1 Aralık 2011 Perşembe

YAHUDİLİK NEDİR-II

Ahmet Özcan
Ahmet Özcan
YAHUDİLİK NEDİR-II
Yahudilik nedir?’e, ‘Yahudilik, Yahudi Brahman, kşatriya ve racaların yani Yahudi üst kast sınıfın suçortaklığı örgütüdür, diyebiliriz.
YAHUDİLİK NEDİR-II
Önceki makalemizde, Yahudiliğin bir inanç olarak Zerdüştlüğün bozulmuş bir mezhebi olduğunu ileri sürmüştük. Bu savımızı,Yahudilerin tarih sahnesine bir topluluk olarak ilk defa çıkışlarına dayandırıyoruz. Ama bunun için politik ve teolojik tarihi farklı bir şema ve sistematik içinde yeniden okumamız gerekir. Bu bağlamda, tarihsel okuma biçimizi ve modern batılı tarih tezlerinin eleştirisini yaptıktan sonra, yahudilik tanımına geleceğiz: İran-Roma diyalektiği
Persler, M.Ö 6. yüzyılda, Asurluları yenerek bölgeye hakim olmuştur. Daha sonra Mısır'ı ve Mısır kolonileri olan Anadolu ve Yunan kentlerini de ele geçirmişlerdir. M.Ö. 300'lere, yani bu işgale bir cevap olarak Mısır tarafından organize edilen Büyük İskender seferine kadar bölgede tek hakim güç olan Persler, Babil ve Mısır'la tanışarak, Zerdüştlüğü icad ettiler. Zerdüşt-Zarasudra/Hürmüz-muhtemelen İbrahimi inanca sahip bir Babil rahibiydi. Ve bu inancı İran'a taşıyarak kuzeydeki istilacılar karşısında zayıf durumda olan İrani halkların dirilişine vesile olmuştu. Zerdüşt inancı, Alemin mutlak tanrısının, Ahura mazda isimli bir baş melek-iyilik- (Babil mitolojisinde tanrının yarattığı ve dünyayı yaratması için görevlendirdiği yaratıcı melek-Demiorg) ile kötülük-karanlık tanrısı Ehrimen(Şeytan) arasındaki savaşın 'iyilik' lehine sonuçlanmasını ister. Dünya bu savaşın arenasıdır. İnsanlar, saflarını seçerek kıyamet öncesi gelecek şeoşyand (Mesih) zamanına kadar savaşacaklardır. Kıyametten sonra İyiler, cinvat köprüsünden (Sırat köprüsü) geçerek cennete, kötüler ise sonsuz karanlık alem olan cehenneme gidecek, alemdeki kaos böylece son bulacaktır.
Zerdüştlük Pers aristokrasinin resmi inancına dönüşünce, her dinin başına geldiği gibi, dönemin ekonomi-politik koşullarına uygun olarak kodifiye edilmiş, özellikle İran'ın baş düşmanı Turan'ın (Dağların ötesindeki ülke demektir) yani Hindistan'ın üst kast sınıfının İran üzerindeki tasallutuna reddiye biçimini almıştır.

Hind dini, Vedacılık (Veda Hikmet, ilahi bilgi demektir), varlığın birliği ve birlik içinde çokluk ilkesine dayanır. Hind üst kastı, alt kastları egemenliği altında tutmak için çokluğu hiyerarşik bir düzene sokmuş ve bunu teolojilerştirmiştir. Vedacılığın ilk hali, Babil-İbrahim- tevhidciliğinden izler taşır. Hind kast sisteminde, en üstte Brahmanlar (din adamları) ve Raca'lar(Soylular), sonra Kşatriyalar (savaşçılar-yöneticiler), sonra çiftçiler, sonra zanaattkarlar ve tüccarlar vardır. En altta ise hiç bir değeri olmayan halk-köleler (dravidler-paryalar) bulunur. Baş tanrı en tepedeki Brahman ve Racaların tanrısı Mithra ve yardımcısı Varuna'nın birleşmiş hali, Varunamithra'dır.Kaynağı Ageni-ateş'tir. Dravidlerin tanrısı ise Ahura'dır.Kötülük, düşkünlük demektir.

