20 Nisan 2011 Çarşamba

Barnabas İncili.141.149.bölüm

141. Akli Dengesizlik..

«Söyleyin bana, bir insan doğarken nasıl doğar? Mutlaka çıplak doğar. Ve, ölü olarak toprağın altına konurken, ettiği kâr nedir? îçine sarıldığı basit bir keten bezi; ve budur dünyanın kendisine verdiği ödül.»
«Şimdi, işin iyi bir sona varması için, her işte (kullanılan) araçların başlangıç ve sonla uyum içinde olması gerekirken, ya dünyanın zenginliğini isteyen insanın varacağı son nedir? Allah'ın peygamberi Davud Peygamber'in «Günahkâr en kötü bir ölümle ölecektir» dediği biçimde öl(üp gid)ecektir.»
«Bir insan elbise dikerken, iğneye iplik yerine kiriş geçirirse, iş(i) nasıl (bir sona) varır? Mutlaka boşa çalışmış olur ve komşuları tarafından küçümsenir Şimdi, insan dünyalık malları toplarken sürekli bu (işi) yaptığını görmüyor. Çünkü, Ölüm iğnedir, dünyalık malların kirişleri ondan geçmez. Yine de o, delicesine işi başarmak için uğraşır durur, ama nafile.»
«Ve, benim bu sözüme kim (inanmıyorsa) kabirlere baksın. Çünkü, orada gerçeği bulacaktır. Allah korkusuyla başka her şeyin ötesinde akıllı olmak isteyen mezarın kitabesini incelesin. Çünkü, orada, kurtuluşu için gerçek akideyi bulacaktır. Çünkü, insan bedeninin kurtçukların yiyeceği haline dönüştüğünü gördüğü zaman, dünyadan, bedenden ve nefsten sakınmayı öğrenecektir.
-Söyleyin bana, insanın ortasından yürüdüğünde emniyetle gidebileceği, kıyılardan yürüdüğünde ise başını kıracağı bir yol olsa; birbirlerine karşı çıkan ve kıyıya en yakın olmak gayretiyle kavga eden ve kendilerini öldüren insanlar görürseniz ne dersiniz? Nasıl da şaşırırsınız! Mutlaka dersiniz ki, «Deli ve çılgındır onlar. Eğer çılgın değillerse aklî dengesizlik içindedirler.»
«Doğru, aynen öyledir» (diye) karşılık verdi havariler.
O zaman îsa ağladı ve dedi: «îşte, dünyayı sevenler de tıpkı böyledirler. Çünkü, insanda orta bir yer tutan akla göre yaşasalardı, Allah'ın kanununa uyarlar ve sonsuz ölümden kurtulurlardı. Fakat, bedene ve dünyaya uyduklarından, biri diğerinden daha bir gurur ve şehvetle yaşamak için didinen çılgınlar ve kendi benliklerinin acımasız düşmanlarıdırlar.»

142. Hain Yahuda ve Tahrifçi Din Adamlarının Mantığı

Hain Yehuda İsa'nın kaçtığını görünce, dünyada güçlü olma ümidini yitirmişti. Çünkü, içinde Allah sevgisi için kendisine verilen tüm şeylerin bulunduğu İsa'nın kesesini taşıyordu. îsa'nın İsrail kralı, kendişinin de güçlü bir insan olacağını ümit ediyordu. Bu bakımdan, ümidini yitirince kendi kendine dedi: «Eğer bu adam bir peygamberse, parasını çaldığımı bilir; ve böylece sabrını yitirip, kendisine inanmadığımı bilerek beni hizmetinden kovar. Eğer akıllı bir adam olsaydı, Allah'ın kendisine vermek istediği şereften kaçmazdı? Bu bakımdan, Ferisîler, yazıcılar ve önde gelen kâhinleriyle bir düzen kurup, onu ellerine nasıl teslim edeceğime bakmam daha iyi olacak, çünkü böylece iyi bir şeyler elde edebilirim.» Bunun üzerine, kararını verip, meselenin Nain'de nasıl geçtiğini yazıcılar ve Ferisîler'e duyurdu. Onlar da başkâhinle istişare edip, dediler: «Bu adam kral olursa ne yaparız? Kesinkes geçimimiz kötü olur; çünkü o, eskiden olduğu gibi Allah'a ibadeti geri getirmek isteyecektir. Çünkü, bizim geleneklerimizi alıp kabul edemez. Şimdi, böyle bir adamın egemenliği altında nasıl geçiniriz? Kesinlikle, çocuklarımızla birlikte helak oluruz; çünkü memuriyetimizden atılırsak, ekmeğimizi dilenmek zorunda kalırız.
«Şimdi, Allah'a şükür, bizim kendilerininkiyle ilgilenmediğimiz gibi bizim kanunumuzla ilgilenmeyen, kanunumuza yabancı bir kral ve bir valimiz var. Ve, böylece listeye ne alırsak yapabiliyoruz; bu şekilde her ne kadar günah işliyorsak da, Allah'ımız öylesine merhametlidir ki, kurban ve oruçla yumuşayıverir. Fakat, eğer, bu adam kral olursa, Musa'nın kitabına göre Allah'a ibadet edildiğini görmedikçe yumuşamıyacaktır; ve daha da kötüsü, (önde gelen havarilerinden birinin bize dediği gibi) Mesih, Davud soyundan gelmeyecek demekte,  ama, İsmail'in soyundan geleceğini ve va'din îshak'a değil, îsmail'e yapıldığını söylemektedir.»
«O halde, bu adam yaşamaya katlanacak olursa, sonuç ne olacaktır? Mutlaka îsmaililer Romalılarla anlaşmaya varıp, ülkemizi ellerine verecekler ve böylece İsrail, eskiden olduğu gibi yine köleleştirilecektir.» Bunun üzerine, teklifi duyan başkâhin Hirodes ve valiyle görüşmesi gerektiği şeklinde cevap verdi, «Çünkü, halk O'na öylesine eğilim göstermektedir ki, asker olmadan herhangi bir şey yapamayız; ve inşallah askerle bu işi belki başarabiliriz.»
Bu nedenle, aralarında istişare edip, vali ve Hirodes olur dedikleri zaman, onu geceleyin yakalamak için plân kurdular.

143.

Sonra, tüm havariler Allah'ın dilemesiyle Şam'a geldiler. Ve, o gün hain Yehuda herkesten daha çok İsa'nın yokluğuna üzülüyor göründü. Bunun üzerine İsa dedi:
«Herkes, hiç yeri yokken sizi seviyor gösterisinde bulunan kişiden sakınsın.»
Ve Allah anlayışımızı giderdi de, onun bunu ne amaçla dediğini bilemedik.
Şakirtlerin tümü geldikten sonra İsa dedi: «Galile'ye dönelim, çünkü Allah'ın meleği bana oraya gitmem gerektiğini söyledi.» Bunun üzerine, bir sebt günü sabahı îsa Nasıra'ya geldi. Şehirliler îsa'yi tanıyınca herkes kendisini görmek istedi. Bu arada, Zakkay adlı kısa boylu bir vergi mültezimi büyük kalabalık nedeniyle İsa'yı göremediğinden yabani bir incir ağacına tırmanıp, İsa havraya giderken oradan geçeceği zamanı bekledi. Sonra İsa o yere gelince gözlerini kaldırıp dedi: «İn Zakkay çünkü bugün senin evinde kalacağım.»
Adam inip O'nu memnunlukla kabul etti ve mükemmel bir ziyafet hazırladı. Ferisîler mırıldanıp İsa'­nın havarilerine dediler: «Mualliminiz neden vergi mültezimleri ve günahkârlarla yemeğe gider?»
îsa cevap verdi: «Doktor bir eve neden girer? Söyleyin bana ve ben de size neden buraya geldiğimi söyleyeceğim.»
Cevap verdiler: «Hastaları iyileştirmek için.» «Doğru Söylüyorsunuz.» dedi îsa,  «Çünkü hastalardan başka kimsenin ilâca ihtiyacı yoktur.»

144.

Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Allah peygamberlerini ve kullarını dünyaya, günahkârlar tevbe etsin diye gönderir, takva sahipleri uğruna göndermez, çünkü, nasıl temiz olanın banyoya ihtiyacı yoksa, onların da tevbeye ihtiyacı yoktur. Ama size diyorum ki bakın, eğer sizler gerçek Ferisîlerseniz benim kurtuluşları için günahkârlarla uğraşmam gerektiğinden memnun olmalısınız.
«Söyleyin bana, kaynağını» ve dünyanın Ferisileri neden çekmeye başladığını biliyor musunuz? Mutlaka anlatacağım size, çünkü, bilmiyorsunuz, öyleyse sözlerime kulak verin.
«Dünyaya hiç değer vermeden, gerçekten Allah'ın yolunda yürüyen bir Allah dostu Enoh (İdris Peygamber) Cennet'e alındi; ve, mahkemeye kadar orada kalacak (çünkü, dünya sonuna yaklaştığı zaman o, îlya ve bir başkasıyla birlikte dünyaya dönecektir). Ve böylece, bunu bilen insanlar Cennet arzusuyla Yaratıcıları Allah'ı aramaya başladılar. Şu «Ferisi», Kenan dilinde tam anlamıyla «Allah'ı arayan» demektir. Çünkü Kenaniler insanın ellerine tapınma denen putperestliğe bağlı olduklarından, bu ad orada iyi insanlarla alay etmek suretiyle başladı.
«Bu şekilde, halkımızdan Allah'a kulluk için dünyadan ayrılanları gören Kenanîler, böyle birini gördüklerinde «Ferisi», yani 'Allah'ı arıyor' derlerdi. Şöyle demek istiyorlardı: «Ey deli yoldaş, senin heykelden putların yok ve rüzgâra tapmıyorsun; bu bakımdan, kaderine bak da, gel ve bizim tanrılarımıza kulluk et.»
«Bakın, size diyorum ki», dedi îsa, «Tüm velîler ve Allah'ın peygamberleri sizin gibi ismen değil, ama amelde Ferisi olmuşlardır. Çünkü, tüm hareketlerinde yaratıcıları Allah'ı aramışlar ve Allah sevgisiyle şehirleri terketmişler ve mallarını Allah sevgisi uğruna  (Allah'a)  satmışlar ve yoksullara vermişlerdir.»

145. Ilya (İlyas) Peygamberin Kitabı

«Allah sağ ve diridir ki, Allah'ın peygamberi ve dostu İlya zamanında onyedi bin Ferisî'nin oturduğu on iki dağ vardı. Ve öyleydi ki, bu kadar büyük bir sayının içinde tek bir fasık/facir yoktu; ve hepsi Allah'ın seçkin (kul)Iarıydı. Ama şimdi, israil'de yüzbinden fazla Ferisî'nin olduğu bir zamanda, bin kişide bir tane seçkin (kul) vardır inşallah!»
Ferisîler kızarak karşılık verdiler: «Öyleyse, biz hep fasık/faciriz. Ve sen bizim dinimizi fısk/fücur içinde görüyorsun.»
îsa cevap verdi: «Gerçek Ferisîler'in dinini fısk/ fücur içinde değil, beğenilecek bir şey olarak görüyorum. Ve bunun için ölmeye de hazırım. Ama gelin siz Ferisi misiniz, değil misiniz bakalım. Allah'ın dostu îlya havarisi Elişa'nın ricası üzerine küçük bir kitap yazıp, içinde Rabb'ımız Allah'ın kanunuyla birlikte tüm insanî hikmetlere de yer verdi.»
Ferisîler îlya'ın kitabının adını duyunca şaşırdılar, çünkü geleneklerinde kimsenin böyle bir akideye uyduğunu bilmiyorlardı. Bu bakımdan yapılacak işleri olduğu bahanesiyle ayrılıp gitmek istediler. O zaman İsa dedi: «Eğer siz Ferisîlerseniz başka her işi bırakırsınız; çünkü, Ferisi yalnızca Allah'ı arar. Bunun üzerine şaşkınlık içinde İsa'yı dinlemek için kaldılar, o da dedi: «Allah'ın kulu İlya» (çünkü, küçük kitap böyle başlıyor), «Yaratıcısı Allah'la birlikte yürümek isteyen herkes için bunu yazıyor. Kim çok şey öğrenmek isterse, o Allah'tan az korkar (metinden aynen), çünkü Allah'tan korkan yalnızca Allah'ın dilediğini öğrenmekle yetinir. Güzel sözler isteyenler, başka değil, yalnızca günahlarımızı reddeden Allah'ı istemezler.
«Allah'ı anmak arzu edenler, hemen evlerinin kapı ve pencerelerini kapasınlar. Çünkü, mal sahibi evinin dışında, sevilmediği (bir yerde) bulunmaya katlanamaz. Bu bakımdan, nefislerinizi koruyun, kalbinizi koruyun, çünkü Allah, dışınızda, nefret edildiği bu dünyada bulunmaz.»
«Salih amel işlemek isteyenler kendi benliklerine yönelsinler, çünkü tüm dünyayı kazanıp da kendi ruhunu yitirmek hiç bir işe yaramaz.»
«Başkalarına öğretmek isteyenler, başkalanndan daha iyi yaşasınlar; çünkü kendinizden daha az bilenden hiç bir şey öğrenilemez. O halde, günahkâr kendine öğretenden daha kötü birini duyduğu zaman hayatını nasıl düzeltecek?
«Allah'ı arayanlar insanların (metinden aynen) sohbetinden kaçsınlar, çünkü Musa Sina dağında yalnızken kendini buldu ve bir dostun bir dostla konuştuğu gibi Allah'la konuştu.
«Allah'ı arayanlar, otuz günde yalnızca bir kez dünyalık insanların bulundukları yere çıksınlar; çünkü, Allah'ı arayanın iki yıllık işi bir günde yapılabilir.»
«Yürüdüğü zaman, yalnızca kendi ayaklarına baksın.»
«Konuştuğu zaman, yalnızca gerekli olan şeyi konuşsun.»
«Yedikleri zaman, sofradan doymadan kalksınlar. Her gün bir ertesi güne çıkmayacaklarını düşünüp, vakitlerini (son) nefesi yaklaşan biri gibi harcasınlar.»
«Elbise olarak hayvan derisi yeter.»
«Toprak yığını, çıplak yer üstünde uyusun; her gece iki saatlik uyku da yeter.»
«Kendinden başka kimseden nefret etmesin, kendinden başka kimseyi ayıplamasın.»
İbadet ederlerken, gelecek olan mahkemedelermiş gibi bir korku içinde ayakta dursunlar.»
«Şimdi, Allah'a kulluk için Allah'ın Musa kanalıyla sana verdiği kanuna göre bunları yap, çünkü bu şekilde Allah'ı bulacak, her zaman ve her yerde sen Allah'ta, Allah da sendeymiş hissini duyacaksın.»
«İlya'nın küçük kitabı budur ey Ferisîler. Bu nedenle size yine diyorum ki, eğer siz Ferisîlerseniz benim buraya girmeme sevinmiş olmalısınız, çünkü Allah günahkârlara merhamet eder.»

146.

Sonra Zakkay dedi: «Rab, Allah sevgisi için tehditle aldığım tüm şeylerin dört katını vereceğim.»
O zaman îsa dedi: «Bugün kurtuluş bu eve gelmiş bulunuyor. Bakın, bakın pek çok vergi mültezimleri, fahişeler ve günahkârlar Allah'ın melekûtuna girecekler ve kendilerini takva sahibi sayanlar sonsuz ateşlere gireceklerdir.»<
Bunu duyan Ferisîler öfkeyle ayrıldılar. O zaman İsa tevbeye gelenlere ve havarilerine dedi: «Bir adamın iki oğlu vardı, küçük olanı dedi: «Baba bana düşen malları ver,» Ve babası verdi ve kendi payını alan (oğul) ayrıldı ve uzak bir ülkeye gitti; orada tüm varlığını lüks içinde yaşayarak fahişelerle harcayıp bitirdi. Bundan sonra, bu ülkede şiddetli bir kıtlık oldu, o kadar ki, bu sefil adam bir vatandaşa hizmet etmeye gitti, o da kendisini malları arasında bulunan domuzların başına verdi. Ve domuzlara bakarken, onlarla birlikte palamut yiyerek açlığını ne de olsa gideriyordu. Ama kendine geldiği zaman (şöyle) dedi: «Ah babamın evinde ne bol yiyecekler vardı. Bense burada açlıktan kırılıyorum! Bu nedenle, kalkıp babama gidecek ve kendisine diyeceğim: Baba, gökte sana karşı günah işledim; bana hizmetçilerinden birine davrandığın gibi davran.»
«Zavallı adam gitti ve öyle oldu ki, babası onun uzaklardan geldiğini görüp kendisine karşı merhamete geldi. Bunun üzerine onu karşılamaya çıktı ve yanına varıp kendisini kucakladı ve öptü.»
Oğul, baş eğip dedi: «Baba, gökte sana karşı günah işledim, bana hizmetçilerinden birine davrandığın gibi davran. Çünkü ben, senin oğlun denecek değerde değilim.»
Baba karşılık verdi: «Oğul, böyle deme, çünkü sen benim oğlumsun ve seni kölem durumunda görmeye dayanamam.» Ve hizmetçilerini çağırıp dedi: «Buraya yeni elbiseler getirip bu oğlumu giydirin ve kendisine yeni don verin. Parmağına yüzüğünü takın ve hemen yağlı danayı kesin, şenlik yapacağız. Çünkü bu benim oğlum ölmüştü. Şimdi ise yeniden hayata gelmiş bulunuyor. Kayıptı da şimdi bulundu.»

