrusu.» Bunun üzerine İsa dedi: «Gerçek Ferisîleri görebilmemiz için, bize Allah'ın iki peygamberi olan Haggay ve Hoşea örneğini anlatsana.»
Yazıcı karşılık verdi: «Ey muallim, nasıl diyeyim ki? Danyal peygamber tarafından yazılmış olmasına rağmen, pek çokları kesinlikle buna inanmıyor; ama sana itaat ederek, ben gerçeği nakledeceğim.»
Haggay, babadan kalma mirasını satarak, yoksullara verip de, Obadya peygambere hizmet etmek için Anatos'tan ayrıldığında onbeş yaşındaydı. Haggay'ın alçak gönüllülüğünü bilen yaşlı Obadya onu, şakirtlerine öğretmede bir kitap olarak kullandı. Bu nedenle, o sık sık kendisine elbise ve güzel yemekler gönderir, fakat Haggay her seferinde elçiyi geri gönderip, derdi: «Git, evine dön, çünkü bir yanlışlık yaptın. Obadya bana böyle şeyler mi gönderecek? Asla; çünkü o benim hiç bir işe yaramadığımı ve yalnızca günah işlediğimi bilir.»
«Ve, Obadya kötü bir şeyi olduğunda, görmesi için onu Haggay'ın yanında bulunan birine verirdi. O zaman Haggay bunu görünce kendi kendine derdi: «Bak. şimdi, Obadya mutlaka seni unuttu, çünkü bu, herkesten kötü olduğundan yalnızca bana uygundur. Ve bunun kadar pis bir şey yoktur. Allah'ın Obadya'nm elleriyle bana bahşettiği bu şeyi ondan alsam, bir hazine olurdu.»

186.

«Obadya birine dua etmeği öğretmek istediğinde. Haggay'ı çağırır ve derdi: «Duanı burada yap ki, herkes sözlerini işitsin.» O zaman Haggay derdi: «İsrail'in Allah'ı Rabb, Seni çağıran kuluna merhametle bak, çünkü onu Sen yarattın. Adaletli Rabb Allah, adaletini hatırla ve kulunun günahlarını cezalandır ki, senin eserini kirletmiyeyim. Allah'ım Rabb, ben senden mü'min kullarına bahşettiğin nimetleri isteyemem, çünkü benim günahtan başka bir şey yaptığım yok. Bu bakımdan Rabb, kullarından birine bir hastalık vereceğin zaman kendi şanın için ben kulunu hatırla.»
«Ve Haggay, böyle davranınca» dedi yazıcı, «Allah onu öylesine sevdi ki, zamanında yanında bulunan herkese Allah peygamberlik (hediyesini) verdi. Ve, Haggay dua ederken hiç bir şey istemedi ki, Allah vermemiş olsun.»

187.

Salih yazıcı bunları söylerken, gemisi parçalanan bir denizcinin ağladığı gibi ağladı.
Ve, dedi: «Hoşea, Allah'a kulluk etmek için gittiği zaman, Naftali kabilesinin reisiydi ve ondört yaşındaydı. Ve, o da babadan kalan mirasını satarak, yoksullara verip Haggay'ın şakirdi olmak üzere gitti.
«Hoşea sadakaya öylesine tutulmuştu ki, kendinden istenen her şey için derdi: «Bunu Allah bana senin için verdi ey kardeş, bu nedenle onu kabul et!»
- «Böyle yaptığından, az sonra iki elbiseyle kalakaldı, bunlar da çuval bezinden uzun bir gömlekle, bir deri cübbeydi. Babadan kalma mirasını satarak yoksullara verdi diyorum, çünkü, başka türlü kimsenin Ferisi olarak çağırılmasına izin verilmezdi.
«Hoşea'da Musa'nın kitabı vardı, onu en büyük ciddiyetle okurdu. Bir gün Haggay kendisine dedi: «Hoşea, varını yoğunu senden kim çekip aldı?»
Karşılık verdi: «Musa'nın kitabı.»
Komşu bir peygamberin şakirdlerinden biri bir gün Kudüs'e gitmek istedi, ama cübbesi yoktu. Bunun üzerine, Hoşea'nın iyilik severliğini duymuş olduğundan varıp onu buldu ve dedi: «Kardeş, Allah'ımıza kurban kesmek için Kudüs'e gitmek istiyorum ama cübbem yok, bu nedenle ne yapacağımı bilmiyorum.»
Hoşea bunu duyunca dedi: «Bağışla beni kardeş, çünkü sâna karşı büyük bir günah işledim; Allah bana, sana vereyim diye bir cübbe verdi de, ben unutmuştum. Bu bakımdan şimdi onu kabul et ve Allah'a benim için dua et.» Buna inanan adam Hoşea'nın cübbesini kabul edip, gitti. Ve Hoşea Haggay'ın evine varınca, Haggay dedi: «Cübbeni kim alıp gitti?»
Hoşea cevap verdi: «Musa'nın kitabı.»
Haggay bunu duyunca çok sevindi, çünkü Hoşea'­nın iyiliğini anlamıştı.
«Bir gün bir yoksul adam hırsızlar tarafından soyuldu ve çıplak kaldı. Bunun üzerine, onu gören Hoşea kendi uzun gömleğini çıkanp, çıplak olana verdi; kendisi ise, gizli yerleri üzerindeki bir keçi derisi parçasıyla kalakaldı. Bu nedenle, Haggay'ı görmeye gidemeyince, salih Haggay Hoşea'nın hasta olduğunu sandı. Bunun üzerine, iki şakirtle birlikte onu görmeye gitti. Ve onu palmiye yapraklarına sarılmış olarak buldular. O zaman Haggay dedi: «Şimdi söyle bana, neden beni ziyarete gelmedin?»
Hoşea cevap verdi: «Musa'nın kitabı uzun gömleğimi aldı ve oraya gömleksiz gelmekten korktum.» Bunun üzerine Haggay kendisine bir başka gömlek verdi.
«Bir gün, genç bir adam Hoşea'yı Musa'nın kitabını okurken görüp, ağlayarak dedi: «Bir kitabım olsa, ben de okumayı öğrenirim.» Bunu duyan Hoşea ona kitabı verip, dedi: «Kardeş, bu kitap senindir; Allah onu bana, ağlayarak kitap isteyen birine vermem için verdi.»
Adam ona inandı ve kitabı kabul etti.

188.

Haggay'ın, Hoşea'nın yakınında bir şakirdi vardı; ve kitabının iyi yazılmış olup olmadığını görmek arzusuyla Hoşea'yı ziyarete gitti ve ona dedi «Kardeş, kitabımı al ve benimki gibi olup olmadığına bakalım.»
Hoşea karşılık verdi: «O benden alındı.»
«Kim aldı onu senden?» dedi şakirt.
Hoşea cevap verdi: «Musa'nın kitabı.» Bunu duyan diğeri Haggay'a vardı ve dedi: «Hoşea delirmiş, Musa'nın kitabının kendinden Musa'nın kitabını aldığını söylüyor.»
Haggay karşılık verdi: «Bende Înşallah aynı şekilde deli olsam ey kardeş ve tüm deliler Hoşea gibi olsa!»
Yahudiye ülkesine akın eden Suriyeli soyguncular, peygamberlerin ve Ferisilerin oturduğu Karmel dağı yanında zar zor yaşayıp giden yaşlı bir dulun oğlunu ele geçirdiler, öyle denk geldi ki, odun kesmeye gitmiş olan Hoşea, ağlamakta olan kadına karşı geldi. Bunun üzerine, hemen ağlamaya başladı, çünkü ne zaman gülen birini görse güler ve ne zaman ağlayan birini görse ağlardı. Sonra Hoşea, ağlamasının nedeniyle ilgili olarak kadına sordu; ve o da her şeyi anlattı.
O zaman Hoşea dedi: «Gel kardeş, çünkü Allah sana oğlunu vermek diliyor.»
Ve, ikisi birlikte Hebran'a gittiler, Hoşea burada kendisini satıp, parayı dul kadına verdi, o da Hoşea'-nın parayı nasıl elde ettiğini bilmeyerek kabul etti. Ve oğlunu kurtardı.
Hoşea'yı satın almış olan onu Kudüs'e getirdi, burada oturacak bir yeri vardı, Hoşea'yı da tanımıyordu. Hoşea'nın bulunmadığını gören Haggay, üzüntüye kapıldı. Bunun üzerine Allah'ın meleği, onun bir köle olarak Kudüs'e nasıl getirildiğini anlattı.
Salih Haggay bunu duyunca, oğlunun yokluğuna ağlayan bir anne gibi Hoşea'nın yokluğuna ağladı. Ve iki şakirt çağırıp Kudüs'e gitti. Ve Allah'ın dilemesiyle, şehrin girişinde, efendisinin bağ tarlasındaki işçilere götürdüğü ekmeği yüklenmiş olan Hoşea'yla karşılaştı.
Haggay onu tanıyıp dedi: «Oğul, nasıl oldu da, yana yakıla seni arayan yaşlı babanı bıraktın?» Hoşea cevap verdi: «Baba, ben satıldım.» O zaman   Haggay öfkeyle dedi:   «Seni satan bu kötü herif kimdir?»
Hoşea cevap verdi: «Allah seni affetsin ey babam; çünkü, beni satan o kadar iyidir ki, eğer o dünyada olmamış olsaydı, kimse kutsal olmayacaktı.»
«O halde kimdir o?» dedi Haggay. Hoşea cevap verdi: «Ey benim babam, o Musa'nın kitabıydı.»
O zaman, Haggay kendinden geçip, olduğu yerde kaldı ve dedi: «Seni sattığı gibi oğlum, Musa'nın kitabı tüm çocuklarımla birlikte inşallah beni de satsa!»
Ve, Haggay Hoşea ile birlikte efendisinin evine gitti, o Haggay'ı görünce dedi: «Peygamberini benim evime gönderen Allah'ı tesbih ederim»; ve elini öpmeye koştu. O zaman Haggay dedi: «Kardeş, satın aldığın kölenin elini öp, çünkü o benden daha iyidir.» Ve, olup bitenlerin hepsini ona anlattı; bunun üzerine, efendi Hoşea'ya hürriyetini verdi.
«Ve, istediğin tam bu kadar, ey muallim»  (dedi yazıcı).

189.

Sonra İsa dedi: «Bu gerçektir. Çünkü, Allah bunu bana kesinlikle bildirdi. O halde, herkesin bunun gerçek olduğunu bilmesi için, Allah adıyla güneş olduğu yerde kalsın ve oniki saat hareket etmesin!» Ve, Kudüs ve Yahudiye'nin dehşeti karşısında böyle oldu.
Ve İsa yazıcıya dedi: «Ey kardeş, böyle bir ilmin varken, benden ne öğrenmek istersin? Allah sağ ve diridir ki, bu, insanın kurtuluşu için yeterlidir. Öyle ki, Hoşea'nın iyilik severliğiyle Haggay'ın alçak gönûllülüğü tüm kanunun ve tüm peygamberlerin istediğidir.»«Söyle bana kardeş, bana mabette soru sormak için geldiğin zaman, Allah'ın beni belki de kanunu ve peygamberleri yok etmek için göndermiş olabileceğini düşündün mü?»
«Bellidir ki, Allah bunu istemez. Çünkü O değişmez ve bu nedenle de, insanın kurtuluş yolu olarak takdir ettiği şeyi tüm peygamberlere söyletmiştir. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, eğer Musa'nın kitabı babamız Davud'un kitabıyla birlikte sahte Ferisi ve fakihlerin insani gelenekleriyle tahrif edilmemiş olsaydı, Allah bana Kelâmı'nı vermeyecekti. Ve, neden ben Musa'nın kitabından ve Davut'un kitabından söz ediyorum? Her peygamberliği tahrif ettiler. O kadar ki, bugün, Allah'ın emrettiği hiç bir şeye bakılmıyor, ama insanlar, sanki Allah yanılgı içinde de, insanlar hata etmezmiş gibi fakihler ne diyor, Ferisîler ne yapıyor, ona bakıyorlar.»
«Bu bakımdan, yazıklar olsun bu imansız nesle, çünkü üzerlerine mabedle mihrap arasında öldürdükleri Berekya'nın oğlu Zekeriyya'nın kanıyla birlikte, her peygamberin ve takvalı insanın kanı dökülecektir!»
«Hangi peygamberi öldürmediler ki? Hangi takvalı insanı tabii bir ölümle ölüme bıraktılar? Olsa olsa bir tane: Ve, şimdi de beni öldürmenin yollarını arıyorlar. İbrahim'in çocukları olmakla ve güzel mabedleri bulunmakla övünürler. Allah sağ ve diridir ki onlar şeytan'ın çocuklarıdır ve onun dilediğini yaparlar; bu, yüzdendir, kutsal şehirle birlikte mabed yıkılacak, o kadar ki, mabedte taş üstünde taş kalmayacaktır.»