Zerdüştlüklük, Hind üst kastlarının zulmünden kaçan kölelerin yerleştiği İran'ın dönüp Hind'e meydan okumasıdır. Ahura, baş tanrı yapılır ve geri kalan tüm tanrılar reddedilir. Mithra kültürüne savaş açılır. Tapınakları yok edilir. Sadece Ehrimen (Spanta manyu) bütün Hind'i temsilen kötülük tanrısı, baş düşman yapılır.Zerdüştlük sayesinde İranlılar, milli bir kimlik edinir ve Zerdüştlüğün en önemli sosyal emri olan çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşarak yerleşik hayata geçerler. Zerdüşt inancı, resmi din haline dönüştükçe, tamamen politik bir içerik kazanır. Hind'e duyulan nefret, iki gerçeklik fikrini, mutlak iyi ve kötünün ezeli savaşı şeklinde bir düalizm üretir. Mutlak bir olan tanrı inancı zamanla kaybolur, Ahuramazda- Ehrimen'den oluşan iki tanrılı bir sisteme dönüşür. İran, Ahura mazda'nın, İran'ın düşmanları ise Ehrimen'in askerleridir. Her iki tanrının altışar yardımcısı-melekleri- vardır. Böylece antik dünyanın Babil kozmolojisindeki 7 gezegen sistemi, Zerdüştlüğün 7'li teolojik sistemine dönüşür. (Yahudiliğin 7 kollu şamdanı, buradan gelmedir) Eldeki verilere göre, aynı tarihlerde (M. Ö. 7-6.Yüzyıllar)Hind'in doğusunda Budha, daha doğuda Lao Tse sahneye çıkmıştır. Adeta büyük Hind iç savaşı doğuda ve batıda yeni dinler ve siyasal birimler doğurmuştur.

Hemen belirtelim, Hindistan'ı uygarlık merkezi gören tezlere şüpheyle yaklaşmak gerekir. Hind, tarihin erken devirlerinden beridir bir tür nüfus deposu gibidir. Sonsuz çeşitlilikte canlılar kadar insan toplulukları da üremiştir. Bu nüfus sürekli dışarıya ihraç edilir. Antik Hind, bugünkü Çinin batısından İran,Afganistan, ortaasya ve kafkasların bir bölümüne kadar olan büyük Asya demektir. Hind'in iç savaşları, dışarıya nüfus transferinin kaynağıdır.
Hind alt kıtası Afrika kökenlidir. Bunlar sayesinde kıtaya gelen İbrahimi inançlar bir süre sonra Vedacılık olarak Hind üst kastın dini haline dönüşmüştür. Nasıl ki, Romalı alt sınıfların dini İsevilik Roma resmi dinine dönüşerek Hristiyanlık olmuşsa, Yoksul Arapların dini İslam, bir süre sonra Arap eşrafının -Emevilerin- resmi ideolojisine dönüştürülmüşse, aynı kural Vedacılık ve Zerdüştlük için de geçerlidir. Zerdüştlükte Hind paryaların dini olark doğmuş ve İran aristokrasisisnin resmi dinine dönüşmüştür. Her resmi din olma süreci gibi, Zerdüştlükte bir önceki inançlarla karışmış, ve mesela ateş kültü gibi Mitracı adetler zerdüştlüğün alameti farikası haline gelmiştir.

Pers resmi dini olarak Ortadoğuya taşınan bozulmuş Zerdüştük derin izler bırakmıştır. Politik bir güç eşliğinde yayılan her din gibi, Zerdüştlükte, Mısır, Anadolu, Yunan, Irak, Filistin, Yemen, kafkaslar ve kısmen Hindistanda farklı tezahürleriyle yüzyıllar boyu yaşamıştır.

Zerdüştlüğün asli vasfı, düalizmdir;iyi ve kötünün ezeli savaşı. Bu savaş çerçevesinde alemde bir kaos olduğu, bu karşıt kutupların şaoşyand-mesih- gelene kadar savaşacağı, iyiliğin üstünlüğü sayesinde şeytanın yok edilip neden olduğu kaosun kosmosa-düzene- dönüşeceğine inanılır.

Tanrının seçilmiş kavmi yahudiler ve Yahudi olmayanlar (gentile), gentilelerin Yahudilere ya hizmet etmesi veya yok edilmesi, Yahudilerin özel misyonu...Yahudi teolojisinin bu temel inançlarının kaynağı, işte bu düalist Zerdüştlüktür. Bu düalizm, diyalektik, kaos-kosmos ve seçkincilik fikri, Pers istilası boyunca Anadolu ve Yunan'da Platon düşüncesinin de kaynağı olmuştur. Ortaçağ Yahudiliği yeniden yorumlanırken neo-platonculuğa dayanılması tesadüf değildir. Modern çağda, Faşizmin ve bugün Neo-Con'ların yani Hristiyan-siyonistlerin ideolojik kökleri de bu antogonist çatışma, düalizm ve seçkinciliğe dayalı Zerdüşti aryaniliktir.