147.

«Evde şenlik yaparlarken bakın ki, büyük oğul eve geldi. Ve içerde şenlik yaptıklarını duyup şaşırdı ve hizmetçilerden birini çağırıp niye böyle şenlik yapmakta olduklarını sordu.»
Hizmetçi ona cevap verdi: «Kardeşin geldi, baban da yağlı danayı kesti, yiyorlar.» Büyük oğul bunu duyunca çok kızdı ve eve girmedi.
Bunun üzerine, babası dışarı çıkıp kendisine dedi: «Oğul, kardeşin geldi, sen de gel ve onunla birlikte sevin.»
Oğul kızarak cevap verdi: «Sana hep iyi bir şekilde hizmet ettim; ve sen bana hiç bir zaman arkadaşlarımla yemek için bir kuzu vermedin. Fakat, seni terkedip giden ve tüm payına düşeni fahişelerle yiyip bitiren bu değersiz herife gelince şimdi yağlı danayı kesiyorsun.»
Baba cevap verdi: «Oğul, sen hep benimlesin ve her şey senindir. Ama bu ölmüştü, şimdi yine hayattadır, kayıptı, şimdi bulunmuştur, bu bakımdan sevinmeliyiz.»
Büyük oğul daha çok kızdı ve dedi: «Sen git ve neşelen, ben zina edenlerin sofrasında yemek yemeyeceğim.» Ve tek bir kuruş bile almadan babasını bırakıp gitti.
«Allah sağ ve diridir ki» dedi Isa, «tevbe eden günahkârlar için Allah'ın melekleri arasındaki sevinç işte böyledir.»
Ve yemeği yedikleri zaman ayrıldı, çünkü Yahudiye'ye gitmek istiyordu. Bunun üzerine havariler dediler: «Muallim, Yahudiye'ye gitme, çünkü Ferisiler'in başkâhin  (ve kâhin) lerle senin aleyhinde görüştüklerini biliyoruz.»
Isa karşılık verdi:    «Ben, onlar bunu yapmadan önce de biliyordum, fakat korkmuyorum. Çünkü onlar Allah'ın iradesine aykırı hiç bir şey yapamazlar, bu bakımdan bırakın istedikleri her şeyi yapsınlar; çünku ben onlardan değil, Allah'tan korkuyorum.»

148. Gerçek Ferisi

«Şimdi söyleyin bana: Bu günün Ferisîleri Ferisi midirler? Allah'ın kulları mıdır onlar? Hiç de değil. Evet, ve bakın size diyorum ki, burada yeryüzünde bir insanın melanetlerini örtmek için din mesleği ve kılığına bürünmesinden daha kötü bir şey yoktur. Şimdikileri bilirsiniz diye eski zamanların Ferisîlerinden tek bir örnek vereceğim size. İlya'nın, putatapıcıların büyük zulümleri sonucu ayrılmasından sonra Ferisîler'in kutlu cemaati dağıldı. Çünkü, daha hemen İlya zamanında, bir yılda gerçek Ferisi olan on binden fazla peygamber öldürülmüştü.»
«İki Ferisi yerleşmek üzere dağlara gittiler ve birbirlerinden yalnızca bir saatlik mesafede bulunuyor idiyseler de, biri komşusundan on beş yıl hiç bir haber alamadı. Bakın ki, bunlar meraklı kişilerdi de! Gel zaman git zaman bu dağlarda bir kuraklık oldu ve bunun üzerine her ikisi de su aramaya koyuldular ve birbirlerini buldular. O zaman daha yaşlı olanı dedi (çünkü en büyüğün herkesten önce konuşması adetleriydi ve genç bir adamın yaşlı birinden önce konuşmasını büyük bir günah sayarlardı.) Bu bakımdan, yaşlı olanı dedi: «Nerede oturuyorsun kardeş?»
«Oturduğu yeri parmağıyla işaret ederek cevap verdi: «Şurada oturuyorum.» Çünkü, genç olanın oturma yerinin yakınındaydılar.»
Yaşlı olanı dedi: «Kardeş ne zamandır burada oturuyorsun?»
Genç olanı cevap verdi: «Onbeş yıldır.»
Yaşlı olanı dedi: «Belki de, Ahab Allah'ın kullarını öldürdüğü zaman geldin?»
«Evet öyle» diye cevap yerdi genç olanı Yaşlı olanı dedi: «Ey kardeş, şimdi îsrail kralı kimdir, bilir misin?»
Genç olanı cevap verdi: «İsrail'in kralı Allah'tır, çünkü putatapıcılar kral değil, İsrail'in cellâtlarıdır.»
«Doğru» dedi yaşlı olanı. «Ama, ben şimdi israil'in cellâtı kimdir demek istemiştim.»
Genç olanı cevap verdi: «İsrail'in günahları İsrail'in cellâtlarıdır. Çünkü, günah işlememiş olsalardı, (Allah) İsrail'e karşı putatapıcı reisleri ayaklandırmıyacaktı.»
O zaman yaşlı olanı dedi: «Allah'ın İsrail'i cezalandırmak için gönderdiği şu kâfir reis kimdir?»
Genç olanı cevap verdi: «Şimdi ne bileyim, onbeş yıldır senden başka kimseyi görmemişim ve okumak da bilmiyorum ki, bana herhangi bir mektup gönderilmiş olsun.»
Yaşlı olanı dedi: «Ama, koyun derilerin ne kadar da yeni! Madem, hiç bir kimseyi görmedin de, onları sana kim verdi?»

149.

Genç olanı cevap verdi: «îsrail halkının, üstünü başını çölde kırk yıl eskitmekten koruyan, benim derilerimi de korudu.»
O zaman yaşlı olanı sezdi ki, genç olan kendinden daha tamdır, çünkü kendisinin her yıl insanlarla ilişkisi oluyordu. Bu yüzden, sohbetinden yararlanmak için dedi: «Kardeş, sen okumak bilmezsin, bense bilirim, benim evimde Davud'un Mezmurlar'ı vardır. O halde, gel ben her gün sana biraz okuyayım, ve Davud'un ne dediğini açıklayayım.»
Genç olanı cevap verdi: «Haydi gidelim.» Yaşlı olanı dedi: «Ey kardeş, iki gün oldu ki, su içmiyorum. Bu bakımdan biraz su araştıralım dedi.» Genç olanı dedi: «Ey kardeş, ben iki aydır su içmiyorum. O halde haydi gidelim de, Allah'ın peygamberi Davud aracılığıyla   ne dediğine bakalım;    Rabb bize su vermeye kadirdir.»
Bunun üzerine dönüp, yaşlı olanın mekânına vardılar. Ve kapıda bir taze su kaynağı buldular.
Yaşlı olanı dedi: «Ey kardeş, sen Allah'ın kutsal bir kulusun; bak Allah bu kaynağı senin uğruna verdi.»
Genç olanı dedi: «Ey kardeş, alçak gönüllülüğünden diyorsun,bunu. Ama belli ki, Allah eğer bunu benim uğruma yapmış olsaydı (onu aramak için) ayrılmayayım diye, benim mekânımın yakınında bir kaynak verirdi. Ben sana karşı günah işlediğimi itiraf etmeliyim. Sen iki gündür içmediğinden su aradığını söyleyince, ben iki aydır içeceksiz olduğumdan, sanki senden daha iyiymişim gibi içimde bir yükseklik duydum.»
O zaman yaşlı olanı dedi: «Ey kardeş, gerçeği söyledin, dolayısıyla günah işlemiş değilsin.»
Genç olanı dedi: «Ey kardeş, babamız Ilya'nın «Allah'ı arayan yalnızca kendini ayıplasın.» dediğini unutuyorsun. O, biz bunu bilelim diye değil, buna uyalım diye yazdı onu mutlaka.»
Daha yaşlı olanı yoldaşının doğruluğunu ve takvasını sezerek dedi: «Doğru; ve Allah'ımız seni bağışlamıştır.»
Ve bunu deyip, Mezmurlar'i aldı ve babamız Davud'un dediklerini okudu:
«Dilimin, günahıma bahane bulup göz yumarak kötü sözlere dalmaması için ağzımın üzerine bir gözetleyici yerleştireceğim.» Ve burada yaşlı adam bir konuşma yaptı ve genç olanı ayrıldı. Bundan sonra, buluşmalarından önce onbeş yıl daha geçti. Çünkü genç olanı yerini değiştirmişti. İşte böyle, yaşlı olan onu bulunca dedi: «Ey kardeş, kaldığın yere neden geri (bir daha) gelmedin?»
Genç olanı cevap verdi: «Çünkü, bana söylediklerini henüz öğrenmiş değilim.»
O zaman yaşlı olanı dedi: «Onbeş yıl geçmişken nasıl olabilir bu?»
Genç olanı cevap verdi: «Sözlere gelince, onları tek bir saatte öğrendim ve hiç unutmadım; fakat, henüz onlara uyamadım. Uymayacak olduktan sonra, çok fazla şey öğrenmenin amacı nedir ki? Allah'ımız zihnimizin değil de, daha çok kalbimizin iyi olmasını bekler, bu bakımdan, Hüküm Günü'nde bize ne öğrendiğimizi değil, ne yaptığımızı soracaktır.»

Barnabas İncili.132.140.bölüm

132. Temsiller

İsa Galile denizi boyunca yürürken, çevresini büyük bir kalabalık aldı; bunun üzerine, sahilden biraz ötede durmakta olan bir kayığa bindi. Ve, sesi işitilebilecek kadar yakınlıkta karaya demir attı. Bunun üzerine, hepsi denizin kıyısına gelerek, oturup sözlerini beklediler. O zaman ağzını açtı ve dedi:
«İşte, ekici ekmeye çıktı, ekerken ekinlerin bazısı yola düştü. Ve bunlar insanların ayakları altında çiğnenip, kuşlar tarafından yendi; bazısı taşların üstüne düştü, nem olmadığından sıçrayıp, güneşte yandılar; bazısı çitlerin içine düştü, burada büyüdüklerinden, dikenler tohumları boğdu; ve bazısı da iyi toprağa düştü, burada otuz, altmış ve yüz katına kadar meyve verdiler. İsa yine dedi: «Bakın, bir aile babası bu tarlaya iyi tohum ekti; burada iyi adamın hizmetçileri uyurlarken efendileri olan adamın düşmanı gelip, iyi tohumların üzerine delice otları ekti. Bunun üzerine, ekinler çıkınca, aralarında bir hayli delice otları çıktığı da görüldü. Hizmetçiler efendilerine gelip, dediler: -Ey efendi, tarlana iyi tohum ekmedin miydi? Neden orada bir hayli delice otları da çıktı?» Efendi cevap verdi, «İyi tohum ektim, fakat adamlar uyurken, adamın düşmanı geldi ve ekinler üzerine delice otları ekti.»
Hizmetçiler dediler: «Gidip, ekinler arasındaki delice otlarını söküp koparmamızı ister misin?»
Efendi cevap verdi, «Böyle yapmayın, çünkü onlarla birlikte ekinleri de koparırsınız; bunun yerine hasat zamanı gelinceye kadar bekleyin. O zaman gider ve ekinler arasındaki delice otlarını koparıp yanmaları için ateşe atar, ekinleri de anbarıma korsunuz.»
İsa yine dedi: «Pek çok adam incir satmaya gittiler. Ama, pazara vardıklarında gördüler ki, insanlar iyi incirler değil de, güzel yaprakları arıyorlar. Bunun üzerine, adamlar incirlerini satamadılar. Ve, bu durumu gören kötü bir vatandaş dedi: «Muhakkak zengin olabilirim.» Ardından, iki oğlunu çağırıp (dedi) : «Gidin ve kötü incirleri bulunan pek çok yaprak toplayın.» Ve, bunları ağırlıklarınca altın karşılığı sattılar. «Çünkü insanlar yapraklarından pek memnun oluyorlardı. Ama yaprakları yiyenler ağır bir hastalığa tutuldular.»
İsa yine dedi: «Bakın ki, bir vatandaşın, tüm komşu vatandaşların pisliklerini yıkamak için su aldıkları bir çeşmesi vardı; fakat, bu vatandaşın kendi elbiseleri çürüyüp gidiyordu.»
İsa yine dedi: «İki adam elma satmaya gittiler. Biri, elmanın kendine bakmadan, altın karşısındaki ağırlığından dolayı, satmak için elmanın kabuğunu seçti. Diğeri, elmaları elden çıkarıp, yalnızca yolculuğunda yiyeceği ekmeği alabildi. Ama, altın karşısındaki ağırlığı nedeniyle insanlar, onları kendilerine iştahla verene bakmadan ve onu hakir görmeden elmaların kabuğunu aldılar.»
Ve, o gün İsa kalabalığa böylece temsillerle konuştu; sonra, onları dağıtıp, havarileriyle birlikte Nain'e gitti; burada (bir) dul kadının oğlunu (Allah'ın izniyle) diriltmişti; bu oğul annesiyle birlikte onu evine alıp, hizmette bulundular.

133. Temsillerin Anlamı

Havarileri İsa'nın yanına varıp, ona şöyle sordular : «Ey muallim, halka söylediğin temsillerin anlamını bize anlat.»
İsa karşılık verdi: «Namaz saati yaklaşıyor; bu bakımdan, akşam namazı bitince size temsillerin anlamını söyleyeceğim.»
Namaz bitince havariler İsa'nın yanına vardılar, o da kendilerine dedi: «Yol üstüne, taşlara, dikenlerin üstüne, iyi toprağa tohum eken, çok sayıda insanın üstüne düşen Allah'ın Kelâmı'nı öğreten kişidir.»
«Yola düşer; yani, yaptıkları uzun yolculuklar ve ilişki içinde bulundukları kavimlerin farklılığı nedeniyle, şeytan'ın hatırlarından Allah'ın Kelâmı'nı çıkardığı denizcilerin ve tüccarların kulağına varır. Taşların üzerine düşer; bu vakit, bir reisin vücuduna karşı göstermek zorunda oldukları büyük dikkat nedeniyle, içlerine Allah'ın Kelâmı'nın işlemediği saray hizmetçilerinin kulağına varır. Şundan ki, hatırlarında bundan az bir şey varsa da, herhangi bir zorlukla karşılaşır karşılaşmaz Allah'ın Kelâmı hatırlarından çıkar gider; çünkü, Allah'a kulluk etmediklerinden, Allah'­tan yardım da umamazlar.
«Dikenlerin arasına düşer, bu kez, kendi hayatlarını sevenlerin kulağına varır. Her ne kadar bunların üzerinde Allah'ın Kelâmı biterse de, bedeni arzular büyüyünce iyi tohum olan Allah'ın Kelâmı'nı boğarlar. Çünkü bedeni arzular (insanlara) Allah'ın Kelâmı'nı bıraktırır. İyi toprağa düşer; bu kez, Allah'ın Kelâmı Allah'tan korkanın kulağına varır, burada sonsuz hayat meyvesi verir. Bakın, size diyorum ki, kişinin Allah'tan korktuğu her durumda, Allah'ın Kelâmı onun içinde meyve verir.»
«Şu aile babasına gelince, size diyorum ki bakın, o her şeyin babası olan Rabbımız Allah'tır, şundan ki, her şeyi O yaratmıştır. Fakat, O, tabiatta görüldüğü biçimde bir baba değildir. Çünkü O hareket etmez, hareket etmeyen üremez, doğmaz, doğurmaz. O halde, Allah'ımız bu dünyanın sahibi olandır; tohum ektiği tarla insan soyudur ve tohum da Allah'ın Kelâmı'-dır. İşte böyle, muallimler dünyanın işlerine dalarak Allah'ın Kelâmı'nı anlatmayı ihmâl ettikleri zaman, şeytan insanların kalbine dalâlet (sapmalar-sapkınlıklar) eker, bundan da, şerli akidenin sayısız kolları türer.
Kutsal (kul)lar ve peygamberler haykırır: «Ey Rabb, sen o zaman insanlara iyi akîde vermemiş miydin? Neden o halde bu kadar çok dalâlet oluyor?»
Allah cevap verir:  «İnsanlara iyi akide verdim, ama insanlar kendilerini boş şeylere kaptırıp giderken, şeytan, benim kanunumu hiçe indirgemek için dalâletler ekiyordu.»
Kutsal (kul)lar der: «Ey Rabb, insanları yokederek bu dalâletleri dağıtacağız.»
Allah cevap verir: «Böyle yapmayın, çünkü mü'-minler kâfirlere akrabalıkla öylesine bağlıdırlar ki, kâfirler içinde yok olurlar. Ama, mahkemeye kadar bekleyin, çünkü o zaman kâfirler meleklerim tarafından toplanıp, şeytanla birlikte Cehennem'e atılırken, iyi mü'min olanlar benim melekûtuma gelecek.» Emin olun ki, pek çok kâfir babanın mü'min oğulları olur, bunların uğruna da Allah dünyanın tevbe etmesini bekler.
İyi incir taşıyanlar iyi akide va'z eden muallimlerdir. Fakat yalanlardan zevk alan dünya ehli, muallimlerden güzel sözler ve koltuk kabartma yaprakları ister. Bunu gören şeytan, beden ve nefsle birleşerek, bir sürü yaprak, yani, günahları örtecek bir sürü yaprak getirir; bunları alan insan hastalanır ve sonsuz ölüme hazırlanır.
Suyunu pisliklerini yıkayıp gidermek için başkalarına veren, fakat kendi elbiselerini çürümeye bırakan su sahibi vatandaş, başkalarına pişman olmayı öğütleyen, kendisi ise, halâ günahta devam eden muallimdir.
«Hava üzerine, kendine uygun cezayı melekler değil, kendi diliyle yazan zavallı insan!»
«Eğer bir insanın dili fil dili gibi, vücudunun geri kalan kısmı ise karınca gibi küçük olsa, bu acaip bir şey olmaz mı? Evet, mutlaka. Şimdi, size diyorum ki, bakın, başkalarına pişman olmayı öğütleyip, kendisi ise günahlarına tevbe etmeyen daha çok acaiptir.»
«Şu elma satan iki adama gelince: Biri, Allah rızası için öğütte bulunup, kimsenin koltuğunu kabartmayan, fakat, yalnızca yoksul bir insanın geçimliğini isteyip gerçekten öğüt veren kişidir. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, böyle bir insanı dünya ehli kabul etmez, aksine hor görür. Ama, altınla olan ağırlığı nedeniyle kabuk satan ve elmaları saçıp savuran ise, insanları memnun etmek için öğütte bulunan kişidir; ve o dünya ehlinin koltuğunu kabartmakla, koltuk kabartıcılığının sonucu olarak ruhunu mahveder. Ah, bundan dolayı niceleri helak olup gitmiştir!»
O zaman (bunu) yazan karşılık verdi  «Kişi Allah'ın kelâmını nasıl dinlemeli; ve kişi Allah sevgisi için va'z vereni nasıl bilmeli?»
İsa cevap verdi: «Va'z veren, iyi akideyi va'z ederken Allah konuşuyormuş gibi dinlenilmelidir; çünkü, Allah onun ağzıyla konuşmaktadır. Fakat, kişilere saygı gösterip, belli insanların koltuklarını kabartarak, günahlara günah demeyenden yılandan kaçar gibi kaçmalıdır, çünkü, gerçekte o insanın duyduğunu zehirler.»
«Anlıyor musunuz? Bakın, size diyorum ki, nasıl ki yaralı bir adamın yaralarını sarmak için güzel bir sargıya değil de, iyi bir merheme ihtiyacı varsa, aynı şekilde, bir günahkârın da, günah işlemeyi bırakması için güzel sözlere değil, güzel uyarı ve sakındırmalara ihtiyacı vardır.»

