30 Mayıs 2012 Çarşamba

" Mesihi kaybetmeden Hz. Muhammed'i kazandım."


                                   
                          
                                                
                                                           

                                                                

                                                       
                                                                 
                                                               
                                                              
                                                            
                                                                                             
                                 

                                                                                             Danimarka'da İslamiyet 'moda'
      Haftada 5 - 10 gencin Müslüman olduğu Danimarka'da, son birkaç yılda İslamiyete geçenlerin sayısının da 5 bini bulduğu açıklandı.İRFAN KURTULMUŞ Kopenhag
                                                                                       Yükselen trend
      İSLAMİYETİN, Danimarka'da yükselen trend olduğu ortaya çıktı. Kopenhag Üniversitesi'nden Tina G. Jensen ve Kate Östergaard, İslamiyet'i kabul eden 300 genç arasında bir araştırma yaptı. Araştırma sonucu, ülkede, haftada 5 - 10 gencin Müslüman olduğu, son birkaç yılda Müslüman olan Danimarkalı sayısının da 5 bini bulduğu anlaşıldı.
                                                                                      Gençlik protestosu
      JENSEN, gençlerin ortak yanının, 'Müslüman göçmenlerle küçük yaştan beri iç içe olmaları, İslami düşünce ve yaşam tarzından etkilenmeleri' olduğunu belirtti. Buluğ çağındaki gençlerin tercihinin altında 'gençlik protestosunun' yattığını vurgulayan Östergaard da, "20 yıl önce, solculuk nasıl bir gençlik başkaldırmasıysa, şimdi de gençlerin Müslüman olmaları aynı şey" dedi.
(Milliyet :16 Ağustos 2005 )

                                                          

                                               

      Der Spiegel İslam'ın Yükselişini Kapak Konusu Yaptı.'Muhammed Peygamber Kimdi' başlığı ile haberleştirilen konuya dergide 20 sayfa yer ayrıldı.Dünyada hiçbir dinin İslamiyet kadar hızlı yayılmadığının belirtildiği haberde, ünlü İngiliz filozof Ernest Gellner'in, "İslamiyet Allah'ın dünya için öngördüğü bir toplum düzeni" sözlerine yer verildi.
                                                       
     30 Aralık 2001 tarihli sayısında özellikle İngiltere'de İslam'a dönüş yapanları konu edinen The Daily Telegraph gazetesinin, sonradan Müslüman olan kişilerle yaptığı röportajlarda ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır: Bu kişilerin önemli bir kısmı statü sahibi, iyi bir aile çevresine sahip, İslam'ı iyice araştırıp öğrendikten sonra din olarak seçen insanlardır. Örneğin eski İngiliz hükümetinde Sağlık Bakanlığı yapmış olan Frank Dobson'ın oğlu Joe Ahmet Dobson, Kuran'ı bir arkadaşının kendisine hediye etmesi ile 16 yaşındayken okuduğunu ve aklındaki soruların tüm cevaplarını bulduğunu söylemektedir. 23 yaşına geldiğinde resmi olarak İslam'ı kabul ettiğini açıklayan ve bugün 26 yaşında olan Joe Dobson, ailesinin de bu kararında kendisini desteklediğini anlatmaktadır. Habere göre, Dobson'ın babası her Noelde kendisine hediye olarak İslami kitaplar almaktadır. İngiltere'de son dönemlerde İslam'a dönenler arasında, BBC eski genel müdürü John Birt'in oğlu, ünlü hakimlerden Lord Justice Scott'ın kızı gibi önde gelen çevrelerden insanlar bulunmaktadır. Son yirmi yıl içinde 20 bin kişinin İslam'a döndüğü tahmin edilen İngiltere'de, 11 Eylül saldırılarından sonra dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi İslam'a yöneliş daha da hızlanmıştır. Manchester Camisi'nin verdiği bilgilere göre 11 Eylül'ü takip eden ilk haftalarda sadece kendi camilerinde 16 kişi İslam'ı kabul etmiştir. İslam'a dönenlerle ilgili yapılan araştırmalarda dikkat çeken bir nokta da, İslam'a dönüşün daha çok kadınlar arasında görülüyor olmasıdır. Amerika'da İslamiyet'e dönen her dört kişiden biri, İngiltere'de ise her iki kişiden biri kadındır.(My Dad Buys Me Book About Islam, Telegraph, 31 Aralık 2001)
     Yaklaşık bir milyon Müslümanın yaşadığı İtalya'da son iki üç yıldır da 5 bin kişinin İslamiyet'e döndüğü tahmin edilmektedir.( Reuters- 26.11. 2001)
     Chicago Tribune gazetesi ise İslam'ın yükselişini, 'Arayış İçindeki Amerikalılar İslam'ın Öğretilerine Sarılıyor' başlıklı haberinde ele almıştır.     The New York Times gazetesinde yayınlanan 'Islam Attracts Converts by the Thousands' (Binlerce Kişi İslam'a Dönüyor) başlıklı haberde ise, sonradan Müslüman olan kişilerle yapılan röportajlara yer verilmiş ve İslam'ın Amerika'da hızla yükselmesi şu şekilde değerlendirilmiştir:      6 milyon takipçisi ile İslam, Birleşik Devletler'de göçlerin, yüksek doğum oranlarının ve İslam'ı seçenlerin sayısının artması sayesinde en hızlı yükselen din olarak adlandırılıyor. Konunun uzmanları tarafından yılda yaklaşık 25 bin kişinin İslam'a döndüğü tahmini yapılmakta. Bazı uzmanlar ise bu sayının 11 Eylül olayları sonrasında dört kat daha arttığını belirtiyorlar.(The New York Times, 22 Ekim 2001)
     "Danimarka'nın Geleceği: Her İki Kişiden Biri Müslüman" haberleri ile bu yükseliş Danimarka basını tarafından da ele alınmıştır. Danimarka'da yaşayan ünlü sosyolog Eyvind Vesselbo yaptığı araştırma neticesinde, yakın gelecekte Danimarka nüfusunun yarısının Müslüman olacağını açıklamıştır.( Milliyet, 12 Ekim 2001 )
     
Ünlü ABC News haber kanalında verilen, 'Islam: Rising Tide in America' (İslam: Amerika'da Yükselen Akım) başlıklı haberde ise sosyologların, 15 yıl içerisinde ABD'deki Müslümanların sayısının Yahudilerin sayısını geçeceği yönündeki tahmini aktarılmıştır. (http://www.jannah.org/articles/islamicrise.htm)
     Newsweek dergisinin Avrupa'da İslam'ı incelediği bu haberinde, İtalya, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerde İslam'ın gittikçe güçlenmesi ele alınmaktadır. Örneğin İngiltere'de kiliselere artık kimsenin gelmediği Doğu Londra'da, kapanan kiliselerin yerlerine camiler açılmaktadır. Fransa'da ise pek çok bina camiye çevrilmekte, camiler ibadet için gelen Müslümanlarla dolup taşmaktadır. Madrid'de yeni minareler yükselirken İtalya'da dev camiler inşa edilmektedir.                     
                                                          
     1 Ekim 2001 tarihli Newsweek dergisinde yer alan bu tabloya göre, 1994 yılında toplam cami sayısı 962, cami başına düşen kişi sayısı 485, camilere gelen Müslüman sayısı toplam 500 bin iken 2000 yılında cami sayısı 1.209, cami başına düşen kişi sayısı 1.625 ve camilere gelen toplam Müslüman sayısı ise 2 milyon olmuştur.Amerikan yönetimi tarafından hazırlanan demografik verilere göre, 1994'de cami sayısının artış hızı %25 iken, 1980'de bu rakam %62'ye yükselmiştir. Camiye gelenlerin %30'u ise sonradan Müslüman olan kişilerdir.

                                     
      20 Temmuz 2004 Tarihli NTV haberlerinde "Avrupa'da en hızlı yayılan din İslam" başlığı altında Fransız İç İstihbarat Dairesi tarafından hazırlanan rapor ele alınmıştır. Raporda; Batılı ülkelerde, özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından, İslam dinini tercih edenlerin sayısının daha da arttığı belirtilmiştir. Örneğin Fransa'da sadece geçen yıl Müslüman olanların sayısı, 30 ila 40 bin arasında artmıştır...Birleşmiş Milletler'in 1999 yılında yaptırdığı bir araştırma, Avrupa'da Müslüman nüfusun 1989 ile 1998 arasında %100'den daha büyük bir hızla arttığını göstermektedir.CNN televizyonunda yayınlanan "Hızla Büyüyen islam Batı Dünyasında Yeni Kişiler Kazanıyor" başlıklı haberde, son yıllarda İslam'a yönelen Hıristiyanların sayısındaki artışa dikkat çekilmektedir.
 
    Almanya'nın önde gelen siyasi dergilerinden Der Spiegel, ''Almanya'nın sessizce İslamlaşmasını'' son sayısında kapak konusu yaptı.Derginin kapağında, tarihi ''Brandenburger Tor'' kapısının tepesi bir ay ve yıldızla birlikte gösterilerek, ''Mekke Almanya - Sessiz İslamlaşma'' başlığı kullanıldı.İç sayfalarında da ''Şeriat şimdiden geldi mi?'' başlığını kullanan dergi, konuya 13 sayfa yer ayırdı. Müslüman kadınların gittikçe daha yoğun şekilde başörtüsüyle ilgili haklarını mahkemelerde aradıklarını kaydeden dergi, Frankfurt Sulh Mahkemesi yargıcı Christa D'nin, Kuran-ı Kerim'i gerekçe göstererek, kocasından dayak yediği için boşanmak isteyen bir Faslı kadının başvurusunu reddetmesiyle ilgili karara yer verdi. (25 Mart 2007)
  
                       
                                                
 
                      

                           


                                                         ABD'de Belediye Başkanı müslüman oldu
                    ABD'nin Georgia eyaletinin Macon şehri belediye başkanı Jack Ellis, Müslüman oldu

   Ellis, şimdi isimini resmi olarak Hekim Mansur Ellis olarak değiştirmeye çalışıyor.Hristiyan bir aileden gelen Ellis, Afrika ülkesi Senegal'de geçen Aralıkta Müslüman olduğunu açıkladı.Yıllardır Kur'an-ı Kerim'i incelediğini belirten Ellis, Kuzey Amerika'ya köle olarak getirilmeden önce atalarının Müslüman olduğunu söyledi.Ellis, kızlarının isteği üzerine soyadını değiştirmeyeceğini belirtti. (
2.02.07 )



                                   
                                                         
                              

                                 

 
                                                             Danimarkalı müslüman kızlar Alanya'da tatilde
                                   
                                           
 
  Danimarka'da yaşayan ve kendi istekleriyle Müslümanlığı seçen genç kızlar, Antalya'nın Alanya ilçesinde bir otelde tatil yapıyor.Mette Madiha Holm (21) ile Vivian Pederson (22), tamamen kendi istekleriyle Müslüman olduklarını, Danimarka'da da İslam dininin geleneklerine göre bir yaşam sürdüklerini söyledi.Hemşire olarak çalışan Vivian Pederson, daha 14 yaşındayken İslam dinine ilgi duymaya başladığını, uzun süre araştırdıktan sonra 18 yaşında Müslüman olmaya karar verdiğini belirtti.Kararını annesine anlatmak için 8 ay beklediğini ifade eden Pederson, "Anneme kararımı söylediğimde sert tepki aldım. Ancak annem de zamanla bu kararımı kabullendi" dedi.Kız kardeşinin de kendisini anlayışla karşıladığını belirten Vivian, babasının Müslüman olmasını bir türlü kabullenemediğini, bu nedenle evden ayrılmak zorunda kaldığını söyledi.Müslüman olduktan sonra ilk dönemlerde tepkiler aldığını ve bazı sıkıntılar yaşadığını anlatan Pederson, şöyle konuştu:"Müslüman olduğum ilk yıllarda başörtüsü takmadım. Ama sonradan, takmam gerektiğine inandım. Bu durum Danimarka'da bir sıkıntı yaratmıyor. İş yerime rahatlıkla bu kıyafetlerimle gidip gelebiliyorum. Şimdi Danimarka'da tek başıma yaşıyorum ve çok mutluyum. İlk başlarda çok sıkıntılı günler geçirdim. Ama şimdi daha rahatım." 21 yaşındaki Mette Mediha Holm de 1 yıl önce Müslüman olmaya karar verdiğini, ailesine kararını Noel bayramında açıkladığını belirterek, "Bu duruma ailem çok büyük tepki gösterdi. Özellikle babamın tepkisi büyük oldu. Bana evden gitmemi söyledi. Ben de hemen evden ayrıldım ve kendime yeni bir ev tuttum. Şimdi ben de yalnız yaşıyorum" dedi.Müslümanlığı benimseyerek, gereklerine yerine getirmeye çalıştığı nı ifade eden Holm, 5 vakit namaz kıldığını, ramazan ayında oruç tuttuğunu anlattı.Holm, tatillerini de Müslüman ülkelerde geçirmeyi tercih ettiklerini, geçen yıl arkadaşı Vivian ile Bodrum'a geldiklerini belirterek, "Bu yıl Alanya'ya geldik ve çok beğendik. Daha sonra İstanbul'u da görmek istiyoruz" diye konuştu. ( 09 Şubat 2008 )
 
                                                                HİSPANİKLERİN İSLAM'A YÖNELİŞİ ARTIYOR
   ABD'de yaşayan İspanyol ve Latin Amerika kökenlilerin İslam'a yönelişi her geçen gün artıyor. Özellikle Hispaniklerin yoğun olarak yaşadığı New York, California, Texas ve Florida'da İslam'ı seçenlerin sayısında gözle görülür bir artış yaşanıyor. Müslüman liderler, İslam'a ilginin son yıllarda arttığına dikkat çekerek, çoğu göçmen olan Hispaniklerle Müslümanların birçok ortak noktası olduğunu vurguluyor...11 Eylül saldırılarından sonra İslam'ın merak edilerek araştırılmaya başlanması da doğru tanınması açısından önemli bir faktör olarak değerlendiriliyor.Radyoya açıklama yapan İslam Toplumu Orta Florida Başkanı İmam Muhammed Musri, İslam hakkındaki İspanyolca kitaplara talepte de sürekli artış yaşandığını ifade ediyor.Britannica Ansiklopedisi'ne göre 300 milyon nüfuslu ABD'de 4,7 milyon Müslüman yaşıyor.
10.Şubat.2007
 
                                              
                                                                                          Tıklayınız!
                        


                                       
                                      

        
            
                                Rusya’nın Diyanet İşleri Başkanı Polosin, bütün Rus medyasının önünde şöyle diyor:                        “Kamuoyunda şehadet ederim ki ben Ortodoks Kilisesi’nin ne papazı ne de müridiyim… Eşhedüenlailaheillallah…”
  Düşünsenize Türk Diyanet İşleri Başkanı Hıristiyan olduğunu açıklasa, kıyamet kopar değil mi? Hele Ortodoksluğun kalesi komşumuz Rusya’da nasıl yankılanır kim bilir? Dünya bile çalkalanır değil mi? Ancak 1999 yılında, Rusya Ortodoks Patrikliğinin Kamu Dernekleri ve Dini Örgütleri İlişkiler Komitesi Başkanı ve Yüksek Sovyet Vicdan Özgürlüğü Komitesi Başkanı ve Rus Federasyonu Temsilciler Meclisi DUMA’da milletvekili de olan Başpiskopos Viaçeslav Polosin’in (bizim Diyanet İşleri Başkanlığı’na tekabül ediyor) Müslüman olması, nedense Türkiye’de hiç kimse tarafından duyulmadı.Polosin, Moskova Devlet Üniversitesi Felsefe Fakültesi, Zagorsk Dini Mektebi ve Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı Diplomatik Akademi mezunu aynı zamanda.Neyse! Rusya’nın Diyanet İşleri Başkanı Müslümanlığı seçiyor ama ne seçiş. Sahne şöyle; Başpiskopos Polosin, bütün yazılı ve görsel basının karşısında şu müthiş açıklamayı yapıyor: “Kamuoyunda şehadet ederim ki ben kitaplı dinlerin Hazreti İbrahim”den başlamak üzere tüm peygamberlerinin yüce geleneği olan hakiki imanın takipçisi olarak, tek doğru dine şahitlik ettim ve Ortodoks Kilisesi’nin ne papazı ne de müridiyim… Sosyal hayatımı da inançlarım doğrultusunda şekillendirmeye karar verdim…
                                                                              Eşhedüenlâilaheillallah…”
   Nasıl? Etkileyici, şok edici, dehşete düşürücü, anarşist, aykırı, sinematoğrafik, agresif ve tek kelimeyle müthiş bir sahne değil mi? Olay, bütün Ortodoks ve Slav camiasını derinden sarsıyor. Patrikhane, meselenin üstünü örtmek için bin dereden su getiriyor ama Türkiye’de hiç kimsenin haberi yok! Ben bu müthiş haberi, Alev Alatlı’nın, “Gogol’un izinde- Aydınlanma değil, merhamet” isimli kitabında okuyunca, önce ‘kurgusaldır zahir’ diye geçiştirdim. Böylesi bir olayın duyulmamasının imkansızlığını düşündüm ama içime kurt da düşmedi değil. Biraz araştırınca yanıldığımı anladım. Olay gerçek ve dünya medyasını resmen sallamış. Ama biz ‘enforme’ edilmemişiz. Öyle ki internet ortamında bile konuyla ilgili Türkçe yazılmış bilgi yok gibi.Müslüman olduğunu açıkladıktan sonra başına gelebilecek tehlikeler hakkında ne düşündüğü sorulduğunda şöyle yanıtlıyor:
“Hepimiz faniyiz, önünde sonunda bu dünyadan ayrılacağız. İnsanoğlunun vehimlerine itaat etmektense, Hakikat’e teslim olmuş olarak gitmek daha iyi!”
  Polosin, "İslâm Hakkında Bütün Bilgiler" isimli on beş günlük gazetenin editörlüğünü yürütüyor halen. "Monoteist Felsefeye Giriş" kitabı, Mukayeseli Dinler Tarihi dersi için yardımcı ders kitabı olarak kabul edilen Ali Polosin, Müslümanların, Rus Ortodoks Kilisesi ile diyalog tecrübeleri gerçekleştirip içki ve uyuşturucu ile mücadele konusunda ortak çalışmalar yürütmesinin yanı sıra, aile değerlerini koruma hususunda da müşterek bir proje hazırlıyor.Eşinin de Müslüman olduğunu açıklayan, Viaçeslav isminden ‘sıkılan’ ve Hicaz’a da giden Hacı Ali Polosin, Rus steplerinin son Müslümanı…

İslâm’ı Seçen Ortodoks Papaz
POLOSIN SERGHEYEVICH

 1956 yılında Moskova’da doğdum. Dinsiz bir ailede yetişmeme rağmen, hayatımın hatırlayabildiğim çok erken dönemlerinden itibaren Tanrı’ya yürekten inanan biri olduğumu söyleyebilirim. Tanrı kavramı benim için bir bilinmezdi belki ancak, O’nun her şeye gücü yeten ve kendisine sığınanlara her an yardım etmeye hazır bir Tanrı olduğunu düşünüyordum. Gençlik yıllarımda yüz yüze geldiğim çeşitli zorluklar, benim hayat karşısında ancak bir noktaya kadar güç yetirebileceğimi anlamamı sağladı. Bundan sonra tüm kalbimle Tanrı’ya yöneldim ve her şey daha iyi olmaya başladı.Aslında bu süreç doğal olarak gelişti ve Tanrı gerçeğini öğrenmek amacıyla Moskova Devlet Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde okumaya karar verdim. Sosyoloji alanında Max Weber’in Kapitalizmim Ruhu teorisinin Eleştirisi adlı bir çalışmam oldu. Bu çalışmamda Protestan reform hareketinin piyasa ekonomisinin gelişmesine etkilerini irdelemeye çalıştım. İşte bu yıllarda ilk kez Kitab-ı Mukaddes’i okuma fırsatım oldu.Ne yazık ki bu okumalarım bende çelişkili bir izlenim bıraktı. Aslında kutsal kitabın bazı kısımları gerçekten Tanrı vahyi gibi görünüyordu, ancak Tanrı’ya atfedilen bazı kısımlarda insanlığın çoğunluğunu yok etmeye yönelik bir istekten bahsedilmesi veya “Tanrı’nın eli,” “Tanrı’nın vücudu” ve “Tanrı’nın nesli” vesaire gibi ifadelerin yer alması, çelişkili bir durumdu. Fakat 1970’ler Moskova’sında komünist ideoloji karşısında tek alternatif Rus Ortodoks Kilisesi idi. Bu nedenle on dokuz yaşında bir genç olarak Ortodoks Katedrali’ne ilk kez geldiğimde eski bir geleneği keşfettiğimi düşünmüş ve Tanrı’yı öven Hıristiyan ilahilerinin güzelliğinden çok etkilenmiştim. O anda daha derin ve kapsamlı bir ilahiyat bilgisi almam gerektiğine karar vermiştim. Bu düşüncelerle İlahiyat Fakültesine başladım. Aslında belirli bir dini, bilinçli olarak tercih etmek durumunda değildim. Çünkü Ortodoksluğu kendisiyle mukayese edebileceğim başka bir dinin varlığı söz konusu değildi. Öncelikle Tanrı’yı reddeden yanlış bir anlayışa karşı önceden belirlenmiş kesin bir karar almış olmam önemliydi. O sırada mevcut bulunan tek dini müesseseye böylece adım atmış oluyordum. Hıristiyanlık’ın temel esaslarını öğrendikten sonra 1983’te rahip oldum. Bulunduğum mevki Tanrı tanımazlık karşısında manevi ve entelektüel mücadeleyi temsil ediyordu. Bu nedenle de kendimi Tanrı’nın bir savaşçısı olarak görüyordum. Fakat ne yazık ki resmen göreve başladığımda ruhsal ve entelektüel görevlerimi yapmak yerine çoğunlukla bâtıl inançları olan insanların istedikleri bir takım ritüelleri yürütmek zorunluluğu ile karşı karşıya kaldım. Bu gibi ritüellerin aslında putpereslik döneminde yapılanlardan anlamca pek farklı olmadıklarını bildiğim halde, bunlardan kaçamadım ve Hıristiyan dini uygulamalarının bir parçası hâline geldim. Bu hâlim ister istemez şahsî inancımla kamusal görevim arasında bir zıtlık meydana getirmişti.1983 – 1985 yılları arasında Orta Asya’da çalıştım. Duşanbe şehrindeki görevim sırasında amirlerimce emre itaatsizlik sebebiyle bölgeden uzaklaştırıldım. Burada ilk kez Müslümanlarla karşılaşmıştım ve İslâm kelimesine bir şekilde ilgi duyar olmuştum. Başımdan geçen ilginç bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Bir keresinde iyi giyimli bir Tacik ihtiyar, kiliseme geldi. İnsanlar onun aslında gizli bir şeyh (ermiş ) olduğuna inanıyorlardı. Kısa bir konuşmadan sonra birdenbire “Sen Müslüman gözlere sahipsin Müslüman olmak senin kaderin!” deyiverdi. Bunlar ne kadar şaşırtıcı ifadelerdi. Bir Ortodoks kilisesinde, bir Ortodoks rahibine söylenen bu sözlere karşı gelmem veya direnç göstermem beklenirdi. Ama hiçbir tepkide bulunmadım. Yaşlı zâtın sözleri âdeta yüreğime işlemişti.1988 – 1990 yıllarında ateizmle mücadele artık geçmişin bir meselesi hâline gelmişti. Ortodoks Kilisesi ise daha çok yeni ek binaların yapımı, eğitim alanında daha kâr getiren kural ve düzenlemelerin yapılması gibi işlere öncelik tanır olmuştu. Artık kendimi Tanrı’nın bir savaşçısıymışım gibi hissetmiyordum. Aksine kendisinden sadece sihirli, büyülü törenleri düzenlemesi beklenen bir çeşit resmi sihirbaz veya büyücü konumunda gibiydim. Beni son derece rahatsız eden bu durum nedeniyle 1991’de kilise personelinden ayrıldım.Kilise törenlerinin gerçek inançla ne şekilde örtüştüğünün teolojik bir açıklamasını bulurum düşüncesiyle kilise tarihi, kilise hizmetleri tarihi ve teoloji tarihi gibi ilk dönem Hıristiyan kaynakları üzerinde çalışmaya karar verdim. Bu konularda yaptığım kapsamlı çalışmalar, beni, içerisinde çok miktarda eski putperest ibadet anlayışından alıntılar bulunan Roma Bizans kilise hizmetlerine şüphe ile bakma noktasına getirdi. Bunu anladıktan sonra 1995 yılında tamamen kilise görevinden ayrıldım.Hz. İsa’ya atfedilen ulûhiyet, tek ve bir Tanrı inancını anlamayı ne kadar zorlaştırıyordu. Oysa bu son derece basit ve net bir prensipti. O zamanlar İslâm gerçeğini tam olarak bilmiyordum. Çünkü elimde bulunan Krachkovski’nin Rusça Kur’an meali yanlışlarla doluydu. Daha sonra Kur’an hakkında genel bir bilgi ve İslâm’ın Hz. İsa yorumu ile zenginleştirilmiş olan Porokhovaya’nın açıklamalı mealini okuduğumda İslâm’a dair bütün şüphe ve tereddütlerim sona erdi. Esirgeyen ve Bağışlayan Allah bu yolda ilerlemem için bana güç verdi ve sonunda eşimle birlikte Tek bir Allah’a inandığımızı kamuoyuna açıkladık. Zaten son nebi Hz. Muhammed (SAV) tüm insanların İslâm üzere doğduklarını bildirmiyor mu? Bizler de yetiştirilme tarzımız nedeniyle fıtratımızdan bir süre uzak yaşamıştık. Ama sonuçta Allah’ın yardımıyla doğru yola eriştirilmiştik.