Okurların, aryan, pers, Zerdüşt ifadelerini bugünün İranıyla özdeşleştirmemesi için hemen belirtelim, bugünkü İran, bu Zerdüşti aryaniliğe en uzak ülkelerden biridir. Her ne kadar Şiiliğin bazı müfrit kolları ve fars aristokrasisinin bir kanadı bu düşünme biçimine yakın olsa da, özellikle İran İslam devriminin yarattığı kültür, Zerdüşti çerçeveden sıyrılma çabası olarak okunabilir. Nasıl ki, bu düşünme biçimi İran'la ve İran tarihiyle alakasız coğrafyalarda, modern Almanya'da ve Amerika'da birer ideolojik güç halinde sahneye çıkabilmiştir, aynı şekilde İran'ın kendisinde de artık etkisiz bir durumdadır. Dolayısı ile, Zerdüştlük ve aryanilik, İran'dan bağımsız birer kavram olarak anlaşılmalıdır. Tabi, bir gün İran antik tarihindeki bir çok faktörden biri olan zerdüşti köklerine dönmediği sürece.

Zerdüşti aryaniliğin yani düalizmin karşıtı, Mısır-Roma'nın düzen teorisidir. Mısır, Nil'in denetlenmesi ve kullanımı için gerekli matematiğin ürünüdür. Kaynağı Babil astronomisi olan bu matematik, Mısır'da dev bentler, piramitler, saraylar inşa ettiren mühendislik bilimini var etmiştir. Mısır, bu matematik düşünce biçimiyle düzen kurma ve onu sürekli kılma çabasına dayalı bir teolojiye dayalıdır. Firavunlarla sembolleşen kadir-i mutlak düzen fikri, Mısır üzerinden Fenike tüccarları kanalıyla Akdeniz kolonileri olan Girit, Mikene, Efes, Bergama, Atina, Sparta gibi Egenin iki yakasındaki İon kentlerine taşınmıştır. İşte Yunan mucizesi diye anlatılanların kaynağı budur. Bütün Yunan filozofları, Ya İran-babil ya da Mısır'da eğitim görmüş veya oralarda eğitilmiş hocalardan ders almıştır. Yunan site devletleri deneyimi, Pers istilası dönemindeki Satraplıklar çağı boyunca gelişmiştir.
Büyük İskender seferi, Mısır siyasal iradesinin örgütlediği ve Aristo gibi, İran etkisindeki Platon'un talebesi olup, Mısır düşüncesi adına onu eleştiren bir düzen filozofunun yönlendirmesiyle bütün Mısır-Yunan-İon kolonilerinin örgütlenerek başlattığı bir Pers karşıtı seferdir. M.Ö. 300'lerdeki bu sefer, İran'ı geri püskürtmüş ve Roma'yı doğurmuştur. İşte bu iki büyük karşılıklı sefer, ki her biri ortalama 300'er yıl etkili olmuştur- sonraki 2300 yıllık tarihin ana motoru olmuştur.

Roma, kaos'a karşı düzen, dualizme karşı çokluk içinde birlik, antogonizme karşı mutlak otorite, çelişkiye karşı hiyerarşidir. Roma, bir tür Akdeniz'de yeniden doğmuş Hind'in İran'dan intikamıdır. Ve İran'ı, yani Zerdüşti aryaniliği düşüncede yenerek düalizmi ve kaos düşüncesini tarihte heretik akımların sığınağı düzeyine indirmiştir. Bu düşünce, 2 bin yıl sonra ilk defa 20. yüzyılda faşizmle, şimdi de Neo-Con küreselciliği ile bir ideolojik akım olmaktan öte, bir siyasal egemenlik şansı yakalamıştır.