190. Va'd İsmail için Yapıldı..

«Söyle bana kardeş, sen kanunu öğrenmiş bir alimsin. Babamız İbrahim'e yapılan mesih va'di kim içindir? îshak için mi, İsmail için mi?»
Bilgin cevap verdi: «Ey muallim, ölüm cezasından ötürü bunu sana söylemekten korkuyorum.»
O zaman İsa dedi: «Kardeş, evinde yemek yemeye geldiğim için üzgünüm, çünkü sen bu hayatı Yaratıcın Allah'tan daha çok seviyorsun; ve bu nedenle de, hayatını yitirmekten korkuyor ve dil Allah'ın kanunuyla ilgili olarak kalbin bildiğinin aksini söylediği zaman yok olan sonsuz hayatı ve imanı yitirmekten korkmuyorsun.»
O zaman salih yazıcı ağladı ve dedi: «Ey muallim, nasıl sonuç vereceğini bilmiş olsaydım, insanlar arasında fitne çıkmasın diye söylenmeden bıraktığım pek çok şeyi anlatırdım.»
İsa cevap verdi: «Ne insanlara, ne tüm dünyaya, ne tüm kutsal kişilere, ne de tüm meleklere, Allah'a karşı gelmeyi gerektirdiğinde saygı duymamalısın. Bu bakımdan, yaratıcın Allah'a karşı gelineceğine, bırak bütün (dünya) helak olsun. Ve günahlarla birlikte ortada kalmasın. Çünkü günah yıkar, korumaz ve Allah denizdeki kumlar kadar, hatta daha çok dünyalar yaratmaya kadirdir.»

191.

Sonra, yazıcı dedi: «Bağışla beni muallim, günaha girdim.»
îsa dedi.- «Allah bağışlasın seni; çünkü günahı O'na karşı işledin.»
Bunun üzerine yazıcı dedi: Allah'ın kulları ve peygamberleri Musa ve (senin yaptığın gibi güneşi yerinde durduran) Yuşa'nın eliyle yazılmış eski bir kitap gördüm. Bu kitap Musa'nın gerçek kitabıdır. İçinde, İsmail'in Mesih'in babası, İshak'ın da Mesih'in habercisinin babası olduğu yazılıdır. Ve, kitap şöyle der ki: «Musa dedi: «Kadir ve Rahim olan İsmail'in Allah'ı Rabb, azametinin nurunu kuluna göster.» Bunun üzerine, Allah ona Elçisi'ni İsmail'in kucağında gösterdi ve İsmail de İbrahim'in kücağındaydı. İsmail'in yanında İshak duruyordu, kucağında bir çocuk vardı. Parmağıyla Allah'ın Elçisi'ni gösterip diyordu: «Bu, Allah'ın tüm şeyleri kendisi için yarattığı kişidir.»
Bunun üzerine Musa sevinçle haykırdı: «Ey İsmail, sen kucağında tüm dünyayı ve Cennet'i tutuyorsun; ben Allah'ın kulunu unutma ki, Allah'ın her şeyi kendisi için yarattığı oğlunun sayesinde Allah'ın gözünde bir lutfa erebiliyorum.»

192.

Bu kitapta, Allah'ın koyun ve sığır eti yediği bulunmaz; bu kitapta Allah'ın rahmetini yalnızca İsrail için tuttuğu değil, bilakis Allah'ın, gerçekten yaratıcısı Allah'ı arayan her insan için rahmet sahibi olduğu yazılıdır.
«Ben bu kitabın tamamını okuyamadım, çünkü ben kitaplığımda iken başkâhin onu bir Ismaili'nin yazmış olduğunu söyleyerek beni men etti.»
O zaman İsa dedi: «Artık tekrar bir daha gerçeği saklamamaya bak. Çünkü Mesih'e inanmakla Allah insanlara kurtuluş verecek ve O'nsuz kimse kurtulamayacak»
Ve, İsa konuşmasını burada bitirdi. Bunun üzerine, yemeye oturuyorlardı ki, bir de ne görelim, İsa'­nın ayaklan dibinde ağlayan Meryem Nikodemus'un (yazıcının adı böyleydi,) evine girip, ağlıyarak kendini İsa'nın ayaklannın dibine bıraktı ve dedi: «Rab, senin sayende Allah'ın rahmetini gören kulunun bir kız kardeşi ve bir erkek kardeşi şimdi ölüm tehlikesiyle hasta yatıyor.»
İsa karşılık verdi; «Evin nerededir? Söyle bana, çünkü onun sıhhati için Allah'a dua etmeye geleceğim.»
Meryem cevap verdi: «Betani erkek ve kız kardeşimin (memleketi) dir. Benim kendi memleketim Magdala'dır; erkek kardeşim Betani'dedir.»
İsa kadına dedi: «Hemen doğru erkek kardeşinin evine git ve orada beni bekle. Onu iyileştirmeye geleceğim. Ve korkma, çünkü o ölmeyecek.»
Kadın ayrıldı ve Betani'ye vardığında erkek kardeşinin o gün ölmüş olduğunu gördü. Bunun üzerine onu babalarının kabrine koydular.

193. Lazarus'un Dirilmesi..

İsa Nikodemus'un evinde iki gün kaldı ve üçüncü gün Beytanya'ya gitmek üzere ayrıldı; ve kasabaya yaklaştığında, Meryem'e gelmekte olduğunu söylemeleri için havarilerinden ikisini önden gönderdi. Kadın koşarak kasaba dışına çıktı ve İsa'yı bulunca ağlayarak dedi: «Rab, kardeşimin ölmeyeceğini söylemiştin; şimdi ise dört gündür gömülü bulunuyor. Allah için, ben seni çağırmadan önce gelmiş olsaydın, o zaman ölmezdi!»
İsa karşılık verdi: «Kardeşin ölmüş değil, uyuyor. Bu bakımdan, ben onu uyandırmak için geliyorum.»
Meryem ağlayarak cevap verdi «Rab, böyle bir uykudan o Hüküm Günü'nde Allah'ın meleğinin surunun sesiyle uyanacaktır.»
îsa karşılık verdi: «Meryem, bana inan ki, o (o günden) önce kalkacak. Çünkü, Allah bana uyku üzerine güç vermiştir; ve bak sana diyorum ki, o ölmüş değildir. Çünkü yalnızca, Allah'ın rahmetini bulmadan ölenler ölüdür.»
Meryem, kızkardeşi Marta'ya İsa'nın gelişini bildirmek için çabucak geri döndü.
Şimdi, Lazarus'un ölümünde Kudüs'ten gelmiş bir hayli Yahudi ve pek çok yazıcı ve Ferisi toplanmış bulunuyorlardı. Kız kardeşinden İsa'nın gelmekte olduğunu duyan Marta aceleyle kalktı ve dışarı koştu; bunun üzerine yahudi, yazıcı ve Ferisîler'den oluşan kalabalık onu teselli etmek için peşinden gittiler. Çünkü kardeşine ağlamak için kabre gittiğini sanıyorlardı, îsa'nın Meryem'le konuştuğu yere varınca Marta ağlayarak dedi: «Rab, Allah için burada olmuş olsaydın, çünkü o zaman kardeşim ölmezdi!»
Meryem o zaman ağlamaya başladı; bunun üzerine İsa da göz yaşı döktü ve iç çekerek dedi: «Onu nereye yatırdınız?» Cevap verdiler, «Gel bak.»
Ferisîler kendi aralarında diyorlardı: «Şimdi Nain'deki dulun oğlunu dirilten bu adam, ölmeyeceğini söylediği halde neden bu adamı ölüme bıraktı?»
İsa, herkesin ağlamakta olduğu kabre varıp dedi: «Ağlamayın, çünkü Lazarus uyuyor, ve ben onu uyandırmaya geldim.»
Ferisîler kendi aralarında dediler: «Allah için, sen böyle mi uyursun!»
O zaman îsa dedi: «Benim saatim henüz gelmedi; geldiği zaman aynı şekilde uyuyacak ve süratle uyandırılacağım.» Sonra İsa yine dedi: «Kabrin üzerinden taşı çekin.»
Marta dedi: «Rab, o kokmuştur. Çünkü öleli dört gün oluyor.»
İsa dedi: «Öyleyse ben niye geldim buraya Marta? Sen benim onu uyandıracağıma inanmıyor musun?»
Marta cevap verdi: «Senin, Allah'ın bu dünyaya gönderdiği bir mukaddesi olduğunu biliyorum.»
O zaman, İsa ellerini göğe kaldırdı ve dedi: «İbrahim'in Allah'ı, İsmail ve îshak'ın Allah'ı, babalarımızın Allah'ı Rabb, bu kadınların başına gelenlere merhamet et ve kutsal adına şan ver.» Ve, herkes «Amin» diye karşılık verince, îsa yüksek bir sesle dedi:
«Lazarus, beri gel!»
Bunun üzerine, ölmüş olan kalktı; ve îsa havarilerine dedi: «Onu çözün.» Çünkü, babalarımızın (ölülerini) gömegeldikleri şekilde, o da yüzünün üzerindeki peşkirle birlikte kefene sarılmış bulunuyordu.
Yahudilerden büyük bir kalabalık ve Ferisî'lerin bir kısmı Isa'ya iman ettiler. Çünkü mucize büyüktü.
Küfürlerinde kalanlar ise ayrıldılar ve Kudüs'e gidip Lazarus'un dirilişini ve pek çok kişinin nasıl Nasara olduğunu başkâhine reislerine anlattılar. İsa'nın tebliğ ettiği Allah'ın kelâmıyla tevbeye gelenlere böyle (Nasara Nasırîler) derlerdi.

Barnabas İncili.168.182.Blm

168. Cennet Hakkında

O zaman havariler dediler: «Gerçekten sende Allah konuşuyor, çünkü insan senin konuştuğun gibi asla konuşmamıştır.»
İsa karşılık verdi: «Ben inanın ki, Allah beni îsrail ailesine göndermek için seçtiği zaman, bana apaçık bir aynaya benzeyen bir kitap verdi; o, benim kalbime o şekilde indi ki, konuştuğum şeylerin hepsi bu kitaptan geliyor. Ve, bu kitabın benim ağzımdan çıkması sona erdiği zaman, ben dünyadan yukarı alınacağım.»
Petrus karşılık verdi: «Ey muallim, senin şimdi söylediğin bu kitabta yazılı mıdır?»
îsa cevapladı: «Allah'ın ilmi ve Allah'a kulluk hakkında, insan bilgisi ve insanlığın kurtuluşu hakkında söylediğim her şey, hepsi benim încil'im olan bu kitabtan çıkar.»
Petrus dedi: «Onda Cennet'in ihtişamı (da) yazılı mıdır?»
İsa cevap verdi: «Dinleyin ve ben Cennet'in ne tür olduğunu ve kutsal kişilerle mü'minlerin orada nasıl sonsuz olarak kalacaklarını size anlatacağım; çünkü, bu Cennet'in en büyük nimetlerinden biridir; görüyorsunuz ki, her şeyin ne kadar büyük olursa olsun, madem ki bir sonu var, o halde küçüktür, hatta hiçtir.
«Cennet, Allah'ın nimetlerini depo ettiği yurttur; burada kutlu ve kutsanmışların ayaklarının bastığı yer öylesine kıymetlidir ki, bir dirhemi bin dünyadan daha değerlidir.
«Bu nimetler Allah'ın peygamberi babamız Davud tarafından görülmüştür, çünkü, Allah, Cennet'in ihtişamına baksın diye bunları kendisine göstermiştir. O, ardından kendine gelince, iki elleriyle gözlerini kapamış ve ağlıyarak demiştir: «Bu dünyaya daha fazla bakmayın ey benim gözlerim, çünkü her şey boş ve hiç bir iyi şey yok!»
«Bu nimetler hakkında îşaya peygamber demiştir: «Allah'ın sevdikleri için hazırladığı şeyleri insanın gözleri görmemiştir, kulakları işitmemiştir. însan kalbi de tasavvur etmiş değildir.» Neden bu tür nimetleri görmemişler, işitmemişler ve tasavvur etmemişlerdir biliyor musunuz? Şundan ki, burada aşağıda yaşarken, bu tür şeyleri müşahade edecek değerde değillerdir. Bu bakımdan, babamız Davud, onları gerçekten görmüşse de, size diyorum ki, onları insan gözüyle görmüş değildir; Allah ruhunu kendisine almış ve böylece Allah'la bir olarak, onları ilâhi ışıkla görmüştür. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Cennet'in nimetleri sonsuz, insan ise sonlu olduğundan, küçük bir toprak kavanozun denizi içine alamayacağı gibi, insan da onları içine sığdıramaz.
«Öyleyse bakın ki, dünya her şeyin meyve verdiği yaz vakti ne kadar da güzeldir! Vakti gelen hasat nedeniyle sarhoş olan şu köylü, emeklerini son derecede sevdiği için vadileri ve dağları türküleriyle çınlatır. Şimdi, onları yapana yakışan meyvelerle her şeyin yüklü olduğu Cennet'e yükselt bakalım aynı şekilde kalbini.
«Allah sağ ve diridir ki, Cenneti bilmek bakımından bu kadarı yeterlidir. Öyle ki, Allah, Cennet'i kendi nimetlerinin yurdu olarak yaratmıştır. Şimdi ölçüsuz derecedeki iyiliğin, ölçüsüz derecede iyi şeyleri olmayacağını mı düşünüyorsunuz? Veya, ölçüsüz derecedeki güzelliğin ölçüsüz derecede güzel şeyleri olmayacağını mı? Sakının ki, eğer olmayacağını düşünürseniz, büyük hata işlersiniz.»