        (Afganistan’daki Taliban, İngiliz gazeteci Yuanne Didldle’i kaçırmış ve İslâm’ı öğreneceğine söz vermesi üzerine serbest bırakmıştı. İki taraf da sözünü tuttu. Bu hanım gazeteci de İslâm’ı öğrendi ve müslüman oldu. Turkuaz’dan Ebru Ateş’in, Didldle ile yaptığı röportajı sunuyoruz:
Taliban tarafından kaçırıldıktan sonra müslümanlığı seçtiniz, bu dönüşün hikâyesini anlatır mısınız?
–Taliban tarafından kaçırıldığımda büyük haberlere imza atan bir gazeteciydim. Ancak o zaman utanç verici şekilde kendim gazetelere manşet oldum. Taliban’a söz verdim: “Eğer beni serbest bırakırsanız Kur’ân’ı okuyacağım. İslâm’ı araştıracağım.” Onlar sözünü tuttu, beni bıraktı. Ben de tuttum. Söz sözdür diye düşündüm ve Kur’ân’ı okumaya başladım. Tamamen akademik bir çalışmaydı. Mânevî bir yolculuğa çıkmak gibi bir niyetim yoktu başlangıçta. –Kur’ân sizi nasıl etkiledi? –Nefes kesiciydi. Kur’ân sanki bir yaşam kılavuzu. Okuduğum her şeyden çok etkilendim. Özellikle kadın haklarından. Çünkü bize hep müslüman kadınların baskı altında olduğu anlatılırdı. Ancak Kur’ân diyor ki; biz kadınlar mânevî olarak erkeklere eşitiz. Eğitim hakkı konusunda da eşitiz. Biz kadınlar çocuk doğurma özelliğinden dolayı İslâm’da yüceltiliyoruz. Cennetin annelerin ayağının altında olduğu söyleniyor. İslâm’ı ilk kabul eden bir kadındı. İslâm’ın ilk şehidi de bir kadındı. Batı’da süslü magazin dergilerinde bize sunulan fikir şuydu; uzun boylu ve güzel vücutlu olmazsan beğenilmez, istenmezsin. Halbuki İslâm dininde kişiliğinle ön plâna çıkıyorsun. Erkeklerden aşağı değiliz, onlara eşitiz. Meselâ boşanma, meselâ miras hakkı. Bu haklar Batılı kadına daha 100 yıl önce tanınmaya başlandı. Halbuki bu haklar Kur’ân’da asırlar önce yazılıydı. Hollywood yıldızları şimdilerde bir ordu dolusu avukatla evlilik öncesi mal paylaşımı yapıyor. Bu paylaşım, binlerce yıldır müslüman evlilikleri öncesinde yapılıyor. Bu yeni bir şey değil. Bence Hollywood avukatları Kur’ân’dan ilham alıyor. –İslâm’ı seçmenize aileniz nasıl tepki verdi? –Karışık tepkiler aldım. Komşusu müslüman olan kız kardeşim, müslümanların nasıl insanlar olduğunu gördüğü için, müslüman oluşuma tepki vermedi. Ancak diğer kız kardeşimin hiç müslüman tanıdığı yok. Bu yüzden kendimi, Tel Aviv’de patlatacağımı düşündü. Annem Hıristiyanlık’a dönmemi istedi. Ona, Hristiyanlık’ın aslında İslâm’a çok yakın olduğunu söyledim. Bana bir Arap dinine mensup olmak istemediğini söyledi. Ben de ona, ‘Hz. İsa’nın nereden geldiğini sanıyorsun anne, Manchester’dan mı?’ diye sordum. Durdu ve düşündü. Ve fark etti ki Hıristiyanlık’ın kökleri de Ortadoğu’da... Hikâyemi dinleyip şehadet getiren çok insan oldu. Annemin de müslüman olmasını çok isterim. –Peki Taliban sizi esir almasaydı, yine müslüman olur muydunuz? –Bu gerçekten garip. Düyada pek çok müslümanla görüştüm; ama beni müslüman olmaya tetikleyen, Taliban tarafından kaçırılmak oldu. Kur’ân’ı okuyacağıma söz vermiştim. Başka türlü İslâm’ı incelemezdim. Bu, benim için utanç verici. Çünkü Ortadoğu’yu takip eden bir gazeteci olarak İslâm’ın sadece bir din değil, bir hayat tarzı olduğuna dikkat etmeliydim. İslâm’la iç içe olmalıydım. Taliban’a teşekkür borçluyum; ama Taliban destekçisi değilim. –İslâm’ı kabul ettikten sonra hacca da gittiniz. Orada ne gibi duygular yaşadınız? –Evet, çok şanslıydım. Orası harikaydı, inanılmaz güzeldi. İnsanlar orada en çok neyden etkilendiğimi sordular. Kâbe’yi ilk kez görmek mi, neydi? Düşündüm. Bir gün namaza geç kalmıştım. Mekke sokaklarında rüzgâr gibi koşuyordum. Haremüşşerif’in kapılarından birinin önüne geldim. Önümde on binlerce hacı vardı ve tam bir kaos yaşanıyordu. Hepimiz camiye girmeye çalışıyorduk, geç kalmıştık. Herkes birbirini itiyordu. Kadın-erkek, uzun-kısa, zayıf-şişman, her çeşit, her renkte, belki 30-40 farklı milletten insan camiye girmeye çabalıyorduk. Ve birden namaz başladı. Birkaç saniye içinde bütün herkes şeritler halinde sıraya dizildi. Ben de sokağın ortasında seccademi yere sermiş, ayakta bekliyordum. Yanıma baktım, cizgi kusursuzdu. Onun önündeki de, onun önündeki de. Ve düşündüm, bu ordu kadar hızlı hazır ol pozisyonuna girebilecek başka bir ordu yoktur dünyada. Kendi kendime, ‘işte benim ailem bu’ dedim. Sadece düşünürken duygulanmıyorum. Gözyaşları boğazıma dizildi ve ‘biz birlik olduğumuz zaman çok güçlü olabiliriz’ diye düşündüm. Günde beş defa biz böyleyiz. Günde 24 saat, haftada 7 gün böyle olsak hiç kimse bizim topraklarımızı işgal etmeye kalkmaz. Din kardeşlerimize işkence yapamazlar, çocuklarımızı katledemezler. Bize hiç kimsenin gücü yetmezdi ve bize saygı duyarlardı. Bizleri terörize edemezler, bizlere zulmedemezlerdi. Guantanamo Üssü’nde insanlarımızı kilitleyemezlerdi. Bizlere saygılı davranırlardı. Dünyada iki milyar müslüman var. Eğer birlik olsak yenilmez olurduk. İslâm’ı seçtikten sonra iki kitap yazdınız. Kitaplarınızın konusu neydi?
–İlk kitabımda, Taliban tarafından kaçırılıp serbest bırakılma hikâyemi anlattım. İkinci kitabım ise bir roman. Adı, Cennet’e Gidiş Bileti. Hikâye 11 Eylül olaylarından başlıyor, Ortadoğu’ya kadar uzanıyor. Konusu ise şehitler. Amerika’da yayınlandı. İsrail’de ise yasaklandı. Çünkü kitabı Cenin ve Cenin şehitlerine adadım. Zaten herkesi İsrail mallarını boykota çağırıyorum. –Gazetecilik mesleğini de devam ettiriyorsunuz, şu anda çalıştığınız bir kurum var mı? –İslâm kanalının politika editörüyüm. Bu kanalda her sabah ajanda adlı bir program yapıyorum. Bir tartışma programı. Irak’ta savaşmayı reddeden askerlerden, İsrail devletini kabul etmeyen hahamlara kadar birçok konuğu ağırlıyoruz. Bu programla buradaki müslümanları güçlendirmek istiyorum.
 

     Müslüman olan Amerikalı rahip Yusuf Estes anlattığı hidayet hikâyesinde ABD'de özellikle Katolik rahip ve vaizlerin İslâmiyet'e büyük ilgi duyduğunu ve hatta birçok rahibin İslâm üzerine doktora yapmakta olduğunu ifade ediyor.
                                                

 
Estes'e göre önyargısız rahiplerin İslâm hakkında genel kanaati olumlu yönde. Şok edici bir haber - Meğer Müslümanlar, zaten İncil’e inanıyorlarmış... O gün, 1991’in baharında, Müslümanların İncil’e inandığını öğrenmiştim. Şok oldum. Bu nasıl olabilirdi? Fakat bununla da kalmıyordu: Onlar İsa’ya da inanıyordu.. Müslümanlara göre de: l Allah’ın sadık bir elçisi; l Allah’ın peygamberi; l Babasız bir şekilde mucizevî olarak doğdu; l O Mesih’ti; l O şimdi Allah’la beraber ve çok önemli bir yeri var; l Kıyamet yaklaştığında geri dönecek ve inananların yanında imansızlara karşı duracak... Ruhumu İsa’ya adadığım günden sonra, bir Müslümanı Hıristiyan yapmak, benim için olağanüstü bir gelişim olacaktı.
                                              BİR BARDAK ÇAY EŞLİĞİNDE İNANÇ TARTIŞMASI
  Adama çay içmeyi sevip sevmediğini sordum, sevdiğini söyledi. Oradan kalkıp, hep beraber, benim favori sohbet konum hakkında konuşmak üzere bir kafeteryaya gittik. Konu tabiî ki inançlardı. Saatlerce sohbet ettiğimiz kafeteryada şunun farkına vardım: Bu adam sessiz, sakin, hoş ve biraz da utangaç bir insandı. Benim söylediğim şeylerin her kelimesini dinledi ve bir kere olsun sözümü kesmeye yeltenmedi bile. Bu adamı sevmiştim ve iyi bir Hıristiyan olma potansiyeli sezmiştim. Ve bu işin olacağına, kesin gözüyle bakmaya başlamıştım. Halbuki, başıma gelecekler hususunda, ufacık bir bilgim dahi yoktu.
                                                    MUHAMMED EVİMİZE TAŞINIYOR
  Herşeyden evvel, babama, bu adamla iş yapmaya, mutlaka, devam etmesi gerektiğini söyledim. Ve Texas’a yaptıkları iş seyahatlerinde, bu adama bazen eşlik etmek istediğimi de söyledim. Gün be gün, beraber bolca vakit geçirmeye ve bir çok konuda konuşmaya başladık. Sohbet aralarında radyolarda ve seminerlerde verdiğim vaazlardan, konuşmalardan örnekler sunuyordum. Bu zavallı adamı “kurtarmaya” iyice niyetliydim. Allah hakkında konuştuk, hayatın anlamı, yaratılışın gayesi, peygamberler ve görevleri, Allah’ın buyruklarını insanlara nasıl vahyettiği konularından bahsediyorduk. Ayrıca bir çok şahsî deneyimlerimizi ve hatıralarımızı da paylaşıyorduk. Bir gün, artık arkadaşım olan Muhammed’in, şimdiye kadar kaldığı evden taşınmak zorunda kaldığını ve geçici bir süre için camide ikamet edeceğini duydum. Babama gittim ve Muhammed’i şehirdeki büyük evimizde ağırlamak istediğimi söyledim. Ne de olsa güvenilir bir insandı ve gönül rahatlığı ile evimizde onu misafir edebilirdik. Israrlarımız netice verdi ve Muhammed evimize taşındı.
                                                           VAAZLARA DEVAM
  Tabiî ki, ben hâlâ Texas civarındaki kiliseleri ve oradaki pederleri ziyarete zaman buluyordum. Bunlar Texas’ın Oklahoma bölgesinde ve Mexico bölgesinde yaşıyordu. Bunlardan biri, arabadan daha büyük olan bir haçı, tıpkı İsa’nın çarmıha gerilmeye götürülürken yaptığı gibi, omuzunun üstüne almış ve cadde ve sokaklarda bu şekilde dolaşıyordu. Bunu yapmayı seviyordu, zira yoldan geçen arabalar duruyor ve bu adama ne yaptığını soruyordu. O da onlara Hıristiyanlık ile ilgili nasihatler veriyor, vaaz ediyordu.
                                                       PEDERİN KALP KRİZİ
   Bir gün, haçı omuzunda taşıyan peder arkadaşım kalp krizi geçirdi. Yakınlardaki bir hastaneye sevkedildi. Sık sık kendisini hastanede ziyaret ediyordum. Çoğu zaman bu ziyaretlere Muhammed’i de götürüyordum. Orada peder arkadaşımla birlikte, inancımız hakkında güzel bilgiler paylaşmayı umuyordum. Peder arkadaşım bu ziyaretlerden pek haz almıyordu. Anlaşılan, İslâm hakkında şeyler duymak hoşuna gitmemişti. Bir gün, yine böyle bir ziyaret esnasında, peder ile aynı odayı paylaşan bir hasta tekerlekli sandalye üzerinde odaya girdi. Yanına gittim ve adını sordum. Adam adının önemli olmadığını ve kendisinin Jüpiter gezegeninden geldiğini söyleyiverdi. Bir an, “kardiyoloji servisinde miyim, yoksa ruhsal hastalıklar servisinde miyim” diye içimden geçirdim.
                                             TEKERLEKLİ SANDALYEDEKİ ADAM
  Bu adamın kimsesiz bir depresif olduğunu ve birilerine ihtiyaç duyduğunu hissettim. Bunun üzerine ona Allah’tan bahsetmeye başladım. Eski Ahitten pasajlar okudum. Ona Nuh’un hikâyesini anlattım. İnsanlarını ve şehrini bir gemi üzerinde terk etmek zorunda kalışını ve sonra tufanın gelip heryeri yerle bir edişini anlattım. Daha sonra Ninova’ya dönüşünü hatırlattım. Anlatmak istediğim, problemlerimizden kaçamayacağımız ve onlarla yüzleşeceğimizdi.
                                                           KATOLİK RAHİP
  Bu hikâyeyi anlattıktan sonra, adam bana baktı ve özür diledi. Kaba davranışından dolayı üzgün olduğunu, ancak son günlerde çok büyük sorunlar yaşadığını söyledi. Daha sonra ise, bana itiraflarda bulunmak istediğini söyledi. Ben de ona, “Ben Katolik bir rahip değilim. Benimle günah çıkartamazsın” dedim. Bunun farkında olduğunu söyledi ve şu cevabı verdi: “Aslında ben bir Katolik rahibim.” Şok olmuştum. Ben, bir papaza, Hıristiyanlığı anlatmaya çalışıyormuşum meğer. Dünyada neler oluyor böyle.
                                                  LATİN AMERİKA’DAKİ RAHİP
 Rahip, bana, hikâyesini anlatmaya başladı. 12 yıldan fazla kilise için Orta Amerika, Mexico ve New York’ta misyonerlik yaptığını anlattı. Hastahaneden çıktıktan sonra kalacak yeri olmadığını, kimsesi olmadığını söyledi. Bunun üzerine babama büyük evimizde Muhammed ile birlikte bir misafire daha yerimiz olup olmadığını sordum. Babam kabul etti. Rahip de razı oldu. Ve evimize taşındı.
                                           RAHİPLER İSLÂMI ÖĞRENMELİ Mİ? EVET!
  Evimize doğru giderken, rahip ile İslâm hakkında yanlış bildiğimiz şeyleri paylaştım. Benim için sürpriz oldu, ama rahip de bunları bildiğini söyledi. Ve bu konuda daha çok şeyler söyledi. Rahip, bana, Katolik papazların, İslâm üzerine eğitim aldıklarını ve bazılarının bu hususta doktora bile yaptıklarını söyleyince, adeta şok geçirdim. Bu beni oldukça aydınlattı, fakat sürprizler daha bitmemişti.
                                               İNCİL’İN FARKLI VERSİYONLARI
  Rahip evimize taşındıktan sonra, her akşam yemeğinin ardından dinler hakkında sohbetler etmeye başladık. Birgün babam, İncil’in Kral James versiyonunu getirmişti, ben ise revize edilmiş standart İncil versiyonunu getirmiştim, eşimde ise, daha farklı bir İncil versiyonu vardı (Sanırım Jimmy Swaggart’ın “Modern insana iyi haber”i gibi birşeydi). Rahipte ise, tabiî ki İncil’in Katolik versiyonu vardı. Bizler hangi İncil’in doğru olduğu konusunda, Muhammed’i Hıristiyan yapmak için uğraştığımızdan daha fazla vakit kaybediyorduk.
                           KUR’ÂN’IN SADECE BİR VERSİYONU VAR VE HÂLÂ AYNEN DURUYOR
  Tartışmamız sırasında, bizi dinleyen Muhammed’e dönüp, 1400 yıl içinde Kur’ân’ın kaç versiyonunun ortaya çıktığını sordum. O bana dünyada sadece bir adet Kur’ân olduğunu söyledi. Bunun asla değiştirilmediğini ve asla değiştirilemeyeceğini de ekledi. Bununla birlikte, Muhammed sayesinde, Kur’ân’ın farklı ırklardan yüzbinlerce insan tarafından, aynı şekilde ezberlendiğini de öğrendim. Asırlar boyunca Kur’ân milyonlarca insan tarafından ezberlenmiş, nüshadan nüshaya, âyet âyet, sûre sûre geçirilmiş, eksiksiz ve hatasız bir şekilde günümüze aktarılmış. Bugün 9 milyonun üzerinde insan, Kur’ân’ın her âyetini, kelimesi kelimesine ezberlemiş durumdaymış.
                                                    BU NASIL OLABİLİR?
 Bu, bana imkânsız gibi geldi. Her şey bir yana, İncil’in orijinal dili günümüzde kullanılmayan ölü bir dil ve orijinal İncil nüshaları da asırlar içinde kaybolmuştu. Öyleyse, bir kutsal kitabı, asırlar boyu, âyet âyet aynen muhafaza etmek, nasıl bu kadar kolay olabilmişti



         
           Müslüman olarak İsa Peygamber'i, Rab olarak gördüğüm İsa'dan daha çok sevdim
    Abdullah Palazoğlu
'nun yaşamı iki ayrı hikâyeden oluşuyor. Müslüman bir ailede doğan ve Ermeni Koleji'nde okurken Hıristiyanlığı seçen Palazoğlu, Ermeni Patriği Mesrob Mutafyan tarafından vaftiz edilerek yurtdışına teoloji eğitimi için gönderildi. İsmini Andreas Palaylogos olarak değiştiren rahip, Amerika, Vatikan, Yunanistan gibi ülkelerde çalışarak altı yabancı dil öğrendi. Ancak onun hayatını yeniden değiştiren olay görev yeri Konya'da gerçekleşti. Bediüzzaman'ın eserini okurken Hıristiyanların gerçek İncil'in ayetlerini nasıl tahrif ettiklerini fark eden 17 yıllık yüksek rütbeli papaz Andreas'ın, İslam'la yeniden tanışmasına her iki kesim de mesafeli yaklaştı. Hıristiyanlar tarafından dışlanarak bütün mal varlığına el konulan ve ölüm tehdidi alan Palazoğlu, aynı zamanda 'ajan' ithamına maruz kaldı. Çeşitli işlerden bu itham sebebiyle çıkan ve en son haftalık 50 YTL kazandığı hamallık işine sarılan Palazoğlu geçmiş 17 yılı büyük bir kayıp sayıyor. "Şu an iki pantolonum, iki gömleğim, bir de hırkam var. Rabb'imden 35 yıl daha istiyorum. Hıristiyanlığa 17 yılımı verdim, bunun iki katını da İslam için kullanacağım." diyen Palazoğlu, Müslümanların İsa Peygamber'ini, Hıristiyan iken Rab olarak gördüğü İsa'dan daha çok sevdiğini kaydediyor. Hayat hikâyesini kitap olarak yazmaya da başlayan Palazoğlu, Hıristiyanlığın bir din değil mantığa uygun bir felsefe olduğunu belirterek, 'Konya'da 80 tane apartman kilise var ve amaç üniversite gençliğini Hıristiyanlaştırmak' diyor.
 