Sonuç olarak, Mezopotamya-Akdeniz havzası, İran ve Roma olarak kodladığımız iki farklı düşünce biçimi ve siyasal iradenin çelişkisini üretmiştir. İran, Hind'in zıddı ve tekrarı, Roma, Yunan'ın devamı, Mısır'ın tekrarıdır. Zerdüşti İranilik, Düalizm, Roma ise paganizmdir. Bu şema, binlerce yıllık tarihi anlamamız için gerekli bir basitleştirme, şemalaştırma, agrandize etme ve formüle etme çabasıdır. Şüphesiz başka bir şema ile tarihi okumak ve yorumlamak mümkündür. Ama konu Yahudilik olunca, tarihi Yahudiliğin dışında okuyarak Yahudiliği bir yere koymak şarttır. Aksi halde tarihi yahudice okuyuş, yani tektanrılı dinlerden, uygarlığın yaratılmasına, bilimsel keşiflerden siyasal değişimlere kadar her şeyin altında Yahudi bulan Yahudiler ve anti Yahudilerin sığ kulvarına düşeriz. Bu tarihsel okuma biçimini kavrandıktan sonra Yahudilik ait olduğu düzey ve çapı kadar kendi yerini bulacak ve Yahudicilik ya da anti Yahudicilik yerine, insanlık düzeyinde düşünme ve konuşmak mümkün olacaktır.
Batılı Uygarlık tezleri, yalandır
Tarih, Arkeoloji, antropoloji gibi sosyal bilimler, batılıların sömürgecilik deneyiminin ürünüdür. Fransa'nın Afrika'yı sömürgeleştirmesi süreci, Mısır merkezli uygarlık teorilerini, İngiltere'nin Hindistan'ı sömürgeleştirme süreci ise Hindistan merkezli teorileri doğurmuştur.
16. Yüzyılda doruğa çıkan Avrupanın iç savaşı, Protestanlığın doğuşu, Kilise otoritesinin sarsılması, sömürgeci burjuvazinin Kilise dışı politik arayışlarına paralel olarak Hristiyanlık dışı uygarlık kökenleri aranmasını da sağlamıştı.
Fransız masonluğu, kilise ile kavgasında Endülüs aydınlanmasının bilimci geleneğini Mısır kökenli uygarlık tezleriyle geliştirmiştir. Özellikle 11.-15. yüzyıllar boyunca Akdeniz egemenliği için Endülüs devletleriyle-Kilise arasında süren savaşta, bugün komplo teorilerinin gizemli örgütü olarak sunulan Tampliyeler (Tapınak Şövalyeleri) gibi bir çok tüccar-korsan locası, Endülüs desteğiyle Vatikan'a karşı Akdeniz ticaretini elinde tutmaktaydı. Kilisenin sonradan sapkın ilan ederek, Engizisyonlarda yargıladığı bu tür grupların mensupları, Papa'ya meydan okuyarak siyasal özerkliğini ilan eden Fransa'dan destek bulmuşlardı. Protestanlıkla paralel gelişen bu işbirliği, Fransa'da gelişen burjuvazinin teopolitik kimliğinin masonikleşmesini sağlamıştı. (laiklik denilen formül, bu masonik çabanın vatikan egemenliğine karşı geliştirdiği bir siyaset tekniğidir ve özünde protestan-yahudi dinciliğini katolisizme karşı korumayı amaçlar)
Fransa'nın sömürgecilik için seçtiği Afrika ile kök bağı kurma çabasını da kolaylaştıram Mısır kaynaklı uygarlık tezleri işte bu ekonomi-politik sürecin ürünüdür.
18. Yüzyıl ortalarına kadar Avrupa entelijensiyasının özel ilgi alanı Mısır, teorik bilgilenme kaynağı da Endülüs İslam birikimiydi. İbn Rüst, İbn Sina, Farabi...Latin dillerine çevriliyor, başka isimlerle yayınlanıyordu. Kilise, bu entelektüel saldırıya, politik gerekliliklerin de etkisiyle, Yunan uygarlığı teziyle cevap verdi. Yunan-Roma uygarlığı tezleri, insanlığın bütün bilgi, felsefe ve kültürel köklerinin Yunan kaynaklı olduğunu ileri sürmekteydi. Bunda, Osmanlı'ya karşı ayaklanan Yunanlıların bağımsızlık çabasını destekleme saiki de rol oynuyordu. Sonuçta, Alman düşünürlerin bulduğu Yunan-Roma-Hristiyanlık sentezine dayalı görüşler 1820'lere kadar etkili oldu.