134. Cehennem'dekilerin Durumları

Sonra, Petrus dedi: «Ey muallim, bize, kaybedenlerin nasıl azap göreceğini ve Cehennem'de ne kadar kalacaklarım anlatın ki, insan günahtan kaçabilsin.»
îsa cevap verdi: «Ey Petrus, sorduğun güzel bir şey, ben de inşallah sana cevap vereceğim. Bu bakımdan bilin ki, Cehennem birdir. Ama, birbiri altında yedi katı vardır. Dolayısıyla nasıl yedi türlü günah varsa, şeytan'ın neden olduğu bu (günahlar) için Cehennem'in yedi kapısı ve orada yedi tane de ceza vardır.»
«Kalben en mağrur olan, üstteki tüm katlardan geçerek ve bunlardaki tüm acıları çekerek en alt kata fırlatılacaktır. Burada, Allah'ın emrettiğinin aksine, istediğini yapmak arzusuyla Allah'tan daha yüce olmanın peşinde koşup, kendi üstünde kimseyi tanımak istemiyor idiyse, aynı şekilde orada şeytan ve şeytancıklarının ayakları altına konacak. Bunlar kendisini üzümün şarap yapılırken ezildiği gibi ezecekler ve bundan sonra hep şeytanların eğlencesi ve maskarası olacaktır.»
«Komşusunun iyiliğinden tedirgin olup, başına gelenlere sevinen haset, altıncı kata gidecek ve çok sayıda Cehennem yılanlarının dişleri tarafından tedirgin edilecektir.»
«Ve, Cehennem'deki tüm şeyler gördüğü azaba seviniyor ve yedinci kata gitmediğine üzülüyormuş gibi gelecektir kendisine. Her ne kadar lânetliler hiç bir şeye sevinemezlerse de, yine de Allah'ın adaleti, kötü, haset adamı insan rüyasında biri tarafından tekmeleniyor ve bu yüzden azap duyuyormuş hissi veren bir duruma sokacaktır. Kötü haset adamın önüne konan durum aynen böyle olacaktır işte. Asla hiç bir mutluluğun olmadığı bir yerde, ona, öyle gelecektir ki, sanki herkes, başına gelenlere sevinmekte ve daha kötüsünü tatmadığına üzülmektedir.»
«Tamahkâr beşinci kata gidecek (ve) orada zengin ziyafetçinin çektiği gibi aşırı derecede yoksulluk çekecektir. Ve, cinler daha çok azap (vermek) için, arzuladığı şeyi kendisine sunacaklar ve onu eline aldığında, diğer cinler, «Hatırla ki, Allah sevgisi için vermiyordun. Allah da şimdi almanı istemiyor» diyerek, elinden zorla çekip alacaklardır.»
«Ey mutsuz insan! Şimdi, eski zenginliğini hatırlayıp, şu andaki dehşetli yoksulluğunu görünce kendini bu durumda bulacak (işte) 'Ve, o zaman sahip olamayacağı mallarla sonsuz zevkleri kazanabilirdi! (Ama, heyhat!.)

135.

«Dördüncü kata şehvet düşkünü gidecek. Orada, kendilerine Allah tarafından verilen yolu değiştirenler, şeytan'ın yanan tersinde pişmiş ekin gibi olacaklar. Ve, orada korkunç Cehennem yılanlarınca kucaklanacaklar. Ve, fahişelerle günah işleyenler (in) bütün bu pis hareketleri, kendileri için Cehennemi ateş ve öfkelere dönüştürecek; bunlar, saçı yılan, gözleri alevli kükürt, ağzı zehirli, dili yalan dolan, vücudu tümüyle ahmak balıkları yakalamada kullandıklarına benzer dikenli çengellerle kaplı kuşak, pençeleri ejderha pençeleri gibi, tırnakları ustura, (ve) üretim organlan da ateş gibi olan kadına benzer şeytanlardır. Şimdi, bütün bunlarla birlikte, tüm şehvet düşkünleri, yatakları olacak olan Cehennem'in közlerinden (de) yararlanacaklardır!
«Üçüncü kata, şimdi çalışmak istemeyen tembeller gidecektir. Burada, tek bir taş gereken yere konmadığı için, biter bitmez yıkılıveren şehirler ve büyük büyük saraylar yapılır. Ve, bu koca koca taşlar tembellerin omuzlarına konur. Bunlar, yürürken bedenlerini serinletmek ve yükü kolaylaştırmak için ellerini kullanmazlar. Çünkü, tembellik kollarının gücünü gidermiştir ve bacakları Cehennem'in yılanlarıyla kucaklaşmaktadır. Ve, daha kötüsü ardında cinler vardır, kendisini iter ve yükün altında defalarca yere düşürürler; yükü kaldırması için yardım da etmezler; kaldırılamıyacak derecede ağırdır o, bir iki katı daha konur üzerine.
«İkinci kata boğaz düşkünleri gider. Şimdi, burada yiyecek kıtlığı vardır, o derecede ki, canlı akreplerle, canlı yılanlardan başka yenecek hiç bir şey yoktur. Bu öyle bir azap verir ki, hiç doğmamış olmak bu tür yemekleri yemekten daha iyidir. Görünüşte şüphesiz, kendilerine cinler tarafından nefis etler sunulur; fakat elleri ve ayakları ateşten zincirlerle bağlı olduğundan, kendilerine et göründüğü durumlarda el uzatamazlar. Ama, daha da kötüsü, yediği akrepler karnını kemirir. Hızlıca dışarı çıkamadıklarından oburun gizli yerlerini parçalarlar. Ve, zaten kirli olup, pis ve tiksindirici biçimde dışarı çıktıkları zaman tekrar tekrar yenirler.»
«Öfkeli olan, birinci kata gider. Orada, tüm cinlerden ve kendinden aşağılara giden o kadar lânetli kişilerden hakaret görür. Kendisini tekmelerler, tokatlarlar, geçtikleri yola yatırırlar ve ayaklarıyla boğazına basarlar. O, yine de kendisini koruyamaz. Çünkü elleri ve ayakları bağlanmıştır. Ve daha kötüsü, başkalarına hakaret ederek öfkesinin çıkacağı bir yol da bulamaz. Çünkü dili, balık satanın kullandığına benzer bir kancayla bağlanır.»
«Bu lânetli yerde, tüm katlarda görülen, ekmek yapmak için çeşitli ekin tanelerinin karıştırılması gibi, genel bir cezalandırma olacaktır. Ateş, buz, yıldırımlar, şimşek, kükürt, sıcak, soğuk, rüzgâr, çılgınlık, şiddet hepsi Allah'ın adaletince birleştirilecek. O şekilde ki, ne soğuk sıcağı yumuşatacak, ne de ateş buzu.. Her biri sefil günahkâra azap verecektir.»

136.

«Bu lânetli bölgede kâfirler ebediyyen kalacaktır,-o kadar ki, dünya mısır taneleriyle dolsa ve tek bir kuş, dünyayı boşaltmak için yüz yılda bir kez, tek bir taneyi götürecek olsa —eğer bu şekilde boşalıp— kâfirler de Cennet'e girecek olsalar, sevinip rahat ederler. Ama, böyle bir ümit yoktur. Çünkü, günahlarına Allah sevgisiyle bir son vermedikleri için çektikleri azap da sona ermeyecektir.»
«Fakat, mü'minler rahat edecekler, çünkü çektikleri azabın sonu gelecektir.»
Havariler bunu duyunca korkup dediler: «Müminlerin de Cehennem'e girmeleri gerekiyor mu?»
İsa cevap verdi: «Kim olursa olsun, herkesin Cehennem'e girmesi gerek. Ama, buna rağmen, Allah'ın kutsal (kul) ları ve peygamberlerinin, herhangi bir ceza çekmek için değil de, görmek için oraya gidecekleri doğrudur; ve korkanlar yalnızca takvalı olanlardır. Ne diyebilirim ki ben? Size söylüyorum ki, buraya, Allah'ın adaletini görmek üzere Allah'ın Elçisi (bile) gelecektir. O zaman, O'nun varlığından Cehennem titreyecektir. Ve, O da bir insan bedenine sahip olduğundan, tüm insan bedenine sahip olup da cezaya konulanlar, Allah'ın Elçisi'nin Cehennemi görmek için kaldığı sürece cezasız kalacaklardır. Fakat, O orada (yalnızca) göz açıp kapayıncaya kadar geçen süre içinde kalacaktır.»
«Ve, Allah bunu, her yaratık Allah'ın Elçisi'nden yarar gördüğünü bilsin diye yapacaktır.»
«O, oraya geleceği zaman, tüm şeytanlar titreyecek ve birbirlerine «kaçın kaçın, çünkü düşmanımız Muhammed buraya geliyor» diyerek, yanan közlerin altına gizlenmeye çalışacaklardır. Bunu duyan şeytan, her iki elleriyle yüzüne vuracak ve haykırarak diyecektir: «Sen, bana rağmen benden daha soylusun, adaletsizce yapılmış (bir iş) bu!»

137.

«Yetmiş iki derecede olan mü'minlere gelince: —biri salih amellere üzülüp, diğeri de kötülüklere sevinerek— salih amelleri olmadan (yalnızca) imanı bulunan son iki derecedekiler Cehennem'de yetmiş bin yıl kalacaklar.»
«Bu yıllardan sonra melek Cebrail Cehennem'e gelecek ve onların «Ey Muhammed, sana inananların Cehennem'de ebediyyen kalmayacaklarını söyleyerek, bize edilmiş va'dlerin nerede?» dediklerini duyacak.»
«O zaman, melek Cebrail geri Cennet'e dönüp, saygıyla Allah'ın Elçisi'ne yaklaşacak, duyduklarını O'na anlatacak.»
O zaman Elçi'si Allah ile konuşup, diyecek: «Allah'ım Rabb, benim inancımı kabul edenlerle ilgili olarak, onların Cehennem'de ebediyyen kalmayacakları (şeklinde)  ben kuluna edilmiş va'di hatırla.»
Allah karşılık verecek: «Ne diliyorsan iste, ey dostum, çünkü, istediğin her şeyi sana vereceğim.»
O zaman Allah'ın Elçisi diyecek: «Ey Rabb, müminlerden yetmiş bin yıldır Cehennem'de kalanlar var. Merhametin nerede ey Rabb? Sana, Rabb, onlan acı cezalardan kurtarman için dua ediyorum.»
«O zaman Allah, dört gözde meleğine Cehennem'e giderek, Elçisi'ne inanan herkesi çıkarıp, Cennet'e götürmelerini emredecek. Ve, onlar da bunu yapacaklar.»
«Ve, Allah'ın Elçisi'ne inanmanın yararı böyle olacaktır işte. O'na inananlar, hiç bir salih amel işlemeseler de, inançları içinde ölürlerse, sözünü ettiğim cezadan sonra Cennet'e gireceklerdir.»

138.

Sabah olunca erkenden, şehrin tüm insanları kadın ve çocuklarla birlikte, îsa'nın havarileriyle kaldığı eve gelerek, O'na yalvanp dediler: «Rab, bize merhamet et. Çünkü,  bu yıl kurtlar ekinleri yediler ve biz de bu yıl toprağımızdan hiç bir şey alamıyacağız.»
îsa karşılık verdi: «Sizinki de ne korku! Bilmez misiniz ki, Allah'ın kulu îlya, Allah'ın azabının sürdüğü üç yıl içinde, yalnızca otlarla ve yabanî meyvelerle beslenerek, ekmek (yüzü) görmedi. Allah'ın peygamberi babamız Davud, Seul'un zulmü altında iki yıl yabanî meyve ve ot yedi. O kadar ki, yalnızca iki kez ekmek yedi.»
Adamlar karşılık verdiler: «Rab, onlar manevî nimetlerle beslenen ve dolayısıyla iyi sabır gösteren Allah'ın peygamberleridirler; ama bu küçükler nasıl yemek bulacaklar?» Ve, O'na çocukların oluşturduğu kalabalığı gösterdiler.
O zaman İsa, onlann perişanlıklarına merhamet ederek dedi: «Hasada ne kadar var?» Cevap verdiler: «Yirmi gün.»
O zaman İsa dedi: «Bakın, bu yirmi gün süreyle kendimizi oruca ve namaza veririz; böylece Allah size, merhamet edecektir. Bakın, size diyorum ki, burada, benim Allah veya Allah'ın oğlu olduğumu söylediklerinde îsraililer'in günahı ve insanların deliliği başladığı için, Allah bu kıtlığı vermiştir.»
On dokuz gün oruç tutup da, yirminci günün sabahı olduğu zaman, tarlaların ve tepelerin olgun ekinlerle kaplı olduğunu gördüler. Bunun üzerine, Isa'ya koşup, her şeyi anlattılar. Ve, bunu işitince îsa, Allah'a şükürler etti ve dedi: «Gidin kardeşler, Allah'ın size verdiği yemeği toplayın.»
Adamlar o kadar çok ekin topladılar ki, nereye koyacaklarını bilemediler; ve bu şey İsrail'deki bolluğun sebebi oldu.
Şehirliler, İsa'yı başlarına kral yapmak için danışıp görüştüler; o, bunu öğrenince kendilerinden kaçtı. Bu nedenle, havariler on beş gün kendisini bulmak için uğraştılar.

139.

îsa, bu (satırlar) ı yazanla, Yakup ve Yuhanna tarafından bulundu. Ve, onlar ağlayarak dediler: «Ey üstad, bizden neden kaçtın? Yana yakıla seni aradık; tüm havariler de ağlaya ağlaya seni arıyorlar.»
İsa cevap verdi: «Kaçtım. Çünkü, biliyordum ki, şeytanların bir yol göstericisi, kısa bir zaman sonra göreceğiniz bir şey hazırlıyor benim için. İleri derecedeki kâhinlerle halkın önde gelenleri bana karşı ayaklanacak ve Romalı validen beni öldürmek için yetki koparacaklar. Çünkü, benim İsrail krallığını gasbetmek istediğimden korkuyorlar. Hattâ, Yusuf'un Mısır'a satıldığı gibi, ben de havarilerimden biri tarafından ihanete uğrayacak ve satılacağım. Ama, peygamber Davud'un, «O, çukura, komşusuna tuzak kuranı düşürecektir.» dediği gibi, adaletli Allah, kendisini düşürecek. Allah, beni onların elinden kurtarıp, dünyadan çekip alacak.»
Üç havari korktular; ama îsa, «Korkmayın, çünkü sizden hiç biriniz bana ihanet etmeyecektir» diyerek kendilerini rahatlattı.
Ertesi gün olunca, İsa'nın şakirtlerinden otuz altısı ikişer ikişer geldi; ve (İsa) diğerlerini bekleyerek Şam'da kaldı. Ve, herkese dert yanıyorlardı. Çünkü, İsa'nın dünyadan ayrılması gerektiğini biliyorlardı. Bunun üzerine ağzını açtı ve dedi: «Kesinlikle mutsuz odur ki, nereye gideceğini bilmeden yürür; ama (bundan) daha mutsuz olan ise, gücü yettiği ve iyi bir hana nasıl varılacağını bildiği halde, yağmur altında, eşkiya tehlikesine karşı batak yolda kalmak diler ve arzu eder. Söyleyin bana kardeşler, bu dünya bizim ana vatanımız mıdır? Hiç de değil. Çünkü, ilk insan dünyaya sürgüne gönderildi; ve burada hatasının cezasını çekiyor. Yoksulluk içinde olduğunu görürken, kendi zengin ülkesine dönme özlemini duymayan bir sürgün bulunur mu acaba? Akıl bunu kesinlikle reddeder, ama tecrübe doğruluyor, çünkü, dünyayı sevenler ölümü düşünemezler; hem de, biri kendilerine ondan söz etti mi, konuşmasına kulak vermezler.»  