   Rahip iken Müslüman olma serüveninizin en başına giderek, önce Hıristiyan olma hikâyenizi dinlemek istiyorum?
   Ben 1973'te Konya'nın Beyşehir ilçesinde doğdum. Babam terzi idi, fakir ama çevresi geniş bir adamdı. O zamanlar konfeksiyon sektörü Ermenilerin elinde olduğu için İstanbul'daki Ermenilerle de arası iyiydi. İlkokulu bitirdim. Ben yaramaz bir çocuktum. Yaz tatillerinde Kur'an kursuna gittim, dayak vardı, korkuyordum. O dönem babamın arkadaşı olan Arto isimli Ermeni bir terzi vardı. Arto amca 'Bu keratayı bizim kolejde okutalım.' deyince babam parasının olmadığını söyledi. O da 'Biz dost, arkadaş değil miyiz? Parasını biz öderiz.' dedi ve ondan sonra İstanbul'daki Ermeni Koleji'ne kayıt yaptırdım. Tabii kolejdekilerin rahip-rahibe-papaz olduklarını sonradan öğrendik. Bize çok iyi davrandılar, telkinlerde bulundular. Anlattıkları Hıristiyanlık değildi, Tanrı'dan Allah diye bahsediyorlar, İsa'dan Mesih diye söz etmiyorlardı. Anlattıkları akla mantığa yatkın şeyler olunca, Kur'an kurslarından öğrendiğin dinden daha güzel gelmeye başlıyor. Ve bir süre sonra da 'benim dinim bu' diyorsun ister istemez. 'O zaman Mesih İsa'yı kurtarıcın ve Rabbin olarak da kabul edeceksin.' dediler. 'Onu da kabul ediyorum.' deyince 22 Temmuz 1989'da beş Türk arkadaşla birlikte vaftiz olduk. Bunlardan birisi tıp okumayı seçti ve bildiğim kadarıyla Samsun'da bir hastanede radyoloji bölümünde çalışıyor. Ben teoloji bölümünü seçtim. 'Rahip olmak istiyorsan her türlü maddi imkânı sağlarız.' dediler.
   Hıristiyan olduğunuzu ailenize söylediniz mi?
  Hayır. Bilmelerine de gerek yok zaten. Amerika'da burs kazanıp üniversite okuyacağımı zannediyorlardı. Ama sonra öğrendi. Biraz zoruna gitti, bana karşı hep soğuk oldular.
    Amerika'da teoloji eğitiminde neler öğrendiniz?
   Bütün dinleri öğreniyorduk. Dinlerin ileri sürdüğü tezleri hangi sorularla çürüteceğimiz filan öğretiliyordu. Kur'an'ı yüzeysel okuyorduk ama bazı ayetleri ortamına göre okuyorduk. Mesela tutucu bir topluluğa karşı Ankebut Suresi 46. ayeti okuyorsun. Genelde fıtratını tamamlayamayan, zayıf, üniversite öğrencilerine direkt Hıristiyanlığı anlatıyorsun. İranlıların insanları asması, kesmesi, bombalama gibi telkinlerde bulunuyorsunuz. 1. Yuhanna'nın 3. bölüm 16. ayetindeki Tanrı'nın insanları çok sevdiğini filan anlatıyorsun. Üniversiteyi bitirdikten sonra Amerika'da iki yıl zorunlu staj altında altı yıllık bursun geri dönüşümü başlıyor. Değişik eyaletlerde 4'er ay görev yaptım. Sonrasında 2 yıl Vatikan'da çalıştım. Oradan Yunanistan'da iki yıl çalışınca burslar ödenmiş oldu. Onun ardından ülkenize gönderiliyorsunuz. Ben İstanbul'a gönderildim. Güngören ve Moda'da kiliselerde çalıştım. Protestanlarla o dönem tartışmalarım oldu, çünkü ibadet şekilleri uydurma, Anadolu Ortodoks kültürüyle ibadet ediyorlar. Değişik mezhep ve azizlerin sözleriyle hareket ediyorlar. İngiliz Protestanlığı sistemine ve doktrinine ters düşüyorlar. Haliyle onlarla bir daha konuşmadım.
   Kaç Hıristiyan mezhebi vardır Türkiye'de?
  
50 kadar mezhep var, bunun 14-15'i faaliyette. En etkin olanları Luteranlar ve Katoliklerdir.
    Altı dili nerede öğrendiniz?
   İngilizceyi Amerika'da öğrendim. Zaten üç ay içinde öğrenmek zorundaydık, yoksa sınır dışı ediliyorsunuz. İleri hafıza tekniklerini öğrettiler önce. Beyni bir CD'yi kullanır gibi kullanmayı öğretiyorlar. Vatikan'da İtalyancayı, Yunanistan'da Yunancayı öğrendim. Eğitim dili zaten Antik Yunanca idi. En güzel bu dili konuşurum. Adıyaman Nemrut'ta bilimsel araştırma yaptık, 8 ay süresince Kürtçeyi öğrendim. Profesyonel olarak elektro gitar ve keman çalıyorum. Şan eğitimi aldım. Hatta beş-altı tane Hıristiyan ilahisi bile besteledim. Zaten Hıristiyan öğretisinde opera, bale, müzik gibi eğitimlere yönlendirirler. Mesela eski ölen papa 'süper' opera bilirdi. Ben karateyi seçtim ve siyah kuşakta üçüncü dereceye kadar yükseldim. 2004 Fransa'da Avrupa ikincisi oldum karatede.
   Görev yeri olarak neden Konya'yı seçtiniz?
   Yönetim ve finans işleri için geldim, İzmir piskoposuna bağlıydım. 80 ev kilisesinin papazlarının başındaydım. Fetva makamındaydım.
   Üniversite öğrencileriyle ilgili çalışmalar nasıldı?
  Dolar bazında haftalık para veriyorduk. Ama onları da bir taraftan işliyorduk. Onlar bizi enayi yerine koyduklarını düşünürken, bir süre sonra İslami altyapıları yoksa söylediklerimiz mantıklı geliyordu. Beyinlerini yıkıyorduk. Üniversiteye giden ve maddi sıkıntı çeken öğrencileri takip ediyorduk. Bir adamın niyetini 'şak' diye anlarım. Çünkü psikoloji eğitimi de aldık.
    Mali sistem nasıl işliyordu?
   Vaftiz olmuş herkes kazandıklarının % 25'ini kiliseye vermek zorundadır. Bir de dünyada resmî kayıtlı 2,5 milyar Hıristiyan var. Hepsi sadece 1 dolar verse 2,5 milyar dolar eder. Hıristiyanlıkta kıyameti hızlandırmak diye bir olay vardır. Belli bir sayıya ulaşınca İsa'nın geleceğine inanırlar. O yüzden Hıristiyan sayısını artırmaya çalışıyorlar.
    Böylesine önemli bir görevdeyken, sizin Müslüman olmanızı sağlayan ne oldu?
   Bir gazetenin bölge müdürü ile tanıştım. Onunla arkadaş olduk zaman içerisinde. Bana bir gün 'Andreas' dedi, 'Bugünkü sizin kitaplarınızda peygamberimizin geleceği 114 yerde yazılı. Nasıl olur da bunu görmezsin?' 'Ben sıradan bir adam değilim, din üzerine ihtisas yaptım. Bunu nasıl görmediğimi düşünüyorsun, saçmalama. Orijinal İncilleri bile okuyup 6 diye çeviren bir adamım.' dedim. Bana her türlü inancını bir kenara koyup Bediüzzaman'ın Mektubat'ını okumamı önerdi. 14. bölümdeki Mucizat'ı iki yıl boyunca inceleyip okudum. İki yılın sonunda gördüm ki Bediüzzaman Hazretleri doğru söylüyor. Mesela İncil'de geçen ve İsa'nın (as) geleceğini söylediği kişiyi 'öğütçü' diye yazmışlar. Meğerse aslı 'övücü, çok öven' anlamında imiş. Bir sürü sıfatları değiştirmişler.
   Ve sonra Müslüman olmaya karar verdiniz?
   Evet. Müftülüğe gittik, 'basın filan çağıralım' dediler. Kabul etmedim. Ben hiçbir cemaate katılmayacağımı filan söyledim. İslam'ı iyi kötü öğrenip yaşadım. 4,5 yıl kendimi gizledim. Daha önce vaftiz ismim Andreas'tı, kimliğimde din yerinde Hıristiyan yazıyordu. Şimdi tekrar İslam oldu. Müslüman olarak İsa peygamberi, Rab olarak gördüğüm İsa'dan daha çok sevdim. Şimdiki İncil dini kitaptan ziyade mektuplardan, tarihsel olaylardan oluşan bir kitap. Mantığa uygun bir felsefe öğretisi Hıristiyanlık.
    Müslüman olduktan sonra neler yaptınız?
   Şu an hamallık yaparak haftalık 50 YTL kazanıyorum. Ama bir süredir yapmıyorum onu da. Babamdan kalan bir ev var, annemle orada oturuyorum. Kendi halimde dervişâne bir hayat yapıyorum. Bana ajan filan diyorlar. İki kez mide kanaması geçirdim, kalbime stent takıldı.
    Neden oldu bunlar?
   Hıristiyanların yaptığı maddi ve manevi baskılardan oldu. Kafayı sıyırtacak noktaya getiriyorlar. İstifa ettikten sonra Dünya Kiliseler Birliği'nden, ABD'deki finansal işlere bakan şirketten, İzmir'deki yardım kuruluşu altında misyonerlik yapan şirketlerden geldiler. Vatikan'dan geldiler. Sindiremediler Müslüman olmamı. Ölüm tehdidi aldım. Saçlarım bembeyaz oldu, boyattım. Mal varlığımı elimden aldılar. İki pantolonum, iki gömleğim bir de hırkam var. Rabb'imden 35 yıl daha istiyorum. Hıristiyanlığa 17 yılımı verdim, bunun iki katını da İslam için vermek istiyorum.
   Daha önce papazdınız, bundan sonra imam mı olacaksınız?
  Şu an hayat hikâyemi kitap olarak yaşıyorum. Hıristiyanlığın ve Müslümanlığın amentüsü isimli çalışmalarım var. Hıristiyanlığın tezini çürüten bir eser. Elimle yazdığım antik Yunanca-Türkçe sözlüğüm var. Belki bunlar kitap olur.
(Zaman: 12 Ekim 2008)
                                                      
                                                            Japonya İslam'a KoŞuyor

  36 yıl Kutsal Topraklar'da kaldıktan sonra, 7 yıldır Japonya'da bulunan Nimetullah Hocaefendi, Uzakdoğu ülkesindeki tebliğ çalışmalarını gazetemize anlattı.Uzun yıllar Mekke ve Medine'de vaizlik ve imam hatiplik yaptıktan sonra Japonya'ya yerleşen; başta Tokyo olmak birçok şehirde Japonlara İslam dinini tebliğ eden Nimetullah Hocaefendi, gazetemize binlerce kilometre uzakta yaptığı çalışmaları ve yaşadıklarını anlattı. 36 yıl kutsal topraklarda kaldıktan sonra Japonya'daki müslümanların ısrarlı daveti üzerine bu Uzakdoğu ülkesine yerleşen Nimetullah Hocaefendi, yaklaşık 7 yıldır ikamet ettiği Japonya'da binlerce insanın müslüman olmasına yardımcı oldu. Nimetullah Hocaefendi, Japonlarla sıcak ilişki kurmasını ise iki cümleye bağlıyor. Bunlar, 'Nihoncin İdes (Japonlar iyidir), Nihoncin Sikudes (Japonları seviyorum). Hocaefendi, gazetemize şunları anlattı:
CAMİ SAYISI 300'Ü GEÇTİ  "36 yıldır Mekke ve Medine'de fahri vaizlik yaptık. 20 yıl kaldığımız İstanbul'da, Sultanahmet Camii'nde müezzinlik, çeşitli camilerde imam hatiplik yaptık acizane. Kutsal topraklarda kalırken dünyanın çeşitli yerlerinden gelen insanlarla tanışıp, hayırlı hizmetler yapmaya çalıştık. Avrupa'ya da gittik. Şimdi Japonya'dayız. Bizi oradaki kardeşlerimiz davet etti. Bunun üzerine oraya yerleştik. Yaklaşık 7 senedir oradayız. 20 sene evveline kadar 2 cami vardı. Şimdi Allah'ın izniyle Japonya'da namaz kılınan yerlerin sayısı 300'ü geçti. Cami, mescit, İslam merkezleri. Ve Japonlar, müslümanlara nazlanarak sitem ediyorlar. Bunları duyunca çok ağladım oralarda.Bize, 'Ey müslümanlar, İslamın nurunu bize getirmeyi niye geciktirdiniz? Halbuki bizim komşularımıza çok evvel getirdiniz. Filipinler, Endonezya, Malezya, Tayland, Singapur... Buraları İslam ülkeleri yapıncaya kadar çalıştınız da, bize niye geç geldiniz' diyorlar.
TÜRKLERİ ÇOK SEVİYORLAR  Adetleri, ahlakları İslam'a çok yakın Japonların. Ve müslümanları seviyorlar. Müslüman ülkeleri seviyorlar. Türkleri daha da fazla seviyorlar. Türklerden oraya Ertuğrul Vapuru gitti oraya. Oradan başladı sevgi. Onlardan 2 kişi Sultan Abdulhamit zamanında buraya geliyor. Orada 600 kişinin 550'si şehit oldu biliyorsunuz. O şehit ailelerine yardım için gelen iki kişiye, Sultan Abdulhamit diyorki, 'Buraya kadar gelmişken, askerimize Japonca öğretin'.Ben Japoncayı, İslam'a davet edecek kadar bazı kelimeleri öğrendim. İlk gidişimde buyrun kitap diyordum. İslam hakkında bilgi veren kitapları hediye ediyordum. Daha sonra Nihoncin İdes (Japonlar iyidir) demeyi ve Nihoncin Sikudes (Ben Japonları seviyorum) demeyi öğrendim. Bunları söyleyince herkes seviniyor. Ondan sonra bunu okursanız kurtulursun diyorum Japonca. Onlara Tokyo Camii, Kabe ve Kelime-i Tevhid'in yeraldığı bu kitabı hediye ediyoruz. Tokyo Camii'ni Diyanet ile birlikte biz yaptık.
JAPON SELAMI RUKÜDÜR  Peygamber Efendimiz, La ilahe İllallah derseniz, her sıkıntıdan kurtulursunuz diyor. Bunu söyleyince Japonlar, ellerine bu kitabı alıp kendileri arkadaşlarını ikna etmeye çalışıyorlar. Japonya'da bugüne kadar onbinlerce kişi müslüman oldu.Onların normal selamları da rükudur. Ben onlara diyorum ki, Allahımızı zikrediyorsunuz, namazında yarısını kılıyorsunuz. Hoşlarına gidiyor bu tabi. Ne yapmamızı istiyorsunuz deyince bir kelime şehadet ile secde kaldı diyorum. Yüz kişi, iki yüz kişi birden müslüman oluyor.Camilerde hutbelerimizi alıyorlar. İslami Center'de İslam'ı sormaya geliyorlar. Ve bunları televizyonlara veriyorlar. Bu yayınlardan birçok kişi müslüman oldu. Kaç tane profesör, müslüman oldu.
İSLAM'A YÖNELİŞ ARTTI  Ben bir lise talebesiyim diyor başkan bir Japon kız. Türkiye'de bulundum. Türkler dinlerine çok bağlılar, edepli insanlar. 11 Eylül olayından sonra söylüyor bunu. İslami Center'e geldi. Kendisinin internetteki web sitesinde 'bunu müslümanların yaptığına inanmıyorum' diye yazdığını söyledi. Bu gibi olaylar oluyor ya. Gerek Avrupa'da gerekse burada herkes İslam'ı okumaya koşuyor. İslam'ı okuyunca da hemen müslüman oluyor. Filipinlerde bir tane öğretim görevlisi, profesör olduktan hemen sonra müslüman olmuş. Bizim arkadaşlarımızdan. Bunu ne yapıp geri dinine döndürelim diye düşünmüşler. Sonra Hıristiyan bir hanımla evlendirmişler. Hanım 3 gün boyunca sürekli anlatıyor. O hiç konuşmuyor. Müslüman olunca sabırı öğrenmiş tabi. 4. gün profesör, sabah Kur'an'ın tercümesini hanımına uzatıyor. Hanım da 3 gündür ben konuşuyorum o dinliyor, şimdi de ben onu dinleyeyim diyor. Fatiha'dan başlayıp 3. ayete gelince, hemen orada Kelime-i Şehadet getiriyor ve müslüman oluyor. Şimdi o hanım kardeşimiz orada Kur'an Kursları başkanı, kendisi ise İslam yazarları başkanı.
JAPONLAR FEVC FEVC İSLAM'A GİRİYORLAR  Irak ve Filistin'de yaşananları yakından takip ediyor ve çok üzülüyoruz. Dualar yapıyoruz. Onlar öyle yaptıkça, Allah’ın lütfuyla inşallah Japonların hepsi müslüman olabilir. Çünkü onlar edepli insanlar, bütün dünyayı davet eder. Ahlakları, adetleri bize çok yakın. Bana soruyor sen kimsin. Müslüman diyorum. 5 dakika sonra hemen müslüman oluyor.İlginç bir müslüman olma hikayesi anlatayım. Birisinin hızla bizim İslami Center'in merdivenlerinden yukarıya çıktığını gördüm sabahleyin. Sadece müslümanların girdiği bölüme doğru gidiyordu. Hemen koştum. Selamünaleyküm deyip 'Van gul ol problem finish' dedim. Araplar buna çok güler. Yarısı Arapça, yarısı İngilizce cümle. Bir kelime söylerseniz, her türlü sıkıntıdan kurtulursunuz. Hemen söyledi adam. Üç kere söylettim.İsminiz ne dedim. Nakamura dedi. Size müslüman ismi hediye ediyorum deyip, 'Sizin isminiz bundan sonra Muhammet Nakamura' dedim. Geri dönüp, beni sormuş. Mekke'de imam sizi İslam'a davet etti dediler. Aynı zamanda bir üniversitede Profesör olan Muhammet Nakamura üç gün sonra bir toplantı düzenleyip bizi davet etti. Salona yaklaşık 200 kişi toplamış. Bizi konuşturacaktı, ama kendisi konuşuyor. İslam hakkında, 3 günde ne kadar çok şey okumuş. Herşeyi biliyordu.Bunun için müslümanların sıkıntıdan kurtulması için birbirine 'La ilahe İllah Muhammedun Rasulullah'ı demeyi hatırlatsın. Bütün sıkıntılarından kurtulsun. Kalplerine rahatlık gelsin. Dünyada ABD'liler, İngilizler, Almanlar, Çinliler sürekli müslüman oluyorlar. Kore'de her gün 60-70 kişi müslüman oluyor. Allah’a sığınarak söylüyorum.Müslümanlar şuna inansın. Zaman geldi artık.Bu şekilde inşallah 2 sene geçmez bütün dünya müslüman olur
(
01-11-06)

                                                    'İslam'ın Hayranlık Vericiliği'ne Dair
      ABD'nin önde gelen Hıristiyan liderlerinden biri olan — ve aslında İslam'a da pek sıcak bakmayan — Patrick Buchanan'ın "Vakti Gelmiş Bir Fikir" başlıklı yazısında enteresan teşhisler var. Buchanan, İslam'ın iki yüzyıldır süregiden baskı ve saldırılar karşısındaki direncinin "astonishing", yani hayranlık verici olduğunu şöyle ifade etmiş:

      Hıristiyanlık Avrupa'da ölür gibi dururken, İslam 21. yüzyılı, daha önce başka yüzyıllara yaptığı gibi, sarsacak şekilde yükseliyor... [İslami savaşçıları görünce] Victor Hugo'nun sözlerini hatırlamamak mümkün değil: "Hiç bir ordu, vakti gelmiş bir fikir kadar güçlü değildir." Karşıtlarımızın çoğunun uğrunda savaştığı fikir, ikna edici bir fikir. Tek bir Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in onun elçisi olduğuna, İslam'ın yani Kuran'a teslimiyetin cennete giden tek yol olduğuna ve Allah'a bağlı bir toplumun şeriata göre yönetilmesi gerektiğine inanıyorlar... Milyonlarca Müslüman insan [onlara sunulan] Batılı alternatifleri kabul etmişti. Ama bugün onmilyorlarca Müslüman bunu reddeder gözüküyor ve daha saf bir İslam'daki köklerine dönüyorlar. Açıkçası, İslami inancın dayanıklılığı, hayranlık verici.İslam, Osmanlı İmparatorluğu'nun iki yüzyıl boyunca yaşadığı yenilgi ve aşağılamaların ve hilafetin kaldırılmasının üstesinden gelmiş durumda. Nesiller boyu süren Batı hakimiyetinden de sağlam çıktı. Mısır, Irak, Libya ve İran'daki Batı yanlısı krallıkları aştı. Komünizmi kolayca püskürttü, 1967'de Nasırizm'i safdışı etti ve Arafat'ın veya Saddam'ın milliyetçiliklerinden de daha dayanaklı olduğunu gösterdi. Şimdi de dünyanın son süper gücüne direniyor. (11.08.06 )

             

                   
 
                              
                
                
            
                     

                              
                  

                        
                        
                                

              
                                 
                   
       
    
              
             