Kıta Avrupası'nda bu iç çekişme sürerken, İngilizlerin Hindistan'keşfi' sürmekteydi. Doğu Hind Kumpanyası ve Alman kökenli İngiliz Kralının ve Alman kralının desteğiyle kurulan Gottingen Üniversitesi, hem Mısır hem de Yunan uygarlık tezlerine karşı, Hindistan kökenli, Hindo-Avrupa uygarlık tezini ortaya attı. Ari ırkın üstünlüğü görüşüne dayalı bu tez, Avrupalıların kökenini Hind-Kafkas topluluklara dayandırıyor, Hind-Avrupa dil grubu uydurmasıyla da kültürel bir süreklilik olduğu masalını ortaya atıyordu.
19. Yüzyıl boyunca egemen olan bu görüş, petrolün keşfi ve öneminin anlaşılmasına paralel olarak, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında, Mezopotamya'nın 'keşfi'yle farklı bir boyut kazandı. Bu defa uygarlığın ilk kökleri Mezopotamya'da 'bulundu'. Ama Hindistan'da hala önemliydi! 20. Yüzyılın ilk yarısı boyunca İngiliz arkeologlar Sümerleri, Almanlar ise Truva ve Hititleri keşfettiler. Ari ırk teorisi temelinde süren bu keşifler, emperyalist amaçların paralelinde iyice geliştirildi. Ve sümerler, Hititler, Hiksoslar, Truvalılar (İonlar), Lidyalılar, Urartular (Ermeniler), Kavimler göçüyle bölgeye sonradan gelip uygarlık kurmuş Ari halklar oluverdi! Yani, Hindistan, Sümer, Babil, Fenike, Mısır, Hitit, Yunan...Ne kadar antik uygarlık varsa, Avrupalıların ataları olan Aryanların eseriydi. Ve Avrupa, aydınlanma ve aydınlatma misyonunu, yani geri kalan ilkel-barbar insanlara uygarlık götürme misyonunu sürdürmekteydi. Bugün kendi çocuklarımıza bile sorgulamadan öğrettiğimiz bu tarih masallarının kaynağı, topraklarımızın paylaşılmasının işte bu şekilde meşrulaştırılması çabasıdır.

Yahudiler, bu tezlere karşı, Mısır teorisine sarıldılar. Yunan'ın kaynağı Mısır'dı, Mısır'ın ise, Fenike. Örtük bir şekilde Fenike'nin Kudüs merkezli Yahudi devletlerinin devamı-parçası olduğu ve bölgedeki tüm uygarlık birikimlerini birbirine taşıma misyonu üstlendiği gerçeğini, kendilerine mal ettiler. Evet, Mısır'ın, Yunan'ında kaynağı olduğu doğruydu, ama Yahudilikle bir alakası yoktu! Bugün Yahudilerin Mısır piramitleriyle bu kadar çok uğraşmalarının bir nedeni, bu teze haklılık kazandıracak malzeme bulma, diğer nedeni de Yusuf ve Musa'nın Yahudi olmadığı, Yahudilerin Mısır'dan çıkış'la alakalarının olmadığı gibi olası bilgilerin başkaları tarafından keşfedilmesini önleme gayretidir. 'Keşif' sadece onlara mahsustur!

Avrupalıların sömürgecilikle yetinmeyip, olmayan köklerini bulma çabasının altında yatan esas saik; üstünlük taslama güdüsüdür. Eksik oldukları noktaya bu aşırı vurgu ve tarihte var olmamaları gerçeğini şiddetli bir var olmuş olma iddiasıyla telafi etme duygusu. Yahudilik işte buradadır. Bizatihi yahudiler de tarihin erken devirlerinde, Pers istilası sayesinde sahneye emperyalizmin kahyası olarak çıkmış ve kendilerine sonradan uydurma bir tarih düzmüştür. Avrupalılar, hep teolojik rakip gördükleri ama Yeni Ahitten önce olduğu için karşısında ezildikleri Eski Ahit (Tevrat) bağlılarının karşısına, onlardan öğrendikleri bir iddia ile çıkmışlardı: seçkin millet.

Yahudiler, Perslerin kahyalığını yaparken, Pers imparatorluğunun Asur-Babil-Mısır uygarlıklarından öğrenerek geliştirdiği asalet ve üstünlük kibrini taklit etmiş, 'seçilmiş kavim' iddiasıyla iç asabiyelerini kurgulamış ve tarihe işte bu güdüyle tutunmuşlardı. Avrupalılar, 2500 yıl sonra, Yahudileri taklit ederek 'seçilmiş', ayrıcalıklı, üstün' olma iddiasını devraldılar.

'Beyaz, batılı, uygar insan' ile 'Tanrının seçtiği üstün millet', kendilerinin dışındaki tüm insanlara bu şekilde hakaret ederek, sömürerek, aşağılayarak ve kendilerine köle kılmaya çalışarak, aralarında yarış halindeler. Bu yarışı ise insanlığa tarih bilimi diye aktarıyorlar.