169.-170.

Allah, kendine inanarak kulluk edecek olan insana şöyle der: «Senin yaptıklarını biliyorum, sen Benim için çalışıyorsun. Ebediyyen sağ ve diriyimdir ki, senin sevgin Benim nimetimi   aşmayacaktır.   Madem kendini Benim eserim bilip, Bana yaratıcın Allah olarak kulluk edersin, ve madem, Bana inanarak kulluk etmek için Ben'den rıza ve merhametten   başka bir şey istemezsin; madem, Bana sonsuza değin kulluk etmek arzusuyla Bana kulluğa bir son vermezsin, ben de işte aynen böyle yapacak ve seni, Allah'mışsın, benim dengimmişsin gibi ödüllendireceğim. Ellerine yalnızca Cennet'in bol nimetlerini koymakla kalmayacak, aynı zamanda sana kendim de bir hediye vereceğim; şöyle ki, nasıl sen ebediyyen Benim kulum olmak istiyorsan, ben de senin ücretini ebedî yapacağım.»

171.

«Cennet hakkında ne düşünürsünüz?»   dedi İsa havarilerine. Böylesi zenginlik ve nimetleri kavrıyabilecek bir akıl var mıdır? İnsanın Allah'ınki kadar geniş bilgisi olmalı ki, Allah'ın kullarına vermek istediği şeyleri bilebilsin.
«Hirodes   gözde baronlarından birine   bir hediye verirken, hangi türde hediye verir, hiç gördünüz mü?
Yuhanna karşılık verdi: «İki kez gördüm; emin olun ki, onun verdiği şeyin onda biri yoksul bir adama yetecektir.»
İsa dedi: «Ya yoksul bir adam Hirodes'e hediye verecek olsa, ne verir ona?»
Yuhanna cevap yerdi: «Bir veya iki metelik.» «Şimdi, bu sizin cennet hakkındaki bilgiyi ~etüd edeceğiniz kitabınız olsun» (dedi İsa) «çünkü, Allah'ın insana bedeni için bu dünyada verdiği şeylerin hepsi, sanki Hirodes'e yoksul bir adamın bir metelik vermesi gibidir ama, Allah'ın bedene ve ruha Cennet'te vereceği şeyler, Hirodes'in sahip olduğu herşeyi, hatta hayatını hizmetçilerinden birine vermesi gibidir.»

172.

«Allah, kendisini sevene ve inanarak kulluk edene şöyle der: «Git ve denizin kumlarına bak ey kulum, ne kadardır? Öyleyken, eğer deniz sana tek bir kum taneciği verecek olsa, bu sâna az gelmez mi? Mutlaka, öyle. Ben, Yaratıcın sağ ve diriyimdir ki, bu dünyada yeryüzünün tüm reislerine ve krallarına verdiğim şeylerin tümü, sana Cennetimde vereceğim şeylere oranla, denizin sana verdiği bir kum taneciğinden daha azdır.»

173. "Bedenimiz Cennete Girecek mi?"

«O halde» dedi Isa, «Cennetin bolluğunu siz gözönüne getirin. Çünkü eğer Allah bu dünyada insana bir kaç gramlık mal vermişse. Cennette on yüz bin yük verecektir. Bu dünyadaki meyvelerin miktarını; yiyeceklerin miktarını, içeceklerin miktarını ve insana verilen şeylerin miktarını düşünün. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, insan bir kum taneciği aldıktan sonra, denizde nasıl halâ daha ne kadar kum kalıyorsa, aynen bu şekilde (Cennet'teki) yemişlerin miktarı ve niteliği, burada yediğimiz yemişlerin türünü aşacaktır. Ve, Cennet'teki diğer şeyler de böyledir. Olmadı, hattâ, bakın size diyorum ki, bir dağ altın ve inci, bir karıncanın gölgesinden ne kadar kıymetliyse, Cennet'in nimetleri de, dünyadaki reislerin sahip oldukları ve dünyanın sona ereceği Allah'ın mahkemesine kadar sahip olacakları nimetlerin tümünden aynı şekilde kıymetlidir.»
Petrus karşılık verdi: «Öyle de, şimdi bizim sahip olduğumuz bedenimiz Cennet'e girecek mi?»
îsa cevap verdi: «Dikkat et ki Petrus, aman bir sadukî olmayasm; çünkü sadukiler, bedenin yeniden dirilmeyeceğini ve meleklerin olmadığını söylerler. Bu bakımdan, onların bedeni ve ruhu Cennet'e girmekten yoksundur ve onlar bu dünyada meleklerin hizmetinden de yoksundurlar. Belki de, Allah'ın peygamberi ve dostu Eyüb'ü, onun ne dediğini unutmuşsunuzdur: «Biliyorum ki, Allah'ım sağ ve diridir; ve Son Gün yeniden bedenimle birlikte kalkacak ve Kurtarıcı'm Allah'ı gözlerimle göreceğim.»
«Ama inanın bana, bizim bu bedenimiz öylesine paklanacaktır ki, şimdi sahip olduğu şeylerden tek bir mala bile sahip olmayacaktır; çünkü bütün kötü arzulardan arınacak ve Allah onu, Adem'in günah işlemeden önceki durumuna getirecektir.»
«îki insan bir efendiye tek ve aynı işte hizmet eder. Biri yalnızca işi seyreder ve ikinciye emirler verir, ikinci de birincinin emrettiği herşeyi yerine getirir. Size adaletli gelir mi diyorum, efendinin, yalnızca seyredip emirler vereni ödüllendirmesi ve kendini çalışarak yoranı evinden çıkarıp atması? Mutlaka hayır.»
«Öyleyse, Allah'ın adaleti bunu nasıl götürecektir? Ruh ve beden insanın nefsiyle birlikte Allah'a hizmet eder; yalnızca ruh seyreder ve hizmet emri verir. Çünkü, ruh yemek yemez, oruç tutmaz, yürümez, soğuğu ve sıcağı duymaz, hasta olmaz ve öldürülmez, çünkü ruh ölümsüzdür; o, bedenin her bir uzvunda çektiği bu bedeni acıların hiç birini çekmez. O halde, hak mıdır ki, kendini Allah'a hizmet ederek bu kadar yoran beden değil de, yalnızca ruh Cennet'e girsin?»
Petrus karşılık verdi: «Ey muallim, beden ruha günah işlettiğinden Cennet'e konmamalıdır.»
îsa cevap verdi: «Şimdi, beden ruh olmadan nasıl günah işler ki? Bu kesinlikle imkânsızdır. Bu nedenle, Allah'ın rahmetini bedenden çekmekle sen ruhu Cehennem'e mahkûm ediyorsun.»

174.

«Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Allah'ımız rahmetini günahkâra va'd ederek der: «Günahkârın günahına ağlayacağı şu saatte, Kendi üzerime yemin ederim ki, onun kötülüklerini artık hiç hatırlamayacağım.»
«Şimdi, eğer beden oraya gitmeyecekse, Cennet'in yiyeceklerini kim yiyecektir? Ruh mu? Emin olun ki değil. Çünkü o manevîdir.»
Petrus karşılık verdi: «O halde, kutsananlar Cennet'te yiyecekler, ama pislik olmayacaksa, yemekler nasıl boşaltılacaktır?»
İsa cevap verdi: «Şimdi eğer yemez içmezse insan nasıl nimetlendirilir? Yüceltilen şeye oranla yüceltmede bulunulmasının uygun olduğu açıktır. Fakat sen Petrus, böyle yemeğin pislik şeklinde boşaltılacağını düşünmekle yanılgıya düşüyorsun, çünkü bu beden şimdi bozulabilen yemekler yiyor ve bundan dolayı da kokuşma ve çürüme ortaya çıkıyor; ama Cennet'te beden bozulmayacaktır, ölümsüz ve her türlü dertten kurtulmuş olacaktır; ve hiç bir kusurlu yanı olmayan yemekler herhangi bir kokuşma veya çürüme hasıl etmeyecektir.»

175.

«Allah, fasık/facir üzerine nefret yağdırarak İşaya Peygamber'e şöyle der: «Kullarım Benim evimde Benim soframda oturacaklar, neşeyle, mutluluk içinde ve harp ve org sesleriyle yiyip içecekler ve onlara hiç bir ihtiyaç hissettirmeyeceğim. Fakat, siz Benim düşmanım olanlar, Benden uzağa atılacaksınız ve orada, Benim kullarımın hepsi sizi hor görürken, sefillik içinde helak olacaksınız.»

176.

«Onlar yiyip içecekler» sözü ne demeye gelir? dedi îsa havarilerine. «Emin olun ki, Allah açık konuşuyor. Fakat, bu kadar meyve ile birlikte, Cennet'teki dört kıymetli şarap (içecek) ırmağı hangi amaca (yöneliktir)? Kesinlikle Allah yemez, melekler yemez, ruh yemez, nefis yemez, ama bizim vücudumuz olan beden (yer). Bu bakımdan, Cennet'in ihtişamı içinde yemekler beden içindir; Allah, meleklerin konuşması ve kutsanmış ruhlar da nefs ve ruh için. Bu ihtişam, (Allah her şeyi Kendi sevgisi için yarattığından) her şeyi herhangi bir diğer yaratıktan daha iyi bilen Allah'ın Elçisi tarafından açıklanacaktır.»
Bartalemus dedi: «Ey muallim, Cennet'in ihtişamı herkes için eşit mi olacak? Eğer eşitse, bu adaletli olmayacaktır; eşit değilse daha az olan daha çok olanı kıskanacaktır.»
İsa cevap verdi: «Eşit olmayacaktır, çünkü Allah adildir; ve herkes de razı olacaktır. Çünkü, orada kıskançlık yoktur. Söyle bana Bartalemus: Pek çok hizmetçileri olan bir efendi var ve hizmetçilerin hepsini aynı elbiseyle giydiriyor. O zaman, kendilerine çocuk elbisesi giydirilen çocuklar, yetişkinlerin kıyafetinde olmadıkları için üzülürler mi? Emin ol ki tam tersine, eğer büyüklerin geniş elbiselerini giymiş olsalardı öfkelenirlerdi, çünkü, elbiseler kendi bedenleri ölçüsünde olmadığından, kendileriyle alay edildiğini düşünürlerdi.
«Şimdi Bartalemus, kalbini Cennet'te Allah'a yükselt ve bütün bir ihtişamın bîrine daha çok, diğerine daha az da olsa, hiç bir kıskançlık doğurmayacağını göreceksin.»

177.

O zaman bu, (satırlar) ı yazan dedi: «Ey muallim, bu dünyanın aldığı gibi, Cennet'te güneş'ten ışık alır mı?»
îsa cevap verdi: «Allah bana şöyle dedi ey Barnabas: «Siz günahkâr insanların oturduğu dünyanın, sizin yararınız ve mutluluğunuz için güneşi, ayı ve kendisini süsleyen yıldızları vardır; çünkü bunu Ben yarattım.»
«Düşünün o halde, benim mü'min kullarımın oturduğu ev daha iyi olmayacak mıdır? Böyle düşünmekle mutlaka hata ediyorsunuz; çünkü Ben, sizin Allah'­ınız Cennet'in güneşiyim ve benim Elçim her şeyi benden alan aydır; ve yıldızlar, size irademi tebliğ eden peygamberlerimdir. Bu bakımdan, benim mü'min kullarım (burada) benim sözümü peygamberlerimden almış oldukları gibi, nimetlerimin Cennet'inde de, mutluluk ve sevinci aynı şekilde yine onların aracılığıyla alacaklardır.»

178.