                                                              
                                                               Karanlık zindanlarda aydınlığa kavuştular
   ABD'de Müslüman olanların sayısı gittikçe artış gösteriyor. Avrupa'da olduğu gibi ABD hapishanelerinde de Müslüman olanların sayısının çok ciddi rakamlara ulaştığı bildirildi. Sadece Illinois Eyalet hapishanesinde 3 bin Müslüman'ın bulunduğu, hapishane yetkilileri tarafından açıklandı.   Amerikan toplumunun İslam'a olan ilgisi ve yaptıkları araştırmalar sonucunda İslam'ı seçtikleri bilinirken, Amerika'nın azılı ve sosyal yaşantıdan soyutlanmış insanları da İslam'ı seçerek, topluma uyum sağlayan fertler haline geliyorlar. Sadece Amerika'da değil bütün Avrupa cezaevlerinde İslam'ı seçenlerin sayısının hızla arttığı ifade ediliyor.
AVRUPA VE AMERİKA'DAKİ MAHKÛMLAR MÜSLÜMAN OLUYOR The Stat Journal Register gazetesi yaptığı haberde, Avrupa'daki birçok ülke cezaevlerinde Müslüman olanların ciddi rakamlara ulaştığına dikkat çekerek, mahkûmları konu edinen araştırmasında, bugün Amerika'da da İslam'ı seçen suçluların büyük rakamlarla ifade edildiğini bildirdi.
CEZAEVİ İDARESİ: MÜSLÜMAN OLANLARIN SAYISI FAZLA Illinois Eyalet Cezaevi idaresi adına konuşan Janiuari Smith “Eyalet hapishanesinde kayıtlı olanları incelediğimizde Müslüman sayısının çok fazla olduğunu gördük. Başka dinlere mensup fazla kişi olmazken, Müslüman sayısı da gittikçe artıyor.” açıklamasında bulundu.
HAPİSANE İÇERİSİNDE İSLAMLA TANIŞIYORLAR Resmi rakamlara göre, Müslümanların normal sayılarının gün geçtikçe arttığını gözlemlediklerini ifade eden Cezaevi sorumlusu Smith, bu durumu, hapishane içerisinde İslam ile tanışan insanların İslam dinine girmeleri olarak açıkladı.
CEZAEVİ İDARESİ YARDIMCI OLUYOR Gazete verdiği bilgide, Illinois Eyalet Cezaevi idaresinin içeri girdikten sonra Müslüman olanların sayısını gizlemeyerek, “Ne zaman bir kişinin gerçekten dinini değiştirmek istediğine inanırsak o kişiyi, girmek istediği dinin mensuplarıyla aynı yerde tutuyoruz” ifadelerine yer verdiklerini bildirdi.
MÜSLÜMAN MAHKÛMLARDAN BİLGİ ALIYORLAR Cezaevi idaresi “Yeni bir dine girmek isteyenler, idaremize verdikleri bilgi sonrasında, o dini bilen kişilerle birlikte tutularak, dini bilgisi olan mahkûmlarla dini konular üzerine münakaşa ediyorlar. Bu yolla da seçmek istediği din hakkında bilgi sahibi oluyorlar. Bu şekilde, cezaevine girenlerin büyük çoğunluğu Müslüman olanlarla girdikleri diyaloglar sonrasında İslam'ı seçmekteler.” açıklamasında bulundu.
HIRİSTİYANLAR İSLAM'I SEÇİYORLAR Amerika ve Avrupa'daki cezaevlerini gezerek mahkûmlarla dini diyaloglara geçen davetçi İmam Abdulhak, yeni Müslüman olan mahkûmların tutuklandıktan sonra İslam'ı seçtiklerine dikkat çekerek, “Birçok hapishanede cezaevi yönetimleri dini çalışmalara izin vermese de, mahkûmların büyük çoğunluğu içeri girdikten sonra Müslüman mahkûmlarla yaptıkları dini tartışmalar çerçevesinde İslam'ı seçiyorlar. Yeni bir din arayanların büyük çoğunluğu ise daha öncesinde Hıristiyan olanlardan oluşuyor.” ifadelerini dile getirdi.
FRANSA, İNGİLTERE VE AVUSTRALYA'DA DA DURUM AYNI İmam Abdulhak, kendilerine ulaşan bilgilere dayanarak, Müslümanlar, Amerikan nüfusunun yüzde 2,5'luk kısmını oluşturmasına rağmen, Amerika Federal hapishanesinde bulunan mahkûmların yüzde 6'sının Müslüman olduğunu belirtti. Ayrıca Fransız istihbaratının yaptığı açıklamayı göz önüne aldıklarında Fransız hapishanelerinde İslam'a girenlerin sayısının oldukça fazla olduğunu, İngiltere ve Avustralya'da da durumun aynı olduğunu sözlerine ekledi.
(16.10.2009)
   
        

                                                  
         NASIL  MÜSLÜMAN OLDULAR

                                      

   
 
Misyonerler, milyarlar harcayarak Hıristiyanlık propagandası yapıyorlar. Halbuki propagandasız birçok yabancı, İslam’ı seçmiştir.İslamiyet ilim ve akıl dinidir. Dinlerini değiştirip müslüman olan insanların çoğu, ilim adamı ve araştırmacıdır. İslam’ı inceledikten sonra müslüman olmuşlardır.
Bu sebeplerin birkaçı şöyle:
1- İslam’da tek ilah vardır. Hıristiyanlıktaki üç tanrı inancı, ilim sahiplerince saçma görülmüştür.
2- İslam, sadece ahiret saadetini değil, dünyada da mutlu yaşamanın yollarını bildirmiştir.
3- İslam’da, her çocuk günahsız doğar. Hıristiyanlıkta ise, günahkâr doğar. Bu da, akla, ilme, aykırıdır.
4- İslam’da, ibadetlerin mabette yapılma şartı yoktur. Her yerde ibadet edilebilir. Hıristiyanlar, kilisede putu, papazı aracı yaparak ibadet eder.
5- İslam’da günahları yalnız Allah affeder. Hıristiyanlıkta, güya papazın, günahları affetme ve dinden çıkarma yani aforoz etme gibi yetkisi vardır.
6- Yahudi kendini asil bilir. Hıristiyan, zenciyi aşağı görür. İslam’da ise ırk, renk ve dil ayrımı yoktur
7- İslam’da bütün peygamberler beşer, yani insandır. Ancak seçilmiş, günahsız insandır. Hiç kimse, diğerlerinin günahını çekmez. Hıristiyanlıkta, Hz. İsa Oğul tanrıdır, günahkârların affolması için çarmıhta ölmüştür. Bu da akla ve ilme aykırıdır.
8- İslam’da hurafe yoktur. Diğer dinlerde ateşe, güneşe, taşa, heykele tapılır.
9- İslam’da, Dinde zorlama yoktur düsturu vardır. Hiç kimse dine girmeye zorlanmaz. Hıristiyanların dine sokmak için yaptıkları işkenceler ve mezhep kavgaları meşhurdur.
10- İslam, iç temizliği yanında, dış temizliğe de çok önem verir. Meşhur Versay Sarayında yıllarca bir hela yoktu. Bu, Hıristiyanların ne kadar pis olduğunu göstermeye kâfidir.
11- İslam, sömürüyü reddeder. Bunun için kapitalizmi, komünizmi kabul etmez. İslam hariç, hiç bir dinin ekonomi sistemi yoktur. Bugün Hıristiyan ülkelerde kapitalizm hakimdir.
12- Müslümanların geri kalışları sebebi, dinlerinin icaplarına uymamalarındandır. Hıristiyanların maddi refaha kavuşmaları ise, dinlerinden uzak kalmalarındandır. Müslümanlıkta cahil olan dinden çıkar, Hıristiyanlıkta ise, âlim olan Hıristiyanlığı bırakır.
13- İslam’da, alkol, uyuşturucu ve kumar haramdır. Zinanın cezası ise, ağır olduğu için, fuhuş yaygınlaşamaz. Hıristiyan Batı, fuhuş bataklığı içindedir.
14-İslam’da, bütün müslümanlar kardeştir. Allah huzurunda herkes eşittir. Namaz kılarken; komutan ile er, zengin ile fakir, beyaz ile zenci müslüman yan yana durup birlikte secde ederler.

15- İslam’daki ibadet saatleri muayyen olduğundan, müslümanların hayatları düzenli ve intizamlıdır. Bunun için, gerçek müslüman, bir asker gibi disiplinlidir. Yılda bir ay tutulan oruç, iradenin kuvvetlenmesini sağlar ve nefse hakim olmayı öğretir.
16-İslamiyet, iktisadi bakımdan kapitalist ve komünist düşünceleri reddeder. Fakiri korumuş, zengini de kötülememiştir. Zenginlerin, fakirlere zekat ve sadaka vermesini emretmiştir. Ayrıca dünyadaki çeşitli millet ve ırklara mensup müslümanları bir araya getirerek [Hac gibi], dünyada en mükemmel ictimai [sosyal] nizamı tayin etmiştir.

                    
                                     

                       
                         
                        
                

                           
                        
                                
                  



                                                            
Niçin Müslüman oldum?
  (Kur'an-ı kerim, Allah’ın adı ile başlıyor, Allah’ın birliğini bildiriyordu. Hayretim arttı. Tevhid dini olan Müslümanlığı seçtim.) Cat Stevens (İngiliz)
  (İslam, çağları ardında sürükleyen bir dindir. Müslüman olmakla, çağlar üstü dini seçmiş oldum.) Roger Garaudy (Fransız)
  (Anarşinin ancak İslam ahlakına sahip olmakla önleneceğine inandım. İçkiyi bıraktım, tesettüre girdim ve namaza başladım.) Tina Gfanzil (Alman)
  (İslam’da, ırk, renk ve dil farkı gözetilmediğini, herkesin eşit olduğunu, namaz kılarken de rütbe ayrımı yapılmadığını gördüm. Müslüman oldum.) Thomas Clayton (Amerikalı)
  (İslam, en iyi şeyleri ihtiva eder. Hiçbir dinde kardeşlik, İslam’daki gibi değildir.) Dr. Rolf Freiherr (Avusturyalı)
  (İslam, sevgi, doğruluk, temizlik ve güzel ahlakı emrettiği için müslüman oldum.) A.Uemura (Japon)
  (İslam’ı akla da uygun bulup müslüman oldum.) Cecilla Cannolly (Avusturyalı)
  (İlim Çin’de de olsa alın hadisini okudum. İslam’ın ilme verdiği önemi görünce müslüman oldum.) Mr. Board (Amerikalı)
  (İslam, israf ve cimriliği yasaklayan, maddi- manevi her hususta en güzel kaideleri olan dindir.) Albay Ronald Rockwell (Amerikalı)
  İslam dünya ve ahiret mutluluğunu gösterdiği için müslüman oldum.) B.Karai (Zengibar)
 
                                                            


                                                                              VE... ! ;                                                             KİLİSELERDEN KAÇIŞ BAŞLADI!
      Katoliklerin en katısı olarak bilinen Avusturya'da insanlar kiliseye sırt çevirmeye başladılar. Sadece Vorarlberg eyaletinde yaklaşık 1000 katoliğin kiliseden kaydını sildirdiği açıklandı.Kiliseye doğduğu günden itibaren otomatik olarak kaydı yapılan her Hıristiyan aylık aidat ödemek zorunda...  Kiliseden kaydını sildirmek, katolikler için bu dinden de çıkmak anlamına geldiği için Avusturyalıların dinsizliğe yöneldiği düşüncesi ağır basıyor. Kiliselerden kaydını sildirenlerin Avusturya genelinde 100 binleri bulması, papazları çare arayışına sürükledi.
 (Avusturya Haber'den)

                  

                                             Papa, İslamiyet'in Batıda Hızla Yayılmasından Rahatsızmış
   Papa 16. Benedikt'in özel sekreteri, İslamiyet'in Batı'da hızla yayılmasına karşı uyarıda bulundu.Haftalık Süddeutsche Zeitung dergisine demeç veren Georg Gaenswein, İslam dininin Batı'da yayılmasını inkar edemeyeceklerini belirterek, Avrupa'nın kimliğine yönelik İslam tehdidine karşı hareketsiz kalınmaması gerektiğini ifade etti.Katolik Kilisesi'nin İslam dininin yayıldığını söylemekten çekinmediğini belirten Gaenswein, Papa'nın geçtiğimiz Eylül ayında İslam dininin şiddet ve kılıç zoruyla yayıldığı yönündeki konuşmasını, "isabetli" olarak niteledi... 27.07.2007


 

BEN BIR bilim adamiyim. Ayni zamanda kendimi bir gezgin olarak da tanimlayabilirim. Uzun yillar farkli Arap ülkelerine seyahatler yaptim. Ayrica Senegal, Endonezya, Mali, Gana, Fildisi Sahili, Nijerya ve Moritanya gibi ülkelere de gittim. Su anda Islâm, Islâm medeniyeti, Müslümanlar ve Arap dili hakkinda yirmi kitabin yani sira, çok sayida makale kaleme almis birisiyim. Ibn Haldun’un eserlerini Fransizcaya tercüme için alti yil ugrastim. Bu seyahat ve çalismalar benim 1977 yilinda Moritanya’da Islâm’i seçmemle sonuçlanmistir.Bana sorarsaniz, Islâm’i seçmek sadece bir din degil, ayni zamanda bir hayat tarzi seçimi yapmak demektir. Bu sekilde kisi yeni bir kâinat tasavvurunu kabul ettigini açiklar ve iman bagiyla birbirlerine bagli büyük bir milletin üyesi olur. Benim için ise bu tercihi yapmak, ilerlemis yasima ragmen firtinalarin estigi bir cografyanin ortasinda, fakirlerin ve Filistinlilerin safinda yer almak demekti. Ancak bu karar, ayni zamanda para ve güç sahiplerinden uzak durmak ve hakkin ve adaletin yaninda yer almak da demekti.Çagdas dünya teknolojik gelismeyi hayatin nihaî hedefi olarak kabul eder. Bu hedefe ulasmak için de her türlü araci kullanmayi mesru görür. Insanlik adina esef edilecek böyle bir yaklasimi Islâm reddeder; ve daha yüce degerlere baglanmayi öngörür. Din degistirerek Müslümanligi seçmis olmam, Fransiz milli kimligini kaybettigim anlamina gelmez. Halen ana vatanim Fransa’dir. Bununla birlikte Arap dünyasini artik manevî yurdum olarak kabul ediyorum.Islâm inanci hem iç huzurumu hem de nihaî varolus amacimi temsil etmektedir. Bu inanç sistemi beni parçalanmis bir düsünce tarzindan kurtardi ve bütün duygularimin uyumlu bir bütün haline gelmesini sagladi. Islâm’a dönüsümde dinî, ahlâkî, sosyal faktörler kadar kültürel dürtüler ve ilâhî inayet de etkili oldu diyebilirim.Kur’ân’la ilk tanismam Andrea de Riyar’in tercüme ettigi Fransizca Kur’ân’i okumakla oldu. Bu eser Paris yakinlarinda bulunan askeri bir okulda elime geçmisti. Ben de 1934–1936 yillari arasinda bu okuldaki ögrencilerden biriydim. Her hafta Kur’ân’dan bir bölümü fotokopi çektirerek üzerinde çalismalar yaptim.Eski ve Yeni Ahit’in tahrif edilmesinden sonra insanliga son mesaj peygamber Efendimiz’in (a.s.m.) elçiligi vasitasiyla gönderilmistir. Bunun en büyük kaniti, Kur’ân’in bizzat kendisidir. Kur’ân, tek basina en büyük mucizedir.‘Islâm evi’ne dönüsümde pek çok sosyal ve ahlâkî faktör etkili olmustur. Bunlarin basinda Islâm’in ‘ilk günah’ prensibini kabul etmemesi gelmektedir. Anglo Saxon anlayista yer alan ilk günah kompleksine Islâm’da rastlamiyoruz. Yine, Islâm’a göre her insan hayatin içinde iffetini koruyabilir ve saf kalabilir. Bunun için uzlete çekilmek veya toplumdan kopmak gerekmez. “Allah dinde size hiç bir zorluk kilmadi.” (Hacc/78) gibi ayetler Islâm’in fitrata en uygun din oldugunu açiklamaktadir.Islâm baska hiçbir yerde bulamadigim bir huzur haline kavusmami sagladi. Bu da Islâm’in insani beden ve ruhuyla bir bütün olarak ele almasindan kaynaklaniyor. Islâm hem akla hem kalbe hitap ediyor. Otuz yildan fazla Kuzey Afrika, Iran, Lübnan, Senegal ve Endonezya gibi farkli ülkelerde yasadim. Ünlü Arap gezgini Ibni Batuta gibi dünyanin çok degisik yerlerine seyahatlerde bulundum. Gittigim her yerde ayni hayat tarzi, ayni inanç ve ayni insanî hassasiyetler ile karsilastim. Islâm toplumunun, cesaret ve sadeligi ön planda tutan bir anlayisa sahip oldugunu gördüm. Para ve maddiyatin her zaman hayir getirmeyebilecegi kanaatine vardim. Dinin haram kildigi seylerden uzaklasmak da benim için çok zor olmadi. Günde bes vakit namaz kilmanin inançta sebatkâr olmayi temsil ettigini düsünüyorum. Bunlarin disinda ikna olmami saglayan kültürel faktörleri de söyle ifade edebilirim: Bugün Avrupalilar, Araplara ve tüm dünyaya yaptiklari katkilari övünerek anlatirlar. Bununla birlikte kendilerinin Müslümanlara hiç de azimsanmayacak derecede borçlu olduklarini unuturlar. Halbuki, Arap bilim adamlarinin çalismalari sayesinde Yunan mirasi korunabilmistir ve unutulmaktan kurtulmustur. Bugün Aristo, Sokrat, Platon ve diger eski Yunan filozoflarinin eserlerini okuyabiliyorsak, bunun için Araplara sükran duymaliyiz. Bir zamanlar dünyadaki en büyük ilim baskentleri Bagdat, Kahire, Tulaytula ve Palermo gibi Islâm sehirleriydi. Islâm’a gelisimde etkili olan bir diger husus ise, kendime saf belirleme düsüncem oldu. Ben Islâm’a geçmis olmakla, mücadele halinde oldugum yeni sömürgeci anlayis olan siyonizmden farkli bir safa geçtigimi ilân etmis oluyorum. Artik Senegal’den Endonezya’ya uzanan büyük bir dünyanin parçasiyim. Bu cografyada gerçek duygular var. Bu dünyaya zenginlik için degil, mazlumlarin yaninda yer almam gerektigine inandigim için adim attim. Yine çagimizda kölelerin yerini alan göçmen isçilerle beraber olmak adina buradayim. Nitekim sadece ülkem Fransa’da nüfuslari iki milyonu bulan bu insanlarin ilgiye ihtiyaci var ve sorunlari çözüm bekliyor.Bütün bu saydigim faktörler ve tabiî ki Allah’in inayetiyle Islâm’in hak din olduguna iman ettim ve Temmuz 1977’de sehadet ederek Müslüman oldum. Bundan sonra El Mansur el Safi adini aldim. El Mansur, ailemin bana verdigi Vincent isminin Arapça dilindeki karsiligi. "Yardim edilen" manasindaki bu ismi çok seviyorum ve Allah’tan baska yardim edecek kimsenin olmadigina inaniyorum. Elhamdülillahi Rabbil alemin

  HER ŞEY on yaşlarında iken başlamıştı. O yıllarda ailemle birlikte yoğun Yahudi nüfus barındıran Brooklyn kasabasında yaşıyordum. Anne babam İbranice öğrenmem ve Yahudilik hakkında bilgilenmem için Muhafazakâr Sinagog’a kayıt olmamı uygun gördüler. Fakat her ikisini de pek iyi öğrendiğim söylenemez.Bu arada gizli gizli Hristiyanlığa göz atmaktaydım. Çünkü çevremde Hz. İsa’ya inanan ve yolunu takip ettiklerini söyleyen arkadaşlarım vardı. Fakat insanların, ellerinden bir şey düşürdüklerinde veya sendeleyip düşme tehlikesi ile karşı karşıya kaldıklarında, bu büyük insanın adını hürmetsizce andıklarını görüyor ve niçin böyle davrandıklarını anlayamıyordum. Hz. İsa’yı daha edebli bir şekilde anmak gerekmiyor muydu? Dahası O Tanrı’nın oğlu olabilir miydi? Aynı yıl Yahudilik ve İsrail üzerine okumalarım devam ederken yeni bir dine daha rastladım: İslâm!
Müslümanlar hakkında edindiğim ilk bilgi onların Kur’an’a inanan ve Hacca giden insanlar olduğuydu. İlginçti, fakat İsrail’e olan bağlılığım ve duyduğum sempati, İslâm hakkında daha fazla bilgilenmek için yapmam gereken okumalarımı engelledi. Medyanın etkisiyle, Müslümanların Yahudileri bir dinamit gibi havaya uçuran teröristler olduğunu düşünüyordum. Yahudiler iyiydi, Araplar kötüydü. Arkadaşlarım böyle söylüyorlardı, öğretmenlerim bunu imâ ediyorlardı. Bu nedenle İslâm’la ilgili okumalarıma son verdim.1995’e geldiğimizde ailem sinagog değişikliği yapmaya karar verdi. Muhafazakâr yapıdan “Reformcu Yahudiler” olarak adlandırılan yeni bir gruba geçiş yaptık. Son derece liberal olmuştuk.