140.

«İnanın ki ey insanlar, ben dünyaya, hiç kimsenin, hattâ Allah'ın Elçisi'nin bile sahip olmadığı bir ayrıcalıkla geldim (Bu ayrıcalık Isa Peygamberin kıyamete yakın bir zamana kadar yükseltildiği yerde yaşamasıdır); çünkü, Allah'ımız insanı dünyada yerleştirmek için değil, gerçekte Cennet'e koymak için yarattı.»
«Emin olun ki, kendisine yabancı bir kanuna bağlı olduklarından, Romalılar'dan herhangi bir şey almak ümidi olmayan kişi, sahip olduğu tüm şeylerle birlikte kendi ülkesini terketmek ve asla dönüp de, gidip Roma'da yaşamak istemez. Ve, kendisinin Kayser'e karşı geldiğini gördüğü zaman, çok daha az (ihtimalle) böyle bir şey yapar. îşte, ben de size diyorum ki bakın, Allah'ın peygamberi Süleyman da benimle birlikte ağlıyor, «Ey ölüm, seni hatırlamak, zenginlikleri içinde rahat rahat oturanlara ne kadar da acı gelir!» Bunu, şimdi öleceğim için demiyorum; çünkü, dünyanın sonuna kadar yaşayacağımdan eminim.
«Fakat, ölmeyi öğrenesiniz diye size bundan söz edeceğim.»
«Allah sağ ve diridir ki, bir kez bile olsa yanlış yapılan her şey gösterir ki, bir şeyi iyi yapmak için, o şeyde alıştırma yapmak gereklidir.»
«Askerleri gördünüz mü, barış zamanında sanki savaştalarmış gibi nasıl da birbirleriyle kendilerini eğitirler. Ya iyi ölmesini bilmeyen insan, iyi bir ölümle nasıl ölecektir?»
«Rabb'ın gözünde kutsal (kul) un ölmesi çok kıymetlidir» demişti Peygamber Davud. Neden biliyor musunuz? Söyleyeceğim size: Şundan ki, nasıl, tüm az bulunan şeyler kıymetliyse, iyi ölenlerin ölümü de, az bulunduklarından Yaratıcımız Allah'ın gözünde kıymetlidir.
«Cidden, bir insan ne zaman bir şeye başlasa, aynı şeyi bitirmek istemekle kalmaz, bunun yanı sıra, plânı iyi bir sonuca varsın diye sancılanır.»
«Ey, donuna kendinden daha çok değer veren zavallı insan; kumaşı keseceği zaman, kesmeden önce dikkatle ölçer; kesilince de özenle diker. Ya, hayatını, —ölmek için doğan, o kadar ki, yalnızca doğmayan ölmez— neden insanlar hayatlarını ölümle ölçmezler?»
«Yapı yapanları gördünüz mü; koydukları her taşta duvar yıkılmasın diye, tam yerinde olup olmadığını ölçerek temeli nasıl da göz önünde bulundururlar? Ey sefil insan, hayat yapısı en büyük yıkımla yıkılacak, çünkü ölüm temeline bakmıyor!»

Barnabas İncili.122.131.bölüm

122. Pişmanlık Nasıl Olmalı?

«Hırs ve tamaha gelince, bu da sadaka vermeye çevrilmelidir. Bakın, size diyorum ki, nasıl çekülün(terazi) denge olarak merkezi varsa, tamahkânn da sonunda varacağı yer olarak Cehennem vardır. Neden biliyor musunuz? Anlatacağım size: Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, tamahkâr diliyle sessiz bile olsa yaptıklarıyla der: «Benden başka Allah yoktur.» Sahip olduğu ne varsa, başını, sonunu, çıplak doğup, her şeyi (ardında) bırakarak öleceğini düşünmeden istediği gibi harcar.»
«Şimdi söyleyin bana, Hirodes size bakmanız için bir bahçe verse, siz de kendinizi hemen sahip yerine koyup, Hirodes'e hiç meyve göndermeseniz ve Hirodes size adam gönderip meyve istediğinde elçileri kovsanız, söyleyin bana, kendinizi bu bahçenin kralları yapmış olmaz mısınız? Mutlaka, öyle. Şimdi, diyorum ki size, aynen tamahkâr adam da böyle, Allah'ın kendine vermiş olduğu zenginliği üzerinde kendini ilâh yapar.
«Hırs ve tamah, zevkine göre yaşamasının günahıyla Allah'ı yitiren ve kendinden gizli olup, çevresini iyilikleri yerine koyduğu geçici şeylerle kuşatan Allah'tan memnun olmayan nefsin bir susuzluğudur; ve bu (susuzluk) arttıkça, kendini o kadar çok Allah'tan uzaklaşmış bulur.
«Ve, günahkârın doğru yolu bulması, tevbe etme lûtfunda bulunan Allah'tandır. Babamız Davud da şöyle der: «Bu değişim Allah'ın sağ elinden gelir.»
«Pişmanlığın nasıl olması gerektiğini bilmek istiyorsanız, size insanın ne tür (bir şey) olduğunu anlatmam lâzım. Ve, bugün bize iradesini sözlerim aracılığıyla bildirme lûtfunda bulunan Allah'a şükürler edelim.»
«Bundan sonra ellerini kaldırıp dua ederek, dedi: «Merhametiyle bizi yaratan, bize Doğru Elçi'nin diniyle kulların insanlar mertebesi veren Kadir ve Rahim Rabb Allah, tüm nimetlerin için sana şükreder, günahlarımıza hayıflanarak, namaz kılıp zekât vererek, oruç tutup Kelimen üzerinde çalışarak,   iradeni bilmeyenlere öğreterek, Sen'in sevgin için dünyanın sıkıntılarını çekerek ve Sana kulluk için ölüm üzerine hayatımızdan geçerek seve seve yalnızca Sana ibadet ederiz. Sen ey Rabb, seçtiklerini koruduğun gibi, Kendi benliğin aşkına ve bizi kendisi için yarattığın Elçin aşkına ve tüm kutsal (kul)lann ve peygamberlerin aşkına bizi şeytan'dan, bedenden ve dünyadan koru!»
Havariler karşılık verdiler: «Amin, Amin Rabb, Amin ey merhametli Allah'ımız.»

123.

Cuma günü gelince, sabah erkenden namazdan sonra îsa havarilerini topladı ve onlara dedi: «Oturalım; çünkü işte bu günde Allah insanı yeryüzünün çamurundan yarattı; ben de inşallah, insanın nasıl bir şey olduğunu size anlatacağım.»
Herkes oturunca yeniden dedi: «Allah'ımız, yaratıklarına iyiliğini, merhametini ve hoşgörülüğü ve adaletiyle birlikte kudretini de göstermek için birbirine zıt dört şeyden bir terkip meydana getirdi ve bunları, —toprak, hava, su ve ateş— her biri zıddını dengelesin diye insan denilen nihai bir nesnede birleştirdi. Ve bu dört şeyden, sinirler, damarlarla birlikte ve tüm iç parçaları ile birlikte et, kemik, kan, ilik ve deriden oluşan insan vücudu olarak bir kap yaptı; içine Allah, bu hayatın iki yönü olarak ruh ve nefsi yerleştirdi; orada yağ gibi yayıldığı için nefse yerleşim bölgesi olarak vücudun her parçasını verdi. Ve, ruha da yerleşim bölgesi olarak, nefsle birleşip tüm hayata egemen olması için kalbi verdi.
«İnsanı bu şekilde yaratan Allah, içine akıl denilen bir ışık yerleştirdi ki, deri, nefs ve ruhla tek bir hedefte —Allah'a kulluk için çalışmak— birleşsin.
«Bundan sonra, bu eseri Cennet'e koyunca, akıl, şeytan'ın dürtmesiyle nefsin iğvasına uğradı, beden rahatını yitirdi, nefs kendisiyle yaşadığı zevki yitirdi ve ruh (da) güzelliğini yitirdi.
«Böylesi kötü bir duruma düşen insan, akıl tarafından engellenmediğinden çalışmakta huzur bulmayıp, zevk peşinde koşan nefsle, gözlerin kendine gösterdiği ışığın peşinden gider; bundan dolayı da, gözler, boş şeylerden başka bir şey görmediğinden kendini aldatır ve böylece dünyevi şeyleri seçerek günah işler.
«İşte, Allah'ın rahmetiyle, insanın aklının iyiyi kötüden seçmek ve gerçek zevki (ayırt etmek) için yeniden aydınlatılması gerekmektedir; bunu bilmekle günahkâr tevbeye yönelir. Bu bakımdan, bakın, size diyorum ki, eğer Rabb'ımız Allah insanın kalbini aydınlatmazsa, insanın akıl yürütmelerinin hiç bir önemi yoktur.»                       
Yuhanna karşılık verdi: «O halde, insanların konuşması hangi, amaca hizmet etmektedir?»
İsa cevap verdi: «İnsan, insan olarak insanı tevbeye yöneltmek için hiç bir işe yaramaz; fakat insan, Allah'ın insanı doğruya çekmek için kullandığı bir araç olarak (işe yarar). İşte Allah böyle, insanın kurtuluşu için gizli olarak insanda bir şeyler meydana getirir. Bu nedenle kişi, Allah'ın kendinde konuştuğu birini bulabilirim diye herkesi dinlemelidir.»
Yakup karşılık verdi: «Ey muallim, eğer sahte bir peygamber ve bize ders veriyormuş gibi davranan yalancı bir muallim gelecek olsa, ne yapmamız gerekir?»

124.

İsa bir temsille cevap verdi . «Bir insan ağını alıp balık tutmaya gider ve gittiği yerde pek çok balık yakalar, ama kötü olanları çıkarıp atar.»
«Bir insan ekin ekmeye gider,    ama yalnızca iyi toprağa düşen tane tohum taşır.» «Siz de aynen böyle yapmalısınız. Her şeyi dinlemeli, (ama) sadece gerçek ebedî hayata meyve taşıyacağından, yalnızca gerçek olanı almalısınız.»
O zaman, Andreas karşılık verdi: «Öyle. de, gerçek nasıl bilinecektir?»
îsa cevap verdi: «Musa'nın kitabına uyan her şeyi gerçek diye alırsınız. Biliyorsunuz, Allah birdir, gerçek birdir; buradan giderek deriz ki, akide birdir ve akidenin anlamı birdir ve dolayısıyla din birdir. Bakın, size diyorum ki, eğer gerçek Musa'nın kitabından silinip çıkarılmamış olsaydı, Allah, babamız Davud'a ikinciyi vermeyecekti. Ve, Davud'un kitabı tahrif edilmemiş olsaydı, Allah İncil'i bana emanet etmeyecekti; çünkü Allah'ımız Rabb değişmez ve tüm insanlara tek bir mesajla konuşmuştur. Bu bakımdan, Allah'ın elçisi geleceği zaman, dinsizlerin benim kitabımda yaptıkları tahrifatın tümünü temizlemek için gelecektir.»
Sonra, bu (satırlar)ı yazan karşılık verdi: «Ey muallim, kanunun tahrif edildiği ve yalancı peygamberin konuştuğu zamanlarda insan ne yapsın?»
İsa cevap verdi: «Güzel bir soru ey Barnabas. Bu nedenle sana diyorum ki, böyle bir zamanda, insanlar sonunda Allah'a varacaklarını düşünmediklerinden pek az kişi kurtulur. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki; insanı amacından, yani, Allah'­tan yüz çevirten her akide en kötü akidedir. Onun için, akidede göz önünde bulunduracağınız üç şey vardır, Allah'a karşı sevgi, kişinin komşusuna acıması ve Allah'a karşı gelen, O'na her gün karşı gelen kendinden nefret etmesi. Öyleyse, bu üç temele zıt olan her akideden kaçın. Çünkü, o en şerli olandır.»

125. Hırs ve Tamah

«Şimdi de hırs ve tamaha dönüyorum; ve size diyorum ki, nefs bir şeyi elde etmek istediği veya onu inatla koruduğu zaman, ki, «böyle bir şeyin sonu olacak» demelidir. Eğer onun sonu olacaksa, onu sevmenin delilik olduğu ortadadır. Bu bakımdan, kişiye yakışan, sonu gelmeyecek olanı sevmesi ve korumasıdır.»
«Öyleyse, (bir insanın) haksızca kazandığı şeyleri hakça dağıtmakla, hırs ve tamah sadakaya dönüşsün.
«Ve, sağ elin verdiğini, sol elin bilmemesine baksın. Çünkü, münafıklar infakta bulunurken görünmek ve dünya tarafından övülmek arzu ederler. Ama, boşunadır verdikleri, çünkü insan kim için çalışırsa, ücretini de ondan alır. O halde, eğer insan Allah'tan bir şey alacaksa, onun Allah'a kulluk etmesi yaraşır.
«Ve, infakta bulunurken, (verdiğiniz) her şeyi Allah sevgisi için Allah'a verdiğinizi düşünmeye çalışın. Bu bakımdan, vermekte yavaş davranmayın ve sahip olduğunuz şeyin, Allah sevgisi için en iyisini verin.
«Söyleyin bana, Allah'tan kötü olan bir şeyi almak ister misiniz? Ey toz toprak, kesinlikle hayır! O halde, eğer Allah sevgisi için kötü olan bir şeyi verirseniz, kendinize nasıl inanırsınız?
«Kötü bir şey vermekten hiç bir şey vermemek daha iyidir; çünkü, vermemekle dünyaya göre bazı mazeretleriniz olacaktır; ama değersiz bir şey vermek ve en iyiyi kendisi için alıkoymakta, mazeretiniz ne olacaktır?
«Pişman olmakla ilgili size söylemem gereken şeylerin tümü bu kadar.
Barnabas karşılık verdi: «Pişmanlık ne kadar sürmeli?»
İsa cevapladı: «İnsan günah içinde oldukça, daima tevbe etmeli ve pişman olmalı. Dolayısıyle, insan hayatı boyunca her zaman günah işlediğinden, daima da pişman olmalıdır; ayakkabılarınızın patladığı her vakit onları onarıyorsunuz, ama ayakkabılarınıza ruhunuzdan daha çok dikkat etmeyeceksiniz.»

126.

îsa, havarilerini çağırıp, «Gidin ve duyduklarınızı anlatın» diyerek, onları ikişer ikişer tüm İsrail yöresine dağıttı.
(Havariler) baş eğdiler ve (îsa) elini başlarının üzerine koyarak dedi: «Allah'ın adıyla hastalara sıhhat verin, cinleri çıkarıp atın ve benim başkahinin önünde dediklerimi kendilerine anlatarak, İsrailîleri benim ne olduğum konusunda aldatmayın.
Sonra, bu (satırlar) ı yazanla, Yakup ve Yuhanna dışında hepsi ayrıldı; ve tüm Yahudiye içine girip, İsa'­nın kendilerine anlattığı gibi pişman olmayı anlattılar, her türlü hastalığı iyileştirdiler. O kadar ki, İsrail'­de, İsa'nın «Allah birdir ve İsa Allah'ın peygamberidir» şeklindeki sözleri tasdik edildi ve bir kalabalık gördüklerinde hastaları iyileştirmekle ilgili olarak İsa'­nın yaptığını yaptılar.
Ama, şeytan'ın oğulları Isa'ya eza etmek için bir başka yol buldular. Bunlar kâhinlerle yazıcılardı. Ardından, İsa'nın İsrail üzerinde krallığa göz diktiğini söylemeye başladılar. Fakat, avamdan korktukları için, Isa'ya karşı gizli gizli plânlar kurdular.
Tüm Yahudiye'yi geçtikten sonra, Havariler İsa'­ya geri döndüler, o da kendilerini bir babanın oğullarını kabul ettiği gibi kabul ederek dedi: «Söyleyin bana, Allah'ımız Rabb ne işler yaptı? Emin olun ki, şeytan'ın ayaklarınızın altına düştüğünü ve onu bağcının üzümleri ezdiği gibi ezdiğinizi gördüm!»
Havariler karşılık verdiler: «Ey muallim, sayısız hastayı iyileştirdik ve insanlara eziyet eden pek çok cinleri çıkarıp attık.»
İsa dedi: «Allah sizi affetsin ey kardeşler, çünkü her şeyi yapan Allah olduğu halde, «biz iyileştirdik» demekle günaha girdiniz.»
O zaman dediler: «Budalaca konuştuk; bu bakımdan, ne diyeceğimizi bize öğretin.»
îsa cevap verdi: «Her,iyi işte, «Allah yaptı» deyin, her kötü işte de «günah işledim» deyin.»
«Böyle yapacağız» dedi Havariler ona.
Sonra îsa dedi: «îsrailîler, Allah'ın, benim elimle yaptıklarını şu kadar insanın elleriyle de yaptığını görünce ne diyorlar?»
Havariler cevap verdi: «Tek bir Allah'ın bulunduğunu ve senin Allah'ın peygamberi olduğunu söylüyorlar.»
îsa neş'eli bir yüzle karşılık verdi: «Ben, kulunun arzusunu hor görmiyen Allah'ın kutsal adını tesbih ve ta'zim ederim!» Ve, bunu dedikten sonra istirahata çekildiler.