«Cennet'i bilmeniz için bu kadarı size yetsin.» dedi İsa. Bunun üzerine, Bartalemus yeniden dedi: «Ey muallim, size bir kelime daha sorsam; bana sabr edin.»
îsa karşılık verdi: «Ne arzu ediyorsun, söyle.»
Bartalemus dedi: «Cennet mutlaka büyüktür; çünkü, içinde böylesine büyük iyilikler var, o halde büyük olmalı.»
îsa cevap verdi: «Cennet öylesine büyüktür ki, kimse onu ölçemez. Bakın, size diyorum ki, gökler dokuzdur, aralarına, birbirlerinden bir insanın beş yüz yıllık yolculuğu kadar uzak olan gezegenler yerleştirilmiştir;   ve yeryüzü de   aynı şekilde birinci gökten beşyüz yıllık yolculuk kadar uzaktır.
«Ama, birinci göğü ölçerken durun daha, o yeryüzünden, tüm yeryüzünün bir kum taneciğinden büyük olduğu oranda büyüktür. îkinci gök birinciden bu şekilde büyük, üçüncü ikinciden ve son göğe kadar biri diğerinden aynı şekilde büyük ola ola gider. Ve, bakın size diyorum ki, tüm yeryüzü bir kum taneciğinden nasıl büyükse, Cennet'te tüm yeryüzü ve tüm göklerin (toplamından) o şekilde büyüktür.»
O zaman Petrus dedi: «Ey muallim, Cennet Allah'tan büyük olmalı, çünkü Allah onun içinde görünecektir.»
îsa karşılık verdi: «Ağzını kapa Petrus, çünkü farkında olmadan küfre gidiyorsun.»

179.

O zaman melek Cebrail Isa'ya gelerek, ona güneş gibi parlayan ve içinde şu sözlerin yazılı olduğu görülen bir ayna gösterdi: «Ebediyyen sağ ve diriyimdir ki, nasıl Cennet tüm göklerden ve yeryüzünden ne kadar daha büyükse, ve nasıl tüm yeryüzü bir, kum taneciğinden ne kadar daha büyükse, ben de aynı şekilde Cennet'ten o kadar büyüğüm; ve denizin sahip olduğu kum tanecikleri kadar, denizdeki su damlaları kadar, yerdeki otlar kadar, ağaçlardaki yapraklar kadar, hayvanlardaki deriler kadar; gökleri ve Cennet1eri ve daha (başka şeyleri) dolduracak kum taneciklerinin sayısı kadar (Cennet'ten büyüğüm).»
Sonra îsa dedi: «Ebediyyen Aziz ve Sübhan olan Allah'ımıza ta'zimde bulunalım.» Bunun üzerine yüz kez rükûya vardılar ve dua ederek secdeye kapandılar.
Bu şekilde ibadet eda edilince, İsa Petrus' u çağırıp, O'na ve tüm havarilere görmüş olduğu şeyleri söyledi ve Petrus'a dedi: «Tüm yeryüzünden daha büyük olan senin ruhun, bir, gözle tüm yeryüzünden bin kez daha büyük olan güneşi görüyor.»
«Doğru» dedi Petrus.
O zaman İsa dedi: «Aynen böyle. Cennet (gözüy) le Yaratıcımız Allah'ı göreceksin.» Ve îsa bunu deyip, İsrail ailesi ve kutsal şehir için dua ederek, Rabbunız Allah'a şükretti. Ve, herkes karşılık verdi: «Amin, Rabb.»

180.

Bir gün, îsa Süleyman (mabedi) verandasında otururken, yanına yazıcılar geldi ve içlerinden halka hitap eden birisi kendisine dedi: «Ey muallim, ben bu insanlara defalarca hitap ettim, aklımda kitaptan anlayamadığım bir bölüm var.»
İsa karşılık verdi: «Nedir o?»
Yazıcı dedi: «Allah'ın babamız İbrahim'e söylediği şu, «Ben senin büyük ödülün olacağım» (sözü). Şimdi, insan (böyle bir ödülü) nasıl hak edebilir?»
O zaman îsa ruhen sevindi ve dedi: «Eminim ki sen Allah'ın melekûtundan uzak değilsin. Beni dinle, bu öğretinin anlamını sana anlatacağım. Allah, sonsuz, insan sonlu olduğundan, insan Allah'ı hak edemez ve senin kuşkun bu mudur kardeş?»
Yazıcı ağlayarak cevap verdi: «Rab, sen benim kalbimi biliyorsun; o halde konuş, çünkü benim ruhum senin sesini duymak arzu ediyor.»
O zaman îsa dedi: «Allah sağ ve diridir ki, insan her an aldığı küçük bir nefesi de hak edemez.»
Bunu duyan yazıcı kendinden geçti ve havariler de aynı şekilde hayrete düştüler, çünkü îsa'nın, Allah sevgisi için ne verirlerse, onun yüz katını alacaklarını söylediğini hatırlıyorlardı.
Sonra İsa dedi: «Eğer biri size yüz altın kuruş ödünç verse ve siz de bu kuruşları harcasanız, sonra bu adama, «ben sana kurumuş bir bağ yaprağı veriyorum; bu nedenle bana evini ver, çünkü onu hak etmiş oluyorum» diyebilir misiniz?»
Yazıcı cevap verdi: «Asla Rab, çünkü o önce borcunu ödemeli ve sonra da, herhangi bir şey isteyecekse iyi şeyler vermelidir, ya bozulmuş bir yaprak ne işe yarar ki?»

181.

Isa karşılık verdi: «İyi söyledin ey kardeş; o halde söyle bana, insanı hiç yoktan yaratan kimdir? Mutlaka Allah'tır, aynı zamanda ona yararlanması için tüm dünyayı da vermiştir. Ama insan, günah işleyerek bunu tümüyle harcamıştır, çünkü, günahtan dolayı tüm dünya insanın aleyhine döndü ve insanın sefilliği içinde, Allah'a günahla bozulmuş amellerinden başka verecek hiç bir şeyi yoktur. Çünkü, her gün günah işlemekle, kendi amelini bozmaktadır, bu nedenle îşaya peygamber der: «Bizim takvamız bir aybaşı bezi gibidir.»
«O hâlde, tatmin etmekten uzak olan insan nasıl hak sahibi olabilir? Olur ya, insan günah işlemiyor mu diyelim? Allah'ımızın peygamber Davud aracılığıyla  söyledikleri açık seçiktir.-   «Muttaki bir günde yedi kez düşer» öyleyse, muttaki olmayan ne kadar düşer? Ve, eğer bizim takvamız lekeliyse, takvasızlığımız ne kadar da iğrençtir! Allah sağ ve diridir ki, bir insanın, «hak ederim» sözünden daha çok kaçınması gereken başka bir şey yoktur. Bir insan, elinin yaptıklarını bilsin, kardeş, o zaman hakkını hemen görecektir. İnsandan çıkan her iyi şeyi, gerçekten insan yapıyor değildir, ama onu kendisinde yapan Allah'tır; çünkü varlığı kendisini yaratmış olan Allah'ındır. însanın yaptığı, yaratıcısı Allah'a karşı çıkmak ve günah işlemektir, böylece de o, ödülü değil, azabı hak eder.»

182.

«Dediğim gibi, Allah insanı yalnızca yaratmakla kalmamış, aynı zamanda onu tastamam yaratmıştır. Ona tüm dünyayı vermiştir. Cennet'ten ayrıldıktan sonra kendisine korumak için iki melek vermiş, ona peygamberler göndermiş, ona kanunu bahşetmiş, imanı bahşetmiş, her an onu şeytandan korumakta, ona Cennet vermek istemektedir; hattâ insana Kendisi'ni vermek istemektedir. O halde borcun büyüklüğünü düşünün! Hiç yoktan kendiniz gibi insanlar yaratmak, bir dünya ve Cennet'le birlikte, hatta Allah'ımız gibi, büyük ve iyi bir Allah'la birlikte, Allah'ın gönderdikleri kadar peygamberler yaratmak ve her şeyi Allah'a vermek borcu tehir edilmekte ve size yalnızca Allah'a şükretme zorunluluğu kalmaktadır. Fakat tek bir sinek yaratamadığınız için ve her şeyin Rabb'ı olan Allah'tan başka (tanrı olmadığından), borcunuzu nasıl tehir edebileceksiniz? Emin olun ki, eğer bir insan size yüz altın kuruş ödünç verecek olsa, geri yüz altın kuruş vermek zorunda olursunuz.
«İşte kardeş, bunun anlamı şudur ki, Cennet'in ve her şeyin Rabb'ı olan Allah istediğini diyebilir; ve her ne isterse verebilir. Bu bakımdan, O İbrahim'e «Ben senin büyük ödülün olacağım» dediği zaman, İbrahim, Allah benim ödülümdür» değil, «Allah benim hediyem ve borcumdur» diyebildi: Sen de insanlara hitap ederken ey kardeş, bu bölümü işte böyle açıklamalısın; yani, eğer insan iyi çalışırsa, Allah şu şu şeyleri insana verecektir (demelisin).
Ey insan, Allah'ın sana konuşacağı ve «Ey benim kulum, benim sevgim için iyi işler yaptın; ben Allah'ından nasıl ödül istersin?» diyeceği zaman, sen cevap ver: «Rabb, ben Senin ellerinin eseri olduğumdan, bende şeytan'ın sevdiği günahın bulunması yakışık almaz. Bu nedenle Rabb, kendi azametin için, ellerinin eserlerine merhamet et.»
Ve Allah, «Seni bağışladım, şimdi de seni ödüllendirmek istiyorum» derse cevap ver: «Rabb, yaptıklarım için ben ceza hak ettim, ve Sen ise yaptıkların için ululanmayı hak ettin. Rabb, bende yapmış olduğum şeyleri cezalandır ve Kendi yaptığın şeyleri ise kurtar.»                       
Ve eğer Allah, «Günahın için kendine hangi ceza uygun görünüyor?» derse, sen cevap ver: «Ey Rabb, tüm fa sık/facirlerin çekeceği kadar.»
Ve eğer Allah, «Neden bu kadar büyük bir ceza istersin, ey benim mü'min kulum?» derse, cevap ver: -Çünkü,   onların hepsi senden benim aldığım kadar çok şey almış olsalardı, sana benden daha çok inançla kulluk ederlerdi.»
Ve eğer Allah, «Bu cezayı ne zaman ve ne kadar süreyle almak istersin?» derse, cevap ver: «Şimdi ve sonsuza değin.»
Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, böyle bir insan Allah'ı tüm kutsal meleklerinden daha çok hoşnut edecektir. Çünkü, Allah gerçek alçak gönüllülüğü sever ve gururdan nefret eder.»
Sonra, yazıcı Isa'ya teşekkür etti ve dedi: «Rab, haydi hizmetçinin evine gidelim. Çünkü, hizmetçin sana ve havarilerine yemek verecektir.»
İsa karşılık verdi: «Bana 'Rab' değil de, «kardeş» diyeceğine söz verdiğin zaman oraya gelecek ve sen hizmetçim değil, kardeşimsin diyeceğim.»
Adam söz verdi ve İsa da onun evine gitti.

Barnabas İncili.157.167.bölüm

157-167.

Kör doğmuş olan adam gidip îsa'yı buldu. O da kendisini şöyle teselli etti: «Hiç bir zaman şimdiki kadar kutsanmamıştın, çünkü, peygamberi ve babamız Davud kanalıyla dünyanın dostlarına karşı, «Onlar lanetlerler, ben kutsarım» diyen Allah'ımız tarafından kutsandın; ve O, peygamber Mika aracılığıyla da dedi : «Ben sizin kutsamanızı lanetlerim. Çünkü, Allah'ın dilemesinin dünyanın dilemesine zıt olduğu kadar yer göğe, su ateşe, ışık karanlığa, soğuk sıcağa veya sevgi nefrete zıt değildir.»
Havariler ardından kendisine şöyle sordular: «Rab,sözlerin pek güzel; bu nedenle anlam (ların) ı bize söyle, çünkü henüz anlamış değiliz.»
îsa cevap verdi: «Dünyayı tanıdığınız zaman göreceksiniz ki, ben gerçeği konuştum ve böylece her peygamberdeki gerçeği de tanıyacaksınız.»
«O halde bilin ki, tek bir adda birleşmiş üç türlü dünya vardır: Biri, su, hava ve ateşle birlikte gökleri ve yeri ve insanın altında olan tüm şeyleri temsil eder. Şimdi, bu dünya her şeyiyle, Allah'ın peygamberi Davud'un, «Allah onlar için çiğnemedikleri bir kural koymuştur» dediği gibi, Allah'ın iradesine uyar.»
İkincisi, nasıl «bunlardan birinin evi» -duvarları değil de, aileyi temsil ediyorsa, bunun gibi tüm insanları temsil eder, şimdi bu dünya yine Allah'ı sever; çünkü fıtratları gereği Allah'ı özlerler. O kadar ki, fıtrata göre herkes, Allah'ı aramada yanılgıya düşse de, Allah'ı özler. Ve, biliyor musunuz, hepsi Allah'ı neden özler? Çünkü, onlar, herkes hiç bir kötülüğü olmayan sonsuz bir iyiliğin özlemini duyar, bu ise yalnızca Allah'tır. Bu bakımdan, Rahman olan Allah, bu dünyaya kurtuluşu için peygamberlerini göndermiştir.
«Üçüncü dünya, insanların, dünyanın yaratıcısı Allah'a aykırı bir kanuna dönüşmüş olan günaha batmış durumudur. Bu, insanı Allah'ın düşmanları olan cinlere benzetir. Ve, Allah'ımız bu dünyadan öylesine şiddetle nefret eder ki, eğer peygamberler bu dünyayı sevmiş olsalardı, ne düşünürsünüz? mutlaka Allah kendilerinden peygamberliklerini alırdı. Ve nasıl söyliyeyim ki ben? Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Allah'ın Elçisi dünyaya gelince eğer bu şerli dünyaya karşı bir sevgi duyacak olsa, mutlaka Allah ondan, kendisini yarattığı zaman vermiş olduğu tüm şeyleri alır ve, onu ebediyyen cezalandırır; Allah bu dünyaya işte bu derecede zıttır.»