Ancak yeni haham benim için, bir manevî liderin sahip olması gerektiğini düşündüğüm özelliklerden çok uzak bir görünüm arz ediyordu. Bir akşam cemaat hâlinde otururken, hemen yakınlarda bulunan Boston Kolej’in bahçesinde gezen kız öğrencileri bizce hoş olmayan bir nazarla süzmekten duyduğu memnuniyeti ifade ederek birkaç kişinin gülmesine sebep olmuştu.Doğru düzgün bir dine bağlanmam gerektiğini düşünüyordum. Ama bu Ortodoks Yahudiliği olmayacaktı.Hristiyanlığın güçlü olduğunu düşündüğüm manevî boyutundan etkilenmiştim. Bilgilenmek için Katoliklerin büyük ayinlerine gidip papazlarla konuştum. Hz. İsa’nın ilâh olduğuna inanma konusunda kendimi çok zorladığım anlar oldu. Fakat ‘oğul’a dua etmek fikri bana çok anlamsız geliyordu. Uğraştığım halde bir sonuç alamayacağımı biliyordum. Buna rağmen kilise derslerine devam ettim ve öğrendiğim duaları okumaya çalıştım. Vaftiz edilmediğim için Katolik sayılmıyordum. Vaftiz için dokuz aylık dersleri tamamlamam gerekiyordu. Fakat, Katolik olmadan ölürsem ne olacaktı? Bu tür sorular gündeme gelince Hristiyanlık öğretisinin ne gibi eksiklikler taşıdığını araştırmaya karar verdim. Ama bir süre sonra dersleri tamamen bıraktım. Şubat 1999’da Hristiyan olmadığım halde bu dini terk ettim. Artık “kurtulanlardan” sayılmıyordum ama bu umurumda bile değildi. Ailem Katolik Kilisesinden ayrılmama gerçekten memnun olmuşlardı. Ancak ben hâlâ tek Tanrı inancımı muhafaza ediyordum. Kiliseden ayrılışım ve gerçek dini arayış sürecine girmem sanki bir anda oluvermişti.İslâm’la ilgili araştırma yapmak istediğimi söylediğimde babam beni bir kütüphaneye götürdü ve maalesef Britannica Ansiklopedisinden Hz. Muhammed (a.s.m.) hakkında yazılanları okumamı tavsiye etti. Okuduğum makalede İslâm Peygamberi’nin pek çok Yahudiyi katlettiği iddia ediliyordu. Bunu öğrendiğimde hem çok üzüldüm, hem de büyük bir şaşkınlık yaşadım. Bir an ne düşüneceğimi ve ne yapacağımı bilemedim. İslâm’ı reddetmeyi düşündüm ancak yine tek Tanrı’ya inanmaya devam edecektim. Öyleyse ne yapmalıydım? Yahudiliğin tahrif edildiğini biliyordum. Hristiyanlığın tahrif edildiğini de biliyordum. Ve şimdi bir şeyi daha iyi biliyordum ki, Britannica Ansiklopedisi doğruyu anlatmıyordu. Bu durumda İslâm’ı doğru kaynaklardan öğrenmem gerektiğine karar verdim.Müslümanlarla tanışabilmek için yerel bir cami aramaya başladım. İnternetten araştırma yapmak daha kolay olur düşüncesiyle Boston’da mevcut camilere bu şekilde ulaşmaya çalıştım. Nihayet ilgili web sitesi açıldığında ekranın hemen üst kısmında “Selamün Aleyküm” yazısı ile karşılaştım. Hemen adresi aldım. Boston’da bir cami bulmak ne büyük şanstı.Şubat ayı sonlarında Prospect Caddesi’ndeki camiye gittim. Hayatımda ilk kez dindar Müslümanlarla tanışacaktım ve beni nasıl karşılayacaklarına dair hiç bir fikrim yoktu. Acaba onların karşısında Yahudi kimliğimi saklamalı mıyım diye bile düşündüm. Sonra derin bir nefes alarak içeri girdim. Gördüğüm ilk kişiye “Af edersiniz, buraya İslâm hakkında bilgi edinmek için geldim”diyerek orada bulunma nedenimi açıkladım. Tanımadığım bu insanın sözlerime nasıl bir tepki vereceğini merakla bekledim. Ya bir eğitim sürecine davet edilirim ya da geri gönderilirim diye düşünüyordum. Gerçekten de talebime red cevabı alıp geri dönmek zorunda kalır mıydım? Bu düşüncelerle ayakkabılarımı elime alıp gitme hazırlığı yaparken, konuştuğum kişi “İngilizce bilmiyorum” diyerek ana odaya geçti. Ben de onu takip ederek içeri girdim. Beni öylesine gezip dolaşmam için yalnız bırakıp bırakmadığını tam olarak anlamamıştım. İçeride secde hâlinde ibadet eden insanları gördüm. Bir ara ne yapacağımı bilemedim.Daha sonra beni yalnız bırakan adamın büyük bir kalabalıkla içeri girdiğini fark ettim. Bulunduğum yerde oturdum kaldım. Bir tarafta ben, diğer tarafta elli kadar inançlı insan yer alıyordu. Hepsi birden aynı anda benimle heyecanla konuşmaya başladılar. Oldukça karışık ve bunaltıcı bir andı. Fakat kendimi çok iyi hissediyordum. Müslümanların İslâm’a ne kadar önem verdikleri böylece anlaşılıyordu. Elime tutuşturdukları Resimli İslâm Rehberi adlı broşüre bir göz attığımda öncelikle Kelime-i şehadet ile karşılaştım: “Eşhedü en la ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasulühü!” Öylesine heyecanlanmıştım ki, sanki o an bu sözü söylemeye hazır biri gibiydim. Katolik olabilmem için dokuz aylık bir eğitim sürecini tamamlamam gerekiyordu. Yahudi olmak içinse muhtemelen daha uzun bir zamana ihtiyacım vardı. Oysa İslâm’ı benimsemek birkaç dakikalık bir meseleydi. Dostça davranan ama temkini elden bırakmayan bir kardeş: “Emin misin? Bunu hemen yapmak zorunda değilsin” diyerek uyarıda bulundu.Şaşırmıştım. Söyleyeceğim söz üzerinde düşünmek zorunda kalacak kadar büyük bir anlam mı taşıyordu? Hemen şu anda Müslüman olduğumu ifade etmekle çok mu acele davranmış olacaktım? Yapılan uyarıyı dikkate alarak böylesine önemli bir karar öncesi kendime biraz zaman tanımanın daha uygun olacağı sonucuna vardım. O gün Müslüman olmasam da harika bir cumartesi geçirmiştim.Bundan sonraki bir yıllık dönemde çeşitli vesilelerle dünyanın farklı yerlerinden pek çok Müslümanla tanışma ve görüşme fırsatım oldu. Tüm farklılıklarına rağmen bunca kişinin birleştikleri tek bir ortak amaç söz konusuydu: Tek bir Allah’a en güzel şekilde kulluk etmek.İslâm’ı kabul etmeden önce bilinçlenmek için daha ciddi ve kapsamlı çalışmalar yapmaya karar verdim. Okuduklarımı daha iyi anlamak ve İslâm terminolojisine âşina olmak düşüncesiyle Arapça öğrenmeye niyet ettim. Bu arada başıma beklenmedik bir trafik kazası geldi. Ama kazayı hiç yara almadan atlattım.2000 yılının mayıs ayında uzun süredir görmediğim bir Müslüman arkadaşımla trende karşılaştım. Kendisiyle kısa bir sohbetimiz oldu. Bana henüz Müslüman olup olmadığımı sordu. Hayır cevabını verdiğimde ise şaşırtıcı bir şey söyledi:“Ölümün nerede nasıl geleceği belli değil. Müslüman olduğunu açıklamadan önce beklenmedik bir şekilde yolda yürürken bir trafik kazası geçirsen gayri müslim olarak hayatını sonlandırmış olacaksın. Bu da ebedî hayatının mahvolması demek olacak.” Bu sözleriyle sanki bir süre önce yaşadığım kazadan ders almayan beni uyarıyor gibiydi. İslâm’ı din olarak seçtiğimi açıklamak için daha fazla beklemenin anlamı yoktu. Aynı gün öğleden sonra mescide gidip namaz kılan cemaati izledim. İnsanların saflar hâlinde secdeye varma halleri ne kadar etkileyici bir sahneydi. Bu hal gerçekten de önemli bir kulluk göstergesiydi. Ben de bundan daha fazla uzak kalamazdım. Namaz biter bitmez kardeşlerime o gün Müslüman olmak istediğimi söyledim ve onların şahitliğinde kelime-i şehadet getirerek hak dine dönüş yaptım. Artık hayatımda yeni bir dönem başlıyordu


  Ben Londrada, tam bir protestan terbiyesi alarak yetişdim. 1930 senesinde, dahâ genç bir talebe iken, her genç gibi ba’zı hâdiselerle karşılaşıyor, bunları anlamağa çalışıyordum. Bunlardan birisi, din ile dünyâ arasında bir münâsebet aramak, ya’nî râhat ve huzûr içinde yaşamak için, dinden nasıl fâidelenebileceğimi düşünmek oldu. O zemân, ilk def’a olarak, farkına vardım ki, mensûb olduğum hıristiyan dîni, bu husûsda çok za’îf ve çok âciz. Zîrâ hıristiyanlık, dünyâyı yalnız fenâlıklarla dolu bir işkence yeri, insanları günâhkâr doğan mahlûklar olarak kabûl ediyor. Onlara hayâtda râhat bir yol göstermek şöyle dursun, her yapdıkları işin günâh olduğunu, bu günâhdan kurtulmak için, hiç bir çâre bulunmadığını, insanlar için ancak râhiblerin Allahü teâlâya düâ edebileceğini söylüyordu. Hıristiyanlık, insanları temâmen başı boş bırakmış ve yalnız pazar günleri, insanı hiç bir sûretde tatmîn etmiyen bir (kilise havası) içinde ibâdete teşvîk etmişdir. O senelerde, İngilterede büyük bir ekonomik buhran ve fakîrlik vardı. İnsanlar hayâtlarından ve hükûmetden hiç memnûn değildi. Hıristiyanlık, onlara bu ızdırâb dolu günlerde hiç yardım etmiyor, insanlar ondan bir tehammül kudreti bulamıyorlardı. Bu keyfiyyet, benim üzerimde çok fenâ bir te’sîr yapmışdı. Aklımdan çok, hislerime kapılarak, dînin ma’nâsız bir şey olduğuna karâr verdim. Hıristiyanlığı red ederek, kendimi, birçok gençler gibi, dinsizliğe ve komünizme verdim.Komünistlik, uzakdan işitilince gençlere bir haz veriyordu. Çünki, ekonomik sıkıntılar içinde bunalan ve yaşama kudreti bulamayan genç nesl, servet ve rütbe farkını ortadan kaldırdığını iddi’â eden komünizmi bir kurtarıcı olarak görüyordu. Fekat, kısa bir zemân sonra, farkına vardım ki, komünizmin iddi’âları, yalnız bir propagandadan ve boş lafdan ibâretdir. Onlarda da, hem rütbe, hem servet farkı aynen vardı. Her şey, her memleketde aynı idi. Bunun üzerine komünistlikden vaz geçerek, kendimi felsefeye verdim. Böylece kendimi, bir (panteist) olarak, (Vahdet-i vücûd) i’tikâdında olarak, yetişdirmeğe başladım.Garb memleketlerinde, islâmiyyet ile temâs etmek çok müşkildir. Çünki, orada islâmiyyete karşı, tâ Haçlı seferlerinden kalma bir düşmanlık vardır. Avrupalılar hiç tanımadıkları islâmiyyeti, nefret ile red ederler. Çocuklarını müslimân düşmanı olarak yetişdirirler. Müslimânlıkdan bahs etmek çok ayıp sayılır. Birisi bu bahsi açdı mı, herkesin suratı asılır ve herkes susar. Bu aralarda, beni bir vazîfe ile Avustralyaya göndermişlerdi. Bana verilen, (müslimânlıkdan nefret) terbiyesine rağmen, birgün, nasılsa merak ederek, bir Kur’ân tercemesini elime aldım. Fekat, dahâ kitâbı terceme edenin önsözünü okuyunca, kitâbı hemen kapatdım. Çünki, kitâbı terceme eden, dahâ önsözde Kur’ân-ı kerîm aleyhinde o kadar ağır laflar söylüyor, Kur’ân-ı kerîmi o kadar tahkîr ediyordu ki, böyle bir kitâbı okumak ma’nâsız olurdu. Sonra düşündüm. Mâdemki, hıristiyanlar müslimânlardan nefret ediyorlardı. O hâlde, tercemeyi yapan hıristiyanın, bu te’sîr altında kalarak, bozuk bir terceme yapması, ba’zı yerleri yanlış anlaması imkânı vardı. Bir kerre meraklanmışdım. Artık işi ciddiyyet ile ele aldım ve birkaç hafta sonra, Avustralyanın garb tarafında Perth şehrine gitdiğim zemân, bu şehrin büyük kütübhânesine uğrayarak müslimânlar tarafından tefsîr edilmiş bir Kur’ân-ı kerîm bulunup bulunmadığını araşdırdım. Bana böyle bir terceme bulup verdiler. Bunu açıp, içindeki ilk sûreyi, (Fâtiha-i şerîfe)yi okuyunca, ne kadar müteha*sis olduğumu size anlatamam. Fâtiha, (Âlemlerin rabbine hamd) ile başlıyordu. (Bize doğru yolu göster) diye yalvarıyordu. Ne güzeldi! Fâtiha-i şerîfi birçok def’alar okudum. Burada zikr edilen büyük hâlık, (Rahmân ve Rahîm) ya’nî çok merhametli idi. Hıristiyanların dediği gibi, insanları günâhkâr olarak yaratmamışdı. Kur’ân-ı kerîmi okumağa başladım ve okudukça kendimden geçdim. Bütün arzûlarımın, tesavvurlarımın aynını bu kudsî kitâbda buluyordum. Sâatler geçmiş ve ben nerede olduğumu, zemânı, her şeyi unutmuşdum. Bana Kur’ân-ı kerîmle berâber, Muhammed sallallahü teâlâ aleyhi ve sellemin hayâtına dâir ba’zı kitâblar da bulup getirmişlerdi. Kendimden geçerek bunları okuyordum. Nihâyet kütübhâne me’mûru yanıma gelerek, (Vakt geldi, artık kütübhâneyi kapatıyoruz)deyince kendime geldim.Kütübhâneden evime dönerken, (İşte şimdi maksadıma kavuşdum.Ben artık müslimân oldum)diye tekrâr edip duruyordum. Artık, Allahü teâlânın inâyeti ile, hidâyete kavuşdum. Eve dönerken sıcak bir kahve içmek için münâsib bir yer aradım. Caddeden aşağı doğru inerken aklımda yalnız Kur’ân-ı kerîm, müslimânlık ve Allahü teâlâ vardı. Nereye gitdiğimin farkında değildim. Birdenbire ayaklarım kendiliğinden durdu. Başımı kaldırınca, kızmızı tuğladan yapılmış bir binânın önünde olduğumu gördüm.Bacaklarım kendiliğinden beni buraya kadar getirmişdi. Binânın üzerindeki levhaya bakdım. Burası Avustralyadaki bir câmi’ idi.Kendi kendime, (Allahü teâlâ sana doğru yolu ihsân etdi ve sana ne yapman îcâb etdiğini bildirdi. Sen müslimânlığı tanıdın. Allahü teâlâ seni câmi’in kapısı önüne kadar getirdi. Hemen içeri gir ve bu dîni kabûl et) dedim. İçeri girdim ve müslimân oldum.O zemâna kadar bir tek müslimân tanımamışdım. İslâmiyyeti kendi kendime buldum ve kabûl etdim. Kimse bana bu husûsda rehberlik etmedi. Benim rehberim yalnız akl-ı selîmim oldu.

                                                                         BİR   HİDAYETİN  HİKAYESİ

  Muhammed Selim- Adım Muhammed Selim V/D Langenberg'dir, 35 yasındayım. Eski adım Stefano idi, yeni ismimden hoşlanıyorum. Bana yeni ismim, yeni bir kimlik verdi.Şu anda annemin yanında Hardinxveld-Giessendam sehrinde ikamet ediyorum. Ailem henüz ismime alışmış değil.
            2)M. Bal- Tahsilinizi nerde yaptınız?
            M. Selim- Tahsilimi Dordrecht sehrinde Davinci kolejinde yaptım. Havo'yu (liseyi) bitirdim. Orada Hollandaca, Ingilizce, Fransızca, Almanca, Cografya, Tarih ve yurtdaşlık bilgileri ve Ekonomi  dersleri okudum.
            3)M. Bal- Müslümanlığa ilgi duymanıza sebep olan faktörler nelerdir?
            M. Selim- Çalıştığım işyerindeki müslüman kardeşlerime ilgi duydum. Ben eskiden Rooms-Katoliktim. Bu dinde oruç bilinen bir şeydir. Her ne kadar müslümanların orucu gibi değilse de ortak bir yönü var. Oda beni araştırmaya sevk eden bir faktör oldu. Ben incili en ince noktasına kadar inceleye inceleye okudum ve araştırdım. Bu benim tam üç yılımı aldı, ve şu sonuca vardım: Incilde kendi kendini tekzip eden çok ihtilaflı sözler okudum ve onun için müslüman kardeşlerime onu hiç okumamalarini tavsiye ediyorum. Bir misâl verecek olursak; Incilde murdar hayvan-ların etinin yenmemesi yazılı. Bunların içinde domuz da zikrolunuyor. (Leviticus 11:1-46) Fakat Hristiyanlarin buna uymadıklarını ve Incilden, başka bir ayetle buna cevaz verdiklerini tesbit ettim. (bak- Handelingen 10) Abdest ve Guslün Incilde mevcud olduğunu ve Hristiyanların bunu yapmadığını gördüm. (Leviticus 15:1-33) Iddialari ise; Isâ A.S. bizleri arındırmış dolayısıyla gerekmezmiş diyorlar.
            Yine Incilde erkeklerin bila istisna sünnet olması yazılı. (Genesis 17:1- 24 ve Josua 5:1-12) Fakat Hristiyanlar, Isâ A.S.'in bunları neshettiğini iddia ediyorlar.         Bu iddiaları da Apostelen kitabı 15. Babta Paulusun Galaten yazdığı mektupta 5:1-12 vardır. O da doğru olmayan bir şey. Iste bu saplantılar, delaletler beni müslümanlığa koşturan sebeplerdir.
            Öyle bir an geldi ki, kiliseye karşı kuşkularım daha da çoğaldı. Önce şu soru aklıma geldi, şayet Hristiyanlık Hak bir din ise; neden bu kadar çok firkalara ayrıldılar ve neden birbirleriyle kavga halindeler? Bağlı olduğum kilisenin papazı, insanların mikro organik bir takım hücrelerden, bilâhere maymundan türeyip tekâmül neticesi bu şekle ulaştığını iddia eden bir teoriyi desteklediğini görünce, hepten yolumu şaşırmıştım. Yani; Incilde bulunanları papaz inkâr ediyor ve diyor ki; “Incilde yazılı olanlara yazılı olduğu gibi inanmayın.”Bende öyle yaptım. Elhamdülillah müslüman oldum ve Hak dini Islâmı buldum, gerçek emniyete selâmete kavuştum. Önce kütüphaneye giderek Islam hakkında çesitli kitaplar okudum, sonra Kur'anı inceledim. Ve daha sonra kendim Kur'an satın aldım, şimdi ise her ay Kur'anı hatim ediyorum. (Tercümesinden) Kur'anı okurken, işyerimde bazı arkadaşlarım bana yardımcı oluyorlardı. Bir gün boy abdesti aldım ve camiye telefon ettim, müslüman nasıl olunur dedim. Bana camiye gel konuşalım dediler, bende kâfir olarak gittiğim “ Süleyman Çelebi Gorinchem Camiinden”, mü'min olarak döndüm. Kelime-i şahadet getirdim. Elhamdülillah müslüman oldum. Bu iş bir kaç şahidin huzurunda oldu. Daha sonra bütün müslüman kardeşlerim beni sevinçle bağırlarına bastılar. Böylece din kardeşliğinin ne olduğunu orada anladım. Müslümanların birbirlerine bağlılığı, sosyal yönü, kardeşliği birbirleriyle muâşeretleri beni etkiledi ve diyorum ki; müslüman için hergün bayramdır.

          
  4)M. Bal- Senin yakınların müslüman oluşunu nasıl karşılıyorlar?
            M. Selim- Yakınlarımın davranışları farklı oldu. Bir kısmı normal karşıladı, bir kısmı da zorluk çıkarttı.Bu ise bilmediklerinden ve Islama karşı ön yargılı olduklarından kaynaklanıyor. Islamın zenginliklerinden, güzelliklerinden haber-sizdirler. Akrabalarımın içinde her zaman bir zorluk hissettim, Bu da dışarının etkisiyle oldu. Hele hele kilisesine gittiğim papaz çok etkili oldu. Çok zorlandım fakat Allah'ın yardımı ve yeni kardeşlerimin desteğiyle sabretmesini bildim.
            Bir çok insana Islamin Cihan şumul bir din olduğunu, sadece başka milletlere (Türklere ve Arablara) ait olmadığını anlattım ve anlatmaya çalışıyorum. Şunu da anlatıyorum: Allah katında gerçek Din, mükemmel Din, Islamdır ve Islamdan başka dinler Muteber değildir. Ali Imran: 19-83-85. Maide: 3.
            5)M. Bal- Müslüman olduktan sonra hayatında ne gibi değişiklikler oldu?
            M. Selim- Allaha hamd olsun mutluluğu yakaladım, şu anda etrafımda cereyan eden olaylara ibretle bakmaktayım, ve yakînen inanıyorum ki; Allah birdir, mevcuttur ve her mahlukun rızkını o veriyor.Hayatım düzene girdi. Günde beş vakit namazımı kılıyorum ve Kur'anın meâlini devamlı olarak okuyorum. Ayrıca beden temizliğine itina ediyorum. Gerçi ben eskidende temizlige riâyet ediyordum ama şimdi ise, benim için daha da önemli oldu, çünki biliyorum ki bu cesedimiz bize Allah'ın emanetidir. Her abdest alışta bunu hatırlıyorum. Sünnet olmakta benim için temizliğin alametidir, bunu ileride sirası gelince anlatırım. Domuz eti yemiyorum, gerçi eskidende yemiyordum, ancak satın aldığım yiyeceklere simdi çok daha dikkat ediyorum. Önce muhteviyatını okuyorum, sonra satın alıyorum.
            Müslüman olduktan sonra gusün alma seklini öğrendim. Önceleri Incilde böyle bir şey okudum, fakat kilise bunu terketti. Onların iddialari da Hz. Isâ A.S. onları arındırdığı içindir. (Bak Incil Leviticus 15:1-33)  ve müslüman olduktan sonra, islamın sadece bir inanç değil, aynı zamanda bir hayat tarzı olduğunu öğrendim.
            En büyük değişiklik ise, bir çok din kardeşim oldu ve kendime güvenim arttı.
            6)M. Bal- Islamı genel olarak nasıl görüyorsun?
             M. Selim- Islâm, mükemmel, saf bir dindir ki; onu bize Allah bahşetti çünkü; o Rahman ve Rahimdir.Islam aynı zamanda yardımlaşmayı, barışı, hoşgörürüyü, günahlardan uzak durmayı emreder. Ayrımcılığı men eder. Diğer dinlere de müsamaha ile bakar.
            7)M. Bal- Müslümanlık Türklere ve Arablara has bir dindir diyenlerin görüşüne karşı görüşün nedir?            M. Selim- Ben bu görüşe katılmıyorum ve bu görüşe kesinlikle karşıyım. Allah-u teâlâ Kur'ânı Kerim de buyurdugu gibi: “Allah katında tek din Islâmdir.”
            8) M. Bal- Islamı nasıl yaşıyorsun, günde beş vakit namaz, oruç ve iş, bu işi nasıl yürütüyorsun?            M. Selim- Müslüman olarak elimden geldiği kadar herkesle iyi geçinmeye çalışıyorum. Ihlaslı olmaya, günahlara düşmemeye ve günahlara yaklaştıran her şeyden uzak durmaya çalışıyorum. Allahın yarattığı mahlukatına sevgiyle ve ibretle bakmaya çalışıyorum. Ibadet benim için hayatımın önemli bir parçası oldu. Baslanğıçta beş vakit namazı vaktinde kılmaya zorlanıyordum. Şimdi ise, hayatımın bir parçası haline geldiler. Oruç ise; benim için Allaha karşı bir hamd şeklidir. Müslüman böylece şükrünü Allah’a takdim eder.
            Oruç tutmak benim için zor olmadı. Eski bir Hollanda atasözü şöyle der: “Bir şey için rağbet varsa; onun çaresi bulunur.” Bana göre her kim halis bir niyetle bir amele (ise) baslarsa, Allahu teâlâ o işi ona kolaylaştırır. Bana farz olan ibadetleri tesekkür niyetiyle Allah için yerine getirirken, işim bana engel teşkil etmiyor. Ramazanda çalışmak, oruçlu olan için çok güzel bir meşgaledir. Insan akşam nasıl olduğunu anlamıyor. Çalışırken namaz kılmama hiçbir engel çıkmadı. Hatta çalışırken namaz vakti geldiğinde iş arkadaşlarım çoğu zaman beni uyarıyorlar, namaz vaktin geldi diyorlar.Namaz kılmak aynı zamanda kanûnî bir hakkımızdır.
            9) M. Bal- Kur'ân-ı Kerim hakkındaki görüşlerinizi alabilirmiyiz?
            M. Selim- Hz. Kur'ân Allah c.c. tarafından peygamber efendimiz S.A.V.’e vahiy yoluyla Ramazan ayında indirildi. Kendinden önce indirilenleri tasdik eden, ve insanlara doğru yolu gösteren ilahi bir kitaptır.Ben her gün bir cûz okuyarak her ay Allah'ın izniyle hatim ediyorum. Şu ana kadar bir çok kere (mealini) hatim ettim.
            10) M. Bal- Hadis hakkında görüşlerinizi alabilir-miyim? Bu hususta bir sey okudunuzmu?            M. Selim- Hadis-i serifler çok güvenilir Raviler vasıtasıyla bize intikal eden peygamber efendimizden rivayet olunan sözlerdir. Elimde Riyazussalihin tercümesi bulunmaktadır. Ayrıca kırk hadis ihtivâ eden bir kitapçık elimde var ve bunlardan okuyorum on kadar hadis ezberledim. Ümit ederim benimle bu reportaji yapan kadar hadis öğrenirim inşaallah.
            11) M. Bal- Yeni tanıştığın dindaşlarını genel olarak nasıl görüyorsun?
            M. Selim- Daha önce de belirtmeye çalıştığım gibi benim dindaşlarım, (yeni kardeşlerim demek kulağa daha hoş gelmektedir.)Onları cana yakın, sevgi dolu, yardım sever ve güzel bir örnek olarak görmekteyim.Hem kendi halklari içinde, hem de diğer milletler içinde. Biz hakiki bir kardeş gibiyiz, beni samimi ve dostça aralarına aldılar. Bu benim için çok değerli bir tecrübe (hatıra) oldu. Bunu asla unutmayacağım.
            12) M. Bal- Hollanda'da Islamin geleceği hakkında ne düşünmektesiniz?
            M. Selim- Bir kaç sene zarfında Hollanda  diğer dinleri resmen tanıdığı gibi Islamı da resmen tanıyacağıni düşünüyorum. Ve bir Hollandalının müslüman oluğu en normal ve tabii bir olay olacak. Bir gazete haberine göre Islam Hollandanın en büyük dini olacağını yazıyor. Şu anda sayı bakımından ikinci sıradadır.
           13) M. Bal- Müslüman olmadan önce Islam hakkında nasıl bir görüşe sahiptiniz?            M. Selim- Ben Islama karşı daima iyimser bir haldeyim, ancak bilgisizlik yüzünden bende bir çok Hollandalı gibi yanlış imajlara sahiptim, meselâ; güya müslümanlar Isâ A.S.'a inanmazlarmış, ancak büyük bir hayretle bunun yanlış olduğunu Kur'ânda okudum ve onun hak peygamber olduğunu, Allah'ın kulu olduğunu, oğlu olmadığını öğrendim, bu benim için çok önemli keşif oldu. Ben Islamı tanımadığım zamanlarda onu araştırırken, diğer insanların yaptığı gibi farklılıkları değil, ortak yönlerimizi araştırdım.
            14) M. Bal- Sünnet olmak hakkında görüşün nedir?  Tecrübelerini anlatırmısın?
            M. Selim- Sünnet olmak müslüman için hayatın önemli olaylarından biridir.Sünnet, insanı kâmil bir müslümana çevirir. Müslümanlik âlâmetlerinden biridir. Benim için başka bir önemi de eski dinimden bütün alâkamı kestim artık. Eski hayatımın pisliğinden hiç bir eser kalmadı.Tevrata göre sünnet, Allahla kul arasında dostluk alameti imiş. (Bak incil Genesis 17:1-24  ve yine incil Josua 5:1-12) Sünnet bir nişandır ki; sana her zaman müslümanlığını hatırlatır, ve insanı insanlar arasında kâfirlerden ayırt eden  bir alamettir. Benim için Hristiyanlığın bittiği ve Islamî hayatın başladığı mânâsı hasıl oldu, sünnet olmamla. Sünnet oluşum çok mutlu bir olaydı. Ilk zaman çekingendim fakat kısa zamanda bu çekingenlik geçti, Gorinchem  Beatrix hastahanesine bir kaç müslüman kardeşimle gittim. Sünnet olduktan sonra beni eve getirdiler. Salı günü sünnet oldum, çarşamba günü motora atladım camiye koştum, ve o hafta cumartesi  bütün kardeşlerim Gorinchem Süleyman Çelebi camiide bana merasim yaptılar. Kur'ân okundu, namazlarımızı kıldık ve çay ocağında beni kutladılar, hediyeler verdiler ve beni tebrik ettiler. O benim için hiç unutamayacağım bir hatıra oldu. Bu merasim muazzam oldu. Benim din kardeşlerim beni çepeçevre kuşattılar, bana destek oldular ve hâlâ olmaya devam etmekteler.
            15)M. Bal- Islam’ı araştıranlara, ve yeni müslüman olanlara neler tavsiye edersiniz?
            M. Selim- Önce şunu derim: araştırmayı bırak, çünkü yanlış yoldan hedefe gidilmez. Kendi araştırmanla islamı bulamazsın, Kur'ânı oku ve teslim ol, müslüman ol. Islam sadece inanmakla kalmıyor, Islam aynı zamanda güvendir, yakinen Allahın var olduğunu ve yaratıklarının rızkını o veriyor. Buna kesin şekilde inanmaya da  “ Islam “ denir.