Gerçek, bunların dışındadır. Perslerden öğrendiklerini iç asabiye dinamikleri haline getirerek tarihe tutunan hind-İran-Ortadoğu tefeci tüccarların ortak ismi olan 'Yahudi' toplulukları ile, eski çağlardan beri uygarlık havzalarının dışında ilkel kabileler halinde yaşayan kelt-Germen-Anlo Sakson kavimleri, soyca olmasa da ruhca akrabadır. Zira, binlerce yıllık insanlık tarihi boyunca, yüzlerce uygarlık kurulmuş yıkılmış, tarih sahnesine bir çok kavim çıkmış, yok olmuştur. Ama, 'Yahudiler' ve batılı barbarlar kadar insanlık düşmanı, kibirli, mustağni ve saldırgan toplulukların başka bir örneği yoktur.

Tabii ki, bunların anlattığı tüm tarih tezleri yalandır. Bütün uygarlık havzalarında haydutlukla yürüttükleri Arkeolojik Kazılardan elde edilen maddi bulguları başkentlerine taşıyıp, istedikleri gibi eğip bükerek, tezlerine uygun malzemeler yapmışlardır. Bu bulguların tercümelerinden de, üzerinde bina ettikleri tezlerden de şüphe etmek gerekir. Tarihi malzemeler, ancak insanlık ailesine mensubiyet şuuruna dayalı teorik çerçeveler dahilinde yorumlanırsa, bir gerçekliğe tekabül eder. Yapmaya çalıştığımız, budur.
Şimdi Yahudilik nedir? Sorusuna bu tarihsel perspektiften bakarak cevaplarımızı verebiliriz:
Yahudilik nedir?
1- Yahudilik, tefeciliğin kullanım ve değişim değeridir
Yahudilik nedir? Sorusuna verilebilecek ilk cevap, 'bu soruyu bize sorduran nedenlerdir', olabilir. Nedir bu nedenler? Güncel olarak süper güç ABD'nin müttefiki, küresel finans-kapitalin önemli bir kısmını yöneten ve kendisini sürekli mağdur ve zalim halinde yeniden üreten bir Yahudi topluluğunun varlığı. Yahudilik, kendisini doğuran ilk saiki, yani yükselen bir politik imperium'a (Perslere) kahyalık karşılığında var olma şansı yakalama yeteneğinin sürdürülülebiliyor oluşudur. Yahudilik, kısaca, bir topluluğun kendisini varolmak için adadığı 'kullanım ve değişim' değeridir.

Tarihte, insan topluluklarının var kalmak için kan bağına (aşiret, kabile) ya da bir toprağa tutunduğu, ancak varlığını sürekli kılma çabası yerine 'öteki' ile karışarak insanlık ailesinin parçası haline dönüştüğünü biliyoruz. Şu veya bu şekilde en ücra coğrafyalarda dahi yaşayan bir topluluk, bir şekilde yüzyüze geldiği başka bir toplulukla ilişkiye geçerek sentezlenir, dönüşür, yenilenir. Bunun iki istisnası vardır. Çingeneler ve Yahudiler.
Çingeneler, Hind kökenli oldukları iddia edilen ve kendi halinde yaşamaktan başka bir iddiaları olmayan, çoğu zamanda kenarda da olsa yaşadıkları toplumla uyum içinde bütünleşebilen topluluklardır.Çingene, ekip biçmez, yerleşmez, üretmez, zanaat, askerlik, siyaset sevmez. Sadece üretenlerden yaşayacak kadar ister.