159.

Havariler karşılık verdiler: «Ey muallim, sözlerin öylesine güzel, bu bakımdan bize merhamet et, çünkü onları anlamıyoruz.»
îsa dedi: «Sanır mısınız ki, Allah Elçisi'ni kendisini Allah'la eşit tutmak isteyecek bir rakip olarak yaratmıştır? Kesinlikle hayır, aksine, efendisinin istemediğini istemeyecek olan itaatkâr kölesi olarak (yaratmıştır.) Siz bunu anlayamazsınız, çünkü neyin günah olduğunu bilmiyorsunuz. Bu nedenle, sözlerime kulak yerin. Bakın, dikkat edin, diyorum ki size, günah insanda Allah'a aykırı bir şey olmadıkça ortaya çıkmaz; çünkü, yalnızca Allah'ın dilemediği şey günahtır; o kadar ki, Allah'ın dilediği her şey günaha yabancıların yabancısıdır. Bu durumda, eğer Ferisîlerle bizim başkâhinlerimiz ve kâhinlerimiz, İsrail halkı bana Allah dediği için bana işkence etseler, Allah'ı razı eden bir şey yapmış olurlar ve Allah da kendilerini ödüllendirir. Fakat, benim gerçeği, gelenekleriyle Allah'ın peygamberleri ve dostları olan Musa ve Davud'un kitaplarını tahrif ettiklerini söylememi istemiyerek, tersi bir nedenle bana işkence ettiklerinden ve bu yüzden benden nefret edip, ölümümü arzuladıklarından, işte bundan dolayı Allah kendilerini tiksinti ve nefretle kabul eder.
«Söyleyin bana, Musa insan öldürdü, Ahab da insan öldürdü, bu, her iki durumda da katl(öldürme) değil midir? Kesinlikle değil; çünkü Musa, putatapıcılığı yok etmek ve Hakk olan Allah'a ibadet etmeyi koruyup sürdürmek için insan öldürdü; ama Ahab ise, insanları Hakk olan Allah'a ibadeti yok etmek ve putatapıcılığı koruyup sürdürmek için öldürdü, bu nedenle, Musa için insan öldürmek kurbana dönüşürken, Ahab için (dine karşı) saygısızlığa dönüştü; o kadar ki, bir ve aynı iş bu iki zıt etkiyi ortaya çıkardı.»
Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, eğer şeytan meleklerle onların Allah'ı nasıl sevdiklerini görmek için konuşmuş olsaydı, Allah'ın reddine uğramıyacakti; ama, onları Allah'tan yüz çevirtmenin yollarını aradı, bu yüzden de ebedi azaptadır.»
O zaman, bu (satırlar)ı yazan karşılık verdi: «O halde, îsrail krallarının kitabında yazılı olduğu gibi, Allah'ın yalancı peygamberlerin ağzıyla söylenmesini takdir buyurduğu yalanla ilgili olarak, peygamber Mikaya'da söylenen şey nasıl anlaşılmalıdır?»
îsa karşılık verdi: «Ey Barnabas, olanları kısaca anlat ki, gerçeği açıkça görelim.»

160.

O zaman, yazan dedi: «Peygamber Danyal, îsrail krallarının ve tiranlarının tarihini anlatırken şöyle yazar: «îsrail kralı, Ammoniler olan Belial oğullarına (yani, fasık/facirlere) karşı savaşmak için Yahuda kralıyla birleşti. Şimdi, Yehuda kralı Yehoşafat ve İsrail kralı Ahab ikisi birlikte Samiriyede bir tahtta otururlarken, önlerine dört yüz yalancı peygamber gelip, îsrail kralına dediler: «Ammonîlere karşı çık, çünkü Allah onları senin ellerine verecek. Ve sen Ammon'u parçalayacaksın.»
O zaman Yehoşafat dedi: «Burada babalarımızın Allah'ının herhangi bir peygamberi var mıdır?»
Ahab cevap verdi: «Yalnızca bir tane var, o da şerlidir, çünkü benimle ilgili olarak her zaman şer haber verir durur; ve ben de onu hapiste tutuyorum.» Böyle, yani «yalnızca bir tane var», çünkü Ahab'ın fermanıyla o kadar çok peygamber öldürülmüştü ki, peygamberler sizin de dediğiniz gibi ey muallim» insanların bulunmadığı dağ tepelerine kaçmışlardı.»
O zaman Yehoşafat dedi: «Onu buraya çağırt bakalım, ne der.».
Bunun üzerine Ahab Mikaya'nın oraya çağırılmasını emretti. O da ayağında bukağılarla ve hayatla ölüm arasında bulunan bir insan gibi, şaşırmış bir yüzle geldi.
Ahab kendisine sorup dedi: «Allah adına konuş Mikaya, biz Ammoniler'e karşı çıkacak mıyız? Allah, onların şehirlerini bizim ellerimize verecek mi?»
Mikaya cevap verdi: «Çık, çık, çünkü başarılı bir gekilde çıkacak ve yine daha başarılı bir şekilde ineceksin!»
O zaman, yalancı peygamberler Mikaya'yı Allah'­ın gerçek bir peygamberi olarak övüp, ayaklarındaki bukağıları kırıp çıkardılar.
«Allah'ımızdan korkan ve hiçbir zaman putlar önünde diz çökmemiş olan Yehoşafat Mikaya'ya sorup, dedi: «Bu savaş işini nasıl görüyorsun, babalarımızın Allah'ı aşkına doğruyu konuş.»
Mikaya cevap verdi: «Ey Yehoşafat, senin yüzün için korkuyorum. Bu nedenle diyorum ki sana, îsrail kavmini çobansız koyun gibi görüyorum.»
O zaman Ahab gülümseyerek, Yehoşafat'a dedi: «Sana bu herifin yalnızca şerri haber verdiğini söylemiştim de, sen inanmamıştın.»
Sonra ikisi de dediler: «Şimdi, bunu nerden bilirsin ey Mikaya?»
Mikaya cevap verdi: «Herhalde Allah'ın huzurunda bir melekler heyeti toplandı ve ben Allah'ın şöyle gediğini işittim: «Ahab'ı Ammon'a karşı çıkıp, öldürülmesi için kim kandıracak?» Bunun üzerine, biri bir şey dedi, öbürü bir başka şey dedi. Sonra, bir melek gelip dedi: «Rabb, ben Ahab'a karşı savaşacak ve yalancı peygamberlere gidip, yalanı onların diline koyacağım ve böylece o da karşı çıkıp, öldürülecek.» Ve Allah bunu duyunca dedi: «Şimdi git ve öyle yap, çünkü sen başaracaksın.»
O zaman yalancı peygamberler kızdı ve reisleri Mikaya'nın yanağına tokat atıp, dedi: «Ey Allah'ın fasığı, gerçeğin meleği ne zaman bizi bıraktı da sana geldi. Söyle bize, yalanı getiren melek bize ne zaman geldi?»
Mikaya cevap verdi: «Kralınızı aldattığınız için, öldürülmek korkusuyla evden eve kaçtığınız zaman öğreneceksiniz.»
O zaman Ahab gazaba gelip dedi: «Mikaya'yı yakalayın, ayaklarındaki bukağıları yanağına vurun ve ben dönünceye kadar kendisine arpa ekmeği ve su verin, çünkü şu anda, ona nasıl bir ölüm biçeceğimi bilmiyorum.»
Sonra gittiler ve her şey Mikaya'nın dediği gibi oldu. Çünkü, Ammoniler'in kralı kullarına dedi: «Bakın, ne Yehuda kralına, ne de israil reislerine karşı savaşıyorsunuz, ama, düşmanım olan İsrail kralı Ahab'ı öldürün.»
O zaman îsa dedi: «Burada kal Barnabas çünkü amacımız açısından bu kadarı yeterli.»
«Hepsini işittiniz mi?» dedi îsa.
Havariler cevap verdiler: «Evet Rab.»
Bunun üzerine îsa dedi: «Yalan söylemek bir günahtır,-ama katl(öldürmek) daha büyük bir günahtır; çünkü, yalan, söyleyene ait bir günahken, katl, işleyene ait ise de, Allah'ın burada, yeryüzündeki en kıymetli şeyini, yani insanı da yok eder. Ve, yalan söylemeye, söylenen şeyin aksini söylemekle çare bulunabilir; halbuki katlin çaresi yoktur. Çünkü, ölüye yeniden hayat vermek mümkün değildir. O halde söyleyin bana, Allah'ın kulu Musa öldürdüklerinin hepsini öldürmekle günah mı işledi?»
Havariler cevap verdiler: «Haşa, haşa ki, Musa kendisine emreden Allah'a itaat etmekle günah işlemiş olsun!»
O zaman İsa dedi: «Ben de diyorum, haşa ki, Ahab'ın yalancı peygamberlerini yalanla kandıran şu melek, günah işlemiş olsun; çünkü, Allah nasıl insanların boğazlanışını kurban diye kabul etmişse, bu yalanı överek kabul etmiştir. Bakın, bakın, diyorum ki size, nasıl, ayakkabılarını bir devin ölçüsüne göre yaptıran çocuk hata ederse, aynen öyle de, insanın kendisi kanuna tabi iken Allah'ı kanuna tabi kılan da hata eder. Bu bakımdan, yalnızca Allah'ın dilemediği şeyin günah olduğuna inandığınız zaman, size söylediğim gibi, doğruyu bulmuş olacaksınız. Bu nedenle, çünkü Allah bileşik değildir ve değişemez, öyleyse aynı zamanda farklı şey dileyemez ve dilemez; çünkü, böyle olsaydı, kendinde çelişki ve neticede dert barındıracaktı ve sonsuz derecede Kudsi ve Sübhan olmayacaktı.»
Filipus karşılık verdi: «Öyleyse, peygamber Amos'un şu sözü nasıl anlaşılmalıdır? Şehirde Allah'ın yapmadığından başka kötülük yoktur.»
   İsa cevap verdi: «Şimdi bak buraya Filipus, Ferisiler'in yaptığı gibi harflerde çakılıp kalmanın tehlikesi ne kadar büyüktür; onlar, kendileri için, «seçilenler de Allah'ın takdirini» icat ettiler, öyle ki, gerçekte, Allah'ın haksız, kandırıcı, yalancı ve (üzerlerine gelecek) hükümden nefret edici olduğunu demeye getiriyorlar.»
Bu bakımdan diyorum ki, burada Allah'ın peygamberi Amos, dünyanın kötülük dediği kötülükten söz etmektedir; çünkü, eğer müttakilerin dilini kullanmış olsaydı, dünyadakiler tarafından anlaşılmayacaktı. Çünkü, bütün dertler iyidir; ister yaptığımız kötülükleri temizledikleri için olsun, ister bizi kötülük yapmaktan alıkoydukları için iyi olmuş olsun, isterse ebedî hayatı sevip, özleyelim diye, insana bu hayatın durumunu öğrettikleri için, iyi olmuş olsun. îşte, eğer Amos, «Allah'ın yaptığından başka şehirde hiç bir iyilik yoktur» demiş olsaydı, zenginlik içinde yaşayan günahkârlara ve kendilerini belâ içinde gören dertlilere ümitsizlik için fırsat tanımış olacaktı. Ve daha kötüsü, şeytan'ın insan üzerinde böyle bir egemenliği olduğuna inanan pek çokları, dert çekmemek için şeytan'dan korkacaklar ve ona kulluk edeceklerdi. Bu nedenle Amos, başkâhinin huzurunda konuşurken onun sözlerine bakmayıp, îbranî dilini konuşmayı bilmeyen Yahudi'nin iş ve dileğini dikkate alan Romalı tercümanın yaptığını yapmıştır.