    
Yeni müslüman olanlara tavsiyem şudur: Kendini tam bir şekilde Allaha ver, gemilerini yak, arkana bir daha bakma, imansızlar, kitapsızlar seni yolundan alı koymasın. Bunlar senin en yakın akrabaların olsa dahi, Allahın gösterdiği istikamete yürü ve yanlızca ona kulluk et. Sana destek olsun diye Kur'ândan şunları oku: Sure 2:109-120, Sure 9:23, Sure 29:8, Sure 30:60, Sure 31:15
 Danilo Giannoni, bineceği uçağı kaçırınca hayatı değişti. Asıl mesleği takı tasarımcılığı olan İtalyan Giannoni’nin ebru yapmaya başlamasının ve Türkiye’ye yerleşmesinin ilginç bir hikâyesi var: Ülkesine dönme planı, uçağa yetişemeyince suya düştü. İstanbul’a giden Giannoni, ilk görüşte vurulduğu ebru için yaşantısını değiştirdi. Önce ülkesine dönerek çalıştığı şirketlerden ayrıldı, sonra evini İstanbul’a taşıdı. ‘Sır Kapısı’ hikayelerini çağrıştıran bir tanışmanın ardından Müslüman oldu.
 İSLAMİYET’E GİDEN YOL ‘EBRU’DAN GEÇER Şer zannettiğimiz şeyler bazen hayır çıkar. Bunu yaşamadan bilemeyiz. Danilo Giannoni, böyle bir tersliğin ardında saklı güzellikleri elbette bilemezdi. İtalyan vatandaşı olan Giannoni, bir ebru sanatçısı. Asıl mesleği takı tasarımcılığı olan Giannoni’nin ebru yapmaya başlamasının ve Türkiye’ye yerleşmesinin ilginç bir hikayesi var: Bulgari, Damiani ve Leo Pizzo gibi ünlü firmalarda mücevher tasarımcısı olarak çalışırken, 2002 Eylül’ünde tatil için geldiği Antalya’dan ülkesine dönerken uçağı kaçırıyor. Arkadaşlarının önerisiyle 3 günlüğüne İstanbul’a giden Giannoni, sokakta ebru yapan insanları görüyor. Kendi deyimiyle ilk görüşte vurulduğu ebru için bütün yaşantısını değiştiriyor. Önce ülkesine dönerek çalıştığı şirketlerden ayrılıyor, arkasından ise evini İstanbul’a taşıyor. “Eğer uçağı kaçırmamış olsaydım herhalde dünyanın bir yerinde takı sergisinde veya fuarında olurdum.” diyen Giannoni, Beyoğlu’nun arka sokaklarında küçük bir dükkanda ebru yapmaya başlıyor. Aldığı kitaplarla ve örnek aldığı sanatçıların eserlerini görerek ebru yapmayı öğrenen Giannoni, şimdi ise geçen yıl Taksim’de açtığı 3 katlı atölyesinde ebru dersleri veriyor. Ebru öğrenmeye karar vererek tüm yaşantısını bir anda değiştiren Giannoni, yardım için başvurduğu kişilerden yeterli desteği alamamaktan yakınıyor.
Kendisine örnek olarak 20. yüzyılın ebru üstatlarından Necmettin Okyay’ı alan Giannoni, figüratif ebrunun ilk örneklerinden olan çiçekli ebru türünü geliştiren Necmettin Hoca’nın eserlerinden oluşan bir koleksiyona da sahip. Necmettin Okyay’ın kuzeni ve öğrencisi olan Mustafa Düzgünman’ın eserlerinde de aynı duyguyu ve heyecanı aldığını açıklayan Giannoni, onlardan sonra gelen ustalar için aynı şeyleri düşünmediğini dile getiriyor. Ailesinin kendisini bir deli gibi gördüğünü belirten Giannoni, insanların “Dünyanın en iyi firmaları ile çalışıyorsun, takı tasarımında 7 defa ödül aldın, bir anda ilk defa gördüğün bir sanata ‘vuruldum’ diyerek onlarla ilişkini kesip tanımadığın bir ülkeye gidip yerleşiyorsun. Sen tam anlamıyla çılgın bir delisin.” dediğini dile getiriyor. Kendisini ebruyla özdeşleştiren Giannoni’ye göre ebru, heyecanların, duyguların ve renklerin bir karışımı. Giannoni, “Benim hayatım ebruya çok benziyor. Ruh halim ebru gibi değişken olabiliyor. Yağmur yağdığında yaptığım ebruyla güneşli havada yaptığım ebru çok farklı oluyor.” diyor. Giannoni, ebru yaparken ruhunu beslemeyi de ihmal etmiyor. Ruh dengesini kurmak için ney dinlemeyi tercih eden Danilo, ebruyu modern çizgilere taşımış. Ebruyu birçok üç boyutlu objeye taşıyan sanatçı, gündelik hayatta kullandığımız objelere taşınan ebrunun böylece güncelliğini koruyacağı görüşünde.
“Turist idim intisab ettim”
Şimdiye kadar yaptığı ebru çalışmaları 3 büyük devlet adamının duvarlarını süslüyor sanatçının; İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, Japon İmparatoru Akihito ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan. İtalyan Başbakanı Silvio Berlusconi’nin İstanbul’a geldiğinde ona verilmek üzere kendisinden 2 tablo istendiğini açıklayan Giannoni, 2 tablonun Başbakan Erdoğan’a, bir tablonun da Japon imparatorunun doğum gününde hediye edilmek üzere satın alındığını açıklıyor. Tabloları alanların isimlerini söylemeyen Danilo, müşterilerinin kendisine güvendiğini belirterek güvenlerini sarsmak istemediğini belirtiyor. Ebrunun yanında artistik danışmanlık hizmeti veren Danilo, İtalya’da bulunan bilgisayar firması ve GSM operatörü ile çalışıyor. Bazı firmaların reklamlarının fonunda ebru kullanmış ve olumlu eleştiriler almış. Sanatçı, “Ebruyu özellikle kullanıyorum. Kendimi gönüllü sanat elçisi olarak görüyorum.” diyor.Birçok projesinin olduğunu açıklayan Giannoni, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşerek projelerini açıklamak istediğini; fakat henüz görüşemediklerini belirtiyor. Hazırlamak istediği ilk projeden bahseden Giannoni, “Ebruyu kullanarak Türkiye’nin kartviziti olacak bir çalışmanın hazırlığı içerisindeyim. Böylece Türkiye’nin tanıtımlarında da kullanılacak bir kartvizit. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşebilirsem projenin detaylarını açıklayacağım.” şeklinde konuşuyor. Danilo’ya teklif getiren yalnızca İtalyan firmalar değil, anlaşma aşamasında oldukları için ismini vermek istemediği bir Türk bankası da kredi alan müşterilerine hediye etmek üzere 5 bin tane ebru siparişi vermek istediğini ifade ediyor. Danilo, yaşantısını neredeyse tamamen değiştiren uçağını kaçırma hikayesinin en büyük meyvesi olarak İslamiyet’le tanışmasını görüyor. “O gün Antalya’da uçağı kaçırmasaydım İslamiyet’le de tanışamayacaktım. Uçağı kaçırmış olmamın tek hikmeti ebruyla tanışmam değilmiş.” diyen Giannoni’nin tanışma hikayesi şöyle: Danilo, çocukluk yaşlarından bu yana rüyasında bir oda ve odanın penceresine yansıyan bir cami görür. Önceleri camiyi tanımadığı için rüyasında gördüğü yapıya anlam veremez. Daha sonra cami olduğunu öğrenir. Danilo’nun rüyaları, 2002 Eylül’ünde Antalya’daki uçağını kaçırarak vakit geçirmek için geldiği İstanbul’a kadar sürer. Sultanahmet’te bir banka oturup kitap okuyan Danilo’nun yanına iyi İngilizce konuşan beyaz sakallı bir yaşlı yaklaşır. Ona burada ne yaptığını sorar. O da turist olarak bulunduğunu söyleyerek yemek yiyebileceği yerleri sorar. Danilo’nun İtalyan olduğunu öğrenen yaşlı adam, “Benim de bir arkadaşım yıllardır bir İtalyan’ı beklediğini söyleyip durur; sakın o sen olmayasın!” der ve tebessüm eder. Yaşlı adam bir süre sohbet ettiği Danilo’yu semazenlerin gösterisine davet eder, böylece bir İtalyan’ı beklediğini söyleyen Yakup Hoca ile Danilo’yu tanıştıracaktır. Yaşlı amcanın söyledikleri, Giannoni’ye ilginç gelir.Semazenlerin gösterisine giden Giannoni, her akşam gelen Yakup Hoca’nın o akşam gelmediğini öğrenir. Yaşlı adam, “Üzülme, ben seni evine götürürüm.” der. Yakup Hoca’nın evine gittiklerinde ise Danilo beyninden vurulmuşa döner; çünkü yıllarca rüyalarında gördüğü odaya girmiştir. Odanın penceresine yansıyan caminin ise Fatih Camii olduğunu anlar. Yakup Hoca hemen Danilo’nun koluna bakar. Kolundaki beyaz lekeyi görünce “Sen benim yıllardır beklediğim İtalyansın.” der. Müslümanlığa olan çağrısı yıllar önce başlamış olan Danilo, Yakup Hoca’dan İslamiyet’i öğrenir ve Müslüman olur.İtalyan ünlüleri, Türk engelli çocuklar için seferber edecek Sanat ve iş dünyasının ünlü isimlerini, otistik çocukların eğitimine katkıda bulunmak için bir araya getiren Danilo Giannoni, şimdi de İtalyan ünlülerini seferber edecek. Tohum Otizm Vakfı’nın yararına hazırlanan ‘Tohuma Su Gerek’ projesi için aralarında Güler Sabancı, Caroline Koç, Leyla Alaton, Oya Eczacıbaşı, Bettina Hakko, Hülya Avşar, Demet Akbağ gibi isimlerin bulunduğu 33 ünlüyü bir araya getiren Giannoni, şimdi de İtalya’daki sanat ve iş dünyasının ünlülerini bir araya getirecek. İtalya’nın yaklaşık 30 ünlü isminin yapacağı ebru çalışmaları, düzenlenecek açık artırma ile satılacak. Elde edilen gelir Tohum Otizm Vakfı’na bağışlanacak.
 

                                  Mesnevi’yi okuyup Müslüman oldu şimdi dünyaya Mevlânâ’yı tanıtıyor
 
Amerika’nın California eyaletinde yaşayan 57 yaşındaki psikolog Dr. William Gamard, mistisizm üzerine araştırma yaparken Mevlânâ Celaleddin Rumi’nin Mesnevi’sinin İngilizce çevirisini okumuş. 1975 yılında Mevlevilikle tanışan Gamard, 1984 yılında Müslüman olarak İbrahim ismini almış.
Amerika’nın California eyaletinde yaşayan 57 yaşındaki psikolog Dr. William Gamard, mistisizm üzerine araştırma yaparken Mevlânâ Celaleddin Rumi’nin Mesnevi’sinin İngilizce çevirisini okumuş. 1975 yılında Mevlevilikle tanışan Gamard, 1984 yılında Müslüman olarak İbrahim ismini almış.Mevlânâ’nın Amerika’da yayınlanan kitaplarından İslam’la ilgili bölümlerin çıkarıldığını söyleyen Gamard, senede 2 kez Türkiye’ye geliyor. “Mevlânâ Türbesi’nde Allah’ın muhabbetini ve el-Vedüd ismini, Eyüp Sultan’da ise Rahmetullah’ı hissediyorum.” diyor. Mevlânâ’nın eserlerinde Gamard’ı en çok aşk ve kalbin hikmetinin anlatıldığı kısımlar etkilemiş. 12 yıldır Mevlânâ’nın eserlerini tercüme eden Gamard, Mesnevi ve Mevlevilik üzerine bir web sitesi oluşturmuş. 2004 yılında ‘Rumi ve İslam’ adlı bir kitap yazmış. Gamard, Mevleviliği daha iyi öğrenmek için her yıl 2 kere Türkiye’ye geliyor. Amerika’da, İslam’a şüpheyle yaklaşıldığını vurgulayan Gamard, Mevlânâ’nın kitaplarından, çok satması için İslam’la ilgili kısımların çıkarıldığını savunuyor.Mevlânâ’nın, sanki hiçbir dine inanmayan, tüm dinlerin üstünde bir veli gibi gösterildiğini ifade eden Gamard, web sitesinde Hz. Mevlânâ’nın eserlerinin İslam’la dopdolu olduğunu anlatmaya çalışıyor. İncil’i okuduğunda Hz. İsa’nın “Her şey senin iradenle olur, benim değil.” duasını her zaman düşündüğünü ve kalbinden geçirdiğini ifade eden Gamard, “Bence bu tam olarak teslimiyettir ve İslam’dır.” diyor.Psikolog Dr. William Gamard, Amerika’daki birçok sufinin Mevleviliği benimsemesine rağmen Müslüman olmadığını dile getiriyor. Amerikalı 10 kişiden oluşan bir Mevlevi grubuna başkanlık ettiğini ifade eden Gamard, ayda 2 kez Müslüman bir çiftin evinde toplanarak 99’luk büyük tesbihlerle bir daire şeklinde oturduklarını, Farsça gazeller ve Türkçe ilahiler söyleyerek zikrettiklerini belirtiyor. Gamard’ın grubunda kadın semazenler başka bir odada sema yapıyor. Gamard, “Ben gelenekçi ve muhafazakar bin Mevleviyim. Kadınlarla erkekler aynı yerde sema yapamaz.” diyor. Gamard, 1976 yılında Süleyman Hayati Dede’nin Konya’dan California’ya gelerek kendisine sikke giydirmesiyle semazen olmuş. Gamard, sema gösterilerinin yozlaştırıldığını ve Türkiye’ye turist çekmek için yapıldığını öne sürdü.

                                                   AMERIKA’ DA MEKSIKA’LI BIR MUHTEDI: ALI
  Otuz bir yasinda Amerika dogumlu bir Meksikaliyim. Islâm’a dönüs hikayemi insanlarin Islâm’i daha iyi anlamalarina vesile olmak düsüncesiyle paylasmak istiyorum. Çünkü çogu insanin Islâm hakkindaki düsüncesi yanlis veya tarafli bilgiler sunan televizyon yayinlari veya filmler ile sekilleniyor. Bu nedenle Islâm gerçeginin ortaya konmasi gerektigini düsünüyorum. Insaallah bu yolda az da olsa katkida bulunanlardan olurum. Islâm öncesi hayatim gerçekten çok kötüydü. Hayata dair hiçbir hedefi olmayan bir insandim. Onbirinci sinifta okula devamsizlik yaparak vaktimi bos seylerle harciyordum. Arkadaslarimla birlikte sokaklarda egleniyor, kokain içip satiyorduk. Arkadaslarimdan çogu çete üyesiydiler. Ben hiçbir zaman bir çetenin üyesi olmamistim. Yine de zamanla daha agir uyusturuculara yönelmekten kendimi alamadim. Bu sekilde asla gerçeklestiremeyecegim hayaller dünyasina dalip gidiyordum. Ne kadar bunalirsam o kadar uyusturucuya siginiyordum. Halbuki bunun sadece geçici bir kaçis oldugunun da farkindaydim. Sorunlarimin çözümü bu degildi.
Bir gün bir arkadasim vesilesiyle bir kitapla tanistim. Bu kitap ona hayata dair problemlerini çözmede kendisine yardimci olacagini söyleyen bir arkadasi tarafindan hediye edilmisti. Bu Kitap Kur’an’di. O zamana kadar Kur’an hakkinda hiçbir sey duymamistim. Merakla birkaç sayfaya göz atmaya basladigimda içimde gerçegin bilgisini okuduguma dair bir his uyandi. Bu sanki yüzüme vurulan sefkatli bir ikaz tokadiydi veya beni uykudan uyandiran bir çagriydi. Kur’an çok net ve anlasilabilir bir kitapti. Okuduklarimdan etkilenerek Islam hakkinda daha çok sey ögrenmek ve Müslümanlarla tanismak istedim. Garip olan suydu ki, o an yeni bir din arayisinda degildim. Bir zamanlar kiliseye giden insanlara gülerdim. Içimin derinliklerinde var oldugunu bildigim halde bazen, “Tanri yok!” gibi sözler sarf edebilmekteydim. Birkaç gün sonra kütüphaneye giderek Kur’an meâli aldim ve üzerinde çalismaya basladim. Bu sekilde Peygamber Hz. Muhammed (SAV ) hakkinda bilgi edindim ve Meryem oglu Isa (AS)’in gerçek hikâyesini ögrenme imkâni buldum. Kur’an’a göre tek bir Allah vardi ve O’nun esi-benzeri yoktu. Hz. Isa “Tanri’nin oglu” degil bir peygamberdi. Iste bu açiklama benim için en önemli husustu. Çünkü Hiristiyanlik’ta vaaz edilen Teslis Inanci’ni bir türlü anlayamamistim. Kur’an Hz. Isa’nin mucizevî dogumundan ve peygamberlik misyonundan bahsetmekteydi. Yine Kur’an’da Meryem adli bir sûre yer almaktaydi. Çocukluk yillarimda kiz kardesimle birlikte Yedinci Gün Baglilari Kilisesi’ne mensup olan annem tarafindan her Cumartesi kiliseye götürülürdük. Ancak hiçbir zaman gerçek mânâda dindar biri olmadigimi söylemeliyim. Nitekim ondört-onbes yaslarinda iken kiliseye gitmekten tamamen vazgeçmistim. Ailemin diger üyeleri ve akrabalarim Katolik idiler. Bizim neden farkli bir kiliseye mensup oldugumuzu anlayamiyordum. Meksika’ya gittigimizde dügün veya kutlamalar nedeniyle hepimiz Katolik Kilisesi’ne gidiyorduk. Hz. Muhammed (SAV) Allah’in son peygamberiydi ve bütün insanliga gönderilmisti. Kur’an Âdem, Ibrahim, Nuh, Ishak, Davut, Musa ve Isa (Allah’in selami hepsinin üzerine olsun) gibi bütün peygamberlerden net ve anlasilir bir üslupla bahsetmekteydi. Islâm hakkinda aylar süren çalismalar yaptim. Bir kitapçidan kendim için Kur’an alip çalismalarima o sekilde devam ettim. Yine dünya tarihi ve Müslümanlarin bilime katkilarinin anlatildigi eserler okudum. Ispanya’nin neredeyse bin yil kadar bir Islâm diyari oldugunu , sonradan Hiristiyan Kral Ferdinand zamaninda Müslümanlarin ülkeden sürüldügünü, Meksika’ya gelen Hiristiyanlarca Azteklerin ve digerlerinin Katolik olmaya zorlandigini da o siralar ögrendim. Tarih ve Islâmî kökenlerim konusunda zihnim netlesmeye baslamisti. Aylar süren çalisma ve arastirma sonrasinda artik gerçegi daha fazla inkâr edemezdim. Aslinda bunu çok sürüncemede biraktigimin da farkindaydim. Ancak Müslüman oldugum takdirde yasantimi tamamen degistirmem gerektigini de biliyordum. Bir gün Kur’an okurken aglamaya basladim ve diz üstü çökerek bana dogru yolu gösteren Allah’a sükrettim. Sonralari evime yakin bir cami oldugunu ögrendim ve bir Cuma günü Müslümanlarin neler yaptigini, nasil ibadet ettiklerini görmek için oraya gittim. Camide farkli renkten ve irktan pek çok kisinin birlikte ibadet ettiklerini gördüm. Camiye girerken ayakkabilar çikariliyordu ve insanlar hali döseli zeminde oturuyorlardi. Cemaatten biri kalkip ezan okumaya basladi. Ezan o kadar güzeldi ki göz yaslarima engel olamadim. Bu halim ilk bakista garip gelebilir ama o an dogru olduguna inandigim sey buydu. Islâm sadece bir din degil basli basina bir yasam biçimiydi. Camiye birkaç hafta bu sekilde devam ettikten sonra Müslüman olma konusunda kesin kararimi verdim. Bunu ders veren hatibe bildirdim ve sahitler huzurunda önce Arapça sonra Ingilizce kelime–i sehadet getirerek Müslüman oldum Elhamdülillah. “Sehadet ederim ki Allah’tan baska ilhah yoktur ve yine sehadet ederim ki Hz. Muhammed (SAV) O’nun kulu ve elçisidir.” Sözlerimi bitirir bitirmez bütün cemaat birkaç kez “Allahu Ekber!” diyerek sevinç ve coskularini dile getirdiler. Sonra bütün kardeslerim beni tek tek kucaklayip tebrik ettiler. Hayatim boyunca bir gün içinde hiç bu kadar kucaklayanim olmamisti! Kisacasi hayatimin sonuna kadar unutamayacagim bir gün yasamistim. 1997 yilindan beri Müslümanim. Kendiyle ve inanciyla barisik bir insanim. Islâm’a dönüs yaptiktan sonra hayatim gerçekten çok daha iyi oldu . Bunu nasip eden Allah’a ne kadar sükretsem az. Yeni hayatimda öncelikle yarida kalan egitimime devam etme karari aldim ve okulumu bitirip bilgisayar tamircisi oldum. Yine Rahman olan Allah kutlu belde Mekke’ye gidip Hac vazifemi yapmayi da lûtfetti. Her irktan üçmilyon kardesimle birlikte ibadet ettigimiz hac benim için müthis bir hayat tecrübesi olmustu. Aralik 2002’de Fas’ta çok iyi bir Müslüman hanimla evlendim. Bugünün toplumlari ve özelikle gençler pek çok sorunla karsi karsiya bulunuyorlar. Tüm bunlarin cevabi Islâm’dadir . Insaallah hikâyem Latinlerin ve diger tüm irklarin Islâm nuruyla tanismasina vesile olur. Allah hepimizin yardimcisi olsun.