127.

îsa çölden ayrılıp, Kudüs'e vardı; bunun üzerine tüm insanlar O'nu görmek için mabede koşuştular. Mezmurlan okuduktan sonra îsa, yazıcıların çıkmak adetinde oldukları mabedin kürsüsüne çıkarak, eliyle sus işareti yapıp dedi: «Bizi alevli ruhtan değil, yeryüzünün  çamurundan yaratan   Allah'ın kutsal adını tesbih ve ta'zim ederim, ey kardeşler. Günah işlediğiniz zaman, Allah'ın huzurunda merhamet bulunuz ki, şeytan bunu hiç bulmayacaktır, çünkü o gururu yüzünden, alevli ruh olması nedeniyle her zaman soylu olduğunu söylediğinden bunu hiç bulmayacaktır.
«Duydunuz mu kardeşler, babamız Davud'un Allah'ımız için, toprak olduğumuzu ve ruhumuzun gidip, bir daha geri dönmeyeceğini göz önüne alarak bize merhamet etmiştir dediğini? Bu sözleri bilenler ne kadar kutsaldır, çünkü onlar, günahtan sonra tevbe ederek ve günahları sürüp gitmeyerek, Rabblerine karşı sonsuza değin günah işlemezler. Kendilerini yüceltenlere yazıklar olsun,    çünkü onlar Cehennemin yakıcı kömürleri   olarak   azaltılacaklardır.   Söyleyin bana kardeşler, kendi kendini yüceltmenin nedeni nedir? Burada, yer üzerinde herhangi bir iyilik var mıdır acaba? Kesinlikle hayır; çünkü Allah'ın peygamberi Süleyman'ın dediği gibi, «Güneşin altında bulunan her şey boştur.»   Eğer dünyada   bulunan şeyler   bize kendimizi   kalbimizde   yüceltme nedeni   vermiyorsa, hayatımız çok daha az verir (bu) nedeni; çünkü, insanın altındaki tüm yaratıklar bize karşı savaştıklarından pek çok dert ve ızdıraplarla yüklüdür o. Yazın yakıcı sıcağından niceleri can vermiştir, niceleri kışın soğuğundan ve donundan ölmüştür; yıldırımdan ve doludan ölmüştür niceleri; niceleri de hastalıklardan ve kıtlıktan veya vahşî hayvanlara yem olarak, yılanlar tarafından ısırılarak,   yemekten boğularak ölmüştür! Ey, her yerde tüm yaratıkların kendisi için tuzak kurduğu ve altında ezilecek kadar kendini yücelten talihsiz insan! Ya, yalnızca fena şeyler arzulayan beden ve nefs için, günahtan başka bir şey teklif etmeyen dünya için, şeytan'a kulluk edip, Allah'ın kanununa göre yaşayan herkese eziyet ve zulmeden lânetliler için ne diyeyim? Açıktır ki kardeşler, eğer bir insan, babamız Davud'un dediği gibi «Sonsuzluğa gözleriyle bakarsa günaha girer.»
«Kişinin kendini kalbinde yüceltmesi, bağışlanmaması için Allah'ın rahmetini ve acımasını kilitlemekten başka bir şey değildir. Çünkü, babamız Davud der ki: «Allah'ımız toprak olduğumuzu ve ruhumuzun gidip bir daha dönmeyeceğini bilir. Kim kendini yüceltirse, toprak olduğunu inkâr etmiş olur. Bu yüzden de ihtiyacını bilmeyerek yardım istemez ve böylece yardımcısı olan Allah'ı kızdırır. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, şeytan kendi zavallılığını bilse ve her zaman Sübhan olan Yaratıcısı'ndan merhamet isteseydi, Allah şeytan'ı bağışlardı.»

128. "Ey Duyulmamış Gurur..."

«îşte böyle kardeşler, ben yeryüzünde yürüyen ve size pişman olun ve günahlarınızı bilin diyen bir insanım. Toprağım ve çamurum. Diyorum ki kardeşler, Roma askerleri aracılığıyla şeytan, benim Allah olduğumu söylediğinizde sîzi aldattı. Bu bakımdan, sahte ve yalan ilâhlara kulluk ederek Allah'ın lanetine uğradıklarından, aman onlara inanmayın; babamız Davud bile onlara şöyle lanet okur: «Ulusların tanrıları gümüş ve altındır, kendi ellerinin eseridir; gözleri vardır, görmezler; kulakları vardır, duymazlar; burunları vardır koklamazlar, ağızlan vardır yemezler; dilleri vardır, söylemezler; elleri vardır dokunmazlar; ayakları vardır, yürümezler.» Bu nedenle babamız Davud sağ ve diri olan Allah'ımıza dua ederek dedi: «Onları yapanlar ve onlara güvenenler de onlar gibî olsunlar.» Ey duyulmamış gurur, Allah tarafından topraktan yaratıldığı halde kendi durumunu unutan ve kendi keyfine göre seve seve ilâh yaratan insanın ah bu gururu! Burada o, sanki «Allah'a kulluk etmekte hiç bir yarar yoktur» diyerek, Allah'la sessizce alay etmektedir. Çünkü yaptıkları bunu gösteriyor. şeytan, size benim Allah olduğuma inandırarak, sizi bu duruma düşürmek istedi ey kardeşler; çünkü bir sineği bile yaratamayan ve geçici ve ölümlü olan ben her şeye kendim muhtaç olduğumdan, size yararlı hiç bir şey veremem. O halde bunu yapmak Allah'a aitken ben her şeyde nasıl yardım edebilirim?
«Öyleyse Allah'ımız olarak, sözüyle Kâinat'ı yaratan yüce Allah'ı alacak ve başka dinden olanlarla ve ilâhlanyla alay mı edeceğiz?»
«Buraya, mabede dua etmek için iki kişi geldi; biri ferisi ve diğeri de bir vergi kesenekçisiydi. Ferisi ibadet yerine yaklaşıp yüzünü yukarı tutarak şöyle dua etti: «Şükürler olsun sana ey Allah'ımız Rabb, çünkü ben her kötülüğü yapan öteki insanlar, günahkârlar ve özellikle şu vergi kesenekçisi gibi değilim. Şundan ki, haftada iki kez oruç tutar ve varımın yoğumun onda birini veririm.»
«Vergi mültezimi uzakta durup yere doğru eğildi ve göğsüne vura vura başı eğik dedi: «Rabb, ben ne göğe, ne de ibadet yerine bakacak değilim, çünkü pek çok günahlar işledim; bana merhamet et!»
«Bakın, size diyorum ki, vergi mültezimi mabetten ferisîden daha iyi bir durumda indi; çünkü Allah'ımız tüm günahlarını afvedip onu temize çıkardı. Ama ferisi vergi kesenekçisinden daha kötü durumda mabetten indi; çünkü Allah'ımız yaptıklarını nefretle karşılayıp onu reddetti.»

129.

«Olur ya, bir insanın bahçe haline getirdiği ormanı kestin diye balta kendi kendiyle öğünsün mü? Asla, çünkü her şeyi yapan insandır; baltayı da kendi elleriyle yapmıştır.
«Ve sen ey insan, Allah'ımızın seni çamurdan yarattığını ve yapılan her iyiliği sende (O'nun) yaptığını göre göre, iyi bir şey yaptım diye kendinle öğünür müsün?
«Ve hangi nedenle komşunu hor görürsün? Bilmez misin ki, eğer Allah seni şeytan'dan korumamış olsaydı, sen şeytan'dan daha kötü olurdun.»
«Şimdi bilmez misin ki, tek bir günah en güzel meleği en iğrenç şeytan yapar. Ve dünyaya gelen en tam insan Adem'i tüm soyuyla birlikte bizim çektiklerimizi çeken zavallı bir varlık haline getirdi. O halde hiç korkmadan kendi keyfince yaşayabileceğin faziletle ilgili hangi hükme sahipsin ki? Yazıklar olsun ey çamur, çünkü kendini seni yaratan Allah'ın üstüne çıkardığından, sana tuzak kuran şeytan'ın ayaklarının altına indirileceksin.»
Ve İsa böyle deyip ellerini Rabbe kaldırarak dua etti. Ve insanlar da «Amin, Amin.» dedi. Duasını bitirince mabedin kürsüsünden indi. Bunun üzerine başına pek çok hasta üşüştü ve onları iyileştirerek mabetten ayrıldı. O zaman, İsa'nın hastalığını gidermiş olduğu bir cüzzamlı, Simun kendisini yemeğe davet etti.
İsa'dan nefret eden kâhinler ve bilginler, Roma askerlerine İsa'nın tanrılarına karşı söylediklerini bildirdiler. Kuşkusuz, O'nu öldürmenin yollarını aradılar, ama bulamadılar, çünkü halktan korkuyorlardı.
İsa, Simun'un evine varıp, sofraya oturdu. Ve, yemeğini yerken gördü ki, Meryem adında bir sokak kadını eve girip kendini İsa'nın ayakları altındaki yere atarak onları gözyaşlarıyla yıkıyor, değerli bir yağ sürüyor ve başının saçlarıyla siliyor.
Simun yemeye oturan herkesle birlikte bir rezaletle karşılaştığını düşündü. Ve kalplerinden dediler: «Eğer bu adam bir peygamber olsa, bu kadının kim ye ne türden olduğunu bilir ve onu kendisine dokundurmaz.»
İsa dedi: «Simun, sana söyleyecek bir şeyim var.» Simun karşılık verdi: «Konuş ey muallim, çünkü sözlerini arzuluyorum»

130.

İsa dedi: «Bir adama iki kişinin borcu vardı. Biri alacaklısına elli kuruş, diğeri beşyüz kuruş borçluydu. Sonra, bunlardan hiç birinin ödeyecek bir şeyleri olmadığından paranın sahibi merhamete geîip borcu her ikisine de bağışladı. Bunlardan hangisi alacaklısını en çok sever?»
Simun cevap verdi: «Kendisine daha büyük borç bağışlanmış olan.»
İsa dedi: «İyi söyledin; sana diyorum ki, öyleyse bu kadına ve kendine bak; çünkü sen Allah'a iki kez borçlusun, biri bedeninin cüzzamından dolayı, diğeri de ruhun cüzzamından dolayı, ki bu günahtır.
«Rabbımız Allah dualarımla merhamete gelip, senin bedenini ve ruhunu iyileştirmek istedi. Sen bu bakımdan beni az seversin. Çünkü benden hediye olarak az bir şey aldın. Ve böyle, ben evine gelince de benim ayağımı öpmedin ve başıma da yağ sürmedin. Ama, bu kadın, bakın bakın! Senin evine girer girmez, kendini doğruca ayaklarıma atıp, onları gözyaşlarıyla yıkadı ve değerli bir yağ sürdü. Bu bakımdan, bakın size diyorum ki, ona pek çok günahları bağışlandı, çünkü beni çok sevmiştir. Ve kadına dönüp, dedi: «Huzur içinde var yoluna git, çünkü, Allah'ımız Rabb günahlarını bağışlamıştır. Bir daha da günah işlememeye bak. İmanın seni kurtarmıştır.»

131."Gururdan Kurtulmak İçin Ne Yapılmalı?"

Havarileri gece ibadetinden sonra İsa'nın yanına varıp, dediler: «Ey muallim, gururdan kurtulmak için ne yapmalıyız?»
İsa cevap verdi: «Yemek için bir reisin evine çağırılan bir yoksul gördünüz mü (hiç)?»
Yuhanna karşılık verdi: «Ben Hirodes'in evinde yemek yedim. Şöyle ki, seni tanımadan önce balığa gider ve Hirodes'in ailesine balık satardım. Böyle böyle, ziyafet verdiği bir gün, ben o tarafa güzel bir balık götürürken beni durdurdu ve orada yemek yedirdi.»
O zaman İsa dedi: «Şimdi, kâfirlerle nasıl yemek yedin? Allah seni bağışlasın ey Yuhanna! Ama söyle bana, sofraya nasıl oturdun? En yüksek yeri mi aradın? En nefis yemeği mi istedin? Sofrada, kendine soru sorulmadığı zaman konuştun mu? Kendini sofrada oturan diğer kimselerden daha mı değerli saydın?»
Yuhanna cevap verdi: «Allah sağ ve diridir ki, kralın baronları arasında oturan kötü giyimli, yoksul bir balıkçı olduğumu görerek, gözlerimi kaldırmaya cesaret bile edemedim. Böyle iken, kral bana küçük bir et parçası verdiği zaman kralın bana gösterdiği teveccühün büyüklüğünden dünyanın benim olduğunu sandım. Ve, işte diyorum ki, kral eğer bizim kanunumuza uymuş olsaydı, hayatımın bütün günlerinde seve seve ona hizmet ederdim.»
İsa haykırdı: «Ses etme Yuhanna, çünkü, Allah'ın gururumuzdan dolayı Ebiram gibi bizi Cehennem'e atmasından korkarım!»
Havariler İsa'nın sözleri üzerine korkudan titrerken, O yine dedi: «Bizi gururumuzdan dolayı Cehennem'e atmaması için Allah'tan korkalım.»
«Ey kardeşler, bir reisin evinde ne yapıldığını Yuhanna'dan duydunuz mu? Dünyaya gelen insanlara yazıklar olsun, çünkü, gurur içinde yaşarlarken zillet içinde ölecekler ve şaşırıp kalacaklar.
«Bu dünya da, Allah'ın insanlara ziyafet verdiği ve Allah'ın tüm kutsal (kul)Ianyla peygamberlerinin yemek yediği bir evdir. Ve, size diyorum ki bakın, insan aldığı her şeyi Allah'tan alır. Bu bakımdan, insan kendi değersizliğini ve Allah'ın bizi besleyen büyük nimetleriyle birlikte yüceliğini de tanıyarak, en derin bir alçak gönüllülük içinde olmalıdır. Öyleyse, insanın «ah, bu dünyada bu neden yapılır ve bu neden söylenir» demesi değil, gerçekten, kendini dünyada Allah'ın sofrasında duracak değerde görmemesi meşrudur. Ruhumun huzurunda olduğu Allah sağ ye diridir ki, burada, yeryüzünde Allah (in elinden alınan hiç bir şey küçük değildir, öyleyse insan, karşılığında tüm ömrünü Allah sevgisi için harcamalıdır.
«Allah sağ ve diridir ki, Hirodes'le yemek yemekle günah işlemiş değilsin ey Yuhanna, çünkü senin yaptığın bize ve Allah'tan korkan herkese bunu anlatman için Allah'ın bir takdiriydi. Böyle yapın» dedi. İsa havarilerine, «dünyada, Yuhanna'nın Hirodes'in evinde onunla yemek yerken yaşadığı gibi yaşayasınız, çünkü bu şekilde, gerçekten tüm gururlardan kurtulacaksınız.»

Barnabas İncili.112.121.bölüm

112.

îsa böyle söyleyip, (sonra) dedi: «Hayatımızı sürdürmemiz için tarlanın meyvelerinden aramaya çıkmalısınız, çünkü sekiz gündür hiç ekmek yemiyoruz. Bu bakımdan, Allah'ımıza dua edecek ve Barnabas ile birlikte sizi bekliyeceğim.
Bunun üzerine, tüm şakirtler ve havariler, İsa'nın sözüne göre dörder altışar yola koyuldular. İsa'nın yanında bu (satırlar)ı yazan kaldı; o zaman İsa ağlayarak dedi: «Ey Barnabas, sana büyük sırlar açıklamam gerekiyor, bundan sonra ben dünyadan ayrılacağım ve sen de onlan anlatacaksın.»
O zaman, bu (satırlar) ı yazan ağlıyarak dedi; «Beni ağlat ey muallim, başkalarını da (ağlat). Çünkü biz günahkârlarız. Ve, Allah'ın bir mukaddesi ve peygamberi olan sen, senin için bu kadar ağlamak uygun değildir.»
İsa karşılık verdi: «İnan bana Barnabas, ben (ağlamam) gerektiği kadar ağlayamıyorum. Çünkü, eğer insanlar bana Allah dememiş olsaydı, ben Allah'ı burada, Cennet'te görüleceği biçimde görecek ve Hüküm Günü'nden korkmama emniyetine erişecektim. Ama, Allah biliyor ki, ben suçsuzum, çünkü hiç bir zaman bir köleden öte tutulma düşüncesi beslemedim. Hem, sana diyorum ki, eğer Allah diye çağırılmamış olsaydım, dünyadan ayrılınca Cennet'e götürülecektim, ama şimdi Hüküm (Günü'ne) kadar oraya gitmeyeceğim. Şimdi, benim ağlamama neden olup olmadığını görüyorsun. Bil ki ey Barnabas, bu yüzden her halde büyük zulme uğrayacak ve havarilerimden biri tarafından otuz paraya satılacağım. Bu bakımdan, eminim ki, beni satacak olan benim adıma öldürülecek, çünkü Allah beni yeryüzünden çekecek ve herkes onun ben olduğuma inansın diye hainin görünümünü değiştirecek; yine de, o, şerli bir ölümle öldüğü zaman, ben uzun bir süre bu lekeyle dünyada kalacağım. Fakat, Allah'ın kutlu Elçi'si Muhammed gelince, bu rezalet silinip gidecek. Ve, Allah bunu yapacak, çünkü, bana bu canlı bilinme ve şu rezil ölüme yabancı olma ödülünü verecek olan Mesih gerçeğini itiraf etmiş bulunuyorum.»
O zaman, bu (satırlar)ı yazan karşılık verdi: «Ey muallim, söyle bana, kimdir bu alçak! Çünkü, seve seve boğar öldürürüm onu.»
«Sus, bir şey söyleme» diye cevap verdi îsa, «çünkü Allah böyle diliyor ve o(hain) başka türlüsünü de yapamaz. Fakat, gör ki, annem böyle bir olaya üzüldüğünde, rahatlaması için ona gerçeği anlatırsın.»
O zaman, bu (satırlar)ı yazan karşılık verdi: «înşallah bütün bunları yapacağım ey muallim.»