161.-162.

Eğer Amos, «Şehirde Allah'ın yaptığından başka iyilik yoktur» demiş olsaydı, ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, ağır bir hata işlemiş olacaktı; çünkü, dünya kendini beğenme yoluyla işlenen kötülük ve günahların dışında hiç bir iyilik barındırmaz. Böyle olunca da, insanlar kendinden yerin titrediği (böyle bir sözü) duymakla, «Allah'ın yapmadığı» herhangi bir günah ve kötülük olmadığına inanarak daha çok kötülük işleyeceklerdi.» Ve îsa bunu demişti ki, hemen büyük bir deprem oldu. O kadar ki, herkes ölü gibi yere düştü. Isa onları kaldırıp, dedi: «Şimdi, benim size doğruyu söyleyip söylemediğimi görün işte. O halde, Amos'un, dünyadakilerle konuşurken «Allah şehirde kötülük yapmıştır» derken, sadece günahkârların kötülük dediği dert ve belâlardan söz ettiği (konusunda) bu kadarı yetsin.»
Şimdi, bilmek istediğiniz takdire gelelim ve size bundan inşallah yarın öte tarafta, Erden kıyısında söz edeceğim.

163. Takdirin Açıkça Bilineceği Kişi: Hz. Muhammed

İsa havarileriyle Erden'in ötesindeki çöle gitti ve öğle namazı kılınınca bir palmiye ağacının yanına oturdu. Palmiye ağacının gölgesine de havarileri oturdular.
Sonra İsa dedi: «Takdir öylesine gizlidir ki ey kardeşler, size diyorum ki bakın, o yalnızca bir kişiye açıkça bilinecektir. O, milletlerin aradığı, Allah'ın gizliliklerinin kendisine öylesine açık olacağı kimsedir; o dünyaya geldiği zaman, onun sözlerini dinleyecek olanlar kutsanacaktır.. Çünkü bu palmiye ağacının bizi gölgelendirdiği gibi, Allah da onları rahmetiyle gölgelendirecektir. Yaa, nasıl bu ağaç bizi güneşin yakıcı ısısından koruyorsa, Allah'ın rahmeti de, o kişiye inananları şeytan'dan öyle koruyacaktır.»
Havariler karşılık verdiler: «Ey muallim, sözünü ettiğiniz bu dünyaya gelecek kişi kim olacak?»
İsa kalb coşkusuyla cevap verdi: «O, Allah'ın Elçisi Muhammed'dir. Ve o dünyaya geldiği zaman, yağmurun, uzun bir süre yağmur almadıktan sonra yere meyve verdirmesi gibi, o da getireceği bol rahmetle insanlar arasında salih ameller için bir fırsat olacak. Çünkü, O, Allah'ın rahmetiyle yüklü beyaz bir buluttur. Bu rahmeti Allah, mürşidler üzerine yağmur gibi fışkırtacaktır.»

164.

îşte şimdi size, Allah'ın bu aynı takdirle ilgili olarak bilmem için bana bahşettiği azıcık şeyi anlatacağım. Ferisîler derler ki, «her şey önceden o şekilde takdir edilmiştir ki, seçilmiş olan fasık/facir olamaz, fasık/facir olan da, ne olursa olsun seçilmiş olamaz; ve nasıl Allah salih ameli, üzerinde seçilmişlerin kurtuluşa doğru yürüdüğü yol olarak önceden takdir etmişse, aynı şekilde günahı da, üzerinde fasık/facirlerin helake yürüdüğü yol olarak önceden takdir etmiştir.» Bunu yazan elle birlikte, diyen dile de lanet olsun. Çünkü bu, şeytan'ın inancıdır. Buradan kişi günümüz Ferisîlerinin durumunu bilebilir. Çünkü onlar, şeytan'ın inanmış kullarıdır.
«Takdir, kişinin elinde araç olarak bulundurduğu şeye son veren mutlak bir iradeden başka ne anlama gelebilir? O halde, yalnızca harcayacak taş ve para değil, aynı zamanda, üzerine bir ayak koyacak kadar arsası da olmayan bir kişi evi nasıl takdir edecektir? (Böyle bir şeyi) asla kimse (yapamaz). Öyleyse size diyorum ki, takdir, Allah'ın insana kendi pak nimeti, kendi kanunundan verdiği hür iradeyi çekip almaktan öte bir şey değildir. Yerleştirmekte olduğumuz, kesinlikle takdir değil, sadece kötülük aracıdır.
«Musa'nın kitabı gösteriyor ki, şu insan hürdür. Allah'ımız kanunu Sina dağında verdiği zaman şöyle konuşmuştur: «Benim buyruğum gökte değil ki.» şimdi kim Allah'ın buyruğunu gidip bize getirecek ve acaba kim ona uyma gücünü bize verecek?» diye kendine mazeret arayasın. Ama, benim buyruğum senin kalbinin yanındadır, ki dilediğin zaman ona uyabilesin.»
Söyleyin bana, eğer kral Hirodes yaşlı bir adama gençleşmesini ve hasta bir adama düzelmesini emretse, onlar bunu yapmayınca kendilerini öldürtse, bu adalet olur mu?»
Havariler cevap verdiler: «Eğer Hirodes böyle bir emir verse, en zalim ve dinsiz (kişi) olur.»
O zaman Isa iç çekerek, dedi: «Bunlar insanî geleneklerin meyveleridir kardeşler; çünkü, Allah fasık/ faciri (bir daha) seçilmiş olamayacak şekilde önceden takdir etmiştir demekle, onlar Allah'ı en dinsiz ve zalim yaparak küfrediyorlar. O, günahkâra günah işlememeyi, işlediği zaman da tevbe etmeyi emreder; halbuki, bu tür bir takdir günahkârdan günah işlememe gücünü çekip alır ve tevbeden tümüyle yoksun bırakır.»

165.

Allah'ın peygamber Yoel aracılığıyla ne dediğini de duyun: «Sağ ve diriyim ki, (der) Allah'ımız, günahkârın ölümünü dilemem, ama onun tevbeye gelmesini ararım.» O halde, Allah dilemediği şeyi önceden takdir mi edecektir? Bir, Allah'ın dediğine bakın, bir de bu zaman Ferisîlerinin dediğine.
«Dahası var, Allah peygamber îşaya aracılığıyla der: «Ben çağırdım, sizse beni dinlemediniz.» Ve, Allah ne kadar çağırmış, aynı peygamber aracılığıyla dediğini duyun; «Bütün gün ellerimi bana inanmayan bir kavme yaydım da, bana karşı geldiler.» Ve, bizim Ferisî'lerimiz fasık/facirin seçilmiş olamıyacağını söylerken, Allah'ın, beyaz bir şey gösterip kör bir adamla alay etmek gibi, veya sağır bir adamla kulaklarına konuşarak alay etmek gibi insanlarla alay ettiğinden başka bir şey mi söylemiş oluyorlar? Ve, seçilmişin fasık/facir olamıyacağı konusunda, bakın Allah'ımız Hezekiel peygamber aracılığıyla ne diyor: «Sağ ve diriyim ki» der Allah «eğer takva sahibi takvasını bırakır da, kirli işler yaparsa helak olur. Artık onun takvasından da hiç bir şey hatırlamaz olurum; çünkü takvasına güvenirse, takvası onu Benim önümde terk eder ve onu kurtarmaz.»
Ve, fasık/faciri çağırma konusunda, Allah peygamber Hoşea aracılığıyla şundan başka bir şey mi der: «Ben seçilmiş olmayan bir kavmi çağıracağım, onlara seçilmiş diyeceğim.» Allah doğrudur ve yalan söylemez; çünkü doğru olan Allah doğruyu söyler. Ama, bu zamanın Ferisîleri akideleriyle Allah'a tümüyle karşı çıkarlar.»

166.

Andreas karşılık verdi: «Ama, Allah'ın Musa'ya dediği şu, merhamet etmek dilediğine merhamet edeceği, katılaştırmak dilediğini katılaştıracağı (sözü) nasıl anlaşılmalıdır?»
îsa cevap verdi: «Allah bunu, insanın kendi faziletiyle kurtulacağına inanmaması, bunun yerine, hayatın ve Allah'ın merhametinin kendisine Allah tarafından nimeti olarak bahsedildiğini idrak etmesi için der, Ve bunu insanların Kendinden başka tanrılar bulunduğu düşüncesinden kaçınmaları için der.
«Bu bakımdan, eğer Allah Firavun'u katılaştırdıysa, o, kavmimize işkence edip, onu İsrail'deki tüm erkek çocukları yok etmekle hiçe indirmeye kalkıştığı için yapmıştır. O zaman Musa da hayatını kaybedeyazmıştı.
«Aynı şekilde, bakın size diyorum ki, takdir kendisine temel olarak Allah'ın kanununu ve insanın hür iradesini alır. Evet, ve eğer Allah kimse helak olmasın diye tüm dünyayı kurtaracak olsa, ruhun tepeden baktığı bu çamur (yığını), ruh gibi günah işlese bile, tevbe etme gücüne sahip olsun ve ruhun fırlatılıp atıldığı o yerde oturmaya gelsin diye, şeytan'a garaz olarak kendisine sakladığı hürriyetten insanı yoksun bırakmamak için bunu yapmaz. Allah'ımız, diyorum ki, rahmetiyle insanın hür iradesini izlemek diler, yaratığı kudretiyle terketmek dilemez. Ve, bu nedenle hüküm gününde kimse, günahları için herhangi bir mazerette bulunamıyacaktır. Çünkü, Allah'ın doğru yola gelmeleri için neler neler yaptığı ve ne kadar sık kendilerini tevbe etmeye çağırdığı o zaman herkes için apaçık ortada olacaktır.

167.

«İşte böyle, eğer zihniniz bununla da yetinip durulmadıysa ve yine «neden böyle?» demek istiyorsanız, size bir «neden»i daha açıklayacağım. O da şudur : Söyleyin bana, neden (tek) bir taş suyun üstünde duramaz da, tüm yer yüzü suyun üstünde durur? Söyleyin bana, su ateşi söndürür ve yer havadan kaçarken ve kimse toprak, hava, su ve ateşi uyum içinde bir araya getiremezken, yine de bunlar insanda bir araya geliyor ve uyum içinde kalıp gidiyorlar, neden?
«O halde bunu bilmiyorsanız —hem, tüm insanlar da insan olarak bunu bilmezler— Allah'ın kâinatı hiç yoktan tek bir sözle yarattığını nasıl anlıyacaklar; Allah'ın sonsuzluğunu nasıl anlıyacaklar? Ne olursa olsun bunu asla anlıyamayacaklardır. Çünkü insan, sonlu ve peygamber Süleyman'ın dediği gibi vücutla bileşim içinde olup, bozulabilir ve ruhu da baskı altında tutarken ve Allah'ın işleri de Allah'a göreyken onları nasıl anlıyabilecekler?
«Allah'ın peygamberi îşaya (bunun) böyle (olduğunu) gördüğünden, haykırıp, dedi: «Gerçekten sen gizli bir Allah'sın!» Ve, Allah'ın Elçisi hakkında, Allah O'nu nasıl yarattı, o der: «Onun doğuşu, kim anlatacak?» Ve, Allah'ın işlemesi hakkında der: «Onun danışmanı kim?» Bu bakımdan, Allah insan tabiatına der: «Nasıl gök yerin üstünde yükseltilmişse, benim yöntemlerim, sizin yöntemleriniz üzerinde ve benim emrim sizin emriniz üzerinde yükseltilmiştir.»
Bu nedenle size diyorum ki, takdirin niteliği, durum benim size anlattığım gibiyse de, insanlara açık değildir.
Öyleyse insan, yöntemi bulamadığı için gerçeği inkâr mı etmelidir? Ben, nasıl olduğu anlaşılmadığı halde sıhhati reddeden bir kimseyi henüz görmüş değilim. Hem, Allah'ın benim dilimle hastaları nasıl iyileştirdiğini bile bilmiyorum.»

Barnabas İncili.150.156 bölüm

150.