 
                                                                               İsmi Carol, Amerikalı
   Hidâyeti için takdir edilen vakit, 90'lı yıllar. Hidâyete varış hikâyesini kendisinden dinleyelim:   Düşünmeye başladığım ilk zamanlardan bu yana Hristiyanlık beni hiç tatmin etmiyordu. Hele bu dinin İsa -aleyhisselâm-'ın Allâh'ın oğlu olduğu şeklindeki akîdesini aslâ benimseyemedim.   İlkokul üçüncü sınıfta bir Yahûdi arkadaşım vardı. Dîni beni çok etkilemişti. Yaptığımız sohbetlerde "onun da, benim de ilâhımız olan Allâh'ın eşşiz kudreti" karşısında büyülenmiştim.    İlköğretim, lise ve üniversite boyunca Yahûdiliği araştırdım. Ve Yahûdilik dersleri almaya başladım. Bu dinin, Allâh hakkında inanmak istediğim şekline çok yakın olduğunu anladım ve nihayet Yahûdi olmaya karar verdim. Muhâfazakâr bir hahamla görüştüm. Fakat haham, beni bu teşebbüsümden alıkoymaya çalıştı. Ne kadar ısrar etsem de kabul etmedi. Çok üzülmüştüm. Bir süre sonra başka bir Sinagog'da, başka bir hahamla konuşup Yahûdiliğe girmek istediğimi söyledim. Haham:   "-O kadar istiyorsan Yahûdiliğe geçebilirsin, ancak öteki Yahûdiler, seni aslâ bir Yahûdi olarak görmezler." dedi.   Bu olanlardan sonra, yahudiliğe karşı tüm hevesim kırılmıştı.Başka dinleri araştırmaya başladım. Sırasıyla Budizm'i ve Amerikan yerlilerinin maneviyâtını inceledim. Önceki arayışlarım gibi hiçbir yere varamıyordum. Ve sonunda içimdeki "müteâl ve kudreti sonsuz Allâh" inancıyla yetinmeye karar verdim.  Evlenmeye karar verdiğim insanla karşılaşana kadar, İslâm'ı bir din olarak araştırma ihtiyacı hissetmemiştim. Çünkü İslâm'ı, ortaçağda kalmış, hep kan döken, insanlara huzurdan çok savaş vaad eden bir din olarak duymuştum ve doğrusu hiç dikkatimi çekmemişti. Müstakbel kocamla ilk tanıştığımda, onun müslüman olduğunu öğrenince şaşırıp kalmıştım. Kaba ve câhil olduklarını düşündüğüm için, espri yeteneğini, hayata dâir düşüncelerini ve derin bilgisini gördükçe hayrete düştüm. İslâm'la aramdaki buz dağları bu ilk tanışmayla biraz erimişti. Böylelikle bu dîni daha iyi tanımak için incelemem gerektiğine karar verdim.  Günler günleri, aylar ayları kovalıyor, araştırma yaptıkça İslâm'ın "hak din" olduğunu görüyordum. Ve İslâm'ın tevhid inancının, yıllardır içimde beslediğim Allâh inancıyla ne kadar yakın olduğunu fark edince, hayretler içinde kaldım.  Ve ilk vurgun yediğim an!    Hanımlarla toplandığımız dersimizde dinlediğim bir âyet âdeta beni başka âlemlere götürüp, oradan da kendime getirmişti. Bakara Sûresi'ndeki bu âyet, yahûdilerin inek kurban etmelerinden dolayı ilâhî emri sorgulamalarıyla ilgiliydi. Âyet beni öylesine sarsmıştı ki, Allâh karşısında çok büyük bir mahcûbiyet hissetmiştim. Dersin ortasında sesli sesli ağlamaya başladım. Bütün dinlediğim sözlerin ötesinde, Kur'ân yalnızca âhenkli okunuşuyla öyle büyük bir mûcizeydi ki, kararmış gönülleri bile kıskıvrak yakalıyor, câzibesiyle kendine çekiyordu.   Aynı akşam, uyumadan önce, Allâh'tan bana yardımcı olmasını isteyerek rastgele Kur'ân-ı Kerîm'i açtım. İlk karşıma çıkan âyeti sesli sesli okumaya başladım: "Peygambere indirileni dinledikleri zaman, âşinâ oldukları hakîkatlerden duygulanarak gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Onlar "Ey Rabbimiz, îmân ettik." derler. Sen de bizi hakka şahitlik eden mü'minlerle beraber yaz. Biz Rabbimiz'in bizi sâlihlerle beraber cennetine koymasına can atarken, Allâh'a ve hak olarak bize gelmiş olana niçin îmân etmeyelim. Bu sözlerinden dolayı Allâh onları altlarından ırmaklar akan cennetlerle mükâfatlandırdı." (Mâide, 83-85) Âdetâ nutkum tutulmuştu. Allâh, kelâmı Kur'ân ile benimle konuşmuştu. Allâh Teâlâ'nın beni İslâm'a çağıran son mesajı buydu işte.   Kısa bir süre sonra Kelime-i Şehâdet getirerek müslüman olmuştum. Rûhumun özgürlüğe kavuştuğunu hissediyordum.Yahûdilerin beni içlerine kabul etmek istemeyişlerinin aksine, müslüman kardeşler "Allâhu Ekber, Elhamdülillâh, Ehlen ve Sehlen" diyerek beni sevinçle karşıladılar. Onlarla beraber olmak ve ümmetin içinde bir fert olduğumu düşünmek, kalbimi ve rûhumu ısıtıyor. Beni hidâyete erdirdiğinden dolayı âlemlerin Rabbine nihâyetsiz hamd ü senâlar olsun…
 

         Çin’den 5 sene önce İzmir’e gelen Jian Hua Ai, çevresinden ve çalışanlardan etkilenerek Müslümanlığı kabul etti.
 
Babasının vefat ettiğini belirten Ai, önce camilere gittiğini, İslâm dinini kabul ederken annesindende izin aldığını söyledi.Türklerin ılımlı ve sevecen kişiliğinin altındaki sebepleri araştırdığının altını çizen Jian Hua Ai, bunu Müslümalık olduğun gördüğünü söyledi. Bu yoldan dönüş olmadığını belirten Ai, “Ben hiç bir dini kabul etmiyordum, hiçbir ibadet şekli de bilmiyordum. 1999 yılında İzmir’e geldim. Chinese Restorant Sahibi Haşim Işık ve iş arkadaşlarım bana çok iyi örnek oldu. Onlarla camilere gittim, araştırdım, Müslümanlığı inceledim. Annemle de uzun uzun görüştüm.” dedi.Chinese Restorant’ta düzenlenen ihtida töreninde Menderes İlçe Müftüsü Mustafa Temel ve Ai’nin iş arkadaşları hazır bulundu. Kelime-i şehadet getiren Ai, ismini daha sonra değiştireceğini söyledi. Müftü Temel, Ai’ye İngilizce Kur’ân-ı Kerîm meali ve dinî kitaplar hediye etti.

                                                                                 BİR  ABD'Lİ
  Sarı saçlı, mavi gözlü 29 yaşındaki Charles Vincent, Kaliforniya’nın Torrance şehrinden. Katolik bir ailenin 8 erkek çocuğunun en küçüğü. Müzikle ilgilendi. 11 Eylül terör saldırılarından sonra Kur’ân-ı Kerim okumaya başladı. Bir kaç ay sonra ise samîmî bir Müslüman oldu. Artık düzenli ibadet yapıyor. İçki içmiyor. Şuayb ismini kullanıyor. Sarı saçlı, mavi gözlü 29 yaşındaki Charles Vincent, Kaliforniya’nın Torrance şehrinden. Katolik bir ailenin 8 erkek çocuğunun en küçüğü. Müzikle ilgilendi. 11 Eylül terör saldırılarından sonra Kur’ân-ı Kerim okumaya başladı. Bir kaç ay sonra ise samîmî bir Müslüman oldu. Artık düzenli ibadet yapıyor. İçki içmiyor. Şuayb ismini kullanıyor.Müslüman olmasından beri geçen 3 sene içinde İslâma hergün daha fazla bağlanıyor. Müslüman olan beyaz Avrupalı ve Amerikalılar’ın sayısındaki artışa dikkat çeken Vincent, İslâmın sadece “diğer” insanların dini olmadığını fark ettiğini belirtiyor. Laweekly adlı ABD’de yayınlanan bir dergide kendisiyle röportaj yapılan Vincent, “Her gün bir önceki güne göre daha fazla şaşırıyorum. En son bağlanmak istediğim din İslâmdır. Ağzımdan en son çıkmasını istediğim kelime Allah’tır. İslâm beni içinde bulunduğum en büyük bir delikten çıkardı" şeklinde konuştu.

                                            HASTALIK, ENDİŞE, DUÂ, KURTULUŞ VE İSLÂM’LA TANIŞMA

 Vincent, Müslüman olmaya karar verdiği süreci şöyle anlatıyor: “Las Vegas’tan arkadaşım Joe ile bir kulübün dışında bir kızın kaldırım kenarına kustuğunu gördük. Joey’in kamerası vardı, fotoğrafını çekmek istedik. Flaş patlayınca kızın erkek arkadaşı bize bakarak ‘Siz bunun eğlenceli olduğunu mu düşünüyorsunuz?’ dedi biz de ‘Evet, eğlenceli’ diye cevap verdik. Ağız dalaşı yaptık, kızın erkek arkadaşı dövüşmeye hazırdı. Cumartesi gecesi ilerleyen saatlerdi. Caddeye yüzlerce kişi toplandı. Kızın diğer erkek arkadaşları da toplandı. Sonrası, caddede 3 kişi tarafından sürüklendiğimi hatırlıyorum. Biri gözüme vurdu. Joey kayboldu, fakat bir blok aşağıda oturan Faslı bir arkadaşım bağırışları duyup koşarak geldi. Neler olup bittiğini görünce beni dövenlerle kavga etti. Sonunda polis geldi ve durumumu görerek ambulans çağırdı.”Gözünün kenarlarında kan toplandığını ve şiştiğini ve daha sonra kanamaya başladığını kaydeden Vincent, hastaneden gözü bantlanarak ayrıldığını kaydederek, “Hastaneden çıkınca Müslüman birinin Kur’ân-ı Kerim kopyalarını sattığını gördüm. Bunlardan birini satın aldım fakat hemen okumadım. Bir kaç gün sonra gözüm görme kabiliyetini kaybetmeye başladı. Enfeksiyon kapmış. Doktorlar, diğer gözün de zarar görmemesi için gözümü almaları gerekebileceğini söylediler. 11 Eylül saldırılarının hemen öncesinde 2 geceyi Manhattan’ın batısındaki St. Vincent’s Hastanesinde yattım. Gözlerimin her ikisi de bandajlandı. Kör olmaktan endişe etmeye başladım” diyor. Kendi kendine “Nerede hata yaptım? Kaliforniya’da iyi bir aileden gelmiştim, neden bunlar başıma geldi” sorularını sorduğunu kaydeden Vincent, o zamanki duygularını şöyle anlatıyor: “Hastanedeyim. Gözümü kaybetmek üzereyim. Bu nasıl oldu? Neden bana oldu? Gözlerim bandajlı iken hayatımda ilk kez duâ ettim. Gözümü kaybetmezsem Allah’a bütün kalbimle ibadet edeceğimi söyledim.” Duâsının kabul edildiğine inandığını söyleyen Vincent, “Ertesi sabah doktorlar gözlerimdeki bandajları kaldırdılar. Ve hasta gözüm geri geldi ve görüyordum. Hemen lazer ameliyatı için ameliyat odasına aldılar.
                                                                11 EYLÜL’DEN SONRA  
11 Eylül’de gözümde bir yama hastaneden çıktım. Faslı bir arkadaşın kuzeninin evinde kalmaya başladım. Faslı anne Kasablanka’dan geldi ve uçaklar Dünya Ticaret Merkezi binalarına çarptılar. Dehşet içinde kaldık” diyor. Terör saldırılarından sonra, Kur’ân-ı Kerim’i okumaya başladığını ve okudukça daha fazla okuma isteğinin hasıl olduğunu kaydeden Vincent, “İkinci sûrede şöyle diyor ‘Bu kitapta hiç şüphe bulmazsınız. Çelişkiler yoktur...’ Okudukça anlıyorsunuz ki, bu bir insan tarafından yazılmamış. Bu kitapla diğerleri arasında açık bir fark vardı. En şaşırtıcı olanı ise, diğer kitabın yani İncil’in doğrusunu açıklı-yor. Kur’ân’da İncil’den bahsedili-yor. Bu kitaba tamamen bağlandım” şeklinde konuşuyor. Vincent, şu anda taksi şoförlüğü yapıyor, namazlarını mümkün mertebe camide cemaatle kılıyor ve İslâm’ın 5 şartını yerine getirmeye çalışıyor.
              
                                               
İbrahim Karlsson’un gerçeğe yolculuğu
SIRADAN diye tabir edebileceğim, ancak birbirini çok seven bireylerden oluşan İsveçli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Dinle pek alâkamız yoktu. Yirmi beş yaşına kadar Tanrı’nın varlığını veya maneviyata ilişkin konuları hiç önemsemeden yaşamıştım. Yani materyalist dünya görüşüne sahip biriydim. Lise yıllarında tam bir kitap kurduydum ve zamanımın çoğunu okul kütüphanesinde geçirmekteydim. Bir keresinde Kur’an’ın İngilizce meâlinden bazı bölümleri okuma fırsatım oldu. Tam olarak hangi kısmı okuduğumu hatırlamıyorum. Ancak okuduklarım bana çok anlamlı gelmişti ve etkilenmiştim.Yine de dinden uzak bir hayata devam ediyordum. Benim dünyamda Tanrı’ya yer yoktu ve O’na ihtiyaç da duymuyordum. Kâinatın nasıl işlediğini açıklayan bir Newton vardı ve bu da yeterliydi. Zaman geçti ve okuldan mezun olup işe başladım. Biraz para kazanınca kendi evime geçtim ve ilk olarak harika bir bilgisayar satın aldım. Aynı zamanda amatör olarak fotoğrafçılıkla uğraşıyor, hemen her gün çevremde ilginç bulduğum manzara ve olayları fotoğraflayarak, arşiv çalışması yapıyordum. Bir gün bir pazar yerinde, tele lens kullanarak uzaktan çekimler yaptığım sırada öfkeli bir göçmen yanıma kadar gelerek annesinin ve kız kardeşlerinin resimlerini çekmeme kesinlikle izin vermeyeceğini ifade etti. Şu Müslümanlar ne garip insanlardı ...Bundan sonra İslâm’la ilgili birkaç olay daha yaşadım. O an için, neyi niçin yaptığımı tam olarak açıklamam mümkün değil. Mesela İsveç’teki “İslamî Bilgilendirme Merkezi”ni arayıp onların süreli haber bültenine neden abone oldum? Veya Yusuf Ali’nin Kur’an tercümesini ne niyetle aldım? Ayrıca İslamî konuları çok güzel ele alan “İslâm–İnancımız” adlı kitabı ne diye satın aldım? Tüm bunlar belli bir düşünme sürecinden sonra alınıp uygulanmış kararlar değildi. Sebep aramaksızın tüm bunları yapmıştım .Kur’an’ın neredeyse tamamını okudum ve bu kitabın hem güzel hem mantıklı olduğunu düşündüm. Ancak kalbimde hala Tanrı’ya yer yoktu. Ertesi yıl “Güzel Ada” diye bilinen yerde sonbahar resimleri çekmekteyken bir anda o güne kadar yabancısı olduğum duyguların içimi kapladığını hissettim. Sanki çok büyük bir bütünün küçücük bir parçasıymışım gibi geldi. Tanrı’nın evreninde minicik bir parça. Daha önceleri hiç böyle bir şey hissetmemiştim. Bu harika bir duyguydu! Tamamen rahatlamış ve yepyeni bir heyecan dalgasıyla dolmuştum. Hepsinden önemlisi artık nereye dönsem her yerde Tanrının varlığını görüyor ve hissediyordum. İçimdeki gerçeği bulmam zannettiğimden daha az zaman aldı. Bir akşam otobüsle işten eve dönerken etrafımdaki insanların çoğu uyuklamaktaydı. Bense gökyüzüne dağılmış bulutları turuncu ve pembeye boyayarak batmakta olan güneşi hayranlıkla seyretmekteydim. Tanrı dünyayı ne güzel yönetmekteydi. Bizler hissiz robotlar değildik. Öyleyse yaratılıştaki mükemmelliği sadece kimya ve fizik gibi bilimlere bağlı olarak anlayamazdım. Kalbimin fizik ötesi açıklamalara ve tatmin olmaya ihtiyacı vardı.Bir sabah uyandığımda aklıma ilk gelen düşünce, bana fırsatlarla dolu yeni bir günü bahşeden Tanrı’ya ne kadar minnettar olduğumdu. Bu halim öylesine doğaldı ki, sanki hayatım boyunca her sabah böyle uyanıyormuşum gibi hissettim.Bu tecrübelerden sonra Tanrı’nın varlığını inkar edemezdim. Fakat yirmi beş yıllık bir inkar döneminden sonra bunu hemen kabûllenmek ve inanç sahibi olmak kolay değildi. Artık dönülmez bir noktadaydım. Tanrı bir şekilde bana yol gösteriyordu. Kafamı karıştıran konularda daha fazla okumalar yaptım. Sonunda cesaretimi toplayarak en yakındaki camiyi aradım ve buradaki Müslümanlarla bir görüşme yapma isteğimi belirttim. Daha önceleri defalarca önünden geçtiğim halde durup ziyaret etmeyi düşünmediğim camiye bacaklarım titreyerek girdim. Burada çok iyi insanlarla tanıştım. Okumam için bir çok kitap temin ettiler ve kendilerini evlerinde ziyaret etmem için plânlar yaptılar. Tüm anlattıkları ve sorularıma verdikleri cevaplar son derece mantıklıydı. Bundan sonra İslâm hayatımın önemli bir parçası haline geldi. Düzenli olarak dua etmeye başladım ve ilk kez Cuma namazına gittim. En arkada durmama ve imamın söylediklerinden bir şey anlamama rağmen böyle bir ibadet çok hoşuma gitmişti. Hutbeden sonra hepimiz bir araya gelerek safları oluşturduk ve namaza devam ettik. Bu, İslâm’a yolculuğum sırasında yaşadığım en harika tecrübelerden biriydi. Saflar halinde birlikte hareket eden bu iki yüz adam son derece samimi duygularla sadece bir tek Allah’ın adını yüceltmeye yönelmişlerdi. Ne harika! Yavaş yavaş zihnim kalbimle hem fikir olmaya başladı. Kendimi Müslüman olarak zihnimde canlandırmaya çalışıyordum. Fakat gerçekten İslâm’ı din olarak benimseyebilir miydim? İsveç’teki devlet kilisesini çoktan terk etmiştim. Peki günde beş vakit namaz kılabilecek miydim? Yeme alışkanlıklarımdan vazgeçmek kolay olacak mıydı? Ailem ve arkadaşlarıma ne demeli? Müslüman kardeşlerimden Ömer’in İslâm’a dönüş yaptığı için ailesi tarafından akıl hastanesine yatırılmak istendiğini hatırlıyorum da.. Ben bu tür tepkileri göğüslemeye yeterince hazır mıyım ? Yaz tatili başladığında kararımı verdim. Müslüman olmalıydım! O yaz her zamankinden farklı olarak günler serin geçiyordu. Başka zaman olsa güneşli bir tatil gününde hiçbir şey beni denize gitmekten alıkoyamazdı. Haberlerden sonra izlediğim hava durumu programında ülke haritasının hemen sağ üst köşesinde kocaman bir güneş yer alıyordu. Yarın, ertesi gün, bir sonraki gün.. derken günler geçti. Hava hala bulutlu ve rüzgarlıydı... Sanki Tanrı zamanımın artık dolduğuna işaret ediyordu. Daha fazla bekleyemezdim. Banyo yapıp, temiz kıyafetler giydim. Bir saatlik yolu kat edip camiye gittim. Camide kardeşlerime isteğimi ilettim ve öğle namazından sonra kardeşlerimin şahitliğinde şehadet getirerek Müslüman oldum. Beni rahatlatan bir diğer husus ailemin ve arkadaşlarımın tercihime saygı duymaları ve beni böyle kabullenmeleriydi. Biraz şaşırmadılar değil. Günde beş kez namaz kılmak, domuz eti yememek gibi hususları zamanla vazgeçeceğim garip gelenekler olarak görüyorlar. Ancak Allah’ın yardımıyla onlara yanıldıklarını göstereceğim ve iyi bir Müslüman olma yolunda gayretlerim devam edecek.