Yahudileri akraba oldukları çingenelerden ayıran husus, aynı çingene karakterine sahip olmakla birlikte, isteklerini, dışardan baktıkları insan topluluklarının birbiriyle ilişkisinin bir biçimi olan alışverişte aracılık yaparak, yani üretmeden en karlı çıkılan pozisyonda durarak elde etmeyi öğrenmiş olmalarıdır. Yaşadıkları topluma, hatta insanlık ailesine karışma, bütünleşme, ya da bir toprağa aidiyet gibi çabalardan ısrarla uzak durmaları, aksine inatla kendilerine ait bu yabancılık asabiyesini korumaya çalışmaları, işte bu aracılık sırrını sihirli bir varolma yolu, yani fazla çabalamadan başkalarının emeğinden faydalanma tekniğine dönüştürmüş olma hazzından kaynaklanır.. Bu yabanilik, 'seçilmiş kavim' inancıyla ikame edilir, ancak sorun daha farklı bir yerdedir. Seçilmiş kavim inancı da dahil, Yahudiliği var eden temel saik, bu topluluğun ileri gelenlerinin özenle koruduğu 'Torah (Tevrat-Töre) ve Talmud gibi dinsel karizma referansları sayesinde içe dönük kapalı kabile asabiyesini sürdürme ve bu asabiyeyi tarihin her döneminde yükselen güçlere kullanım ve değişim değeri olarak kiralama kabiliyetidir.
Persler sayesinde dönemin zenginlik merkezi Kudüs ve civarının tefecilik tekelini alan Yahudi tüccarlar, bu misyon ve rolü tarih boyunca yükselen her güce kiralamıştır. Fenike, Sur, Samarya, Kudüs…Akdeniz, Nil, Kızıldeniz, Bara körfezi, Fırat/Dicle kavşağıdır. Yani Hindistan, İran, Yemen, Mısır, Anadolu ve Yunanistan-ki antik çağın dünyasının merkezi buralardır- arasındaki tüm ticaret, alışveriş, yolculuk, bilimsel, teknolojik ve kültürel üretim, bu kavşakta gerçekleşmekte, değiştokuş edilmektedir. Yahudi hahamlar ve tapınakları, bugünkü manada birer bankadır ve Yahudilik, Persler çağında yaşadığı altın yılları hep özlemle anmış, kudüsü ve Süleyman tapınağını da bu özlemin sembolü yapmıştır. O dönemde tatlı karlar elde eden ve üretmeden kazanmanın yollarını öğrenen sonradan görme bu topluluklar, Yahudilik kimliği icat ederek kendilerine bir asabiye bulmuştur. Yani Yahudilik herşeyden önce bir etnos, bir ırk değildir. yahudilik bir ortak asabiyenin süreklileştirilmesiyle oluşmuş bir tefeci asabiyesidir. Bu asabiye, işte bu tatlı kazanç yollarının süreklileştirilmesi, kalıcılaştırılması için gereklidir. Tarihte var olmuş bir çok önemli kavmin, topluluğun uygarlıklar yarattıktan sonra bile yok olmasına rağmen, Yahudiliğin hala yaşıyor oluşu, bu dinselleştirilmiş asabiye olgusundan kaynaklanır. Buradan Yahudiliğin bir diğer tanımına ulaşırız.

2-Yahudilik, Yahudi üst kastın dinsel milliyetçiliğidir
Yahudi inançları ve gelenekleri, sanıldığının aksine, herhangi bir toplumun ki gibi dinsel inanç ve ibadet biçimleri değildir. Yahudilik dini, tamamen psiko-sosyal bir grup davranışı kurallarıdır. Bu inancın içeriği, grup davranışını disiplinize etme ve güncel hedeflere sevk etme amacına matuftur. Yahudilik, esasen Yahudi ileri gelenlerini ifade eder. Hahamlar ve hamanlar ( Zengin Yahudiler). Aslında Yahudiler bunlardır. Yoksul Yahudi kitleler, bu Yahudi kastın bendeleridir. Tarih boyunca Yahudi ileri gelenleri, bütün Yahudiler adına güç sahipleriyle pazarlık etmiş, yoksul yahudileri denetleyerek elde ettikleri temsil makamını onların sırtından güce ve servete dönüştürmüşlerdir.

Yahudiliği, bir kullanım ve değişim değeri haline getiren şey, din değil, ekonomi-politik kurnazlıktır. Perslere tefecilik misyonu kiralayan Yahudi haham ve hamanlar, daha sonra Roma'ya, Fatımilere, Selçukluya, Endülüse, Osmanlıya, Almanya'ya, Rusya'ya, Fransa'ya ve şimdi de Amerika'ya kiralamıştır. Yahudi inançları, -seçilmişlik inancı, üstünlük duygusu,-esasen dışa dönük olmaktan çok içe dönük, Yahudi topluluk ve bireyleri disiplinize etmeye dönüktür. İsrailli muhalif gazeteci İsrael shahak, 'Yahudi tarihi Yahudi dini' (Anka yay, 2002) adlı kitabında, Ezra'dan başlayarak, modern döneme kadar Yahudi ileri gelenlerinin güç sahipleri karşısında itaatkar, kendi tebalarına karşı ise zalimane tutumlarını örnekleriyle anlatır. Kralların ve beylerin Yahudi doktorlar, danışmanlar tercih edişini bu güçlüye aşırı bağlılık yeteneğine bağlar. Aynı şekilde yoksul Yahudileri istedikleri gibi ezme, vergi alma, cezalandırma yetkisi ya da ayrıcalığı elde etmelerini de Yahudi elitlerin güç sahiplerine kahyalık yeteneği ile ilişkilendirir.