113.

Şakirtler dönüşlerinde, çam kozalakları getirdiler ve Allah'ın iradesiyle bir hayli de hurma bulmuşlar.  Öğle namazından sonra îsa ile birlikte yediler. Bu sırada (bu satırları) yazanın üzgün yüzünü gören şakirtler ve havariler, İsa'nın hemen dünyadan ayrılması gerektiğinden korkuya kapıldılar. Bunun üzerine, îsa onları teselli ederek dedi: «Korkmayın, çünkü sizden ayrılma saatim henüz gelmiş değil. Yanınızda kısa bir süre daha kalacağım. Bu bakımdan, dediğim gibi, Allah'ın îsrailîler üzerine merhamet etmesi için, tüm İsrail'e varıp, pişman olmayı anlatmayı size öğretmeliyim. Öyle ki, herkes tenbelliğin farkına varsın ve çok daha fazla günahının kefaretini ödesin; çünkü, iyi meyve vermeyen her ağaç kesilecek ve ateşe atılacaktır.
«Bağ tarlası olan bir vatandaş vardı ve tarlanın ortasında, içinde güzel bir incir ağacı olan bir bahçe bulunuyordu. Üç yıldır mal sahibi ağaca geliyor ve üzerinde hiç meyve bulamıyordu; ve tüm öbür ağaçların meyve verdiğini görünce, bağcısına dedi: «Bu kötü ağacı kes, çünkü araziye yük oluyor.»
Bağcı karşılık verdi: «Değil efendim; çünkü, güzel bir ağaçtır o.»
«Ses etme» dedi mal sahibi, «çünkü, yararsız güzelliklere önem vermem ben. Palmiye ve pelesenk ağacının incirden daha soylu olduğunu bilmen gerek. Ama, evimin avlusuna bir palmiye ve bir de pelesenk ağacı fidanı dikmiş ve çevresine hayli para harcayarak duvar çevirmiştim. Fakat, bunlar meyve yerine yığılıp kalan yaprak verip, evimin önündeki araziyi de verimsizleştirince, ikisini de ortadan kaldırdım. Şimdi, diğer bütün ağaçların meyve verdiği bağ tarlama ve bahçeme yük olan evimin uzağındaki bir incir ağacını nasıl bağışlayayım? Emin ol ki, ona daha fazla katlanmayacağım.»
O zaman bağcı dedi: «Efendi, toprak oldukça zengin. Bu bakımdan, bir yıl daha bekle. Ben incir fidanının dallarını budayıp,   kendinden toprağın verdiği tüm fazlalıkları alayım ve taşlı kuru bir araziye koyayım; böyle yapıca meyve verecektir o.»
-Mal sahibi karşılık verdi: «Şimdi git ve öyle yap; bekleyeceğim ve incir fidanı da meyve verecek.» Bu temsilî hikâyeyi anlıyorsunuz değil mi?»
Havariler cevap verdiler: «Hayır Rab, bu nedenle onu bize açıklayın.»

114.

îsa karşılık verdi: «Bakın, size diyorum ki, mal sahibi Allah'tır, bağcı da O'nun kanunu. Allah'ın Cennette palmiye ve pelesenk ağaçları vardı; şeytan palmiye ağacı, ilk insan da pelesenk ağacıdır. Allah, bunları çıkarıp attı. Çünkü, salih ameller meyvesi vermiyorlar, bunun yerine pek çok melekleri ve pek çok insanları ayıplayan dinsizce sözler sarf ediyorlardı. Şimdi, Allah insanı dünyaya, tüm emir ve yasaklarına göre Allah'a kulluk eden yaratıklarının arasına indirmiştir. Allah'ın meleği ve ilk insanı bağışlamayıp, meleği ebedi, insanı da bir süre için cezalandırdığını görerek diyorum ki, meyve vermeyen insanı Allah kesip, Cehennem'e mahkûm eder. Bu konuda Allah'ın kanunu der ki, bu hayatta insan için pek çok iyi şeyler vardır ve bu nedenle salih ameller işleyebilmesi için sıkıntılar çekmesi Ve dünyevî iyiliklerden yoksun kalması gerekmektedir. Dolayısıyla, Allah'ımız insanın Pişman olmasını bekler. Bakın, size diyorum ki, Allahımız insanı çalışmaya mahkûm etmiştir ki, Allah'ın dostu ve peygamberi Eyüp der: «Kuşun uçmak için, balığın da yüzmek için doğduğu gibi, insan da çalışmak için doğar.»
Allah'ın bir peygamberi olan Davud da şöyle der: «Elimizin emeğini yiyerek kutsanacağız ve bu bizim için iyidir.»
Bu nedenle, herkes niteliğine göre çalışsın. Şimdi söyleyin bana, babamız Davud ve oğlu Süleyman elleriyle çalışmışlarsa, günahkârın ne yapması gerekir?
Yuhanna dedi: «Muallim, çalışmak yerinde olan bir şey, ama bunu yoksullar yapmalı.»
İsa karşılık verdi: «Yaa, çünkü onlar başka türlü yapamaz. Ama, bilmez misin ki, iyilik iyi olmak için gereklilikten azade olmalıdır? Böyle de, güneş ve diğer gezegenler,   başka türlüsünü   yapamasınlar diye Allah'ın hükümleriyle güçlendirilmişlerdir ve bu nedenle de, herhangi bir liyakatleri yoktur. Söyleyin bana, Allah çalışma hükmünü koyduğu zaman, «Yoksul insan yüzünün teriyle yaşayacaktır» mı dedi? Ve, Eyüp, «Kuş uçmak için doğar, yoksul insan da çalışmak için doğar» mı dedi? Hayır, Allah insana, «Ekmeğini yüzünün teriyle yiyeceksin» ve Eyüp de «İnsan çalışmak için doğmuştur» demiştir. Bu bakımdan, (yalnızca) insan olmayan bu hükmün dışındadır. Emin olun ki, her şeyin pahalı olmasının nedeni, pek çok haylaz insanın bulunmasıdır.   Eğer,   bunlar çalışacak olsalar,   bazısı toprağı sürse, bazısı da sularda balıkçılık yapsa, dünyada bolluk üstü bolluk olur. Ve, yokluklar nedeniyle, korkunç Hüküm Günü'nde hesap vermek gerekecektir.»

115.

«Bırakın, insan bana bir şeyler desin. Dünyaya ne getirdi ki, bu nedenle haylaz haylaz yaşasın? Çıplak ve hiç bir şey yapamıyâcak biçimde doğduğu ortada. Bundan dolayı da, bulduğu şeylerin tümünün sahibi değil, dağıtıcısıdır o. Ve, o korkunç günde bunların hesabını verecektir. İnsanı vahşi hayvanlar gibi yapan iğrenç şehvetten çok korkmak gerekir; çünkü, düşman kişinin kendi evi içindedir. Bu bakımdan, düşmanın gelemiyeceği herhangi bir yere gitmen mümkün değildir. Ah, niceleri şehvet yüzünden helak olup gittiler! Şehvet yüzünden tufan oldu, o kadar ki, dünya Allah'ın merhameti önünde silinip gitti de, yalnızca Nuh ve seksen üç insan kurtuldu.
Şehvet yüzünden Allah üç lânetli şehri yerle bir etti (ve) içlerinden yalnızca Lût ve iki oğlu kurtuldu. «Şehvet yüzünden Bünyamin'in kabilesi tümüyle sönüp yok oldu. Ve, bakın size diyorum ki, şehvet yüzünden ne kadar insanın helak olduğunu size anlatacak olsam, beş günlük süre yetmez.»
Yakup karşılık verdi: «Ey üstad, şehveti simgeleyen nedir?»
İsa cevap verdi: «Şehvet, gem vurulmamış bir aşk arzusudur; akıl tarafından yönlendirilmezse, insan zihin ve duygularının sınırlarını aşar,- öyle ki, insan kendini bilmeden, nefret etmesi gereken şeyi sever. İnanın bana, insan, böyle bir şeyi Allah kendisine verdi diye değil de, sahibi olarak bir şeyi severse, bir zani olur; çünkü, Yaratıcı'sı Allah'la birlikte olması geieken ruhu yaratıkla birleştirmiştir. Ve, işte Allah Işaya peygamber aracılığıyla ağlayarak der: «Sen pek çok aşıklarla zina ettin; buna rağmen bana dön, seni kabul edeceğim.»
«Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, eğer insanın kalbinde içten bir şehvet olmazsa, dışta (kötülüklere) düşmez; çünkü, kök giderse ağaç hemen ölür.»
«Bu nedenle insan, Yaratıcı'sının kendisine verdiği hanımla yetinsin ve başka bir kadını unutsun.»
Andreas karşılık verdi: «însan, yaşadığı şehirde o kadar çok varken, kadınları nasıl unutur?»
«Ey Andreas, şehirde yaşayan insana, şehrin zarar vereceği ortada; görülüyor ki, şehir her kötülüğü emen bir süngerdir.»

116. Göze Gem Vurmak

«Nasıl asker, kale çevresinde düşmanlar olduğu zaman, vatandaşlar adına her zaman ihanetten korkarak ve kendini her (türlü) saldırıya karşı koruyarak yaşıyorsa, insana da şehirde yaşamak yaraşır. Aynen böyle de, diyorum ki size, insan dıştan gelen her türlü günah dürtüsünü itsin ve nefisten korksun, çünkü onun kirli şeylere karşı aşın bir arzusu vardır. Ama, her türlü şehevî günahın kaynağı olan göze gem vurmazsa, kendini nasıl korusun? Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, maddi gözleri olmayan, üçüncü dereceye kadar olan cezaları görmekten emindir; halbuki, gözleri olan yedinci dereceye kadar cezalandırılır.
«îlya peygamber zamanında, îlya iyi yaşantısı olan kör bir adamı ağlarken görüp, ona sordu: «Niye ağlarsın, ey kardeş?» Kör adam cevap verdi: «Ağlarım, çünkü Allah'ın mukaddesi İlya Peygamber'i göremiyorum.»
O zaman, îlya kendisini azarlayıp dedi: «Bırak ağlamayı ey adam, çünkü ağlamakla günaha giriyorsun.»
Kör adam karşılık verdi: «Söyle bana şimdi, ölüleri kaldıran ve gökten ateş indiren Allah'ın kutsal bir peygamberini görmek günah mıdır?»
îlya cevap verdi: «Gerçeği konuşmuyorsun; çünkü îlya senin dediklerinin hiç birini yapamaz. Senin gibi bir insandır o. Dünyadaki tüm insanlar, tek bir sineği meydana getiremezler.»
Kör adam dedi: «Sen böyle dersin ey adam, çünkü, îlya herhalde bazı günahların nedeniyle seni azarladı da, bu bakımdan ondan nefret ediyorsun.»
Îlya karşılık verdi: «Înşallah gerçeği söylüyorsundur; çünkü, ey kardeş, eğer îlya'dan nefret edersem Allah'ı severim ve îlya'dan ne kadar nefret edersem, Allah'ı o kadar çok severim.»
Bunun üzerine, kör adam çok kızdı ve dedi: «Allah sağ ve diridir ki, sen dinsizin birisin! însan Allah'ın peygamberinden nefret ederken, Allah sevilebilir mi? Defol git, seni daha fazla dinlemek istemiyorum çünkü!»
îlya karşılık verdi: «Kardeş, şimdi bedenle görmenin nasıl kötü olduğunu zekânla görebiliyorsundur. Çünkü, llya'yı görmek için göz istersin, ruhunla da îlya'dan nefret edersin.»
Kör adam karşılık verdi: «Hemen defol git, çünkü sen şeytan'sın. Allah'ın mukaddesine karşı beni günaha katacaksın.»
O zaman îlya ah çekti ve göz yaşları içinde dedi: «Gerçeği söyledin ey kardeş, çünkü, görmeği arzu ettiğin benim bedenim seni Allah'tan ayırır.»
Kör adam dedi: «Seni görmek istemiyorum; hem, gözlerim olsa, seni görmemek için kaparım.»
O zaman îlya dedi: «Bil ki kardeş, ben îlya'yım!» Kör adam karşılık verdi.: «Doğruyu söylemiyorsun.»

117.

O zaman îlya'nın havarileri dediler: «Kardeş, o Allah'ın peygamberi îlya'nın ta kendisidir.»
«Söyleyin bana» dedi kör adam, «Eğer o peygamberse, ben hangi soydanım ve nasıl kör oldum?»
îlya cevap verdi: «Sen Levî kabilesindensin; ve Allah'ın mabedine girerken, mabedin yanında bir kadına şehvetle baktığından Allah'ımız görme gücünü aldı.»
O zaman, kör adam ağlayarak dedi: «Bağışla beni ey Allah'ın kutsal peygamberi; sana dediklerimden dolayı günaha girdim; seni görmüş olsaydım, günah işlemiyecektim.»
îlya karşılık verdi: «Allah'ımız bağışlasın seni ey kardeş, çünkü benim hakkımda bana doğruyu söylediğini biliyorum; çünkü kendimden ne kadar çok nefret edersem, o kadar çok Allah'ı severim; ve eğer beni görsen, Allah'ın razı olmadığı arzun yatışır. Çünkü senin Yaratıcın îlya değil, Allah'tır; bu bakımdan ben senin için şeytan'ım» dedi îlya ağlayarak; «çünkü, sana Yaratıcı'dan yüz çevirttim. O halde ağla kardeş, çünkü, senin hakkı batıldan ayırt ettirecek ışığın yok. Ama olsaydı, benim akidemi hor görmiyecektin. Bu nedenle, sana diyorum ki, pek çokları beni görmek arzular ve uzaklardan beni görmeye gelirler, (ve) bunlar sözlerimi hor görürler. Dolayısıyla onlar için, kurtuluşları için, gözlerinin olmaması daha iyi, çünkü kendileri gibi yaratılandan zevk alan ve Allah'tan zevk almaya çalışmayan herkes kalbinde bir put yapıyor ve Allah'ı bırakıyor.»
Sonra îsa iç çekerek dedi: «îlya'nın dediklerinin hepsini anladınız mı?»
Havariler cevap verdiler: «Gerçekten anladık ve burada, yeryüzünde putatapıcı olmayan pek az kisi bulunduğunu görüp, ne diyeceğimizi bilemiyoruz.»

118. İbadet Ruhun İlacı ve Avukatıdır

O zaman îsa dedi: «Doğru söylüyorsunuz, çünkü, şimdi îsrailîler beni Allah yerine koyarak, kalblerindeki putatapıcılığı yerleştirmek arzusundaydılar; pek çokları Allah olduğumu söylersem tüm Yahudiye'ye hakim olabileceğimi ve sürekli nefis bir yaşantı içinde reisler arasında kalmayıp, çöllük, yerlerde yoksulluk içinde yaşamak istediğimden deli olduğumu söyleyerek, öğretimi hakir görmektedirler. Ey, sineklerde ve karıncalardaki ışığa değer verip, yalnızca meleklerde, peygamberlerde ve Allah'ın mukaddeslerinde bulunan ışığı hor gören talihsiz insan!
«O halde, göz korunmayacak olursa ey Andreas diyorum ki sana, baş aşağı şehvetle düşmemek mümkün değildir. Bu konuda, Yeremya peygamber ağlaya ağlaya gerçeği söylüyordu: «Gözüm ruhumu çalan bir hırsızdır.» Böyledir, çünkü babamız Davud da Rabb'ımız Allah'a en büyük özlemle, yararsız şeylere bakmaktan gözlerini çevirmesi için dua ediyordu. Gerçekten sonu olan her şey boşunadır. Öyleyse, söyleyin bana, bir kimsenin ekmek aİacak iki kuruşu olsa, onu duman almak için harcar mı? Kesinlikle hayır; şundan ki, duman gözleri incitir ve vücuda hiç bir gıda vermez. İşte insan da aynen böyle yapsın, çünkü o gözlerinin bakışı ve kalbinin bakışıyla (basiret) Yaratıcısı Allah'ı ve iradesinin verdiği temiz lezzeti tanımaya çalışmalı ve Yaratıcı'yı yitirmeye neden olan yaratılanı amaç edinmemelidir.»