Yaşlı olanı karşılık verdi: «Ey kardeş, böyle deme, çünkü, Allah'ımızın değer verilmesini istediği ilmi hor görmüş oluyorsun.» Genç olanı cevapladı: «Şimdi, günaha düşmemek için nasıl söylemeliyim ki, çünkü senin sözün doğru, benimki de öyle. Öyleyse, diyorum ki, Allah'ın kanununda yazılı olan emirlerini bilenler, eğer ardından daha çok şey öğreneceklerse, (önce) bunlara uymalıdırlar. Ve, insan öğrendiği her şeye, bırakın uysun, (yalnızca) onu bilmekle kalmasın).»
Yaşlı olanı dedi: «Ey kardeş, söyle bana, kiminle konuştun ki, benim söylediklerimin tümünü öğrenmediğini bilirsin?»
Genç olanı cevap verdi: «Ey kardeş, kendimle konuşurum. Her gün hesabımı vermek için kendimi Allah'ın mahkemesinin önüne korum. Ve, her zaman için de günahlarıma göz yuman bir şey duyarım.»
Yaşlı adam dedi: «Ey kardeş, sen tamken, hataların nedir ki?»
Genç olanı cevap verdi: «Ey kardeş, böyle deme, çünkü ben iki büyük hatanın ortasında duruyorum: Biri, kendimi günahkârların en büyüğü olarak bilmemem, diğeri ise, başkalarından daha çok (günahıma) pişman olmak istemememdir.»
Yaşlı olanı karşılık verdi: «Şimdi, sen (insanların) en olmuşu iken, kendini nasıl günahkârların en büyüğü olarak bilebilirsin?»
Genç olanı cevapladı: «Bir Ferisi'nin alışkanlığını edindiğim zaman, üstadımın bana söylediği ilk söz şuydu: «Başkalarının iyiliklerine, kendimin ise kötülüklerime bakmalıyım. Çünkü böyle yaparsam eğer, kendimi günahkârların en büyüğü olarak algılayabilirim.»
Yaşlı adam dedi: «Ey kardeş, bu dağlarda kimin iyiliğine, kimin hatalarına bakarsın, görüyorsun ki, burada hiç kimse yoktur.»
Genç olanı cevap verdi: «Güneşin ve gezegenlerin itaatına bakmalıyım. Çünkü onlar Yaratıcı'larına benden daha iyi kulluk ediyorlar. Ama, ya arzuladığım gibi ışık vermediklerinden, ya sıcaklıklarının çok fazla olduğundan, ya da yerde çok fazla veya çok az yağış olduğundan ben onları ayıplıyorum.»
O zaman, yaşlı adam bunu duyunca dedi: «Kardeş, sen bu akideyi nereden öğrendin. Çünkü, ben şimdi doksan yaşmdayım ve yetmiş yıldır bir Ferisi'yim.»
Genç olanı cevap verdi: «Ey kardeş, sen bunu alçak gönüllülüğünden söylersin, çünkü sen, Allah'ın kutsal bir (kul) usun. Yine de ben sana cevap vereyim ki, Yaratıcı'mız Allah zamana bakmaz. Ama kalbe bakar. Bundandır ki, Davud onbeş yaşında, öbür altı kardeşinden daha genç iken îsrail kralı seçildi ve Rabbımız Allah'ın bir peygamberi oldu.»

151.

«Bu adam gerçek bir Ferisî'ydi» dedi îsa havarilerine. Ve, inşallah Hüküm Günü'nde onu arkadaşımız olarak buluruz.»
îsa sonra bir gemiye bindi ve havariler ekmek getirmeyi unuttuklarından dolayı üzgündüler. îsa kendilerini azarlayıp dedi: «Günümüz Ferisi1 lerinin mayalarından sakının. Çünkü küçük bir maya bir yığın yemeği bozar.»
O zaman havariler birbirlerine dediler: «Şimdi, ekmeğimiz bile yokken, nasıl mayamız olsun ki?»
O zaman İsa dedi: «Ey az inancı olan adamlar, Allah'ın, hiç bir ürün işareti olmayan Nain'de yaptıklarını unuttunuz mu? Ve, beş ekmek ve iki balığı kaç kişi yemiş ve doymuştu? Allah'a imandan yoksun olan Ferisi'nin mayası ve ben düşüncesi, yalnızca bugünün Ferisî'lerini bozmakla kalmamış, îsraili'leri de bozmuştur. Çünkü, okumak bilmeyen basit bir halk, kutsal kişiler olarak tanıdıklarından Ferisi'lerde gördüğü şeyleri yapar.
«Gerçek Ferisi nedir bilir misiniz? O, insan tabiatının yağıdır. Nasıl ki, yağ her sıvının üstünde durursa, gerçek Ferisî'nin iyiliği de tüm insanî iyiliklerin üstünde durur. O, Allah'ın dünyaya verdiği yaşayan bir kitaptır; çünkü, söylediği ve yaptığı her şey Allah'ın kanununa uygundur. Bu bakımdan, kim onun yaptığını yaparsa. Allah'ın kanununa uymuş olur. Gerçek Ferisi, günahla insan bedenini çürütmeyen tuzdur; çünkü, onu gören herkes tevbeye gelir. Hacıların yolunu aydınlatan bir ışıktır o, çünkü, onun pişmanlığıyla birlikte yoksulluğunu gören herkes, bu dünyada kalbimizi kapamamamız gerektiğini idrak eder.
«Ama, yağı ekşiten, kitabı tahrif eden, tuzu çürüten, ışığı söndüren bu insan sahte bir Ferisî'dir. Bu bakımdan, eğer helak olmayacaksanız, bugünkü Ferisîlerin yaptıklarını yapmamaya dikkat edin.»

152.

îsa Kudüs'e gelip de, bir sebt günü mabede girdiğinde, askerler onu kışkırtmak ve alıp (götürmek) için yaklaşıp dediler: «Muallim, savaş açmak meşru mudur?»
îsa cevap verdi: «İnancımız bize, hayatımızın yeryüzü üzerinde sürekli bir savaş halinde olduğunu söyler.»
Askerler dediler: «Öyleyse, bizi kendi inancına döndürmek ve bizim yığınla tanrıyı bırakıp, (çünkü, yalnızca Roma'da görülen yirmi sekiz bin tann vardır) senin tek olan ve görülemediği için nerede olduğu bilinmeyen, belki de bir hayal olan Allah'ına uymamızı ister misin?»
İsa cevap verdi: «Eğer sizi Allah'ımızın yarattığı gibi, sizi ben yaratmış olsaydım, sizi hidayete erdirmek isterdim.»
Karşılık verdiler: «Şimdi, nerede olduğu bilinmediği halde, senin Allah'ın bizi nasıl yaratmış olabilir? Bize Allah'ını göster, o zaman yahudi olacağız.»
O zaman İsa dedi: «Eğer sizin O'nu görecek gözleriniz olsa, ben size O'nu gösteririm, fakat kör olduğunuz için, O'nu size gösteremiyorum.»
Askerler karşılık verdiler: «Bu insanların sana verdiği onur mutlaka senin anlayışını götürmüş olmalı. Çünkü, hepimizin başında iki gözü varken, sen bizim kör olduğumuzu söylersin.»
İsa cevap verdi: «Bedenî gözler, yalnızca cismi olan ve dıştaki şeyleri görebilir. Bu bakımdan, siz yalnızca, hiç bir şey yapamayan altından, gümüşten ve tahtadan tanrılarınızı görebilirsiniz. Ama, biz Yahudiyelilerin Allah'ımıza karşı korku ve iman şeklinde manevi gözlerimiz vardır, bu yüzden de, biz Allah'ımızı her yerde görebiliriz.»
Askerler karşılık verdiler: «Konuşmana dikkat et, çünkü, eğer tanrılarımıza nefret yağdıracak olursan, seni Hirodes'in ellerine veririz, o da her şeye gücü yeten tanrılarımızın öcünü alır.»
İsa cevap verdi: «Eğer dediğiniz gibi, onların her şeye gücü yetiyorsa, beni bağışlayın, artık onlara tapacağım.»
Askerler bunu duyunca sevindiler ve putlarını yüceltmeye başladılar. O zaman îsa dedi: «Burada işlerinize ihtiyaç vardır, sözlerinize değil, madem öyle, tanrılarınıza bir sineği yarattırın, ve ben onlara tapacağım.»
Askerler bunu duyunca yılıp, diyecek şey bulamadılar, bunun üzerine İsa dedi: «Asla, onların tek bir sineği (bile) yeniden yaratmadıklarını gördüğümden, kendileri için, tek bir sözle her şeyi yaratmış olan Allah'ı bırakmıyacağım, O'nun adı tek başına orduları korkutur.»
Askerler karşılık verdiler: «Şimdi şuna bakalım; çünkü biz seni al (ip götür) mek istiyoruz.» Ve ellerini Isa'ya karşı uzatmak istediler.»
O zaman îsa dedi: «Adonai Sabaoth!»(Ey Orduların Rabbi!) Bunun üzerine, bir kişinin, yıkanıp yeniden şarapla doldurulacakları zaman tahta fıçılan yuvarladığı gibi, askerler de hemen mabedten yuvarlanıp gittiler; o kadar ki, kendilerine dokunan kimse olmadığı halde, başları ve ayakları yere çarpıyordu.
Ve, o kadar korktular ve öyle bir şekilde kaçtılar ki, Yahudiye'de bir daha görünmediler.

153.

Kâhinler ve Ferisi'Ier kendi aralarında mırıldanıp dediler.- «O'nda Ba'al ve Eşterot'un bilgeliği var, ve bundan dolayı, şeytan'ın gücüyle yaptı bunu.»
Isa ağzını açtı ve dedi: «Allah'ımız komşumuzun mallarını çalmamamızı emretti. Fakat, bu tek hüküm öylesine aşıldı ve kötüye kullanıldı ki, dünyayı günahla doldurdu ve bu (günah) diğer günahların bağışlandığı gibi bağışlanmıyacaktır; çünkü, başka her günah için insan ağlar ve onu bir daha işlemez, namaz ve zekâtla birlikte oruç da tutarsa, Kadir ve Rahim olan Allah'ımız affeder. Fakat, bu günah o türdendir ki, zulmen alınan geri verilmedikçe, asla bağışlanmayacaktır.»
O zaman, bir yazıcı dedi: «Ey muallim, hırsızlık tüm dünyayı günahla nasıl doldurmuştur? Şimdi, Allah'ın lûtfuyla, yalnızca bir kaç hırsızın bulunduğu ortadadır, onlar da kendilerini gösteremezler, çünkü hemen askerler tarafından asılırlar.»
îsa karşılık verdi.- «Malları bilmeyen (metinden aynen) hırsızları da bilmez, hem, bakın size diyorum ki, pek çokları ne yaptığını bilmeden çalar, bu yüzden de, günahları başkalarınınkinden daha büyüktür, çünkü bilinmeyen hastalık iyileşmez.»
O zaman Ferisîler Isa'ya yaklaşıp dediler: «Ey muallim, İsrail'de gerçeği tek sen bildiğin için bize öğret.»
İsa karşılık verdi: «israil'de gerçeği tek benim bildiğimi söylemiyorum, çünkü bu «tek» kelimesi başkalarına değil, yalnızca Allah'a ait. Çünkü, O Hakk'tır, hakkı (gerçeği) da yalnızca O bilir. Bu bakımdan, eğer ben böyle dersem, büyük bir hırsız olurum. Çünkü, Allah'ın şanını çalmış olurum. Ve, Allah'ı tek ben biliyorum demekle de, herkesten daha çok cehaletin içine düşerim. Bu nedenle siz, tek benim gerçeği bildiğimi söylemekle ağır bir günah işlediniz. Ve, size diyorum ki, eğer bunu teşvik etmek için dediyseniz, günahınız daha da büyük olacaktır.»
Sonra İsa, herkesin sustuğunu görünce yeniden dedi: «Her ne kadar ben İsrail'de gerçeği bilen tek kişi değilsem de, tek ben konuşacağım; bu bakımdan, madem bana sordunuz, (o halde) bana kulak verin.»
«Yaratılan her şey Yaratıcı'ya aittir, o şekilde ki, hiç bir şey herhangi bir şey için iddiada bulunamaz. Öyle de, ruh, nefs, beden, zaman, mal ve şan hep Allah'ın mülkiyetindedir. Eğer bir insan onları Allah'ın istediği biçimde almazsa, bir hırsız olmuş olur. Ve, aynı şekilde, eğer onları Allah'ın isteğinin aksine harcarsa, yine bir hırsız olmuş olur. Bu bakımdan diyorum ki size, ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, siz zamanı «yarın şöyle yapacağım, şöyle bir şey söyleyeceğim, şöyle bir yere gideceğim» diyerek ele alırsanız ve «inşallah (Allah izin verirse)» demezseniz, hırsız olursunuz ve zamanınızın daha iyi bölümünü Allah'ı memnun etmek için değil de, kendinizi memnun etmek için harcadığınızda daha büyük hırsız olursunuz ve daha kötü bölümünü Allah'a kulluk için harcadığınızda, o zaman da kuşkusuz hırsız olursunuz.
«Kim günah işlerse, hangi şekilde olursa olsun bir hırsızdır; çünkü o Allah'a kulluk etmesi gereken zamanı, ruhu ve kendi hayatını çalıp Allah'ın düşmanı şeytan'a vermiş olur.»