           Müslüman olan genç bir Ortodoks kızın kendi kaleminden hikayesi: Hz. İsa ve Meryem’le ilgili ayetlere çarpıldım
   Dünyadaki en büyük trajedi hangisidir? En acıklı biten hayatı kim yaşadı yeryüzünde? Kim ne derse desin bence en büyük trajediyi Tolstoy yaşadı.Ne hazin sondur onunkisi, ne kadar yürek parçalayıcı. Üç-beş satırla tanıtıldığı cümlelerde genellikle şunlar sıralıdır. “Tolstoy’un kendisini tanıma ve Allah’a ulaşma çabası bütün bir ömrüne tekabül eder. Ömrü boyunca anlaşılamamıştır. Onu anlamayanlar güruhuna karısı ve en yakınları da dahildir. Ömrü boyunca bir arayışın pençesinde kıvranmış bu adam sonunda 82 yaşında iken yağışlı bir gecede evden kaçtı ve yolda hastalandı. 7 Kasım 1910’da mütevazı bir tren istasyonunda yolculuğunun ilk durağı olan İstanbul’a hareket etmek üzereyken hayata gözlerini yumdu.” Nereye gidiyordu Sultanahmet’e mi, Eyüpsultan’a mı? İçindeki boşluktan mı kaçıyordu? Yoksa en temiz tevhid inancının parlattığı alınların indiği bir secde menzilinde aradığı Rab ile buluşmaya mı gidiyordu? Ah ne hazin bir sondur onunkisi. “Tatmayan bilmez.” demişler, o talihsiz dâhîyi ancak ben bilirim.

                                                                 Gizlice vaftiz edildim
 
İnancı güçlü olmayan bir baba ile sade bir Ortodoks annenin çocuğu olarak Ukrayna’da dünyaya geldim. Babam beni köy kilisesinde gizlice vaftiz etmiş. Komünizmin bütün yasaklarına rağmen annemden gelen “tek tanrı” inanışı ile büyüdüm. Paskalyayı seviyordum. Elimden geldikçe paskalyadan evvelindeki kırk gün süren perhizi (oruç) tutmaya çalışıyordum. Paskalyadan önceki “Temiz Perşembe”yi ailecek heyecan içinde beklerdik. “Ben kimim, neciyim, nereden geldim?” bunların bir anlamı yoktu benim için o zamanlar. Yalnızca iyi bir üniversite okumak suretiyle iyi bir geleceğe hazırlanmak vardı, o kadar. Oldukça parlak bir öğrencilikten sonra ülkenin en iyi üniversitesinde öğrenim dili İngilizce olan işletme fakültesini okudum. Yirmi yaşına gelinceye kadar hayat oldukça güzel geçmişti. Artık cevapsız soruların cenderesine düşmüştüm. Bir çekirge sürüsü gibi binlerce soru üşüştü beynime. Tanrı, İsa, insan, dünya, hayat, ölüm, cennet cehennem sonsuzluk... Tesadüf, tabiat, yaşam, ölüm... Sonra yokluk, ebedi yokluk. Bütün bu düşünceler bir sülük olup beyin zarımı emiyor; ama ben onlara bir cevap bulamıyordum. Kendimi karanlık bir odada yapayalnız hissediyordum. Kurtulmak için ne zaman bir hamle yapsam her seferinde dipsiz bir boşluğa yuvarlanıyordum. Ve bu boşluktan helezonlar çize çize düşüyordum. Ne bir ışık vardı ne de tutunacağım bir dal. Hepsinden beteri ruhumun çığlıklarını hiçbir kulağa işittiremiyordum. (Oysa o çığlıkları duysalardı aslanların, ödleri kopardı.) Etrafımdaki hiç kimse beni anlamıyordu. Dolayısıyla yardım edemiyorlardı. Bu bir yana “gençsin başarılısın ye, iç, gez-dolaş, bırak kendini bu kadar yıpratmayı.” deyip kızıyorlardı. Sanki bunları istemiyormuşum gibi. Hayatı bana zehir eden düşüncelerden kurtulmak için akıl oyunlarından, deli saçmalıklarına varıncaya kadar her yolu denememişim sanki. Olmuyordu ama, olmuyordu işte. Yaptığım her şey bir pansumandan öteye geçmiyordu. O zamanlar benim için en mesut anlar, düşünmemeyi becerebildiğim anlardı. Bu anlar geçtiğinde ise geriye yine boşluk yine karanlık ve yine sop soğuk bir yalnızlık kalıyordu... Bitkin gündüzleri ve uykusuz geceleriyle tam beş sene bu azabın kucağında çırpındım durdum. Hastahane hastahane dolaşmalar psikologdan psikologa koşmalar... Ama bir netice yoktu. Bütün bu girdapta tek tesellim anneciğimden aldığım inancımdı. Acılar da sevinçler de Tanrı’dandı. Uykusuz gecelerim boyunca beni bu durumdan kurtarması için hep O’na yalvardım durdum. Sonunda çareyi başka bir ülkeye gitmekte bulacağıma inanarak evimden ayrıldım. Daha doğrusu içine düştüğüm karanlıktan kaçtım Tolstoy gibi.
                                                         Karanlık benim içimdeymiş
  Yüksek lisans yapmak üzere girdiğim imtihanı kazandım ve Avusturya’nın yolunu tuttum. Yeni bir ülke, yeni bir çevre ve yeni insanlar... Karanlık odanın Ukrayna’da kalacağını zannediyordum. Ama olmadı. Bu bir yana, karanlık odam bütün Avusturya’yı içine alacak kadar büyüdü. Şimdi anlıyorum ki karanlık benim içimdeymiş. Bu şekilde değil Avusturya’ya, güneşe bile gitseydim bir tek ışık devşiremezdim. Güneşte bile karanlığa gömülü kalmak ne korkunç, ne tuhaf... Bu hal içerisinde kalabalıklar arasında yalnız, ampuller altında ışıksız ömrümü geçiriyordum. Yeryüzünde ‘Tam anlamıyla yalnızlığı sadece biri yaşamıştır’ dense; tereddütsüz ‘o benim’ derim. Aslında pek çok arkadaşım vardı. Ama dar gününde yanında olmadıktan sonra sebebi ne olursa olsun bunaldığın anlarda başını yaslayacağın bir omuz olmadıktan sonra insan binlerin milyonların içinde tek başına kalıyor. Bu anlamda tam anlamıyla yalnızdım. Yapayalnız. Günler geçiyordu, hiç kimse olmuyordu yanımda. Ne bir arkadaş ne bir telefon ne de bir mektup. Bir ben vardım bir de boşluk... Bir ben bir de yalnızlık...
                                                             Dua et çocuğum
  Dıştan bakıldığında okuluna giden, derslerinde başarılı geleceği parlak biri olarak görülüyordum. Ama içimdeki fırtınalardan kimsenin haberi yoktu. Kendimi oyalamazsam delirebilirim düşüncesiyle kitaplara sarıldım. Coelho, Tolstoy, Turgenyev’i okuyor, Ahmatova’nın şiirlerini ezberliyordum. Sonra, kendim bir şeyler yazıyor, dil öğreniyordum… Çok ciddi bir şekilde İncil okuyor, Tanrı’ya, O’na olan sevgimi kuvvetlendirmesi ve beni doğru yola iletmesi için yalvarıyordum. Yalnızlığımı paylaşmak üzere internetteki Ortodoks sitelerine üye oldum, yazıcım durmadan İncil’den hikayeler yazıyordu. Bir papazla yazışıyordum bir de dinî eserler basan bir matbaa sahibiyle. Bilgilerimi güçlendirmek, beynimi kemiren sorularıma cevap bulmak ve içimi saran yalnızlıktan kurtulmak için bu sitelerin sohbet odalarına giriyor, insanlarla sohbet ediyordum. Ancak bu dinî sohbet odalarında da diğer internet ortamlarındaki tiksindirici konuşmalar bu teşebbüsümden beni hemen vazgeçirdi. Beynimi kemiren sorularımın cevaplarını bulmak niyetiyle kiliseye gidiyor, papazlarla konuşuyordum. Fakat umumiyetle bütün sorularımı, özellikle Tanrı ile alakalı olanlarını nazikçe geri çeviriyor ve sadece, “Dua et, çocuğum!” diyorlardı. Ben de dua ediyordum. Ama İsa’ya değil, Tanrıya. Ve anlamadığım, neden insanların İsa’ya dua ettikleriydi. Dünyayı da İsa’yı da yaratan Tanrı’ydı. Hal böyleyken neden yalnızca Tanrı’ya dua edilmiyordu?
                                                      Ben de istasyondaydım
 Ne kitaplarda ne Ortodoks sitelerinin sohbet odalarında ne de kilisede tam olarak aradığımı bulamamıştım. Ve bir gün bir istasyondaydım, Tolstoy gibi. O karanlık odadan nasıl kurtulacağımı bilememenin acziyle, çaresiz öyle kendi halimde bekliyordum. Gözlerim anlamsız bakışlarla istasyonu tararken benim yaşlarımda bir kıza ilişti. Başında beyaz bir eşarp, üzerinde de yine beyaz bir takım vardı. omuzunda bir notebook. “Ne kadar şık ve ne kadar da zarif!” diye geçirdim içimden. O an ne olduysa birden bana döndü, göz göze geldik. Simasında nasıl bir parlaklık vardı öyle... Gözlerinde nasıl bir aydınlık. Gencecik yaşına rağmen bütün muammaları çözmüş bir bilgenin dinginliği vardı yüzünde. Telaşsız, kendinden emin, duruşu mütevazı, bakışları sevgi doluydu. Ya dudağındaki tatlı tebessüm... Tarif edemem. Hayran hayran öylece seyrettim. Utanmasam yanına gidecek tanışacaktım. Ve yalvaracaktım ona “Tanrı aşkına bu huzurlu tavrından bana da biraz ver. Gözlerindeki aydınlıktan da, dudağındaki tebessümden de... ne olur!.. ne olur!..” diyecektim. Fakat biraz sonra bir tren geldi ve onu alıp götürdü. Onun gibi olmak istedim o an. Beyazlar içindeki o zarafet, o dinginlik beni çarpmıştı.
                                        Yeni dostlarım... Benim dostlarım...
 Ruhumda kıvılcımlar saçıp kaybolan o örtülü kızdan sonra onun gibi örtünen kızlardan üniversitede bir hayli arkadaş edindim. Beni Ramazan ayında bir iftara çağırdılar. Gittim. Onlardaki Tanrı’ya olan kuvvetli iman ve O’na (cc) olan samimi ibadetleri çok hoşuma gitmişti. Çünkü ben Tanrı’yı çok seviyordum.Onların yanında kendimi yabancı hissetmiyordum. Bu bir yana, onların yanındayken çok sevdiğim Tanrı’ya biraz daha yakınlaştığımı hissediyordum. Bana hiç mesafe koymadılar. Kendilerinden biriymişim gibi davrandılar. Hıristiyanlığımdan dolayı ayıplayıcı tek bir bakışa bile maruz kalmadım. Çevremdeki Müslüman kızlarda da erkeklerde de durum böyleydi. Onlarla oturup konuşuyorduk. Bu konuşmalarda bana ille “Müslüman ol!” telkiniyle karşılaşmadım. “Bizde böyle, sizde nasıl?” ifadesi sohbetlerimizin kilit cümlesiydi çoğu zaman. Yalnızca bana bir şeyler anlatmakla kalmıyorlardı. Benden, tuttuğum perhizin (orucun) önemini, dualarımızın ve ikonalarımızın anlamını da soruyorlardı. Ben de bildiğim kadarıyla anlatıyordum. Onların yanında öyle huzurluydum ki anlatamam... Gerçi karanlık odama henüz ışık süzmüyordu; ama olsun, en azından artık yalnız değildim. Artık dostlarım vardı. yeni dostlarım... Gerçek dostlarım.
                                            Allah birdir müteaddit olamaz
  Yeni dostlarımla yaptığım sohbetler yepyeni ufuklar açıyordu önümde. “Dünyadaki bütün güller aynıdır. Bütün elmalar, arılar, insanlar aynıdır. Yani aynı fabrikanın malıdırlar, aynı tezgahta dokunmuşlar. Yani yaratanları bir ve tek. O da Allah’tır ve Allah birdir, müteaddit olamaz.” İslam dininin Tanrı, iman ve peygamberler hakkında söylediklerinin hepsini kabul ediyordum. Kur’an’ın İsa (as) hakkındaki ayetleri beni adeta çarpmıştı. Meryem (r.anha) adına bir surenin var olması da beni çok etkilemişti. Zira İncil’de bile Meryem adına bir sure yoktu. Bunun yanında Kur’an’ın Türkiye’de de Endonezya’da da aynı olduğunu, bu insanların aynı anda ibadet edebildiklerini öğrendiğimde de çok şaşırmıştım.
                                              “Tanrım bana bir ışık ver!”
  Paskalyaya kırk gün kaldığında yani biz Ortodokslar için oruç günleri başladığında bu sefer bütün ciddiyetimle onu tutmaya çalıştım. Maksadım kendisini ne kadar çok sevdiğimi Tanrı’ya göstermek ve ispat etmekti. Bu arada beni doğru yola iletmesi için geceler boyu O’na dua ediyordum. Yeni dostlarımın bana anlattıklarını uzun uzun düşünüyor, söylediklerinin gerçek olup olamayacağına ulaşmaya çalışıyordum. Beynim düşüncelerin arenasına dönmüştü. Fikirler kafamda çarpışırken bir neticeye varamamanın ıstırabıyla kıvranıp duruyordum. Bu minval üzere oruç tutuyor, ağlıyor ağlıyor ve bana bir ışık göstermesi için dua ediyordum. Sonunda çok önemli bir şeyi anladım: Bir tek Yaradan yarattı bu kainatı. Bizi de o yarattı. Bu dünyayı bizim için O donattı. O bizim sahibimizdir. O’na ulaşacak bir yol bulmak da bizim vazifemizdir. Evet bunu anlamıştım; fakat Tanrı’ya giden yol hangisidir? Bugüne kadar devam ede geldiğim inancım mı yoksa İslam mı? Ah yine sancı, yine gözyaşı, yine ıstırap... ıstırap. Ardından dua... dua... Tanrım bana bir ışık ver. Tanrım beni sevdiğin yola ilet. İslam’ın neredeyse her şeyini kabul ediyordum ama ben bir Hıristiyan’dım. Hatta bazen “Tanrım neden beni bir Müslüman olarak yaratmadın?” diye söylenirdim. Bir gün internetten “chat”leştiğim bir kadına bunu sordum. O da bana bir mesaj gönderdi.
                                Ve İbrahim gibi.. Ve İsa ve Üzeyir gibi.. Ve Musa ve Harun gibi..
  Mesajı okudum. Okuduklarıma inanamadım. Bir daha okudum, sonra bir daha, ardından bir daha. Yerimde duramaz olmuştum. Her zerrem heyecandan titriyordu. Avazımın çıktığı kadar haykırmak istiyordum. Odanın içinde birkaç tur attıktan sonra yeniden masaya oturdum ve mesajı bir daha okudum. Mesaj Hz. Muhammet’in bir sözüyle başlıyordu: “Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra ebeveynleri tarafında Yahudi ve Hıristiyan yapılır.” Demek ki Tanrı’ya serzenişim boşunaymış. Demek Tanrı beni Müslüman olarak yaratmış. Bana bu maili atan hanımefendi “Kitab-ı Mukaddes’e göre Hz. İsa’nın son on iki saatini anlatan Tutku filmini seyrettiğini söyleyerek şunu yazmıştı: “Film, Hz. İsa’nın orijinal dili olan Aramca ile seslendirilmişti. Ve filmde ‘İsâ Tanrı’ya Allah diye hitap ediyordu. Yani Müslümanların hitabı gibi... Müslümanlıkla Hıristiyanlık arasındaki tek benzerlik bu da değil. En önemlilerini senin için yolluyorum.
                                                              Namaz:
-“Müslümanların nasıl namaz kıldığını görmüşsündür. Ayakta durur Kur’an okuruz, sonra rükua gider kalkarız, sonra yüzüstü kapanıp secde yaparız. Kitab-ı Mukaddes’i dinle: Mezmurlar 95:6: Gelin secde kılalım ve rüku’a varalım; bizi yaratan Rabbin önünde diz çökelim! Sayılar 16:20-22: …Ve Musa ve Harun yüzleri üzerine yere kapandılar… Tekvin 17:3: Ve İbrahim (as) yüzüstü yere kapandı… Çıkış 34:8: Ve Musa (as) acele ile rükua gitti ve ibadet etti. Nehemya 8:6: Ve Üzeyr (as) büyük Rabbi takdis etti. Ve bütün kavim ellerini kaldırarak amin amin diye cevap verdiler. Ve rükua gittiler, secdeye kapanarak Rabblerine ibadet ettiler. Matta 26:39: İsâ (as) yere kapanıp… dua etti… Matta 17:6: Ve havariler yüzleri üzerine yere kapandılar… Netice: İslâm Hz. Muhammed (as) ile başlamış bir din değildir. İslâm Hz. Adem (as) ile başlayıp Nuh (as), İbrahim (as), Musa (as) ve İsâ (as) gibi büyük resullerle devam eden ve Hz. Muhammed (as) ile kendisine son nokta konulan bir dindir. İslâm yeni bir din değil, bilakis bu peygamberlerin geleneğini canlı tutan Allah’ın ilk ve tek ve son dinidir. Kitab-ı Mukaddes’te diğer peygamberler ve kavimler için anlatıldığı gibi bugün ibadet etmeden önce su ile temizlenen kimlerdir? Müslümanlar! Bugün hâlâ daha başını öne eğip yüzünü yere sürterek namaz kılan ve ellerini kaldırarak dua eden kimlerdir? Müslümanlar! Bugün kendisini örterek ibadet eden ve kapanarak haram nazarlardan kendisini koruyan kimdir? Müslüman kadınlar! Öyle ise bugün diğer peygamberlerin izinden giden ve hâliyle Kitab-ı Mukaddes’in de tahrif olmamış aksamını tatbik eden kimdir? Müslümanlar! Demek bir Hıristiyan Müslüman olsa dinini terk etmiş olmuyor, bilâkis kendi kitabında anlatıldığı üzere kulluk dairesine girmiş oluyor. Size naklettiğim onlarca Kitab-ı Mukaddes ayetinden sonra Kur’an’dan bir ayetle yazıma son veriyorum.
                      “İlahımız ve İlahınız birdir ve biz O’na Müslümanlar olarak teslim olmuşuzdur.’’
  Bu mesajı kaç kere okudum hatırlamıyorum. Kalbim göğüs kafesini kıracak gibi atıyordu. Gözyaşlarıma mani olamıyordum. Sonunda yazının son cümlesini içimden gele gele söyledim. “İlahımız ve ilahınız birdir.” Evet, evet “İlahımız ve ilahınız birdir”. Ve ben de artık bu dakikadan itibaren Müslüman olarak O’na teslim oluyorum. “Teşekkürler Tanrım... Teşekkürler tan... Allah’ım!.. Allah’ım!.. Allah’ım!..”
                                                                   Bismillah...
  Müslüman olduktan sonra serin meltemler esmeye başladı yıllarca kavrulmuş yüreğimde. Artık tek bir anı bile ziyan etmek istemiyordum. O gün öğlen vakti ilk namazımı kıldım. Yalnızca bismillah demesini biliyordum. Gerçek dostlarımın yaptığı gibi ellerimi omuz hizasında kaldırdım ve “bismillah” dedim. Tarifsiz bir hal sardı bir anda beni ellerimi kalbimin üstünde birleştirir birleştirmez gözlerimden yaşlar süzüldü. Anlatamayacağım duygular içerisinde bildiğim tek şeyi tekrarlayıp durdum. Bismillah... bismillah... bismillah. ne muhteşem bir şeydi Allah’ım. Bismillah dedikçe önceki düşüşlerime inat helezonlar çize çize yükseliyordum sanki. Bir hayli durduktan sonra bismillah deyip rukuya vardım. Bismillah... bismillah... bismillah... Doğruldum bismillah. Sonunda yıllarca dolaştığım çöllerde kavrulmuş dudaklarım suya erdi. Damarlarımı kurutan beyabanın içinde bir vaha gibi adeta kendimi secdeye attım bismillah. Ve bismillah...bismillah...Allah, Allah... Bismillah. Yıllarca aradığım senmişsin. Uykusuz gecelerde andığım senmişsin. Daha neler söyledim, neler hissettim anlatmam mümkün değil. Dillerin dönmediği, kelimelerin iflas ettiği yerler az değil ki. Bütün hissettiklerimden öte bir şey vardı ki nasıl söylesem, nasıl söylesem bilmem ki kalbimin derinliklerinde Allah’ın hoşnut olduğunu hissediyordum. Aslında bu kadar cümleyi boşuna yazdım. Söylenecek en güzel şey baştan başa yalnızca bismillah ile kılınan o ilk namaz, anlatılmaz.
                                                  Ve ışıklar aktı karanlık odama
Tarifler üstü bir hal ile kılınan o namazdan sonra kitaplara sarıldım. Geceler boyu okudum, okudum. İslamiyet’i öğrendikçe bütün sorularıma cevap buluyor, Hz. Muhammed’i tanıdıkça da Allah’a yaklaştığımı hissediyordum. Hayat, dünya, ahiret ve insanla alakalı ne varsa kafamda yerli yerine oturmuştu. Hayatıma bir mana gelirken içimin dağlarına güneş doğmuştu. Duvarları yıkılmıştı karanlık odamın. Artık ne beni hapseden duvarları vardı ne de bunaltan karanlığı. Güneş... Işık.. İslamiyet’le gelen ışık beni öyle etkiledi ki kendime ikinci bir isim verdim: “solnyeçnıy luç”, yani güneş ışığı. Şimdi keşke güneş ışığı olsaydım diye düşünüyorum. İslam güneşinin ışıkları olarak karanlığın kuytularında vaktiyle benim gibi kıvranıp duran insanların âlemine aksaydım.Aileme henüz kararımı açıklamadım. Bunun için uygun zamanı bekliyorum. Ve onlar için sürekli dua ediyorum. Halen uluslararası işletmecilik ve yönetim üzerine master yapmaya devam ediyorum. Bir yandan da bir Amerikan şirketinde proje müdürü olarak çalışıyorum. Ama hayalimi bütün ailemle aynı anda secdeye varmak süslüyor. Ben, annem, kardeşim ve babam... Başımızı secdeye mıhlamış yalnızca bismillah, bismillah deyişlerimizi hayal ediyorum. Ve ilk namazımda kalbimin derinliklerinde hissettiğim duyguları bir kere daha yaşamayı umuyorum. Rabbimin bana tebessüm ettiğini bir daha hissetmek istiyorum.
                                    
                     
   
                             
   
                              
                                    
                            
                                       
                                        
                                                 
                                
                                          
                                        
                                            
                                              
                                      
                                        
                               
                    
                          

                                         
                                                  
         
                                                                      Müzisyen Haham Aaron Kohen Müslüman oldu.
                     
                                
                         
                                   
                                                  
                                                   
                                                  
                                    

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...