119.

însan, bir şeye baktığı ve o şeyi insan için yaratan Allah'ı unuttuğu her vakitte günah işlemiş olur. Çünkü, eğer bir arkadaşın kendisini hatırda tutması için sana herhangi bir şey verse ve sen de onu satıp, arkadaşını unutsan, arkadaşına karşı suç işlemiş olursun, îşte, insan da böyle yapar; çünkü, yaratılana bakıp, onu insanın sevgisi için yaratmış olan Yaratıcıyı hatırda tutmadığı zaman, akılsızlığından yaratıcısı Allah'a karşı günaha girer,
«Bu bakımdan, kadınlara bakıp, kadını erkeğin iyiliği için yaratan Allah'ı unutan kişi. kadını sevecek ve arzulayacaktır. Ve, bu şehveti o dereceye zorlayıp gelecektir ki, sevilen şeye benzeyen her şeyi sevecek, bu şekilde hatırlanması bir utanç olan bu iş (in) günahı doğacaktır. O halde, eğer insan gözlerine gem vuracak olursa, nefsinin üzerinde hakim olacak, o da kendisine sunulmayan şeyi arzulayamayacaktır. Çünkü, böylece beden ruha tabî olacaktır. Nasıl gemi rüzgârsız hareket edemezse, beden de nefs olmadan günah işleyemez.
«Sonra, pişman olanın masal söylemeyi ibadete çevirmesi gerekir. Bu Allah'ın bir hükmü olmasa bile, akıl bunu gösteriyor. Çünkü, her haylaz kelimede insan günaha girer ve Allah'ımız günahı ibadetle siler. Çünkü, ibadet ruhun avukatıdır; ibadet ruhun ilâcıdır; ibadet kalbin savunmasıdır; ibadet inancın silâhıdır, ibadet nefsin gemidir; ibadet bedenin, günahla bozulmasını önleyen tuzudur. Size diyorum ki, ibadet hayatımızın elleridir; bununla, ibadet eden kişi hüküm gününde kendisini koruyacaktır çünkü, ruhunu burada, yeryüzünde günahtan uzak tutacak ve kalbini kötü arzuların değmesinden koruyacaktır; nefsini Allah'ın kanunu içinde tutup, istediği her şeyi Allah'­tan alarak bedeni de takva yolunda yürüdüğü için şeytan'ı kızdıracaktır.
«Huzurunda durduğum Allah sağ ve diridir ki, ibadet etmeyen insan, derdini köre açan dilsiz bir adamdan; merhemsiz iyileştirilebilen fistülden, hareket etmeden kendini savunan veya silahsız olarak bir başkasına saldıran, dümensiz kürek çeken veya tuz olmadan ölü bedeni koruyan bir adamdan daha çok salih amel sahibi değildir. Çünkü, bakın, eli olmayan alamaz. Eğer insan gübreyi altına ve çamuru şekere çevirebilecek olsa, ne yapar?»
Sonra, İsa sustu, havariler cevap verdiler: «Kimse, altın ve şeker yapmaktan başka bir işe kendini koşmaz.»
O zaman îsa dedi: «Şimdi, neden insan aptalca masal anlatıcılığı ibadete dönüştürmez? Zaman kendine Allah tarafından Allah'a karşı gelsin diye mi verilmiştir yoksa? Hangi reis kendi üzerine savaş açsın diye bir şehri tebasına verir? Allah sağ ve diridir ki, eğer insan boş konuşmakla ruhunun ne hallere girdiğini bilmiş olsa, konuşmaktansa hemen dilini dişleriyle koparır. Ey zavallı dünya! Bugün insanlar ibadet için toplanmazlar da, mabedin verandalarında ve mabedin ta içinde şeytan boş konuşma kurbanlarını alır ve utanç duymadan sözünü edemediğim şeylerden daha kötü olan da budur.

120. Boş Konuşmanın Meyvesi

Boş konuşmanın meyvesi budur ki, zihni gerçeği anlamayacak biçimde zayıflatır; nasıl, yarım kiloluk pamuk yükünü taşımaya alışmış bir at on kiloluk taşı taşıyamazsa, aynen öyle.
Fakat, bundan daha kötüsü, insanın zamanını şaka matrakla geçirmesidir, İbadet etmek istediği zaman, şeytan aklına şu aynı şakaları getirir, o kadar ki,   Allah'ın  merhametini çekip,   günahlarının afvını sağlamak için günahlarına ağlaması gerektiği zaman, gülmekle Allah'ın kızgınlığını çeker; O da kendisini cezalandıracak ve fırlatıp atacaktır.
«Öyleyse, yazıklar olsun şaka matrakla boş vakit geçirenlere! Ama, Allah'ımız şaka edip boş vakit geçirenleri iğrenerek alırsa, ya komşusuna iftira edip, mırıldanıp duranı nasıl alacak ve çok gerekli bir işle uğraşır gibi günahla uğraşanların durumu ne olacaktır? Ah murdar dünya, senin Allah'ın nasıl elem verici bir cezasına çarpılacağını tasavvur edemiyorum! Öyle de, pişman olan, diyorum ki o sözlerini altın fiyatına vermelidir.»
Havarileri karşılık verdiler: «Ama, bir insanın sözlerini altın fiatına kim alır? Kesinlikle hiç kimse ve nasıl pişman olacaktır? Mutlaka aç gözlü olacaktır o!»
îsa cevap verdi: «Öylesine ağır kalbleriniz var ki, ben on (lar) ı kaldıramıyorum. Bu, bakımdan, her sözde size anlamı da söylemem gerekiyor. Ama, size sırlarını öğrenme lûtfunda bulunan Allah'a şükredin. Pişman olan, konuştuğunu satsın demiyorum. Konuştuğu zaman, altın çıkarıyormuş gibi düşünsün diyorum. Çünkü, kuşkusuz böyle yapmakla, nasıl altın gerekli şeyler için harcanırsa, o da (yalnızca) konuşması gerektiği zaman konuşacaktır. Ve, nasıl kimse altını vücudunu incitecek bir şey için harcamazsa, o da ruhunu incitebilecek bir şeyin sözünü etmesin.

121.

«Vali bir mahpusu yakalayıp da sorguya çekerken zabıt kâtibi de (konuşulanları) kayda geçiyorsa, söyleyin bana, böyle bir adam nasıl konuşur?»
Havariler cevap verdiler: «Yerinde ve korkarak konuşur ki, kuşku uyandırmasın; ve valiyi sinirlendirebilecek herhangi bir şey söylememek, aksine serbest bırakılabilecek şekilde konuşmanın yollarını aramak için dikkat eder.»
O zaman, Isa karşılık verdi: «Ruhunu yitirmemek için, pişman olanın da yapması gereken budur. Çünkü, Allah her insana zabıt kâtibi olarak, biri yaptığı iyilikleri, diğeri de kötülükleri yazan iki melek vermiştir. Öyleyse, eğer bir insan merhamet görmek istiyorsa, altını ölçtüğünden daha çok konuşmasını ölçsün.»

barnabas incili-102-111bölüm

102.

«Bakın, size diyorum ki, her hayvan tabiatı gereği, arzu ettiği şeyi yitirirse yitirilmiş olan (bu) iyilik için kederlenir. Bunun gibi, gerçekten tevbe edecek olan günahkâr da, içinde Yaratıcı'sına karşı yaptığı şeyi cezalandırma arzusu duymalıdır. O şekilde ki, ibadet ettiği zaman, Allah'tan Cennet dilenmeye veya Cehennem'den kurtulmayı (istemeye) kalkışmaz. Bunun yerine utanarak Allah önünde secdeye varır, der: «Ey Rabb, sana kulluk etmesi gereken zamanda, hiç yoktan sana karşı aşırı giden suçluya bak. Bu nedenle burada, yaptığının düşmanın olan şeytan'ın eliyle değil, Senin elinle cezalandırılmasını diliyor; şundan ki, dinsizler Senin yaratıkların karşısında sevinmesinler. İstediğin biçimde cezalandır, ceza ver ey Rabb, çünkü Sen bana hiç bir zaman bu hayırsızın hak ettiği kadar çok azap etmezsin.»
«Böylece, bu tevbe biçimine sarılan günahkâr, adalet isteğine oranla Allah'tan daha çok merhamet görecektir.»
«Emin olun ki, iğrenç bir saygısızlıktır günahkârın gülmesi; o kadar ki, bu dünya, babamız Davud'un haklı olarak söylediği gibi, bir göz yaşları vadisidir.»
«Kölelerinden birini oğul edinen ve mülkündeki her şey üzerine efendi yapan bir kral vardı. Şimdi, öyle oldu ki, şerli bir adamın kandırmasryla zavallı kralın gözünden düştü; yalnızca içten içe değil, aynı zamanda hakir görülüp, gün be gün çalışarak kazandığı her şeyden yoksun bırakılarak büyük acılar çekti. Siz sanır mısınız ki, bu adam şu veya bu vakit güle (bili) r?»
«Kesinlikle hayır» (diye) cevap verdi havariler, «çünkü, eğer kral bunu bilmiş olsa, gözünden düştügünü görüp onu köleleştirir. Ama, her halde o, gece gündüz (demeden) ağlar.»
O zaman İsa ağlayarak dedi: «Yazıklar olsun dünyaya, çünkü sonsuz azap kesindir onun için. Ey zavallı insanlık, Allah seni bir oğul(hikayecikteki mecaz anlamında) olarak seçip, sana Cennet'i bahşetti, ama sen orada, ey zavallı, şeytan'ın etkisiyle Allah'ın gözünden düştün ve Cennet'-ten atılıp, pis dünyaya mahkûm edildin; burada tüm şeyleri zahmetle elde edersin ve her iyi çalışma sürekli günah işlemekle senden, alınır. Ve, dünya sadece güler, ve daha kötüsü, en büyük günahkâr olan herkesten daha çok güler. Bu bakımdan dediğiniz gibi olacak, yani Allah, günahlarına gülen ve onlar için ağlamayan günahkarı ebedi ölüme çarptıracaktır.»

103.

«Günahkârın ağlaması, bir babanın ölmek üzere bulunan oğluna ağlaması gibi olmalıdır. Ah (şu) insanın deliliği (ah), kendinden ruh(u) ayrılan bedene ağlar da, günah nedeniyle Allah'ın merhametinden ayrılan ruha ağlamaz.
«Söyleyin bana, denizci, gemisi fırtınaya tutulup parçalandığı zaman yitirdiği şeyleri ağlamakla geri getirebilecek olsa ne yapar? Belli ki, (oturup) acı acı ağlar.. Ama, size diyorum ki size, insan ağladığı her şeyde günaha girer de, yalnızca günahına ağladığı zaman (girmez). Çünkü, insana gelen her belâ kurtuluşu için Allah'tan gelir ki, (daha) buna sevinmesi gerekir. Fakat, günah, insanın helaki için şeytan'dan gelir de, insan buna üzülmez. Mutlaka buradan fark ediyorsunuz ki, insan kayıp peşindedir, kâr değil.»
Bartalemus dedi: «Rab, kalbi ağlamaya yabancı olduğu için ağlayamayan kimse ne yapsın?»
İsa cevap verdi: «Gözyaşı dökenlerin hepsi ağlamıyor, ey Bartalemus. Allah sağ ve diridir ki, gözlerinden hiç yaş düşmeyen, (ama yine de) göz yaşı döken bin kişiden daha çok ağlayan insanlar bulunur. Bir günahkârın ağlaması, üzüntünün ağırlığı nedeniyle dünyevî sevginin tüketilmesidir. O kadar ki, nasıl güneş ışığı en üste konanı bozulup çürümekten korursa, aynen öyle de, bu tükeniş ruhu günahtan korur. Eğer Allah, gerçekten tevbe edene denizin suları kadar göz yaşı verecek olsa, o, çok daha fazlasını arzular; ve böylece bu arzu, yanan bir ocağın bir damla suyu tükettiği gibi, seve seve dökeceği bu küçücük damlayı da tüketir. Fakat, hemen hıçkırıklarını koyuverenler, yükü azaldıkça daha hızlı giden at gibidirler.»

104.

«Mutlaka, hem içte sevgisi, dışta göz yaşı olan insanlar da vardır. Fakat, bu şekilde o, bir Yeremya gibi olacaktır. Allah, ağlamada göz yaşından çok üzüntüye bakar.»
O zaman Yuhanna dedi: «Ey muallim, insan günahtan başka şeyler üzerine ağlamakla nasıl kaybeder?»
îsa cevap verdi; «Eğer, Hirodes sana tutman için bir gömlek verse ve ardından onu senden çekip alsa, bu senin için bir ağlama nedeni olur mu?»
«Hayır» dedi Yuhanna» O zaman, îsa dedi: «Şimdi, insan hiçbir şey yitirmediği zaman, ağlamasına neden yoktur, yitirdiği zaman da yoktur; çünkü, herşey Allah'ın elinden gelir. Öyleyse, Allah'ın istediği zaman eîindekini çıkarma kudreti olmasın mı, ey aptal adam? Madem senin olan senin, günah kendinin, öyleyse sen bunun için ağlayacaksın, bir başka şey için değil.»
Matta dedi: «Ey muallim, tüm Yahudiye önünde Allah'ın insana hiç benzemediğini itiraf ettin, şimdi de, insanın (herşeyi) Allah'ın elinden aldığını söylüyorsun; o halde, Allah'ın eli olduğuna göre, insana benzeyen bir yanı var (demektir).»
îsa cevap verdi  «Yanılgı içindesin ey Matta, ve kelimelerin anlamını bilmeyen pek çokları da bu şekilde yanılmışlardır. însan, kelimelerin dış (biçim) ini değil, insan konuşmasını bizimle Allah arasında bir yorumcuymuş gibi görerek, anlamı göz önüne almalıdır. Bilmez misiniz ki, Allah babalarımıza Sina dağında konuşmak dilediği zaman, babalarımız, «Bize sen konuş ey Musa, Allah bize konuşmasın, yoksa ölürüz» diye haykırmışlardı? Ve, Allah İşaya peygamber aracılığıyla ne dedi (bilmez misiniz) ki, gök yerden ne kadar uzaksa, Allah'ın yol ve yöntemleri insanların yol ve yönteminden o kadar uzaktır.»

105.

«Allah Öylesine ölçümlenemezdir ki, O'nu anlatmaktan titriyorum. Ama, sizin için bir girişimde bulunmam gerekiyor. Size diyorum ki, gökler dokuz (tanedir) ve birbirlerine olan uzaklığı, birinci göğün yerle olan uzaklığı kadardır. Bu da yerden beşyüz yıllık bir yolculuk uzaklığındadır. Bu bakımdan, yer en yüksek gökten dörtbinbeşyüz yıllık bir yolculuk uzaklığında (olmakta) dır. Size diyorum ki, yine (yer) birince göğe oranla bir iğnenin ucu gibidir. Birinci gök aynı şekilde İkinciye oranla bir nokta gibidir ve bunun gibi tüm gökler bir sonrakinden daha küçüktür Fakat tüm göklerle birlikte yerin tüm büyüklüğü, Cennet'e oranla bir nokta gibidir, olmadı, bir kum taneciği gibidir. Bu büyüklük ölçülemez değil midir?»
Havariler cevap verdiler: «Evet, mutlaka.»
O zaman, îsa dedi: «Ruhumun huzurunda durduğu Alah sağ ve diridir ki, Allah'ın (Arşı?) önünde Kâinat bir kum taneciği kadar küçüktür. Ve Allah('ın Arşı?) Kâinat'tan, tüm gökleri, Cennet'i ve daha başka şeyleri doldurmak için gidecek kum taneleri sayısınca büyüktür. Şimdi, bakın bakalım; Allah, yeryüzü üzerinde küçük bir çamur parçası olan insanla herhangi bir şekilde oranlanabilir mi? öyleyse, dikkat edin de eğer ebedî hayatı elde etmek istiyorsanız, çıplak kelimelere değil, anlama bakın.»
Havariler karşılık verdiler: «Yalnızca Allah bilebilir kendini ve (durum) gerçekte İşaya peygamberin dediği gibidir: «O, insan duyularından gizlidir.»
İsa cevap verdi: «Evet, böylesi doğrudur; bu bakımdan, Cennet'te olduğumuzda, burada kişinin bir damla tuzlu sudan denizi tanıdığı gibi, biz de Allah'ı tanıyacağız.»
«Dersime dönecek olursam, size diyorum ki, insan yalnızca günahı için ağlamalıdır. Çünkü, günah işlemekle insan Yaratıcı'sını bir yana iter. Ya, eğlencelere ve ziyafetlere gidip duran insan nasıl ağlayacaktır? Bu ateş çıkaracakmış gibi ağlayacaktır o! Eğer nefisleriniz üzerinde hakimiyetiniz varsa, ziyafetleri oruca çevirmelisiniz. Çünkü böyle bir hakimiyete sahiptir Allah'ımız.»
Teddeus dedi: «Öyleyse madem, Allah'ın üzerinde hakimiyeti bulunan nefsi vardır.» îsa cevap verdi: «Yine mi geriye dönüp, «Allah'ın bunu vardır», «Allah böyledir» gibi (sözler) söylemek? Deyin bana, insanın nefsi var mıdır?»
«Evet»  (diye) cevap verdi havariler.
îsa dedi: «Bir insan bulunabilir mi ki, içinde hayat olsun da nefsi çalışmasın?»
«Hayır» dedi havariler.
«Siz kendinizi aldatıyorsunuz» dedi İsa, «çünkü, kör, sağır, dilsiz ve kötürüm insan için nefis nerdedir? Ya, bir insan bayıldığı zaman?»
O zaman havariler şaşırdılar; îsa yine dedi: «İnsanı meydana getiren üç şey vardır; her biri kendi başına ayrı üç şey: Ruh, nefis ve ceset. Allah'ımız ruhu ve bedeni duyduğunuz gibi yaratmıştır, ama nefsi nasıl yarattığını henüz işitmediniz. Bu bakımdan, yarın inşallah size hepsini anlatacağım.»
Ve, îsa böyle deyip Allah'a şükretti ve halkımızın kurtuluşu için dua etti, hepimiz de «Amin» dedik.