Bu bağlamda, Yahudi inançlarını bir dini anlamak için değil, bu tarihsel kullanım misyonunda inançların rolünü kavramak için irdelemek gerekir. (Bu inançları tek tek ele alıp irdelemenin yeri burası değil. İlginenenler için, Yahudi kökenli mason üstadı Hayrullah Örs, Musa ve Yahudilik (Remzi yay) kitabında, Tevrat'ın yazılış dönemlerini, her dönemdeki zamanın etkisini ve kullanılan malzemenin hangi kaynaklardan alındığını ayrıntılarıyla anlatır.) Sadece bir örnek vermek gerekirse, Tevrat'ın tanrısı Yahve (tarihi kayıtlarda güney Filistinde bir volkan cininin adı olarak yorumlanır. Bizce farsça kökenli bir ifadedir. 'ya huve'- yüce tanrı demektir), hayrın ve şerrin kaynağıdır. Yani Zerdüşti düalizm, yahve'de birleşmiştir. Yahve hem iyilik tanrısıdır hem de şeytandır. İnsana benzer, insanla güreş tutar, şeytan gibi kötülük ve zulüm işler. Yahudiler, başlarına gelen belaları da yahve'den bilir. Nazi katliamı sırasında toplama kamplarında, yahve'nin kendilerini cezalandırdığını ama bir gün tekrar vazgeçip kurtaracağına inanan Yahudilerin bu iç gerilimi bir çok felsefi tartışmanın konusu olmuştur. Özellikle teodise-tanrı ve kötülük ilişkisi- konusunda hayrın ve şerrin Allahtan geldiğine inananlar ile hayrın Allahtan, şerrin Allahın da güç yetiremediği bir karşıt güçten-şeytandan- geldiğine inananların tartışması meşhurdur. Yahudilerin Yahve'si, sadece Yahudilere özgü bir tanrı olarak, Yahudilerin başına bela getirdiğinde onunla kavga edilen, küsülen, kızılan, inkar edilen bir tanrıdır. Yahudinin tanrısı ile ilişkisi de, gentile (Yahudi olmayan) ile ilişkisi gibi, menfaat temellidir.

Yahudi ileri gelenleri, Yahudiliğin tanımı ve kapsamını belirler. Yani 'yahudiler' esasta Yahudi ileri gelenleridir. Geri kalan alt sınıftan, yoksul Yahudiler, ileri gelenlerinin sözlerine itaatin sonuçlarına katlanmak dışında bir öneme sahip değildir. Yani ne Yahudi siyaseti ne de Yahudilere atfedilen güç ve etkide yoksul Yahudi kitleler pay sahibi değildir. Bu nedenle, Yahudilik ve Yahudiler deyince, aslında bu sıradan Yahudi inançlı kitleler değil, Yahudi ileri gelenler kastedilir. Sıradan Yahudiler, Yahudilik adına işlenen suçların ortağıdır, ama Yahudilik sayesinde kazanılan maddi ve manevi imkanların ortağı değildir. Alt sınıf Yahudiler, kökenlerini muhafaza eden ama önderlerine itaate alışmış dravidlerdir. Bu manada, Yahudilik nedir?'e, 'Yahudilik, Yahudi Brahman, kşatriya ve racaların yani Yahudi üst kast sınıfın suçortaklığı örgütüdür, diyebiliriz.Bu bağlamda, yahudilik kendisini bir dinsel milliyetçilik biçiminde geliştirmiştir.
Yahve, çoğu zaman alt sınıf Yahudilerin suçlarının cezası olarak Yahudilere bela sarar. Üst kast, kendi suçlarını her zaman alt sınıfa yükler ve sonrada Yahudi kitleleri yeni bir egemenliğin kahyalığı için işe koşar. İsrail devleti, işte bu tür bir yeni işe koşma hadisesidir ve bu kez Yahudi yoksul dindarlara, Filistinlilere zulmetme, öldürme ve bu kirli savaş için ölme işi yüklenmiştir. İsrail ordusu, çoğu Yahudi olmayan sağdan soldan kökleriniz yahudiymiş yalanıyla toplanmış unsurlar ya da yoksul Rus, doğu Avrupa Yahudilerinden müteşekkildir. Gerçek Yahudi, yani Yahudi ileri gelenlerinin savaştığı ve bir amaç uğruna öldüğü görülmemiştir. Onlar, sadece savaşları finanse ederler.
(Devam edecek)
ahmetozcan1@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Siz, siz olun Yehova Şahitlerini evinizden, ailenizden ve hatta tanıdıklarınızdan ırak tutun.

Türk insanı üzerine bilinen ya da bilinmeyen birçok oyunlar oynanıyor.  Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman  Türk insani yoğun bir kı...