154.

«Bu bakımdan, onuru, canı ve malı olan insanın malı mülkü çalındığı zaman hırsız asılacaktır; canı alındığı zaman, katilin başı kesilecektir ve adaletli olan budur, çünkü Allah böyle buyurmuştur.  Ama, bir komşunun onuru alındığı zaman, neden hırsız çarmıha gerilmez? Mal onurdan, gerçekten daha mı iyidir? Allah gerçekten, malı alanın cezalandırılacağını, malla birlikte canı alanın cezalandırılacağını, ama onuru alanın serbest kalacağını mı buyurmuştur? Hiç de değil, çünkü mırıldanmaları nedeniyle babalarımız va'd edilen ülkeye girmediler de, yalnızca çocukları (girdi). Ve, bu günah nedeniyle, yılanlar halkımızdan yetmiş bin kadarını öldürdü.
«Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, onuru çalan, bir insanı malından ve canından edenden daha büyük cezayı hak eder. Ve, mınldayana kulak veren de aynı şekilde suçludur. Çünkü, biri şeytan'ı diline, diğeri ise kulaklarına alır.»
Ferisîler bunları duyunca (öfkeden) patlıyorlardı, çünkü konuşmasına karşı çıkamıyorlardı.
Sonra İsa'nın yanına bir fakih yanaştı ve ona dedi : «Sayın muallim, bana anlat ki Allah, babalarımıza neden ekin ve meyve bahşetmedi? Düşeceklerini bildiğinden, mutlaka kendilerine vermeli veya insanlara onu görme eziyetini çektirmemeliydi.»
İsa cevap verdi: «Adam, sen bana iyi dersin, fakat hata edersin, çünkü yalnızca Allah iyidir. Ve, Allah'ın neden senin beynine göre iş yapmadığını sormakla daha çok hata edersin. Yine de sana cevap vereceğim. O halde sana diyorum ki, Yaratıcımız Allah işinde kendisini bize uydurmaz, bu bakımdan meşrû olan, yaratılmışın O'nun yöntemini ve uygunluğunu değil de, bunun yerine, Yaratanın yaratılmışa değil, yaratılmışın Yaratan'a bağlı kalması için Yaratıcısı Allah'ın şanını araştırmasıdır. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, eğer Allah insana her şeyi vermiş olsaydı, insan, kendisinin Allah'ın kulu olduğunu bilmeyecekti; ve böylece de kendini Cennet'in efendisi sayacaktı. Bu bakımdan, her zaman Azîm ve Sübhan olan Yaratıcı, Kendine bağlı kalsın diye insanı yemekten men etti.
«Ve, bakın size diyorum ki, kimin gözünde ışık varsa her şeyi açık görür ve bizzat karanlıktan bile ışık çıkarır; fakat kör böyle yapmaz. Bu nedenle diyorum ki, eğer insan günah işlememiş olsaydı, ne ben ne de sen Allah'ın merhametini ve adaletini bilmeyecektik. Ve, eğer Allah, insanı günah işleme istidadında yaratmamış olsaydı, bu konuda o, Allah'a eşit olacaktı.. Bundan dolayı, Sübhan Allah insanı iyi ve adaietli yarattı,- ama kendi hayatı, kurtuluşu ve batışıyla ilgili olarak istediğini yapmakta serbest bıraktı.»
Fakih bunları işitince dondu kaldı ve şaşkınlık içinde ayrılıp gitti.

155.

Sonra, başkahin iki yaşlı kâhini gizlice çağırarak mabedten çıkıp, öğle namazını kılmak için Süleyman verandasında oturup beklemekte olan îsa'ya gönderdi. Ve, (İsa'nın) yanında halktan büyük bir kalabalıkla birlikte havarileri de bulunuyordu.
Kâhinler Isa'ya yaklaşıp dediler: «Muallim, insan ekini ve meyveyi neden yedi? Allah onu yemesini istedi mi, istemedi mi?» Ve, onlar bunu îsa'yı yanıltmak için dediler; çünkü, «Allah istedi» dese, «(öyleyse) niçin yasakladı?» karşılığını verecekler, «Allah istemedi» dese, «o halde, Allah'ın istediğinin aksini yapabildiğine göre, insan Allah'tan daha büyük bir güce sahip» diyeceklerdi.
İsa cevap verdi: «Sizin sorunuz, dağın üstünden geçen ve sağ ve solunda uçurum bulunan bir yol gibi, ama ben ortadan yürüyeceğim.»
Bunu duyunca, kâhinler İsa'nın kalplerini bildiğini sezerek şaşırdılar.
Sonra îsa dedi: «Her insan ihtiyacı olduğundan, her şeyi kendi yararı için yapar. Ama, hiç bir şeye ihtiyacı olmayan Allah, kendi hak arzusuna göre yaptı, Bu bakımdan, insanı yaratırken onu, Allah'ın kendine ihtiyacı olmadığını bilsin diye hür yarattı. Verbigratîa (=misal olarak), kendi zenginliğini sergilemek için ve köleleri kendini daha çok sevsin diye, kölelerine hürriyet veren bir kralın yaptığı gibi.
«O halde, Allah insanı, Yaratıcı'sını çok daha fazla sevsin ve nimetini bilsin diye hür yarattı. Çünkü, Allah her ne kadar Kadiri Mutlak olup, insana ihtiyacı yok ve onu kudretiyle de yaratmışsa da, hayır işleyip, şerre karşı koyabilecek şekilde onu serbest bırakmıştır. Çünkü, her ne kadar Allah'ın günaha engel olma gücü var idiyse de, kudret ve nimeti insanda görüldüğünden, insanda günaha karşı çıkmamak için, yani, insanda Allah'ın rahmeti ve adaleti yürüsün diye O, kendi nimetiyle çelişmiyecekti (çünkü, Allah'ta çelişme yoktur). Ve, gerçeği konuştuğuma işaret olarak, sizi başkâhinin beni aldatmak için gönderdiğini ve bunun da kâhinliğin meyvesi olduğunu size söylüyorum.»
Yaşlı adamlar ayrılıp gittiler ve her şeyi başkâhine anlattılar, o da dedi: «Bu herifin sırtında her şeyi kendisine söyleyen cin var; çünkü o İsrail krallığını arzular, ama Allah bunun da gereğine bakacaktır.»

156.

îsa öğle namazını kılıp da mabedten çıkarken, annesinin rahminden kör doğan birini gördü. Havarileri kendisine sorup dediler: «Muallim, bu adamda kimin günahı var, babasının mı, yoksa annesinin mi ki. (böyle) kör doğmuş?»
îsa cevap verdi: «Ne babasının, ne de annesinin günahı var onda, ama Allah, İncil'e bir şahit olsun diye onu böyle yarattı.» Ve, kör adamı yanına çağırıp, yere tükürerek çamur yaptı ve onu kör adamın gözlerine sürdü ve ona dedi: «Siloam gölüne git ve yıkan!»
Kör adam gitti ve yıkanıp, ışığa kavuştu, ardından, eve dönerken, kendisine rastlayan pek çokları dediler: «Bu adam körse, kesinlikle derim ki, mabedin güzel kapısında oturup duran adamdı.» Başkaları dediler; «Odur, fakat ışığa nasıl kavuştu?» Ve, yanına yaklaşıp dediler: «Sen mabedin güzel kapısında oturup duran kör adam değil misin?»
Cevap verdi: «Oyum, neden (soruyorsunuz)?»    -Dediler: «Öyleyse, görme gücüne nasıl kavuştun?» Cevap verdi: «Bir adam toprağa tükürerek çamur yaptı ve bu çamuru gözlerimin üzerine koyup, bana dedi: «Git Siloam gölünde yıkan.» Gidip yıkandım ve şimdi görüyorum. İsrail'in Allah'ını tesbih ederim!»
Kör doğmuş olan adam mabedin güzel kapısına yeniden geldiği zaman, tüm Kudüs meseleyi duymuştu. Bunun üzerine, îsa aleyhinde kâhinler ve Ferisilerle konuşmakta olan kâhinlerin reisine getirildi.
Başkâhin kendisine sorup, dedi: «Adam, sen doğuştan kör değil miydin?»
«Ya, evet» (diye) cevap verdi.
«Şimdi Allah'ın şanı üzerine», dedi başkâhin «anlat bize, hangi peygamber sana rüyada göründü de ışık verdi. Babamız İbrahim miydi, yoksa Allah'ın kulu Musa mı, veya bir başka peygamber miydi? Çünkü, başkaları böyle bir şeyi yapamaz.»
Kör doğmuş olan adam cevap verdi: «Ben rüyada ne İbrahim'i, ne Musa'yı, ne de bir başka peygamberi görüp iyileştirilmedim. Ben mabedin kapısında otururken bir adam beni yanına getirtti, tükrüğüyle topraktan çamur yaparak, bu çamurun bir kısmını gözlerime sürdü ve beni yıkanmam için Siloam gölüne gönderdi; ben de oraya gidip yıkandım ve gözlerimin ışığıyla geri döndüm.»
Başkâhin kendisine o adamın adını sordu. Kör doğmuş olan adam cevap verdi: «Bana adını söylemedi, ama onu gören biri beni çağırarak dedi: «Git ve bu adamın sana söylediği gibi yıkan, çünkü o Nasıralı İsa'dır, Israililerin Allah'ının bir peygamberi ve kutsal bir (kul)udur.»
O zaman başkâhin dedi: «O seni belki de bugün, yani sebt günü iyileştirdi?»
Kör adam cevap verdi: «Bu gün iyileştirdi beni.»
Başkâhin dedi: «Bakın şimdi, bu herif nasıl da günahkârın biridir, görüyorsunuz ki sebt gününe riayet etmez!»
Kör adam karşılık verdi: «O bir günahkâr mıdır, değil midir bilmem; ama şunu bilirim ki, ben kör iken o beni ışığa kavuşturdu.»
Ferisiler buna inanmadılar bu nedenle de başkâhine dediler: «Anne ve babasını çağırtın, bize gerçeği söyler onlar.» Bunun üzerine kör adamın anne ve babasını çağırttılar ve onlar gelince başkâhin kendilerine şöyle sordu: «Bu adam sizin oğlunuz mudur?»
Cevap verdiler: «O bizim oğlumuzun ta kendisidir.»
O zaman başkâhin dedi:  «O, kör doğduğunu ve şimdi de gördüğünü söylüyor; nasıl olmuştur bu iş?»
Kör olarak doğan adamın baba ve annesi cevap verdi: «Evet, o kör doğmuştu, ama, ışığı nasıl aldığını bilmiyoruz; onun yaşı başı yerindedir, kendisine sorun, size gerçeği söyler.»
Bunun üzerine onlara yol verildi ve başkâhin yeniden, kör doğmuş olan adama dedi: «Allah'ın şanı üzerine doğruyu söyle.»
(Kör adamın baba ve annesi konuşmaktan korkmuşlardı; çünkü, Roma Senatosu'ndan, ölüm acısına çarptırılmak (istemiyen) kimsenin, Yahudiler'in peygamberi İsa hakkında çekişmemesi için bir ferman çıkmıştı. Bu ferman valinin de eline ulaşmıştı, bu nedenle, «Onun yaşı başı yerindedir, kendisine sorun» dediler.)
Sonra, başkâhin kör adama dedi: «Allah'ın şanı üzerine doğruyu söyle, çünkü biz, senin kendini iyileştirdiğini söylediğin bu adamın bir günahkâr olduğunu biliyoruz.»
Kör doğmuş olan adam cevap verdi: «O bir günahkâr mıdır, değil midir bilmem. Ama şunu bilirim ki, ben görmüyordum, o beni ışığa kavuşturdu. Dünyanın başlangıcından bu saate kadar, kesinkes, kör doğup da ışığa kavuşturulan kimse olmamıştır. Ve Allah günahkârlara kulak asmaz.»
Ferisiler dediler: «Seni ışığa kavuştururken ne yaptı?»     
O zaman kör doğmuş olan bunların inançsızlığına şaştı kaldı ve dedi: «Söyledim ya, neden bir daha soruyorsunuz bana? Siz de O'nun şakirtleri olmaz mısınız?»
O zaman, başkâhin kendisine küfredip dedi: «Sen zaten günah içinde doğmuşsun, öyleyken bize öğretmeye mi kalkıyorsun? Defol ve böyle bir adamın sen şakirdi ol! Çünkü, biz Musa'nın şakirtleriyiz ve biliyoruz ki, Allah Musa ile konuşmuştur; bu adama gelince, onun neci olduğunu bilmiyoruz.» Ve, onu havra ve mabedten atıp, Israililer arasındaki temizlerle birlikte ibadet etmesini yasakladılar.

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...