106.

Sabah namazını bitirince İsa bir palmiye ağacının altına oturdu ve havarileri orada kendisine yaklaştılar. O zaman îsa dedi: «Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, hayatımız konusunda pek çokları aldanıyor. Ruh ve nefis birbirine öylesine bitişiktir ki, insanların büyük bölümü ruh ve nefsi bir ve aynı şey olarak görür ve onu özde değil de, yaptığı işe göre kısımlara ayırıp, duygusal, bitkisel ve zihinsel ruh diye adlar takar. Ama bakınn, size diyorum ki, ruh birdir, düşünür ve yaşar. Ey aptallar, hayat olmadan zihinsel ruhu nereden bulacaklar? Emin olun ki, hiç (bulamayacaklar) ama, duyular olmadan hayat, nefis kendisini terkettiği zaman bayılanda görüldüğü gibi hemen bulunabilir.»
Teddeus karşılık verdi: «Ey muallim, nefis hayatı terk ettiği zaman insanın hayatı olmaz.»
İsa cevap verdi: «Bu doğru değil, çünkü insan, ruh ayrıldığı zaman hayattan yoksun olur; çünkü ruh, mucize dışında bir daha bedene dönmez, fakat nefis duyduğu korku nedeniyle veya ruhun duyduğu üzüntü nedeniyle ayrılır. Çünkü, nefsi Allah zevk için yaratmıştır; ve nasıl beden yemekle yaşıyor ve ruh da bilgi ve aşkla yaşıyorsa, o da yalnızca bununla (zevkle) yaşar. Bu nefis şimdi, günah nedeniyle Cennet'in zevkinden yoksun bırakılmasının kızgınlığıyla ruha karşı isyan halindedir. Bu bakımdan, onun bedenî zevk (ler) -le yaşamasını istemeyen için, onu manevî zevk (ler) le beslemeye çok büyük ihtiyaç vardır. Anlıyor musunuz? Bakın, size diyorum ki, onu yaratan Allah, onu cehenneme ve acımasız kar (lar) a ve buz (lar) a mahkûm etti; çünkü, o kendisinin Allah olduğunu söyledi; fakat, Allah onu, yiyeceğini alıp da besininden yoksun bırakınca, Allah'ın bir kölesi ve O'nun ellerinin işi olduğunu itiraf etti Ve, şimdi söyleyin bana, nefis dinsizlerde nasıl çalışır? Emin olun ki, onlarda Allah gibidir o, Allah'ın kanununu bırakarak nefsin peşinden gittiklerini görüyorsunuz. Bu bakımdan, onlar iğrençleşirler ve hiçbir salih amelde bulunmazlar.»

107.

«Ve, günaha üzülmenin peşinden gelen ilk şey oruç tutmaktır. Belli bir yemeğin kendisini hasta ettiğini gören, ölmekten korkarak, yediğine üzüldükten sonra, hastalanmamak için bu yemeği bırakır. Günahkâr da böyle yapmalıdır. Zevkin kendisini, dünyanın bu iyi şeylerinde nefse uyarak yaratıcısı Allah'a karşı günaha sürüklediğini görür, bırakın böyle yaptığına üzülsün, çünkü, bu kendisini Allah'tan, hayatından yoksun bırakmakta ve sonsuz Cehennem ölümü vermektedir. Ama, insan yaşarken dünyanın bu güzel şeylerine ihtiyaç duyduğundan, burada oruç gereklidir. Öyleyse, bırakın da nefsi kırsın ve Rabb'ı olan Allah'ı bilsin. Ve, nefsin oruçtan nefret ettiğini görünce de, bırakın, sonsuz üzüntüden başka hiçbir zevkin olmadığı Cehennem'in durumunu koysun önüne; bir tek zerresi tüm dünyanın zevklerinden daha büyük olan Cennet'­in zevklerini koysun önüne. Bu şekilde kolaylıkla durgunlaşacaktır o; çünkü, çoğu elde etmek için azla yetinmek, azın içinde tepinip, bütünden yoksun kalmaktan ve azap içinde kalmaktan daha iyidir.
«İyi oruç tutmak için zengin ağırlayıcıyı hatırlamanız gerek. Çünkü, burada yeryüzünde her günü zevk sefa içinde geçirmek isteyen, tek bir damla sudan ebediyyen yoksun kaldı; öte yandan, burada, yeryüzünde kırıntılarla yetinen Lazarus Cennet'in dopdolu nimetleri içinde ebediyyen yaşayacaktır. Ama, pişman olan tedbirli olsun; çünkü şeytan her iyi işi, daha çok, başkalarından da öte, kendisine karşı inançlı bir köleden asî bir düşmana dönüştüğü için pişman olanın (iyi işlerini) yok etmenin yollarını arar. Bu bakımdan, şeytan, hastalık bahanesiyle ne olursa olsun ona oruç tutturmamaya çalışacak ve bundan bir yarar sağlayamadığı zaman da, hasta düşüp, ardından zevk sefa içinde yaşaması için onu aşırı derecede oruç tutmaya çağıracaktır. Ve, bunda da başarılı olamazsa, hiç yemek yemeyen, fakat daima günah işleyen kendisine benzemesi için, orucunu yalnızca bedensel yemeğe dayandırtmanın çaresini arayacaktır.»
«Allah sağ ve diridir ki, oruç tutmayanları hakir görüp, kendini onlardan daha üstün tutarak bedeni yemekten yoksun bırakmak ve ruhu gururla doldurmak iğrenç bir şeydir. Söyleyin bana, hasta olan adam, doktorun kendisine verdiği perhizden dolayı böbürlenip, perhizsiz olanlara deli mi diyecektir? Kesinlikle hayır. Aksine, kendisine, perhiz verilmesini gerektiren hastalıktan dolayı üzülecektir. Böyle de, size diyorum ki, pişman olan orucundan dolayı övünmemeli ve oruç tutmayanları hakir görmemelidir; bunun yerine, oruç tutmasına neden olan günahı için üzülmelidir. Pişman olup oruç tutan, lezzetli yemekler de yememelidir, kaba yemeklerle yetinmelidir. Şimdi, bir insan ısıran köpeğe ve tepen ata lezzetli yemek verir mi? Hayır, kesinlikle, ama tam tersini yapar. Ve, oruçla ilgili olarak bu (kadar) size yetsin.»

108.

«Bakın, (şimdi de) uyanık olmakla ilgili size söyleyeceklerime kulak verin. Nasıl, vücudun uyuması ve ruhun uyuması diye iki tür uyuma varsa, böyle de, uyanık olmakta, vücut uyurken ruhun uyumamasına dikkat etmelisiniz. Çünkü, bu en ağır bir hatadır. Deyin bana, benzetme olsun diye (söylüyorum) : Yürürken kendini kayaya çarpan ve ayağını kayaya vurmamak için kaçındıkça başını vuran bir adam var. Nedir böylesi bir adamın durumu?»
«Zavallı» diye cevap verdi havariler, «çünkü, böyle bir adam kendinde değildir.»
O zaman, Isa dedi: «îyi cevap verdiniz, çünkü, bakın size diyorum ki, vücuduyla uyanık olup, ruhuyla uyuyan kendinde değildir. Manevî kötürümlük maddî olandan daha çok ağırsa, iyileşmesi de daha zor olur. Bu bakımdan, böylesi bir zavallı, yaşamanın başı olan ruhuyla uyuma bedbahtlığının farkına varmayıp da, yaşamanın ayağı olan vücuduyla uyumadığı için övünecek midir?   Ruhun uyuması,   Allah'ı ve korkunç hükmünü unutmaktır. Öyleyse, uyanık olan ruh, her yerde ve her şeyde Allah'ı duyan ve daima her an Allah'tan rahmet ve bereket gördüğünü bilerek, her şeyde her şey kanalıyla ve her şeyin üstünde O'nun celal ve azametine şükür eden  (ruh) tur. Bu bakımdan, O'nun celal ve azametinden korkan ruhun kulağında ~şu melekî söz yankılanır durur: «Yaratıklar, hükme gelin, çünkü Yaratıcı'nız sizi yargılamak diliyor.» Çünkü, o hep Allah'a kulluk eder durur. Söyleyin bana, daha fazlasını, bir yıldızın ışığıyla veya güneşin ışığıyla görmek istemez misiniz?
Andreas cevap verdi:    «Güneşin ışığıyla;   çünkü, yıldızınkiyle yakındaki dağları (bile) göremeyiz, ama günesin ışığıyla en minnacık bir kum tanesini görürüz. Bu nedenle de, yıldızın ışığında korkarak yürürken, güneşin ışığında güvenle yürürüz.»

109.

İsa karşılık verdi.- «Aynen öyle de, size diyorum ki, ruhla Allah'ımız (olan) adalet güneşiyle bakmalı, vücudun gördükleriyle övünmemelisiniz. Bu bakımdan, en doğru olan, vücudun uyumasından mümkün olduğu kadar kaçınmaktır, ama; (bundan kaçınmak da), nefis ve beden yiyecekle, zihin de işle ağırlaştığından hemen hemen imkânsızdır. Bundan dolayı, bırakın, çok fazla iş ve çok fazla yemekten kaçınmak için birazcık uyusun.»
«Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, her gece bir miktar uyumak meşrudur, fakat Allah'ı ve korkunç hükmünü unutmak asla meşru değildir; ve ruhun uyuması böylesi bir unutmadır.»
O zaman, bu (satırlar) ı yazan karşılık verdi: «Ey muallim, Allah'ı her zaman hatırda nasıl tutabiliriz? Emin olun, bize bu imkânsız görünüyor.»
îsa, iç çekerek dedi: «İnsanın çekebileceği en büyük ızdıraptır bu, ey Barnabas. Çünkü insan burada yeryüzünde yaratıcısı Allah'ı her zaman hatırda tutamaz; ancak kutsal olanlar bunun dışındadır. Çünkü onlar, Allah'ı unutamasınlar diye içlerinde Allah'ın bereketinin nurunu taşıdıklarından Allah'ı her zaman hatırda tutarlar. Ama, söyleyin bana, taş ocağında çalışanları gördünüz mü? (Bir yandan) başkalarıyla konuşurken, (öte yandan) yapa yapa demire bakmadan taşı işleyen demir aletle devamlı vurmayı, ama yine de ellerine vurmamayı nasıl da öğrenmişler!    Şimdi, siz de bu şekilde yapın. Unutma hastalığını tümüyle yenmek istiyorsanız, kutsal olmayı arzulayın. Bakın ki, su uzun bir süre vura vura en sert kayaları tek bir damlayla yarar geçer.
«Bu hastalığı neden yenemediğinizi biliyor musunuz? Çünkü, bunun bir günah olduğunun farkına varmadınız. Öyleyse size diyorum ki, bir reis sana bir hediye verse ey insan, senin gözlerini kapayıp ona sırtını dönmen bir hatadır. Allah'ı unutanlar da işte böyle hata yaparlar. Çünkü, her vakit insan Allah'tan rahmet ve hediyeler alır.
«Şimdi söyleyin bana, Allah'ımız her vakitte size nimet (in) i bahşetmiyor mu? Kesinlikle evet; çünkü hiç durmadan, sayesinde yaşadığınız nefesi veriyor size. Bakın, bakın size diyorum ki, vücudunuzun nefes aldığı her an kalbiniz, «Allah'a şükürler olsun» demelidir.»

110.

O zaman Yuhanna dedi: «Dediklerin doğruların doğrusu ey muallim; bu bakımdan bu kutlu duruma ulaşmanın yolunu öğret bize.»
İsa cevap verdi: «Bakın, size diyorum ki, kişi böyle bir duruma, Rabb'ımız Allah'ın rahmeti olmadan insanî güçlerle erişemez. İnsanın, Allah'ın kendisine vermesi için iyiliği istemesi gerektiği doğrudur. Söyleyin bana, sofraya oturduğunuz zaman, görmek istemediğiniz etleri alır mısınız? Emin olun ki, hayır. Böyle de size diyorum ki, arzu etmediğiniz şeyi almayacaksınız. Eğer kutsallık arzu ederseniz, Allah göz açıp kapamadan daha az bir zaman içinde sizi kutsal yapmaya kadirdir, fakat, insan hediye ve (hediyeyi) vereni anlasın diye, Allah'ımız beklememizi ve istememizi diler.
«Bir hedefe atışta bulunanları gördünüz mü? Mutlaka pek çok kez boşa atarlar. Buna rağmen, hiç bir zaman boşa atmak istemezler, daima da hedefi vurma ümidindedirler. Şimdi, siz (de) böyle yapın. Allah'ımızı her zaman hatırda tutmak isteyen ve unuttuğunuzda kederlenen sizler; çünkü Allah, söylediğim şeylerin hepsini elde etmeniz için size bereket verecektir.
«Oruç tutmak ve ruhen uyanık bulunmak birbiriyle öylesine bir aradadır ki, eğer kişi uyanıklığı bozarsa, oruç da hemen bozulur. Çünkü, bir insan, günah işlemekle ruhun orucunu bozar ve Allah'ı unutur. İşte, uyanık olmak ve oruç tutmak ruh bakımından biz ve bütün insanlar için her zaman gereklidir. Çünkü, günah işlemek kimse için meşru değildir. Ama, vücudun oruç tutması ve uyanık kalması, inanın bana, her zaman ve herkes için mümkün değildir. Çünkü, hastalar ve yaşlılar, çocuklu kadınlar, perhiz yapan insanlar, çocuklar ve zayıf yapıda daha başka kişiler vardır. Kuşkusuz herkes, normal ölçülerine göre giyinmiş olsalar bile, kendi oruç tutma (biçimini) tesbit etmelidir. Nasıl, bir çocuğun elbiseleri otuz yaşlarında bir insan için uygun değildir, aynen öyle de, bir kişinin uyanıklığı ve orucu da bir diğeri için uygun değildir.»
«Ama, dikkat edin ki, geceleyin uyanık kalıp, ardından Allah'ın emri üzere namaz kılmanız ve Allah'ın sözünü dinlemeniz gerektiği zaman, uyuyasınız diye şeytan tüm gücünü kullanacaktır.»

111.

«Söyleyin bana, bir arkadaşınız eti yiyip de, kemikleri size verse razı olur musunuz?»
Petrus cevap verdi: «Hayır muallim, çünkü böylesine arkadaş değil, sahtekâr denmesi gerekir.»
îsa iç çekerek cevap verdi: «Tam gerçeği söyledin ey Petrus, çünkü kişi vücuduyla gereğinden fazla uyanık kalıp, ibadet edeceği veya Allah'ın sözlerini dinleyeceği zaman uyur veya uyuklayıp başı aşağı düşerse, böylesi bir bedbaht, Yaratıcısı Allah'la alay etmektedir ve böyle bir günah dolayısıyla da suçludur. Hatta, Allah'a vermesi gereken zamanı çalıp, istediği zaman ve istediği kadar harcadığı için de bir soyguncudur.»
«Bir insan, içinde en iyi şarap bulunan bir kâseyi, şarabın en iyi miktarı bitinceye kadar içmeleri için düşmanlarına, şarabın tortuları kalınca da, içmesi için efendisine verdi. Efendinin her şeyi öğrendiği zaman hizmetçisine ne yapacağını ve hizmetçinin onun önünde ne hale geleceğini düşünürsünüz? Mutlaka onu dövecek ve yerinde bir kızmayla dünyanın kanunlarına göre kendisini öldürecektir. Şimdi, zamanının en iyisini işlerinde ve en kötüsünü de ibadet ve kanunu incelemede geçiren bir adama Allah ne yapacaktır? Yazıklar olsun dünyaya, çünkü, bununla ve daha büyük günah (lar) la kalbi ağırlaşmıştır! Bu yüzden, size gülmek ağlamaya, ziyafetler oruca ve uyku uyanıklığa dönüşmeli dediğim zaman, duyduğunuz şeylerin tümünü üç kelimeye sıkıştırdım. Burada, yeryüzünde kişi her zaman ağlamalı ve bu ağlama yürekten olmalı, çünkü Yaratıcı'mız Allah'a karşı geliniyor; nefis üzerinde hakimiyet kurmak için oruç tutmalı ve günah işlememek için uyanık olmalısınız; ve bedenen ağlama, bedenen oruç tutma ve uyanık olma her bir kişinin bünyesine göre yapılmalıdır.»

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...